Hafta SonuManşet

Doğayla oyunlar oynayanların izinde: Global Nomadic Art Project – Ebru Bingöl

0

Global Nomadic Art Project, Türkiye, “Doğanın İzinde” teması ile Türkiye’deki 20 günlük doğa sanatı çalışmalarını fotoğraf, video ve objelerinin yer aldığı bir  sergiyle 23 Ekim 2017’de tamamladı.

Doğanın yakınında olma ihtiyacım arttıkça, doğanın içindeyken onunla keyifle oynadığım oyunlar çeşitlendikçe,  çeşitli yurt içi ve yurt dışı atölyeleriyle deneyimledikçe, mimarlık doktoram boyunca yerde yer, arazide arazi diye tutturdukça Global Nomadic Art Project, bir süredir takip ettiğim gruplardan biri oluvermişti. Global Nomadic Art Project (GNAP), farklı ülkelerden doğa sanatçılarının farklı coğrafyalarda toplanarak o yer’de ve o an’da, doğanın, coğrafyanın, kültürün ve tarihin özelliklerinden ilham alarak doğal malzemelerle, doğaya armağan ettikleri sanat eserleriyle, tıpkı nomadlar (göçebeler) gibi iz bırakmadan yoluna devam eden bir proje.

İlk defa 2014 yılında toplanan grup, o yıldan beri Hindistan, Güney Afrika, İran’ı gezdikten sonra, 2017 yılında Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Almanya, Fransa ve Litvanya’da gerçekleştirilmiş ve 2017 Avrupa ayağını Türkiye, İzmir’de sonlandırıyordu. GNAP Türkiye Toplaşmasının PORTIZMIR4 – 4. Uluslararası İzmir Güncel Sanat Trienali kapsamında, İzmir’de yapılacağını öğrendiğimde, hemen grubu bir yerlerde yakalama planları yaptım.  İnciraltı, Bahçelerarası, Bergama, Bornova, Kemalpaşa, Seferihisar, Tire ve Kapadokya’yu gezecek ve buralarda doğal, kültürel etkileşimlerle anlık üretimler yapacak olan, adı üzerinde, nomadic (göçebe) ekibi yakalamam kolay olmadı. Neyse ki Kapadokya dönüşü Bahçelerarası’nda iki gün sabit çalışacak olmaları işime yaradı.

Projenin Türkiye Direktörü Varol Topaç’ın ve K2 Güncel Sanat Merkezi, Kurucu Direktörü Ayşegül Kurtel’in samimi ve davet edici tavırları sayesinde ertesi gün  Bahçelerarası’nda idim.

Araziye vardığımda, hem bireysel olarak araziyle ve doğayla hemhal olmuş sanatçılar, hem de yaptıklarını birbirlerine ve dışardan gelenlere keyifle anlatan, birlikte üreten bir ekip gördüm. Doğa sanatının doğayla kurduğu ilişki biçimde, “sanatçı, doğaya sade bedeniyle gidip, duyarlı gözler ve kulaklarla, doğa ile konuşur ve doğa, kendi iç-doğasını açığa çıkarıncaya kadar bekler“[1]di. Projeye katılan sanatçılar da, zihinlerinde önceden uyanmış bazı fikirleri uygulamak ya da kendi sanat tarzını o araziye uydurma çabasından ziyade, arazi ve barındırdığı potansiyelleri keşfederek ürettiyorlardı.  Bu sebeple, doğa sanatı araziye ve yer’e özgü (site- specific) bir sanat biçimi.

Bu noktada doğa sanatının yer’le kurduğu ilişkiye kısaca bir göz atmak faydalı olabilir. Sanat kuramcısı Robert Irwin[2], sanat objesinin arazi ile ilişki kurma biçimlerini  dört farklı şekilde sınıflandırmakta:

(1) araziye baskın (Site dominant) sanat objesi kendi içeriğine odaklanır

(2) araziye uyarlanmış (Site adjusted), sanat objesi yapılır ve araziye uyarlanır

(3) Araziye özgü (Site specific) obje bir ya da birkaç özelliğiyle araziye entegre olur

(4) Araziyi koşullandıran (Site  conditioned/determined), arazinin çeşitli yönleri sistemik açıdan, objelerle ilişkiler açısından okunur.

