Ana Sayfa Blog Sayfa 778

Sinpaş ekokırımına tepkiler büyüyor: Sinpaş’ın pervasızlığına karşı görevinizi yapın

Haber: Mehmet TEMEL

*

İSTANBUL – Marmaris Kızılbük’te mahkeme kararlarına rağmen devam eden, bölgedeki aktivistler tarafından faaliyetlerinin sürdürüldüğü görüntülerinin neredeyse her gün yayınlandığı SİNPAŞ GYO projesine karşı kamuoyunun tepkisi artıyor.

Ekoloji Birliği ve İklim Adaleti Koalisyonu üyesi çevre aktivistleri bugün İstanbul’daki Sinpaş binası önünde bir araya gelerek şirketin Marmaris’te sebebiyet verdiği ekokırıma karşı protesto gerçekleştirdi.

Fotoğraf: Mehmet Temel

Sinpaş’ın Marmaris Kızılbük’de işlenmemiş herhangi bir suç bırakmamak yönünde, kararlılıkla ve pervasızlıkla yola devam ettiğinin aktarıldığı basın açıklamasında İdare Mahkemesi’nin, “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gereklidir, inşaat durdurulmalıdır” kararına işaret edilerek dün alınan Danıştay kararı hatırlatıldı.

Sinpaş’a Danıştay’dan ret: Devlete karşı toprağı savunuyoruz

“ÇED raporu olmadan bırakın inşaat yapmayı, tek bir çivi bile çakılmaması gerekirken 46 bin m2 inşaat alanıyla başlanan, sadece 4 yıl içerisinde sırayla, 117 bin m2, 122bin m2 ve 280bin m2’ye çıkarılan bu doğa katliamında mahkeme kararlarına da uymayarak suç işlenmeye devam ediliyor” denilen açıklamanın devamında şu ifadelere yer verildi:

“Bu büyük suça yeni halkalar ekleniyor: İnşaatı durdurulan projede satış işlemleri devam ediyor. Büyük reklam kampanyaları da, tüm hızla sürdürülüyor.”

Fotoğraf: Mehmet Temel

Durdurulan, şu anda yok hükmünde olan bir projeden insanlara devre mülk satmanın açık aleni bir suç olduğunu duyurmak için eylem gerçekleştirdiklerini belirten aktivistler “İnsanlara bilgi verilmeden, yanıltılarak satış yapıldığını izliyoruz. Yeni mağduriyetler yaratılma ihtimaline karşı harekete geçmeyen sorumlu kurumlara, suça ortak olduklarını duyurmak için buradayız” dedi.

Şirket yönetimi ve yetkilileriyle ilgili bilerek ve isteyerek insanlardan bilgi sakladıkları, yanılttıkları için suç duyurusunda bulunduklarını duyuran çevre aktivistlerinin basın açıklamasında şunlar aktarıldı:

“Bu sürece hemen müdahale etmezlerse başta, SPK, BİST, Rekabet Kurumu ve Ticaret Bakanlığı olmak üzere tüm ilgili kamu kurumu yöneticileriyle ilgili suça göz yummaktan dolayı suç duyurusunda bulunacağımızın da bilinmesini istiyoruz.

Fotoğraf: Mehmet Temel

Birçok mecrada yapılan reklamların an itibariyle büyük bir yanıltmayı içerdiğine dikkat çekiyor, mahkeme kararına dayanılarak tüm bunların durdurulmasını talep ediyoruz. Gerçekleşmesi yasal olarak olanaksız olan bu projeye yatırım yapmak isteyen yurttaşlarımızı da bu suça ortak olmamaları, sonuç olarak uğrayacakları maddi kayıplar nedeni ile de mağdur olmamaları için uyarıyoruz.

Sinpaş’ın ‘ben her şeyi yaparım, her türlü kaynağı sınırsızca, fütursuzca tüketirim, ekosistemi geri dönülemeyecek şekilde tahrip ederim, karbon yutak alanlarını tüketirim, yaptıklarımın iklim krizini derinleştirmesini umursamam, ben paramı kazanmaya bakarım’ yaklaşımı yok hükmündeki projede satış yaparak devam ediyor.

Sinpaş’ın, ‘tüm bunların bedelini kimin, neyin, nasıl ödediği, yer yüzünün, halkların nasıl etkilendiği zerre umurumda olmaz, nasıl olsa tüm bedeli onların üzerine yıkarım’ pervasızlığına ve ilgili suça dur demek için SPK, BİST, Rekabet Kurumu ve Ticaret Bakanlığı olmak üzere tüm ilgili kamu kurumu yöneticilerine ‘görevinizi yapın’ diyoruz.”

RTÜK’ten LGBTİ+ düşmanı kamu spotu

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) üyesi İlhan Taşçı, RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in Yesevi Alperenler Ocağı’nın LGBTİ+ karşıtı mitingine çağrı spotunu televizyon kanallarından ve radyolardan bedava yayınlanmasını istediğini duyurdu.

