Ana Sayfa Blog Sayfa 763

Siirt’teki ağaç kıyımı haberimiz Meclis gündeminde

Siirt‘in Eruh ilçesinde nisan ayından beri korucular eliyle süren ağaç kıyımı  TBMM gündemine taşındı.

İlk kez Yeşil Gazete‘de, muhabirimiz Metin Yoksu imzasıyla yayımlanan haberimizde, en az 60 kilometrekarelik ormanlık alanın “güvenlik” gerekçe gösterilerek ve korucuların eliyle yok edildiğini belgelemiştik.

Bölgede görev yapan hukukçular ve yöre halkı ise ortada güvenlik riski olmadığını, ağaçların rant amacıyla kesildiğini belirtmiş; kesilen ağaçların başka illerde satılmak üzere her gün aşırı yüklenmiş kamyonlarla şehir dışına çıkarıldığını anlatmıştı.

Bölge halkının geçim kaynağı olan bıttım ve fıstık ağaçlarıyla birlikte, 100 yaşını aşmış meşelerin ve mangal kömürü yapılmak üzere genç ağaçların da kesildiğini belirten köylüler, kesimlerin durdurulmasını istemişti.

Şırnak’tan sonra Siirt: Jandarma’nın talebiyle altı ayda en az 60 kilometrekarelik ormanlık alan yok edildi

HDP Genel Başkan Vekili ve Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş, kesimlerle ilgili Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi tarafından yanıtlanması istemiyle Meclis’e soru önergesi verdi.

Beştaş, haberimizde yer alan şu bilgilere atıf yaptı:

“Son yıllarda denetimsiz ağaç kesimi, orman yangınlarından sonra iklim krizini tetikleyen ve orman alanlarının azalmasına yol açan bir unsur olmuştur. Şırnak’ta gerçekleşen ağaç kıyımından sonra Siirt’te de Jandarma’nın talebiyle altı ayda en az 60 kilometrekarelik ormanlık alanın yok edildiği bilgisi kamuoyuna yansımıştır.

Güvenlik gerekçesiyle ve ‘olağanüstü kesim’ şeklinde ifade edilen ağaç kesimi Eruh İlçesi’ne bağlı dört köyün halkının diktiği fıstık ve bıttım tarlalarına da uzanmış durumdadır.

Siirt‘in Eruh İlçesi’ne bağlı Bilgili, Akmeşe, Çizmeli, Tosuntarla köyleri mevkiinde jandarma ve kaymakamlığın talebi ile yaklaşık en az 60 kilometrekarelik orman alanı altı ayda kesilmiş ve bu alan yok olmuştur.  Ağaç kesimlerinin tıpkı Şırnak’taki gibi korucubaşları ve onların köylülerinin üstlendiği ifade edilmektedir.

Görgü tanıkları ve köylülerin beyanlarına göre, her gün kesilmiş ağaçlarla dolu beş altı kamyon bölgeden geçerek çevre illere satış yapmak üzere gitmektedir. Kamyonların geçtiği yol, aynı zamanda sivil araçların da sıklıkla kullandığı bir  yol olup bunun yerel halk için de güvenliğe yönelik kaygıları artırmıştır.

Ormanlık alanda bulunan meşe ağaçlarının yanı sıra bölge için önemli geçim kaynağı olan fıstık ve bıttım ağaçları ile genç ağaçlar da kesiliyor olması da meselenin bir diğer vahim tarafıdır.

Kesilen genç ağaçların  Zorova Köprüsü mevkiinde satılarak mangal kömürü yapıldığına dair yoğun iddialar da vardır. Duruma tepki gösteren köylüler CİMER’e şikayette bulunarak ağaç kesiminin durdurulması talep etmiş ise de başvuruya Eruh İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü tarafından verilen yanıtta ağaç kıyımı için “olağanüstü kesim” ifadesini kullanılarak;  “Eruh Kaymakamlığı İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından güvenlik kesimi talebi doğrultusunda yapılmaktadır. Olağanüstü kesim işleri mevzuata uygun yapılmaktadır” denmiştir.

Bölgede yapılan tespitlerde, Zorava Çayı mevkiinde günde en az beş altı kamyonun geçtiğini kameralar ile gözlemlenmiştir. Aşırı yükleme yapılan kamyonların virajlarda savrulduğu kayıt altına alınırken, 5 Ağustos tarihinde aşırı yükleme yapan bir kamyonun da uçurumdan devrildiği kayıtlara yansımıştır.

