Köşe YazılarıManşetYazarlar

Son İstanbul’un ‘cennet bahçeleri’ne kıymayın efendiler!

0

Cennet kavramı, sözlükte “bağ, bahçe ve bostan, gölgeli ve sık ağaçların bulunduğu dal ve yapraklarının sıklığı ile tıpkı bir örtü gibi zemini örterek gölgeleyen meyveli ve meyvesiz ağaçlar ile anlatılır. Sözlük anlamlarından yola çıkıldığında ön plana çıkan; yeşilliğidir, yani bir nevi cennetin kelime anlamı, bahçedir.

Tıpkı Adalar gibi…

*

Tarihi sürece  baktığımızda iklimi ve topoğrafyası nedeniyle İstanbul, zengin bitki örtüsü ile kaplı bahçelere sahipti. Minyatürler, gravürler ve seyahatnamelerden bu bilgilere ulaşabiliyoruz. Belgelerden, Osmanlı saray bahçelerinde de el değmemiş bir doğallığın hâkim olduğunu, saray bahçelerinde eğlencelerin düzenlenmesinin yanı sıra  meyve ağaçlarının, çiçeklerin ve  şifalı bitkilerin yetiştirildiği de biliyoruz.

İmparatorluklara ev sahipliği yapmış şehr-i İstanbul’un bahçeleri dillere destandı. İmparatorluk sınırları dışından çok ünlü Fransız, İtalyan mimar, peyzaj mimarı ve bahçıvanlar gelerek, İstanbullulara  cennet bahçeler armağan etti. III. Selim döneminde sarayda baş mimar olarak çalışan Antoine-Ignace Melling’in hazırladığı, bir çok bahçe gravüründen oluşan albüm hafızalarımız İçin önemli bir kayıttır.

Günümüzde ise bir bahçe kültüründen söz etmek, ne yazık ki mümkün değil. İstanbul tamamen bahçesiz bir şehir haline geldi. Apartmanların etrafında kalan son toprak parçalarına da otopark amaçlı beton dökülmüş durumda. Bu bahçe denilen yerlere baktığımızda, kendi sağlığımızdan önce otomobillerimizi düşündüğümüzün mekansal izdüşümünü  görüyoruz.

İstanbul’un Prens Adaları’na baktığımızda ise manzara biraz değişiyor. Şükür ki, bahçe kültürü bugün bile sürdürülüyor. Hala epeyce evi çevreleyen bahçeler beton dökülmeyip alabildiğine yeşil ve doğala yakın kalabilmiş. Yağmur yağdığında duyumsayacağınız toprak kokusu, şanslıyız ki halen başımızı döndürüyor.

Göçmen bitkilerin bahçeleri…

Son İstanbul’un mirası, kültürel peyzajı olan Ada bahçeleri, özellikle Osmanlı döneminde bir çok zengin gayrimüslim ve Türk’ün yurt dışında görüp beğendikleri evlerin mimari özelliklerinin yanı sıra bahçelerdeki bitki çeşitliliğini de taşımasıyla adeta bir laboratuvara dönüşmüş. Toprağının zenginliği, Akdeniz ikliminin özelliği tüm bu çeşitliliğin bir arada yaşamasına izin vermiş.

Geçen yıllarda Orman Yüksek Mühendisi Cihan Erdönmez’in rehberliğinde, Faik Yaltırık, Asuman Efe, Adnan Uzun hocalar tarafından 1993 yılında hazırlanan “İstanbul Adaları’nın Doğal ve Egzotik Bitkileri” kitabı eşliğinde Büyükada’da tescilli bitkilerinin izini sürdük.

Ada’da dolaşarak bu tescilli bitkileri, ağaçları tek tek bulmaya çalıştık. Rotanın sonunda çıkan sonuç çok ürkütücüydü: Çok sayıda anıt ağaç ve tescilli bitki, 80’lerde Turgut Özal’ın neo-liberal politikalarıyla başlayan inşaatlara kurban edilmiş. Elimizdeki listeden çok azı geriye kalmıştı. Köşklerin bahçelerindeki işaretli bitkilerin yerinde, zamanında bin bir emekle uzak coğrafyalardan taşınmış egzotik bitkiler sökülmüş, yerine apartmanlar dikilmişti.