Türkiye’de son dönemde LGBTİ+’lar yönelimleri ve kimlikleri nedeniyle iktidarın ve kolluk birimlerinin ağır baskısı ve şiddetine maruz kalıyor. Son Onur Ayı’nda gerçekleştirilmesi planlanan etkinliklerin düzenleneceği Onur Haftası da aynı şekilde hükümet tarafından yasaklanmıştı. Onur Yürüyüşü’nde ise yüzlerce insan sadece LGBTİ+ hak ve özgürlükleri meydanlardan duyurmak istediği ve onurla yürümek istediği için engellenmiş, gözaltına alınmış ve valiliklerce yürüyüş yasaklanmıştı.  RTÜK’ün LGBTİ+ düşmanı spotu da yüzlerce gözaltının gerçekleştiği Onur Yürüyüşü’nden aylar sonra geldi.

Taşçı sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Spotu Üst Kurul‘un onayı olmaksızın yayınlamak yetki gaspıdır. Spotun içeriği halkın bir kesimini aşağılayıp, kin ve düşmanlığa tahrik edecek nitelikte!” dedi ve ekledi:

“LGBT karşıtı miting çağrısının keyfe göre, mevzuata aykırı sisteme yükletmek hukuk tanımamaktır. Sayın Ebubekir Şahin bu aceleniz ne, kimden neyi gizliyorsunuz, miting çağrısı sizi niye ilgilendiriyor? Amaç seçim öncesi spot adı altında ücretsiz miting çağrı dönemine hazırlık! Her fırsatta sarayın adamı olduğunu imza attığı kararlarla kanıtlamaya çalışan RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin anlaşılan şimdi de tek adamlığa hevesleniyor. Hevesin kursağında kalır haberin olsun!”

Yeşiller’den Avrupa’ya ‘vize zorluğu’ mektubu: Türkiye’den size uzanan eli havada bırakmayın

Yeşiller Partisi, son dönemde Avrupa ülkelerine seyahat etmek isteyen Türkiye vatandaşlarının çoğunun vize başvurularının olumsuz sonuçlanmasına dair ilgili ülkelerin Büyükelçilikleri ve Yeşil partilerine yollanmak üzere bir açık mektup yazdı.

Yeşiller Partisi Eş Sözcüleri Özlem Taşdemir Teke ve Koray Doğan Urbarlı imzası taşıyan mektup “Biz, akranları gibi yaşamak, akranları gibi özgür olmak, istediğini sevebilmek, gelecek hayali kurmak isteyenlerin de partisiyiz. Bu mektubu, milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bu isteklerini bir de Yeşiller Partisi ağzından duymanız için yazıyoruz” ifadelerinin ardından şöyle devam etti:

“Arada kısa tarihsel boşluklar olsa da, Anadolu yaklaşık iki yüz yıldır; yüzünü Batı’ya dönmüş, kendisine Batılı bir yaşamı, yönetim biçimlerini, yasaları model almış ve buna ulaşmak için sürekli ve ciddi adımlar atmış yöneticiler ve reformistler tarafından idare ediliyor.

Doğu’nun en Batısı, Batı’nın ise en Doğusu olmak gibi bir coğrafi kader ile şekillenen Türkiye’nin siyasi hayatında bu doğrultu 100 yıllık Cumhuriyet Dönemi’nde de değişmedi ve bu durum ancak toplumsal olarak karşılık bulması ile mümkün olabildi.”

Yönetenlerin kimi zaman bakışlarını farklı yönlere çevirmelerini, “Batı yönünde giden bir gemide başka yöne bakmaktan öte bir anlam ifade etmediğini” söyleyen mektupta, Türkiye ve Batı’nın son zamanlarda darbe alan ilişkisi şöyle hatırlatıldı:

“Son yirmi yılda Türkiye’de ve Türkiye’nin yakın coğrafyasında baş gösteren siyasal, toplumsal ve ekonomik krizler ile Türkiye’yi yönetenlerin tercihleri sonucunda Türkiye ve Batı Dünyası arasındaki bağın karşılıklı olarak zayıfladığı saklayamayacağımız bir gerçek.

Fakat bu zayıflama sonucunda ortaya çıkan sıkıntıları ise Türkiye toplumu içerisinde ne yazık ki en çok bu bağın tekrar güçlenmesini arzu edenler çekmektedir.

Hükümetlerin yarattığı toz bulutunun altında ekonomik işbirlikleri, toplumsal bağlar ve ortak hedefler bulunmaktadır.

Türkiye’den bir kişi, Avrupalının hiç düşünmeden çıkabildiği seyahate gidemiyor

Türkiye ve AB ülkeleri arasında yaşanan vize sorunlarının Türkiye’de gündemin değişmez bir parçası haline geldiğinin altını çizen Yeşiller şöyle devam etti:

“Bir Avrupa ülkesinde doğmuş akranının hiç düşünmeden çıkabileceği bir seyahate, Türkiye’de yaşayan bir kişi çıkabilmek için dosyalar dolusu belge hazırlamakta, asgari ücretin yarısı kadar bir parayı sadece vize başvurularında harcamaktadır. Tüm bu çabaların sonucunda ise giderek artan oranda bu başvurular olumsuz sonuçlanmaktadır.”

