Ana Sayfa Blog Sayfa 925

Trakya birkaç yıl içinde susuz kalabilir: Yer altı su kaynakları alarm veriyor

Dosya Haber: Serap CÖMERTOĞLU İŞCAN

*

Ülke nüfusunun yüzde 20’sinin yaşadığı Trakya’da, yer altı su kaynakları 150 metrenin altına düştü. Stratejik gıdalar arasında yer alan buğday ve ayçiçeğin ambarı niteliğindeki bölgenin birkaç yıl içerisinde susuz kalabileceği konusunda uyaran uzmanlar, acil eylem planı  çağrısında bulunuyor.

Ülkenin su varlıklarının yüzde üçünü oluşturan Trakya bölgesi, hem tarım hem de sanayi alanında önemli bölgeler arasında yer alıyor. Bölgede yürütülen ağır sanayi faaliyetleri, nüfus yoğunluğu, denetimsiz ve bilinçsiz su tüketimi ise su varlıklarının tükenmesine ve kuraklığa neden olurken, gıda güvenliğini de tehdit ediyor.

Türkiye‘nin kullanılabilir su varlığı yıllık yaklaşık 112 kilometreküp (km³). Bu bu miktar Trakya bölgesi için yaklaşık 3,6 km³. Bunun da 2,5 km³’ü yer üstü, 0,7 km³’ü Meriç Nehri‘nin suyu ve 0,4 km³’ü ise yer altı suyundan oluşuyor.

Söz konusu su potansiyeli ile Trakya’da kişi başına düşen su miktarı, yıllık olarak 650 metreküp (m3). Türkiye’de kişi başına düşen yıllık su miktarının yaklaşık bin 500 m3 olduğu göz önüne alındığında, Trakya bölgesinin su varlığının yetersizliği ortaya çıkıyor. Kuzey Otobanı, Mavi Akım, su yataklarının üzerine yapılan İstanbul Havalimanı gibi mega projelerin ise, ekosistemi derinden etkileyecek riskler yarattığı/yaratacağı uzun süredir biliniyor. Buna ek olarak AKP iktidarının ısrarla gündemde tuttuğu Kanal İstanbul projesinin hayata geçmesi halinde yer altı suyu kalitesinin ciddi şekilde bozulacağına ve deniz suyunun yer altı sularına karışacağına dikkat çeken bilim insanları, Trakya’daki su kaynaklarının mevcut durumu, mega projelerin su kaynakları üzerinde oluşturduğu etki ve alınması gereken önlemleri Yeşil Gazete‘ye anlattı.

‘Ayda 10 liralık maaş alıp 30 lira harcamak gibi’

Bölgede yoğun nüfus, sanayi tesisleri, maden ocakları gibi su varlıklarını tehdit eden birçok faktör olduğunu dile getiren Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi (NKÜ) Ziraat Fakültesi Biyosistem Mühendisliği Arazi ve Su Kaynakları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halim Orta, Ergene Havzası’nda var olan toplam 0.4 milyon metreküp yer altı suyunun yaklaşık üç katının sanayi tesisleri tarafından çekildiğini belirtiyor.

Prof. Halim Orta.

Istrancalar ve Ganoslar’dan gelen 0.4 milyar metreküp su kazancının bulunduğunu fakat yıllık kullanılan suyun 1.2 milyon metreküp civarında tahmin edildiğini dile getiren Orta şunları söylüyor: “On lira maaşınız var ama her ay 30 lira harcıyorsunuz. Bu nedenle de 20- 25 yıl önce 80 metreden çekilen yer altı sularımızı şu anda 400 -450 metrelerden çekiyoruz. Aşağıda geriye kalan su seviyesi ise 150 metreden az. Derhal yer altı su kullanımından  vazgeçmemiz ve yer üstü su kaynakları dediğimiz, bundan yedi kat daha fazla olan 2.8 milyar metreküp yer üstü su kaynaklarına yönelmemiz lazım.”

Özellikle aşırı su kullanan sanayi sektörünün bundan böyle bölgeye girişinin engellenmesi gerektiğini vurgulayan Orta, nüfus yoğunluğu ve sanayi faaliyetlerinin dışında madencilik çalışmalarının da su varlıklarını ciddi oranda etkilediğini kaydediyor.

Prof. Orta’nın anlattığına göre, Istrancalar’da özellikle Saray – Vize hattındaki çok sayıda taş ocağı ve kireç taşı ocakları da Ergene-Meriç havzasının yer altı su potansiyelini her geçen gün daha fazla tehdit ediyor ve su akış yollarını bozuyor.

Kuzey Otobanı, enerji iletim hatları, Mavi Akım çalışmaları, su yataklarının
üzerine, 90 bin dönümlük alana yapılan İstanbul Havalimanı gibi “mega projeler”in Trakya’nın su kalitesini hali hazırda bozduğunu belirten Prof. Orta, ayrıca yine bölgede planlanan termik santraller ve nükleer santral projeleri ve Kanal İstanbul gibi ekosistem üzerinde derin olumsuz etkiler yaratacak projelerin su kapasitesi üzerinde dramatik etkiler yaratacağına dikkat çekiyor: “Özellikle Kanal İstanbul projesi ile yer altı suyu kalitesi mutlak olarak bozulacak, deniz suyu  taban yer altı suyumuza karışmasını sağlayacak. O nedenle bu mega projeler, Trakya’nın taşıma kapasitesinin  kaldıramayacağı, ekosistemi derinden etkileyecek. Hele de su kaynakları bakımından ne kadar yetersiz olduğumuz göz önüne alınacak olursa. ”

Istrancalar.

Uluslararası Su Konseyi‘ne göre, Trakya Bölgesi “mutlak su kıtlığı”
yaşayan bir bölge. Bu nedenle de aşırı su kullanan ve kirleten yatırımların acilen durdurulması gerekiyor.

Yer altı su kaynaklarında ağır metallere rastlandı

Şimdiden çok fazla zarar görmüş yeraltı suları yerine ekosistemi kollayarak yer üstü kaynaklarını geliştirme projelerinin hayata geçirilmesi gerektiğini söyleyen Orta şöyle konuşuyor: “Trakya’da kullanılan suyun ve yerleşim yerlerinde şehirlerde, köylerde kullanılan suyun yüzde 90’ı yer altı su kaynaklarından sağlanıyor. Sadece yüzde 10’luk kısmı baraj ve göletlerden oluşuyor. Bunun tam tersine dönmesi lazım. Artık yer altı kaynaklarında ağır metallere rastlanıyor. Önüne geçmenin yolu mutlaka iyi denetim. Özellikle Çerkezköy, Çorlu, Lüleburgaz dörtgeni SOS veriyor. Bu bölgeyi çok daha yakından izlemek ve ciddi tedbirler almak gerekir.”

İstanbul’un bir haftalık suyu için Longoz ormanları riske atılıyor

Marmara su havzası, en çok megakent İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak için kullanılıyor. Kentin sadece bir haftalık su ihtiyacını karşılayabilmek için Longoz ormanları besleyen su kaynakları da aşırı kullanım nedeniyle tehdit altında.

Trakya’nın her an susuz kalabileceğini vurgulayan Orta şu uyarıları yapıyor:  “Trakya birkaç yıl içerisinde tamamen susuz kalabilir. Doğaya rağmen hiçbir şey olmaz ve doğa mücadeleyi kazanacak. Sanayileşmeyi ve çevre kirliliğini
durduramazsak, doğa durduracak. Sellerle, kuraklıkla bir şekilde durduracak. Su kalmayacak. Göçler olacak, insanlar suyu bulacağı yerlere doğru göç edecek. Biz kendimize gelip bu mücadelede etkin rol oynamazsak sonuçlar çok dramatik olacak. Mal ve can kayıplarıyla büyük travmalar yaşanacak.”

Gıda güvenliği de tehdit altında

Prof. Orta’ya göre, su kıtlığı nedeniyle gıda güvenliği de büyük tehdit altında.  Tüm Dünya’da fiyatların, özellikle stratejik ürün olan buğday fiyatlarının arttığını hatırlatan Orta, dünya borsalarında 250 dolar olan buğdayın tonunun 400 -450 dolara kadar çıktığını ve  400- 450 dolar civarında olan ayçiçek tohumunun 800 dolarları geçtiği bilgisini veriyor.

Orta, buğday ve ayçiçeği ithal edilerek sürdürülebilir bir gıda politikasının  mümkün olmadığını, Türkiye’nin mutlaka üretime dönmesi gerektiğini vurguluyor.

‘Milli kuraklık merkezi’ kurulmalı

Prof. Orta’nın önerisi, gıda güvenliğinin sağlanması için derhal bir Milli Kuraklık Merkezi kurulması: “Bu, disiplinler arası çalışan bir merkez olmalı ve burada senaryolar geliştirip stratejilerimizi belirlemeliyiz. Kuraklığa dayanıklı hayvan ve bitki çeşitleri geliştirmek, kurakların yaşamamıza, hayatımıza olan etkilerine kadar detaylı değerlendirerek, su kaynaklarını etkili kullanmamız gerekli.”

Sanayi tarıma karşı

Trakya’da iki kutuplu bir yaşam olduğunu aktaran Namık Kemal
Üniversitesi Çevre Mühendisliği Fakültesi Dekanı Prof. Lokman Hakan Tecer de bir yanda çok verimli tarım topraklarının bir yanda da yoğun endüstriyel faaliyetlerin varlığına dikkat çekiyor.

Prof. Lokman Hakan Tecer.

Günde yaklaşık 450 bin metreküp suyun sadece endüstriyel faaliyetler için tüketildiğini dile getiren Tecer, sanayi endüstrisi sayesinde oluşan yoğun nüfus artışının su varlıklarını baskıladığını söylüyor.

Tarımsal ve endüstriyel faaliyetler, kişisel kullanımlar ve iklim değişikliğinin su kaynakları üzerinde etkisi olduğunu aktaran Tecer, yapılması gerekenleri de şöyle sıralıyor:

  • Endüstriyel üretimde suyun geri dönüşümü sağlanmak zorunda. Arıtma
  • yeterli değil. Suyun geri kazanımı için projeler geliştirilmeli.
  • Bölgeye, toprağa ve iklime uygun tarımsal üretim tercih edilmeli.
  • Sulama sistemindeki modernizasyon eksikliği giderilerek,  damlama sulama sistemine geçilmeli ve tasarruf edilmeli.
  • Bireysel su tüketiminde de tasarruf sağlanarak, gerekli önlemler alınmalı.
  • Suyun ileri arıtma prosesleri ile yeniden kullanımı teşvik edilmeli.

Tecer, bölgede hem doğal kaynakların korunacağı hem de insan faaliyetlerinin sürebileceği bir mekanizmasının hayata geçirilmesinin havza-bazlı yönetim sisteminin oluşturulmasına bağlı olduğuna dikkat çekerek, bunun için gerekenleri de anlatıyor:

  • Bölge ve ülke şartları dikkate alınarak tarımsal gelişme veya sanayileşme gibi kararlar verildikten sonra bölgedeki su kaynaklarının mevcut ve gelecekteki yararlı kullanım amaçları seçilmeli. Yararlı kullanım amaçlarının korunması için, mevcut kullanıcılara deşarjlarına alıcı ortama dayalı limitler getirilmeli. Avrupa Birliği Su Çerçeve Direktifi’ne göre, yer altı sularının kirlenmesinin önlenmesi ve
    sürdürülebilir kullanımlarının sağlanması gerekli.
  • Yer altı suyu kullanımının kontrolüne yönelik kaçak kullanımların tespitleri yapılmalı ve gerekli cezai yaptırımlar uygulanmalı. Havzada yeni YAS tahsisi yasaklanmış alanlarda sulu üretim yapan endüstrilerin kurulmasına izin verilmemeli.
  • Yer altı suyu kullanımının azaltılması ve geri kazanımın teşvikine yönelik olarak yer altı sularının ücretlendirilmesi ve bu bedelin uygun bir kamu kurumu tarafından tahsil edilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı. Buradan sağlanacak fon havzanın çevre koruma yatırımlarında kullanılmalı.

