Ana Sayfa Blog Sayfa 910

COP15: Ormansızlaşma ve çölleşmeye karşı; ‘Kara. Hayat. Miras: Kıtlıktan refaha’

Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi’nin (UNCCD) Taraflar Konferansı’nın (COP15) on beşinci oturumu 9 ve 20 Mayıs tarih aralığında Fildişi Sahili, Abidjan’da gerçekleşti.

17 Haziran 1994 yılında Paris’te kabul edilen UNCCD, 115 ülkenin imzalamasıyla 26 Aralık 1996’da yürürlüğe girdi. Bugüne kadar 195 ülke ve Avrupa Birliği sözleşmeye taraf oldu.

‘Kara. Hayat. Miras: Kıtlıktan refaha’

UNCCD’nin iki yılda bir toplanan konferanslarından sonuncusu olan COP15’in teması, ‘Kara. Hayat. Miras: Kıtlıktan refaha’, bu gezegendeki yaşam çizgisi olan toprağın şimdiki ve gelecek nesillere fayda sağlamaya devam etmesini sağlamak için bir eylem çağrısı niteliğinde.

COP15’te dünyadaki hükümetlerden, özel sektörden, sivil toplumdan ve diğer kilit paydaşlardan liderleri bir araya getirerek en değerli varlıklardan biri olan toprağın gelecekteki sürdürülebilir yönetiminde ilerleme sağlaması amaçlandı.

Toplantılarda çok sayıda lider, arazi tahribatının nasıl sınırlandırılacağı, sürdürülebilir arazi yönetimi için fonların nasıl artırılacağı ve marjinal grupların, kadınların ve gençlerin arazi haklarının nasıl daha iyi bir noktaya getirileceği konusunda stratejiler oluşturmak üzere bir araya geldi.

Abidjan girişimi: Kuraklıkla mücadele çabasını artırma sözü

Ev sahibi ülke yeni bir restorasyon stratejisi başlattı, delegeler toplu olarak kuraklıkla mücadele çabalarını artırma sözü verdi.

Euronews’in aktardığına göre; Birleşmiş Milletler’in düzenlediği ormansızlaşma ve çölleşme sorunlarına odaklanılan konferansın organizatörü Abou Bamba, ‘İnsanların temel ihtiyacı öncelikle gıdaya erişimdir” dedi.

Arazi tahribatıyla birlikte gıda üretimi azalıyor. Bamba “Somali gibi ülkelerde eskiden çiftçi veya balıkçı olan gençlerin şimdi umutsuzlukları var, yapacak bir şeyleri yok ve Akdeniz’i geçmek istiyorlar” şeklinde sorunun boyutuna dikkat çekti.

COP15’in düzenlendiği Fildişi Sahili’nde 1960’ta bağımsızlığın kazanılmasından bu yana, doğal olarak gelişmiş orman türü olan birincil ormanların yüzde 92’si kaybedildi. Mahsul yetiştirmek için kullanılan arazinin yaklaşık yüzde 60’ı toprak bozunumundan etkileniyor.

Toprak bozunumu ve iklim değişikliği

Araştırmacılar iklim değişikliğinin küresel ve Avrupa topraklarındaki etkilerinin görülebildiğini belirtiyor. Örneğin, Avrupa Çevre Ajansı’nın (AÇA) Avrupa’da iklim değişikliği, etkileri ve hassasiyet[ii] hakkındaki 2019’da yayımlanan raporuna göre, toprak nemi 1950’li yıllardan beri Akdeniz bölgesinde önemli ölçüde azaldı ve Kuzey Avrupa’nın bazı kısımlarında da arttı. Ortalama sıcaklıklarda artış devam ettiğinden ve yağış modeli değiştiğinden raporda gelecek yıllar için de benzer etkilerin meydana geleceği tahmininde bulunulmuştu.

Buna göre; toprak nemindeki devam eden düşüş, gıda üretimi üzerindeki potansiyel dramatik etkilerle birlikte tarımdaki sulama ihtiyacını arttırabilir ve daha az verime hatta çölleşmeye bile yol açabilir.

Afrika ve gıda ithalatı

Afrika’daki birçok ülke buğday ve bitkisel yağ gibi mahsullerin ithalatı için Rusya ve Ukrayna’ya güveniyordu fakat arz kesintiye uğrayıp fiyatlar yükselince gıda güvenliği krizi daha da kötü bir noktaya geldi.

Ukrayna’daki savaşın yol açtığı gıda güvensizliği ile birleşen iklim değişikliği sonuçlarının etkisi, Afrika ülkelerinde barışı ve demokrasiyi tehdit ediyor.

196 ülke ve beş binden fazla delegenin COP15’in Abidjan’da bir araya gelmesinin nedeni olarak da bu sorunlar gösteriliyor.

Afrika’daki iklim göçü

Durumu düzeltmek ve çok sayıda insanın ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmasını önlemek için ise hala umut var. BM konferansının organizatörleri ve katılımcıları Afrika’nın toprağının restore edilmesi için yatırım yapılması durumunda Avrupa’ya gideceği düşünülen milyonlarca Afrikalının yerinden edilmeyeceğine inanıyor.

Fildişi Sahili Devlet Başkanı Alassane Ouattara, “Dünyadaki arazi tahribatı, çölleşme ve ormansızlaşma geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyor, ancak şimdi harekete geçersek bunu tersine çevirebiliriz” dedi.

Ouattara, Fildişi Sahili’nin COP15 kararları için ulusal düzeyde uygulama planı olan “Abidjan Miras Programı”nı (Abidjan Girişimi) başlattı.