Türkiye ve Avrupa Yeşilleri arasındaki ortaklığa da vurgu yapılan mektupta, ‘toplumlar arasındaki suni sorunları aşma’ çağrısı yapıldı:

Vize, göç ve sığınmacılık konularında sizin kendi politika doğrultunuzu belirleme hakkınız olduğunu biliyoruz. Bunun yanında biz Türkiye’de bulunan Yeşiller olarak; Türkiye toplumunun iki yüz yıldır Batı’ya yönelik serüveninin sorumluluğunu üzerimize alıp bundan sonrası için yapılması gerekenleri bilirken; sizlerden de Türkiye’den size yönelik uzanan ve son dönemde gücü zayıflamakta olan eli havada bırakmamanızı istiyoruz. Bu yönde politikaları savunarak ve hayata geçirerek toplumlar arasındaki bu suni sorunları aşmaya sizi çağırıyoruz.

Aynı güneşin altından sevgi ve selamlar.”

 

 

Kanal İstanbul rantı sürüyor

İstanbul’daki arazi rantının son örneklerinden biri de Başakşehir’de yaşandı. AKP’li Başakşehir Belediyesi, uzmanların ve halkın itirazına karşın hayata geçirilmek istenen Kanal İstanbul güzergâhındaki bir arazisini daha satışa çıkarıyor.

BirGün’den İsmail Arı’nın haberine göre; Başakşehir Belediye Meclisi’nin Eylül oturumunda, Kanal İstanbul projesi güzergâhına oldukça yakın konumuyla dikkat çeken Bahçeşehir 1’inci Kısım Mahallesi’ndeki belediyeye ait arazinin satışı gündeme geldi.

14 bin metrekare büyüklüğündeki, imar planlarına “ticaret ve konut alanı” olarak işlenen arazinin belediyeye gelir getirmesi amacıyla satılacağı belirtildi.

Arsa satışı için getirilen teklif, CHP’li ve İYİ Partili meclis üyelerinin ret oyu kullanmasına karşın, AKP’li ve MHP’li meclis üyelerinin oy çokluğuyla kabul edildi ve arazinin satışı için AKP’li Belediye Başkanı Yasin Kartoğlu’na yetki verildi.

CHP Grubu adına konuşan Meclis Üyesi Beyzade Kayabaşı da arazi satışına tepki göstererek şu ifadeleri kullandı:

“Daha önce belediye yönetimi Türkiye tarihinde eşi benzeri olmayan 980 milyon TL’lik bütçeye 2 milyar 430 milyon TL’lik ek bütçe alarak toplamda 3 milyar 410 milyon TL’lik rekor bütçeyi oy çokluğu aldı. Bu devasa bütçenin yüzde 75’i arsa satarak karşılanacak. Tüm bu göstergeler ve başkanlığın gündem maddeleri gösteriyor ki alma, satma olmadı takasa gitme işleri ile uğraşan Belediye Başkanı’nın Başakşehir halkının hafızalarında derin bir iz bıraktığını da belirtmek isterim.”

‘Sattığınız arsalara ağaç dikilmediğine göre ne dikiliyor?’

Başakşehir’in hızla betonlaştırıldığını da vurgulayan CHP’li Kayabaşı, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Sattığınız arsalara ağaç dikilmediğine göre ne dikiliyor? Beton yığınları dikiliyor veya hasılat paylaşımı ile siz de bu betonlaşmaya ortak oluyorsunuz. Başakşehir Belediyesi’nde bu devasa arsa satışları ve dikey mimarinin son yıllarda korkunç bir hızla ve büyüklükle artmasını Cumhurbaşkanı’nın deyimi ile birleştirirsek ancak şu şekilde yorumlayabiliriz; ‘Başakşehir Belediye Başkanlığı bu kadim şehir İstanbul’a ve ilçemiz Başakşehir’in doğasına, insanına ve yaşamına ihanet etmeye devam ediyor.’ CHP Başakşehir Meclis Grubu olarak bu ihanetin karşısında olduğumuzu belirtiyoruz.”

TOKİ’ye Kanal İstanbul’a 259 metre uzaklıkta arazi

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı da Toplu Konut İdaresi (TOKİ) Başkanlığı’nın, Kanal İstanbul güzergâhına konut projesine onay verdi. TOKİ’nin 14 Mart’ta Bakanlığa Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) başvurusu yapmıştı. 7 Eylül’de projeye “ÇED Gerekli Değildir” kararı verildi.

ÇED dosyasında yer alan bilgilere göre, planlanan projenin maliyeti tam 260 milyon 583 bin TL.

ÇED dosyasında, arazinin Kanal İstanbul’un hemen yanında olacağı vurgulandı:

“Proje alanının, doğu yönünde kuş uçuşu 259 metre uzaklığından Kanal İstanbul geçmektedir.”

Kuşadası Kirazlı’daki jeotermal sondaja karşı bilirkişi keşfi yapıldı: Kamu yararı nedir?

AYDIN- Kuşadası Kirazlı Değirmendere Vadisi‘nde makilik ve verimli tarımsal arazilerinin bulunduğu  1’inci derece arkeolojik sit alanı olan bölgede, sera amaçlı dört jeotermal sondaj kuyusu açma projesine karşı açılan davanın bilirkişi keşfi dün yapıldı.

Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu uzmanları, daha önce yapılan incelemelerde dört alandan ikisinin 1’ninci derece arkeolojik sit kapsamına girdiği tespit edilerek olumsuz görüş vermiş, ancak bir yıl sonra şirket diğer iki alan için müracaat edip ÇED Gerekli Değil kararı almıştı.