Kamyonlar Zorava Köprüsü mevkiine vardığında ise burada odunların bir kısmının satıldığını, ardından farklı kamyonlara yükleme yapılarak Batman, Siirt, Urfa ve Malatya gibi kentlere götürülerek satışının yapıldığı bilgisine de ulaşılmıştır. Eruh-Siirt Karayolu üzerinde bulunan Sağırsu Jandarma Karakolu‘nun kontrol noktasında tüm araçlar durdurulurken odun yüklü kamyonların rahatlıkla bu noktadan geçtiği de tespit edilen verilerdendir.”

Beştaş’ın Tarım Bakanı’na sorduğu sorularsa şöyle:

  • Siirt’te ağaçlar hangi güvenlik gerekçesi ile kesilmiştir?
  • Siirt’li yurttaşların CİMER’e yaptığı başvuru sonrasında, bölgede inceleme ve tespit çalışmaları yürütülmüş müdür?
  • Eruh-Siirt Karayolu üzerinde bulunan Sağırsu Jandarma Karakolu‘nun bilgisi dahilinde mi bu kesimler gerçekleşmiştir?
  • Kesilen ağaçların miktar ve türleri tespit edilmiş midir?
  • Toplam kaç hektarlık alanda hangi türden kaç ağaç kesilmiştir?
  • Kesilen ağaçların mangal kömürü yapılarak satıldığına dair iddialar doğru mudur? Mangal kömürü önemli bir ihtiyaç mıdır? Bu ihtiyaç ekolojik dengenin korunmasının önüne geçecek kadar acil midir?
  • Ağaç kesimi yapanların korucu olmasının izahı nedir? Korucular ağaç kesimi için hangi şartlar dahilinde görevlendirilmiş?

  • Bölge halkı için önemli bir geçim kaynağı teşkil eden bıddım ve fıstık ağaçları neden  kesilmektedir? Kesilen ağaçlar nerelerde kullanılmaktadır?
  • Genç ağaçların kesilme gerekçesi nedir?
  • Meşe ağaçları çok uzun yıllarda gelişen bir ağaç türü olup bu ağaçların yok edilmesi durumunda oluşacak zararın tazmini nasıl sağlanacaktır?
  • Bozulan ekolojik dengenin yarattığı tahribatın giderilmesi için hangi önlemler alınacaktır?
  • Ağaçları kesip buradan kazanç sağlayan kişiler tam olarak tespit edilmiş midir? Orman suçu işleyen kişiler hakkında tahkikat başlatılmış mıdır? Başlatılması sağlanacak mıdır?

 

 

 

Cumartesi Anneleri davası öncesinde adliye önünde 14 kişi gözaltına alındı

Cumartesi Anneleri’nin 700’üncü haftada yaptıkları eylemde polis saldırısına uğrayan 46 kişinin yargılandığı davanın 5’inci duruşması bugün İstanbul Çağlayan Adliyesi‘nde görülecek.

Duruşma öncesinde basın açıklaması yapmak isteyen Cumartesi Anneleri/ İnsanları’na Kağıthane Kaymakamlığı’nın kararı gerekçe gösterilerek izin verilmedi.

Gruba saldıran polis, aralarında SOL Parti PM Üyesi Alper Taş‘ın, 12 Eylül döneminde kaybedilen Hayrettin Eren’in kardeşi DİSK Basın-İş Genel Başkanı Faruk Eren‘in ve davanın avukatlarının da olduğu 14 kişiyi darp ederek gözaltına aldı, basını uzaklaştırdı.

Ters kelepçeyle gözaltına alınan isimlerin serbest bırakılması için çağrı yapılıyor: Dava avukatlarından Efkan Bolaç ve Meriç Eyüboğlu, DİSK Basın-İş Genel Başkanı Faruk Eren, Cumartesi Annelerinden Newroz Tosun, İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, İHD İstanbul Şube yöneticisi Leman Yurtsever, SOL Parti Meclis üyesi Alper Taş, Murat Akbaş, Uğur Tuncer, Ümit Sezer, Yalçın Köse ve Burcu Bingöllü.

Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı

Ne olmuştu?

