Ana Sayfa Blog Sayfa 785

İki ülke arasında bölgesel bir nükleer savaş bile küresel kıtlığa yol açabilir

Kuzeyimizde süren Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş nükleer tehdidi bir kez daha dünya gündemine taşıdı. Bilindiği gibi Ukrayna’da dördü aktif olan birisi ise kapatılmış beş adet nükleer güç santrali (NGS) var.  Bu NGS’lerin en büyüğü olan Zaporijya NGS’nin bazı yan tesislerinin de çatışmalardan etkilendiği biliniyor. Zaman zaman Ukrayna’nın elektrik dağıtım sistemi ile de bağlantısı da kesilen santralin radyoaktif bir sızıntıya neden olabileceği konusunda dünya kamuoyunda endişeler ise özellikle son on gün içinde iyice arttı. Bu nedenle Birleşmiş Milletler‘e bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEI) uzmanları uzun görüşmeler sonucu Ukrayna’ya gidebildi ve şu ana kadar ise bir radyoaktif sızıntı raporlamadılar.

Tek tehdit sızıntı değil

Savaşlardaki tek nükleer tehdit NGS’ler gibi nükleer tesislerin vurulması sonucu ortaya çıkabilecek radyoaktif bir sızıntı tehditi değil. Geçtiğimiz haftalarda Nature Food’da yayımlanan bir makaleye göre herhangi iki ülke arasındaki bir nükleer savaş dünya üzerinde bir gıda kıtlığını tetikleyebilir ve 5 milyara yakın insan bunun sonucu olarak açlık nedeniyle yaşamlarını yitirebilir.  Araştırmacılara göre iki ulusun birbirlerine nükleer silah ile saldırdığı küçük bir çatışma bile dünya çapında kıtlığa yol açabilir. Yapılan modellemelere göre yanan kentlerden yayılan partikül maddelerden zengin hava kirliliği tüm gezegeni çevreleyerek güneş ışığını uzaya geri yansıtacak ve dünyanın soğumasına neden olacak. Bu durum ise tarımsal üretimi yok edecek. Araştırma ekibinden olan New Jersey‘deki Rutgers Üniversitesi‘nden iklim bilimci Lili Xia’ya göre iki ülke arasındaki nükleer bir savaş tüm dünyadaki insanları etkileyecek ve büyük bir çoğunluğu da açlıktan ölecek.

Nükleer silahlar, bilindiği gibi insanları doğrudan patlamalarla öldürmenin yanı sıra, sonraki yıllarda radyasyonun ve diğer çevre kirliliğinin kalıcı etkileri ile ölümcül etkilere de neden oluyor. Xia ve çalışma ekibi, gezegenin dört bir yanındaki insanların da iki ülke arasındaki bu savaştan sonraki yıllarda nasıl etkilenebileceğini görmek için çeşitli senaryolar üzerinde çalıştı. Nükleer bir savaşın ardından dünyanın çeşitli yerlerinde iklimin nasıl değişeceğini ve mahsullerin ve balıkçılığın bu değişikliklere nasıl tepki vereceğini modellediler. Bilim insanları her biri atmosfere farklı miktarlarda partikül madde koyacak ve yüzey sıcaklıklarını 1 ° C ile 16 ° C arasında herhangi bir düzeyde azaltacak altı savaş senaryosunu analiz etti ve etkilerin on yıl veya daha fazla sürebileceğini gördüler. Bu senaryolarda yaptıkları hesaplamalar ilginç sonuçları ortaya çıkardı.

Buna göre, Hindistan ve Pakistan arasında, belki de tartışmalı Keşmir bölgesinde tetiklenen bir nükleer savaş, kaç savaş başlığının konuşlandırıldığına ve şehirlerin tahrip edildiğine bağlı olarak atmosfere 5 milyon ila 47 milyon ton partikül madde gönderebilir. ABD ile Rusya arasında tam bir nükleer savaş 150 milyon ton partikül madde üretebilir ve atmosferde bu partikül maddeler yıllarca kalabilir. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün verilerini kullanan Xia’nın ekibi, nükleer bir savaştan sonra azalan mahsul veriminin ve balıkçılık ürünlerinin insanların ulaşabileceği kalori miktarını nasıl etkileyeceğini hesapladı. Bilim adamları, insanların hayvan yetiştirmeye devam edip etmedikleri veya hayvancılık için kullanılan tarımsal ürünlerin bir kısmını veya tamamını insanlara yönlendirip yönlendirmedikleri gibi çeşitli seçenekleri incelediler. Ayrıca, senaryolar ülkelerin gıda ihraç etmek yerine kendi vatandaşlarını beslemeyi seçtikleri için uluslararası gıda ticaretinin duracağını da gösteriyordu.

Bütün senaryolar ürkütücü

Sonuçta Xia ve arkadaşlarının çalışması karmaşık küresel gıda sisteminin nükleer bir savaşa nasıl tepki vereceği konusunda birçok varsayım ve senaryoya dayanıyor. Ancak bu senaryoların sonuçları çok açık ve ürkütücü. En küçük savaş senaryosu için; yani 5 milyon ton partikül madde ile sonuçlanan bir Hindistan-Pakistan çatışması için, gezegendeki kalori üretimi, savaştan sonraki ilk 5 yılda % 7 oranında düşebilir. 47 milyon tonluk bir partikül madde senaryosunda, küresel ortalama kalori üretimi % 50’ye kadar düşüyor. ABD-Rusya savaşının en kötü durumunda, kalori üretimi savaştan üç ila dört yıl sonra % 90 oranında azalıyor.