Kararın iptali için Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği, Kirazlı Sulama Kooperatifi, Kirazlı Küplüce Kalkınma Kooperatifi, EKODOSD derneği ve zeytinlik sahibi çiftçi Nihat Fırat tarafından açılan davanın bilirkişi incelemesine; Kirazlı köylüleri, Kuşadası, Söke ve Aydın’dan gelen sivil toplum örgütleri, Kuşadası Kent Konseyi ve siyasi parti temsilcileri de katıldı.

Mahkeme hakimi, akademisyenlerden oluşan bilirkişi heyeti, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü temsilcisi, davacılardan Nihat Fırat, EKODOSD Derneği başkanı Bahattin Sürücü ve şirket yetkilileriyle birlikte alanda inceleme yaptı.

Mahkeme hakimi, davacı ve davalı avukatlarına söz verdi; Fırat, Sürücü ve şirket yetkilisinin konuyla ilgili görüşlerini dinledi.

Şirketlerin karlarının ‘kamu yararı’ olduğuna ikna olmamızı bekliyorsunuz

Avukat Cem Altıparmak, projenin bölgenin kaynak sularını kullanarak konut ısıtma ve sağlık turizmi için kullanacağını belirterek şu konuşmayı yaptı:

Burada idarenin şunu tartışması gerekiyor: Kamu yararı ne? Bizden, bu projelerde, şirketlerin ticari karlarının ‘kamu yararı’ olduğu konusunda ikna olmamızı bekliyorlar. Kamu yararı bu değil. Biz buna ikna değiliz.

Kamu yararı, ticari yatırımın büyüklüğü, sağlayacağı kar gibi ekonomik verilerle ölçülemez.

Kamu yararı aynı zamanda ekolojik yaşamın korunması. Biz bu yüzden buradayız. Ekonomik olan, aynı zamanda ekolojik de olmak zorunda.

Burada ekonomik yararı düşünüp gerisini düşünmezseniz şunu söylemiş oluyorsunuz:

Köylüler taş yesin!

Bilirkişi heyeti raporlama yaparak mahkemeye sunacak.

Bölgede tarımın bitmesine neden olacak

Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği Başkanı çiftçi Nihat Fırat, şirketin kurulacak seraların ısınma ve sağlık turizmine yönelik bir çalışma olduğunu iddia etmesine rağmen proje dosyasında ‘yeterli nitelikte akışkan elde edilmesi halinde proje değişikliğine gidilir’ diye bir madde eklendiğinin altını çizdi:

Kaldı ki hangi amaçla olursa olsun bölgede seraların kurulması, sağlık turizmi için bölgenin imara açılması bu bölgede iklimsel değişikliğe neden olup yüzyıllardır oluşmuş ürün deseninin değişmesine, mono kültür tarımın egemen hale gelmesine ve giderek toprakların tuzlanması ve bor miktarının artmasıyla birlikte özellikle zeytincilik tarımının büyük zarar görmesine ve bölgede tarımın bitmesine neden olacaktır.

“Kirazlı’da yıllardır geleneksel olarak organik ve iyi tarım uygulamaları yaptıklarını belirten Kirazlı Muhtarı Mehmet Mersin de şöyle dedi:

Değirmendere bölgesi hem tarım hem de doğa açısından bölgemizin en hassas noktalarından biridir. Jeotermal, taş ocağı vb. gibi bölgemizin geleneksel tarımına ve doğasına zarar verecek uygulamaları Kirazlı’da istemiyoruz. Biz bu konuda kararlıyız, bu kuyuların açılmasına da müsaade etmeyeceğiz.”

Geleneksel tarım ve ekoturizmden başka faaliyet yapılmasını istemiyoruz

EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü de Kuşadası’nın coğrafi önemine değindi:

“Kuşadası’nda gelişmiş konaklama imkanları ile ilçedeki en önemli sektör turizm olmakla birlikte, tarımsal üretim halen halkın önemli bir kısmının geçim kaynağı durumundadır. Özellikle Değirmendere bölgesi yoğunlukla zeytin ve diğer ürün desenleriyle Kuşadası’nın en önemli tarım bölgelerinden biridir. Aynı zamanda bölge bitki çeşitliliği, anıt ağaçlar ve arkeolojik alanlar açısından zengin mekanlara ev sahipliği yapmaktadır.

Bu zengin olanakları nedeniyle geliştirilecek projelerle yerel insanın sosyal ve ekonomik gelişmesine katkı yapacak doğaya uyumlu ekoturizm faaliyetleri için ideal bir bölgedir.

Kuşadası’nın tarımına, iklimine, doğal peyzajına, bitki çeşitliliğine ve yaban hayatına zarar verecek hiçbir uygulamaya izin verilmemesi gerektiğini söyleyen Sürücü, sözlerini şöyle bitirdi:

“Bu konuda Kirazlı köyünü destekliyor ve bölgede geleneksel tarım ve ekoturizmden başka faaliyet yapılmamasını, ekolojik bölgenin bütüncül olarak korunmasını ve gelecek kuşaklara ulaştırılmasını istiyoruz.”

 

İzmir’den Şırnak’a doğa talanı: Kimler bu işten rant sağlıyor?