Konferansta tüm ülkeler, ormanları ve arazileri eski haline getirmek, gıda üretimini artırmak, gençler için istihdam yaratmak ve kırsal kesimdeki kadınları yoksulluktan kurtarmak üzere yeni bir küresel işbirliği çerçevesi başlatılacağını belirtti.  Ayrıca ülkeler söz konusu çalışmayı finanse etmek üzere Paris İklim Anlaşması’nda verilen taahhütleri yerine getirmeye çağırıldı.

Ağaç dikme dronları, sürdürülebilir tarım ve toplumsal cinsiyet eşitliği

Fildişi Sahili, gelecek beş yıl içinde 1,4 milyar Euro’luk devasa bir arazi restorasyon projesi başlatıyor. Proje, sürdürülebilir tarıma yatırım ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için sosyal projeler ve ağaç dikme dronları gibi ileri teknoloji çözümleri kapsıyor.

Avrupa’da pek çok kişi göç konusunun bilincinde olsa da, Bamba çok az kişinin sorunun köküne inmek için gereken ortak çabanın farkında olduğuna inandığını belirtti ve ekledi:

“İklim veya çölleşme ile bağlantılı göç, hem çıkış ülkelerini hem de varış ülkelerini etkileyen bir konudur. Bu, yalnızca Afrika’nın çözemeyeceği küresel bir sorun.”

Afrika: Nüfus artışı, kıtlık ve yetersiz beslenme

Afrika Birliği Komisyonu Başkanı Moussa Faki Mahamat, nüfusun her geçen gün arttığını ve doğanın dengesinin bozulduğunu bunun da kıtlığa sebebiyet verdiğini söyleyerek Abidjan’da başlatılan girişimin bu soruna çözüm olabileceğini aktardı.

Nijer Cumhurbaşkanı Muhammed Bazoum da ekosistemdeki bozulmanın kıtlık, yetersiz beslenme, nüfusun yer değiştirmesi ve toplumsal gerginliğe neden olduğunu ifade etti.

Bazoum, Nijer nüfusunun yüzde 80’inin tarımla geçindiğini anımsatarak ekosistemdeki bozulma yüzünden rekoltenin her geçen yıl azaldığını söyledi.

‘İki yıl içinde vaatlerin uygulanıp uygulanmadığını göreceğiz’

Konferansta uzmanlar ve aktivistler ise COP15’in gerekli cesur adımlara yol açmayacağına dair endişelerini dile getirdi.

DW’nin haberine göre; Çad çevreci ve yerli hakları savunucusu Hindou Oumarou İbrahim, uygulanan tüm projelere yerel toplulukları dahil etme vaadinde ilerleme gördüğünü söyleyerek “Bu olumlu bir yön” dedi ve ekledi:

“İki yıl içinde, bir sonraki COP’tan önce ne olacağını ve vaatlerin somut bir şekilde uygulanıp uygulanmayacağını göreceğiz.”

Çadlı çevreci İbrahim, “Daha da pahalıya mal olabilecek eylemsizliğin etkilerinden kaçınmak istiyorsak BM Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi‘nin hedeflerine ulaşmak için 30 milyar dolardan fazla gerekir” dedi.

UNCCD’nin ortaklıklardan sorumlu koordinatörü Camilla Nordheim-Larsen ise 30 milyar dolarlık (28,8 milyar Euro) yatırımın 400 milyon yeni iş yaratabileceğini kaydetti.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından hazırlanan bir rapora göre Afrika, arazi tahribatına karşı özellikle savunmasız bir bölge. Afrika topraklarının yaklaşık yüzde 45’ine yayılan çölleşmeyle dünya çapında en ciddi şekilde etkilenen kıta. Kıtadaki diğer ülkeler de iklim değişikliğinin sonuçlarını uzun süredir hissediyorlar.

COP15: Türkiye’de arazi yönetimi

Son oturuma katılan ülkelerden biri de UNCCD’nin taraflarından olan Türkiye. Türkiye 11 Şubat 1998’de UNCCD’ye taraf oldu. Sözleşme;  40 maddeden oluşuyor, özelikle Afrika ülkelerindeki çölleşme sorunundan hareketle küresel düzeyde bu sorunun tespiti ve çözüm yollarının bulunması için ortak hareketi öngörüyor ve ülkeleri beş ayrı şekilde sınıflandırıyor. Türkiye, Kuzey Akdeniz Ülkeleri içerisinde yer alıyor.

Konferansta, Kuzey Akdeniz ülkeleri adına açılış konuşmasını yapan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürü Nurettin Taş, “Ulusal ölçekte arazi ve tabii kaynakların sürdürülebilir kullanılmasının sağlanması, hassas alanların belirlenmesi, beşeri ve finansal kaynakların etkin şekilde kullanılması amacıyla; Erozyon İzleme Sistemi, Ulusal Arazi Örtüsü Sınıflandırma ve İzleme Sistemi, Çölleşme Hassasiyet Modeli, Arazi Tahribatının Dengelenmesi Karar Destek Sistemi ve Toprak Organik Karbonu İzleme Sistemi kurulmuştur” diye konuştu.

“Türkiye’nin arazi bozulumuyla mücadele konusunda edindiği derslerin ölçeğini genişletmek: Avrupa ve Orta Asya‘da (ECA) arazi tahribatının dengelenmesine (LDN) genel bir bakış” başlıklı etkinliğin açış konuşmasını da yapan Taş, çölleşme, arazi tahribatı ve erozyonla mücadele konularında Türkiye’nin iş birliklerine hazır olduğunu bildirdi.

