Yeşeriyorum

“Eşim toprağın altında, biz üstünde çürüdük” – Halil Savda

0

“Eşim toprağın altında, biz üstünde çürüdük”

Yukarıdaki cümle eşi yıllardır kayıp olan Gülten Akpolat’ın sözleri… Faillerini ifşa etmemiş bir ülke vicdansız ve adaletsizdir… 1990’lı yıllardan sonra yüzlerce Kürt evlerinden, işyerlerinden ve sokak ortasından alındılar… Gözaltında kayıplar, “devlet öldürmez, öldürtmez” tezinin gereği olarak yapılıyor… Devlet açıktan yapamadığı infazları gizlice kaybederek yapıyor… İlk kez 2003 yılında Diyarbakır’da kazılar yapıldı. Şimdiye kadar 80’den fazla ceset bulundu.

Kürdistan’da onlarca toplu mezardan bahsediliyor… 500’den fazla kişinin gömülü olduğu söyleniyor. Türkiye, topraklarında insan kemikleri fışkıran bir ülke, kirli ve suçlu bir devlet… İlk kez 27 Mayıs’ta, 1995 yılının bir Cumartesi günü, İstanbul/Galatasaray meydanında toplandılar. Ellerinde oğullarının, kardeşlerinin soluk vesikalık fotoğrafları ile kardeşlerini bulma ümidi ile geldiler… Babalarının bir sabah vakti geleceği ümidi ile kapılarını hep açık bıraktılar… Sevgililerinin soluk yüzlerini her sabah yeniden hatırladılar ve kendi hayatlarını hep ertelediler… Seslerini uzun zaman kimseye ulaştıramadılar… Sayıları otuzu ancak buluyordu… Her cumartesi günü saat 12’yi gösterdiğinde orada oturmaya devam ettiler… 1998 tarihinden itibaren her hafta polis saldırılarına uğradılar. Coplandılar. İşkence gördüler… 13 Mart 1999 tarihinde eylemlerine ara verdiler. 10 yıl sonra 2009 tarihinde oturma eylemlerine yeniden başladılar. Kayıplarını aramaya devam ediyorlar.

Aram Yayınlarından çıkan, Saadet Yıldız’ın hazırladığı, Ölü mü Denir Şimdi Onlara isimli kitabı ben iki kere okudum. Kitap, Türkiye’nin kayıplar gerçeğini kadınların gözünden anlatıyor. “Sevdikleri mezarsız kadınların” anlattıkları gözyaşlarıma karıştı:

” Derman Tarancı: Namık hem eşim hem yoldaşımdı. Adım adım ölüme giderken, kendisini engellemeye çalışmadım. O öldükten sonra hayata öylesine yabancılaştım ki adeta kaybolmak istedim…

Dilber Şimşek: Bahri’ye beyaz bir kazak hediye etmiştim. Onu son kez o kazakla gördüm. On bir yıl sonra kemiklerini bulduğumda kazak sararmıştı…

Bedia Fındık: Jandarma ve emniyet, eşimden yılbaşı için hindi istemişti. Eşimle kaynım, emniyete gittikten sonra sır oldu. Devlet, kendisine hediye götüreni niye öldürür ki diye düşünüyorum…

Bedia Şen: Çığlıklarımız helikopterin tozu dumanı içinde yok olup gitti…

Derman Boztaş: Kapının eşiğinde annesinin, çocuklarımızın gözlerinin önünde vurdular eşimi…

Diva Deniz: Küçük çocuğum babasının mezarını sorunca, kendisine gelişigüzel bir mezar gösteriyorum. Bazen başını alıp o mezara gidiyor…

Enzile Özdemir: Ağaçların altında, arazide, her yerde ceset arıyorduk. Nereden bir ceset çıksa, oraya koşuyorduk…

Gülten Akpolat: Eşim toprağın altında, biz üstünde çürüdük…

Hanım Tosun: Gördüğüm en son şey Fehmi’nin arabadan sarkan ayaklarıydı…

Hasibe Yıldırım: Kıyafetlerini kaldırmadım, çorapları bile bıraktığı yerde. Bazen yalnız kaldığımda kıyafetlerine bakıp ağlıyorum…

Pervin Buldan: Kızım babasının öldüğü gün doğdu. Zelal’in doğum gününü hep sonraki günlerde kutladım…

Şemse Tekin: Eşimin beyni duvarlara sıçramıştı. Telsizle ‘bir terörist öldürdük’ demişlerdi de, başka birinden söz ediyorlar sanmıştım…

Ülkü Ekinci: Onu yemeğe beklediğim o son gün tarhana çorbası yapmıştım. Tam on altı yıldır bir daha tarhana çorbası yapmadım…

Kayıpların sesleri yakınlarının seslerinde, yürekleri yakınlarının yüreklerinde yaşıyor…

Şairin dediği gibi, “ölürse tenler ölür/canlar ölesi değil…”.

Cumartesi anneleri merhamet değil, adalet istiyorlar.

Onlar vicdan ve adalet ihtimalini var ediyorlar! “

Halil Savda (Vicdani Retçi)

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.