Adana’da tavuklarına sokakta yaşayan köpeklerin saldırdığını iddia eden A.Ü, pompalı tüfekle yavru bir köpeği katletti. Gözaltına alınan A.Ü serbest bırakıldı. Hayvanların Yaşam Hakları Federasyonu (UHAFED) Başkanı Metin Yıldırım, şüphelinin tutuklanmasını istedi.
DHA’nın aktardığına göre; olay, 10 Eylül’de Sarıçam ilçesi Çınarlı Mahallesi 1474 Sokak’a meydana geldi. Mahalledeki vatandaşların beslediği üç aylık sokakta yaşayan köpeği, kimliği belirsiz bir kişi tarafından tüfekle vurularak öldürüldü. İhbar üzerine güvenlik kamerası görüntülerini inceleyen ekipler, şüphelinin A.Ü. olduğunu tespit etti.
Belden üzeri çıplak şekilde olay yerine gelen A.Ü’nün bir süre çevrede yürüdükten sonra tüfeğini doğrulttuğu yavru köpeğe ateş ettiği görüldü. Gözaltına alındıktan sonra ifadesinin ardından serbest bırakılan A.Ü. hakkında adli işlem başlatıldı.
Rasgele ateş açtı, serbest bırakıldı
A.Ü’nün, ifadesinde, “Tavuklarıma saldırdıkları için rastgele ateş açtım. Amacım korkutmaktı. Saçmaların isabet etmesi sonucu köpek öldü” dediği öğrenildi.
Olaya ilişkin güvenlik kamerası görüntülerini sosyal medya hesaplarından paylaşan hayvanseverler A.Ü.’nün tutuklanıp cezalandırılmasını istedi.
UHAFED Başkanı Metin Yıldırım da olaya tepki göstererek, “Görüntüler sonrası hayvanseverler camiasında büyük bir tepki oluştu. Biz de federasyon olarak suç duyurusunda bulunduk. Bu caniliktir” dedi ve ekledi:
“Bu insan çocuğa da kadına da herkese zarar verebilir. Acilen bu şahsın yargı önüne çıkarılmasını, cezalandırılmasını istiyoruz. Hayvana kötü muamele, şiddet fiilleri hapis cezasıyla karşılığını bulmalıdır. Tüylerim diken diken oldu. İnsana yapılan şiddet ile hayvana yapılan arasında fark görmüyorum. Bunlar masum. Üstelik meskun mahal içerisinde, evlerin arasında tüfekle ateş açıyor. Bunun mutlaka bir karşılığı olması lazım. Hayvanlara Şiddet Yasası’na göre 3 yıla kadar hapis cezası var. Tutuklanıp en azından cezaevine girmesi lazım yoksa hayvana karşı şiddetin devam edeceğini ve kötü örnek olacağını düşünüyorum.”
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) raporuna göre; çağdaş kölelik durumunda olan insan sayısı son 10 yılda önemli ölçüde arttı. 2021 yılında 10 milyon kişi daha çağdaş köleliğe düştü. Kadınlar ve çocuklar orantısız biçimde kırılgan olmaya devam ediyor.
Çağdaş kölelik dünyada hemen hemen her ülkede yaşanıyor ve etnik, kültürel ve dini tüm grupları kapsıyor. Zorla çalıştırılanların yarıdan fazlası (yüzde 52) ve zorla evlendirilenlerin çeyreği, üst-orta ve üst gelirli ülkelerde görülebiliyor.
Zorla ticari cinsel sömürüye maruz kalan beş kişiden dördü kadın ve çocuklar
Rapora göre; zorla çalıştırma vakalarının büyük çoğunluğu (yüzde 86) özel sektörde görülüyor. Ticari cinsel sömürü dışındaki sektörlerde zorla çalıştırma, tüm zorla çalıştırmanın yüzde 63’ünü oluşturuyor.
Öte yandan, ticari cinsel sömürü ise tüm zorla çalıştırmanın yüzde 23’ünü oluşturuyor. Zorla ticari cinsel sömürüye maruz kalan her beş kişinin yaklaşık dördü kadınlar ve kız çocukları.
Devlet kaynaklı zorla çalıştırma ise, zorla çalıştırılan insanların yüzde 14’ünü içeriyor.
ILO’nun raporuna göre; zorla çalıştırılan her sekiz insanın biri çocuk (toplam 3,3 milyon). Bu çocukların yarıdan fazlası ticari cinsel sömürüde kullanılıyor.
22 milyon insan zorla evlendirildi
2021’de tahmini olarak 22 milyon insan zorla evlilik durumunda yaşıyordu. Bu rakam, 2016’daki küresel tahminlere göre 6,6 milyonluk artışa işaret ediyor.
Özellikle 16 yaş ve altı çocukların maruz kaldığı zorla evliliğe ilişkin gerçek vaka sayısı, muhtemelen halihazır tahminlerden çok daha fazla; ancak verilen rakam dar bir tanıma dayanıyor ve çocuk yaşta evlilikleri içermiyor. Çocuklar, evlenmeye hukuken rıza gösteremeyeceği için, çocuk yaşta evlilikler zorla yapılmış kabul ediliyor.
Zorla evliliklerin büyük çoğunluğu (yüzde 85’ten fazlası), aile baskısıyla gerçekleşiyor. Her ne kadar zorla evliliklerin üçte ikisi (yüzde 65) Asya-Pasifik bölgesinde yaşansa da, bölge nüfusları dikkate alındığında yaygınlığın en yüksek olduğu bölge, her bin kişiden 4,8’inin zorla evlendirildiği Arap ülkeleri.
Özellikle göçmenler zorla çalıştırma karşısında güçsüz ve kırılgan
Yetişkin nüfusta göçmenlerin zorla çalıştırmaya maruz kalma olasılığı göçmen olmayanlara göre üç kat daha fazla. ILO Genel Direktörü Guy Ryder, rapora ilişkin şunları kaydediyor:
“Çağdaş kölelik durumunda iyileşme kaydedilememesi insanı şok ediyor. İnsan haklarının böylesine temelden ve sürekli ihlal edilmesinin hiçbir haklı gerekçesi olamaz.”
Ryder, “Ne yapılması gerektiğini biliyoruz, yapılabileceğini de biliyoruz. Etkili ulusal politikalar ve düzenlemelerin bulunması zorunlu. Ancak hükümetler bunu yalnız başlarına yapamazlar. Uluslararası standartlar sağlam bir temel sağlıyor, herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Sendikalar, işveren örgütleri, sivil toplum ve sıradan insanların hepsinin oynayacağı kritik roller var” diyor.
Çağdaş köleliğin ortadan kaldırılması
Rapor, hep birlikte ve hızla uygulanırsa, çağdaş köleliğin ortadan kaldırılmasında önemli ilerleme kaydedilmesini mümkün kılması muhtemel görülen bir dizi eylem tavsiye ediyor:
Kanunları ve iş teftişlerini iyileştirmek ve uygulamak;
Devlet kaynaklı zorla çalıştırmayı ortadan kaldırmak;
İşletme ve tedarik zincirlerinde zorla çalıştırma ve insan ticareti ile mücadele için daha güçlü önlemler getirmek;
Yasal evlenme yaşını istisnasız olarak 18’e yükseltmek dahil, yasal korumaları güçlendirmek.
Göçmen işçilerin artan zorla çalıştırma ve insan ticareti riskini ele almak;
Adil ve ahlaklı işe alımı desteklemek;
Kadınlar, kız çocukları ve kırılgan bireyler için daha büyük destek sağlamak…
Adana’nın Ceyhan ilçesinde bir çocuk annesi Ezgi Deler, birlikte yaşadığı dini nikahlı olduğu erkek Rasıl S. tarafından dövülerek katledildi.
DHA‘nın aktardığına göre; olay, gündüz saatlerinde ilçeye bağlı Muradiye MahallesiAdnan Kahveci Bulvarı‘nda meydana geldi.
25 yaşındaki Ezgi Deler’in dini nikahlı eşi olan Rasıl S. tarafından darbedildiğini duyan komşuları, eve geldiklerini kadını kanlar içinde buldu.
Rasıl S.’nin evden ayrıldığını fark eden komşuları 112 Acil Çağrı Merkezi’ni arayarak durumu bildirdi. Olay yerine sevk edilen ambulans ile hastaneye kaldırılan Deler, doktorların müdahalesine rağmen kurtarılamadı.
Polis, Rasıl S.’yi kısa sürede yakalayarak emniyete götürdü. Deler’in cenazesi, otopsi için Adana Adli Tıp Kurumu‘nun morguna kaldırıldı. Polis, olayla ilgili soruşturmaya devam ediyor.
