Ana Sayfa Blog Sayfa 891

‘Altılı masa’dan seçim güvenliği deklarasyonu: Trafoya kedi girerse sayım durdurulacak

‘Altılı masa’da yer alan siyasi partilerin temsilcilerinden oluşan Seçim Güvenliği Komisyonu raporunu basın toplantısı ile kamuoyuna açıkladı. Komisyon adına açıklamayı yapan İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Şenol Sunat, adalet ve içişleri bakanlarına seçim güvenliğini sağlama çağrısı yaptı. 

CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Şenol Sunat, DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı İdris Şahin, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ayhan Sevfer Üstün, Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı İlay Aksoy ve Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hasan Bitmez bugün bir basın toplantısı düzenledi.

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Sunat, Türkiye genelinde seçmen sayısı değişimini ve vatandaşlık kazananları düzenli olarak kontrol ve takip ettiklerini söyledi. Olağan dışı seçmen kaydı görünen haneleri bizzat yerinde kontrol ettiklerini vurgulayan Sunat, seçim güvenliğini tehdit edecek düzeyde tespit olması halinde gerekli işlemleri yapacaklarını ve bunu kamuoyuyla da paylaşacaklarını kaydetti.

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Şenol Sunat

Sunat, adalet ve içişleri bakanlıklarını da seçim güvenliği için gerekli önlemleri almaya çağırdı:

“Görevlerini yasalarımıza ve hukuka uygun yapmaları için buradan içişleri ve adalet bakanını uyarıyoruz. Seçimin yönetim ve güvenliğinden sorumlu olup devletin memurluğu vasfını layıkıyla yerine getiren, şerefli ve adil kamu personelini takdir ediyor, kapı kulluğuna meraklı, kraldan çok kralcı, sarayın memurlarını uyarıyoruz.”

‘Elektrik kesilirse sayımı durduracağız’

CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı da gazetecilerin sorusu üzerine, seçim günü “elektrik kesintisi olması” halinde sayımı durduracaklarını söyledi:

“6 siyasi parti olarak iş birliği yapıyor olmamızın nedenlerinden birisi hukuki süreçleri beraber yürütmek, o gün oylama bittikten sonra sayım aşamasında ve oylama süresinde ortaya çıkabilecek, öngörülemeyen- trafoya kedi girmesi gibi- meselelere dair önlem alabilmek. Var sayalım ki bir seçim alanında elektrik kesintisi oldu ve jeneratör imkânı yok. Orada sayımı durduracağız.”

Salıcı, “Hukuk dışı yöntemlere karşı nasıl önlemler alacaksınız?” sorusu üzerine ise şu yanıtı verdi:

“İktidarın el değiştireceğini, seçim sürecine girdiğini görüyoruz. Bu süreçte seçimin sonuçlarının tartışma içinde olmaması için çalışma yapıyoruz. Sadece kendi oyumuzu korumak peşinde değiliz, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne verilen oylar varsa onun da sandığa girdiği gibi çıkması peşindeyiz. Türkiye’deki seçimi tartışmalı hale getirmek isteyen yapılar, adı SADAT olur başka bir şey olur, mafya örgütleri olur, adını bildiğimiz bilmediğimiz başka yapılar olur, ayaklarını denk alsınlar. Türkiye onların cirit atacağı bir ülke değil.”

İYİ Parti

Ortak altyapı oluşturulacak

Raporda, muhalefetin seçim güvenliğine ilişkin yol haritası da belirlendi. Buna göre, altı siyasi parti, seçmen kütüklerinin oluşumu ve paylaşımı, sandık başı işlemlerinin takibini yapacak kadroların belirlenmesi, seçim altyapısı, bilgi paylaşımı, bütün kurul üyeleri, temsilci ve müşahitlerin eğitimi, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) temsilcilerinin kurulda toplantı günü hazır bulunması, avukat/hukukçuların belirlenmesi, yurtdışı seçmenlerine yönelik çalışmalar, sivil toplum ve gönüllülerle işbirliği ve seçim mevzuatı alanlarında işbirliği yapacak.

Siyasi partiler avukat/hukukçu görevlendirecek. Sivil toplum ve gönüllülerle iş birliği konusunda her siyasi parti kendi görüşmelerini yapacak. Sandık görevlileri, müşahitleri, sandık alanı (okul/bina/kat) sorumluları ve teşkilatları aracılığıyla sandıklardan ıslak imzalı sandık sonuç tutanaklarını temin edecek.

Sandık sonuçlarının ve tutanakların saklanacağı teknik altyapı oluşturma konusunda siyasi partiler iş birliği yapacak.

Koordineli mitingler

Komisyon, seçim takviminin açıklanması sonrası yapılacak işler kapsamında, propaganda ve mitinglerin daha etkin ve verimli olması için de işbirliği yapacak. Bu kapsamda, her siyasi parti seçim sürecinde düzenleyeceği miting, toplantı gibi faaliyetlerine ilişkin diğer partileri bilgilendirecek.

Raporda buna gerekçe olarak “propaganda alanlarının altı siyasi parti tarafından daha etkili kullanabilmesi” gösterildi.

Önceki seçimlerde yürütülen propaganda faaliyetlerinin eşit ve adil koşullarda gerçekleşmediği, medya, miting alanı, reklam panolarının kullanımı konularında iktidarın adil olmayan bir tutum sergilediği savunulan raporda, bu konuda yapılacaklar şöyle ifade edildi:

“Seçim yasakları ihlallerinin engellenmesi/yasak propaganda -kamu gücünün ve bürokrasinin kullanılmasının engellenmesi- TRT, Anadolu Ajansı, Basın İlan Kurumu, RTÜK gibi kuruluşların hukuka aykırı yayınları ve müdahaleleri konularında siyasi parti yöneticileri, il/ilçe seçim kurulu üye ve temsilcileri ile YSK temsilcileri paylaşım ve işbirliği içinde hareket edecektir.”

Tüm il ve ilçelerde, mülki idare amirlerinin yapacakları seçim güvenliği toplantılarına da altı siyasi parti temsilcisi katılacak.

Usulsüz işlemlere müdahale edilecek

Seçil günü yapılacak işler ise, sandık oluşumunun takibi, sandık başı işlemlerini takibi ve seçmenin oy kullanmasının teşviki, kolaylaştırılması başlıklarından oluştu.

Bu kapsamda her siyasi parti sandık kurulu üyeleri, temsilcileri ve il/ilçe seçim kurulu üye ve temsilcilerinin zamanında görev yerinde olması sağlanacak. Partiler koordine halinde olacak ve zorunlu görev değişimlerinde, yerine yeni görevlendirme yapılacak.

Her siyasi parti usulsüz işlemler, mükerrer oy kullanma, “kamu gücünü kullanarak manipülasyonlar” yapılması ve seçmen iradesini etkileyecek ihlallere ilişkin itiraz ve şikayet yollarını vakit kaybetmeden kullanacak.

Seçmenin oy kullanmasının teşviki ve kolaylaştırılması için yardıma ihtiyacı olan veya oy kullanma yerine ulaşamayan seçmenlere, parti ayrımı gözetmeksizin destek sağlanacak.

İtirazlar…

Seçim sonrası yapılacak çalışmalar ise itiraz süreçlerini ve itirazların takibi, ıslak imzalı sandık sonuç tutanağının alınması ve yetkili birime iletilmesi, oy torbasının ilçe seçim kuruluna ulaştırılması, ilçe seçim kurullarındaki birleştirme işlemlerini takibi, il seçim kurullarındaki birleştirme işlemlerinin takibi, sandık sonuçlarının merkeze iletilmesi ve YSK tarafından resmi seçim sonuçlarının ilanına kadar ortak hareket edilmesi başlıklarından oluşuyor.

Islak imzalı sandık sonuç tutanakları, altı partinin görebileceği şekilde her partinin kendi sisteminde dijital olarak paylaşılacak. Oy torbalarının ilçe seçim kuruluna ulaştırılması sırasındaki ve sandık sonuçlarının YSK’nın resmi sitesine girişi sırasında yapılacak usulsüzlüklere itiraz edilecek.