Son yıllarda nükleer savaş, soğuk savaş döneminden bugüne azalan bir tehdit olarak görülüyordu. Ancak Rusya-Ukrayna savaşı savaşlarda nükleer tesislerin vurulma ihtimalinin yanı sıra bölgesel bir nükleer savaşın da her an yaşanabileceğini gösterdi. Günümüzde yaşadığımız dünyada 12.000’den fazla nükleer savaş başlığına sahip dokuz ülke olduğunu unutmayalım. Nükleer savaşın uzun yıllar boyunca ortaya çıkabilecek potansiyel öldürücü sonuçlarını ayrıntılı olarak anlamak ve bilimsel verilere dayanarak anlatabilmek toplumların çok daha güçlü olarak nükleer silahlara ve NGS’ne karşı çıkmasını sağlayabilir.

 

[Yeşil Kamp-6] Assos’tan kalanlar

Yeşil Düşünce Derneği‘nin bir geleneği haline gelen ancak pandemiyle geçen iki yılın ardından ilk kez düzenlenen Yeşil Kamp’ın ardından İstanbul’a döndük. Yeşil Kamp, zeytin ağaçları arasındaki çadırlarıyla, incir ağaçlarıyla, yemekleri, atölyeleri ve tüm etkinlikleriyle birlikte adına yakışacak derecede ‘yeşil’di.

Kampta siyasetten çocuk şarkılarına, barınma hakkından bira tarihine, yeşil kitaplardan mikroplastiğe kadar birçok alanda etkinlikler gerçekleştirildi. Kampı ilk kez katılanların değerlendirmeleriyle anlatalım:

“Umut doldum.”

Yeşil kampta bir araya gelenlerin çadırlardan denize taşan sohbetleri iklim krizine karşı alınması gereken önlem ihtiyacının yansımaları aslında.

Gökçe Coşkun’un çocuk atölyesinde şarkılar havada uçuşurken çevrede çalışanların da ilgisi Coşkun’un masalsı anlatımına çekiliyor.

Kadın cinayetleri Assos sahiline kadar vuruyor!

Assos, Sokakağzı’nda bulunan kampın birkaç metre önünde bulunan sahilde ise bölgedeki köylerde yaşayan ve kendi elleriyle yaptıkları yemeni, halhal ve şalları satan kadınlarla karşılaşıyorsunuz. Bu kadınlardan biri de artık aklaşmış saçlarıyla güneşin altında geçimini elişi ürünlerinden sağlayan Ayşe.

Kazancını torunları için harcayan bir kadın Ayşe. Kızını damadı katletmiş. Müebbet aldığını söylüyor Ayşe. Gönderildiği cezaevinden de yine birine şiddet uyguladığı için bir başkasına gönderilmiş bir katil olan damadından. Ayşe torunlarına baktığını söylüyor ve ekliyor:

“Tek çocuğumdu benim. Yavrumu aldı benden, ya!”

Yakan tek şey güneş olmuyor bu kez. Kadın cinayetleri elbette sahile kadar vuruyor!

Çırpılar: Bir Mücadelenin Anatomisi

Akşam saatlerinde kampın oturum alanında gıda sistemlerinin dayanıklılığı üzerine konuşuluyor. Hemen akabinde ‘Çırpılar: Bir Mücadelenin Anatomisi’ belgeseli var. Gecenin geç saatlerinde gösterilen belgeselin çok seyircisi yok ancak katılanlar üzerinde belgesel oldukça büyük etki yaratıyor.

Çanakkale’nin Yenice ilçesine bağlı Çırpılar Köyü’nde bir kömürlü termik santrale karşı aktivistlerin başlatmış olduğu mücadeleyi nasıl kazandıklarını izliyor katılanlar. Mücadele sürecini anlatan Çırpılar’ın eski muhtarının sesi kamp alanına yayılıyor. Katılımcılar gün içerisinde girdikleri onca etkinliğin ardından belgeselin etkisine karşı kayıtsız kalamıyor. Oldukça çarpıcı bir hikayesi olan bu ekoloji dayanışması yerelin gücüyle sağlanmış. İşte belgeselin hikayesi:

“Fosil yakıtların yakılmasıyla oluşan karbon emisyonu, geleceğimizi tehdit eden iklim krizinin baş faillerinden biri. Buna rağmen 2015’te kömürlü bir termik santral projesinin Çırpılar’da hayata geçeceği duyuruldu. Tüm engellemelere ve baskılara karşın Çırpılar Termik Santrali projesine karşı halk ve çeşitli sivil toplum kuruluşları, büyük bir direniş örneği sergiledi. Altı yıllık mücadelenin ardından önemli bir kazanım elde edilerek termik santralin Çırpılar’a kurulması engellendi.”

Kampta Cumartesi günü artık son etkinlikler gerçekleştiriliyor. Yaklaşan seçim ve Yeşiller Partisi konuşuluyor. Koray Doğan Urbarlı ve İlkan Dalkuç, yaklaşan seçimlerin Türkiye için önemini ve Yeşiller Partisi’nin seçim stratejilerini tartışıyorlar.

Cinsiyet oturumunun da ardından Rauf Kösemen’i dinliyoruz. Konumuz bira tarihi. Kösemen biraların türlerine, şerbetçi otuna, birayla ilişkilendirilen doğa üstü güçlere ve biranın keyfine değiniyor. Artık herkes son günün rahatlığı içinde, biralarıyla Kösemen’e kulak veriyor.

“Doğanın ve insanın sömürüsüne son.”