Erkekler Ağustos’ta her gün bir kadını öldürdü
Erkekler Ağustos’ta en az 31 kadını ve yedi çocuğu öldürdü. En az 79 kadına şiddet uyguladı, en az 12 çocuğu istismar etti, en az 13 kadını taciz etti, altı kadını da seks işçiliğine zorladı.
bianet‘in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlerle oluşturulan Erkek Şiddeti Çetelesi‘ne göre; Ağustos’ta en az 13 kadının ölümü basına “şüpheli” ölüm olarak yansıdı.
Sekiz ayda 222 kadın öldürüldü!
2022’nin ilk sekiz ayında erkekler, 222 kadını öldürdü, 102 kadını taciz etti, 1175 çocuğu istismar etti, 534 kadına şiddet uyguladı, 21 kadına tecavüz etti. Erkekler en az 370 kadını seks işçiliğine zorladı. Erkekler, yılın ilk yedi ayında en az 30 çocuğu öldürdü.
Erkekler Ağustos’ta en az 31 kadını öldürdü
Erkekler, Ağustos’ta en az 31 kadını öldürdü; geçen yıl bu sayı 34 idi. Ayrıca erkekler, kadınların yanındaki en az altı erkeği de öldürdü.
12 Eylül askeri darbesinin 42’inci yıldönümünde yurdun dört bir yanında sivil toplum ve insan hakları örgütleri, faşizm ve otoriterliğe karşı demokrasi ve barış çağrısında bulunarak hayatını kaybeden vatandaşları andı.
Askeri darbeyle ilgili Türkiye’nin ilk dijital müzesi ve insan hakları arşivi olan Tarihsel Adalet İçin Bellek Müzeside bugün erişime açıldı.
Müze, 42 yıldır devam eden adalet mücadelesine Türkiye Araştırmaları Enstitüsü’nün (RİT) Sözlü Tarih, Dava Dosyaları ve Bellek Nesneleri koleksiyonlarıyla dijital bir bellek mekanı sunuyor.
Darbe Anayasası ile yönetiliyoruz
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, 1980 yılında darbenin canlı duyurulduğu Harbiye’deki İstanbul Radyosu önünde buluşarak bir basın açıklaması yaptı.
Agos ve Bianet‘in aktardığına göre, İHD İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri’nin okuduğu, AKP hükümetinin darbeyle hesaplaşmayan politikaları ve 90’larda zorla kaybedilme süreçlerine değinilen açıklama şöyle oldu:
“42 yıl geçse de hala darbe Anayasası ile yönetiliyoruz: Darbe anayasası ile hayatımıza sokulan kurumlar yanında; insan hakları normlarının, demokrasi ilkelerinin ve yürürlükteki hukukun yok sayılması, hak ve özgürlükleri kullanılamaz hale getiren yasak ve baskılar,nefret saldırılarının ve ırkçılığın desteklenmesi, tüm itirazların susturulması amacıyla işkence ve kötü muamelenin yaygınlaştırılması, hukuki dayanaktan yoksun tutuklama ve cezalar, her yıl yenileri eklenen yüzlerce hapishane, infaz uygulamaları ile ölüme terk edilen mahpuslar, güvenlik soruşturması bahanesi ya da asılsız suçlamalarla muhaliflerin iş akitlerinin feshi ve benzeri devasa sorunlar ile, 12 Eylül zihniyeti halen iş başında.”
Kaybedilenler için adalet arayışına dahi girilmedi
“Bilindiği üzere, 12 Eylül darbesine karşı olmakla övünen Ak Parti hükümeti, uzun iktidar dönemi boyunca; sadece kısmi anayasa değişikliklerine imza attı ve darbelerle hesaplaşmayı göstermelik bir 12 Eylül yargılaması ile sınırlandırdı. İşlenen insanlığa karşı suçları göz ardı eden bu göstermelik yargılamada, işkence ile öldürülenlerin hesabı sorulmadı, gözaltında kaybedilen Cemil Kırbayır, Mahmut Kaya, Hüseyin Morsümbül, Nurettin Öztürk, Zeki Altunbaş, Hayrettin Eren, Nurettin Yedigöl, Süleyman Cihan, Mustafa Hayrullahoğlu, Maksut Tepeli ve idam edildikten sonra bedenleri kaybedilen İlyas Has ve Veysel Güney için adalet arayışına dahi girilmedi. 12 Eylül zihniyetinin yarattığı 90’lı yıllar kabusu ve 12 Eylül 1994 günü Kenan Bilgin‘in kaybedilmesi ile darbe arasında bir bağ kurulmadı.
“İktidar bununla da kalmadı, ’15 Temmuz darbe girişimi’ sonrasında ilan ettiği ve iki yıl süren OHAL, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan Anayasa değişikliği, 31 Temmuz 2018 tarihinde yürürlüğe giren ve OHAL yetkilerinin devamını sağlayan 7145 sayılı torba kanun ve devamında 2020 yılında çıkarılan yeni Bekçiler Kanunu, Çoklu Baro Yasası, Sosyal Medya Sansür Yasası, Ceza İnfazında eşitsizliği derinleştiren ve işkenceye zemin hazırlayan, Sivil Toplum Örgütlerine kısıtlamalar getiren yasal düzenlemeler, 20 Mart 2021 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ve hak ve özgürlüklere getirilen yasak uygulamaları ile 12 Eylül’ü daha da pekiştirdi ve hükümetin OHAL yetkilerini 3 yıl süreyle yeniden uzatan yasanın 18 Temmuz 2021 tarihinde kabulü ile rejim, OHAL koşullarının ötesine geçtiğini ve rejimin otoriter tarzda yeniden yapılandırılması amacıyla hareket ettiğini göstermiş oldu.
Hükümeti, darbelere karşı olduğunu ispatlamaya çağırıyoruz
“Bir defa daha hatırlatıyoruz; darbeleri önlemek için yapılması gereken bellidir: Darbe kurumlarını kapatmak, hak ihlallerine neden olan yasaları tüm sonuçları ile ortadan kaldırmak, darbecileri ve darbe sürecinde işlenen suçları cezalandırmak, darbe nedeniyle doğan zararların giderimini de kapsayacak şekilde onarıcı adaleti sağlamak, hak ve özgürlükleri evrensel ölçülerde genişletmek ve baskıdan kurtarmak, demokratik ve özgürlükleri esas alan yeni bir anayasa yapılması, demokratikleşme yanında çatışma çözümü ve pozitif barışı sağlamak ve kurumsallaştırmak.
Otoriterleşme yolundaki ısrarına rağmen darbe karşıtı olduğunu söylemekten vazgeçmeyen hükümeti; 12 Eylül’e ve darbelere karşı olduğunu ispata çağırıyoruz.”
İHD Eş Genel Başkanı Avukat Öztürk Türkdoğan imzasıyla bugün yayımlanan yazılı açıklamada ise, 12 Eylül darbeci yönetimine karşı bugüne kadar süren ve hala sonuçlanmayan yargı mücadelesi anlatıldı.
12 Eylül’de neler oldu?
Açıklamada 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştiren Milli Güvenlik Konseyi generallerinin 12 Eylül 1980 – 6 Aralık 1983 tarihleri arasında neden olduğu tespit edilen ihlaller şöyle sıralandı:
650 bin kişi gözaltına alındı ve 90 güne varan gözaltı sürelerinde ağır işkence gördü,
1 milyon 683 bin kişi, komünist, alevi, Kürt, dinci, şeriatçı denilerek fişlendi,
Açılan 210 bin davada 230 bin kişi Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde yargılandı,
7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi,
124 kişinin idam cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı,
Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1 ASALA militanı),
İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi,
500 kişi Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı,
404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçlamalarından yargılandı,
388 bin kişiye pasaport verilmedi,
30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı,
525 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı,
14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı,
30 bin kişi “mülteci” olarak yurtdışına gitti,
366 kişi “kuşkulu bir şekilde” öldü,
171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi,
Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi,
144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü,
14 kişi açlık grevinde öldü,
16 kişi “kaçarken” vuruldu,
95 kişi “çatışmada” öldü,
73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi,
43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi,
937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı,
23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu,
Siyasi partiler ve sendikalar kapatıldı, çok sayıda siyasetçi gerekçesiz gözaltında tutuldu ve tutuklandı.
3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi,
400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi,
Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi,
Gazeteler 300 gün yayın yapamadı, 13 büyük gazete için 303 dava açıldı,
39 ton gazete ve dergi imha edildi. Yüzbinlerce yayına el konuldu ve imha edildi.
Sadece Bilim ve Sosyalizm yayınlarına ait 113 bin 607 kitap yakıldı.
Yayınevi sahipleri gözaltına alındı, tutuklandı, işkence gördü. İlhan Erdost işkence yapılarak öldürüldü.