İkili görüşmeler de yapan Taş, BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (BMBÇS) Temsilcisi Jamal Annagylyjova‘yla bir araya geldi. Görüşmede, Türkiye’nin UNCCD’nin COP ve Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi’nin Uygulanmasının Gözden Geçirilmesi Komitesi (CRIC) tecrübelerinin UNCCD çalışmalarına nasıl aktarılabileceği değerlendirildi.

Piyale Madra çiziyor-33

Türkiye’nin önde gelen çizerlerinden Piyale Madra, çizgileriyle Türkiye ve dünyanın “hal ve gidişatını” yorumluyor.

BÜ’deki Onur Yürüyüşü’ne polis engeli: 30’dan fazla gözaltı var

Atanan rektör Naci İnci tarafından geçen yıl kapatılan Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Araştırmaları Kulübü’nün (BÜLGBTİA+) bugün gerçekleştireceği 9’uncu Onur Yürüyüşü’ne polis saldırdı. Öğrenciler darp edilerek ve ters kelepçe takılarak gözaltına alındı.

Onur Yürüyüşü öncesi üniversite yönetimi, Taşoda Müzik Festivali dışında hiçbir etkinliğe izin verilmeyeceğini duyurmuştu.

Dün Güney Kampüs’ün Etiler Kapısına, Taşoda Müzik Festivali gerekçe gösterilerek X-Ray cihazı yerleştirildi. Bugün de sabah saatlerinden itibaren ise kampüsün etrafı polis ve gözaltı araçları ile çevrildi; üniversiteye ana kapı dışındaki girişler kapatıldı. Ayrıca normalde her öğrenci kampüse iki misafir getirebiliyorken, bugün girişler bir misafir ile sınırlandırıldı.

17:00’de başlaması planlanan Onur Yürüyüşü için yarım saat önce öğrenciler Güney meydanda toplanmaya başladı. Sivil polisler ve özel güvenliklerin abluka altına aldığı kalabalığa, yürüyüşe izin verilmeyeceği belirtildi.

Öğrenciler, kapatılan kulüp odasına doğru yürüyüşe geçti. Basın açıklamasının ardından okula çağrılan çevik kuvvet polisleri, katılımcıların “dağılıyoruz” demesine rağmen darp ederek ve ters kelepçe takarak gözaltına almaya başladı.  BÜLGBTİA+,  sosyal medyadan yaptığı açıklamada 30’dan fazla öğrencinin gözaltına alındığını duyurdu. Gözaltına alınanların sağlık kontrolünün ardından ifade için Vatan Emniyet’e götürüleceği öğrenildi.

 

Boğaziçi direnişinde 502’inci gün: Hukuksuzca kadrolaşmış tüm isimlerin istifasını talep ediyoruz

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, direnişin 502’inci gününde, 341’inci kez rekötrlük binasına sırtını döndü.

Nöbette akademisyenler, basının hala alınmadığı, çevresinde polisin ağır silahlarla devriye gezdiği, her köşesinin kameralarla, özel güvenlik güçleri ve sivil polislerce denetlenmeye çalışıldığı, girişlerine yüksek demir parmaklıkların yerleştirildiği kampüsten seslendi.

Üniversitedeki gayrimeşru ve yıkıcı müdahalelere karşı başlatılan, özgür, özerk ve demokratik üniversite idealine odaklı hak mücadelesinin 500’üncü gününde tüm bileşenlerin geniş katılımıyla gerçekleşen öğlen nöbetinin ardından Fikret Adaman’ın açık dersine katılmıştı. Ardından, üniversitenin üst yönetim kadrolarında yer almış akademisyenler açıklamalar yapmıştı.

İlgili haber: Boğaziçi’nde direnişin 500’üncü günü!

Bugün akademisyenler, üniversitenin akademik yapısını, işleyişini ve kurumsal kimliğini temelden değiştirmeyi hedefleyen 11 Mayıs senatosu kararlarına değinerek şu açıklamaları yaptı:

Bölüm ve fakülteler bilgilendirilmeden, üniversite iradesi hiçe sayılarak, dışarıdan getirilmiş, Boğaziçi Üniversitesinde kadrosu dahi olmayan kişilerin imzasıyla kurumumuza dayatılan bu hayati kararların içeriğini ve olası sonuçlarını yeniden vurgulamak isteriz:

11 Mayıs senatosunda gayrimeşru mükerrer oylar yardımıyla ve kuruma yabancı, taşıma kadroların oluşturduğu çoğunluk aracılığıyla, üniversitemizin akademik yönetişim ilkelerine büyük hasarlar veren, siyasi kadrolaşmanın önünü açan kararlar alındı. Atama ve yükseltme kriterlerinde; üniversite istihdam süreçlerinde ve üniversite kurullarına dair toplantı usul ve esaslarında kapsamlı değişiklikler yapıldı.

Kurum iradesine yapılmış bir darbe

“Aynı oturumda, bir Üniversite Yönetim Kurulu üyesi, görev süresi dolmadan, hakkında herhangi bir soruşturma veya komisyon incelemesi yürütülmeden, keyfî, mesnetsiz ve hukuk dışı bir kararla görevinden alındı. Bu sayede Naci İnci yönetimi, bu üst idari kurulda üniversite iradesi ve ilkelerini temsil eden bir oydan daha kurtulmuş oldu.