Assos sokaklarında kampçılar sömürüye karşı gerdikleri pankartları, gökkuşağı bayraklarıyla çektikleri hatıra fotoğrafıyla kampı ölümsüzleştiriyor:

“Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz”

Kampta son akşamın gündemi ise barınma hakkı. Kampçıların da musdarip olduğu barınamama sorunu yalnızca bir günün gündemi değil aslında. Şehir fark etmeksizin barınma hakkı elinden alınan ve uzaklaştırılan hayatlar neredeyse herkesin dem vurduğu bir sorun.

Son gece, son etkinlik…

Gökçe Coşkun, kampçılara kendi yazdığı şarkıları söylüyor ve çalıyor. Coşkun’un sesi bütün kampçıları çevresine topluyor. Tüm etkinliklerin yoğunluğunun ardından kampçılardan oldukça yüksek bir alkış alıyor Coşkun, yeniden sahneye çıkıyor. Ardından gece ve deniz…

Son gün artık herkes evlere… Kampçılar eve umut dolu döneceklerini söylüyor. Yeşil Düşünce Derneği‘ne kampta yarattıkları güvenli ortam nedeniyle de teşekkür ediyor kampçılar, bunun ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Ekolojik sorunların önceliklendirildiği bu kamp alanından eve dönüşte kampçılar yalnız olmadıklarını gördüklerini anlatıyorlar.

“Bunu dert eden yalnızca ben değilmişim.”

Kampçılar zeytin ve incir ağaçlarıyla dolu, emekçileriyle arkadaş gibi oldukları ve çok sevdikleri Sincap Kamp’tan gelecek sene buluşmak üzere ayrılıyor.

[Yeşil Kamp-5] Yaklaşan seçim ve Yeşiller: Ne olacak?

Yeşil Kamp‘ın son günü, seçimlere yaklaşık bir yıldan az bir süre kala siyasi aktörlerin mevcut durumunun ve bu tabloda Yeşiller Partisi’nin ne öngördüğü ve nelere hedeflediğinin konuşulduğu oturumla başladı.

Daktilo1984 Genel Koordinatörü İlkan Dalkuç ve Yeşiller Partisi eş sözcüsü Koray Doğan Urbarlı, yaklaşan seçime dair değerlendirmelerde bulundu.

‘Altılı masa’nın çizdiği Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem rotasının gerçekçiliğinden, seçim sonuçlarındaki olası senaryolarda Yeşiller Partisi’nin nasıl bir tutum alacağına kadar pek çok noktanın detaylıca tartışıldığı oturumun başlangıcında Dalkuç, yeni Seçim Yasası‘nın ve başkanlık sisteminin konjonktüre etkilerinden bahsetti:

“Sistemin ‘yüzde 50+1‘ e evrilmesi ile seçimlerin iki eksen üzerine oturarak, Millet ve Cumhur İttifakları üzerine kaydı.”

Aday tartışmaları: Kılıçdaroğlu’nun adaylığına kesin gözüyle bakılıyor

AKP‘li Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın karşısına çıkacak adayın kim olacağı konusu da tartışılırken, seçimlerin Türkiye’nin geleceği açısından tüm boyutlarıyla önemli olacağı ve bunun yalnızca aday tartışmasına sıkıştırılmamasının gerekliliğine de vurgu yapıldı.

Sivil toplum ve muhalefetin yıllardır bastırılarak gücünün yok edildiğini dile getiren Dalkuç şu yorumları yaptı:

Meral Akşener‘in aday olmayacağına dair açıklamasına rağmen her zaman adaylık ihtimalinin olduğunu düşünüyorum. Kemal Kılıçdaroğlu‘nun ağır basacağına inanıyorum.. Adayın kimliği veya nasıl bir aday olduğu daha önemli: Birkaç ekseni bir arada tutabilen ve sandıklara sahip çıkabilecek bir aday olmalı. Bu sebeple parti genel başkanları ve parti örgütleri çok önemli. Belediye, medya ayağı ve manipülasyon kalibiyetleri son on yıla göre arttı.”

Dalkuç ayrıca, “Ekrem İmamoğlu ile genel merkez arasındaki mesafe İmamoğlu’nun yıldızının parlaklığını artırıp azalmayacağını belirliyor” yorumunu ekledi.

Sivil toplumun kan kaybettiğini ve ayakta kalma mücadelesi yüzünden diğer misyonların yerine getirilemediğini söyleyen Dalkuç şöyle devam etti:

“Yükselen milliyetçilik dalgası 90’larda daha da yüksekti. Şu an sosyal medyadaki akıma ters olarak milliyetçiliğin o kadar yükselmediğini düşünüyorum çünkü makbul kabul edilen tek söylem milliyetçilik. Diğer sesler çıkmıyor, çıksa, milliyetçiliğin bu kadar baskın olmadığı görülecek. Aynı iddiaları dile getiren gazeteciler dinlenmiyorken Sedat Peker’in dinlenmesi de bunun bir örneği.”

İki konuşmacı da altılı masadan çıkacak adayın Kemal Kılıçdaroğlu olacağı konusunda hemfikir olduklarını belirtti.

Koray Doğan Urbarlı, oturum boyunca partisinin seçim stratejisine ilişkin pek çok soruyu yanıtladı ve karşılarına çıkabilecek zorluklara dair neler planladıklarını detaylandırdı.

Getirilen yeni seçim yasasının partileri ittifak yapmaya zorladığına ve bunun Yeşiller için bir boyutuyla avantaj da olabileceğini aktardıktan sonra şöyle devam etti:

“Türkiye’nin güncel politikasının değirmenimize su taşımasını beklemeden hareket etmemiz gerekir. İki senedir seçimi bekliyoruz. Siyasetle ilgilenenler için iki sene aynı odakta kalmak zor, örgütleri daha geniş olan partilerde bile bu var. Anketlerdeki dönemlik değişimler bunlar kaynaklı. Partimizi seçim girdabına sokmadık ama yakında sokmamız gerekiyor.”