İZMİR- Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir İl Örgütü, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Ege Bölge Temsilciliği, Özgür Kadın Hareketi (TJA) çağrısıyla dün 18.00’da İzmir Karşıyaka vapur iskelesinde bir araya gelen çeşitli siyasi parti ve dernek temsilcileriyle ekoloji aktivistleri Şırnak’taki ağaç kıyımına karşı eylem gerçekleştirdi.

Şırnak’ta ağaç kesimleri iki yıla yakın bir süredir  devam ediyor. Çevre örgütlerinin ve yöre halkının yoğun tepkisine rağmen, orman yoksunu bölgede kesildikten sonra kamyonlara yüklenen binlerce ağaç, Türkiye’nin dört bir tarafına gönderiliyor.

Şırnak’ta neler oluyor?: ‘Orman kıyımında güvenlik bahane, asıl amaç rant ve bölgeyi madenciliğe açmak’

HDP Ekoloji Komisyonu adına Meltem Işık’ın okuduğu basın açıklamasında “Ülkenin doğusundan batısına dört bir koldan yürütülen ekolojik talan, tüm canlıların yaşam alanlarını yok etmekte ve insanlarımızı göçe zorlamaktadır” denildi ve eklendi:

“Ekolojik talan savaş politikalarından bağımsız değildir. Yakılan ormanlar, kesilen ağaçlarla bölge çölleştirilip insanların tarım yapmasının önüne geçilerek zorunlu göçe zorlamaktadır. Bölge illerinde, özellikle son yıllarda güvenlik gerekçesiyle kalekollar inşa etmek için ormanlar yakılmaktadır. Tüm bunlar savaş siyasetinin ürünüdür.”

Kimler bu işten rant sağlıyor?

Söndürülemeyen orman yangınlarının ve ağaç katliamlarının, bölgenin ekosistemine geri dönüşü mümkün olmayan zararlar verdiğinin vurgulandığı açıklamada, Şırnak’ın Besta, Cudi ve Gabar bölgelerinde iki yılı aşkın bir süredir büyük bir doğa talanı yapıldığına dikkat çekilerek şunlar aktarıldı:

“Sistematik olarak devam eden orman yangınlarıyla bir ekosistem yok edilmekte, yok etmenin yanında, kesilen ağaçlar, satılarak ranta dönüştürülmektedir. Yürütülen bu ağaç ve doğa talanı, tüm canlıların yaşamını tehdit etmekte ve bölgeyi kurak bir araziye dönüştürmektedir.”

Eylemde ayrıca Şırnak’taki ağaç kesimleriyle ilgili olarak şunlar soruldu:

  • Kesilen ağaçlar kimler tarafından kesiliyor?
  • Kimler bu işten rant sağlıyor?

Basın açıklamasında son olarak Türkiye’nin diğer bölgelerindeki ekokırımlara dikkat çekildi:

“Bu coğrafyada Kazdağları’ndan Karettepe’ye, Marmaris yangınlarından, Erzincan İliç’e, Akbelen’den Şırnak’taki ağaç kesimlerine kadar uzanan, bir dizi ekokırım yaşanmaktadır.

Tüm bu ülke genelinde yaşanan ekokırıma karşı birlikte mücadeleyi örmeliyiz. Çünkü ekoloji mücadelesi aynı zamanda emek ve yaşam mücadelesidir. Çünkü ekoloji mücadelesi, geleceğimize, toprağımıza, suyumuza sahip çıkma mücadelesidir. Ekoloji mücadelesi, insanlık mücadelesinin en önemli bir parçasıdır.”

Basın açıklamasının ardından 17 Eylül’de ekokırıma karşı Cudi’de yürümek üzere vatandaşlar Cizre’ye davet edildi.

 

Birleşik Krallık Kraliçesi 2. Elizabeth 96 yaşında yaşamını yitirdi

Birleşik Krallık Kraliçesi 2. Elizabeth 96 yaşında hayatını kaybetti. Kraliçe’nin ölüm ilanı Buckingham Sarayı‘nın kapısına asıldı, Saray’daki bayrak da yarıya indirildi.

Buckingham Sarayı’ndan yapılan açıklamada, Kraliçe’nin öğleden sonra hayatını kaybettiği açıklandı. Ölüm haberi ise akşam saatlerinde duyuruldu.

Yaklaşık bir asra tanıklık eden Kraliçe, İngiltere’nin en uzun süre tahtta kalan hükümdarı oldu. Dünya çapında ise Fransa Kralı 14. Louis‘den sonra geliyordu. 1952 yılında tahta çıkan Elizabeth, 14 Amerikan Başkanı, 15 İngiltere Başbakanı gördü. En son Salı günü Muhafazakar Parti’nin yeni lideri Liz Truss‘a hükümet kurma görevini vermişti.

Kraliyet ailesinden yapılan açıklamada şunlar kaydedildi:

“Kraliçe bu öğleden sonra Balmoral‘da huzur içinde öldü. Kral ve Kraliçe çifti bu akşam Balmoral’da kalacak ve yarın Londra’ya dönecek.”

Cenaze töreni yıllardır planlanıyor

YK Enerji bu kez de dereye kepçeyle girdi: Ne sıfatla?

MUĞLAMilas’a bağlı İkizköy’deki Akbelen Ormanı’nın mücadelesi sürerken Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret AŞ’nin (YK Enerji) faaliyetleri bu kez de İkizköy’ün yakınındaki Işıkdere mevkiindeki dereye yıkım getirdi. 