‘Tarım alanları sanayileşmeye kurban edilmemeli’

TMMOB Tekirdağ Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Cemal Polat ise su kaynaklarının azlığı ve kuraklığın tüm yaşamı etkilerken, küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliğinin su ve gıda alanında ciddi krizlere neden olacağına vurgu yapıyor.

Yer altı su kaynaklarının tükenmek üzere  olduğu göz önünde bulundurulduğunda,  baraj ve göletlerin çoğaltılması, tarıma yatırım yapılmasının en önemli politikalardan biri olduğuna dikkat çeken Polat, şunları görüşleri paylaşıyor:

“Trakya, bulunduğu coğrafya gereği susuz tarıma çok uygun bir bölge. Yılda birden fazla ekim yapılma imkanı olan bölgenin iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Burası, gıda krizine ilişkin stratejik bir önem taşıyor. Tarım alanları, sanayileşmeye daha fazla kurban edilmeden acilen sit alanı ilan edilmeli”

Yüzde 81,6’sının işlemeli tarıma uygun olduğu bölgede, su ve toprak kirliliği nedeniyle tarım yapılması her yıl daha da zorlaşıyor. Mevcut alanlarda iki kez
ürün alımının sağlanması için, yer altı sularının kullanımına son verilip  yer üstü sularının verimli bir şekilde kullanılmasının yollarının aranması gerekiyor.

Kuru tarım yapılmasına rağmen ayçiçeğinin verim ortalamasının Türkiye üretiminin yüzde 60’lık kısmını oluşturduğunu hatırlatan Polat, farklı metotlarla birden fazla üretim yapılacağına dikkat çekiyor.

‘Yoğun su isteyen pirinç üretiminden vaz geçilmeli’

Polat, salma veya vahşi sulama yerine suyu çok daha özenli ve tasarruflu kullanan yağmurlama ve damla sulama yöntemlerine dikkat çekerken, su kıtlığı nedeniyle yoğun su kullanımına dayanan Edirne civarındaki çeltik üretiminin riske girebileceğini söylüyor.

Gıda güvenliğini sağlayabilmek ve oluşabilecek gıda krizine karşı hazırlık olabilmek için bugünden gerekli önlemlerin acilen alınması gerektiğine işaret eden Polat’ın uyarıları da şöyle:

“Küresel ısınma, iklim krizi, su kaynaklarının tükenmek üzere olması, kuraklık tehlikesi en temel ihtiyaç olan su ve gıdaya erişimi etkileyen faktörler. İklim krizinin temelinde de insan faaliyetleri yer alıyor. Santraller, ağır sanayi, doğa tahribatı, denetimsizlik, nüfus yoğunluğu yaşam için gerekli olan gıda ve suyu doğrudan etkiliyor. Pandemi döneminde buna hepimiz şahit olduk. İnsan kendi sonunu hazırlıyor. Bir an önce silkelenip, acilen önlemler alınmalı”

İklim krizi: 2070’te her üç kişiden biri iklim göçmeni olabilir

Göç Araştırmaları Vakfı araştırmacısı Suzan Ilık Bilben, sel, fırtına gibi aşırı hava olaylarının 2010 ile 2019 tarihleri arasında afetlerden kaynaklı yer değiştirme nedenlerinin yüzde 89’undan fazlasını oluşturduğunu belirterek 2070’e gelindiğinde her üç kişiden birinin iklim göçmeni olabileceğini söyledi.

İklim değişikliği; şiddeti artan ve sıklığı yoğunlaşan aşırı hava olayları gibi anlık ve deniz seviyesinin yükselmesi, artan kuraklıklar gibi uzun vadeli etkilerle dünyanın birçok farklı yerinde göç hareketliliğine yol açıyor.

Sel, hortum, sıcak hava dalgası, deniz seviyesi yükselmesi, kasırga, kuraklık, kıtlık, orman yangını ve fırtına gibi afetler, her bölgeye özgü sosyo-ekonomik faktörlerle iç içe geçtiğinde farklı göç dalgalarına neden olabiliyor.

Muğla’nın Bodrum ilçesi açıklarında, 23 düzensiz göçmen karaya çıkarıldı. ( Sahil Güvenlik Komutanlığı – Anadolu Ajansı )

Yersiz yurtsuz topluluklar

AA‘dan Dilan Pamuk‘un aktardığına göre; Göç Araştırmaları Vakfı araştırmacısı ve Akdeniz Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Suzan Ilık Bilben, iklim değişikliğinin gelecek kuşakların yaşamları ve kırılgan topluluklar üzerindeki etkisine dikkati çekerek “İnsanlığı sürdürülemez bir geleceğe doğru sürükleyen mevcut ekonomik ve toplumsal anlayış hem gelecek kuşakların yaşam hakkını elinden almakta hem de birçok topluluğu yersiz, yurtsuz hatta kimliksiz bırakmaktadır” dedi.

‘Aşırı sıcak bölgeler 2070’e kadar beşte bir oranda artabilir’

Tarihte iklimsel olarak elverişli bölgelere hem tarım yapmak hem de barınmak için yerleşen insanlığın bugün aynı ihtiyaçları karşılayabilmek adına tekrar yer değiştirmek zorunda kaldığını ve kalacağını dile getiren Bilben, “Dünyanın karasal yüzeyinin yüzde 1’inden daha azını kaplayan aşırı sıcak bölgelerin, 2070’e kadar beşte bir oranında artabileceği ve potansiyel olarak her üç kişiden birini yerinden edebileceği düşünülmektedir. Öngörülemeyen ve giderek istikrarsızlaşan yağış düzenleri, süresi ve yoğunluğu artan sıcak dalgaları ve artan kuraklıklar çiftçiliği zorlaştırmaktadır” ifadelerini kullandı.

İklim göçü ve iklim mültecileri kavramlarının yeni olmadığını, nispeten yakın zamanlı tarihte iklim göçünün yakın coğrafyalarda gözlemlendiğini belirten Bilben, şöyle devam etti:

Suriye’de iç savaş çıkmadan ve milyonlarca insan göç etmeden önce kuraklık, binlerce Suriyelinin şehirlere göç etmesine sebep olmuştur. Mahsul kayıpları, Mısır ve Libya’da Arap Baharı’nı alevlendiren işsizliğe yol açmıştır. İklim göçünün mekanizmalarından olan gıda kıtlığı, su kıtlığı ve artan sıcaklıklar daha belirgin bir odak haline geldikçe, büyük ölçekli göç hareketleri beklenecektir.”

Göç rotaları: Yüz milyonlarca insan yerinden olabilir

Latin Amerika, Güney Asya ve Sahra Altı Afrika‘daki sıcak iklim noktalarında yaşayan yaklaşık 143 milyon insanın ülke içerisinde yerinden olacağı ve çoğunluğunun kırsal alanlardan yakındaki kasaba ve şehirlere taşınacağının tahmin edildiğini aktaran Bilben, muhtemel göç rotaları hakkında şu bilgileri verdi:

Orta Amerika ve Meksika’dan 2025’te yılda yaklaşık 700 bin kişinin göç etmesi beklenirken bu sayının 2050’de yılda 1,5 milyona yükseleceği ve çoğunun Mexico City’e yöneleceği ifade edilmektedir. Dünya nüfusunun dörtte birinin yaşadığı Güney Asya’da, gelecek yıllarda gıda güvensizliğinin artacağı, 8,5 milyondan fazla insanın Basra Körfezi’ne, 17 milyon ila 36 milyondan fazla insanın da Hindistan’ın Ganj Vadisi‘ne yerleşeceği beklenmektedir. Afrika‘da Victoria Gölü Havzası, Etiyopya’nın Doğu Yaylaları ve Malavi‘nin başkenti Lilongwe çevresindeki bölgelerin göç için uygun yaşam alanları olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca, Kenya ve Tanzanya‘nın kıyı bölgeleri, Batı Uganda ve Etiyopya‘nın kuzey dağlık bölgeleri de bu alanlara dahildir.”

Burcu Çalık – Anadolu Ajansı

Deniz seviyesinin yükselmesi 150 milyondan fazla insanı etkileyebilir

Kuraklık ve gıda güvensizliği haricinde, sadece deniz seviyesinin yükselmesi sebebiyle dünya genelinde 150 milyondan fazla insanın yer değiştireceği tahminini paylaşan Bilben, “Yükselen gelgitlerin, şu anda 18 milyon insana ev sahipliği yapan Mekong Deltası’nın çoğu dahil olmak üzere, 2050’ye kadar Çin ve Tayland‘ın bazı kısımlarını, Güney Irak‘ın çoğunu ve Mısır‘ın geçim kaynağı olan Nil Deltası‘nın neredeyse tamamını kapsayacağı öngörülmektedir” diye konuştu.

Yılda ortalama on milyon iklim göçmeni

Bilben Doğu Afrika, Güney Asya, Meksika ve Orta Amerika‘nın, 2050’ye gelindiğinde yılda ortalama 10,1 milyon iklim göçmeni görebileceğinin ve iklim göçmenlerinin nüfus içindeki payının da yüzde 0,6’dan yüzde 1,3’e yükseleceğinin tahmin edildiğini aktardı.

‘İki milyar insan göç etmek zorunda kalabilir’

Bilben, potansiyel iklim göçmenleri ile ilgili 150 milyondan 2 milyara kadar uzanan birçok farklı projeksiyonun ortaya konduğunu bildirerek 2010 ile 2019 yılları arasında yer değiştirmelere neden olan ilk üç etkenin sırasıyla seller, fırtınalar ve çatışmalar olduğunu; sel, fırtına gibi aşırı hava olayları ve kuraklığın, afetlerden kaynaklı tüm yer değiştirme nedenlerinin yüzde 89’undan fazlasını oluşturduğunu söyledi.

Düşük emisyon ve sera gazı konsantrasyonu ve daha sürdürülebilir bir kalkınma senaryosu altında bile sellere bağlı yer değiştirme riskinin 2090’da yaklaşık yüzde 100 artacağının altını çizen Bilben, yüksek emisyon ve sera gazı konsantrasyonu ile sürdürülebilir olmayan bir kalkınma senaryosu altında bu oranın yüzde 350’yi bulabileceğini vurguladı.

Bilben, Dünya Bankası verilerine göre 2050’ye kadar Sahra Altı Afrika, Doğu Asya ve Pasifik, Güney Asya, Kuzey Afrika, Latin Amerika, Doğu Avrupa ve Orta Asya’da 216 milyondan fazla insanın kendi ülkeleri içerisinde göçmen konumuna düşebileceklerini de sözlerine ekledi.

‘Türkiye iklim değişikliğinden en çok etkilenen üçüncü ülke olacak’

Dünyanın her bölgesinin gelecekte iklim değişikliği kaynaklı göçler yaşayacağını anlatan Bilben, “Şu oldukça açık ki dünyada iklim krizinin, toplulukların geçim kaynakları üzerindeki etkisinden, yaşanabilir alanların kaybından ya da bu gibi kayıplar nedeniyle oluşacak insan hareketliliğinden tamamen muaf kalabilecek hiçbir bölge bulunmamaktadır” dedi.

Akdeniz havzasında, küresel ortalamadan yüzde 25 daha fazla bir ısınma gerçekleşeceğinin öngörüldüğünü hatırlatan Bilben, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporlarında muhtemel görülen 2 derecelik bir ısınma sonucunda Akdeniz’deki gıda mevcudiyetinde ciddi bir azalma meydana geleceğini, orman yangınlarının ve aşırı hava olaylarının sıklığının ve yoğunluğunun önceki on yıllara kıyasla artış göstereceğini kaydetti.