78’liler Kazancı Yokuşu’nda: Darbe rejimi temel unsurlarıyla sürüyor
78’liler Girişimi de darbenin yıldönümünde “Halkçı bir demokrasi için darbelerle hesaplaşıyoruz” pankartı ile Kazancı Yokuşu’nda bir araya geldi ve basın açıklaması yaptı:
Fotoğraf: Evrensel Gazetesi
“12 Eylül rejimi temel unsurlarıyla sürüyor. Darbecilerin yaptığı 12 Eylül Darbe Anayasası ile siyasi partiler, seçim barajı, YÖK, RTÜK, sendikalar yaş içinde, 12 Eylül devletinin hukukunun temellerini oluşturan 1980-83 döneminde yapılan 600 civarında yasa ve binlerce yönetmelik 42 yıldır yürürlükte.
Türk siyaseti ve siyasetçileri 42 yıldır Türkiye’yi, işte bu Darbe anayasası, Darbe yasaları ve yönetmelikleri ile yönetiyor. Türk siyaseti ile siyasetçileri 42 yıldır, bu tekçi darbe siyasetinin esasına da itiraz da etmedi.
Unutmayacağız, affetmeyeceğiz, hesaplaşacağız
Darbenin 42’inci yıldönümünde siyasetçiler ve partilerden de mesajlar geldi.
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, partisinin Merkez Yönetim Kurulu gündemi açıklamasında, ’12 Eylül’de Kenan Evren ve arkadaşları ne yaptıysa, 20 Temmuz 2016’dan sonra aynısını, Erdoğan şahsım yönetimi yapıyor” dedi ve şunları söyledi:
“Darbeler sadece tankla, tüfekle, silahla yapılmıyor. Demokrasinin imkân ve araçlarını istismar ederek de darbeler yapılıyor. Demokrasinin imkân ve araçlarıyla inşa edilen, ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, demokrasimize darbe üstüne darbe vuruyor. 12 Eylül’de de parlamento askıya alınmıştı. Yasalar Milli Güvenlik Konseyinde hazırlanıyordu. Şimdi de parlamento fiilen askıda, yasalar da sarayda hazırlanıyor. İktidar vekillerinin parmaklar inip, kalkıyor.”
Türkiye İşçi Partisi, “12 Eylül faşizminden Saray Rejimi’ne miras kalan gerici, piyasacı, yasakçı zihniyeti tarihin çöplüğüne atacağımız günler yakın. Ülkemizin emekçilerine on yıllar boyunca yaşatılan acıları unutmayacağız, affetmeyeceğiz. Hesaplaşacağız!” mesajını paylaşırken HDP de “Askeri darbenin 42. yıldönümünde yaşamın her alanında aynı darbeci zihniyet devam etmektedir. Şiddet ve zor yöntemiyle toplumu teslim almaya çalışan hiçbir yönetim ve darbe pratiği başarılı olmamıştır. Darbelere ve darbeci zihniyetlere karşı mücadelemizi sürdüreceğiz.” dedi.
Yeşiller Partisi de yayımladığı yazılı açıklamada şu ifadelere yer verdi:
“12 Eylül’de giydirilen ve değişikliklerle yamalı bir deli gömleği hâline gelen yapı, bugün Türkiye toplumuna dar geliyor. Generallerin ve onların sivil işbirlikçilerinin arzuladıkları tek tip toplum uzak bir hayal. Bugün daha dinamik, daha çoğulcu, daha dünyaya açık bir Türkiye toplumu bu cendereden kurtulup yarına yeniden umutla bakmanın, 42 yıldır yitirdiğimiz gülümsemenin yüzümüze yeniden yerleşmesinin yolunu arıyor.
12 Eylül’leri aşmak için, 2023 Türkiye’sinin ihtiyaçlarına cevap verecek, tek tip bir toplum yerine farklılıkları zenginlik olarak gören, çoğulcu, şenlikli, ekolojik bir toplum amaçlayan ve mutabakatla hazırlanmış yeni bir anayasa için mücadele etmeye bugünden başlamalıyız.”
Bugün #12Eylül Askeri Darbesi’inin 42. yıldönümü. Bu vesileyle, “12 Eylül işkencehanelerinde kaybedilen insanlarımızı unutmadık! Onları kaybedenleri, kaybedenleri cezasızlıkla koruyanları, 12 Eylül zihniyetini yaşatanları affetmeyeceğiz!” diyoruz pic.twitter.com/WcPc23s2Sk
12 Eylül 1980 – 1990 arası yaklaşık 650.000 kişi 90 güne varan sürelerde gözaltında tutuldu. Yüzbinlercesi işkence gördü. En az 171 kişi işkence sonucu öldü. 55 kişi idam edildi. İşkence mutlak olarak yasaktır ve işkence suçlarında zaman aşımı olmamalıdır. #12Eylül#12Eylül1980pic.twitter.com/cXtMCX5ntl
#12Eylül Darbesi öncesindeki ve sonrasındaki darbeler gibi ülkenin tarihini değiştirdi. Genci yaşlısı kadını erkeği milyonlarca insanın yaşamını değiştirdi. Süregelen eşitsizlik nedeniyle kadınların nasıl etkilendiği istatistiklere bile yansımadı. pic.twitter.com/Zqx4uUburg
#12Eylül askeri darbesinin 42. yıldönümünde yaşamın her alanında aynı darbeci zihniyet devam etmektedir. Şiddet ve zor yöntemiyle toplumu teslim almaya çalışan hiçbir yönetim ve darbe pratiği başarılı olmamıştır. Darbelere ve darbeci zihniyetlere karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. pic.twitter.com/JDuvR7DMPm
Türkiye 42 yıl önce Demokrasiyi kesintiye uğratan darbenin acılarını, hukuksuzluklarını, işkencelerini unutmadı. Ülkeye gerçek anlamda demokrasi gelmedikçe,hukukun üstünlüğü sağlanmadıkça da unutamaz. Onun için hukuk, adalet, eşitlik, demokrasi diyoruz. İYİ’lik @iyiparti diyoruz.
Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılananlar, işkence görenler, idamlar, açlık grevinde yaşamını kaybedenler ve ülkenin çalınan yılları… Bugün #12Eylül döneminden daha büyük hukuksuzlukla, yasaklarla, işkenceyle karşılaşmamızın sebebi darbelerle hesaplaşmayı başaramamamız. pic.twitter.com/Uwio9NivNF
#12Eylül işkenceler, idamlar, yargısız infazlar ve gözaltında kayıplar demektir…
Toplumun tüm kesimleri, başta darbe rejimi mağdurları, ülkemizin üzerinden silindir gibi gecen #12Eylül1980 darbesiyle gerçek bir yüzleşme ve gerçek bir hesaplaşma talep ediyor…. pic.twitter.com/yu0JmyRbm9
Şimdi gençlerin geleceği çalınıyor; tüm ihaleler 3-5 şirkete veriliyor; doğa yağmalanıyor; hakkını arayan işçinin karşısına polis, doğasını savunan köylünün karşısına patron emriyle asker çıkartılıyor ya hani… İşte hepsi bu kadar rahat olsun diye #12EylülDarbesi yaşandı! pic.twitter.com/17Cduxslc2
12 Eylül Askeri Darbesinin 42. yıl dönümünde dönemin Diyarbakır cezaevinde büyük kötülüklere şiddete insan hakları ihlallerine neden olan Esat Oktay Yıldıran’ı da unutmuyoruz. Kendisi artık yok ama ‘ruhu’ dolaşıyor her yerde…
Demokrasi tarihimize kara bir leke olarak geçen 12 Eylül Darbesi ardında silinmeyecek izler bıraktı.
Cumhuriyetimizde hiçbir antidemokratik girişimin yeri yoktur, olmayacaktır. Üstünlük daima milletimizin iradesinden yanadır. pic.twitter.com/hRoodUERQo
#12Eylül acı bir hatıra bıraktı!Zindanlarda insan hakları sorunları büyüdü, Diyarbakır Zindanı'nda Kürt meselsi büyüdü, #12Eylül insan hakları sorunlarını büyüttü, devletin sorunları çözmediğini de gösterdi! Demokratikleşme sorunlarını göstermek istemiyor!https://t.co/4Fq7yGlOfx
İzmir Sınav Kolejlerinin Eko-Okul projesi kapsamında yaptığı çalışmalar sonucunda öğrenciler sürdürülebilirliği destekleyen faaliyetleri nedeniyle Yeşil Bayrak Ödülü aldı.
Eko-Okul projesi kapsamında okuldaki öğrenciler çevresel sürdürülebilirlik için bir eğitimden geçirildi.