Bugün 16.20 sıralarında meydana gelen olay “Kamulaştırma yapılmayan tarla kenarındaki dere yatağını bozmuşlar. Jandarmaya bildirdik. Bekliyoruz, acil destek lütfen” sözleriyle duyuruldu.

‘Derenin içindeki ağaçları söküp attılar’

İkizköylü ve Karadam ve Karacahisar Mahalleleri Doğayı ve Doğal Hayatı Koruma Güzelleştirme ve Dayanışma Derneği (KARDOK) Başkanı Nejla Işık’a olay yerinde yaşananları sorduk:

“Biz yine işimizi gücümüzü bıraktık. Şirket yetkilileri kamulaştırma yapılmayan, satın almadıkları toprağın yanındaki dereye girmişler. Kamulaştırılmayan yerden kanal yapıyorlar. Buradaki tarla sahibine yalnızca suyun önünü açacaklarını söylüyorlar. İzin almıyorlar. Suyun önünü açınca da derenin içindeki ağaçları söküp atıyorlar. Derenin içine kepçe giriyor. Bunu genişletme adı altında yapıyorlar. Biz haber alıp gelinceye kadar 200-300 metre ilerlemişler. Biz durdurduk ve kepçe derenin içinde kaldı.”

YK Enerji çalışanlarına dereye girebilmek için Devlet Su İşleri‘nden herhangi bir izin alıp almadıklarını sorduğunu aktaran Işık, bunun karşılığında şu yanıtı aldığını söylüyor:

“Ne sıfatla?”

Işık, çalışanların izin belgesi olduğunu ancak İkizköylülerin bu belgeyi görmek için şirkete gitmesi gerektiğini söylediğini ifade ediyor.

YK Enerji’ye karşı İkizköy’de bir yılı aşkın süredir nöbet tutuluyor.  İkizköy sakinleri ve bölgeye YK Enerji gelmeden önce İkizköy’ün bir mahallesi olan Işıkdere’deki evleri yıkılan vatandaşlar, İkizköy Çevre Komitesi üyeleri bir yıldır madene karşı mücadele veriyorlar. YK Enerji çalışanlarının kepçeyle dereye girmesi sonrası olay yerine koşan da yine bölgede nöbet tutan İkizköylüler oluyor.

‘Dereyi tamamen bitirecekler’

Bölgeye gittiklerinde jandarmayı arayan aktivistler bunun ardından şirket çalışanlarının olay yerini terk ettiğini söylüyor.

“Kamulaştırma yaptıkları yeri mahvettiler zaten, yapmadıkları yere de dalmaya başladılar. Dere yatağını değiştirmeye çalışıyorlar. Kışın bu dereyi tamamen bitirecekler.”

Akbelen Ormanı‘nda hakim olan yerel mücadele dolayısıyla şirketin her ekolojik yıkım getirecek faaliyetine bölgedeki yurttaşlar koşuyor, kepçelerin önüne geçiyor.

‘Beş gündür susuzuz’

Ekolojik yıkım haberinin geldiği andan itibaren bölgeye koşan vatandaşlardan biri de Nejla Işık. Peki hayatın normal akışı devam ederken bir doğa katliamını önlemek üzere bir yerlere koşturma sürecinde neler yaşanıyor? Işık şöyle isyan ediyor:

“Bu şirketin bizim hayatımızı gaspetmesinden sıkıldım. Hayvanlarımı bırakıp koşuyorum sürekli. Biz devamlı bunların peşine düşmek zorunda mıyız! İstedikleri gibi at koşturamazlar köyümüzde.

Bizim beş gündür suyumuz yok. Şirketten geliyor suyumuz. Şirket tarafından suyumuz da kesiliyor. Su depomuzda hiç su yok. Beş gündür patlak var deniyor. Bir yandan susuzlukla uğraşıyoruz, bir yandan dere yatağını bozuyorlar, ağaçları körüyüp atıyorlar… Nöbet devam ediyor. Kazanana kadar bunun peşindeyiz. Nöbet alanımızı da bırakmayacağız, yaşam alanımızı da.”

 

Işık, iktidara şöyle sesleniyor:

“Artık köylünün, üreticisinin yanında dursun iktidar. Bu adamlar bizi ezmeye çalışıyor. Haksızın yanında olmasın artık.”

 

Mahkeme, MUÇEV’in Fethiye’deki 300 yatlık projesine verilen ‘ÇED gerekli değil’ kararını iptal etti

MUĞLA- Muğla’nın Fethiye ilçesinde, yapılması planan Tekne Bağlama İskelesi Projesi’ne verilen “ÇED gerekli değildir” kararı, mahkeme tarafından iptal edildi.

Fethiye Ekolojik Yaşam Derneği ve Mimarlar Odası Fethiye Temsilciliği, Muğla Çevre Vakfı (MUÇEV) Turizm Ticaret Limited Şirketi‘nin projesine verilen kararın iptali için dava açmıştı.

Davada  Muğla 3. İdare Mahkemesi; “yat limanı özelliklerini taşıyan proje ile ilgili olarak çevresel etki değerlendirilmesinin gerekli olduğu kanaatine vararak proje ile ilgili ‘ÇED gerekli değildir kararı’ verilmeyeceğine” hükmetti.