Türkiye‘nin tropikal fırtınalar ve aktif volkanlar hariç dünya genelinde görülen 31 doğal afetin büyük bir kısmına açık bir ülke olduğunu dile getiren Bilben, “IPCC’nin Dördüncü Değerlendirme Raporu’nda, Türkiye’nin iklim değişikliği etkilerine karşı savunmasız kaldığı, Dünya Bankası raporunda ise 21. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa ve Orta Asya bölgesinde uç iklim olaylarına en çok maruz kalacak üçüncü ülke olduğu ifade edilmektedir” diye konuştu.

Türkiye: Zorunlu göçlerde hem hedef hem transit ülke

İklim değişikliği kaynaklı uluslararası göçler açısından da Türkiye’yi hassas bir ülke olarak nitelendiren Bilben, Türkiye’nin yaklaşık 4 milyon zorunlu göçmene ev sahipliği yapan gelişmekte olan bir ülke olarak dünyada birinci sırada yer aldığını hatırlatarak “Ayrıca konumu itibariyle zorunlu göçler için hem hedef ülke hem de göçe transit alan sağlayan bir ülkedir. Dolayısıyla iklim krizi kaynaklı küresel insan hareketliliğinden payını almaması mümkün değildir” yorumunda bulundu.

Bilben, afetlerin neden olacağı iç göçlerin önüne geçebilmek için kırsal ve kentsel alanlarda uyum ve dayanıklılığı artırmanın önemli olduğunu da sözlerine ekledi.

‘Yük, adil paylaşılmıyor’

Dezavantajlı toplulukların haklarının savunulması için iklim adaletinin önemli bir hukuksal araç olduğuna değinerek konuşmasını şöyle tamamladı:

“Birçok sosyal ve çevresel problemde olduğu gibi iklim hareketliliği ya da hareketsizliği konusunda da yoksul kentsel ve kırsal nüfuslar, kadınlar, çocuklar, engelliler ile yerli halklar daha kırılgan grupları oluşturuyor. Sera gazı salımlarında artışa yol açan sanayileşmenin ve onun yan ürünü olan yaşam tarzının yarattığı toplumsal, ekonomik ve ekolojik yıkımın yükü halklar arasında hiç de adil olmayan bir şekilde paylaşılmaktadır.”

888 kişi kendini ihbar etti: Gezi Davası tutukluları suçluysa, biz de suçluyuz

Gezi Davası‘nda hapis cezasına çarptırılan sekiz kişiyle dayanışma metnine 888 yurttaş imza attı: “Onlarla fikir ve eylem birliği içinde olduğumuzu beyanla kendimizi savcılığa ihbar ediyoruz.”

Dört buçuk yıldır tutuklu bulunan Osman Kavala‘nın ağırlaştırılmış müebbet; Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater Utku, Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay ve Yiğit Ali Ekmekçi‘nin 18’er yıl hapis cezasına çarptırılmasına karşı yapılan ortak açıklamada şu ifadeler yer aldı:

Gezi sürecinde onlar ne söyledilerse, ne yaptılarsa biz de aynını yaptık, aynı sözleri söyledik. Onlar mahkum edilirse bizim de mahkum edilmemiz gerekir. Onlar suçlu sayılıyorsa biz de suçluyuz. Onlarla fikir ve eylem birliği içinde olduğumuzu beyanla kendimizi savcılığa ihbar ediyoruz.

Metni 888 yurttaş imzaladı:

A. Haluk Ünal, A. Nail Karakaş, A. Recai Ersoy, A. Rıza Aksın, Abdulhakim Daş, Abdulkadir Ertekin, Abdullah Demirbaş, Abdullah Göllü, Abdullah Kaya, Adalet Makar, Adil Okay, Adnan Vural, Afşin Kum, Ahmet Ağaoğlu, Ahmet Arat, Ahmet Aykaç, Ahmet Çevik, Ahmet Çiçek, Ahmet Dindar, Ahmet Doğan Fırtına, Ahmet Erkan, Ahmet Ersoy, Ahmet Güler, Ahmet Güngören, Ahmet Haşim Köse, Ahmet Hicri İzgören, Ahmet İnsel, Ahmet Kale, Ahmet Karataş, Ahmet Kardam, Ahmet Malkoçoğlu, Ahmet Nihat Güren, Ahmet Uzunkaya, Ahmet Ümit, Ahmet Volkan Üstündağ, Ahmet Yılmaz, Akın Atauz, Alaattin Ekici, Alev Er, Ali Açan, Ali Bilge, Ali Ekber Çelik, Ali Ekber Kaypakkaya, Ali Ekber Pekşen, Ali Ezman, Ali Fuat Karaöz, Ali Gürlek, Ali Haldenbilen, Ali İhsan Bekmezci, Ali İhsan Uçar, Ali Kerim Mutlu, Ali Kulçay, Ali Olgun, Ali Şen, Ali Yaycıoğlu, Alime Şimsek, Altan Açıkdilli, Altay Öktem, Altıok Gürol, Anjel Dikme, Arif Ali Cangı, Arif Belgin, Arif İsmet Yılmaz, Arif Müezzinoğlu, Asım Kaytaz, Aslı Filiz, Aslı Göksel, Asuman Sarı, Asuman Yelen, Atilla Atasoy, Atilla Bahçıvan, Atilla Göktürk, Atiye Doğurga, Attila Tuygan, Avni Kalkan, Aycan Kafescioğlu, Aydın Aydoğan, Ayfer Saki, Ayhan Çelik, Aykurt Nuhoğlu, Ayla Seyhan, Aynur Hayrullahoğlu, Aynur Özuğurlu, Ayseli Saki, Aysu Yazıcıoğlu, Aysun Özgören, Aysun Umay, Ayten İçli, Ayşe Ayben Altunç, Ayşe Batumlu Kaya , Ayşe Çetinbaş, Ayşe Erzan, Ayşe Gözen, Ayşe Gül Altınay, Ayşe Hür, Ayşe Sözeri, Ayşe Vural, Ayşegül Devecioğlu, Ayşegül Kaya, Ayşen Anadol, Ayşen Karapaşaoğlu, Ayşen Şahin, Ayşenur İğdem, Ayşin Ersoy, Ayten Gümüşel, Aziz Gökdemir, Aziz Nejdet Sayın, Babür Pınar, Bahadır Altan, Bahar Arıtürk, Bahar Topçu, Barış Engin, Barış Trak, Baskın Oran, Bedia Gönenç, Bedri Arık, Behice Uzun, Beril Sözmen, Berin Erol, Berna Kılınç, Berna Yeşilyurt, Berrin Pırnar Demirci, Berrin Sönmez, Beşir Özmen, Betül Parlak, Bilal Şadi Oğuz, Birsen Temir Saraç, Bora Bıçakcı, Burak Çopur, Burak Delier, Bülend Tuna, Bülent Atamer, Bülent Danışoğlu, Bülent Gündoğmuş, Bülent Ufuk Ateş, Bülent Utku, Bülent Yazıcıoğlu, Cafer Solgun, Cahit Yılmaz, Can İkizler, Canan Arıcı, Canan Atay, Candan İpekçi, Caner Ertay, Celal Fırat , Celal Korkut Yıldırım, Celalettin Can, Cem Özatalay, Cem Tüzün, Cemal Doğan, Cemal Polat, Cemil Tosunoğlu, Cemile Güleç, Cengiz Akandil, Cengiz Aktar, Cengiz Arın, Cengiz Pala, Cengiz Tekin, Cengiz Uzuner, Cevad Özdil, Cevher Bilgin, Cevriye Aydın, Ceyda Kızıltuğ, Cihan Pelen, Coşkun Üsterci, Cumhur Yavuz, Çağatay Anadol, Çağatay Kılıç, Çağla Seven, Çağlar Gürbüz, Çağlayan Üçpınar, Çayan Okuduci, Çetin Ali Nergis, Çetin Yücel Yazganoğlu, Çiğdem Kafescioğlu, Çiğdem Özçelik, Demet Parlar, Deniz Altınay, Deniz Melsa Ergenç, Deniz Türkali Batıbeki, Didem Azapcı, Dilara Akay, Dilaver Erbilgin, Dilek Dobrucalı, Dilek Kalça, Dilek Yıldız, Diler Bosut Güven, Doğan Bermek, Doğan Halis , Doğan Özgüden, Doğan Özkan, Doğan Yıldız, Dursun Bulut, Duygu Dalgıç, Duygu Kurhan, E. Çetin Gürer, Ecem Öztürk, Ekmel Ertan, Elber Rhawi, Elçin Aşuroğlu, Elif Çetinkaya, Elif Taş, Elif Ünal, Emel Budak, Emel Kurma, Emel Şensezgin, Emel Tezcan, Emel Uzman, Emin Kaya, Emine Akın Fırat, Emine Altun ŞENEL, Emine Eyyüboğlu, Emine Nur Diler, Emire Samra, Emrah Yılmaz, Emre Pekgönenc, Ender Seren, Engin Bodur, Engin Şami, Enver Dodanlı, Erdal Doğan, Erdal Karayazgan, Erdal Kılıçkaya, Erdinç Güner, Erdoğan Aydın, Erdoğan Kahyaoğlu, Erdoğan Yılmaz, Eren Can, Ergin Cinmen, Ergun Gedizlioğlu, Ergün Önal, Ergün Özgür, Erhan Öğüt, Erkan Çabuk, Erol Köroğlu, Erol Özdoğan, Erol Özkoray, Ersin Sözeri, Ertuğrul Barka, Esat Korkmaz , Esat Yarar, Esen Acarer, Esin Çamlıbel, Esin Çığ, Esin Eren, Esma Itır Ay, Esma Yaşar, Esra Güçlüer, Esra Koç, Esra Mungan, Esvet Ersoy, Evren Gönül, Eylem Akar, Ezel Akay, Ezgi Ekinci, Fadime Sarıkaya, Faik Alper Sökmen, Faik Güleryüz, Faruk Sevim, Fatih Balkan, Fatih Fethi Aksoy, Fatih Kuroğlu, Fatime Akalın, Fatin Kanat, Fatma Akdokur, Fatma Albayrak, Fatma Aysun Sakin, Fatma Bostan Ünsal, Fatma Gülçin Toker, Fatma Mefkure Budak, Fatma Müge Göçek, Fazıl Ahmet Tamer, Ferdağ Ergin Öztürk, Ferhat Tunç, Feride Eralp, Ferihan Karasu, Ferit Barut, Ferit Sabri Dağdelen, Ferit Toklu, Feyyaz Uysal, Feyzi Coşkun, Fırat Mahir Göksu, Figen Haciköylü, Figen Küçüksezer, Figen Özkan, Fikret Başkaya , Filiz Kardam, Filiz Mut, Filiz Savaşkan, Firdes Nazan Eroğlu, Firdevs Güremen, Fulya Önay, Funda Başaran, Füsun Alpay, Füsun Leventoğlu Noyan, Gabriel Ağırman, Galip Yazgan, Gazanfer Karlıca, Gençay Gürsoy, Gizem Kastamonulu, Gonca Uygun, Gökay Erol, Gökhan Aksay, Gökhan Kaya, Gönül Görgülü, Gönül İlken, Gönül Öner, Gönül Özyurt, Gönül Sevindir, Gül Ergül, Gül Meriç, Gül Tokay, Gül Yağıcı, Gülay Gürvit, Gülay Seher Başböyük, Gülayşe Koçak, Gülbahar Akça, Gülden Aykanat, Güleda Erensoy, Güler Sandallı Özgen, Güler Uyanık, Gülgün Ağabeyoğlu, Gülnur Acar Savran, Gülnur Aksop, Gülnur Yılmaz, Gülser Kayır, Gülseren Kurdaş, Gülseren Onanç, Gülsün Konuray, Gülten Gülay, Gülten Sönmez Seber, Günay Göksu Özdoğan, Güner Karatekin, Güngör Erçil, Güngör Şenkal, Gürel Tüzün, Gürhan Ertür, Gürkan Develi, Gürsel Altuncevahir, Güzin Alpaslan, Habib Bektaş, Habip Orak, Hacer Ansal, Hacı Orman, Hadi Cin, Hakan Arıtürk, Hakan Ozan Erzincanlı, Hakan Tahmaz, Haldun Açıksözlü, Haldun İleri, Halil Savda, Halim Bulutoglu, Halime Nüket Tüzün Bekman, Halime Şaman, Haluk Ağabeyoğlu, Haluk Özsoy, Haluk Yurtsever, Hamide Bezirci, Hamiyet Akkaya, Handan Ögeer, Handan Turhanlı, Hanife Yüksel, Harun Toptan, Hasan Cemal , Hasan Faruk Alpkaya, Hasan Fehmi Nemli, Hasan Harmancı , Hasan Hüseyin Aslan, Hasan Kara, Hasan Pişkin, Hasan Ürel, Hatice Meltem Figen, Haydar Ergülen, Haydar Yakar, Hıdır Erdoğan, Hıdır Sarıoğlu, Hikmet Durukanoğlu, Hulusi Zeybel , Hülya Gülbahar, Hülya Havadır, Hürriyet Karadeniz, Hürriyet Yergün, Hüseyin Baltacı, Hüseyin Cavit Sarıoğlu, Hüseyin Demirkan, Hüseyin Eminoğlu, Hüseyin Esentürk, Hüseyin Güven, Hüseyin Habip Taşkın, Hüseyin Kara, Hüseyin Köse, Hüseyin Vedat Oğuz, Hüsnü Öndül, Işık Kırmacıoğlu, Işıl Ünal, İbrahim Aydın Bodur, İbrahim Demir, İbrahim Fikri Talman, İbrahim Özkurt, İbrahim Şahin, İbrahim Ucin, İbrahim Ünal, İclal Dinçer, İdil Eser, İhsan Öz, İkram Doğan, İlhan Nevşehirli, İlke Çandırbay, İlkiz Hancıoğlu, İlknur Alcan, İmren Sipahi, İnan Gedik, İnci Altürk, İnci Hekimoğlu, İnci Tuğsavul, İpek Ongun, İrem Afşin, İshak Kocabıyık, İsmail Arıcı, İsmet Hüsrevoğlu, İsmet Tolunay, Jaklin Çelik, Jale Parla, Jale Sarıdoğan, Jean-Pierre Dopange, Jini Güneş, Johanne Leclerc Trak, K. Bülent Serttaş, Kadir Akın , Kadir Cangızbay, Kadir Tümay İmre, Kalender Beydilli, Kamil Kartal, Karabekir Akkoyunlu, Karabet Orunöz, Kasım Kaplan, Kazım Gündoğan, Kazım Yılmaz, Kemal Akkurt, Kemal Behzatoglu, Kemal Karadeniz, Kemal Keleş, Kenan Davuyoğlu, Koçer Karatepe, Koray Doğan Urbarlı, Korkut Akın, Kuban Altınel, Kumru Toktamış, Kurtuluş Binici, Kurtuluş Özden Çallı, Kutbedin Balık, Kuvvet Lordoğlu, Latife Akyüz, Levent Başpınar, Levent Çağatay, Levent Köksal, Levent Mutlu, Levent Üzümcü, Leyla Büyük, Leyla Demir, Linda Acıman, Ludmilla Büyüm, Lütfi Bağçeci, Lütfiye Bozdağ, M. Cânân ARIN, M. Nadir Kaya, Mahir Arduç, Mahir Göksu, Mahmut Boynudelik, Mahmut Konuk, Mazlum Subaşı, Mebuse Tekay, Mehlika Bulut, Mehmet Aktürk, Mehmet Ali Nergiz, Mehmet Antmen, Mehmet Bozkurt, Mehmet Cihangir, Mehmet Doğan, Mehmet Güç, Mehmet Karaaslan, Mehmet Karol, Mehmet Nur, Mehmet Özgül, Mehmet Rasgelener, Mehmet Reha Korman, Mehmet Sait Aydın, Mehmet Şevket Atalay, Mehmet Tomanbay, Mehmet Tursun, Mehmet Tüm, Mehmet Türkay, Mehmet Uğur, Mehmet Uluışık, Mehmet Ural, Mehmet Yazıcı, Melek Özman, Meliha Dündar, Melike Beyhan Tüzün, Melis Behlil, Meltem Cansever, Meltem Kılıçcı, Meltem Mirzaoğlu, Meral Serinyel, Meral Yılmaz, Merih Alanyalı, Meryem Güneş, Meryem Turan, Metin Avdaç, Metin Günay, Metin V. Bayrak, Mevhibe Ceyhan, Meyzi Barın, Mine Gündoğdu, Mine Topçu, Mithat Solmaz, Mohan Ravichandran, Muhammet Çekiç, Muharrem Deniz, Muharrem Söker, Muhsin Bostancı, Mukadder Eray, Murat Akagündüz, Murat Akaslan, Murat Deha Boduroğlu, Murat Kafescioğlu, Murat Polat, Murat Saklayıcı, Murat Yalnızoğlu, Musa Metin, Mustafa Akçakaya, Mustafa Elveren, Mustafa Göllücü, Mustafa Kemal Coşkun, Mustafa Köz, Mustafa Orhan, Mustafa Paçal, Mustafa Semih Kavaklı, Mustafa Şener, Mustafa Taner Gören, Mustafa Ünlü, Muti Ceviz, Muzaffer Doyum, Muzaffer Kaya, Müjgan İlter, Münevver Kaynak Türkmen, Mürsel Aksoyoğlu, Müzeyyen Dal, Nadir Uçar, Nadire Mater, Nakiye Boran, Nazan Aksoy, Nazar Büyüm, Nazire Yaman, Nazlı Buket Yazıcı, Nazlı Ongan, Nazmi Algan, Necati Abay, Necati Şahin, Necdet Dizman, Necdet Saraç, Necmiye Alpay, Nejat Taştan, Nejla Açıkyer, Nejla Okyay, Nergis Erdoğan, Nergiz Ovacık, Neslihan Gülel, Neslihan Ülkü, Nesrin Nas, Nesrin Sungur Çakmak, Nesteren Davutoğlu, Neşat Eyüp Yıldırım, Neşe Dursun, Neşe Erdilek, Neşe Özgen, Nihayet Düzel, Nil Mutluer, Nil Yüzbaşıoğlu, Nilgün Açıkgöz, Nilgün Doğançay, Nilgün Kennedy, Nilgün Özşahin, Nilgün Yurdalan, Nilüfer Benal, Nilüfer Tapan, Nimet Demir, Nimet Tanrıkulu, Nur Akın, Nur Bekata Mardin, Nur Çiğdem Tezel, Nur Özşimşek, Nuran Öztürk, Nuran Yüce, Nuray Filiz, Nuray Mert, Nurcan Baysal, Nurcan Özkaplan, Nurettin Akbaş, Nurettin Çivi, Nurettin Körg, Nurettin Öztatar, Nurhan Becidyan, Nurhan Sidal, Nuri Ödemiş, Nusret Doğruak, Nuşin Arslan, Nüket Esen, Oğuzhan Yıldız, Okşan Erdoğan, Olcay Şimşek, Olga Hünler, Onur Hamzaoğlu, Onur Özgür, Orhan Alkaya, Orhan Aydın, Orhan Doğançay, Orhan Erdinç, Orhan Silier, Osman Çakmakçı, Osman Erol Anık, Osman Kale, Osman Okkan, Osman Öztürk, Oya Baydar, Oya Berk, Ömer Ersun, Ömer Faruk, Ömer Faruk Kırnıç, Ömer Güven, Ömer Kavili , Ömer Madra, Ömer Özgen, Ömer Sami Yılmaz, Ömürden Kısagün, Önder Algedik, Önder Öner, Önsel Gürel Bayralı, Özdemir Aktan, Özden Kaya, Özgür Bolkan, Özhan Karazeybek, Özlem Özhabeş, Özlem Özkan, Özlem Semint, Özlem Teke, Pakrat Estukyan, Pınar Ağabeyoglu, Pınar Ömeroğlu, Pınar Pektaş , Pınar Ünlü, Rabia Kıraç, Ramazan Çavdar, Ramazan Gezgin, Ramazan Tuncer, Raşit Tükel, Recep Kahraman, Recep Maraşlı, Refia Nuray Bilgen, Reyan Tuvi, Reyhan Özdilek, Rıdvan Doğan, Rıfat Karadağ, Rıfat Yüzbaşıoğlu, Rıza Türmen, Rober Koptaş, Roni Margulies, Ruhi Demiray, Ruhi Koç, Ruken Arslan, Rukiye Eker Ömeroğlu, Sabahat Nakçi, Sabri Eyyüboğlu, Sabri Orcan, Sabri Yılmaz, Sacit Sungu, Sadık Levent Özer, Sadık Kantarcı, Sadiye Kızılöz, Saffet Ercan, Saime Tuğrul, Sait Çetinoğlu, Samet Mengüç, Sami Evren, Samiye Kahraman, Satia Advan, Seda Alp, Seda Berzeg, Seda Öztürkoğlu, Seda Polat, Sedat Atalay, Selahaddin Güleç, Selami Bulut, Selay Ertem, Selçuk Erez, Selçuk Ertan, Selen Öz, Selim Çağatay, Selim Mahmutoğlu, Selin Irazca Geary, Selma Esen, Selma Güngör, Selman Boyacıoğlu, Sema Alpan Atamer, Sema Bayraktar, Sema Keçik, Sema Varol, Semih Bilgen, Semra Olgun, Semra Somersan, Serap Birlik, Serap Kaya, Serap Kayhan, Serap Yakut, Serdar Elçi, Serdar M. Değirmencioğlu, Serdar Sabuncu, Serhan Tuğlular, Serhat Baysan, Serhat Karaaslan, Seriman Esen Mete, Sermet Parkın, Serra Ulusoy, Servet Demir, Sevda Bozkurt, Sevda Köksoy Küey, Sevil Turgut, Sevilay Çelenk, Sevim Çınar, Sevim Lektemur, Sevim Özdemir, Sevtap Metin, Seyfi Mengüllüoğlu, Sibel Bahadır, Sibel Çetingöz, Sibel Hasdemir, Sibel Özbudun, Sibel Perçinel, Sina Has, Sinan Biçici, Sinan Göknur, Sinan Kayalıgil, Sinan Tutal, Sinan Yıldız, Sinem Öztürk, Siracettin Şimşek, Suat Bozkuş, Suat Turan, Suat Yaman, Sultan Bozyurt, Sultan Gülsün, Sultan Tekinarslan, Suzan Işık, Süheyl Kamil Açıkel, Süleyman Akyürek, Süleyman Eryılmaz, Süleyman Özkaplan, Şaban Özbek, Şadi Polat, Şahide Ağaoğlu, Şahika Yüksel, Şahin Tekgündüz, Şanar Yurdatapan, Şebnem Çelebi, Şebnem Korur Fincancı, Şebnem Ungan, Şehbal Şenyurt Arınlı, Şemsa Özar, Şenay Çöte, Şengül Yüksel, Şengün Kılıç, Şenol Karakaş, Şenol Ünal, Şerif Gündeşlioğlu, Şerife Ergun, Şükriye Ercan, Şükrü Dinlerer, Tahsin Yeşildere, Talat Büyük, Talat Kırış, Taner Akçam, Taner Akınvar, Tansu Arkayın, Tarık Seden, Tatyos Bebek, Tayfun Arkayın, Tayfun Demir, Temel Demirer, Temel İskit, Temel Pamir, Temel Yolgeçenli, Tezcan Durna, Tijen Mergen, Tolga Bektaş , Tuba Nur Bakaçhan, Tuna Altınel, Tuna Emren, Tuncay Çelen, Tuncay Gökduman, Tunç Mehmet Tanyeri, Turap Günay, Turap Satılmış, Turgay Kurultay, Turgut Bayır, Turgut Çimen, Turgut Öker, Tülay Tecimer, Tülin Çelik, Tülin Özturan, Tülin Öztürk, Tülin Üstün, Türkan Taş, Türkan Yılmaz, Ufuk Uras, Umur Coşkun, Ülkü Gürışık, Ülkü Karatekin, Ülkü Özen, Ülün Toker, Ümit Aktaş, Ümit Kaya, Ümit Kıvanç, Ümit Seviğ, Ümit Sezer, Ünal Karasu, Üstün Reinart, Vedat Şentöregil, Veli Büyükşahin, Vezan Karabulut, Viki Çiprut, Volkan Çıdam, Yahya Zenginer, Yalçın Ergündoğan, Yaman Öğüt, Yasemin Çelik, Yasemin Göksu, Yasemin Gülbol, Yasemin Kalı, Yasemin Sebahat Akdöl, Yaşar Güven, Yaşar Küçükaslan, Yavuz Okçuoğlu, Yavuz Ünal, Yelda Emek, Yeşim Karaoğlu, Yeşim M. Atamer, Yıldırım Şahin, Yıldız Önen, Yılmaz Nişancı, Yılmaz Özçay, Yusuf Çakır, Yusuf Dağcı, Yusuf Demir, Yusuf Kırmızısakal, Yusuf Köse, Yusuf Kul, Yusuf Nazım, Yusuf Ünler, Yücel Demirer, Yücelay Sal, Zafer Kıraç, Zale Karademir, Zehra Kabasakal Arat, Zehra Şenaltındağ, Zehra Şenoğuz, Zehra Yılmaz, Zeki Rüzgar, Zeki Yalçındere, Zekiye Kürkçüoğlu, Zeliha Altuntaş, Zerrin İren Boynudelik, Zeynep Akıncı, Zeynep Alpar, Zeynep Atikkan, Zeynep Casalini, Zeynep Duygu Ağbayır, Zeynep Günsür, Zeynep Kadirbeyoğlu, Zeynep Sert, Zeynep Tanbay, Zeynep Taymas, Zihni Karaçay, Zişan Yakupoğlu Cull, Ziya Bayram , Ziya Gökerküçük, Zuhal Karamehmet, Züleyha Nur, Zülfikar Karakaya.