Bu kararlarla kayyım yönetimi, önceki dönemlerde Yükseköğretim Kanunu çerçevesinde tanımlanmış ve meşru senatomuz tarafından kabul edilmiş temel akademik ilkeleri yok saydığını, Boğaziçi Üniversitesinin katılımcı ve demokratik yönetişim modelini lağvetmeyi amaçladığını ve liyakat esaslı, şeffaf istihdam süreçlerine son vereceğini kesin ve nihaî olarak ilan etmiş oldu.

Tekrar ediyoruz: Üniversiteyi temsil etmekten uzak olan senatonun bu girişimi, yerleştirilmiş kadroların vesayeti üzerinden kurum iradesine karşı yapılmış bir darbe hükmündedir.

Vasatlaştırma ve değersizleştirme hedefleniyor

“Gayrimeşru çoğunluğun aldığı bu kararlarla, kayırmacılığın ve siyasi kadrolaşmanın önünün açılması, Boğaziçi Üniversitesinin nitelikli bir kamu üniversitesi olma özelliğinin yok edilerek vasatlaştırılması ve değersizleştirilmesi hedeflenmekte.

51 yıllık emekle Türkiyenin ve dünyanın seçkin araştırma üniversitelerinden biri olmayı başarmış Boğaziçi Üniversitesinin vasıfsız kadrolara açılması, keyfî, merkeziyetçi ve otoriter bir idari çerçeveye hapsedilmesi, ülkemizdeki başarılı öğrencilerin nitelikli eğitim haklarının ellerinden alınmasıyla sonuçlanacak, ağır kamu zararına yol açacak kasıtlı ve can alıcı bir müdahaledir.

Gayrimeşru uygulamalar derhal sona ersin

“Eylemlerimiz, yükseköğretimin geleceği konusundaki çalışmalarımız ve hukuk mücadelemiz üzerinden dile getirdiğimiz talepler, kurumumuza has, özel veya ayrıcalıklı bir konum beklentisi içermiyor.

Talebimiz, tüm Türkiye üniversiteleri için anayasamızca garanti altına alınmış akademik özerklik prensipleri çerçevesinde, şeffaflık ve hesap verebilirlik esaslarına dayalı demokratik bir idari düzenin tesis edilmesi, akademik liyakat ve mükemmeliyet prensiplerine uygun bir yükseköğretim modelinin geliştirilmesidir.

Her hafta olduğu gibi süregiden hukuksuzluklara dair yaptığımız çağrımızı yineliyoruz:

Üniversitedeki gayrimeşru uygulamalar bir an önce sona ermelidir. Üniversitemizdeki tüm fakülte dekanları, enstitü müdürleri ve yüksek okul müdürü seçimle göreve gelmeli ve seçilmiş kurullarla denetlenebilmelidir.

Şeffaf ve demokratik yollardan belirlediğimiz ve haksızca işlerine son verilen dekanlarımız bir an önce görevlerine iade edilmelidir. Atama ve yükseltme kriterleri hiçe sayılarak, bölüm ve fakültelerin onayı alınmadan, tepeden inme kararlarla yapılan tüm atamalar gayrimeşrudur, geri alınmalıdır.

İşlevsizleştirilen Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi ve Cinsel Tacizi Önleme Koordinatörlüğü işinin ehli çalışanlarıyla birlikte bir an önce tekrar faal hâle getirilmelidir.

Naci İnci ve yönetimi ile bugüne kadar hukuksuzca kadrolaşmış tüm isimlerin istifasını talep ediyoruz.

Fakülte ve bölüm kararları yok sayılarak işine son verilen ve dersleri iptal edilen meslektaşlarımızın haksızca uzaklaştırıldıkları işlerine iade edilmelerini, ayrıca öğrencilerimiz, akademik ve idari personelimiz hakkında mesnetsiz gerekçelerle açılmış tüm disiplin soruşturmalarının geri alınmasını bir kez daha talep ediyoruz.

Üniversitemizi yılmadan ve kararlılıkla savunmaya devam edeceğiz. Türkiye’de özgür, özerk ve katılımcı ilkelere dayalı bir üniversite ideali gerçekleşene kadar,

Kabul Etmiyoruz, Vazgeçmiyoruz.”

‘Tuz Gölü bölgesindeki kaçak kuyular geleceği kurutuyor’

Aksaray, Ankara ve Konya sınırlarındaki, Türkiye‘nin ikinci büyük gölü olan Tuz Gölü havzasında son iki  ayda Jandarma’ya bağlı Çevre, Doğa ve Hayvanları Koruma Timi, dokuz kaçak sondaj yapan kişileri yakalayıp, para cezası yazarak sondajı sonlandırdı. Tuz Gölü, su çıkışı olmadığı için ‘kapalı göl’ özelliği taşıyor. Ülkenin tuz ihtiyacının büyük oranda karşılandığı gölde, çoğu flamingo olan kuşların göç yolunda bulunmasından dolayı birçok kuş türü ilkbahar ve yaz aylarında konaklıyor.

100 bine yakın kaçak kuyu var

DHA’ya konuşan jeoloji yüksek mühendisi Nurcan Özdemir, baharın gelmesiyle birlikte göl havzasında açılan kaçak kuyuların arttığı uyarısı yaptı. Havzada 12 yıldır kuyu açılmasının yasak olduğunu hatırlatan Özdemir, “Son yağışlarla gölde su seviyesi yükseldi ve flamingolarımız tekrardan geldi. Bu su seviyesini korumamız lazım. Göldeki  su seviyenin düşmemesi için kontrollü sulama yapılması gerekiyor. Aksaray, Konya ile Karaman’da 100 bine yakın kaçak kuyu var. Bunların belgelendirilip, kontrollü su verilmesinin sağlanması gerekir” dedi.