Doğa sanatı, bu ilişki biçimlerinden araziye entegre olma yolunu tercih eder. Bunun sebebi de doğa sanatının ve arazi sanatının ortaya çıkışı ile ilişkili. Sanat objesinin bulunduğu alan ile kurduğu ilişkisini sorgulayan, arazi sanatı (land art), 1970’lerde yer’in birbirinden farklılaşmasını göz ardı eden modern sanata tepki olarak   doğmuştur. Doğa Sanatı ise, 1981 yılında Kore Doğa Sanatçıları Derneği (YATOO)’nin kurulmasıyla kurumsallaşmış, daha çok doğaya yönelmiş, her yer’in kendine özgü doğasını keşfetmeye ve doğayla yaratmaya odaklanmıştır.

Bahçelerarası’ndaki sanatçı üretimlerinden

Bahçelerarası, mandalina bahçeleri, nar ağaçları, yüksek kargı kümeleri, çeşit çeşit ağaçları ve hayvanları ile hayli çeşitli malzeme olanağı sunmaktaydı. Sanatçıların ellerinde, mandalinalar, narlar, ağaç dalları, kuru yapraklar, kargılar bir anda farklı bir dile bürünmüşlerdi. Her arazi, her doğa farklı bir karakter, farklı bir malzeme sunuyorsa,  doğa sanatında nasıl bir sanat objesi yapacağınızı önceden tasarlayamazsınız.

GNAP koordinatörü Eung-Woo Ri’nin söylediği gibi, “bu, spontan bir deneyimdir”. Her an eşsiz ve ne yaratacağınızı bilmediğiniz sürprizler  çıkarır karşınıza. Bu sebeple elinizde bir malzemeyle doğaya gitmezsiniz. Malzeme oradadır. Peki, bu noktada, insan yaratıcılığı nerede duruyor, doğa nerede bitip sanat nerede başlıyordu? Bu soruların yanıtlarını, kendisini bir ağacın dallarını şekillendirirken anlattı. Ri, ağacın dallarının bir kısmını olduğu gibi bırakmıştı. O’nun için bu parça doğaydı. Devamında ise dalların kabuğunu soyduğu ve şekillendirdiği bir bölüm vardı. Bu parça, kendisinin de içinde olduğu, kendi yağından, terinden vücut sıvılarını ekleyerek sanatını icra ettiği bölümdü.

Doğa, kendi formuyla dalların sanat yapılan bölümüne ilham oluyordu. Ri’nin sanat eseri, tam da doğanın enerjisinin ve insanın hayalgücünün kesiştiği yerdeydi. YATOO international koordinatörü Jeon Won-gil harika bir tanımlama getiriyordu: “Doğa sanatında, doğa ve sanat açık koşullarda var olur ve İnsanın sanat yapma arzusunun doğa tarafından itilip çekildiği bir denge noktasında doğa sanatı geçici olarak var olur[3]. Yani insan tamamen edilgen değildi. İçindeki yaratıcı güç doğa tarafından tetiklense dahi, doğa sanatı yapmak için belirgin bir sanatçı üretim arzunuz olmalıydı (tabi ki doğanın doğanın akışına izin veren bir arzu bu).

Eung-Woo Ri’nin ağaç dallarından oluşturduğu sanat ve doğanın kesişiminde ortaya çıkan eser

Doğa sanatını diğer sanat biçimlerinden ayıran en önemli özelliğinden biri de, tıpkı doğadaki her şeyin olduğu gibi tüm sanat eserlerinin geçici olması. Doğa sanatı, olanı, geleni durdurmaz; “eser, kendi kendine tamamlanmış olsa da bir tohum gibi büyümeye, evrilmeye, ve dönüşmeye olanak sağlar. Doğa sanatıyla üretilen obje doğadan koparılmaz, yeniden doğaya döner”[4].

Mimarlık camiasından bir insan olarak, sürekli olarak durağan ve sonsuza kadar yaşayacakmışçasına yapılar yapılmasına şahit oluyorum. Doğanın yapıya etkilerini geçtim, ülkemizde kentsel tasarım diye bir yıkma-yapma eylemi var; onu bile görmezden geliyoruz. Oysa ki doğa sanatı, objeyi sabit görmüyor. Bu konuda en sevdiğim benzetme şu: “Doğa sanatı hareket eden bir trenin spesifik bir noktasını işaretlemek gibidir. Treni durdurmadan noktayı işaretlemek için trenle birlikte hareket etmelisiniz”[5].