İzmirli öğrenciler 2019-2021 yılları arasında dünyanın en büyük küresel sürdürülebilir okul programı olan Eko-Okul projesi için çalışarak “Yeşil Bayrak” ödülü kazandı.
Eko-Okul nedir?
Eko-Okul programı iki yılı kapsayan detaylı çalışmalardan oluşuyor. İlk yıl herkes “çöp, atık ve geri dönüşüm” kavramları üzerinde çalışıyor. İkinci yıl da çalışmalara devam edilip “su, enerji veya biyoçeşitlilik” gibi alanlarda da çalışılabiliyor.
Projeye pandemi sürecinde 2020-2021 yılında çevrimiçi platformlar aracılığıyla devam edildiği, sürdürülebilirlik çalışmalarının evlerde gerçekleştiği bildiriliyor. Bu süreçte veliler de çevreyle ilgili paylaşımlara dahil oluyor.
Bir eylem planı oluşturarak başlanan proje kapsamında bir yıl boyunca yapılacak tüm faaliyetler belirlenerek belgeleniyor.
Çocuklar hayallerindeki eko-dünyayı çizdi
Eko-Okul projesi kapsamında yapılan çalışmalarsa şöyle:
Çöp ve atık kavramları arasındaki farklar,
‘Hayalimdeki Eko-Dünya’ resim yarışması kapsamında öğrencilere yönelik çevresel sürdürülebilirlik adına yaratıcı ve sanatsal çalışmalar,
Derslerde kullanılan kağıt başta olmak üzere çeşitli atıkların yeniden kullanımı. Kâğıt tüketimi bu yolla ciddi ölçüde azaltıldı,
Etkinlikler Eko-Okul Panosu’nda sergilendi, daha fazla kişiye erişildi,
Atık kumaşlardan bez çanta üretimi,
Çevre ile ilgili şarkılar bestelendi, cam şişe gibi atıklardan müzik aletleri tasarlandı,
Atık malzemelerden kitap ayraçları,
Çevre ve doğa ile ilgili münazaralar yapılarak çevreyle dost yaklaşımlarda gelişim,
Çevresel sürdürülebilirlik gündemi.
İzmir Sınav Kolejleri Fen Bilimleri Öğretmeni Gizem Ünsel, yürütücülüğünü yaptığı projeye ilişkin şunları söyledi:
“Programa dahil olduğumuz iki yıl boyunca tüm branşlarla iş birliği içinde çalıştık. Çünkü eylem planlarımızda etkinlikleri branş öğretmenleri ile görüşüp ilgili kazanımlara göre içerikler hazırladık. Bu yıl yeniden Eko-Okullar programına dahil olarak çevre bilinci daha etkili bir şekilde işlemek istedik. Çünkü şunu çok iyi biliyoruz ki: Her zaman olduğu gibi devam edersek öğrencilerimiz her zaman çözülen problemleri çözerek mezun olurlar. Yeni yollardan onları güncel yaşamın ve geleceğin sorunlarına kafa yormaya teşvik edersek yeni olasılıklar hayal etmeye başlayacaklardır.”
İsveç’te yapılan genel ve yerel seçimlerin kesin olmayan sonuçlarına göre, Başbakan Mangdalena Andersson liderliğindeki Sosyal Demokrat Parti sandıktan birinci parti olarak çıktı.
7 milyon 700 bin seçmenin sandık başına gittiği seçimlerde İsveç devlet televizyonu SVT‘nin yayımladığı resmi olmayan sandık başı anket sonuçlarına göre, sol bloktan Sosyal Demokrat Parti yüzde 29,3 oy aldı.
Bloktaki diğer partiler; Sol Parti yüzde 7, Yeşiller ve Çevre Partisi (MP) yüzde 5,8 oranında oy elde etti. Seçim öncesi sol blokla hareket edeceğini ifade eden Merkez Partisi ise yüzde 7,7 oranında oy aldı.
Ana muhalefetteki ılımlı Muhafazakar Parti yüzde 18,8 oy alırken, bloktaki diğer partiler Liberal Parti yüzde 4,7, Hristiyan Demokrat Partisi yüzde 5,2 oranında oy topladı.
Aşırı sağcı partinin yükselişi
Seçimlerde aşırı sağ görüşlü İsveç Demokratlar Partisi ise (SD) oy oranını yüzde 20,5’e kadar yükseltti. Böylece ırkçı ve göçmen karşıtı parti ülkenin en büyük ikinci partisi durumuna geldi. SD, 2018 seçimlerinde yüzde 18’lik oy oranı ile ülkenin en büyük üçüncü partisi olmuştu.
İsveç Demokratlar Partisi’nin lideri Jimmie Ackesson.
1980’lerin sonunda bir neo-Nazi hareketinden doğan İsveç Demokratları, 2010 yılında parlamentoya yüzde 5.7 oy ile girmiş; 2018’de oylarını yüzde 17.5’a çıkarmıştı.
Diğer partiler tarafından dışlanan SD ile Ilımlılar’ın lideri Ulf Kristersson 2019 yılında görüşmeler yapmış; bu da İsveç siyasetinde büyük bir değişim olarak değerlendirilmişti.
Kıl payı azınlık hükümeti
Resmi olmayan sonuçlara göre, sağ blok partiler 49,2, mevcut durumda azınlık hükümeti ile iktidardaki sol blok partiler ise 49,8 oy aldı. 349 sandalyeli parlamentoda sağ blok partileri 173 milletvekili, sol blok partileri de 176 milletvekili çıkartma hakkı kazandı.
İsveç medyasında yer alan yorumlarda, seçimlerin bu sonuçlarla bitmesi halinde Sosyal Demokrat Parti önderliğinde kıl payı farkla bir hükümet kurulabileceği belirtiliyor.
Sosyal Demokrat Parti’nin Merkez Partisi ile azınlık hükümeti kurma girişiminde bulunacağı ve buna Sol Parti ve Yeşiller ve Çevre Partisi’nin dışarıdan destek vereceği öngörülüyor.
Öte yandan ana muhalefet ılımlı Muhafazakar Partisi’nin de Liberal Parti ve Hristiyan Demokrat Partisi ile azınlık hükümeti kurmaya çalışacağı ve bu hükümete aşırı sağcı SD’nin destek vereceği öne sürülüyor.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca hazırlanan, “Milli Emlak Genel Tebliği”Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Buna göre, Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nce, belirlenecek hazine taşınmazları üzerinde güneş enerjisi, rüzgar enerjisi başta olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı lisanssız elektrik üretimi yapılması amacıyla 29 yıla kadar irtifak hakkı tesis edilecek.
Bakanlıktan yapılan açıklamada şunlar denildi: “Bu uygulamadan mesken ve aydınlatma abone grubunda yer alanlar hariç, kendi ihtiyaç duydukları elektriği üretmek amacıyla maden veya jeotermal işletme ruhsat sahipleri, sanayiciler, kamu ve özel hizmetler sektöründe yer alan kişiler ve tarımsal faaliyetlerde bulunan kişiler yararlanabilecekler. Bununla birlikte, bu imkândan yararlanmak amacıyla mevcut irtifak hakkı ve kullanma izni sahipleri de başvuruda bulunabilecekler.”
29 yıllık irtifak hakkı ya da kullanma izni
Açıklamaya göre hazine taşınmazları üzerinde lisanssız elektrik üretimi yapılması amacıyla tesis edilecek irtifak hakkı ve kullanma iznine ilişkin ihalelerde 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu uyarınca taşınmazın rayiç bedelinin yüzde biri üzerinden açık arttırma yapılmak suretiyle belirlenecek.
İhalelerin onayını müteakip, yatırımcılara fiili kullanımı olmaksızın bir yıl süreli ön izin verilecek. Yerine getirilmesi ve ön izne konu hazine taşınmazları üzerinde yatırımcılar, tarafından lehlerine irtifak hakkı tesis edilmesi talep edilmesi halinde 29 yıla kadar bağımsız ve sürekli nitelikte olmayan irtifak hakkı veya kullanma izni verilecek.
Açıklamada ayrıca, Milli Emlak Genel Müdürlüğünce güneş enerjisi ve rüzgâr enerjisi başta olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı lisanssız elektrik üretimine uygun hazine taşınmazları belirlenerek “www.milliemlak.gov.tr” adresinde ilan edileceği ve sonrasında ilave hazine taşınmazlarının bu site üzerinden ilana çıkarılmaya devam edileceği ifade edildi.