Bölgeden su çıkarılması için 300 metre sondaj yapıldığını belirten Özdemir şöyle konuştu:

“Çiftçiler, kaçak kuyulardan istedikleri kadar ve istedikleri zaman su çekiyor. Burası özel koruma bölgesi, yaz geldiğinde bu nedenle su seviyesi yine düşecek ve göl tekrar kuruyacak. Bölgeden su alabilmek için 250 -300 metreye kadar yer altına iniliyor. 20 yıl önce 70-80 metre idi. 20 yıl sonrasını ise  düşünemiyorum”

Çifçilerin su anda ektiği gibi yonca, ay çekirdeği, şeker pancarı ve mısır yerine az su isteyen, bölgeye uygun arpa, buğday, kanola gibi ürünlere yönlendirilmesi gerektiğini kaydeden Özdemir, “Konya havzası Türkiye’de ilk çölleşmeye başlayacak havzalardan.  Yarınımızı değil, torunlarımızın geleceğini düşünmemiz lazım. Buradaki kaçak kuyular geleceğimizi kurutuyor.  Topraklar şimdiden çatlamaya başlamış” dedi.

 

Araştırma: Yunuslar, seksten ‘dev’ klitorisleri sayesinde zevk alıyor

Son araştırma, yuusların “büyük” klitorisleri sayesinde seks yaparken zevk aldıklarını doğruladı. Şimdiye kadar bilim insanları, yunusların, diğer tüm memeli dişiler gibi klitorise sahip olduklarını biliyorlardı ancak zevk alıp almadıklarından emin olunamamıştı.

ABD’deki Mount Holyoke Koleji‘nden Patricia Brennan, Current Biology dergisinde yayınlanan en son araştırmaya öncülük etti ve yunus klitorisinin gerçekten işlevsel olduğunu buldu.

Çalışmanın sonucunda, “Yunusların klitorisi iyi gelişmiş erektil boşluklara sahiptir, dokunsal uyarıya oldukça duyarlıdır ve muhtemelen işlevseldir” denildi.

Yunusların, kendi dışındaki tür yunuslarla hem heteroseksüel hem de eşcinsel çiftleşme yaşadıkları ve hatta mastürbasyon yaptıkları da biliniyordu.

Euronews‘in haberine göre Brennan, doğal nedenlerle ölen şişe burunlu yunuslardan alınan örnekleri inceleyerek klitoral vücudun altındaki erektil dokunun bir “S” şekli oluşturduğunu keşfetti.

Bu eğri, dokunun, insanlarda olduğu gibi uyarılma üzerine geliştiğine ve hazzı sağladığına işaret ediyor.

New Scientist’e verdiği röportajda Brennan, çalışmayı şöyle anlatıyor:

“Yunusların çok sayıda kıvrım içeren çok karmaşık vajinaları vardır. Hipotez, bu kıvrımların,çiftleşme sırasında sperm için öldürücü olabilecek tuzlu suyu dışarıda bırakmak için orada olduğuydu. Ancak hiç kimse bu kıvrımları gerçekten incelememiş veya orgazm fikrini test etmeye çalışmamıştı.”

“Vajinaları incelediğimizde bu klitorislere baktım ve hayretler içinde kaldım: ‘Aman Tanrım, bunlar oldukça büyük ve iyi gelişmiş klitorisler!”

Yunus klitorisi, vajinal girişte bulunuyor. Bir üst başlığı, bir klitoris başı (dış kısım), klitoral gövdesi ve crura’sı (dallanan kollar) varve dokusu, ,nsanlarda olduğu gibi kırışık yapıda.

Araştırmalar, dokunun da çok sayıda sinir ucuna sahip olduğunu gösterdi.

İnsanda da hayvanda da dişi orgazmı göz ardı ediliyor

Hayvan vajinaları biyolojik araştırmalarda büyük ölçüde göz ardı edildiğinden, bu bulgu özellikle aydınlatıcı.

2014 yılında National Geographic, ‘Tüm hayvanlara dair vajina araştırmaları nerede?’ sorusunu sormuştu.

Araştırma makalesinde şöyle deniyor:

“Evrimsel biyolojiye de sızan cinsiyet klişeleri nedeniyle erkek cinsel organları hala daha fazla dikkat çekiyor. Uzun bir süre araştırmacılar, erkeklerin cinsiyette baskın bir rol oynadığına, kadınların ise daha pasif olduğuna inanıyorlardı.”

Vajinaların yanı sıra, klitorisler daha da az araştırılıyor. İnsan klitorisi üzerinde dahi ayrıntılı anatomik araştırmalar ancak son yirmi yılda ortaya çıktı. Klitorisin ilk kapsamlı çalışması Profesör Helen O’Connell tarafından yönetildi ve 1998’de yayınlandı. 2005’te başka bir çalışmada klitoris, MRI altında incelendi.

Ağırlıklı olarak erkeklerden oluşan bilim camiası, her zaman kadın orgazmını anlamak için mücadele etti. Dolayısıyla Brennan’ın yunuslara dair çalışması, bu alanda da yardımcı olabilir ve cinsel hazzın filogenetik tarihini anlamak kadın orgazmının rolünü aydınlatabilir.

Seks sırasında zevk alan başka hayvanlar var mı?