Polisi çekmeyi yasaklayan genelgenin yürütmesi durdu: Gazetecilik engellenemez

Emniyet Genel Müdürlüğü‘nün (EGM) 27 Nisan 2021’de yayımladığı ve kamusal alanda polislerin görevlerini yaparken vatandaşlar tarafından ses ve görüntü kaydının alınmasını yasaklayan genelgeye verilen yürütmeyi durdurma kararına yapılan itiraz Danıştay tarafından reddedildi.

Danıştay, Eylül 2021’de söz konusu genelgenin  “yürütmeysini durdurma kararı” vermiş, İçişleri Bakanlığı ve EGM, karara itiraz etmişti.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Türkiye Gazeteciler Sendikası‘nın (TGS) açtığı davada, Bakanlık ve EGM’nin itirazlarını reddederek, yürütmeyi durdurma kararını yineledi. 

Sendika, “Kamusal alanda polisin ses ve görüntüsünün alınmasını engelleyen genelgenin yürütmesi kesin olarak durduruldu. Basın hürdür sansür edilemez! Gazetecilik engellenemez!” açıklamasını yaptı.

Danıştay 10’uncu Dairesi, yürütmeyi durdurma kararının gerekçesinde şu ifadelere yer vermişti:

“Söz konusu genelge ile getirilen düzenlemelerin temel hak ve hürriyetlerden olan haberleşme hürriyeti ile basın hürriyetine yönelik kural ve sınırlamalar getirildiği anlaşılmıştır.

Bu haliyle yasama organının tasarrufu niteliğindeki kanun yerine yürütme organına dahil Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından genelge niteliğinde bir düzenleme ile temel hak ve hürriyetlere sınırlama getirilmesinde Anayasa’ya uyarlılık bulunmamaktadır.”

Bir ayda 153 bin kişi daha işsiz kaldı

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Mart 2022’ye ait işgücü istatistiklerini açıkladı. TÜİK’in verilerine göre Mart 2022’de işsizlik oranı 0,4 puanlık artışla yüzde 11,5’e yükseldi. Mart’ta işsiz sayısı Şubat’a göre 153 bin kişi artarak 3 milyon 894 bin kişi oldu.

İşgücü istatistiklerini kadın ve erkek üzerinden verilere döken TÜİK’e göre; kadınlarda işsizlik oranı erkeklerden yüzde 3,6 daha yüksek. İşsizlik oranı kadınlarda yüzde 13,9 olarak kaydedildi.

İstihdam oranı yüzde 46,5

Mart 2022’de istihdam edilenlerin sayısı 59 bin kişi azaldı ve 29 milyon 956 bin kişiye düştü. İstihdam oranı ise 0,2 puanlık azalış ile yüzde 46,5 oldu. Bu oran erkeklerde yüzde 64,4 iken kadınlarda yüzde 29 olarak gerçekleşti.

İşgücüne katılma oranı yüzde 52,6

İşgücü Mart 2022’de bir önceki aya göre 96 bin kişi artarak 33 milyon 851 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 0,1 puanlık artış ile yüzde 52,6 olarak gerçekleşti. İşgücüne katılma oranı erkeklerde yüzde 71,9, kadınlarda ise yüzde 33,7 oldu.

Genç nüfusta işsizlik oranı arttı

15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki aya göre 0,5 puanlık artış ile yüzde 21,2 oldu. Bu yaş grubunda işsizlik oranı; erkeklerde yüzde 19,1, kadınlarda ise yüzde 25,2 olarak tahmin edildi.

İstihdam edilenlerden referans döneminde işbaşında olanların, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış haftalık ortalama fiili çalışma süresi Mart 2022’de bir önceki aya göre 0,5 saat azalarak 44,9 saat olarak gerçekleşti.

TÜİK verilerine göre; zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı Mart 2022’de bir önceki aya göre 0,6 puan artarak yüzde 22,7 oldu. Zamana bağlı eksik istihdam ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 15,7 iken potansiyel işgücü ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 18,8 olarak tahmin edildi.

Kanun teklifine karşı kadınlar nöbette: Sorun yasalarda değil, yasalara dokunma uygula!

Bu hafta TBMM Genel Kurulu’na gelecek kadına karşı şiddetle mücadele konusunda değişiklikler getiren “Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi“ne karşı kadınlar, “Gözümüz Meclis’te, nöbetteyiz!” açıklaması yaptı.

Eşitlik İçin Kadın (EŞİK) Platformu, yayımladığı açıklamada “Medeni Yasa’ya, Ceza Yasası’na, 6284’e dokunmayın, çocuk istismarı faillerine affı tekrar önümüze getirmeyin!” dedi.

Kanun teklifinde, utuklamada katalog suç düzenlemesi, takdiri indirim nedenlerinin sınırlandırılması, suçun “kadına karşı işlenmesi” ibaresi (nitelikli hal düzenlemeleri), mağdur ile şikayetçinin/katılanın hakları (şiddet mağduru kadınlar için avukat görevlendirilmesi), uzlaşma gibi konulardaki değerlendirmeler yer alıyor.

Ferdane Kurt

Ceza yasası ve ceza yargılaması yasalarında yapılacak birkaç göstermelik
değişiklik ile kadına karşı şiddetin önlenemeyeceğini vurgulayan EŞİK, oy kullanacak tüm milletvekillerini, ‘katılımcı yasa yapma süreçlerini yok eden, TCK’nin sistematiğini bir kez daha bozan’ bu yasa değişikliklerine itiraz etmeye çağırıldı:

Sorun yasalarda değil, yasaların etkin ve adil şekilde uygulanmamasında! Yasalara uygun davranmayanlar, yasaları uygulamayanlar, uymayacakları ve uygulamayacakları yeni yasalar yapmaktan vazgeçmeli.

Nöbetteyiz, çünkü etkisiz yasa değişiklikleri ile oyalanmaya ya da bir hakkımızı daha kaybetmeye tahammülümüz yok.

Günde en az üç kadın en yakınları tarafından öldürülüyor; bir o kadarı da şüpheli şekilde hayatını kaybediyorken, ellerinizi hayatlarımızdan, haklarımızdan çekin, yasalara dokunmayın, uygulayın!

 

Teklifte şiddetin önlenmesinde etkili olacak tek bir çözüm önerisi yok

Kadına karşı şiddetin önlenmesi için atılması gereken tek ve acil adımın mevcut yasaların ve uluslararası sözleşmelerin etkin bir şekilde uygulanması ve başta yargı olmak üzere toplumsal hayatıntüm alanlarında eşitlik karşıtı söylem ve uygulamalara son verilmesi olduğunu belirten EŞİK,  “Bunlar da teklifte yer almıyor” dedi.

İlgili haber: Erkekler dört ayda 99 kadını öldürdü

Mevcut yasadaki “Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir” hükmünün, Teklifle “yargılama sürecindeki davranışları,” ibaresi kaldırılarak “yargılama sürecindeki pişmanlığını gösteren davranışları veya” şeklinde değiştirilmek istendiğini hatırlatan kadınlar, bunun yasalarla bu şekilde oynamanın tehlikeleri konusundaki tipik örneklerden biri olduğunu söyledi:

” Teklif yasalaştığı takdirde;

  • Faillerin fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki pişmanlığını gösteren davranışları otomatik bir indirim nedeni haline gelebilecektir.
  • Maddeye eklenecek tek bir “veya” kelimesi ile “cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri”, maddedeki diğer kriterlerden bağımsız olarak tek başına otomatik bir diğer indirim nedeni olabilecek.
  • Yani diğer durumların hiçbirini dikkate almaksızın, sadece cezanın failin geleceği üzerindeki etkilerini göz önüne alarak indirim uygulanabilecek.”

Atı alan Üsküdar’ı geçti hukuku

İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı Cumhurbaşkanı Kararıyla hukuk dışı biçimde çıkıldığını, 2016 yılında da yine gece yarısı TBMM genel kurulunda son dakika verilen önergelerle çocuk istismarı faillerinin affını ve tecavüz failleriyle evliliği içeren TCK 103. maddeyi değişterme girişimlerini hatırlatan Platform, kadınları şiddete karşı koruyan 6284 numaralı yasaya da müdahele edilebilceğine dikkat çekti:

“Yine TBMM komisyonlarında madde madde tartışılmayıp, topluca ve apar topar geçirilen bir yasa değişikliği girişimi ile karşı karşıyayız. Ve yine, TBMM Genel Kurulu’nda üç beş imza ile kotarılacak son dakika değişiklik önergeleri ile yeni emrivakilerle karşılaşma endişesi yaşıyoruz.

Yasa yapım süreçlerinde, yapılan yasa ile ilgili tüm aktörleri ve TBMM’nin tüm demokratik yasa yapım süreçlerini dışlayan bir oldu bitti, atı alan Üsküdar’ı geçti hukuku ile karşı karşıyayız. Yasal düzenlemeleri toplumun, muhalefetin ve hatta iktidar milletvekillerinin bile bilgisinden kaçırarak yaratılan bu belirsizlik ortamı, yeni hak kayıpları konusundaki tedirginliğimizi artırıyor.”

İlgili haber: Selin Nakıpoğlu: İmza çektikleri İstanbul Sözleşmesi’nin maddelerini kendileri bulmuş gibi sunuyorlar

Yürürlükte olan Ceza Yasası ne kadar uygulanıyor?

EŞİK, kanun teklifine ilişkin Meclis’te söz hakkı olan tüm milletvekillerini, hazırladıkları bilgi notunu okumaya da çağırdı. Bilgi notunda şu bilgilere yer veriliyor:

“Ceza Yasası’nda tehdit, hakaret, şantaj, kasten yaralama, eziyet gibi pek çok suç düzenlenmiş durumdadır. Kadınlara şiddetin ilk tezahürlerini içeren bu suçların Ceza Yasası’nda düzenlenmiş olması, etkin uygulanmalarını sağlamıyor, bu suçlar neredeyse her zaman cezasız bırakılıyor. Kadın cinayetlerinin önünü açan yargının bu görmezden gelme hali, herhangi bir yaptırımla karşılaşmadığı gibi iktidarın söylemleriyle pekiştiriliyor.