[Ankara’nın iklim gündemi- 3] Gelecek Partisi: Ne Kanal İstanbul’a ne de zeytin ağaçlarının kesilmesine izin vereceğiz

Röportaj: Hilal KÖYLÜ

*

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “inadına yapacağız” dediği AKP’nin “çılgın projesi” Kanal İstanbul’a muhalefetten ve sivil toplum örgütlerinden tepkiler sürüyor. İstanbul Boğazı’na alternatif bir geçiş güzergahı olarak planlanan projeyi “Türkiye’yi batırma projesi” olarak tanımlayan Gelecek Partisi, Kanal İstanbul’u Türkiye’nin en büyük çevre sorunu olarak öne çıkan “plansız ve kuralsız yaşam”ı daha da büyüteceğinden endişe ediyor.

AKP’den koparak Gelecek Partisi’ni kuran Ahmet Davutoğlu, iktidarın iklim ve çevre politikalarına eleştirilerini gündemde tutmak için partisi bünyesinde Çevre ve Şehircilik Politikaları İzleme Kurulu kurmuştu. Kurul Başkanı Cesim Gökçe, Yeşil Gazete’ye verdiği röportajda bu çalışmaların temel hatlarını ve hedeflerini anlattı. “Türkiye’de zeytin ağaçlarının kesilmesine kesinlikle izin vermeyeceğiz” diyen Gökçe, çevre güvenliğinin sağlanması koşuluyla nükleer enerjiye yeşil ışık yakıyor.

Cesim Gökçe’nin sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

‘Korunan alanlara dokundurmayacağız’  

Hilal Köylü:  Partinizin görüşüne göre, Türkiye’nin en önemli iklim ve çevre sorunu sizce nedir, çözümleriniz neler?  

Cesim Gökçe: Kuraklık, su kirliliği, su tüketiminin kentleşme olgusuyla birlikte sürekli artması, tarımsal sulamadaki yetersizlikten dolayı üretim eksikliği, çirkin betonlaşma, Kanal İstanbul başta olmak üzere plansız ve kuralsız yaşam.

İktidara gelirsek dere ve ırmaklarımızı temiz hale getireceğiz, su kaynaklarımızı kirletmeden su tasarrufu sağlayacağız, şehirlerde çatı suyu hasadı ve sarnıçları gibi su depolamak için akılcı yöntem ve teknikler kullanmak suretiyle kuraklığın olumsuz etkilerini minimize edeceğiz. Yenilenebilir enerjiyi hızla artırmak suretiyle fosil yakıtların kullanımını tedricen azaltarak bir taraftan karbon salımını azaltıp diğer yandan hava kirliliğini önleyeceğiz. İmar kanunun değiştirerek, imar rantını önleyip yaşanabilir şehircik öncellikli hedefimiz.

Doğal kaynaklarımızın hor kullanılmasını ve talan edilmesini önleyeceğiz. Ormanlarımızı koruyacağız, orman alanlarında yapılaşmayı önleyip, orman içi her tür faaliyeti kısıtlayacağız. Peyzaj alanları, milli parklar, tabiat parkları, birinci sınıf tarım alanları, sulak alanlar, doğal ve kentsel sit alanları, biyolojik çeşitliliğin yoğun olduğu alanlar ve kısaca tüm “Korunan alanlara ”dokundurmayacağız.

‘Atık su arıtma tesisi zorunlu olacak’

İktidara gelmeniz veya ortak olmanız halinde ilk 100 gün için çevre ve iklim alanında hangi politikaları hayata geçirmenin sözünü veriyorsunuz?

Belediyeler, kamu ve özel sektör için atık su arıtma tesisi yapımını zorunlu hale getireceğiz. Bu zorunluluğa uymayanların faaliyetini durduracağız. Zorunlu deşarj gerektiren hallerde ise 2872 sayılı Çevre Kanunun İlgili hükümleri gereğince ağır cezai yaptırımlar uygulayacağız. ÇED prosedürünü formaliteden çıkarılıp uygulamasını sağlayacağız. “ÇED olumlu ya da ÇED gerekli değildir” kararı olmayan faaliyetleri durduracağız.

Paris İklim Anlaşması’nı tam anlamıyla hayata geçirecek misiniz?

Sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda koruma kullanım dengesi gözetilmek suretiyle yenilenebilir enerji ve tedricen alternatif yeni teknolojilere geçiş sağlanmak suretiyle gerekli adımlar atmayı planlıyoruz.

Avrupa ülkeleri birer birer kömürü terk ediyor, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? İktidara gelmeniz halinde kömürlü termik santralleri kapatacak ve kömürden çıkacak mısınız? Buna ilişkin bir tarihiniz ve geçiş yönteminiz var mıdır? Doğal gaz bağımlılığını sona erdirecek bir temiz enerji projeksiyonu oluşturdunuz mu?

Kısa zaman aralığında bir anda olabilecek bir konu değil bu. Ancak tedrici olarak olabilecek bir iştir.  Yeni teknolojiler, alternatif yenilenebilir enerji kaynakları (RES, GES, Jeotermal vb. ) enerji çeşitleri yeterli hale gelmesi halinde olabilir.

‘Çevre güvenliği oldukça nükleer kullanılabilir’

Nükleer enerjiyle ilgili partinizin tavrı nedir? Temiz enerji olduğunu düşünüyor musunuz? Akkuyu Nükleer Santrali’nin inşasına devam edecek misiniz?

HES’lerin çevreye yaptığı tahribat ve ülkemizin enerji açığı düşünülecek olunursa, nükleer enerjiden hemen vazgeçmek kolay görünmemektedir.  Öncelikle temiz enerji kaynaklarının artmış olması ve ihtiyaca cevap vermesi lazım.  Çevre güvenliği ve profesyonel işletimi olduğu sürece nükleer kullanılabilir.

Avrupa, Yeşil Mutabakat ile net sıfır karbon emisyonu hedefini 2050 olarak belirledi. Avrupa’nın bir parçası olan Türkiye’nin bu alandaki önceliği ne olmalı?

Her şeyden önce çevre dostu teknoloji kullanımı yaygınlaştırılmalı. Daha fazla toplu taşım kullanımı öne çıkarılmalı.  Özellikle motorlu kara taşıtlarından kaynaklanan egzoz emisyonlarının azaltılması için gerekli tedbirler alınmalı, elektrikli otomobil ve otobüsler yaygınlaştırılmalı, raylı sistemler geliştirilmeli. Geri dönüşümlü katık bertaraf tesislerinde enerjiye duyarlı yapılaşmaya gidilmeli.

Dezavantajlı kesimler için ürettiğiniz ya da üreteceğiniz iklim politikaları neler?

Çocuk ve yaşlılar için yaşanabilir planlı kentsel yeşil alanlar, spor kompleksleri geliştirmeyi planlıyoruz. Yoksullar için istihdam programları, kolay ve ucuz ulaşım, ucuz sosyal konut imkanlarını geliştirecek projeler üzerinde çalışıyoruz.

‘Su hasadına öncelik vereceğiz’

Yeterli gıda ve temiz suya ulaşım yakın geleceğin en büyük sorunlarından olacak. Bu sorunu çözmeye dönük planınız nedir?

Dengeli su politikaları geliştirmekten yanayız. Tarımsal sulamada toprağı çoraklaştıran vahşi sulama yönteminden vazgeçilmesi gerekiyor. Yağmurlama ve damlama yöntemleriyle borulu basınçlı sistemlere hızla geçilmesinden yanayız. Sulanabilir tarım alanlarını artıracağız. Tarımda havza bazlı ürün ve üretim planları geliştirilerek, yüksek verim hedefleri doğrultusunda, birim alanda elde edilecek ürün miktarındaki artışı sağlamak istiyoruz. Şehirlerde çatı sularının hasat edilmesine, sarnıçlar ve su depoları yapımına öncelik vereceğiz. Park, bahçe ve peyzaj alanlarının sulama ihtiyacı çatı su hasadıyla karşılanabilir

Tarımda su politikalarınızı nasıl sürdürülebilir kılacaksınız?

Sıcak dönemlerde, buharlaşma kayıplarını azaltmak için daha verimli sulama teknolojilerinin kullanılması gerekiyor. Yağmurlama ve damla sulama yöntemlerinin uygulanmasından yanayız. Toprak neminin, toprağın sürülmesi yoluyla korunması gerekiyor. Kısıtlı sulamada, ürünlerin verimlerini artırırken, bitkinin su tüketimi ve buharlaşabilecek maksimum su miktarı riskinin önlenmesi için sulamanın gece yapılması şart. Buharlaşma sebebiyle yerel depolamalardaki kayıplar azaltılmalı. Yeraltı suyu tablasında, tuzluluk problemi olan alanlarda tuzlu su girişini önlemek için, alansal olarak düzgün bir sulama sisteminin oluşturulması gerekiyor.