Çiftleşmenin birincil işlevi üremek olduğundan, doğanın dişileri seks sırasında zevkli bir deneyimle ödüllendirmesi, daha fazla üremeye teşvik etmek için mantıklı olacaktır.

Yine de sadece bir avuç hayvanın seksten zevk aldığı düşünülüyor.

Bonobolar, hamileyken veya emzirirken, şimdiye kadar anlaşıldığı kadarıyla sadece eğlenmek için seks yapıyor. “Gezegendeki en rastgele insan-dışı tür” olarak tanımlanan bu canlıların cinsel davranışlarının yüzde 75’inin tamamen zevk için olduğu düşünülüyor.

Kısa burunlu meyve yarasalarının cinsel ilişkiyi uzatmak için oral seks yaptığı sanılıyor. Ancak bunun evrimsel nedenlerle mi, yoksa zevk için mi olduğuna dair tartışmalar var.

Üremey doğrudan bir faydası olmadığı halde seks sırasında zevk aldığı bilinen diğer tek hayvan, orgazm olduğu gözlemlenen dişi Japon makak maymunu.

Makak türleri, goriller gibi diğer primat türler aynı zamanda daha uzun süren çiftleşmeye sahip olma eğiliminde.

17 ilde 7 milyon metrekare değerli arazi özelleştirme kapsamına alındı

Mülkiyeti Hazine, Elektrik Üretim AŞ (EÜAŞ) ve Türkiye Elektrik İletim AŞ (TEİAŞ) adına kayıtlı toplam 243 taşınmaz, dün (19 Mayıs) özelleştirme kapsamına alındı. Cumhurbaşkanı kararı gereği, Akyaka, Datça, Bodrum, Çeşme, Alaçatı, Didim, Ayvalık, Antalya gibi Akdeniz ve Ege sahillerindeki cennet arazilerin yanı sıra İstanbul Kemerburgaz ve Ankara Çayyolu‘ndaki  çok değerli taşınmazlar satılacak ya da kiralanabilecek.

Mülkiyeti Maliye Hazinesi Adına Kayıtlı Olan Taşınmazların ve Hisselerin Özelleştirme Kapsam ve Programına Alınması, Özelleştirilmesi, Özelleştirme İşlemlerinin 31/12/2025 Tarihine Kadar Tamamlanması Hakkındaki 5591 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı bugünkü Resmi Gazete‘de yayınlandı.

Buna göre, Maliye Hazinesi’ndeki 239, EÜAŞ ile TEİAŞ’e ait de ikişer olmak üzere 17 ilde bulunan toplam 243 taşınmaz özelleştirme kapsamına alındı. Özelleştirme kapsamında işlemler en geç 2025 yılına ne kadar tamamlanacak.

Özelleştirme kapsamında en fazla taşınmaz Gaziantep’te yer aldı. Onu İstanbul, İzmir ve Muğla takip etti. Özelleştirme kapsamına alınan taşınmazların illere göre dağılımı şöyle:

Adana’da 1, Afyonkarahisar’da 11, Ankara’da 16, Antalya’da 8, Aydın’da 2, Balıkesir’de 5, Bursa’da 3, Çanakkale’de 1, Diyarbakır’da 2, Gaziantep’te 62, İstanbul’da 44, İzmir’de 14, Kayseri’de 44, Kocaeli’de 3, Konya’da 2, Malatya’da 1, Muğla’da 24.”

Filiz Pehlivan: Özelleştirilme kararı alınan toplam alan 7.8 milyon metrekare; arazilerin tamamına yakını boş arsalar ve ticari değerleri oldukça yüksek

Didim’de özelleştirilecek dev alan, sahil boyunca uzanıyor. 

Ankara’da 1.86 milyon m² (1,865,731 m²)’lik bir özelleştirme söz konusu. Çankaya Alacaatlı ve Çayyolu bölgesindeki alanlar ticari ve değeri yüksek site komşuları ile dikkat çekiyor.

Balıkesir’den de birkaç örnek araziye bakarsak denize komşu alanları görebiliyoruz. Balıkesir Ayvalık Küçükköy 355 Ada- 29 Parsel: 172 bin m² (172,467 m²). Balıkesir Ayvalık Küçükköy 365/21 ‘deki arazinin alanı ise 33 bin m² (33,799 m²).

İzmir Çeşme Alaçatı’da 356/24’de yer alan 93 bin m² (93,491 m²)’lik bir alan da listede yer alıyor.

Muğla Bodrum’dan Geriş 212 Ada /106 Parsel, 19 bin m² (19,830 m²).

Datça Kızlan 260/1. Alanı 34 bin m² (34,523 m²).”

Marmara Denizi’ne +1 nefes için mercan aşılanıyor

Marmara Denizi’nde, su altı yaşamında kritik öneme sahip mercan türlerinin korunması için Denize +1 Nefes projesi hayata geçirildi.

İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nur Eda Topçu danışmanlığında, Deniz Yaşamını Koruma Derneği‘nin yürüttüğü proje kapsamında mercanlar aşılama yoluyla, korunması gereken hassas alan ilan edilen Tavşan Adası açıklarına nakledilecek ve yeni mercan bahçeleri oluşturulacak.