Uygulanmayan bir Ceza Yasası’na gene uygulanmayacak maddeler eklemeye çalışan iktidarın, kadına karşı şiddetle mücadele iradesinin olduğuna, bu girişimin samimiyetine güvenilebilir mi?”

Fotoğraf: Serra Akcan/csgorselarsiv.org

“Ülkemizde mahkemeler tarafından hükmedilen ceza ile infaz edilen ceza arasında ciddi bir fark vardır. İnfaz düzenlemeleri nedeniyle zaten hükmedilen cezaların önemli bir oranı infaz edilmemektedir.

15 Nisan 2020 tarihli  7242 Sayılı Kanun sonrasında, infaz düzenlemelerinde yapılan değişiklikler, cezaların caydırıcı etkisini ortadan kaldıracak sonuçlara neden olmaktadır. Örneğin, alınan hapis cezasının 9 yıl olması halinde kapalı infaz kurumunda geçirilen süre, 1 aya inebilmektedir. Verilen hapis cezasının 3 yıl olması halinde ise, Açık İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği uyarınca fail doğrudan açık infaz kurumuna geçebilmekte ve kapalı infaz kurumuna hiç girmemektedir.

İlgili haber: Asiye Atalay’ı öldüren fail yakalandı: 16 suç kaydı var

Ayrıca, erteleme hükümlerinin (hapis cezasının ertelenmesi, kovuşturmanın ertelenmesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması), hapis cezasının seçenek yaptırıma çevrilmesi (paraya çevrilmesi) gibi kurumların uygulanması sonucunda hükmedilen hapis cezası, infaz kurumunda infaz ettirilmemektedir. Bu düzenleme nedeniyle kasten yaralama, tehdit gibi pek çok suçun faili zaten belirlenen denetim süresini infaz kurumu dışında geçirdikten sonra cezasız kalmaktadır.”

“Görüldüğü gibi burada sorun, suç tiplerine ilişkin ceza yaptırımlarının düşük olması değil, infaz sistemi kurumlarının (infaz sistemine ilişkin düzenlemelerin ve ceza hukukunda indirime neden olan diğer düzenlemelerin) uygulanması sonrasında cezaların neredeyse infaz edilmez hale gelmesidir. Bu nedenle cezaların caydırıcı etkisi ortadan kalkmakta; bu durum cinsiyetçi yargı pratikleriyle birleşince kadınlara karşı şiddet cezasız kalmaktadır. Kamuoyunda, kadınlara karşı şiddet fiillerine ilişkin bir “cezasızlık” algısı oluşmaktadır.

Sorunun çözümü, belli suç tiplerinde ya da bunlara ilişkin yaptırımlarda değişiklik yapmak değil, söz konusu kurumların (ilgili infaz düzenlemeleri ve erteleme sonucu doğuran kurumlar), kadınlara karşı şiddet olaylarında uygulanmasını engellemektir.

Cezaların artırılması söylem ve girişimleri, kadınlara karşı şiddeti başlatan hakaret, tehdit gibi suçların cezasız kalmasının önüne geçmediği gibi, suçu ve cezayı tamamen şahsileştirerek devletin bu konudaki yükümlülüklerini gözden kaçırmayı hedeflemektedir.

İktidar her sıkıştığında cezaları ağırlaştırma yoluna sığınıyor.

Ancak biliyoruz ki; caydırıcı bir ceza politikası, kadınlara karşı şiddeti ortadan kaldırmaya yönelik ciddi bir irade, bütüncül bir devlet politikası olmadığı sürece, cinsiyetçi tutum ve söylemler kamu görevlileri tarafından tekrarlanmaya devam edildikçe yasaları değiştirmenin hiçbir anlamı yok.

Yasalara uygun davranmayanlar, mevcut yasaları gereği gibi uygulamayanlar; uymayacakları ve uygulamayacakları yeni yasalar yapmaya çalışıyorlar.”

İlgili haber: İstanbul Sözleşmesi davaları görülüyor: Bu sözleşmeden yalnızca şiddet failleri rahatsızlık duyar
Fotoğraf: Evrensel

Yasa teklifinde neler var?

  • Tutuklamada Katalog Suç Düzenlemesi

“Kadına karşı işlenen kasten yaralama suçu, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı kasten yaralama veya canavarca hisle işlenen suçlar, sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele karşı görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçu, tutuklama nedeni varsayılan katalog suçlar arasına alınmaktadır.

Bu teklifle kadınlar ve sağlık çalışanları için getirilmek istenen tedbir, kamuoyunu oyalama ve toplumsal bir sorun haline gelen iki alanda, hiçbir köklü çözüm önerisi getirilmeden iktidara propaganda malzemesi üretme amaçlıdır.

Ölçüsüz kullanım halinde yeni sorunlar doğurabilecek, kadınlar ve sağlık çalışanlarına yönelik yeni ve daha ciddi şiddet olaylarına neden olabilecek bir düzenlemedir. Tüm insan hakları ile evrensel hukuk normları ile uyumlu bir biçimde ve ilgili taraflar ile ortak çalışmalar ve mutabakat ile düzenlenmesi gereken konulardan biridir.”

  • Takdir indiriminde sınırlama

“Düzenlemeyle, takdiri indirim nedenleri belli konularla sınırlandırılmaktadır.

Teklife göre failin pişmanlık içermeyen davranışları, takdiri indirim nedeni olarak kabul edilmeyecektir. Failin salt indirim almaya yönelik (kılık ve kıyafetine özen göstermesi, takım elbise giymesi, kravat takması vb.) duruşmadaki şekli tutum ve davranışları, takdiri indirim nedeni olarak dikkate alınmayacaktır.

Ceza Yasası’nda madde içeriğinde olmayan ancak AKP yargısının ataerkil zihniyetinin sonucu olarak eril şiddeti ödüllendirmek üzere keyfi olarak uygulanan iyi hal indirimine ilişkin aslında pek de gerekli olmayan yeni bir düzenleme önerilmektedir. “İyi hal indirimi” konusunda düzenleme önerip bir başka yanlış uygulama ve “erkeklik indirimi” konusu olan haksız tahrik konusuna hiç değinmemesi de oldukça anlamlıdır.

Öte yandan teklifte takdiri indirim uygulanması halinde gerekçelerinin kararda mutlaka gösterilmesi istenilmektedir. Bu düzenleme de göz boyama amaçlı bir düzenlemedir. Anayasal ve yasal düzenlemeler ortada iken, TCK maddeleriyle oynayıp, hükümde yer alacak her konu için ayrı ayrı maddelere “ama gerekçesini de yazın” anlamında yasa değişiklikleri yapmak, popülist amaçlarla hukukla ve yasalarla oynamak ve yasal metinlerin iç bütünlüğünü tahrip etmek demektir.”

Fotoğraf: Emre Orman / csgorselarsiv.org
  • Israrlı Takip Suçu

“Teklif hakkında en çok övülen ve öne çıkartılan konu ısrarlı takibin bir suç olarak düzenlenmesidir. Teklifin 8. maddesine göre “ısrarlı takip”, TCK’nın “Hürriyete Karşı Suçlar” bölümünde, “Kişilerin Huzur ve Sükununu Bozma” suçundan (TCK madde 123) sonra gelmek üzere, ayrı bir suç olarak düzenlenecektir.

Oysa ki ısrarlı takip suçu huzur ve sükunun bozulmasının, hürriyetin kısıtlanmasının da ötesinde ciddi can güvenliği endişeleri yaratan ve bazen de cinayet ile sonuçlanan sistematik ve ağır bir suçtur. Birçok durumda ağır bir eziyet suçu oluşturmaktadır. Buna rağmen hürriyete karşı suçlar bölümünde düzenlenmesi hukuken hatalı bir yaklaşımdır.

Teklifin gerekçesinde bu suçun oluşabilmesi kriterlerinden biri olarak ısrarlı takip fiilinin mağdurun üzerinde “ciddi bir huzursuzluk oluşturması” gösterilmektedir. Israr fiilinin nicelik ve nitelik itibarıyla mağdur üzerinde “ciddi huzursuzluk oluşturması” kavramından ne anlaşılması gerektiği, gerekçede ve teklif maddesinde herhangi bir kriter olmaksızın hakimin takdirine bırakılmaktadır. Bu da, nelerin, neden ve nasıl “huzursuzluk” verebileceği ve bu huzursuzluğun derecelerinin hangi ölçütlerle ve ne şekilde belirlenebileceği, keyfi uygulamalara yol açıp açmayacağı gibi sorulara neden olmaktadır.

Aynı sorular, ısrarlı takip suçunun ikinci ölçütü olarak gösterilen “kendisinin veya yakınlarından birinin güvenliğinden endişe duymasına neden olması” konusunda da geçerlidir. Düzenleme bu haliyle keyfi yorumlara açık görünmektedir.

Israrlı takibin açık şekilde suç olarak düzenlenmesi olumlu görülebilecek olsa da bu zaten Ceza Yasası’nın mevcut haliyle de cezalandırılabilecek bir suçtur ama yıllardır konuyla ilgili 96. Madde yargı tarafından görmezden gelinmektedir.”

Fotoğraf: Gülnaz Bingöl / csgorselarsiv.org

“Her ne kadar madde gerekçesinde “mağdurun maddi ve manevi kişiliğine veya vücut bütünlüğüne yönelik daha ağır fiiller ortaya çıkmadan önceki aşamadaki fiillerin yaptırıma bağlanmasının amaçlandığı ileri sürülse de, bunun TCK 96’daki eziyet maddesi ile bağlantısına hiçbir şekilde değinilmemektedir. Bu kopukluk, madde gerekçesindeki “kadına yönelik şiddet içeren suçlar işlenmeden önce ısrarlı takip fiilleriyle etkin mücadele edilmesi ve mağdurların korunması” hedefinin kağıt üzerinde kalacağının bir başka göstergesini oluşturmaktadır.

Öte yandan suçun çocuklara karşı işlenmesi hali de içinde olmak üzere ısrarlı takip suçunun nitelikli hallerinin bile kamu davası olmaması ciddi bir sorundur.”

  • Suçun “kadına karşı işlenmesi” ibaresi (Nitelikli Hal Düzenlemeleri)

“Teklifte TCK’nın 82, 86, 94, 96, 106 gibi çeşitli maddelerine “suçun kadına karşı işlenmesi hali” cezayı ağırlaştıran nitelikli hal olarak düzenlenmektedir: Bu suçlar: Kasten öldürme, Kasten yaralama, Tehdit, İşkence, Eziyet.

Bu düzenlemenin son derece özensiz ve göstermelik olduğu ortadadır. Nitekim, bir suçun kadına karşı işlenmesi ile bir suçun kadına karşı şiddet kapsamında yer alması farklı durumlardır.

Teklifte kadına yönelik şiddet ifadesinin açık ve net bir tanımı yoktur. Kadına karşı şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklandığını vurgulayan İstanbul Sözleşmesi’nin ve kadınlarla erkeklerin eşitliği fikrinin reddedildiği koşullarda yapılacak hiçbir düzenlemenin sonuç alıcı olamayacağı açıktır. Bu teklifin de suçu önleyebilecek ve suça maruz kalanlar için adalet sağlayacak bir toplumsal ve siyasal temeli yoktur.

Eşitlik zemini üzerine inşa edilmeyen hiçbir yasal düzenleme, kadına karşı şiddet sorununu çözemez. Kaldı ki, bu haliyle teklifte yer alan hükümlerin, cinsiyet eşitliğine aykırı olması nedeniyle Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırılığı iddia edilebilir. Yapılan düzenlemenin bu gerekçeyle Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilme olasılığı bulunmaktadır.