“2023’te açılacak yeni sayfada Yeşiller Partisi’nin konumu, önemi ve karşılaşacakları zorluklar ne olacak?” sorusuna da şu yanıtlar verildi:

İlkan Dalkuç: “Yeşillerin ortaya koyduğu kavramları, içini boşaltıp bağlamdan kopararak onların karşısına çıkaracaklar. Karşınıza bir bakan çıktığında bunlarla başa çıkabilme kıvraklığını gösterebilmeniz gerek. Ekolojik bakışla gelen iktidar mensuplarına karşı ne yapacaksınız? Yeni kuşakların doğa-hayvanlarla ilişkisi bizden farklı? Bu sorular sorulmalı.”

Koray Doğan Urbarlı: “İttifakları konuşurken ‘biz nerede olmak istiyoruz‘u cevaplayarak hareket etmeli ve ittifak seçimine de fayda odaklı yaklaşmalıyız. Kalan iki ittifakta, toplam 13 parti ve 13 görüşle konuşabiliyoruz. Görüşmelerimiz sürüyor.”

Yeşil hareketi Meclis’e taşımakta kararlı olduklarını ve bunun önemini vurgulayan Urbarlı , “Eğer siyasi parti iseniz ve iktidarı hedeflemiyorsanız, siyasi parti olmanın asıl amacını, yani yönetmeyi es geçmiş oluyorsunuz ve bu da ciddi bir tutarsızlık oluşturuyor” dedi.

Parlamenter sisteme geçişte neler olacak: ‘Türkiye HDP’li bir Savunma Bakanı’na hazır mı?’

Dalkuç, seçimde hükümetin değişmesi durumunda oluşabilecek tabloya dair şu öngörülerde bulundu:

“Seçimlerden sonra AKP’nin düşünüldüğü kadar güçsüzleşeceğini düşünmüyorum.Hükümetin parçalı yapısı, Güçlendirilmiş Parlamanter Sistem’in hayata geçmesini zorlaştıracak. AKP bile iktidarında ciddi değişiklikler için yıllarca beklemek zorunda kaldı.

Esas olay seçim kazanıldıktan sonra başlayacak. HDP vekilleri ile İYİ Parti vekilleri, önemli noktalarda nasıl aynı yönde irade gösterecek? HDP’nin yüze yakın vekili var, örneğin HDP’li bir Savunma Bakanı’na Türkiye hazır mı? Burada bir al-ver dengesi yapılması gerekecek. Parlamentoda yaşanacak sorunların çözümü için de güçlü bir cumhurbaşkanı gerek.

Urbarlı, muhalefet partilerinde de ekolojik yıkımdan ve sömürüden çıkar elde edenlerin, Yeşillerin kısıtlamacı yaklaşımı ile çatışmaya girebileceğini, ancak bu açmazın da aşılabileceğini belirtti.

Oturum, dinleyicilerin seçim güvenliğine, aday tartışmalarına ve Yeşiller’in çeşitli senaryolarda alacağı tutumlara ilişkin soru ve yorumlarıyla devam etti. Katılımcılar, seçim güvenliği için bireylerin neler yapabileceğinden, Yeşiller’in parlamenter sisteme dair görüşüne kadar pek konuda tartışma yürüttü.

[Yeşil Kamp-4] Fuat Keyman ve Yeşiller ile ‘Türkiye nereye gidiyor?’

Yeşil Kamp‘ın ikinci gününün öne çıkan oturumlarından biri seçimlerin yaklaştığı Türkiye’de yeşil siyasetin yeri ve önminin konuşulduğu ‘Türkiye nereye gidiyor?’ tartışması oldu.

Sabancı Üniversitesi‘nin rektör yardımcısı ve İstanbul Politikalar Merkezi yöneticilerinden Prof. Dr. Fuat Keyman ve Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Özlem Taşdemir Teke, Rusya‘nın Ukrayna‘yı işgalinin başlamasından bugüne Avrupa Yeşil Mutabakatı’ndaki düzenlemelerden, yaklaşan seçimlerde diğer muhalefet partilerinin enerji politikalarına kadar pek çok konuyu tartıştı.

Prof. Keyman, Türkiye’deki ‘radikal muğlaklığın getirdiği sıkıntıları ‘ontolojik krizler’ olarak değerlendirdi ve bunları üç ana başlık altında ‘ekonomik eşitsizlikler ve güvensizlik, iklim krizi ve popülist otorite‘ olarak tanımladı.

Sivil toplum kendini geleceğe taşımalı ve yönlendirmeli

Üniversiteler, düşünce kuruluşları sivil toplum, Yeşiller, muhalif partiler gibi aktörlerin bütün bu zorluklara ve bu karanlık yapıya karşı kendilerini geleceğe doğru taşımalarının çok önemli olduğunu söyleyen Keyman, İYİ Parti’nin görünen yükselişini de bu güvensizliklere karşı insanların milliyetçi ve devletçi ideolojilere yönelmesiyle bağdaştırdı.

Burada eko-ekonomik decopling kavramına atıfta bulunan Keyman şunları söyledi:

“Varolan yapıyla kendini ayrıştırarak, biraz hayalci olarak Türkiye’yi olumlu yerlere getirebilecek yolun tuğlalarını nasıl örebileceğimizi düşünerek, Türkiye’nin geleceği nasıl kurulabilir, farklı neler yapılabilir, kendilerini buraya yönlendirmeleri çok önemli.”