Tarımsal desteğin bütçedeki payını artıracağız. Tarımsal girdi maliyetleri düşürülmesi için gerekli tedbirlerin alınmasına dönük de projeler geliştiriyoruz.

Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz, her yıl daha büyük ve daha büyük hasar yaratan orman yangınlarıyla boğuşuyor. Yangın çıkmadan öncesine ilişkin projeksiyonunuz var mı?

Bilimsel olarak orman ekosistem dokusu dikkate alınarak her türlü planlama, program, tatbikat, hazırlık, araç-gereç,  personel ve ekipman kapasitesini artıracağız. Orman içi ve orman çevresindeki imar ve inşa faaliyetleri, ocaklar, sanayi tesisleri, katı atık tesisleri, kırma eleme tesisleri, kısaca tüm tesisleşme ve faaliyetleri kısıtlayacağız. Yeni tesis ve faaliyetlere izin vermeyeceğiz.

‘Zeytinlerin kesilmesine izin vermeyeceğiz’

Ormanların ve tarım alanlarının madenlere açılması konusunda ne düşünüyorsunuz, siz ne yapacaksınız? 

Sürdürülebilir kalkınma için madenlerin kullanılması gereklidir, ancak Çevresel Etki Değerleri dikkate alınmak suretiyle bu mümkün olacaktır. Maden ocaklarının çevreye olan zararları minimize edilmeden işletilmesi çok büyük zararları beraberinde getiriyor. O bakımdan başta korunan alanlar olmak üzere, özelde orman ve tarım alanlarında hayati zaruret olmadığı sürece ocak işletmeciliğine son verilmeyi hedefliyoruz.

Zeytinlerin ve diğer orman ağaçlarının kesilmesine izin vermeyeceğiz. Binlerce yıllık ağaçların kesilmesi, doğal yaşam alanlarının yok edilerek ekosistemin tahrip edilmesini kabul etmiyoruz. Bir santimetre kalınlığındaki organik toprağın bin yılda meydana geldiği gerçeği dikkate alındığında, toprağın ne denli kıymetli bir doğal kaynak olduğu daha iyi anlaşılır. Topraklarımızı, suyumuzu, havamızı, ormanlarımızı ve tüm doğal zenginliğimizi korumak zorundayız.

Çevre, iklim ve doğa politikalarınızı hayata geçirirken, bilim insanları, uzmanlar, çevre aktivistleriyle birlikte çalışacak mısınız?

Elbette. Tüm sivil toplum örgütleri, bütün sesler ve fikirler bir arada olmalıdır. Tüm ülkeyi, insanlığı etkileyecek konularda birlikte çalışmalıyız. Bilimsel veriler ışığında, ortak akılla politikalar geliştirmeye kararlıyız.

Hayvan Hakları Yasası’nı reforme edecek bir planınız, yol haritanız bulunuyor mu?  

Sivil Toplum ve Sosyal Politikalar olmak üzere iki ayrı başkanlık birimimiz bu konuyu çok çalıştı. Kesinlikle canlılara zarar verenlere ağır cezai müeyyideler uygulanmasından yanayız. Barınaklar için belediyeler, Çevre ve Tarım bakanlığı, çevre gönüllüleri, hayvanseverler ve tüm STK’larla birlikte çalışacağız. Zaten irtibattayız. Hayvan barınaklarının hijyenik ve sağlıklı ortamlar haline getirilmesini istiyoruz. Barınak yapımı için belediyelere kaynak aktarılıp denetimlerini sağlamayı hedefliyoruz. Kısırlaştırma, aşılama, sahiplendirme çalışmalarına önem vereceğiz. Yasaklı ırk denilen köpeklerin çoğunun sahiplerinin davranışlarını yansıttığı, kötü muamele gördüklerini, dövüştürme ve üretim amaçlı kullanıldıklarını biliyoruz. Bu tür uygulamalara son vermeye kararlıyız.

‘Kanal İstanbul Türkiye’yi batırır’

Kanal İstanbul ile ilgili partinizin tavrı nedir?

Kanal İstanbul’a karşı olduğumuzu Aralık 2019’da tüm siyasi partilerden önce ilk olarak biz açıkladık. Kanal İstanbul’un sakıncalarını ayrıntılı halde bilimsel çalışma yaparak detaylı raporumuzu kamuoyu ile paylaştık. Adı üzerinde çılgın proje, tam bir çılgınlık hali barındıran bir proje, akıl tutulmasının yaşandığı proje. Türkiye gibi kaynakları kıt olan bir ülkenin bu proje ile batması kaçınılmaz. Zaten ekonomik bataklıkta olduğumuz bir dönemde bir de bu proje gerçekleşirse bir daha belimizi doğrultamayız. Hangi açıdan bakarsak bakalım, bu proje her açıdan sorunlu, her açıdan sakıncalı, her açıdan tam bir çevre faciasıdır.

İngiltere’deki 70 şirkette pilot uygulama: Binlerce işçi haftada dört gün çalışacak

İngiltere’de irili ufaklı 70 şirkette çalışan 3300’den fazla işçi, “dünyanın en büyük yeni çalışma düzeni denemesi” kapsamında bugünden itibaren ücret kaybı olmadan haftada dört gün çalışmaya başlıyor.

BBC’nin aktardığına göre, altı ay sürecek pilot uygulama, haftada dört gün çalışma yönünde kampanya yürüten 4 Day Week Global (4 Günlük Çalışma Haftası) ile Autonomy adlı düşünce kuruluşu, 4 Day Week İngiltere kampanya grubu ve Cambridge Üniversitesi, Oxford Üniversitesi ve Boston College’daki araştırmacılarla ortaklaşa düzenleniyor.

İşçiler ücret kaybına uğramayacak

Deneme sürecinde, haftada dört gün çalışma ile (normal çalışma süresinin yüzde 80’inde) üretkenlik kaybı olmadan aynı verimi almanın mümkün olup olmadığına bakılacak. İşçiler bu süreçte ücret kaybına uğramayacak.

Denemeye katılan 70 işyeri arasında market, eğitim, işyeri danışmanlığı, konut, cilt bakımı, inşaat, gıda ve dijital pazarlama alanlarında hizmet veren şirketler bulunuyor.

Kar amacı gütmeyen 4 Day Week Global kampanya grubunun CEO’su Joe O’Connor, İngiltere’nin  dört günlük çalışma haftasıyla ilgili küresel dalganın zirvesinde olduğunu söylüyor: “Pandemiden çıkarken, giderek daha fazla şirket rekabetin yeni sınırının yaşam kalitesi olduğunu ve daha az saatli, verim odaklı çalışmanın kendilerine rekabet avantajı sağlayacak bir araç olduğunu kabul ediyor.”

Araştırmacılar katılımcı kuruluşlarla birlikte çalışarak işletmedeki verimlilik ve çalışanların refahı üzerindeki etkinin yanı sıra çevre ve toplumsal cinsiyet eşitliği üzerindeki etkiyi de ölçecek.

Hükümet destekli dört günlük çalışma haftası denemelerinin de bu yılın sonlarına doğru İspanya ve İskoçya‘da başlaması planlanıyor.

İklime de faydalı

Boston College‘da sosyoloji profesörü ve pilot uygulamanın baş araştırmacısı olan Juliet Schor bunu “tarihi bir deneme” olarak nitelendirdi. “Çalışanların stres ve tükenmişlik, iş ve yaşam memnuniyeti, sağlık, uyku, enerji kullanımı, seyahat ve yaşamın diğer birçok yönü açısından fazladan bir gün izin almaya nasıl tepki verdikleri analiz edeceğiz. Dört günlük çalışma haftasının genel olarak çalışanlara, şirketlere ve iklime yararı olan üçlü bir fayda sağlayacağı düşünülüyor. Araştırma çabalarımız tüm bunları derinlemesine inceleyecek.”