Bu nedenle, “Suçun kadına karşı işlenmesi” ibaresi yerine, daha doğru bir şekilde “suçun kadına karşı şiddet kapsamında/eril şiddet kapsamında işlenmesi” ya da fiilin “cinsiyete/toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık niteliğinde olması” gibi bir ibare benimsenmesi ve “gebe kadın” açısından getirilen düzenlemenin muhafaza edilmesi daha doğru olacaktır. Gerekirse tanımlar maddesine kadına karşı şiddet kavramına ilişkin 6284 sayılı Yasa’daki tanımın eklenmesi de düşünülebilir.

herhangi bir ceza artırım ölçütü getirmeyen şekliyle düzenleme, getirdiği sembolik ceza artışları bakımından da hukuken sorunlu bir düzenlemedir.

Tekrar hatırlatalım ki, kadınların maruz kaldığı sistematik taciz ve eziyetler için Türk Ceza Yasası’nda 2005 yılından bu yana yerini alan eziyet maddesi ısrarlı bir şekilde uygulanmamakta ve kadınların maruz kaldığı sistematik şiddet görmezden gelinmektedir.”

Fotoğraf: Özge Özgüner/csgorselarsiv.org
  • Mağdur ile şikâyetçinin/Katılanın hakları (Şiddet Mağduru Kadınlar için Avukat Görevlendirilmesi)

“Teklifin 10 ve 11. Maddelerinde, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Mağdur ile şikâyetçinin hakları” başlıklı 234. maddesi ile “Katılanın hakları” başlıklı 239. maddesine cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı veya ısrarlı takip suçu ile kadına karşı işlenen kasten yaralama, işkence veya eziyet suçlarında baro tarafından avukat görevlendirilmesini isteme hakkı eklenmiştir.

Cinsel saldırı suçlarında avukat isteme hakkı zaten mevcuttur ancak maruz kalanlara hatırlatılmamaktadır. Çocukların cinsel istismarı suçunda zaten re’sen avukat atanmaktadır.

Silahların eşitliği ilkesi gereği, şüpheliye/sanığa re’sen avukat atanan her suçta maruz kalana da re’sen avukat atanmalıdır. Alt sınırı 5 yıl altında olan suçlarda şüpheli/sanığa tanınan avukat isteme hakkı maruz kalanlara da tanınmalıdır.

Yine teklifin 10 ve 11. Maddelerinde kadın cinayetlerinde katledilen kadınlar için barolar tarafından vekil görevlendirilmesi ile ilgili bir düzenlemenin yer almaması büyük eksikliktir. Oysa ki, CMK’nın 234 ve 239. Maddelerinin 2. fıkrasında mağdurun sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malûl olması halinde bir vekili bulunmazsa, istemi aranmaksızın bir vekil görevlendirileceği düzenlenmektedir.

Buraya kadın cinayetlerinde ve özellikle de kuşkulu kadın ölümlerinde de bir vekil görevlendirilmesi, baroların ve kadın örgütlerinin müdahil olarak davalarda yer alma hakkı mutlaka eklenmelidir.”

  • Uzlaşma

“Teklifte, CMK madde 253’te yer alan “uzlaşma” kurumunun uygulanamayacağı suçlar arasına “ısrarlı takip” gibi belli suçlar eklenmiştir. Bu düzenleme de diğer düzenlemeler gibi göstermelik düzeydedir.

Uzlaşmanın yalnızca belli suçlar bakımından değil, kadına karşı şiddet fiillerinin tamamı açısından yasaklanması gerekir.

İstanbul Sözleşmesi de (madde 48) arabuluculuk ve uzlaşma dahil olmak üzere, alternatif uyuşmazlık çözümlerinin, kadına karşı şiddet olaylarında uygulanmaması gerektiğini belirtmektedir. Teklifteki haliyle mevcut durum, İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmasız şekilde yürürlükte olduğu dönemden oldukça geriye gitmek anlamına gelir. Bu tür sembolik değişiklikler yerine yapılması gereken İstanbul Sözleşmesi’nin hayata geçirilmesidir.

Mevcut durumda, kadına karşı basit tehdit (eşler arasında olsa bile), failin eşi ya da boşandığı eşi dışındaki kadınlara karşı gerçekleştirdiği kasten yaralama gibi suçlar açısından uzlaşma kurumu hatalı şekilde uygulanmaktadır.

İlgili haber: Berrin Sönmez: Aileyi koruma dendiğinde erkeğin konforundan bahsediliyor

Uzlaşma yolunun, herhangi bir suçun kadına karşı şiddet kapsamında işlenmesi halinde kapalı olması gerekmektedir. Bu tür dar kapsamlı düzenlemeler, yalnızca kamuoyunda, bir çalışma yapıldığına ilişkin izlenim oluşturmaya yarayan ancak asıl amaca hizmet etmeyen göstermelik düzenlemeler olmaktan ileri gitmemektedir.

Uygulamada, uzlaştırma uygulanamayacak suçlara da uzlaştırma uygulanmaktadır. Uzlaştırma Yönetmeliği madde 8/4 gereğince cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda uzlaştırma uygulanamaz. Yine Yönetmelik’in 8/5. maddesi gereğince uzlaştırma kapsamında olan bir suçun, uzlaştırma kapsamında olmayan bir suç ile birlikte işlenmesi halinde uzlaştırma hükümleri uygulanamaz. Oysa uygulamada cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarla birlikte işlenen tehdit, hakaret gibi suçların tefrik edilerek uzlaştırma hükümlerine tabi kılındığını görmekteyiz.”

Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık ortadan kalkmadan kadına şiddeti ortadan kaldıramazsınız

“Yıllardır olduğu gibi bu yasa teklifi de kadın örgütleri ve barolar ile birlikte hazırlanmamış, kadına karşı şiddet konusunda uygulamadaki sorunları bizzat yaşayan bu örgütlerin görüşü bile sorulmamıştır. Aynı şekilde üniversitelerin ilgili bölümlerinden de görüş alınmamıştır. Bir hukuk devletinde yasalar, gazete haberlerine bakarak, bu haberlerdeki “kravat indirimi” gibi başlıklara cevap olarak yapılmaz. İlgili sivil toplum örgütlerinin, akademinin ve yasa uygulayıcılarının uygulama konusundaki bilgi ve deneyimlerinden yararlanarak hazırlanır.

İkinci olarak her kamuoyu tepkisi yükseldiğinde, sorunun nedenleri ve gerçek çözüm yöntemleri konusunda politikalar geliştirilmeden TCK gibi temel yasaların kimi maddeleriyle oynama alışkanlığı terk edilmelidir.

2005 yılından beri, çocuk cinsel istismarı suçları da dahil olmak üzere her fırsatta kimi TCK ve CMK maddelerinde değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerin hiçbiri suçların önlenmesi, mağdurların adalet arayışının tatmin edilmesi konusunda bir çözüm olmamıştır. Nitekim gündemdeki yasa teklifi de pratikte sorunun çözümüne katkıda bulunamayacaktır.

Yapılmak istenen yeni düzenlemeler, etkili ve caydırıcı düzenlemeler olmadığı gibi, TCK ve CMK’nın İstanbul Sözleşmesi ile uyumlulaştırılmasını sağlamaktan da çok uzaktır.”

Fotoğraf: Fatoş Sarıkaya / csgorselarsiv.org

“İktidar bir şey yapmak istiyorsa, imzanın çekilmesi kararı üzerinden bir yılın geçtiği İstanbul Sözleşmesi’ni hayata geçirerek ilk adımı atabilir. Kadınlara karşı şiddeti ortadan kaldırmak için yeterli personelden özel bütçe düzenlemelerine kadar, bütüncül bir kadın politikasına ihtiyaç var. Kadına karşı şiddet konusunda her semtte kadın danışma merkezleri, ilçelerde sığınaklar, cinsel şiddet kriz merkezleri ve etkin çalışan bir alo şiddet hattından oluşan ülke çapında sağlam kurumsal mekanizma oluşturulmasına ihtiyaç var.

Göz boyamaya yönelik yasal değişikliklerle yamalı bohça haline getirilen yasaların kadınlara bir faydası yok. İktidar kadınlara karşı şiddeti ortadan kaldırma iddiasındaysa öncelikle eşitlik ilkesini aşındırmaktan acilen vazgeçmeli, kadın erkek eşitliğini sağlayacak adımlar atmalı; bunun aksi yöndeki tüm tutumlarından vazgeçmelidir. Eşitsizlik, cinsiyete ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık ortadan kalkmadan kadınlara karşı şiddeti ortadan kaldıramazsınız.”

Ordu Büyükşehir Belediyesi’ne Valiliğin verdiği onayı bilirkişi heyeti uygun bulmadı

Ordu Çevre Derneği’nin (ORÇEV) Melet Irmağı ve Turnasuyu Irmağı arasında kalan bölgede Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin (OBB) deniz dolgusu ve kıyı düzenleme projesinin ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir‘ kararına karşı Ordu 2. İdare Mahkemesi’ne açtığı davada Bilirkişi Raporu, ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararını uygun bulmadı.

Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin daha önceki deniz dolgusu ve kıyı düzenleme projelerinin tümü hakkında da olumsuz görüş verilmiş ve mahkeme, bu raporlara göre ‘ÇED gerekli değildir’ kararlarını iptal etmişti.

İlgili haber: Ordu’da mahkeme kararına rağmen sürdürülen belediye inşaatına mahkeme kararları asıldı

‘Valiliğin verdiği karar uygun değil’

Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin Altınordu ilçesinin Cumhuriyet, Gülyalı ilçesinin Turnasuyu Mahallelerini kapsayan Melet Irmağı ile Turnasuyu Irmakları arasında yapmayı planladığı, deniz dolgusu ve kıyı düzenleme, yürüyüş ve bisiklet yolu adıyla hazırladığı proje için Ordu Valiliği tarafından ‘ÇED gerekli değildir‘ kararı verilmişti. Ordu Çevre Derneği, proje ile denize zarar verileceği, ekolojik korumanın olmadığı iddiasıyla “ÇED gerekli değildir” kararının bozulması için Ordu 2. İdare Mahkemesi’ne dava açmıştı. Mahkemenin görevlendirdiği bilirkişi heyeti proje alanında yaptığı inceleme sonrası hazırladığı raporu mahkemeye sundu. Rapor, ‘ÇED gerekli değildir’ kararının uygun olmadığı yönünde oldu.

Heyet raporunda belediye tarafından yapılması planlanan “Kıyı Boyu Bisiklet ve Yürüyüş Yolu” projesine Ordu Valiliğince verilen ‘ÇED gerekli değildir’ kararının teknik olarak yeterli ve uygun olmadığı görüşü bildirildi.

‘Kamu yararı yok’

Ordu Çevre Derneği yönetim kurulu adına yapılan açıklamada Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin hazırladığı projenin kamu yararının da olmadığı vurgulanarak “Ordu Büyükşehir Belediyesi Rıhtım ile Turnasuyu Irmağı arasındaki alanda deniz dolgusu ve kıyı düzenlemesi adı altında kamu yararı olmayan parça parça projeler yaparak denizi yok ederek halkın denize ulaşımını ortadan kaldırıyor. OBB’nin deniz dolgusu ve kıyı düzenleme projelerine açtığımız davaları kazandık. Melet Irmağı ile Turnasuyu Irmağı arasındaki yeni projenin de diğerlerinde olduğu gibi halkın denize ulaşımını engelleyen, denize zarar veren proje olduğunu belirterek alınan ‘ÇED gerekli değildir’ kararına karşı dava açtık. Mahkemenin görevlendirdiği bilirkişi heyeti yerinde yaptıkları incelemenin raporunu mahkemeye ilettiler. Hazırlanan rapor haklılığımızı bilim insanları görüşüyle de kanıtladı” denildi.

Kıyı dolgularıyla ilgili kazandıkları iki ayrı dava olduğunun ve Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin bu kararlara uymadığının vurgulandığı açıklamada, “Şimdi sıra mahkemede. Mahkeme gün verecek ve duruşmalı mahkeme olacak. Mahkemenin raporu dikkate alarak karar vereceğini umuyoruz. Son karar mahkemenin. Deniz dolgusu ve kıyı dolgularıyla ilgili kazandığımız ancak Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin uymadığı diğer davalar lehimize sonuçlandığı için aynı özellikte olan bu davanın da lehimize sonuçlanacağına inanıyoruz” denildi.