İhtiyatlı iyimserlik içinde olduğunu belirten Keyman, Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın kırılgan gruplar üzerinde de durduğunu hatırlatarak, Türkiye’deki eşitsizliklerin ve dışlanmalara karşı mücadelenin öneminden bahsetti:

“İstanbul Politikalar Merkezini de bu anlamda, demokratikleşme mücadelesi veren bir platform olarak yürütüyoruz ve şu an seçimlerde Türkiye’nin ‘nefes alması’ için çalışıyoruz.”

Türkiye’de politik arenada en başından beri Yeşil siyasete ihtiyaç olduğunu düşündüğünü belirten Keyman,”Sosyopolitik dönüşümler siyaseten bir yere kadar engellenebilir. Yeşiller, Türkiye’nin geleceğinde önemli bir aktör” dedi.

Bilimsel politikaların altı oyuldu

Keyman’ın ardından söz alan Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Özlem Taşdemir Teke Türkiye’nin fosile bağımlı enerji sisteminden adil dönüşümüne kadar pek çok değerlendirme yaparak, yaklaşan seçimlerin iklim için de çok önemli olduğunu belirtti.

“Avrupa Birliği’nin yenilenebilir enerjiyi ‘kamu yararı olarak tanımlaması çok önemli. Bizde bunun böyle tanımlanması engelleniyor, rüzgar ve güneş enerjisi gibi kaynaklar reddedilerek fosil sistemde kalınması için çabalanıyor. Bu yüzden Yeşiller’in siyaset yapması çok önemli.”

Türkiye’nin emisyonlarının 90’lı yıllardan beri yüzde 115 arttığının altını çizen Taşdemir Teke Türkiye’nin uluslararası iklim anlaşmaları sürüncemede bırakarak maddelere uyumlu politikalar  geliştirmediğini anlattı ve Kyoto Protokolü ve Paris İklim Anlaşmaları’nda Türkiye’nin yaklaşımlarını hatırlattı:

Türkiye pek çok anlaşma ve taahhütü onaylar gibi yapıp tersi işlere devam etti. Kömürden çıkış için pek çok anlaşmaya atılan imzanın ardından ‘zeytinleri sökerek altından kömür çıkarmak’ için yasalar yapmasıyla bunların hepsinin altına oyuklar açmış oldu.

Benzer bir yaklaşımı İklim Şurası’nda gördük: Bilim kurulları ve uzmanlar enerjiye dair pek çok projeksiyon sunsa da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın kömür ısrarı ve müdahelesiyle bütün bu bilimsel politikaların altı oyuldu.

Seçimlerin ardından kurulacak yeni hükümetin, AB Yeşil Mutabakatı’nın çizdiği yola uyumlanmasının Türkiye için çok önemli olacağının altı çizilen konuşmaların ardından oturum, kampçıların kendi görüşlerini ve yorumlarını paylaştığı sohbetin ardından sona erdi.

 

[Yeşil Kamp-3] Çadırlar arasında: Dünyayı kurtarmak istiyorum

Yeşil Düşünce Derneği‘nin bir geleneği haline gelen ancak pandemiyle geçen iki yılın ardından ilk kez düzenlenen Yeşil Kamp’ın ikinci gününe uyanıyoruz. Üzerimize çöken çadır sıcaklığına rağmen ayağa kalkıp yeni bir güne başlıyoruz. Önümüzde oldukça çeşitli etkinlik ve atölyeler var.

Yeni iklim inkarcılığından, Türkiye’de iklim aktivizmine; memleketin şarkılı tarihinden, kitap takasına kadar birçok farklı alanda söyleşi ve etkinlikler gerçekleştiriliyor.

Kamp için öyle çok etkinlik ve atölye düzenlenmiş durumda ki kampçılar denizle etkinlik arasında sürekli bir koşuşturma, bir yetişme halindeler. Bir de tabi üç öğün yemek araları var. Kahvaltıda masalarda iklim krizi, iklim adaleti, ekoloji çalışmaları, su yönetimi ve aktivistlik üzerine konuşuluyor.

‘Siyasetçiler 2050 için çok yaşlı’

Kahvaltı masamızda genç iklim aktivistleri Melisa Akkuş ve Resul Hüseyinzade var. Akkuş ve Hüseyinzade Türkiye’deki siyasal partilerin iklim krizi üzerine herhangi bir eylem planları olmamasından dem vuruyor.

Dünyanın net sıfır emisyon hedefine ulaşması için verilen tarih olan 2050’ye işaret eden gençler, Türkiye’deki mevcut siyasetçilerin 2050 hedefini göz önünde bulundurmak için oldukça yaşlı olduğunu söylüyor.

Akkuş ve Hüseyinzade “Şimdi değilse, ne zaman?” diye soruyor ve Akkuş ekliyor:

“Benim hedefim dünyayı kurtarmak. Bunu yapacağıma eminim.”

Cümlenin etkisi önce masadaki herkesi bir geçmişe götürüyor ve sessizlik… Hızlı bir taramanın ardından umudun güzelliği üzerine konuşuluyor.

Resul Hüzeyinzade

İklim aktivizmi ve gençler

Akşam da Yeşil Kamp’ın konusu “Türkiye’de İklim Aktivizmi”. Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Özlem Teke Taşdemir, Greenpeace Akdeniz’den Sevil Turan, iklim aktivisti Melisa Akkuş ve Resul Hüseyinzade konuşmacılar arasında yer alıyor.

Özlem Teke Taşdemir

Taşdemir, Türkiye’de oluşan genç iklim aktivizmine işaret ederek “İklim inkarcılığı üzerinden şekillenen on yıllar var. Neoliberal sistem iklim krizini unutturabilmek, farklı yollara saptırabilmek, büyüme odaklı ekonomi politikalarını sürdürebilmek için aslında böyle bir krizin olmadığına inandırmayı farklı inkarcılık biçimleriyle aslında bir miktarda başardı” diyor.