Denemeye katılan Charity Bank‘ın CEO’su Ed Siegel ise, pandeminin dört günlük çalışmaya geçişe ivme kazandıran bir süreç olduğunu belirtti:

“20. yüzyılın beş günlük çalışma haftası kavramı artık 21. yüzyıl iş dünyası için en uygun kavram değil. Maaş veya sosyal haklarda herhangi bir değişiklik olmaksızın haftada dört gün çalışmanın daha mutlu bir işgücü yaratacağına ve iş verimliliği, müşteri deneyimi ve sosyal misyonumuz üzerinde eşit derecede olumlu bir etkisi olacağına inanıyoruz.”

Babacan’dan DEVA’nın iklim hedefi: Kömürden kademeli çıkış ve karbon fiyatlamasıyla hedef, 2050’de net sıfır emisyon

Bolu’nun Mudurnu ilçe merkezine yaklaşık 2 km. uzaklıktaki, Gürçam Köyü yakınlarındayız. Ankara’daki Beysukent Koleji’nin sahibi Tolga Demir’in ormanlık alanın içine kurduğu Anakamp’ta. Çocuklar ve gençler için doğa içinde ve “doğadan öğrenecekleri” bir eğitim kampı olması amacıyla kurulan tesis, şimdilerde yeni eklentilerle büyüyerek herkese açılmış. Demir’den ormanlık alanın içindeki başka, büyücek bir alanın da çadırlı kamp yapılmak üzere satın alındığını  öğreneceğiz, daha sonra. Ama oraya daha var.

Buraya, Demokrasi ve Atılım Partisi’nin (DEVA) Çevre ve İklim Değişikliği Eylem Planı’nın, Genel Başkan Ali Babacan, Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanı Evrim Rızvanoğlu başta olmak üzere partililer ve ekiplerinin katılımıyla yapacakları “lansman”ı izlemek üzere geldik. “Çevre eylem planımızı konuya uygun, güzel bir çevrede duyurmak istedik” diyorlar, yer seçimini açıklarken.

Etkinlikler, eşi Ülkü Zeynep Babacan’la birlikte etkinliğe katılan Ali Babacan’ın tesise varması ve üzerinde “Nesiller arası adalet için” yazan tişörtlerini ve spor ayakkabılarını  giyerek ekiplerine katılmasıyla başlıyor. Bu, Babacan’ın çevre ve iklim konusunda en çok kullandığı slogan.

İlk sözler, partinin iklim ve çevre politikalarını üreten ekibin. Hazırlanan küçük platforma çıkarak, hayvan hakları, iklim değişikliği, nükleer enerji, temiz bir çevre ve havayla ilgili çalışmalarının arka planını anlatıyor, çevrelerini saran çoğu genç katılımcıların sorularını yanıtlıyorlar. Genç grup halinden memnun görünüyor, heyecanları da birbirlerine ve liderlerine bulaşıyor gibi. Bunu da birbirlerini ve çoğu kendi yaşlarındaki “uzmanları” sık sık alkışlayarak gösteriyorlar. Onarıcı tarım ve organik tarıma nasıl yönelineceği, atık politikaları gibi zorlu sorular, etkinliğin “eğlenceli” ortamında havada kalsa da dikkatler liderin beklenen konuşmasında olduğu için çok aldıran yok gibi.

‘Yeşil çizgiler’

Sıra nihayet Babacan’da. Partisinin Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanlığı’nca hazırlanan iklim ve çevre politikalarını açıklamak için hazırlanan ikinci ve daha büyük bir platforma, ekibiyle birlikte çıkıyor DEVA lideri. “Bizim yeşil çizgilerimiz var” diye başlıyor konuşmasına: “ Çevre ve İklim Değişikliği Eylem Planımızda yeşil çizgilerimizin hatlarını belirgin bir biçimde ortaya koyuyoruz. Eylem planımız; çağımızın en büyük küresel krizine, yani iklim krizine karşı ülkemize bir yön kazandırma çabası. Hepimiz için bir yaşam ve gezegen savunması.”

En önemli vaatleri ise 2050’de net sıfır emisyon. Bunun için de kömürden kademeli çıkış ve karbon fiyatlamasını öncelediklerini anlatıyor.

Net sıfır tarihi, COP26’nın hemen öncesinde, Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı imzalamasının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2053 olarak açıklanmıştı.

İlgili haber: Erdoğan: Türkiye iklim politikasında orta yolu benimseyecek

Ancak anlaşma gereği geliştirilmesi gereken politikalar ve uygulamalar konusunda ne Erdoğan ne de ilgili bakanlıklardan herhangi bir açıklama henüz yapılmadı. Bunun yerine yeni kömürlü termik santrallerin yapımına devam edilmesi planlanıyor,  sektörlerin ve konutların kömür ve doğalgaz kullanımında artış görülüyor, nükleer enerji ısrarı ise sürüyor. Hedefe nasıl ulaşılacağı sorusu ise  geçen aylarda gerçekleştirilen İklim Şurası’nın yarattığı hayal kırıklığının gölgesi altında.

İlgili haber: İklim Şurası hayal kırıklığıyla sona erdi: Katılımcılık sağlanamadı, fosil yakıta devam

İlgili haber: İklim Şurası Politika Tavsiye Kararları’na şerh: Neden hayır oyu verdim?

İlgili haber: İklim Şurası’ndan GDO çıktı, Yeşiller’den açıklama: Temiz ve sağlıklı gıda istiyoruz

Kömürden çıkış: İrade var, tarih belirsiz

Babacan ise partisinin 2050 net sıfır emisyon hedefinin “iddialı” olduğu belirtiyor. Açıklanan hedef,  özellikle altılı masadaki partnerleri; CHP ve İYİ Parti’nin iklim projeksiyonlarıyla uyumlu, ancak ortakların projeksiyonları biraz daha ayrıntılı:  İYİ Parti’nin iklim hedefi, 2035’te elektrik üretimini, 2050’de ise ülkeyi net sıfır karbonlu hale getirmek. Bu da 2035’te kömürlü termik santrallere veda anlamına geliyor. CHP ise sera gazı azaltım hedefini ilk etapta, 2023 için öngörülen salım seviyesinden yüzde 30’luk bir azaltım ve sonraki 10 yılda salım seviyelerinde artış olmayan bir hedefi önüne koymuş durumda.

Kömürden çıkış ve beraberinde nükleer enerji konusu; gazetecilerle yenilen akşam yemeğinin de konusu. Hem Babacan, hem Evrim Rızvanoğlu eylem planının bitmiş ve değişmez bir metin olmadığını, tartışmaya ve önerilere açık olduğunu sık sık ve vurgulayarak belirttiklerinden, önümüzdeki dönemde hedef revizyonu ve özellikle kömürden çıkış tarihi ve termik santrallerin akıbetleriyle –eylem planında termik santrallerle ilgili mümkünse rehabilitasyon ve rehabilite edilemeyenlerin kapatılması; denetimlerin sıklaştırılması bulunuyor- ilgili daha net tarihler vermeleri beklenebilir.

Zira her ikisi de 2050 hedeflerinin, hem ortaklaşa davrandıkları partilerin hem de uzmanların da belirttiği üzere 2030 ila 2040’da kömürden çıkış olmadan gerçekleşmeyeceğinin farkında.

Babacan şunları söylüyor: Eylem planında, son noktayı koymadan önce en çok bu konuda çalıştık. Açıkladığımız 2050’de net sıfır, çok önemli bir hedef ve buna ulaşmak için bir noktada kömürden çıkmamız gerekiyor. Bu tarihin 2030-2035 veya 2040 mı olabileceği konusunda henüz parti içinde somut teknik bir çalışma yapmadık. Bunun için biraz da devlet tarafındaki kapasiteyi kullanmamız gerekiyor. Eylem planımızda 2050 hedefini sabit tutacak şekilde biraz açıkta bıraktık, çünkü bir tarih verdiğimizde, günü geldiğinde onu hayata geçireceğimizden emin olmak isteriz. ”

Kömürden çıkışın altyapısını oluşturmak, karbon yakalama teknolojilerindeki ilerlemeleri takip edip ne kadar bir fark yaratacağını görmek istediklerini anlatan Ali Babacan,  eğer bu teknolojiler umulanı vermezse kömürden çıkış tarihi için ellerini çabuk tutarak tarihi öne çekmeleri gerekeceğini belirtiyor:

“Kömürden çıkış irademiz net, şu anda tarih verememizin nedeni ise biraz daha titiz çalışma yapmak istememiz.”