1995 yılından beri her Cumartesi günü Galatasaray Medyanı‘nda oturma eylemi gerçekleştiren Cumartesi Anneleri’nin 25 Ağustos 2018’deki 700’üncü eylemi, Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından yasaklanmış,  polis kalabalığa  biber gazıyla saldırmış, Cumartesi Anneleri, kayıp yakınları, milletvekilleri darp edilmiş, gözaltına alınmıştı

Eylemlerde tıpkı 1997 yılında olduğu gibi polis şiddetine maruz kalan Cumartesi Annesi Emine Ocak‘ın bu görüntüleri gündem olmuştu.

Fotoğraf: Ahmet Şık / Hayri Tunç
Vedat Arık’ın çektiği bu fotoğraf 2018 Musa Anter Ödülleri’nde birinciliğe layık görülmüştü.

Bunun ardından polis saldırısında gözaltına alınan 46 kişiye “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet ettikleri iddiasıyla dava açılmış, 2021’de25 Mart, 12 Temmuz, 24 Kasım ve 23 Mart 2021 tarihlerinde düzenlenen dört duruşmada da sanıkların beraat talepleri reddedilmiş ve 5’inci duruşma bugüne ertelenmişti.

Cumartesi Anneleri, sosyal medya hesaplarından bu duruşmaya katılım çağrısı için şunları yazmıştı:

“700’üncü hafta ve sonrasında maruz kaldığımız polis şiddeti ve barışçıl toplantı ve gösteri özgürlüğümüzün şiddet kullanılarak engellenmesi ile ilgili yaptığımız tüm suç duyuruları sonuçsuz bırakıldı. Bununla da kalmadı; aralarında kayıp yakınlarının da olduğu 46 kişi hakkında ‘Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefetten dava açıldı.

Bu dava; sadece Cumartesi Anneleri’nin değil bütün toplumun barışçıl toplanma hakkını hedef alan bir davadır. ‘Anayasal bir hakkın kullanımı suç değildir!’ diyerek Çağlayan Adliyesi’nde olacağız. Sizi de sesimize ses katmaya çağırıyoruz.”

 

 

Bienal, İstanbul sokaklarında ‘şiir hattı’ kuruyor

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, düzenlenen 17. İstanbul Bienali önceki edisyonlarından farklı bir formatla sanatseverlerle buluşuyor. Mevcut sergi mekânlarının yanı sıra farklı formatları Bienal’e dâhil etmeyi amaçlayan düzenleyiciler, kurgulanan Şiir Hattı ile İstanbul sokaklarını şairlerin zihin dünyası ve sözcüklerine açıyor.

Bienalin davet ettiği 15 şair, 2021 yılı boyunca her ay yeni bir şiir kaleme aldı. Etkinlik, şairler Mehmet Said Aydın, Donat Bayer, Zeliha B. Cenkci, Sevinç Çalhanoğlu, Cevat Çapan, Ersun Çıplak, Devrim Dirlikyapan, Haydar Ergülen, Mehmet Erte, Cem Kurtuluş, Bejan Matur, Mustafa Erdem Özler, Gonca Özmen, Anita Sezgener ve Neşe Yaşın’ın katılımıyla gerçekleşti.

Şair ve yazar Süreyyya Evren‘in danışmanlığında hayata geçirilen program kapsamında projeye katılan şairler, Bienal için bir yıl boyunca kendi gözlerinden dünyanın gidişatını yorumlayan şiirler üretti.

200’e yakın şiir kent mekanlarında

İstanbul’un dört bir yanına dağıtılan 200’e yakın şiire, bienalin sona ereceği 20 Kasım tarihine kadar çeşitli dijital ve fiziksel kanallar üzerinden erişilebilecek. Şiir Posterleri Bakırköy’den Beyoğlu’na, Adalar’dan Üsküdar’a, Kadıköy’den Sarıyer’e, kentin farklı noktalarında, sahafların, kitabevlerinin, restoranların, hastanelerin, kafelerin camlarında ve duvarlarında okunabilecek. Şiir Hattı’nın ana mekânı ise İstanbul’un Kurtuluş semtinde bulunan Nostalji Kitap & Kahve.Program kapsamında kaleme alınan tüm şiirlerin elle yazıldığı Şiir Defterleri, Nostalji Kitap & Kafe’de bienal süresince okurlarla buluşacak.

Programın tüm şiirlerini elle Şiir Defterlerine Hazal Birincioğlu, Damla Hüsnaltaşdemir, Beyzanur Yoldaş ve Süreyyya Evren geçirdi. 