Bugünler Kuzey Sibirya’nın yerli Nenet halkının ren geyiği çobanları için tuhaf zamanlar. Kuzey Buz Denizi (Arktik Okyanusu) kıyılarındaki topraklarında çıplak tundra çözülüyor, çalılar filizleniyor ve diz boyuna ulaşmak için bir nesil önce çırpınan söğütler şimdi ren geyiklerini kapatarak üç metre boyuna ulaşıyorlar. Araştırmalar, Florida büyüklüğünde bir alan olan Nenet özerk bölgesinin şu anda, 1980’lerde kaydedilen resmi envanterlerin dört katı kadar ağaca sahip olduğunu gösteriyor.
Avusturya Uluslararası Uygulamalı Sistem Analizleri Enstitüsü’nün orman çevrebilimcisi Dmitry Schepaschenko, Sibirya’ya özgü tundranın yeşermesini haritalandırdı. Schepaschenko, bazı bölgelerde ağaçların geniş bir cephe boyunca ilerlediğini, ama diğer yerlerdeki kazanımların yarım yamalak ve düzensiz olduğunu söylüyor. “Birkaç ağaç şurada, burada ortaya çıkıyor ve bazı çalı vari ağaçlar daha boylanıyor.”
Kuzey Kutup Dairesi’nin her tarafına iklim ısındıkça ağaçlar akın ediyor. Norveç’te huş ağacı ve çam tundrayı örterek kutup yönünde ilerliyor. Alaska’da ladinler yosun ve likenin yerine geçiyor. Küresel olarak yakın zamanda yapılan araştırmalar, ormanların -ormanların tundralara dönüşme noktası- Dünya’nın 12.000 kilometre uzunluktaki kuzey ağaç hattının üçte ikisi boyunca genişlerken, sadece yüzde 1’i boyunca gerilediğine işaret ediyor (aşağıdaki haritaya bakınız).
(Grafik) K. Franklin/ Science; (veri) Logan Berner ve Scott Goetz kuzey Arizona Üniversitesi, NASA kuzey kutup bölgesi kırılganlık deneyi
Orman kazanımları uzak kuzeyle de sınırlı değil. Aşağı enlemlerde bazı sıcak ve kurak bölgeler de ağaçlarda kısmen bir artış yaşıyor, çünkü karbondioksidin (CO2) artan yoğunluğu -gezegeni ısıtan temel gaz- bitkilerin suyu daha verimli bir biçimde kullanmasını ve daha kuru topraklarda serpilmesini sağlıyor. CO2’nin gübreleme etkileri mevcut ormanların biokütlelerini artırarak daha fazla yaprak ve odun ilave etmesine olanak sağlıyor.
Bu, her yıl binlerce hektar ormanın motorlu testere ve yangınlar yüzünden yok olduğu ve iklim değişikliğinin geride kalan ağaçları baskıladığı tropikal kuşakta görülenlerden şaşırtıcı şekilde farklı bir manzara. Ancak bu tropikal kayıplar başka bir yerdeki kazanımların karşılığından daha fazla olabilir ve bazı çalışmaların tahminlerine göre gelecek yıllarda daha fazla ve daha hızlı büyüyen ağaçların olduğu bir dünyaya yol açacak.
‘Ormanlar sadece karbon süngeri değil’
Bunlar, küresel ısınmayı kontrol altına almak için oldukça iyi haberler gibi görünebilir. Ormanlar genellikle bulutların oluşmasını teşvik eden organik bileşenler ve su buharı salarak bir soğutma etkisine sahipler. Üstelik daha hızlı büyüyen ağaçlar daha fazla atmosferik karbonu emer ve onu gövdelerine hapseder.
Ancak ormanların iklime olan etkisine dair hesaplamalar anlaşılır olmaktan uzak. Yakın zamanda ortaya çıkan araştırmalar daha çok ormanlaşmış bir dünyanın olması gerektiği gibi daha serin bir dünya olmayacağını ileri sürüyor. Yeni ormanlar, örneğin uzaya yansıtılan güneş ışığı miktarını azaltarak bazı bölgelerde ısınmayı artırabilir. Zamanla bu, karbon emilimindeki herhangi kazanımları etkisiz hale getirebilir.
Virjinya Üniversitesi’nde çevre bilimcisi olan Deborah Lawrence “Ormanların sadece karbon süngerleri olmadığını,” söylüyor. Ancak bu karmaşıklık “mevcut karbon-merkezli ölçü birimleriyle (metrikleriyle) yeteri kadar ele alınmış değildir” diye ekliyor.
Ormanların önümüzdeki iklimi nasıl etkileyeceğini izah etmek için, araştırmacılar sadece kalkınma yönelimli ormansızlaşma gibi güncel yönelimlerin çetelesini tutmakla kalmamalı, ayrıca bunun yanında kontrol edilemeyen yangınlar ve sıcak dalgalarındaki artış gibi bazen onların atmosferik karbonu içine çekme yeteneğine yardımcı olan, bazen de zarar veren güçlü faktörlerin ormanları nasıl etkileyebileceğine dair öngörüde bulunmalıdırlar.
Tarihsel olarak araştırmacılar, dikkatlerini çoğunlukla örneğin gezegenin başlıca karbon yutaklarından biri olan tropikal ormanların istikrarlı erozyonunu ölçerek bilanço tablosunun kayıp yönüne yoğunlaştırdı. Dünyanın en geniş tropikal ormanı olan Amazon’dan haberler neredeyse aralıksız olarak kötü. Genel olarak 1970’lerden beri ormansızlaşmadan dolayı yaklaşık olarak %18’e kadar küçüldü.
2007’de Brezilya Uzay Araştırmaları Ulusal Enstitüsü’nün (INPE) meteoroloji uzmanı Carlos Nobre, süregiden kayıpların Amazon’u küresel bir karbon yutağı olarak işlev görmekten önemli yeni bir karbon kaynağına doğru çevirebileceğine dair uyarılarda bulunmuştu. Nobre, Amazon’un hidrolojik döngüsünün benzerlerinin, ormansızlaşmanın yağmur ormanlarını daha kuru hale getireceğini, ağaçların büyümesini azaltacağını ve atmosfere net bir karbon salınmasıyla sonuçlanan ağaç kayıplarını artıracağını gösterdiğini ortaya çıkardı.
Yutaktan kaynağa dönüşmek
INPE iklim araştırmacısı Luciana Gatti ise, bu tahminin şimdi gerçekleşmiş göründüğünü belirtiyor. 2010-2018 yılları arasında Amazon üzerindeki 590 araştırma uçuşu boyunca toplanan atmosferik karbonun ölçümlerini kullanarak yaptığı ve Temmuz 2021’de Nature’da yayımlanan çalışmasında Güneydoğu Amazon’un -çoğunlukla tarımın, ağaçların büyük çoğunluğunu yuttuğu “ormansızlaşma yayı” olarak adlandırılan bir bölge- yutaktan kaynağa dönüştüğünü belirtti. Sonuçta bir bütün olarak Amazon da dönüştü: “Bir devrilme noktasına vardık.”
Gatti, Amazon’un karbon depolama kapasitesi için 2018’den sonraki yılların “daha da kötü” olduğunu belirtiyor. Çünkü ısınma dereceleri ormansızlaşmanın etkileriyle birleşti. Daha uzun süren kurak mevsimler ağaçları sıkıntıya sokıyor, daha açık, büyük ovaların dönüşümünü hızlandırarak yangın risklerini artırıyor. Birleşik Krallık Meteoroloji Ofisi’nde iklim bilimci Chris Jones ve çalışma arkadaşları tarafından yürütülen modelleme çalışmalarının sonuçlarına göre eğer bölgesel sıcaklıklar 4 derece yükselirse, gelecek on yıllarda Amazon’un toplam karbon deposu üçte bir oranında düşebilir.
Bu arada, yine de bazı tropikal ormanlar büyük miktarda karbona el koymaya devam ediyor. Borneo adasındaki düz arazi ormanlarındaki uzun dönemli bir alan çalışması, yakın zamanda ağaç ölümlerinin nadiren olduğu bozulmamış 1 hektar arazi parçasının temel olarak CO2 gübrelemesi nedeniyle günümüzde, 1958 yılında tuttuğundan ortalama 20 ton daha fazla karbon tuttuğunu bildirdi.
Ancak devam etmekte olan ısınma, tropikal ormanlara karşı hatta hala bozulmamış olanlara karşı da etkili oluyor. 30 yılın üzerinde bozulmamış tropikal ormanların 500’den fazla arazi parçasında 300.000 ağacı izleyen uluslararası bir çalışma, ormansızlaşma olmadan bile onların CO2 tutma yeteneğinin 1990’larda zirve yaptığını ve bu zamanlardan itibaren üçte biri oranında azaldığını ortaya çıkardı. Ortak yazar ve Londra Üniversite Koleji’nde bitki ekologu Simon Lewis, düşüşün Amazon’da başladığını ve 2010’dan itibaren tropikal Afrika’ya uzandığını söylüyor. Ağaçlar ve diğer bitkiler tarafından üretilen toplam yaprak alanındaki değişimleri inceleyen uzaktan algılama teknikleri de ayrıca birçok tropikal ormanın karbon alımlarını yavaşlattığını öne sürüyor.