Melisa Akkuş

‘Kapsayıcı, erişilebilir, yüksek katılımlı bir iklim hareketi’

İklim krizine karşı harekete geçmek açısından Türkiye’ye de büyük sorumluluklar düştüğünü belirten Taşdemir’in, “Belli bir yaşın üzerindeki kuşaklar, gelecek kuşaklara borçluyuz. Onların böyle bir sorumlulukla yüzyüze gelmeleri hiç adil değil” ifadelerinin ardından genç aktivistlerden Akkuş şunları söylüyor:

“Bizim daha kapsayıcı, erişilebilir, yüksek katılımlı bir iklim hareketine ihtiyacımız var.”

Murat Meriç

Şarkılı Memleket Tarihi

Aktivizm üzerine konuşmalar akşam yemeği masalarında da devam ediyor. Bu kez yemeğin ardından müzik tarihçisi ve yazarı Murat Meriç’in ‘Şarkılı Memleket Tarihi’ başlıklı sunumuna yol alıyoruz.

Aslında başlık etkinliği tam anlamıyla özetliyor. Meriç ülkenin başından geçen olayları, şarkılara türkülere dokunan olağanüstü hallerden geçtiği tarihini ezgilerle anlatıyor. Öztürk Serengil’in “Unutttun Bizi Süleyman”ından Duman’ın “Eyvallah” şarkısına kadar iki saate uzanan oldukça çeşitli bir müzik dinletisi ve anlatısı gerçekleştiriyor.

Kampta gece ve kampçılar denize… Ardından yeni bir güne uyanıyoruz, yeni etkinliklere yol alıyoruz.

[Yeşil Kamp-2] Assos’ta Yeşil Gazete atölyesi

Yeşil Düşünce Derneği‘nin bir geleneği haline gelen ancak pandemiyle geçen iki yılın ardından ilk kez düzenlenen Yeşil Kamp’ın ikinci gününde Yeşil Gazete ekibi olarak kampçılarla iklim haberciliğini konuştuk.

Farklı şehirlerden yüz küsur kampçının geldiği Yeşil Kamp’ta Yeşil Gazete’nin 14 yıla uzanan tarihinden, artık basılı gazetelerin ağırlığını yitirmesine; habere erişimden, TikTok’ta haber paylaşımlarına kadar birçok konuya değinildi.

Katılımcılardan gelen sorular ise medyanın araçlarının derinden değişimine ışık tutuyor, gazetelerin hala basılıyor olması garipseniyor.

En çok soru gelen konu ise görsel içerik. Okuyucuların Yeşil Gazete’den taleplerinde bilgiye hızlı erişim isteği öne çıkıyor. Hızlıca ulaşılabilecek, kategorilere ayrılmış içeriklere yoğun bir ilgi olduğu görülüyor.

Daha kısa içeriklere duyulan ihtiyaç: Bu ortak bir ses olarak yükseliyor.

Bir zamanların anaakımı, günümüzün iktidar medyasının iklim haberlerini işleyişi üzerine yapılan eleştiriler, haber önerilerini de beraberinde getiriyor: Fosil yakıtların sebep olduğu emisyonlardan ve iklim krizi haberlerindeki neden sonuç ilişkilerinden daha çok bahsedilmesi gerektiğine değiniliyor.

Katılımcıların iklim ve ekoloji hassasiyeti üzerinden geleneksel ve alternatif medya organlarındaki haber içeriklerini eleştirdiği atölyede, aşırı hava olaylarının iklim kriziyle bağdaştırılmadan verilmesine dikkat çekiliyor.

“Yeşil” olmanın yalnızca iklim ve ekoloji olmadığına işaret edilen atölyede ayrıca kadın ve LGBTİ+’lar gibi dezavantajlı kesimin öncelikli olarak iklim krizinden etkilenmesinden, temiz çevrenin bir insan hakkı olmasından ve ülkelerin ekonomik statülerinden hareketle hak temelli gazetecilikle ilişkisine değiniliyor.

Toplumsal cinsiyet, iklim okuryazarlığı, yeni medya, iklim okuryazarlığı ve yeni nesil gazetecilik gibi konuların ele alındığı atölye kampçıların sorularının yanıtlandırılmasının ardından son buldu.

[Yeşil Kamp-1] İstanbul’dan Kazdağları’na: Zeytin ağaçları altında iklim sohbetleri

Yeşil Düşünce Derneği‘nin her yıl geleneksel olarak düzenlediği Yeşil Kamp için Yeşil Gazete ekibi olarak Ayvacık yollarındaydık. 

4 Eylül’e kadar Türkiye’de iklim aktivizmi, Türkiye ve dünya siyaseti, barınma hakkı, yeşil ekonomi, cinsiyet ve göçmen politikaları, gıda krizi gibi konuları konuşacağımız kamp için ülkenin her yerinden katılımcılar Sincap Kamping‘de buluştu. 

Gün boyunca çeşitli şehirlerden Yeşil Düşünce Derneği ve Yeşiller Partisi üyelerinin yanı sıra, çeşitli sivil toplum örgütlerinden gönüllüler, akademisyenler, genç iklim aktivistleri, öğrenciler ve çocuklar; birbirleriyle araba paylaşarak, toplu ya da bireysel şekilde kampa vardılar.

Sohbet ve tanışmayla geçen akşam yemeği sonrasında asma dallarının altında dans ederek geçirdiğimiz gecenin ardından, 1 Eylül Dünya Barış Günü‘ne uyandık.