Nükleer enerji ve Akkuyu NGS

Masada gündeme gelen bir diğer konu olan nükleer enerji ve nükleer santraller. Japonya’daki Fukuşima felaketinden sonra nükleerle ilgili politikaların gözden geçirildiğini belirten Babacan, deprem ve santral bölgesine gittiğini ve nükleer enerjiyle ilgili uzun vadeli risklerin çok yüksek olduğunu bizzat gördüğünü anlatıyor; kullanılmış yakıt çubuklarının ne yapılacağıyla ilgili bir çözüm de bulunamadığına dikkat çekiyor. Nükleer enerji üretmenin öngörülemeyen riskleri olmasına rağmen, Avrupa’da nükleer enerjiye dönük eğilimlerin güçlendiğini de hatırlatmayı ihmal etmiyor. Doğal gaza bağlı olmanın getirdiği risklerin ulusal güvenlik riskleri nedeniyle nükleer enerjiye döndüklerini belirten Babacan şunları söylüyor:

“Bu çok hassas bir konu. Rusya’ya doğal gaz açısından zaten bağımlıydık, şimdi bir de nükleer teknoloji açısından bağımlı hale geldik. Bu,  doğru değil. Her ne kadar Akkuyu Nükleer Santrali sözleşmesinde yakıt çubuklarının bir şekilde Rusya’ya götürüleceği sözleşmede yer aldıysa da bizim içimiz rahat değil. Çünkü bu anlaşmalar çok şeffaf bir şekilde olmuyor. Rusya zaten şeffaf değil, bizim taraf da şeffaf olmayınca her şeyden şüpheleniyoruz.”

Sözleşme yapıldıktan, iş bittikten sonra Rus şirketine 27 milyar dolar daha avantaj sağladıklarını kaydeden DEVA lideri, “Bunlar hep dar çıkar çevrelerine yönelik uygulamalar, altından hep belli şirketler çıkıyor. Savunma sanayii konusunda bile böyle” diyor.

‘Asıl hedef yenilenebilir enerji olmalı’

Ali Babacan nükleer enerji konusunda teknolojinin ilerlediğini, bu nedenle de bağımsız değerlendirmelere çok ihtiyaç olduğunu anlatıyor; bunun da siyasi değil, teknik bir karar olması gerektiği kanısında:

“Nükleer santral radyasyon riski ya da atık konusunu dışarıda tuttuğunuzda temiz enerji aslında. Santrale gelince, başlamış, devam eden, sözleşmeleri yapılmış bir proje. Biz bunun her yönüyle çok katı denetimini yapmak zorunayız. Bunu da bağımsız bilim insanları heyeti eliyle yapılması gerekiyor. Enerji üretiminde baz enerji denilen bir ihtiyaç vardır, yani ne olursa olsun enerji üretimi ve tedarikinin sürekliliğini, sürdürülebilirliğini sağlamanız gerekir. O baz enerjiyi oluşturmada nükleer enerjiden elde edilen elektrik önemli bir kalemi oluşturuyor. Bu yüzden biz projelere kategorik olarak evet ya da hayır demektense, proje proje ele alıp hangi ülkeyle neyi, nasıl yapabiliriz, teker teker bakmayı önemli görüyoruz.”

Akkuyu NGS inşaatı başladığında, nükleer enerjinin önemli avantajlarından birinin;  bir kez yatırım yaptıktan sonra rayiç fiyattan daha ucuza elektrik üretilebildiği için maliyet olduğunu, ancak şu anda rüzgar ve güneş enerjisinin maliyetinin, yenilebilir enerji alanındaki çalışmalarla çok düştüğüne dikkat çeken Babacan, “ Bu durumda karar vermek ve yapımı 10 sene süren ve riskleri olan bir işe girmek ne kadar doğru ne kadar yanlış değerlendirmesi pek kolay ve siyah beyaz kadar net bir durum değil. Ama ne olursa olsun yenilenebilir enerjinin önünü açık tutmak lazım” diye konuşuyor:

“2013’ de Al Gore’un sunuşunda duymuştum. Güneşten dünyaya bir saatte ulaşan enerji, dünyanın bir yıllık ihtiyacını karşılıyor. Demek ki çözümü başka yerlerde aramak gerekiyor.  Bizim için öncelik her zaman rüzgar, güneş ve sudan yana. Ancak sudan enerji elde edeceğiz derken de tabiatın doğal dengesini bozmamak gerekir. Azıcık elektrik üreteceğiz diye, akan here suya kurulu küçük HES’ler marifetiyle Doğu Karadeniz’i mahvettiler. Bunları hep belli bir denge içinde ama en önemlisi istişareyle götürmek gerekiyor. “

‘Türkiye nükleer teknolojiye sahip olmalı’

Ali Babacan, bütün kuşku ve soru işaretlerine karşın Türkiye’nin nükleer teknolojiye sahip olması gerektiği görüşünde. Nükleer bilgiye hakim olmak ve nükleer teknoloji sahibi olmak , ona göre ülkeler arasında çok önemli bir stratejik üstünlük kaynağı: “Şu anda dünyada 10 civarında ülke bu teknolojiye sahip. Bu ülkelerin sözünün gücü ve caydırıcılık kapasitesi, çok kritik dönemlerde önemli ölçüde belirleyici oluyor. Bu nedenle de biz uzun vadede Türkiye’nin nükleer teknolojiye sahip olması, bu bilgiye sahip olması gerektiğini düşünüyoruz. O ligin dışında kalmak, ülkemiz açısından iyi bir durum olmaz.”

Evrim Rızvanoğlu.

Yeşil ekonomiye geçiş programı

Babacan’ın gündüz konuşmasına dönecek olursak, Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı uygulamak için “Yeşil Ekonomiye Geçiş Programı”ni hazırlayıp yürürlüğe koyacaklarını belirterek, iklim krizi ile mücadelede karbon fiyatlaması sistemi kuracaklarını, AB’ye karbon sınır vergisi ödemek yerine karbon salımı için yapılacak vergi ödemelerinin ülke içinde kalmasını sağlayacaklarını anlatıyor. “Temiz enerji alanında bir piyasa oluşturmak önceliğimiz olacak. Yenilenebilir enerji alanında doğrudan yatırım yapan şirketlere verilen desteklerin güçlü bir şekilde devamı gerekecek” diyor.

DEVA Partisi, iklim teknolojilerine destek ve teşvik vermeyi de hedefliyor: “Yapacağımız yeniliklerden bir tanesi de iklim teknolojilerine teşvik vermek olacak. Karbon yakalama, kullanma, depolama, enerji depolama gibi iklim teknolojilerine yatırım yapan ve bu teknolojileri kullanan firmalar teşvik vereceğiz. Net sıfır emisyon hedefimiz ile kahverengi ekonomiden yeşil ekonomiye geçiş politikamızda, insana yakışır iş prensibimize uyumlu yeşil istihdam alanları sağlayacağız. DEVA Partisi iktidarında, rüzgâr paneli ve güneş paneli teknisyeni, enerji verimliliği uzmanlığı, yeşil girişimci gibi yeni meslekler ve çalışma sahaları gelişecek.”

Evrim Rızvanoğlu ise planın ayrıntılarını görüntüler eşliğinde ayrıntılandırıyor: Türkiye’nin dünyanın plastik atık çöplüğü olmasının önüne geçeceklerini, tüm atıkları üretime kazandıracaklarını, kuraklıkla etkin şekilde mücadele edeceklerini, suyu havza bazında yöneteceklerini ve bisikletli yaşama geçileceğini söylüyor.