Bu kara tablo tropiklerin dışında berraklaşıyor. Araştırmalar soğuk bölgelerde iklim yönelimlerinin ormanın hem kapsam hem de verimliliğinde, tropiklerdeki kayıpların telafisinden daha fazlası olabilecek kazanımlara öncülük ettiğini öne sürüyor. Lawrance, “Ormansızlaşmayı sınırlandırmak için dünyanın kendi amaçlarına ulaşabileceğini farz etmek” diyor. (Şimdiye kadar ulaşacağı net değil.)
Beklenmedik koşullar ve yerlerdeki ‘yeşillenmeler’
İyimserliğin çıkış noktasından biri, yüksek CO2 düzeylerinin ormanların biokütle katmasına yardımcı olduğunu gösteren çalışmalar. Örneğin, Pekin Üniversitesi’nde uzaktan algılama araştırmacısı Zhu Zaichun tarafından yürütülen ve oldukça atıf yapılan 2016 yılındaki bir çalışma, gezegenin bitki ve ağaçlarla kaplı yerlerinin çeyreği ile yarımı arasında 1982’den itibaren yaprak alanında bir artış, öte yandan sadece %4’ünün bir düşüş görüldüğü ortaya çıkardı. Zhu’nun takımının simülasyonları CO2 gübrelemesinin küresel orman biokütlesindeki artışın %70’ini açıkladığını gösteriyor.
Gezegen ölçekli diğer simülasyonların işaret ettiğine göre gelecekte daha fazla CO2, ormanları yeni alanlara doğru genişlemeye kışkırtacak. Bu dijital modeller araştırmacılara, ormanların küresel sıcaklıklar ve atmosferik karbon yoğunluklarındaki değişimler dahil geniş yelpazedeki faktörlere nasıl karşılık verebileceğini keşfetme olanağı sağlıyor. Brown Üniversitesi’nde iklim bilimci Jennifer Kowalczyk tarafından 2021 yılının Aralık ayında JGR dergisinde yayınlanan bu tür bir çalışma, daha uzun büyüme mevsimlerine dayanan tropikal olmayan kazanımları aşan aşırı sıcaklık kaynaklı tropikal kayıplarla, ısınmanın tek başına bitkilerin küresel olarak azalmasına neden olduğunu ortaya koydu. Ancak bu bulgu artan atmosferik CO2’nin gübreleme etkilerini eklediğinde tersine döndü. Genel olarak CO2 seviyelerini milyonda yaklaşık 560 parçaya çıkarmak -veya sanayi öncesi düzeylerin iki katına- küresel orman örtüsünü sanayi öncesi genişliğin %15 üzerine kadar artırdı.
Benzeri yapılan simüle edilmiş artışın çoğu, daha uzun büyüme mevsimlerinin ve permafrostun çözülmesinin, ağaçların zemin kazanmasına yardımcı olduğu kuzeyin çok soğuk ormanlarında meydana geldi. Yine ormanlar subtropiklerdeki kurak kıta içlerinde de genişledi.
Bunun biraz şaşırtıcı olduğunu söylüyor Kowalczyk. Çünkü kurak bölgelerdeki yeşillenme “yağış miktarında önemli artışlar olmadan bile gerçekleşiyor.” Kowalczyk, aksine fazla atmosferik CO2’nin ağaçların su kaybını azaltmasını sağladığını, çünkü CO2 almak için gözenekleri çok fazla açmalarına gerek olmadığını belirtiyor. Bu, fidelerin bugün hiçbirinin büyümediği yerlerde köklenmesine imkân tanıyor.
Orman genişlemesi sanıldığı kadar iyi bir şey olmayabilir
Bazı araştırmacılar gelecek yıllardaki orman genişlemesinin iyimser öngörülerini sorguluyor. Vurguladıkları meselelerden biri, diğer faktörlerin nasıl araya girebileceği. Ormansızlaşma, örneğin, küresel kazanımları silip süpürerek giderek büyüyen küresel gıda ve kaynak taleplerini karşılamak için hızlanabilir. Ve fosfor gibi önemli toprak besinlerinin kıtlığının özellikle tropikal ormanlardaki CO2 gübrelemesini etkisiz hale getirebileceğini ifade ediyor İngiltere Ekoloji ve Hidroloji Merkezi’nden Chris Huntingford. Örneğin, 2019’da Nature Geoscience dergisinde yayımlanan, Münih Teknik Üniversitesi’nde ekosistem modelleyici olan Katrin Fleischer tarafından Amazon’da yönetilen bir çalışma, yeterli fosforun olmayışının CO2 gübrelemesinden kaynaklanan orman kazanımlarını yarıya indirebileceğini ortaya çıkardı.
Bir diğer büyük sorun, daha sıcak ve kuru iklimlerin söndürülmesi güç orman yangınlarını nasıl etkileyeceği. Modelleyen çalışmalar uzun süredir iklim değişikliğinin tropikal ve ılıman ormanlardaki yangın risklerini artıracağına dair uyarıyor. Kutupaltı ormanlarında da ayrıca kayıplar görebilir. İlk belirtide Küresel Orman İzleme (Global Forest Watch) bu yılın başlarında kutupaltı ormanlarının çoğunlukla sebep olan orman yangınları ile 2021’de 2020’deki kayıptan %30 daha fazlası olan 8 milyon hektardan daha fazla kaybettiğini belirtti.
Ama bitki ekologları yangınların bazı kutup altı ormanlarının daha az değil, daha çok karbon tutmasını sağlayabildiğini söylüyorlar. Bunun sebebi yenilenen ormanların daha yoğun olan veya yangına daha iyi uyarlanmış daha kuvvetli türleri kapsayan ağaç topluluklarını üretebilmesi.
Söndürülmesi zor yangınlar ormanları tahrip edebilir ama bazılarında karbonu emerek iklim değişikliğini önlemeye yardımcı olan hızlı büyüyen ağaçların yolunu açabilir. Fotoğraf: Juan Carlos Munoz/ NPL-MINDEN PICTURES
Kuzey Arizona Üniversitesi’nde orman ekoloğu olan Michelle Mack, bu ağaçlara dair Anka kuşu benzetmesini yapıyor. Yangınlar 2004 yılında Alaska’daki yaprak dökmeyen ladin ormanlarını tahrip ettikten sonra, yanan kalıntılarının yerine daha hızlı büyüyen ve daha az yanıcı olan titrek kavak ve huş ağacı geçti, yaprak dökmeyen önceki nesillerine göre nihayetinde beş kata kadar daha fazla karbon tutabilen yaprak döken ağaçlar bunlar. Mack: “Bu ormanların yangında kaybettikleri karbonu yeniden toparlamasının bir yolu olmadığını düşündüm. Ama yaprak döken bu ağaçlar hızlıca bunu yaptılar” diyor.
Bu olgunun Kuzey Amerika’nın batısında ve Rusya Uzak Doğusu çapında yaygın olduğunu görünüyor. Schepaschenko da bunu onaylıyor. Sibirya’da yangınların, tundranın içlerine, kuzeye doğru ağaçların yayılmasına yardımcı olduğunu ifade ediyor: “Alevler, yosun ve likenleri ortadan kaldırarak ağaç tohumlarının mineralli toprağa ulaşmasına olanak sağlıyor.”
Modeller, daha çok ormanlaşan bir geleceğin doğru olduğunu gösterse bile, yine de bu ağaçların küresel ısınmayı engellemek için ne kadar faydalı olabileceği henüz net değil.
Olumlu yönde ormanların alt atmosferi soğutmaya yardımcı olabileceğine dair çok az şüphe var. Bunu yapmalarının bir yolu, topraktan büyük miktardaki nemi havaya taşımalarıyla oluyor. Sıradan bir ağaç her gün 100 litre suyu “terleyerek” atabilir ve gezegendeki tahmini 3 trilyon ağaç yılda 60.000 kilometreküp salabilir ki bu Amerika’nın tüm karasal alanını yaklaşık 6 metre suyla kaplayabilir.
Bu terleme havayı soğutur, çünkü akışkan olan suyu buhara dönüştürmek için enerji gereklidir. Ve ağaçlar tarafından üretilen diğer organik bileşenlerle birlikte salgılanan buhar, sıcaklık değerini düşürebilen bulutların oluşmasına yardımcı olur. (CO2 gübreleme ağaçların suyu daha verimli kullanmasına olanak sağlayarak terlemeyi azaltabilir ama araştırmacılar onun güçlü bir serinletme gücü olarak kalacağını söylüyor.)
