Köşe Yazıları

Toplumsal Silahlanma

0

Bugün 28 Eylül. Yani bireysel silahsızlanma günü. 2009 yılında bireysel silahsızlanmadan toplumsal halde silahlanmaya geçtiğimiz bir dönemde önemli ve üzerinde durulması gereken bir gün. Öyle ki, bireysel silahlanma, son sekiz yılda %358 oranında artmış durumda. Her üç evden birinde silahın olduğu ve bu silahların 4’te 3’ünün de kayıt dışı olduğu bir ülke Türkiye. Toplumsal olarak sinir uçları açıkta yaşayan bir ülkeye göre gerçekten korkutucu bir istatistik. Hemen hemen her gün gazetelerde birkaç silahla öldürme yaralama haberi bulmak mümkün. Örneğin, İskoçya’da ise bir haber görebilmek için 365 gün gazete okumanız gerekecek. Fark ne kadar açık değil mi? Acaba İskoçya’da bireysel silahlanmanın yasak olmasının bir payı olabilir mi bu farkta? İskoçlar da hiç iş bilmiyor aslında. IMG_2926Türkiye’deki gibi her milletvekiline tabanca almanın, promosyon (Word promosyon yerine “özendirme” kelimesini kullanmamı öneriyor dilsel kaygılarla. Evet, bir özendirme var gerçekten de. Milletvekillerinin silahları nasıl aldıkları, nasıl seçtikleri, nasıl bellerine taktıkları ya da kadın vekillerin nasıl çantalarına koydukları haberlerinde bir özendirme yapmış olmuyor mu medya? Aynı medya, tabanca ile vurulan insanların haberlerine hüzünlü müziği koyup, vuranlara hakaret ederek de kendisini temize çıkarmış olmuyor mu?) şeklinde sunulduğu bir ülke haline getirseler ya ülkelerini. Ya da, ulusal çapta silah üretiminde önde olan, taksitle tabanca satma kampanyasıyla Dünya üzerinde belki türünün tek örneği olan ve her zaman taraftarları suçlayarak sporda şiddete karşı çıkılan bir ülkede, bir spor kulübüne sponsor olup her daim adını duyuran bir kurum kursalar ya İskoçlar. UZİ Rangers gibi mesela.

Eminim ki, Alistar Grimasson’un öldürülmesinin haberini verirken de medya hüzünlü bir müzik kullanmıştı. Alistar, bebek arabasında, Yeni Foça’da uyurken, yan masada çıkan bir tartışmada ruhsatlı mı ruhsatsız mı olduğunu bilmediğim silahını çeken bir kişinin silahından çıkan kurşunlara hedef oldu ve öldürüldü. Bundan tam yedi yıl önce. Görüldüğü gibi silahın ruhsatlı ya da ruhsatsız olması Alistar’ın yaşamı üzerinde bir etkide bulunmadı.

Bu kadar büyük bir acıdan sonra bir köşede “kader” diyerek oturmayıp, bireysel silahlanma ile mücadele edenler arasına katılmayı seçen Alistar’ın ailesi ile bir araya geldik 26 Eylül günü. BİSİTEP (Bireysel Silahlanmaya Tepki Platformu) adıyla bir örgütlenme yaratmışlardı ve her sene bireysel silahlanma ile ilgili bir faaliyetle, bu konuda toplumu bilinçlendirmeyi kendilerine amaç edinmişlerdi.

Çeşitli rastlantılar sonucu iletişime geçtiğimiz bu organizasyona, davet edilince kurumsal olarak gittik. Ufak bir basın açıklaması, ardından ufak bir yürüyüş ve panel şeklinde gerçekleşti bu etkinlik. Alistar’ın İskoçya’da yaşayan ailesi (umarım yanlış anlamamışımdır) da Alistar’ın dedesinin başkanlığını yaptığı bu platformun etkinliğine gelmişti. Çok şey söylendi, ama en önemlisi ve bizim düşünüp ve hatta utanıp bir şeyler yapmaya hemen başlamamızı yüzümüze vuran söz şuydu: Bu çocuk, bu ülkede tatil yapmasaydı, bu ülkeye gelmeseydi ölmeyecekti! 2000lerde Türkiye’nin durumu budur aslında.

Kısaca özetlemek gerekirse, “mücadele etmeliyiz” dedi BİSİTEP Başkanı Avukat Tuncer Eşsizhan. “Bugün kanunları değiştirebilecek bir kişi milletvekili seçildiği zaman bile Meclis hemen önüne silah ruhsatı evraklarını koyuyorsa, milletvekili istemese bile o silahı almak zorunda kalıyorsa, parti ayrımı gözetmeksizin belediye başkanlarının büyük bölümünün belinde silah varsa bu sistemde silahlanmanın önüne geçmek mümkün değildir. Silahlanmanın önüne geçmek için düzenden bir yarar gelmeyeceğini anlamalı ve ona göre mücadele vermeliyiz”

Siyasi partilerin pek ilgi göstermediği bir etkinlik oldu. Aslında bir tek Yeşiller Partisi vardı orada. Temsilen söz bana verildiğinde, MKE’nin taksitle silah satışı kampanyası yapmasının önerildiği bir ülkede yaşadığımızı söyledim. Şiddet kültüründen öte, bir silah kültürünün sanki marifetmiş gibi bize sunulduğunu söyledim. Devletin silahlanması ve erkeklerin silaha olan düşkünlüklerinin başlangıcı olarak ordu kurumuna da dikkatle bakmak gerektiğini ve gerekirse de sorgulamak gerektiğini söyledim. Daha çok şey söylenebilirdi aslında. Acılı ve ilgili insanlara onların bildiği şeyleri tekrarlamak olacaktı bu sadece.

Sonuç olarak baktığımızda, silahlanma, nasıl olursa olsun Türkiye’nin her alanda karşı karşıya olduğu bir konu. Devletin silahlanması, toplumun silahlanması, bireyin silahlanması… Yol kavgasında çekip vurulan insanlar ya da bir protestoda halkın üzerine ateş açılması esnaf tarafından, bunların hepsinin kökeninde bu silahlanma ve güven duygusu eksikliği yatıyor. İşin kötüsü daha çok silah daha çok güven eksikliği getiriyor. Bu da daha çok silahlanmayı yanına çağırıyor. Devlet de bu amaçla silahlanmıyor mu? Yok ki bir fark, silahlanma arasında.

Toplantıda son söz olarak, bizim toplumsal tahayyülümüzün bireysel silahlanmanın ortadan kalktığı bir ülke olduğunu söyledim ve o yüzden burada olduğumuzu da ekledim. Şiddetin ve şiddet tehdidinin ortadan kalktığı bir Türkiye olacak, hayalimizdeki Türkiye. “Bu ülkede olmasaydı ölmeyecekti”  denilmeyecek kimsenin arkasından.

Yeşil Gazete ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

You may also like

Comments

Comments are closed.