Bilim insanları, denizlerin yeryüzündeki oksijenin büyük bir bölümünü üreten organizmalara ve denizlerdeki canlıların yaklaşık %25’ine ev sahipliği yapan mercan resiflerinin, son yıllarda iklim değişikliği, aşırı avlanma, çevre ve okyanusların kirlenmesi nedeniyle tehdit altında olduğunu belirtiyor. Küresel Mercan Resifi İzleme Ağı’nın dünya çapındaki mercan resiflerini inceleyen güncel bir çalışmasında 2008-2019 yıllarında iklim değişikliği nedeniyle mercanların %14’ünün yok olduğu belirlendi. Global Ecology and Biogeography dergisinde yayımlanan araştırmaya göre ise bugün dünya üzerindeki 845 mercan türünün yaklaşık üçte birinin yaşamı tehlike altında.

Anadolu Efes’in desteklediği proje de  Marmara Denizi’ndeki mercan popülasyonunu ve biyoçeşitliliği artırmayı hedefliyor.

Denize nakli yapılan sarı gorgon türü mercanlar, Akdeniz’de 1999 yılından beri periyodik olarak sıcaklık anomalilerine bağlı olarak toplu ölümlere maruz kalıyor. Uluslarararası Doğa Koruma Birliği’ne (IUCN) göre bu tür, Akdeniz’de tehdide açık türlerden biri olarak değerlendiriliyor. Marmara Denizi bu mercan türleri için bir vaha niteliği taşıyor.

Sarı gorgonlar, Marmara Denizi’nin özel akıntı yapısı sayesinde sıcaklık değişimlerinden korunabiliyorlar. Ancak bu türün Marmara’daki devamlılığının sağlanması için insan kaynaklı tehditlerden uzaklaşması ve  burada biyoçeşitliliğin devamını amaçlayan çalışmaların çoğaltılması gerekiyor. Proje kapsamında mercan nakilleriyle biyoçeşitliliğin desteklenmesi, doğal ortamından kopmuş mercanların yaşama döndürülmesi amaçlanıyor.

Tavşan Adası’na mercan nakli başarılı oldu

Projenin detayları, İstanbul’da Tavşan Adası açıklarında yapılan bir etkinlikte basınla paylaşıldı.

Sarı gorgonlar, denizdeki sıcak değişimlerine en dayanıklı türlerden.

Deniz Yaşamanı Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Volkan Narcı projeyle ilgili şu bilgileri verdi:

“İstanbul Üniversitesi ve TÜBİTAK desteği ile 2017 yılından bu yana Tavşan Adası açıklarında mercan nakilleri yapıyoruz. Dünya genelinde bu kapsamda yürütülen çalışmalarda başarı oranları %20-25 iken biz %70-80 oranında başarıya ulaştık. Önemli olan sadece bu orana ulaşmak değil, bu başarı ve yaşamı sürekli olarak desteklemek. Bu kapsamda da Tavşan Adası, geçen yıl ‘korunması gereken hassas alan’ ilan edildi. Biz de bölgede hayalet ağların temizlenmesi, sürdürülebilirlik, sanat-deniz temalı etkinlikler, yazılı-görsel kaynak ve veriler oluşturmak, koruma alanı ve Marmara Denizi’nin devamlılığı için izleme, koruma istasyonu gibi çalışmalarımızla bu kararı destekleyecek faaliyetlerde bulunuyoruz. Ayrıca önümüzdeki dönemde, Tavşan Adası üstüne ve su altına kurulacak kameralarla bu alanın sürekli kontrolüne yönelik izlemeler de yapacağız. ”

Anadolu Efes Türkiye Genel Müdürü Onur Altürk ise şöyle konuştu: “Aldığımız her üç nefesten ikisi için denizlerimize teşekkür borçluyuz. Zengin bir su altı yaşamına ve biyoçeşitliliğine sahip olan Marmara Deniz’inde ekosistemi korumak ve potansiyelini geliştirmek bu bağlamda çok önemli. Su altının yağmur ormanları olan mercan resiflerinin tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de korunması büyük önem taşıyor. Biz de Anadolu Efes olarak maviyi seviyoruz ve maviyi korumak için yapılan çalışmalara katkı sunmaktan mutluluk duyuyoruz.”

Mercan ekimi nasıl yapılıyor?

Dalgıçlar, mercan resiflerinin bulunduğu noktalara inerek düşen, kopan ya da zarar gören mercan parçalarını topluyor ve bunları en alt katmandan aldıkları  suyla dolu kavanozlara koyuyor. Ardından bu kavanozlar, dalgıçlar tarafından tekneye çıkarılarak burada 15 derecelik ısıyı korumak için özel dolaplarda muhafaza ediliyor.

Toplanan mercan parçaları Tavşan Adası etrafından belirlenen noktalara yerleştiriliyor. Mercanlar, özel ve doğa dostu bir macunla nakil öncesinde temizlenen kayalara sabitleniyor.

Nakil sonrasında dalgıçlar, periyodik kontroller için bölgede 15 günde bir gözlem dalışı yapıyor.

Sualtındaki habitat ve yaşam oluşumu için anahtar bir tür olan ve denizlerin “yağmur ormanı” olarak bilinen mercan resifleri, binlerce balık türü ve oksijen üretimi yapan organizmaya barınak, üreme, sığınma ve besin alanı olmasının yanı sıra, karasal ekosisteme de katkıları bulunuyor.

Küresel ısınmanın en çok zarar verdiği iki habitattan biri olarak yağmur ormanlarının yanı sıra mercan resifleri gösteriliyor.

İlgili haber: https://yesilgazete.org/kuresel-isinma-mercanlari-vurmaya-devam-ediyor-buyuk-resifin-yuzde-91i-agardi/

 

2022’nin en iyi Samanyolu fotoğrafları belli oldu

Seyahat blogu Capture the Atlas tarafından belirlenen Yılın Samanyolu Galaksisi fotoğrafları belli oldu.