Albedo faktörü
Orman örtüsünün nispeten pürüzlü olması da sıcaklıkları düşürmeye yardımcı olur. Yapraklar ve dallar hava akımlarının girdap yaparak dönmesine ve karışmasına yol açar, sıcaklıkların atmosferin daha yükseklerine yayılmasına yardımcı olur.
Bu iki sürecin birlikte, her biri ayrı ayrı düşüşün yaklaşık yarısına katkı sunarak, halihazırda dünyanın yüzeyini 0.4°C ila 0.6°C’ye kadar soğutmaya yardımcı olduğunu belirtiyor Lawrance.
Ormanlar, su buharı ve bulut oluşumunu teşvik eden ve gezegenin soğumasına yardımcı olan diğer bileşikleri üretir. Fotoğraf: Philippe Henry/ BIOSPHOTO-MINDEN PICTURES
Ama ormanların öncelikle karasal yüzeyin yansıtma gücünü veya albedosunu değiştirerek gezegeni ısıtabilecek oluşu da bir başka ihtimal. Yeni kar gibi parıldayan yüzeyler 0.8 ila 0.9 bir albedoya sahiptirler (sıfırdan bire kadar ölçekte). Bu, onların çok fazla güneş enerjisini uzaya geri döndürdüğü anlamına gelir. Bunun karşılığında geniş yapraklı ağaçların aralıksız bir örtüsü sadece 0.15 ölçüsünde bir albedoya sahip olabilir ki bu da ağaçların güneş enerjisini içine çektiğini ve onu sıcaklık halinde yaydığını ifade eder. Kozalaklı ağaçların bir örtüsü daha düşük albedoya bile sahip olabilir: 0.08.
Çok kar yağan Kuzey’de ve yüksek rakımlı bölgelerde ormanların genişlemesinin albedo üzerinde büyük bir etkisi olması bekleniyor, çünkü koyu örtüler karla kaplı yüzeylerin yerini alıyor. Kurak bölgelerde ağaçlar oldukça yansıtıcı kumlu veya kayalı toprakları güneşten koruduğu için dönüşme çarpıcı da olabilir. Ancak albedodaki değişikliklerin yol açtığı ısınmanın nihayetinde ormanın soğutma katkısını geride bırakıp bırakmayacağı, muhtemelen enlem, rakım, ağaçların ne kadar hızlı büyüdüğü ve ormanın yaşı dahil birçok etmene bağlı.
Genel ifadeyle yeni ormanların, kar örtüsünün geniş çaplı olduğu ve uzun sürdüğü yüksek enlem ve yüksek rakımda en fazla ısıtma etkisine sahip olmaları olasıdır ve düşük sıcaklıklar ağaçların karbon tutma yeteneğini azaltarak onların daha yavaş büyüdüğü anlamına gelir. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri‘nin ana karasında, Clark Üniversitesi’nde coğrafyacı olan Chris Williams’ın yaptığı bir çalışma 100 yılı aşkın süredir Rocky dağlarında büyüyen ormanların net ısınmaya neden olacağını; oysa daha alçak bölgelerde, Mississippi nehrinin doğusundaki daha az karlı alanlarda ve Pasifik kıyısında büyüyenlerin net soğumaya yol açacağını ortaya koydu.
Öte yandan etki, kısmen ormanın yaşam döngüsü süresince onun ne zaman ölçüldüğüne bağlı.. Örneğin genç bir orman, albedo etkisinden dolayı atmosferi ısıtabilir. Ancak ağaçlar yaşlanınca ve daha çok karbon tutunca orman, net bir soğutucu haline gelebilir.
Yeni ormanların yarattığı belirsizlik
İsrail Weizmann Bilim Enstitüsü’nde toprak sistemi bilimcisi Dan Yakir, Tel Aviv’e 2 saatlik mesafede olan Yatir ormanında bu dengeleme faaliyetinin akışını izledi. İşçiler Hebron Dağı’nın yamaçlarındaki Negev Çölü’nün sarı kumlarına 4 milyon Halep çamı dikerek 1960’larda bu ormanı meydana getirmişti. Bugün orman çoğunlukla değerli bir karbon yutağı olarak tanıtılıyor.
Yakir, yine de şimdiye kadar herhangi bir iklim kazanımının belirgin olmadığını ifade ediyor. Onun biokütle ve albedo ölçümleri şu ana kadar çamların koyu örtüsünün yol açtığı ısınmanın şimdilik, onların karbon yakalamasından kaynaklanan soğutmayı aştığını gösterdi. Bilim insanı buna rağmen, ağaçlar büyüdükçe soğutma etkisinin yükseleceğini bekliyor. Ama bu geçişin 2040’lara kadar gerçekleşmeyebileceğini söylüyor- ve bu süre boyunca ağaçların yaşayacağını varsayıyor.
Bulguların beklenmedik olduğunu ifade eden Yakir, ormanın bazı açılardan olağandışı olduğuna da dikkat çekiyor: “Orman neredeyse siyah ve çöl neredeyse beyaz. … Her şey durumumuzu uç noktaya taşıyor.”
Yeni ormanların iklimi nasıl etkileyeceği konusundaki belirsizlik sadece bilimsel bir mücadele doğurmakla kalmıyor: politikalara dair olası sonuçlar da barındırıyor. Birkaç geniş ölçekli ağaç dikme projesi, örneğin, değişen albedo kaynaklı olası iklim dezavantajlarını ele alıyor. Sonuç olarak Williams, bu tür yeşillendirme girişimlerinin eğer ağaçları iklimi soğutmak için ters tepen mevkilere yerleştirmekle son bulursa, gerçekten istenilen amaçtan uzak geri tepebileceğini belirtiyor.
O halde ortaya büyük bir soru çıkıyor: Hükümetler Paris Anlaşması gibi küresel iklim anlaşmalarıyla uyum sağlayan katkılarını sayarken yeni ormanları nasıl izah etmelidir? Genellikle ülkelere ormanlarını korumaları veya genişletmeleri için kredi verilir. Rusya örneğin, fosil yakıt emisyonlarının kabaca dörtte birinin devasa, karbon emen ormanlarıyla telafi edildiğini hesaplıyor. Ve Schepaschenko’nun Rusya’nın kuzey ormanlarının genişlediğini ve hatta daha fazla karbon tuttuğunu keşfetmesi, ülkenin daha ileriye gidebileceğini gösteriyor. Ülkenin Uzak Doğu ve Kuzey Kutup Bölgesi kalkınma bakanı Aleskey Chekunkov geçtiğimiz yıl Bloomberg’e “Çok büyük karbon tutma merkezine dönme (yeni ormanlar) potansiyelimiz var” demişti.
Ama yeni ormanlar uzun dönemde ısınmayı yavaşlatmak yerine hızlandırırsa ne olur? Ülkeler kredi almalı mıdır?
Bilim insanları, bu tür soruların ormanların ve yeryüzü ikliminin birbirini nasıl etkilediğine dair daha kapsamlı bir anlayış kazanmanın önemine ışık tuttuğunu ifade ediyor. Wiiliams daha açık bir manzara olmadan “Gerçekten ihtiyacımız olan şey toplumun fazlasıyla karbondan arındırılması olduğunda, iklim çözümü olarak ormanlara gereğinden fazla vurgu yapıyor olabileceğimizden cidden endişe duyuyorum” diyor.
Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin Türkiye vatandaşlarına Schengen vizesi almayı zorlaştırarak yaptırım uyguladığı iddialarını reddederek, Türkiye’nin vize serbestisi alması için gerekli 72 kıstastan sadece 6’sının kaldığını açıkladı.
T24‘ten M. Kaan Kurtuluş‘un sorularını yanıtlayan Amor, “Türkiye’den yapılan Schengen başvurularına ret oranları yüzde 20’ye dayandı. Bunun gerekçesi nedir? AB siyasi iklim ve Brüksel-Ankara ilişkilerinin mevcut durumu nedeniyle Türkiye’yi böyle mi cezalandırıyor?” sorusuna şu cevapları verdi:
Tabii ki hayır! Durumun böyle yorumlanabiliyor olması bizi şaşırtıyor. AB’nin Türk vatandaşlarına sıkıntı çıkarmak için ortak bir anlaşmaya vardığını düşünmek hayal ürünüdür.
Türkiye’de de tüm dünyada olduğu gibi Covid’le geçen iki yılın ardından insanlar hareket etmek istiyor. Bu yüzden her yerde başvurular arttı. Bu sebeple de durumu yönetmek zorlaşıyor.