Kamusal alana yayılacak program kapsamında, kentin birçok farklı noktasında Performistanbul işbirliğiyle Şiir Hattıokuma performansları gerçekleştirilecek. Performanslar 20 Kasım’a kadar Gülhane Parkı’ndan Ortaköy Meydanı’na, Moda Sahili’nden İstiklal Caddesi’ne, Sarayburnu ve Beşiktaş kayalıklarından Bebek Parkı’na, Kadıköy-Beşiktaş Vapur Hattı’ndan Gezi Parkı’na birçok farklı noktada gerçekleştirilecek.

Şiir Hattı’nda yer alan tüm mekânların listesine ve şiir çevirisi üzerine gerçekleştirilen kapalı oturumun kayıtlarına, şiir ve baskı, şiir ve deney, şiir ve kuşku gibi konularda Nostalji Kitap & Kafe’de veya çevrimiçi düzenlenen panellere dair güncel bilgilere buradan ulaşılabilir.

Alman hükümeti, mali yapısı bozulan enerji şirketi Uniper’i kamulaştırdı

Alman hükümeti, Avrupa‘yı saran enerji krizi sürecinde arzı güvence altına almak için Finlandiya kamu şirketi Fortum‘un çoğunluk hissesine sahip olduğu enerji şirketi Uniper‘i kamulaştırdı

Almanya Ekonomi ve İklimi Koruma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Alman hükümetinin Uniper’e 8 milyar euro sermaye aktarılacağı belirtilerek, hükümetin Fortum‘un Uniper’deki yüzde 77,9’luk hisse payının hisse başına 1,70 euro karşılığında alacağı aktarıldı.

Bakanlığın açıklamasında, sermaye artırımının ve hisse alımının tamamlanmasının ardından hükümetin Uniper’in yaklaşık yüzde 99’una sahip olacağı belirtilerek, böylece hane halkı ve şirketler için enerji arzının güvence altına alınacağı vurgulandı.

En büyük Rus gazı ithalatçısı

Almanya’nın en büyük Rus gazı ithalatçısı konumundaki Uniper, Rusya’dan yeterli miktarda tedarik sağlayamayınca piyasalardan daha yüksek fiyatlardan aldığı gazı müşterilerine, kriz öncesi yapılan anlaşmalar kapsamında, çok düşük fiyatlara satmak zorunda kalmış bu nedenle mali açıdan zor bir duruma düşmüştü.

Finlandiya kamu şirketi Fortum, enerji şirketi Eon‘dan Uniper’in yüzde 46,6’lık hissesini 2018’de satın almış ve ardından kurtarma paketi görüşmelerine kadarki süreçte hisse payını yüzde 77,9’a çıkarmıştı.

Alman işçi sendikaları, Fortum’un Uniper’i satın almasına ve çoğunluk hisselerine sahip olmasına karşı çıkarak, şirketin çıkarlarının çalışanların çıkarıyla uyuşmadığı gerekçesiyle hükümete şirketin çoğunluk hisselerini geri alması için çağrıda bulunmuştu.

Almanya kışa hazırlanmaya çalışıyor

Rus enerji şirketi Gazprom, Kuzey Akım boru hattı üzerinden Avrupa’ya günlük doğal gaz sevkiyat kapasitesini 27 Temmuz’da yüzde 20’ye düşürmüş ve eylül başında ise tamamen durdurmuştu.

Enerji ithalatında büyük oranda Rusya’ya bağımlı olan ve Avrupa’nın en büyük ekonomisi konumundaki Almanya, Moskova‘nın Kuzey Akım 1 doğal gaz boru hattı üzerinden gaz akışını durdurma kararı sonrasında bir enerji kriziyle karşı karşıya kalmıştı.

Rusya-Ukrayna savaşına ilişkin endişeler, enerji fiyatları üzerinde yukarı yönlü baskı oluşturmaya devam ederken, Alman hükümeti de bu kış sanayi çarklarının dönmesini, elektrik temininin kesintiye uğramamasını ve konutların ısınmasını garanti altına alabilmek için politikalar geliştirmeye çalışıyor.

Ülkenin enerji maliyetlerindeki artış, enflasyonu körüklerken, hane halkı ve şirketler üzerinde de baskıyı artırıyor.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yargılandığı dava ertelendi

Eski Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Sadi Güven ve kurul üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla yargılanan İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu‘nun davası bugün Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi‘nde görüldü.