ANKA Haber Ajansı’nın akatardığına göre mahkeme kararında, “Dava konusu projenin kapsamı, büyüklüğü, yat limanı tanımına uygun olarak getirilen yapılaşma koşulları ile birlikte değerlendirildiğinde projenin ÇED Yönetmeliği’nin ekinde yer verilen ‘yat limanları’ statüsünde değerlendirilmesi gerektiği anlaşıldığı” belirtildi.

Fethiye Körfezi için büyük kazanım

Muğla Çevre İl Müdürlüğü’nce verilen ÇED kararının iptali üzerine Fethiye Ekolojik Yaşam Derneği şu açıklamayı paylaştı:

“Hem mahkemenin iptal kararının hem de dava sürecinde hazırlanan bilimsel raporun, hızla yok oluşa doğru giden Fethiye Körfezi için büyük bir kazanım olduğunu düşünüyoruz. Birçok kez dile getirdiğimiz üzere körfez kirliliği Fethiye’nin en önemli sorunlarından biridir.

Bu dava ile birlikte körfezimizdeki ekolojik yıkım bir kez daha dile getirilmiş ve artık hukuki kararlara da konu olmuştur.

Yetkililerden; mahkemece verilen karara kulak verilmesini, Fethiye Körfezi’nin temizlenmesi için harekete geçilmesini, aranacak çözümlerde, bilimsel yöntemlerden ve katılımcı demokrasinin temel unsurlarından olan sivil toplumdan destek alınarak yol yürünmesini talep ediyoruz.

Çevre örgütlerinin MUÇEV’e karşı Datça’da yaptığı eylemden, 2020.

Ne olmuştu?

Muğla Valiliği ve Türkiye Çevre Koruma Vakfı‘nın iştiraki MUÇEV Turizm Ticaret Ltd. Şirketi (MUÇEV), Muğla’nın pek çok noktasında ihalesiz bir şekilde kıyıların işletmesini üstlenmişti. Muğla’da toplam 14 kıyı alanında MUÇEV’in  ‘ihalesini’ kazandığı bölgeler arasında Datça, Gökova, Akbük, Sarıgerme, Köyceğiz ve Akyaka gibi turizm ve doğal güzellikleri açısından önemli birçok yer bulunuyor.

Fethiye’deki Tekne Bağlama İskelesi Projesi’nin tanıtım dosyasında, proje maliyetinin 24 milyon 445 bin TL olduğu ve inşa edilecek iskeleye uzunlukları 6 metre ile 50 metre arasında olan 300 yatın bağlanabileceği belirtilmişti.

Valilik, MUÇEV’in Marmaris’e toplam 42 bin 893 metrekarelik alana yapmayı planladığı Yat Yanaşma Yeri Kapasite Artırımı Projesi için de yine 24 Eylül tarihinde ‘ÇED gerekli değildir’ kararı vermişti.

 

 

Bu yaz üretilen rekor güneş enerjisi, AB’yi 29 milyar avroluk gaz ithalatından kurtardı

Ember‘in Avrupa Birliği için aylık elektrik üretim verilerini analiz ettiği rapora göre, 2022 yazında güneş enerjisinden üretilen elektrikte yaşanan artış fosil gaz ithalatından büyük tasarruf sağladı.

Avrupa Birliği, Mayıs-Ağustos 2022 arasındaki dört ayda elektriğinin yüzde 12’sini güneş enerjisinde üreterek rekor kırdı ve bu, kıtanın 29 milyar Euro’luk fosil yakıt ithalatından tasarruf etmesini sağladı.

Raporda bu yaza dair şu değerlendirme yapıldı:

“Avrupa şu anda emsali görülmemiş bir enerji kriziyle karşı karşıya.Fosil yakıt kaynaklarının azalması, elektrik fiyatlarını tüm zamanların en yüksek seviyelerine doğru itiyor. Güç dengeleri, Fransa’da nükleer reaktörün bulunmaması ve kuraklığın Avrupa genelinde hidroelektrik üretimini kısıtlamasından daha da fazla etkileniyor.

2022 yazında rekor düzeyde üretim sağlayarak, elektriklerin açık kalmasına  olanak sağlayan ve AB’nin şu anda çok kritik olan doğal gaz tüketimini azaltan güneş enerjisi, tam da bu dönemde parladı.”

Rapor,geçen yılın aynı döneminde 77.7 terawatt-saat olan AB’deki güneş enerjisi üretiminin yüzde 28 artarak 99.4 terawatt-saatte ulaştığını ortaya koydu.

Son dört ayda  güneş enerjisi üretiminde
99 TWh lık rekor olmasaydı AB, 20 milyar metreküp fosil doğal gaz daha satın almak zorunda kalacaktı.

Mayıs-Ağustos arasındaki günlük gaz fiyatlarına göre bu, 29 milyar Euroluk gaz maliyetlerinin önlenmesi anlamına geliyor.

Tek başına 22 TWh’lik yıllık artış, 6 milyar Euro’nun üzerinde tasarruf sağladı.

Güneş enerjisinin elektrik üretimindeki payı, geçen yılın aynı dönemindeki yüzde 9,4′ iken bu yıl  %12,2’ye yükseldi. Rüzgar enerjisnin oranı  %11,7 ve hidroelektriğin payı yüzde 11 olurken, kömürün payı ise yüzde 16,5 olarak kaydedildi.