Atmosferdeki CO2 seviyesi insanlık tarihinde kaydedilen en yüksek seviyeye ulaştı

ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi (NOAA), Hawaii’deki Mauna Loa Gözlemevi’nden alınan yeni verileri kamuoyuyla paylaştı.

Buna görer aylık ortalama atmosferik karbondioksit (CO2) seviyeleri 64 yıl önce ölçümlerin başlamasından bu yana en yüksek seviyeye gelerek nisan ayında milyonda 420 parçayı (ppm) aştı, hatta geçen hafta bir gün içinde 421,33 ppm’yi gördü.

NOAA verileri, geçen yılın atmosferik karbondioksit seviyelerinin, Sanayi Devrimi öncesi seviyelerin yüzde 50’den fazla aşıldığı ilk yıl olduğunu da ortaya koymuştu.

2021 Mayıs ayında en yüksek düzey 419,13 ppm olarak kaydedilmişti.

İlgili haber: 2021’de atmosferdeki metan gazı yoğunluğu tarihin en yüksek seviyesinde: Karbondioksit seviyelerinde de büyük sıçrama var

Yükselen seviyeler ne anlama geliyor?

Son on yıldır iklim bilimciler, CO2 seviyeleri 450 ppm’e ulaştığında iklim değişikliği kaynaklı aşırı hava olaylarının artacağını ve küresel ısınmanın etkilerinin şiddetleneceğini söylüyor.

2014’te ilk kez milyonda 400 ppm seviyesine ilk kez 2014’te ulaştık, o zamandan beri, küresel CO2 seviyelerinde rekor sıçramalar oldu: 80’li ve 90’lı yıllarda yılda 1,5 ila 1,6 ppm olan artış oranı, son on yılda 3.5 ppm’e kadar yükseldi.

Yıllık 3,5 ppm artış devam ederse bu yaklaşık 7 yıl sonra 450 ppm’ye ulaşacağımız anlamına geliyor; bu da küresel ısınmanın Sanayi Devrimi öncesi seviyelerden 2 dereceden fazla artacağınısöylüyor. Dünyanın ana hedefi ise bu artışı 1,5 derecede sınırlamak.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) raporunda belirten veriler baz alınarak 2015’te imzalanan Paris İklim Anlaşması, 1,5 derece hedefi için karbondioksit ve diğer sera gazlarının 2050’ye kadar emisyonunun durmasını şart koşuyor.

IPCC, 1,5 derece ve 2 derece arasındaki farkın çok büyük olduğunu belirtirken, şirket ve ülkelerin bu konudaki mevcut çabalarının ise ısınmayı ancak 3 derece civarında sınırlayabileceği düşünülüyor.

PPM (perts par million) ne ifade eder?

Milyonda parça (ppm), konsantrasyonları tanımlamak için kullanılan bir ağırlık/ağırlık oranıdır. Herhangi bir karışımda toplam madde miktarının milyonda 1 birimlik maddesine 1 ppm denir. Toplam kütlenin milyon birimi başına bir kirleticinin kütle birimi sayısıdır.

Ppm, bir kirleticinin toprak ve tortulardaki konsantrasyonunu ölçmek için kullanıldığında, 1 ppm, bir kg katı  başına 1 mg maddeye (mg/kg) eşittir.

Genellikle havadaki kirletici konsantrasyonlarını (hacim oranı olarak) tanımlamak için kullanılır. Bu durumda ppm’nin mg/metreküp’e dönüşümü, kirleticinin moleküler ağırlığına bağlıdır. Örneğin, 1 ppm klor, ağırlıkça bir milyon kısım havadaki bir kısım kloru temsil eder, bu da 1.45 mg/m3’tür.

Yani yukarda verilen karbondioksit seviyesi verisi olan 420 ppm, bir milyon hacimde havanın içinde 420 parçacığı ifade ediyor.

Elbistan’da kömüre karşı mücadelenin öncülerinden İbrahim Yalçın hayatını kaybetti

Kahramanmaraş Elbistan-Afşin Hayatı ve Doğayı Koruma Platformu emekçilerinden doğa savunucusu İbrahim Yalçın, geçirdiği kalp krizi nedeniyle hayata veda etti.

Memleketi Elbistan’daki kömürlü termik santrallere karşı mücadelenin öncü isimlerinden Yalçın’ın cenazesi, yarın saat 12.00’de Elbistan Küçükyapalak Köyü Cemevi‘nden kaldırılacak.

1952 doğumlu Yalçın, 1980’li yıllarda İngiltere, Almanya ve ABD‘de askeri sahalarda sivil işçi olarak çalıştı, Ankara‘da çalıştığı dönemde Harp-İş bünyesinde işçi hakları için sendikal mücadele verdi.

Yalçın, 2015’te Elbistan Hayatı ve Doğayı Koruma Platformu’nun kurulmasına öncülük etti, bölgenin kömürlü termik santrallere karşı verdiği hukuki mücadelenin de en büyük takipçisiydi. Ankara’da ikamet eden Yalçın, Elbistan Küçükyapalak Köyü’ndeki arazisinde çiftçilik de yapıyordu.

Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Proje Sorumlusu Onur Akgül, İbrahim Yalçın’ı şu sözlerle anııyor:

“Platformun kurulduğu 2015’ten beri İbrahim Abi, yaşamının her dakikasını Elbistan ve Afşin’in temiz hava hakkı, yaşam hakkı için,; insanlar, tabiatın yaşamı için mücadelesine adamıştı. Keskin bir mücadele aklıydı onunki. Hukuki süreçleri de dahil her şeyi çok yakından takip etti. Termiklere karşı bölgede geniş ilişkiler ağı kurdu Platformun emekçileriyle beraber.

Biz 2018’in sonlarında tanıştık, o zamandan beri aynı mücadelede, omuz omuza çalışıyoruz. En son Afşin’deki termik santralin genişletme projesi için yapılan ÇED toplantısında da beraberdik. Çok özel bir insandı. Onu şimdiden şimdiden çok özlüyorum.

Hız kesmeden mücadeleyi devam ettireceğiz. Onun mücadelesini yaşatacağız. Kendisiyle artık değiliz ama mücadelesiyle beraberiz.”

Yalçın, Greenpeace’in “Kahramanmaraş nefes alsın” kampanyasında şöyle demişti:

“Her ne kadar devlet burayı bir enerji havzası olarak görüp, buradaki yaşamı, doğayı, tabiatı yok etmeyi hedeflemiş olsa bile, hayatta her şey para değildir. Biz, hayattan zevk alarak yaşamak istiyoruz. Toprağa dokunarak, üreterek tabiatın ekolojik dengesini korumak ve yaşamı devam ettirmek için bu mücadeleyi sürdürüp direneceğiz.”

İbrahim Yalçın’ın Elbistan Hayatı ve Doğayı Koruma Platformu‘ndan mücadele arkadaşı Mehmet Dalkanat, “Elbistan önemli bir değerini kaybetti. Kılavuzumuzdu, önümüzü aydınlatıyordu” diyor:

“Yeri doldurulmaz bir arkadaşımızı kaybettik. Bölgenin çevre sorunlarına karşı mücadelenin, kurucusu, yöneticisiydi, tüm yükünü omuzlardı. O, buradaki çevreci çaba ve çalışmaların lokomotifiydi, biz vagonduk. Elbistan kaybetti.

Kamu yararına, halk için olan her mücadeleye her direnişe destek veren, halkın yanında duran ve bunun için teklif beklemeyen bir arkadaşımızdı. Ankarada da çevreyle ilgili mücadelemizin Ankara ayağını yürütüyordu, bakanlıklarla ilgili her şeye, ÇED süreçlerine sahiplik yapıyordu, bizleri haberdar ediyordu. Önümüzde yürürdü, yolu aydınlatırdı.

Termik santrallere karşı bakanlıklarda koşturdu, vilayetlerde, il müdürlüklerinde, ÇED toplantılarında halkı için yoruldu. Hiçbir zaman ağzından bir şikayet duymadım.

Halkını seven, sadece çevre için değil, her tür adaletsizliğe göğüs geren, karşı duran bir direnişçiydi. Çevre hassasiyetine sahip herkes için, doğa için, hepimiz için çok büyük bir değer kaybı, bu yüzden acımız çok büyük.

Bayrağı yere düşürmeyeceğiz. Bıraktığı yerden hedefini, heyecanını taşıyacağızbütün çevrecilerle birlikte. Yalnız Elbistan’da değil, tüm Türkiye’de çevre platformlarıyla destek ve dayanışma içinde hep birlikte hatırasını yaşatacağız.”

Temiz Hava Hakkı Platformu‘ndan Deniz Gümüşel de Yalçın’ın ailesine ve mücadele arkadaşlarına başsağlığı dileyerek üzüntüsünü şöyle dile getiriyor:

“Afşin ve Elbistan halkının sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının, temiz hava hakkının yılmaz bir savunucusuydu İbrahim Bey. Çok büyük bir yıkıma karşı mücadelenin öncü isimlerindendi.

Çok zor bir coğrafyada, sistematik bir kömür yıkımının olduğu bir yerde İbrahim Yalçın, bütün bu yıkıcı sürece karşı çalışan, emek veren, mücadeleci bir beyfendiydi. Çok inançlıydı, mücadelesine inanıyordu. Afşin ve Türkiye’deki kömüre karşı mücadele için çok büyük bir kayıp.”

 

Eskişehir’de 15 gün tüm etkinlikler yasak, gerekçe; genel asayişin korunması

Eskişehir Valiliği, internet sitesinden yaptığı açıklamada, kentte her  türlü etkinliğin 15 gün süreyle yasaklandığını duyurdu. Buna göre 19 Mayıs törenleri ve siyasi parti faaliyetleri hariç tüm etkinlikler, 10 ile 25 Mayıs tarihleri arasında yasaklı olacak.

Huzur ortamı, kamu düzeni ve güvenliği…

Valilikten yapılan  yazılı açıklama şöyle:

“Vatandaşlarımızın temel hak ve hürriyetlerine dair uluslararası sözleşmeler, T.C. Anayasası ve yasalardan kaynaklanan hak ve özgürlüklerini tam ve güvenli bir şekilde kullanabilmelerinin temini ile ilimizde huzur ortamı ile kamu düzeni ve kamu güvenliğinin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi, başkalarının hak ve özgürlüklerinin, genel asayişin korunması ile şiddet olaylarının yaygınlaşmasının önlenmesi amacıyla;

“5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11. maddesinin (a) ve (c) fıkraları ile 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 17 ve 19. maddelerindeki hükümler gereğince, İlimiz genelinde (Jandarma Sorumluluk Bölgeleri Dahil Olmak Üzere) 19 Mayıs 2022 günü yapılacak olan kutlamalar, resmi törenler, Valilik ve Kaymakamlıklarca, düzenlenmesi uygun görülenler ile Siyasi Parti faaliyetleri hariç olmak üzere, açık alanlarda yapılması düşünülen her türlü etkinlik (yürüyüş, oturma eylemi, stant/çadır kurma, afiş/pankart asma, konser, şenlik, festival vb.), Eskişehir Valiliğinin 09.05.2022 tarih ve 316 sayılı kararı ile 10.05.2022 tarihi saat: 00.01 ile.24.05.2022 tarihi saat: 24.00’a kadar (15) gün süre ile YASAKLANMIŞTIR.”

Pandemi nedeniyle konulan yasakların kalkmasının ardından Eskişehir’de düzenlenecek ilk büyük müzik festivali olacak Anadolu Fest de kararın ardından yapılamayacak. Biletleri aylar öncesinde satılan ve  12-15 Mayıs tarihlerinde yapılması planlanan festivale, aralarında  Levent Yüksel, Haluk Levent, Sagopa Kajmer, Teoman‘ın da bulunduğu 28 müzisyen katılacaktı.