İlk 90 ve 360 gün hedefleri

İktidara gelmeleri halinde yönetimin ilk 90 ve 360 gününde hedefledikleri çevre iklim uygulamaları da şöyle:

360 gün içinde;

  • Mevcut termik santralleri ileri teknoloji yatırımlarla rehabilite etmek ve rehabilite edilemeyen santrallerin faaliyetlerini durdurmak,
  • İklim Kanunu’nun çıkarılması,
  • Su Kanunu’nun çıkarılması,
  • Uzmanlaşmış yargıçların yer alacağı çevre mahkemelerinin kurulması,
  • Havzalara yeni deşarj standartları getirilmesi,
  • Orta ve büyük ölçekli üretim tesislerinde sürekli emisyon ölçümünü şeffaf hale getirmek,
  • İçilebilir musluk suyuna erişim,
  • Mega projelere başlamadan önce paydaş ve kamuoyu görüşlerinin etkin biçimde alınması,
  • Kamu kurumlarında elektrikli araçlara geçilmesi, orta ve uzun vadede tüm ülkede elektrikli araca geçiş için teşviklerin sağlanması,
  • Karbon fiyatlaması sistemi kuruluşu,
  • İklim kanunu çıkartılması ve Maden Kanunu’nun çevreye uygun biçimde yeniden düzenlenmesi,
  • Tüm illere hava kalitesi izleme sistemi kurulması,
  • Bisikletli yaşama geçiş projesi,
  • Yağmur suyu ve kanalizasyon hatlarının ayrılması,
  • Doğa ve çevre bilinci dersinin zorunlu hale getirilmesi,
  • Sokakta yaşayan hayvanlar için kısırlaştırma seferberliği, hayvan yaşam alanlarının artırılması,
  • Hayvanları Koruma Kanunu’nun revize edilmesi, Torosların tamamını hayvan türlerinin korunduğu Milli Park’a dönüştürülmesi,
  • “Orman vasfını yitirme” uygulamasına son verilerek, ormansızlaşan tüm alanların tekrar ormana çevrilmesi,
  • Karbon yutak alanlarının genişletilmesi, kentlerde endemik, botanik bitki parklarının sayısının artırılması,
  • Yeşil vergileme uygulamalarının hayata geçirilmesi,
  • Ekolojik organize sanayi bölgelerinin kurulması,
  • Tek kullanımlık plastiklerin yasaklanması,
  • Atık suların arıtılması ve yağmur hasadı altyapısının geliştirilmesi

90 günlük hedefler arasında dikkat çekenler ise şu şekilde:

  • Kalıcı yaz saati uygulamasını kaldırmak,
  • Paris İklim Anlaşması hedef ve gereklerinin yerine getirilmesi,
  • İklim Özel Elçisi atanması,
  • Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın bölünmesi, Şehircilik için ayrı bir bakanlık kurulması,
  • Evsel katı atıkların kaynağında ayrıştırılmasının sağlanması, toplama ve işleme tesislerinin sayısının artırılması.

Altılı masanın gündeminde yok

Babacan, sorumuz üzerine aylardır görüşmelerini sürdüren, CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, Gelecek Partisi, Demokrat Parti ve kendilerinden oluşan “altılı masa”da, çevre, iklim ve enerji konularının hiç gündeme gelmediğini anlatıyor:

“Evsahipliğini yaptığımız son toplantıda, diğer partilere  üzerinde ortaklaşa çalışmak için, aralarında çevre, enerji, eğitim, sağlık gibi pek çok konunun bulunduğu 30 madde önerdik. Ancak bugüne dek bu konularda ortak çalışma kararı alınamadı. Seçim tarihi yaklaştıkça bu konular gündeme gelecektir. Ortak Cumhurbaşkanı adayını belirlediğimiz anda, bu adaya tıpkı sizin bize sorduğunuz gibi her konuda soru sorulacak. Adayımız ‘ben bilmem, partililer bilir’ mi diyecek? Ben bilmem diyen adaya, vatandaş oy verir mi? Varılan mutabakatın dışında, kendi kişisel görüşlerine göre konuşması da olmaz. Bu nedenle aday belirlenir belirlenmez, onunla hemen beraber çalışmaya başlamamız gerekecek.”

Partisinin eylül ekim aylarında hemen tüm politik ilkeleri ve söylemlerini hazır hale getireceklerini belirten DEVA Genel Başkanı, “Diğer partilerin de hazır olması gerekiyor” diyor.

Ali Babacan deneyimli bir siyasetçi. Ortak aday çıkmadığı takdirde, partisinin Cumhurbaşkanı adayı olacağını açıklamasına rağmen, tek başına iktidar hedefinin hiç bir parti için gerçekçi olmadığının farkında. Partisinin hazırladığı eylem planları ise henüz ortaklarının gündeminde değil. Hazırlanan Çevre ve İklim Değişikliği Eylem Planı, tartışmalı yanlarına rağmen, genel hatlarıyla kendilerini bağlayan ileri bir adım olsa da farklı çıkar grupları ve lobilerin yönlendirmeleri ve özellikle de sektörel baskılara  açık ortaklarıyla nereye kadar ortaklaşılacağı soru işareti. Özellikle de İstanbul Sözleşmesi gibi bir örnek ortada dururken. Umalım ki, bir mutabakat metni söz konusu olduğunda, “Biz istedik ama uzlaşma sağlayamadık” denilmez.

Notlar

  • 1.5 günlük etkinlikte en dikkat çeken, kadın ve genç gruplarının ağırlığıydı. Çok sayıda partili ve gönüllünün çabalarını gördüğümüzde, iktidarını kadın ve genç örgütlenmelerinin büyük çabasına borçlu olan AKP’nin, milletvekilleri ve karar alıcı pozisyonlar söz konusu olduğunda nasıl bir “erkek partisi” haline geldiği aklımıza geldi. DEVA Partisi’nin aynı yolda gitmemesini, bunca işi kotaran kadın ve gençlerin, seçimlerde uygun yerlerde aday gösterilmesini ve partinin karar alıcı mevkilerinde yer almalarının sağlanmasını dileyelim.
  • – Verilen aralardan birinde konuştuğumuz Düzceli 17 yaşındaki Emir, DEVA Partisi’nde gönüllü olmasının nedenlerini şöyle anlattı: “Babacan ‘teknokrat ‘biri. Sakin, uzlaşmacı. Kavga ve gürültü istemiyoruz artık”. AKP’li ailesi ve çevresinin kendisine tepki duymasına rağmen, DEVA’da bulunmak istediğini anlatan Emir, “Taşrayı İstanbul’la karıştırmamak gerek, İstanbul’da esen rüzgar, Düzce’de duruyor” dedi,
  • Çevre ve İklim değişikliği eylem planı, DEVA Partisi’nin dokuzuncu eylem planı. Bundan önce, ekonomi, tarım, yarına atılım, demokrasiye geçiş, sosyal atılım, afet eylem, KHK mağduriyetleri, sosyal politikalar başlıklı sekiz eylem planı daha açıklandı. Bundan sonra da yeni eylem planlarını açıklanacak.
  • Etkinliği ikinci gününde, sabahtan ormanlık alanın içinde toplu bir yürüyüş yapıldı. Yürüyenlerden iki genç aralarında konuşurken, biri diğerine şunları anlatıyordu: “Beni de arıyor anket şirketleri. Kime oy vereceğimi söylemiyorum, bazen yanlış yanıtlar veriyorum.” Telefonla anket yapan şirketlerin dikkatine…
  • Zengin Bolu ormanlarının Gürçam kısmına düşenlere ilişkin gözlemimiz ise ormanın “aşırı” seyrekleştiği yönünde. Kampın sahibi Tolga Demir, kerestenin aşırı fiyatlanması nedeniyle ağaç kesimlerinin eskiye nazaran daha yoğun yapıldığını, “dışarıdan” ihaleye girenlerin yöre halkı gibi ormana özen göstermediğini anlattı. Ormanlık alanda sık sık çok sayıda kerestenin yığıldığı alanlar ve büyük boşluklara rastladık. Ormanın ortasında “arsa sahibi” biri, alanı Demir’e satmış, o da oraya çadırlı kamping yapmaya karar vermiş.

Hava kirliliğini azaltmak nasıl dünyayı daha kolay beslememize yardımcı olur?

Artan nüfusu beslemenin tek yolu daha fazla ürün ekmek değil. Science Advances’te yayımlanan yeni araştırmaya gör, hava kirliliğini azaltmak, mahsul üretimini artırmanın yanı sıra değerli arazi ve para tasarrufu sağlama konusunda bilindiğinden çok daha fazla işe yarıyor.

Çalışmada, sadece bir tür hava kirleticisinin emisyonlarını yarıya indirirse, kışlık mahsullerin Çin‘de yaklaşık yüzde 28 ve dünyanın diğer bölgelerinde yüzde 10’a kadar daha fazla verim sağlayabileceği tahmin ediliyor.

Söz konusu kirleticiler, araba egzozu tarafından üretilen görünmez, zehirli gazların bir ailesi olan  nitrojen oksitleri ve nitrojen dioksit içeren endüstriyel emisyonları. 