27 AB ülkesinden 18’inde güneş enerjisi payı rekoru kırıldı

2018’den bu yana güneş enerjisi üretimindeki en büyük artış, güneş üretimini 26 kat artıran Polonya‘da gerçekleşti, bunu Finlandiya ve Macaristan 5 kat artışla izledi.

10 AB Ülkesi, 2022 yazında elektriğinin onda birinden fazlasını güneş panellerinden üretti. En yüksek pay yüzde 23 ile Hollanda‘da olurken, onu yüzde 19 ile Almanya ve yüzde 17 ile İspanya takip etti.

Kendi rekorlarını kıran ülkelerin tamamı ve güneş enerjisinin toplam üretime  oranlarışöyle:

  • Avusturya, yüzde 2,4
  • Belçika, yüzde 12,8
  • Kıbrıs yüzde 13,3
  • Çekya yüzde 5,1
  • Danimarka yüzde 12,9
  • Estonya yüzde 13,9
  • Fransa yüzde 7,7
  • Almanya yüzde 19,3
  • Yunanistan yüzde 15,3
  • Macaristan yüzde 14,7
  • İtalya yüzde 15,0
  • Hollanda yüzde 22,7
  • Polonya yüzde 8,1
  • Portekiz yüzde 9,3
  • Romanya yüzde 3,8
  • Slovakya yüzde 3,4
  • Slovenya yüzde 3,1
  • İspanya yüzde 16,7

Güneş enerjisinde en yüksek paya sahip olan Hollanda, enerji karışımında %23’lük bir güneş payı elde ederek, 2021’deki yüzde 18’lik payın üzerine çıktı; ayrıca yüzde 19 paya sahip Almanya’nın ve yüzde 17’lik paya sahip İspanya’yı geride bırakarak iki yıl üst üste lider konumuna yükseldi.

Hollanda’nın, daha kuzeydeki bir ülke olarak nispeten daha az güneş görmesine rağmen AB’deki en yüksek paya sahip ülke olması da raporda ‘dikkat çekici’ olarak yorumlandı.

Güneş enerjisine yapılan yatırımlar meyvesini verdi

Ember Kıdemli Enerji ve İklim Veri Analisti Pawel Czyzak, bu verileri şöyle değerlendirdi:

“Avrupa gaz kriziyle sarsılırken, güneş enerjisi çok ihtiyaç duyulan bir rahatlama sağlıyor. Güneş enerjisine yapılan yatırımlar meyvesini verdi.Her terawatt saat güneş enerjisi, gaz tüketimimizi azaltarak Avrupa vatandaşları için milyarlarca tasarruf sağladı.

Yapabildiğimiz kadar güneş enerjisine ihtiyacımız olduğu açık. AB Parlamentosu, yüzde 45 yenilenebilir enerji hedefini benimseyerek ve Avrupa’yı 2030 yılına kadar 600 GW veya daha fazla güneş enerjisi kapasitesine doğru bir yola sokarak bunu sağlamak için mükemmel bir fırsata sahip.”

Tünelin sonundaki ışık

Raporun sonuç kısmında şu değerlendirmeye yer verildi:

“Güneş enerjisi şimdiden Avrupa’nın pahalı fosil gazından kurtulmasına yardımcı oluyor. Devam eden enerji krizi, güneş enerjisinin dağıtımını hızlandırmayı her zamankinden daha kritik hale getiriyor.

Fırlayan fosil gazı fiyatlarının birkaç yıl sürmesi beklenirken, Avrupa acilen güneş enerjisi dağıtımını hızlandırarak krizi hafifletebilir. Bu aynı zamanda iklim için de faydalı olacaktır – 2035 yılına kadar modellememiz, Avrupa’yı 1.5C ile uyumlu bir yola sokmak için güneş enerjisinin dokuz kata kadar büyüme sağlaması gerektiğini gösteriyor.”

Avrupa Komisyonu’nun son REPowerEU önerisi, 2030’da güncellenmiş %45 yenilenebilir enerji hedefine ulaşmanın bir parçası olarak 2020 değerlerine kıyasla 2025 yılına kadar güneş enerjisi kapasitesini iki katına çıkarmayı hedefliyor. Güneş enerjisinin Avrupa vatandaşlarına fayda sağlamaya devam etmesini sağlamak için, bu yeniliği doğrulamak çok önemli.

İddialı hedefler kritik olmakla birlikte, bunların uygulanması da eşit derecede önemlidir. Güneş enerjisinin dağıtımı hızlı olsa da engeller birçok Avrupa ülkesinde hızlı dağıtımını engellemektedir. Ember’in son analizi, gelecek yıllara ilişkin planların ihtiyaç duyulanın altında kaldığını gösteriyor. Bu, büyük ölçüde, birçok ülkenin proje geliştirme sürelerinin yasal olarak bağlayıcı sınırlarını aşmasına izin veren darboğazlardan kaynaklanmaktadır.”

Şimdi Avrupa’nın bürokrasiyi kesme ve güneş enerjisinin gücünü açığa çıkarma zamanı. Bu sadece iklim hedefleri için değil, belki de hepsinden önemlisi, kıtanın güvenliği ve elektrik faturalarımız için gereklidir.