İstanbul’dan Çanakkale’ye: Kurumuş ayçiçekler, sonsuz zeytinlikler

Sabah saatlerinde Avrupa Yakası’ndan çıktığımız yolda ilk duraklarımız Tekirdağ ve Çanakkale oldu. Yol boyunca yanımızdan sayısız ağaç türünün yanında sonsuz zeytinlikler aktı.

Türkiye’nin en bereketli topraklarından Trakya’nın en önemli tarım ürünlerinden ayçiçekleri, bu sezon tarım ürünlerinin artan maliyetleriyle birlikte tarlalarda kurudu.

Sapsarı parlamasını görmeye alışık olduğumuz tarlalarda, artık güneşe bakmayan, kararmış ve solmuş günebakanları izledik. Günebakamayan ayçiçekleri kilometrelerce arazi boyunca devam ediyordu.

Tekirdağ üzerinden Kazdağları‘na yolculuğa çıktığınızda daha önce görmemişseniz eğer bu yol size çok yeşil gelebilir. Ağaçlar iç içe geçmiş, genellikle iki üç katlı ve sakinliğine sizi kendine çeken evler… Ancak ormanlık alanlara açılmış yarıklar ayçiçekleri kadar keskin bir karanlığa işaret ediyor.

Yalnızca bunlar değil, bir de oldukça davetkar bir köprüyle karşılaşacaksınız. Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın kurdelesini keserken “2023’ün ve o tarihe atfettiğimiz büyük hedeflerimizin remzidir, işaretidir” sözleriyle sunduğu 1915 Çanakkale Köprüsü‘nü atlatııp Eceabat‘taki feribotla geçebilirseniz, onca köprü davetini yok sayabilmişsiniz demektir.

Yolculardan biri köprüye bakıyor ve boşluğuna dikkat çekiyor. Onaylamadıkları köprü inşaat sürecini ve o süreçte ağaçların kesilmesine neden olunan köprüye geçiş ücretini vermek istemeyen yolcular “Vergiler” diyor, “Bu haliyle de para bizim cebimizden çıkıyor zaten” diyerek hayal kırıklığı içinde feribota yolculuk sürüyor.

Köz mısırlarımızı alıp bize eşlik eden martılarla Çanakkale merkeze geçip birkaç saat içinde kamp alanına varıyoruz.

Pandemi bize neler yaptı?

Sıcak arabadan serin sulara atlayanlar, ardından akşam yemeği için bar alanında toplanıyor. Bunun ardından, kampın ilk oturumunda “Pandemi sonrasında nasılız”ı konuşmak için etkinlik alanına geçiyoruz.

Katılımcılar birbirleriyle, sokağa çıkma yasakları sırasında neler hissettiklerini, neler yaşadıklarını paylaşıyor. Kimi makarna stokladığını, kimi ise tezi yüzünden evde geçirdiği hayatında hiçbir şeyin değişmediğini anlatıyor. “Kaçımız evde ekmek yaptık?” sorusuna en az beş kişi el kaldırıyor.

Küçük katılımcılardan biri, o dönemi nasıl geçirdiğini pek hatırlamıyor, yetişkinerden bazıları için de durum böyle.

Ama ne olursa olsun hayatımızın bu dönemin ardından aynı kalmadığı konusunda hemfikir oluyoruz.

Hayır, hayır demektir

Kampta ekolojik davranışları geliştirmek ve birlikte keyifle vakit geçirmek için birtakım kurallar da koyuldu. Bunlardan en önemlisi, güvenli ve herkesin rahatlıkla kendini ifade edebileceği bir ortam yaratabilmek için belirlenen etik ilkeler.

Şiddet ve tacize ‘sıfır tolerans’ politikası izlenecek kamp boyunca katılımcıların rahatsız olduğu durumları bildirebilmesi için güvenli kişiler belirlenirken, kişisel sınırları ihlal eden her tür davranış da yasaklandı.

Katılımcılara bu güvenli alanı hatırlatmak için kullanabilecekleri ‘Hayır, hayır demektir’ yazılı stickerlar dağıtıldı.

Kampta ayrıca ekolojik davranışlarımızı pekiştirmek ve konakladığımız bu alanı, yüzdüğümüz denizi ve tüm canlılara saygılı olmak adına katılımcılardan kullandıkları ürünlerin ekolojik olması istendi. Tek kullanımlık plastikleri minimuma indirebilmek adına sebiller koyuldu.

Bugün Dünya Barış Günü.

Kamp katılımcıları, oynanacak tanışma oyunun ardından, güne çocuklar için ileri dönüşüm, Türkiye’de iklim aktivizmi ve Yeşil Gazete ekibi olarak düzenleyeceğimiz atölye ile devam edecek.

 

 

 

 

Yeşil Kamp’a gittik, dönecez!

Yeşil Düşünce Derneği‘nin her yıl geleneksel olarak düzenlediği Yeşil Kamp, bu yıl 31 Ağustos-4 Eylül tarihlerinde, Ayvacık‘taki Sincap Kamping‘de düzenleniyor.

Geçen iki yıl pandemi nedeniyle düzenlenemeyen kampın bu yılki başlığı “Umut İçin Mücadele: Yaşamı Savunmak”. 

Yeşil Kamp’ta bu yıl, “iklim gündemi, Türkiye’de iklim aktivizmi, Türkiye ve dünya siyaseti, barınma hakkı, yeşil ekonomi, cinsiyet ve göçmen politikaları, gıda krizi ve Rusya-Ukrayna savaşı” dahil olmak üzere birçok konu ele alınacak.