Samanyolu mevsimi kuzey yarım kürede şubat- ekim ayları arasında; güney yarım kürede ocak-kasım ayları arasında değişmektedir.

Güneş sistemimiz, Samanyolu’nun düzlemine yakın konumdadır. Böylece Samanyolu, gece gökyüzünü iki eşit parçaya bölüyormuş gibi gözükür.

Samanyolu’nun sahip olduğu kütlenin büyük kısmının, doğası hâlâ bilinmeyen gizemli “karanlık madde” olduğuna inanılıyor.

Yapay zeka, X-Ray görüntülerinden insanların ırkını tahmin edebilir mi, riskleri neler?

Yapay zekaya dayalı öğrenme modelleri ve uygulamaların, bir insanın ırkının yalnızca X-ışınlarından tanımlayabildiği ortaya çıktı. Aynı görüntülere bakan bir insan doktor için bu imkansız.

Bulgular, yapay zekanın tıbbi teşhis, değerlendirme ve tedavideki rolü hakkında bazı rahatsız edici soruları gündeme getiriyor: Bilgisayar yazılımı bunun gibi görüntüleri incelerken, istemeden de olsa ırksal önyargıları da  teşhis ve tedaviye yansıtabilir mi?

ABD, Kanada ve Tayvan’dan uluslararası bir sağlık araştırmacıları ekibi, hastanın ırkı ayrıntılarıyla etiketlenmiş yüz binlerce mevcut X-ray görüntüsünü kullanarak  yapay zekayla çalışan (AI) algoritmalarını “eğittikten” sonra bilgisayar yazılımının sahip olmadığı, yani ırksal verilerin gizlendiği  X-ray görüntüleri üzerinde sistemlerini test etti.

Yüzde 90 oranında doğru tahmin

AI taramalarının aynı yaşta ve aynı cinsiyetten kişilerden alındığında bile, bu görüntülerde hastanın bildirilen ırksal kimliğini şaşırtıcı bir doğrulukla tahmin edebildiği ortaya çıktı. Yazılım, bazı görüntülerde yüzde 90 oranında doğru tahminde bulundu.

Araştırmacılar, yayımladıkları makalelerinde “AI’nın bir hastanın ırksal kimliğini tıbbi görüntülerden tanıma yeteneğinin kapsamlı bir değerlendirmesini yapmayı hedefledik” diye yazdı: “Böylece standart AI derin öğrenme modellerinin, harici doğrulama koşulları altında sürdürülen çoklu görüntüleme yöntemlerinde yüksek performansla tıbbi görüntülerden yarışı tahmin etmek için eğitilebileceğini gösteriyoruz.”

Araştırma , X-ışını görüntülerinin yapay zeka taramalarının Siyahlardaki hastalık belirtilerini gözden kaçırma olasılığının daha yüksek olduğunu bulan önceki bir çalışmanın sonuçlarını yansıtıyor.

Yapay zeka, doğası gereği, verilerdeki kalıpları hızlı bir şekilde tespit etmek için insan düşüncesini taklit ediyor. Ancak bu aynı zamanda istemeden aynı türden önyargılara yenik düşebileceği anlamına da geliyor.

Bilim insanları AI sisteminin, en azından yüzeyde, bu tür bilgileri içermeyen görüntülerden ırkı tanımlamada neden bu kadar iyi olduğunu henüz çözebilmiş değiller. Örneğin kemik yoğunluğuyla ilgili ipuçlarını ortadan kaldırarak veya vücudun küçük bir bölümüne odaklanarak sınırlı bilgi sağlandığında bile, modeller dosyada bildirilen teşhisi tahmin etmede şaşırtıcı derecede iyi performans gösterdi.

Melanin olabilir mi?

Sistemin, cilde rengini veren pigment olan melanin belirtileri bulmasının olası olabileceği düşünülüyor.

Araştırmacılar, “Yapay zekanın, genellikle klinik uzmanların yapamadığı durumlarda, bozuk, kırpılmış ve gürültülü tıbbi görüntülerden bile, ırkı doğru bir şekilde tahmin edebildiğini bulmamız, tıbbi görüntülemedeki tüm model dağıtımları için çok büyük bir risk oluşturuyor” diyor .

Çalışma, yapay zeka sistemlerinin, ister ırkçılık, ister cinsiyetçilik veya başka bir şey olsun, insanların önyargılarını yansıtabileceğine dair giderek artan bir kanıt yığınına katkıda bulunuyor. Bu, hastalık tespit tekniklerinden iklim değişikliği modellerine kadar pek çok yerde,  insanlardan çok daha hızlı bir şekilde çok daha fazla veri elde etmek için yapay zekanın güçlü potansiyeline karşı dengelenmesi gereken bir sorun olarak ortaya çıkıyor.

Çalışmada henüz yanıtlanmamış pek çok soru var, ancak şimdilik, yapay zeka sistemlerinde ırksal yanlılığın ortaya çıkma potansiyelinin farkında olmak önemli bulunuyor.

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden araştırmacı bilim insanı Leo Anthony Celi, Boston Globe’a “Belki bu çalışmalara biraz ara vermemiz gerekiyordur. Algoritmaları hastanelere ve kliniklere getirmekte acele edemeyiz, ta ki onların ırkçı veya cinsiyetçi kararlar almadıklarından emin olana kadar” dedi.