Trenle birlikte hareket etme eylemini GNAP sanatçılarının birçoğunda gözlemledim. Yerde, yerinde üretilen objeler her an rüzgarla uçabilecek yapraklar, her an bir hayvan tarafından yenilebilecek otlar (keza Sevgi Avcı’nın bir eserinin başına gelmişti), çürüyecek meyveler ya da dikkatsiz bir insan tarafından yıkılabilecek yapılardı. Birkaç gün sonra bu eserleri fotoğraflama şansım olsaydı ilk günlerinkinden çok daha farklı gözükecekleri kesindi.

Sevgi Avcı’nın ertesi gün bir kısmı yenilen eseri (ilk resim)

Tüm bunların yanında, birçok sanatçının eserlerinde performatif bir yan vardı. Özellikle Paul Donker Duyvis‘in çalışmaları, kendi bedeni ile doğanın arasında bir ayrım yapmamak vardı. Bunun yanında, tüm sanatçılarda ve özellikle Paul’un “Generation Generous[6] isimli performansı doğaya yönelik bir farkındalık oluşturmayı da hedeflenmekteydi.

Güney Afrika’daki GNAP buluşmasının çağrı metninde belirtildiği üzere, doğa sanatı, “gelişim adına geliştirilmiş şiddet araçları yerine, sanatçıları doğayla kurulabilecek şiddetsiz iletişim yöntemlerini, doğa ve insanlık arasında barış dolu bir ilişkinin nasıl yeniden kurulabileceğini araştırmaya yönlendirdiğini”[7] iddia etmekte.

Paul Donker Duyvis‘in beden-doğa performansları

Bu noktada, sanatçıyı doğanın arkasına koyan doğa sanatı mütevazi bir tavır da takınmakta. Sanatçı egosunu arka plana itip, “doğayı ortaya koyacak minimal aktiviteleri ortaya çıkarmakta”[8]. Müdahalenin büyüğü, küçüğü de yok gibi. Ne de olsa, “sanatın en mütevazi haliyle ortaya çıkan, özgür sanat ortamını yansıtan, güç anlamına gelen bilginin zorbalığından uzak duran, kapitalizmin yarışmacı sisteminin ortaya çıkardığı başarı ve arzunun baskısından kurtulmayı esas alan bir sanat biçimi”[9]ydi doğa sanatı.

GNAP Türkiye’ye katılan sanatçıların genel tavırlarında da ve hatta eserlerinde de böyle bir mütevaziliği kolayca farkettim. Sanatçılardan Ünal Kuş’un söylediği gibi “biz burada oyun oynuyoruz”.

Bahçelerarası’ndaki  ortam da adeta bir oyun alanını yansıtıyordu. Öyleyse geze geze oyuna devam Global Nomadic Art Project, ilham olmaya devam !!!

[1] Jeon Won-gil, “Between Nature and Art”, International Nature Art Seminar 2015, http://yatooi.com/57789.

[2] Robert Irwin, 1985. “Being and Circumstance: Notes Towards Confidential Art”, içinde Kristine Stiles ve Peter Selz (ed), Theories and Documents of Contemporaray Art: a sourcebook of artists writings, (Berkeley: University of California Press).

[3] Jeon Won-gil, “Between Nature and Art”, International Nature Art Seminar 2015, http://yatooi.com/57789.

[4] Jeon Won-gil, “Between Nature and Art”, International Nature Art Seminar 2015, http://yatooi.com/57789.

[5] Jeon Won-gil, “Between Nature and Art”, International Nature Art Seminar 2015, http://yatooi.com/57789.

[6] Paul Donker Duyvis’in Kapadokya’daki Generation Generous isimli  performansı için : https://www.youtube.com/watch?v=h3ZUJoheYyA&feature=youtu.be

[7] https://www.facebook.com/events/1056691374384215/

[8] Jeon Won-gil, “Between Nature and Art”, International Nature Art Seminar 2015, http://yatooi.com/57789.

[9] Jeon Won-gil, “Between Nature and Art”, International Nature Art Seminar 2015, http://yatooi.com/57789.

 

3. ve 7. fotoğraflar için Ahunur Özkarahan’a, 8. Fotoğraf için ve her türlü desteği için Patika Art Group’a teşekkürler

 

Ebru Bingöl

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.