Yeşil Gazete ekibi olarak biz de kampta olacağız. Günlük haber akışına kamp boyunca ara vereceğiz, ama boş durmayacağız. Yeşil Gazete’nin yazarları, danışmanları, çevirmenleri, gönüllüleriyle bir araya gelecek, bir atölye çalışması yapacak ve kamptan günlük haberler vereceğiz.

5 Eylül Pazartesi günü, Türkiye ve dünyanın gündemini takip ettiğimiz haberlerimiz, videolarımız, dosyalarımızla yeniden huzurlarınızdayız.

Görüşmek üzere…

 

 

 

 

 

 

Bakanlıktan ‘av turizmi’ için yaban hayvanlarına fiyat etiketi…

Tarım ve Orman Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü 2022-2023 Av Turizmi Uygulama Talimatı’nı yayınladı.

Talimata göre yaban keçisi, kızıl geyik, çengelboynuzlu dağ keçisi, karaca ve Anadolu yaban koyununu gibi hayvanların avlanmasına izin verildi.

Hayvanlar acentelere ihale edilirken…

Öte yandan Anadolu yaban koyunu, yaban keçisi, çengelboynuzlu dağ keçisi, kızıl geyik ve melez yaban keçisi acente kotalarının “Av Turizmi İzin Belgeli” acentelere 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu kapsamında ihale edileceği belirtildi.

İhaleye ek olarak bir de hayvanlar üzerinden indirim vaadi verildi: yerli avcı kotalarında, tür ve miktar gözetilmeden avlama ücretlerinin yüzde 50’si kadar indirim uygulanacağı bildirildi.

Ayrıca hayvanların yaşından boyuna, boynuzundan adedine kadar ayrıntılı bir şekilde bilgilendirmenin yapıldığı, 24 Ağustos’ta yayımlanan talimatta hayvanların avlanması için 29 Ağustos’tan 19 Ekim’e kadar başvurunun süreceği duyuruldu.

Yaban keçisi türlerine (teke ve HB-Ş teke), melez yaban keçisine, kızıl geyiğe ve çengelboynuzlu dağ keçisine  Bakanlığın biçtiği avlanma ücreti izni 750 TL. Karacaya 500 ve Anadolu yaban koyununa ise iki bin lira oldu. Hayvanların avlanması için 29 Ağustos ve 31 Mart aralığında vur emri verilmiş oldu.

Hayvanlara ücret biçildi!

Adıyaman’da 16, Muğla’da 19, Antalya’da 59, Isparta’da 4, Adana’da 7, Hatay’da 9, Kayseri’de 11  olmak üzere 20 farklı şehirde toplamda 230 yaban keçisinin öldürülmesi için izin verildi. 

Hatalı boynuzlusundan ise (Şelek yaban keçisi) 20’sinin ölümü için izin çıktı. 

Dört melez yaban keçisinin, 45 kızıl geyiğin, 11 çengelboynuzlu dağ keçisinin, 68 karacanın ve dört tane de Anadolu yaban koyunu için ölüm kararı çıkarıldı. 

Yaban keçisine 10 bin TL’den 184 bin TL’ye kadar, hatalı boynuzluya 25 bin TL’den 50 bin TL’ye kadar, melez yaban keçisine 120 bin TL’den 126 bin TL’ye kadar, kızıl geyikte 12 bin TL’den 23 bin TL’ye, çengelboynuzlu dağ keçisine 12 bin TL ila 42 bin TL arasında, karacaya 5 bin TL ve Anadolu yaban koyununa da 250 bin TL’lik avlama ücreti biçilmiş durumda.

Nesli tükenme tehlikesi altında

Öte yandan Anadolu yaban koyununun nesli tükenme tehlikesi altında. Ancak o da av turizminden kaçamamış hayvanlardan biri.

4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nda nesli tükenme tehlikesi olan türlere ilişkin tedbirlerde de yetkili kurum olarak av turizmi talimatını hazırlayan Bakanlık gösteriliyor:

“Nesli tehlike altında olan, nadir, hassas ve benzeri statülerde yer alan türler ile endemik ve göçmen türlerin korunması amacıyla gerekli koruma tedbirlerini almaya, bu türler için bu Kanunda adı geçen koruma alanlarını oluşturmaya ve bu alanları ekolojik ihtiyaçlarına göre yönetmeye, doğal türlerin azalması veya nesillerinin tehlike altına girmesi durumunda yeniden yerleştirme çalışmalarının ekolojik prensiplere göre yapılmasını sağlamaya, av yasağına ilişkin esas ve usulleri tespit etmeye, avcılığın denetlenmesi ve izlenmesi çalışmalarını yapmaya ve uygulamada gerekli tedbirleri almaya Bakanlık yetkilidir.”

Cumartesi Anneleri’nin basın açıklamasına polis ablukası: 14 gözaltı

İSTANBUL – 30 Ağustos Uluslararası Zorla Kaybedilenler Günü‘nde Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı‘nda bir araya gelip basın açıklaması yapmak isteyen Cumartesi Anneleri ve İnsan Hakları Derneği (İHD) üyeleri polis ablukasına alındı.

Zorla kaybedilenlerin yakınları Maside Ocak, Hüseyin Ocak, Ali Ocak, Besna Tosun, Hanım Tosun, Hasan Karakoç, Hanife Yıldız, Gülseren Yoleri, Hüseyin Aygül, Ferit Barut ve dört insan hakları savunucusu gözaltına alındı.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), AF Örgütü, Hafıza Merkezi gibi çok sayıda sivil toplum kuruluşu, barışçıl protesto hakkını kullanan hak savunucularının serbest bırakılmasını talep etti.