Nitrojen oksit emisyonları, dünyadaki en yaygın hava kirleticilerinden bazıları ve uzmanlar hala tam olarak nasıl olduğunu bulamamış olmalarına rağmen, bitkilerin bu gazların daha yüksek seviyelerine maruz kalmalar halinde  yapraklarının zarar görebileceği ve büyümelerinin engellenebileceğini belirtiyor. Nitrojen oksitler aynı zamanda atmosferdeki ozon ve küçük aerosollerin oluşumunun habercisi; bu da da güneş ışığını azaltarak mahsul verimliliğini azalmasına neden oluyor.

Dört kirleticinin azaltılması büyük fark yaratıyor

Geçen yıl, aynı yazarların bazıları tarafından yapılan araştırmalar , ozon, partikül madde, nitrojen dioksit ve kükürt dioksitteki azalmaların 1999 ile  2019 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri‘nde mısır ve soya fasulyesi verimlerinde yüzde 20’lik bir artışa neden olduğunu buldu. 

Bu, yalnızca dört tür hava kirleticisini azaltarak her yıl yaklaşık 5 milyar dolar değerinde mahsul tasarrufu anlamına geliyor. 

Azot dioksit, bölgesel olarak ölçülmesi ve doğrudan ürün büyümesiyle karşılaştırılması daha kolay kirleticilerden biri. Atmosfere salındığında ultraviyole ışık ile uydular tarafından kolayca algılanacak şekilde etkileşiyor.  Stanford Üniversitesi’nden tarım ekolojisti David Lobell, “Uzaydan mahsul üretimini de ölçebildiğimiz için, bu, bu gazların farklı bölgelerde tarımı nasıl etkilediğine dair bilgimizi hızla geliştirme şansını açtı” diyor. 

Ekip, dünyanın çeşitli bölgelerindeki azot dioksit emisyonlarını ekili alanların yeşilliği ile karşılaştırarak, düzenli olarak olumsuz bir etki oluşturduğunu belirledi. Yeşillik kaybı özellikle Çin’de ve buğday gibi kışlık ekinler için dikkat çekiciydi. Bu korelasyonu kullanan araştırmacılar, nitrojen dioksit emisyonlarını yüzde 50 azaltmanın Çin’de kışlık mahsul verimini kabaca yüzde 28 artıracağını tahmin ediyor. Yaz aylarında ise, verim yüzde 16 oranında artabilir.

Hindistan‘da da azot dioksit azalmalarının mahsul verimini kış için yüzde 8’e ve yaz için yüzde 6’ya kadar artırabileceğini tahmin ediliyor. Batı Avrupa‘da yaz ve kış mahsullerinin verimi de yüzde 10 artabilir. 

Verim oranları tipik olarak her yıl yüzde bir civarında dalgalandığında, hava kirliliğini azaltmanın etkileri dünyanın bazı bölgelerinde çok büyük olabilir.

Kaliforniya San Diego Üniversitesi‘nden çevre bilimci Jennifer Burney, “Bu çalışmadan elde edilen ana sonuç, azaltımın tarımsal faydalarının gerçekten önemli olabileceği, artan bir nüfusu beslemenin çıkaracağı sorunları daha kolay çözmeye yetecek kadar bir far yaratabileceğidir” diyor .

Nitrojen oksitlerin bitki büyümesini doğrudan nasıl etkilediği henüz kesin olarak ispatlanmış değil, ancak mevcut araştırmalarda bulunan güçlü ilişki, hava kirliliğinin dünya çapında mahsul kayıplarına katkıda bulunduğunu gösteriyor.

Kaldırılmayan çöplere insan zinciri: Adana’da ithal çöp istemiyoruz

Dünya Çevre Günü‘nde bir araya gelen Ahbap Adana, Adana Tabipler Odası, Adana Barosu, Toplumsal Yaşamın Sesi Derneği ve Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) Adana Mimarlar Odası, Adana’da çevreye saçılan ithal çöp yığınlarını protesto etti.

Çöplerin döküldüğü alanlardan biri olan Seyhan Yenidam‘daki su arıtma tesisinde basın açıklaması yapan grup, yol kenarında insan zinciri oluşturarak pankart taşıdı.

Adana’daki çöpler bir haberle geçtiğimiz aylarda yeniden gündeme gelmiş, Ahbap Derneği kurucusu sanatçı Haluk Levent bölgeye giderek tesislerden temizleme sözü almış, geçen sürenin ardından ise yalnızca belediye tarafından kısmi bir temizlik gerçekleştirilmişti.

İlgili haber: Adana’daki çöp aldatmacası bitmiyor: Ne temizlendi ne de temizleme yetiyor
İlgili haber: İthal çöp bertarafında yılan hikayesi: Görünenlerin ‘kabası’ alındı, yenileri yığılıyor, zehri Akdeniz’e dökülüyor

Adana Barosu Başkanı Semih Gökayaz, Adana Tabip Odası Başkanı Selahattin Menteş, Adana Veteriner Hekimler Odası Başkanı Nihat Köse, Adana Barosu Çevre ve Kentleşme Komisyonu Başkanı Emin Coşkun ve Komisyon Üyesi Sevda Sevilmiş‘in de katıldığı eylemde AHBAP Derneği sözcüsü, grup adına basın açıklamasını okudu.

Dr. Selahattin Menteş, çöp ithalatının yasaklanmaması durumunda insan ve çevre sağlığının ciddi zarar göreceği uyarısında bulunarak “Artık ithal atık istemiyoruz” dedi ve Türkiye’nin kendi atığını dönüştürmesi gerektiğini söyledi.

Adana Barosu Başkanı Gökayaz konuşmasında çevre hakkının, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış temel bir insan hakkı olduğuna dikkat çekti:

“Her bireyin temiz su, temiz deniz, temiz toprak ve temiz havaya hakkı vardır. Son dönemde birçok basın açıklaması ve eyleme rağmen şehrimizin ve ülkemizin ithal çöp sorunu devam etmektedir. Çevre sorunlarına ilişkin bireysel ve kurumsal sorumluluklarımızı yerine getirirken, aynı zamanda kalıcı çözümlere ulaşmak için, doğaya, çevreye, tüm doğal yaşama, insan haklarına değer veren adil, demokratik bir toplumsal yaşam mücadelesini kesintisiz sürdüreceğiz.”

Mimarlar Odası Adana Şube Başkanı Sedat Gül ise “Mimarlar olarak insan ihtiyaçlarını temel alan ve doğa ile uyumlu bir yapılaşma ve planlamayı savunurken çevre felaketlerine yol açan girişimlere karşı da çevreci hassasiyetle irade koymaya devam edeceğiz. Son yıllarda Adana’yı Avrupa’nın yasadışı çöp bırakma merkezi haline getiren ithal atık politikasında denetimin artırılmasını ve Adana’nın bereketli topraklarının dünyanın çöplüğü haline gelmesinin önüne geçilmesini istiyoruz” açıklamasını yaptı.

Seyhan Gölü’nden de çöp çıktı

Aynı gün Adana İl Emniyet Müdürlüğü Su Altı Polis Grup Amirliği’ne bağlı dalgıç polisler, Seyhan Gölü üzerinde bulunan Menderes Adası kıyısında ellerinde çuvallarla göl tabanına daldı.
İçişleri Bakanlığı‘nın açıklamasına göre ekipler göl tabanından araba lastiği, hayalet ağ, plastik ve cam şişe gibi çok sayıda plastik atık çıkardı.

Boğaziçi’nde direniş sürüyor: Özerk, özgür, demokratik üniversite

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, 352’nci kez rektörlük binasına sırt çevirdi.

Naci İnci’nin rektör olarak atanmasının 284’üncü gününde de bir araya gelen  akademisyenler, direnişi 519 gündür devam ettiriyor.

Bugün 30 Temmuz’da gerçekleştirilen destek oylamasında akademisyenlerin yüzde 95 oranında rektör adaylığına karşı olduğu açıklanan İnci’nin Matematik Bölümü tam zamanlı öğretim üyesi Mohan Ravichandran’ı hiçbir gerekçe göstermeden dönem ortasında görevden almasının iki yüz üçüncü gününe gelindi.

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri haftanın her iş günü olduğu gibi bugün de 12:15’’te #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz diyerek arkalarını 352. kez rektörlük binasına döndüler.