Yaşar Kemal’in Kuşlar Da Gitti romanı, İstanbul’un çürüyen, kirlenen yüzünün, insanlığın da şehirle birlikte yok oluşunun romanıdır. Usta yazar, bunu 1978’de şöyle dile getirir:

Bir karış arsa için İstanbul’un bu açgözlü canavarları birbirlerinin gözlerini oyacak, birbirlerinin ırzlarına geçecek, birbirlerini boğazlayacak, kıtır kıtır kesecekler. Bir avuçluk arsa toprağı için.

Biz de Dünya Mirası Adalar olarak Adalar’ın canlılığını, eşsiz ekolojisini anlatabilmek için 2019’da Prens Adaları’nın doğasını, imgelerini, seslerini ve kaybolmakta olan ritüellerini dört mekan üzerinden işlediğimiz  “Adaların Sesleri” sergisini ve söyleşilerini hazırlamıştık. “Islands Songlines” adalarda toprak, su, deniz, ormanlar, bitki örtüsü ve tüm canlı varlıklar ile nasıl birlikte, sürdürülebilir bir ekolojik döngü kurabileceğimizi hem bilimsel yöntemler, hem tasarım hem kadim bilgilerle ve yeni arayüz arayışları ile yeniden hayal etmeye davet etmiştik.

2021 yılında ise 5. İstanbul Tasarım Bienali’nin etkinliği  olan “Büyükada Şarkı Hatları Adalar” çalışmasında Adalar’daki bitkiler, toprak, böcekler ve kuşlar, benzersiz toprak ve mineralleri üzerine yürütülen araştırmalara da ev sahipliği yapan, Ada bitkilerinden oluşan bir Yüzer Bahçe hazırladık. Yüzen bahçe, Yenikapı‘dan yola çıkarak Büyükada’ya oradan da diğer adalara uğrayarak Haliç’e yolculuğa çıktı.

Taş Mektep’te hayal kırıklığı

2019’da, İKSV’nin düzenlediği Yedinci Kıta başlığını taşıyan Bienal, günümüzün en acil konularından İklim krizini, ekolojiyi farklı açılardan ele alan eserlere ev sahipliği yapmıştı.  İnsanlığın sebep olduğu doğal veya kültürel tahribata antropoloji ve arkeolojinin araçlarıyla bakan güncel sanat çalışmalarına yer vermişti.

Sanatçı Hale Tenger de Büyükada Taş Mektep’teki “Suret, Zuhur, Tezahür” çalışmasında oradaki meyve ağaçları için yazdığı şiirde,

 “Görmeden kendimi, olurdum
Bir meyve ağacıydım ben”

diyerek sanat ve ekoloji arasındaki ilişkiyi tartışmaya açıyordu.

Hale Tenger gibi bir çok sanatçının, bilim insanının, iklim krizi uzmanlarının açtığı bu tartışma devam ederken , İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı tarafından restorasyonu yapılan Taş Mektep, geçtiğimiz pazar günü Ekrem İmamoğlu tarafından açıldı.

Taş Mektep 1870’lerde Ada’daki Kadıyoran Yokuşu’nda, İskenderiye Patriği Sofronios’un yazlık evi olarak inşa edilmiş ve 1922-1967 yıllarında Büyükada İlkokulu, daha sonra da ortaokul olarak hizmet vermişti.

1979 yılında, yangın tehlikesi nedeniyle taşınan okulun kapısı uzun yıllar kilitli kaldı. Şüphesiz hiç bir kamusal alanı olmayan Adalılar için Taş Mekteb’in kullanıma açılması, içinde sergi, sinema, sunum, toplantı, buluşma noktası olarak tasarlanmış alanların olması Ada halkının hayatına kültürel bir zenginlik katacak.

Fakat açılışta sanatçı Hale Tenger’in üzerine şiir yazdığı meyve ağaçlarının bahçede olmadığını gördük. Herkesin durup fotoğraf çektirdiği o ikonik mor salkım da yerinde değil. Hepsi kökünden sökülmüş, bir karış toprak bile bırakılmamış. Arnavut taşlarından yapılmış tarihi merdivenli yolu da tamamen betonla kaplanmış. Orası cennetin bahçesiydi oysa. Fotoğraflara baktığınızda tercihiniz ne olurdu?