Vizeyi verip vermemek başvurulan üye ülkenin kararı: Vize başvurusunu gireceğiniz ilk AB ülkesine yaparsınız ve sonra Schengen bölgesi içinde özgürce hareket edebilirsiniz. Vize işlemini başvuruyu yaptığınız ülke yapar. Bu yüzden tüm AB’nin ortak bir tutumundan söz etmek zor. Her ülkenin elindeki imkanlara, araçlara ve servislere bağlı bu durum.
Biz TL’nin değer kaybetmesinden de sorumlu tutulamayız: Sorunlardan biri de bu. Schengen vizesi başvurusu yaptığınız ülkeye yeterli ekonomik araçlarınız olduğunun garantisini sunmanız gerekiyor. Bu garantiler Euro veya dolar olarak istendiği için Türk Lirası’nın değer kaybından sonra birçok vatandaş başvurmak için gerekli bu imkanlara sahip değil. İki ana sebep bu. Ama kesinlikle hiçbir üyenin böyle bir politikası olmadığını düşünüyorum. AB’nin de bilinçli olarak uyguladığı böyle bir politikası yok; çünkü vizeyi biz değil, ülkeler veriyor.
Türkiye hükümeti vize serbestisi için kalan son kıstasları neden yerine getirmedi?
“Peki neden çözümden söz etmiyoruz?” diye devam eden Amor, vize serbestisine ilişkin AB ve Türkiye arasında yaşanan sürece dair şunları aktardı:
“Çözüm vize serbestisi. Türk otoritelere ne oldu? 6 kıstası yerine getirmeyi kabul ettiler. 2016’da imzaladığımız göç anlaşmasında şu madde vardı:
Tüm beklentilerin karşılanması kaydıyla, (..) Bu amaçla Türkiye, Komisyonun yükümlülüklerin yerine getirilmesi ile ilgili gerekli değerlendirmesinin ardından, Avrupa Parlamentosu ve AB Konseyinin verecekleri nihai karara temel teşkil edecek uygun öneriyi (…) sunmasını sağlamak üzere, kalan yükümlülükleri yerine getirmek için gerekli adımları atacaktır”
Türkiye, ‘Mart 2016’da göç anlaşmasında vize serbestisi garantisi verdiniz’ dediğinde şaşırıyorum. Tabii ki verdik, açıkça yazıyor. Ama neden tam metni dile getirmiyorsunuz?
Attığımız imzada 6 kıstasa uyulması gerektiği yazıyor. Bu kolay değil; ele alınması gereken bazı hassas konular olduğunu anlıyorum. Fakat biz, AB ile vize serbestisi isteyen ülkelerin Europol, veri koruması, özgür geçiş kuralları vb. uymasını şart koşuyoruz. Neden 2013’te ve 2016’da tekrar taahhüt verilmesinin ardından Türkiye hükümeti bu 6 kıstastan tek birini bile yerine getirmedi? Bir açıklama istiyoruz.”
Vize sorunu yaşadığı için şikayetçi olan Türk vatandaşlarının kendi hükümetlerine birden fazla kez uymaya taahhüt ettikleri 6 kıstasa neden uymadıklarını sorması gerekiyor. Çünkü vize serbestimiz olsaydı konsolosluk sistemlerine başvurmanız gerekmez, bir kanıt sunmanız gerekmezdi.
Vize için haftalarca beklemenin rahatsız edici olduğunu anlıyorum. Neden Türkiye’de “neden bizim vize serbestimiz yok?” diye tartışılmıyor? Cevabım açık: Çünkü Türk yetkililer taahhüt ettikleri kıstaslara uymadı.
Mevcut vize tartışması yapmacık: Kalıcı çözüm bulalım
En yenisi Ukrayna dahil olmak üzere tüm AB aday ülkelerinin vize serbestisi olduğunun altını çizen Amor, “Türkiye dışında bütün aday ülkelerin bu kıstaslara uyduğunu mu anlamalıyız? Eğer göç anlaşmasından söz ediyorsak, bu Türkiye’nin başka bir standarda tabi tutulduğunu göstermez mi?” sorularını da açıklamasına ekledi ve şöyle devam etti:
“Hayır, nedeni de açıkça şu: Kıstasların yerine getirilmiyor olması 2016’daki göç anlaşmasından önce de geçerliydi. Bu konunun kökeni ondan önceye dayanıyor. Göç anlaşması sadece iki tarafın ortak taahhütlerini hatırlatıyordu: “Kıstaslara uyarsan, vize serbestisi için Konsey’e teklif sunarım”. Bu Komisyon’un taahüttüydü. Eğer Türkiye uysaydı, parlamento olarak birçok ülke için yaptığımızı Türkiye için yapmaya da hazırdık. O yüzden mevcut vize tartışmasında biraz yapmacıklık olduğunu düşünüyorum.
Diğer ülkeler gibi kalıcı bir çözüm bulalım. Kıstaslar göç anlaşmasından önce de biliniyordu; göç anlaşmasıyla alakası yok durumun. İmzalar atılmadan önce kağıda dökülmüştü. Göç anlaşması sadece kıstasların karşılanmadığını hatırlattı.
Kıstasların tamamı 70 küsür taneydi; geriye sadece 6 tane kalmıştı. Türkiye geriye kalan 60 küsürüne uyuyordu. O yüzden bu yolda devam edilmelidir. Çünkü mevcut sorunun gerçek çözümü budur.
Yeşiller Partisi, son dönemde Avrupa ülkelerine seyahat etmek isteyen Türkiye vatandaşlarının çoğunun vize başvurularının olumsuz sonuçlanmasına dair ilgili ülkelerin Büyükelçilikleri ve Yeşil partilerine yollanmak üzere geçen hafta bir açık mektup yazmış ve şunları söylemişti:
“Vize, göç ve sığınmacılık konularında sizin kendi politika doğrultunuzu belirleme hakkınız olduğunu biliyoruz. Bunun yanında biz Türkiye’de bulunan Yeşiller olarak; Türkiye toplumunun iki yüz yıldır Batı’ya yönelik serüveninin sorumluluğunu üzerimize alıp bundan sonrası için yapılması gerekenleri bilirken; sizlerden de Türkiye’den size yönelik uzanan ve son dönemde gücü zayıflamakta olan eli havada bırakmamanızı istiyoruz.”
Bir konseri sırasında İmam Hatip Liselilere yönelik sarf ettiği sözleri nedeniyle konutu terk etmemek şartıyla tahliyesine karar verilen sanatçı Gülşen Çolakoğlu hakkında, itiraz üzerine yüksek mahkemece ev hapsinin kaldırılmasına karar verildi.
Gülşen’e yurt dışına çıkış yasağı ve haftada bir gün en yakın karakola imza atma şartı da getirildi.
Sanatçının avukatı Emek Emre, bir ila üç yıl arasında hapis cezası istenen iddianamenin kabulünün ardından ev hapsinin kaldırılması için talepte bulunmuştu. Talebi üst mahkeme değerlendirdi. İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi, 29 ağustos tarihinden beri ev hapsinde olan Gülşen’in ev hapsinin kaldırılmasına karar verdi.
Mahkeme gerekçesinde, sanığa yüklenen suçun niteliği ve sanığa yüklenen TCK 216/1. maddesi kapsamındaki suçun cezasının alt ve üst sınırlarının bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasını öngörüyor olması, sanık hakkında devamına karar verilen konutu terk etmemek şeklindeki adli kontrol tedbirinin mahiyeti, CMK 109. madde uyarınca “konutu terk etmemek yükümlülüğü altında geçen her iki gün, cezanın mahsubunda bir gün olarak dikkate alınır” şeklindeki yasal düzenleme ve suçta ve cezada orantılılık ilkesi hep birlikte değerlendirildiğinde, sanık avukatlarının itirazlarını kısmen kabul ettiğini belirtti.
Gülşen Çolakoğlu, geçen nisan ayında sahne aldığı bir mekânda imam hatiplilere yönelik söylediği sözlerin yer aldığı videonun yeniden gündeme getirilmesi üzerine sosyal medyada #GülşenTuklansın etiket açılmıştı.
Hemen ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı‘nca ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ suçundan resen başlatılan soruşturma kapsamında evinden gözaltına alınarak tutuklandı. Üç gece cezaevinde kalan Gülşen, dördüncü gün ev hapsinde kalması koşuluyla serbest bırakıldı. Avukatları Gülşen için verilen ev hapsi kararına itiraz etmiş, ancak talep reddedilmişti.
Daha sonra hazırlanan ve İstanbul 11. Asliye Ceza Mahkemesi’nde kabul edilen iddianamede Gülşen için bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına çarptırılması talep edildi.
21 Ekim’de hakim karşısına çıkacak Gülşen için bugün verilen kararda, ev hapsi kaldırıldı; yurtdışı yasağı ve karakol imza şartı getirildi.