Fotoğraf: Can Candan

Akademisyenler nöbet boyunca ellerinde “Kabul Etmiyoruz”, “Vazgeçmiyoruz” ve “Özerk, Özgür, Demokratik Üniversite” yazan dövizler taşıdılar. Öğrenciler ‘Ücretsiz, erişilebilir eğitim’ pankartı açtılar.

Araba lastikleri, egzozlardan iki bin kat daha fazla hava kirliliği üretiyor

Dünya çapında her yıl milyonlarca erken ölüme neden olan hava kirliliği, araba egzozlarına daha iyi filtrelere duyulan gereksinimi de artırıyor. Yeni standartlarla gelişmiş ülkelerde egzozdan çıkan partikül emisyonlarının yeni otomobillerde çok daha düşük olması beklense de, arabaların artan ağırlığı, aşınan lastiklerden çok daha fazla parçacığın salımı anlamına geliyor.

Bağımsız araştırma şirketi Emission Analytics tarafından yapılan yeni bir çalışmada, lastik aşınmasının arabaların egzozlarından çıkan dumana göre neredeyse iki bin kat daha fazla partikül kirliliği ürettiği ortaya çıktı.

Lastiğin arkasındaki sabit bir noktada parçacıkları toplayan yüksek hassasiyetli teraziler kullanılarak yapılan araştırma, lastiklerin kat edilen her kilometre için 23 nanometreden daha küçük parçacıklar ürettiğini buldu.

Ayrıca, parçacıklar küçüldükçe daha uçucu hale geliyor ve tekrar ölçülmesi de zorlaşıyor. Artan bilimsel kanıtlar, bu ultra ince parçacıkların insan kan dolaşımına ve akciğerlerine daha kolay girdiğini ve beyne de geçtiğini gösteriyor.

Düzenleme yok

23nm’nin altındaki bu parçacıkların ölçümü ise şu anda ne Avrupa Birliği’nde (AB) ne de Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) düzenlenmiş durumda değil.

Çalışmanın yazarı Nick Molden, araştırma sonucunda Birleşik Krallık ve ABD‘de her yıl sadece arabalardan ve kamyonetlerden 300 bin ton lastik kauçuğunun havaya karıştığını söylüyor:

“Lastikler, araçlardan kaynaklanan emisyonlarda egzoz borularını hızla gölgede bırakıyor. Egzoz boruları artık diğer kirleticilere göre o kadar temiz kalıyor ki, sıfırdan başlansa onları düzenleme zahmetine bile girilmez. Çoğu kanserojen olan yüzlerce kimyasal var. Toplam aşınma oranlarıyla çarptığınızda, neyin piyasaya sürüldüğüne dair çok şaşırtıcı rakamlara ulaşıyorsunuz.

Araştırmada genellikle ham petrolden elde edilen sentetik kauçuktan yapılmış 250 farklı lastik tipindeki kimyasalların belirlendiğini aktaran Molden, farklı lastik markalarının aşınma oranlarının ve toksik kimyasal içeriğinin önemli ölçüde değiştiğini belirtiyor:

“İnsanların araba kullanımını durdurmak ya da tamamen farklı lastikler icat etmek gerekmiyor. En zehirli olanları ortadan kaldırarak çok şey yapabiliriz. En kötülerini piyasadan kaldırabilir veya onları sınıfının en iyileriyle aynı standartlara getirebilirsek büyük bir fark yaratabiliriz. Ancak şu anda bir  düzenleme ve denetim yok.

 

Suudi Arabistan’dan ham petrolün varil fiyatına zam: 120 dolar

Rusya‘nın Ukrayna‘ya saldırısı sonrası petrol fiyatlarındaki artış sürüyor. Cuma günü 121,45 dolara kadar yükselen Brent petrolün varil fiyatı, günü 119,72 dolar seviyesinde tamamladı. Bugün saat 09.23 itibarıyla kapanışa göre ise yüzde 0,62 artışla 120,46 dolar oldu. Aynı dakikalarda Batı Teksas türü (WTI) ham petrolün varili 119,53 dolardan alıcı buldu.

Fiyatlardaki yükselişte, Suudi Arabistan’ın temmuz ayına ilişkin ham petrol satışları için fiyatları artırması etkili oldu. Suudi Arabistan, Asya’ya yönelik petrol satışlarında fiyatını 4,40 dolardan 6,50 dolara yükseltti.

‘Üretimdeki artış, açığı kapatmaya yetmeyecek’

Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ve OPEC dışı bazı üretici ülkelerden oluşan OPEC+ grubu, geçen hafta üretimlerini temmuz ve ağustosta 648 bin varil artıracağını açıklamıştı. Uzmanlar ise, üretimdeki artışın Rus petrolüne uygulanan ambargonun yaratacağı açığı kapatmakta etkili olamayacağını öngörüyor.

Brent petrolde teknik olarak 120,63 ile 120,87 dolar aralığının direnç, 120,39 ile 120,15 dolar aralığının ise destek bölgesi olarak izlenebileceği ifade ediliyor

‘Kanal İstanbul için yapılacağı duyurulan ‘geçiş’ ihalesi gizlice, iki katı fiyatına, tekrar ihaleye çıktı’

İhale makamı: Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı

İhale tarihi: 31 Mayıs 2022

İhale usulü: 21/b

Adı: Burada duralım. Çünkü ihale adı, bir yıl önceki ihalenin adıyla neredeyse aynı: “Halkalı Kapıkule Yeni Demiryolu İnşaatı Kapsamında Halkalı-Ispartakule Demiryolu İnşaatı ile Elektromekanik Sistemlerinin Temini ve Yapım İşi”

Davet edilen firmalar ve teklifleri şöyle:  Görüleceği gibi, en uygun teklif Gülermak + Yapı&Yapı + Taşyapı ortaklığından gelmiş: 5.9 milyar TL.

Teklif sahibi üçlü ortaklık, geçen yıl aynı kurumun aynı isimle, aynı ihale usulüyle yaptığı ihaleyi 3.1 milyar TL teklifle kazanan üçlüden başkası değil. Dolayısıyla bakanlığın 6 milyar TL’lik işin sözleşmesini, söz konusu üçlü firma ile imzalaması sürpriz olmaz.

Peki, “aynı ihale nasıl tekrar yapılır” derseniz, biraz karışık. Çünkü ihaleyi gizli yaptıkları için, sunuş biçimlerinden pek bir şey anlaşılmıyor. Normalde ihalesi yapılmış bir yatırım için tekrar ihaleye çıkılması, iki anlama gelir: Ya herhangi bir nedenle ihale iptal edilmiştir. Dava sonucu mahkeme karar vermiştir. İhalenin yenilenmesi gerekir. Ya iş ekonomik nedenlerle tasfiye edilmiştir. Veya “ikmal” denilen tamamlayıcı bir ihale açılması gerekir.

Burada hangi ihtimalin söz konusu olduğu anlaşılmıyor. Anlattığım ihaleyi Sözcü okurlarına bu köşede “İşte Gerçek Kanal İstanbul ihalesi” başlığı ile 30 Haziran 2021’de, yani bir yıl önce duyurmuştum. O zamanki yaklaşık maliyeti 3.5 milyar TL olan o ihalenin adı aynıydı. Ulaştırma Bakanlığı pazarlık usulüyle yapmıştı. 5  firma davet edilmişti. (Gülermak+Yapı&Yapı+Taşyapı, YSE Yapı, Kolin, Ziver Petrol+Ziver İnş., Özaltın İnş.) İhaleyi 3.1 milyar TL ile aynı grup kazanmıştı.

Soru: Enflasyonun TÜİK rakamlarıyla bile 73.50 arttığı bir ekonomide bu ihalenin dayanağı nedir, iki kat artışın sebebi enflasyon mudur?

Neden mi bu soru? Çünkü Ulaştırma Bakanlığı, ihaleyi ilk açtığında (Haziran 2021) “Kanal İstanbul Geçişi” ibaresini eklemişti. Geçen hafta tekrarlanan Halkalı-Ispartakule hattı ihalesinde bu ifade yok!

Çiğdem Toker, şu soruları sordu.

  • Kanal İstanbul projesi rafa mı kalktı? Halkalı-Ispartakule demiryolu inşaatı artık “Kanal İstanbul geçişi” olma vasfını taşımıyor mu?
  • Bu ihaleyi iki kat fiyata neden tekrarladınız? Nasıl aynı firmalar aldı? Masa başında mı planlandı?