Hangi bahçe?
Hangi yol?
Hangi kaldırım?
Hangi merdiven?

Taş Mektep’in yeni beton ‘bahçe’si.

Şimdi Adalılar bahçenin ve merdivenlerinin tarihi binanın bağlamından koparılmadan tekrar doğal haline ve adalar ekosistemine uyumlu peyzajının yapılmasını talep ediyor. En önemlisi de bu tür restorasyon çalışmalarında şeffaflık ve projenin başından itibaren doğru bir yönetimin olmasını istiyorlar.

Örneğin, yüklenici firma, peyzaj firması, mimarın kim olduğunu, Adalılar açılışa kadar öğrenemedi. Hatta, zorunlu olan bilgilendirici panolar asılmadığı için restorasyonun başındaki mimarın adını halen bilemiyoruz. Koruma-onarım projelerinde, işi üstlenen müteahhit ile bürokrat arasında “eriyen” mimarın proje müellifi olarak adının anılmaması, mimarsız, müellifsiz koruma demek ki, bürokratların mimar rolünü üstlenmesinin geri kalmış ülke sendromu olduğu söylenebilir.

7. Kıta tam da bu halleri işaret ediyordu.

Bir de iyi haber, yaptığımız görüşmelerle sorunu belirttiğimiz yetkililerden iyileştirme üzerine çalıştıklarını öğrendik.

Adalar’da imar planlarına karşı bütün İstanbul karşı çıkmalı

Sabancı Müzesi’nin bahçesi, Brooklyn’deki bahçeler gibi, dünyada ve Türkiye’de, artık etkinlikler için bahçeler doğal haliyle kullanılıyor. Ancak Prens Adaları’nda beklenen imar planları ile kalan bahçelerin başına ne gelecek, bunu henüz bilmiyoruz.

Bir önceki 1/1000 ölçekli imar planı, Adalar’ı korumak yerine turizme, inşaata ve motorlu araçlara açmak üzere planlanmıştı. Örneğin, daha önce itiraz edilen ve iptal edilen  imar planlarında her 2000 m2  alan içindeki tescilli  tarihi köşklerin, tescilli bahçelerine bir bina daha yapılabiliyordu. Aynı bir zamanlar Kalamış, Erenköy, Suadiye’deki köşklerde olduğu gibi. Onların da önce bahçelerine apartmanlar yapıldı, sonra o devasa apartmanların gölgesinde küçükcük kalan  köşkler yıkıldı. Defalarca yıkıldı yapıldı, yıkıldı yapıldı… Üstelik her seferinde deprem riski görmemezliğe gelinerek. Bugün artık o semtlerde yaşayanlar bir karış yağmur suyunu bile geçirmeyen  betondan bahçelere mahkum bir hayat sürüyor.

Ahirette cennet bahçelerinin tahayyülü ile yaşarken, yaşadığımız bu alemdeki bahçeleri, cenneti neden yok ediyoruz? Öbür tarafta vaat edilen cennete iman ederken, bu tarafta cennet gibi yerleri yok ederek, ranta ve talana açanlara dur demek şart.

Eli kulağında, çıktı çıkacak planları göremediğimiz  için, Adaları neler bekliyor, bilemiyoruz ama bir önceki planlar yeniden önümüze gelirse, tüm İstanbul’un buna karşı seferber olmasını bekliyoruz. Prens Adaları, sadece Adalıların değil, tüm İstanbul’un akciğeri ve mirası. Bu planlar hayata geçirilirse, son kalan İstanbul’u bir daha göremeyebiliriz. Henüz vakit varken, birlikte dayanışma zamanları…

Son sözü Yunus Emre’ye bırakarak herkese iyi bayramlar diliyorum:

“Cennet Cennet dedikleri, birkaç köşkle birkaç huri. İsteyene ver onları, bana seni gerek seni.”

You may also like

Comments

Comments are closed.