Dava, tanıkların dinlenmesi için 11 Kasım Cuma gününe ertelendi.

İddianamede, İmamoğlu’nun “Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine karşı görevlerinden dolayı alenen zincirleme hakaret” suçundan 1 yıl 3 ay 15 günden 4 yıl 1 aya kadar hapsi ile seçme ve seçilme haklarından mahrumiyeti isteniyor.

İmamoğlu’nun avukatı son duruşmada, YSK üyelerinin şikayetçi olmadığına dair dilekçe sunmuştu. Savcılık, söz konusu yeni gelişmenin değerlendirmesinin ardından yeni bir mütalaa sunmak için süre talep etmişti.

Reddi hakim talep etmişti

İmamoğlu’nun avukatları ayrıca geçen duruşmada reddi hâkim talebinde bulunmuştu. Mahkeme, hakimin tarafsızlığını şüpheye düşürecek bir durumun mevcut olmadığını, taleplerinin reddedilmesinden dolayı bu yola başvurulduğunu ve yargılamayı uzatmaya yönelik olduğunu belirterek, sanık avukatının reddi hâkim talebinin reddine karar vermişti.

Ekrem İmamoğlu, kendisine destek olmak için adliyeye gelenlere sosyal medya hesabından teşekkür etti; ‘Sizden büyük güç alıyorum” dedi.

Basın açıklaması yasağı

Dava öncesi Kartal İlçe Emniyet Müdürlüğü‘nün talebi ve kaymakamlığın onayıyla İstanbul Anadolu Adliyesi‘ndeki duruşma öncesi ‘toplanma, basın açıklaması ve gösteri yürüyüşü’ yasağı geldi.

Açıklamada şunlar denildi:

“21.09.2022 günü ilçemiz Anadolu Adliyesinde görülecek olan duruşma öncesi dava duruşmasına katılım için yoğun çağrılar yapıldığını ve katılımın yüksek olacağı düşünüldüğünden bu durumun kamu düzeni ve kamunun esenliğini bozabileceği değerlendirilmektedir. Anadolu Adliyesi yerleşkesinde ve civarında toplanacak grubun eylemlerinin, basın açıklamasına ve gösteri olaylarına dönüşerek adliyede devam eden duruşmaları ve işleyişi olumsuz etkileyeceğinden, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla Valilik Oluru ile belirtilen yerler dışında 21.09.2022 tarihinde ilçemiz sınırları içerisinde her türlü toplanma, basın açıklaması ve gösteri yürüyüşü yapılmasının yasaklanması hususunu arz ederim.”

CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ise  Twitter hesabından karara tepki gösterdi:

“Resmi yazıyla! adliyeye girmek, davayı takip etmek ve adliye çevresinde bulunmayı yasaklamak ne demek? Korkmayın biz halkız ve haklıyız ve elbette kazanacağız. 16 milyon kazanacak, 85 milyon kazanacak!

TEMA’dan ‘Kaderimiz kömürle çizilmesin’ kampanyası

TEMA Vakfı,  kömürlü termik santrallerin ve kömür madenciliğinin hava, su, toprak ve insan üzerindeki  etkilerine dikkat çekmek için başta Kahramanmaraş, Muğla ve Kütahya olmak üzere on dört ilde “Kaderimiz Kömürle Çizilmesin” kampanyasını başlattı. Kampanyayla, fosil yakıtların kullanımından vazgeçilmesi gerektiğine bir kez daha vurgu yapılıyor.

Kömürlü termik santrallerin ve kömür madenciliğinin yaşama verdiği zarara dikkat çekmek için uzun yıllardır çalışmalar yürüten TEMA Vakfı, on dört ilde başlatılan kampanyasıyla ilk olarak üç ilde gerçekleştirdiği ziyaretlerde ekolojik yaşama verilen zararı yerinde inceledi.

‘Madencilik ve santraller ne hava bırakıyor ne su ne toprak’

Yapılan ziyaretlere ilişkin konuşan TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç şunları söyledi:

Kütahya.

“Kömürlü termik santrallerin olduğu her ilde karşılaşılan manzara ne yazık ki aynı. Kömür kokusu altında kalan hayalet bir kent, solunum yolu hastalıklarından musdarip yurttaşlar, kanserden sevdiklerini kaybedenler, kuraklıktan ve tarımda verimliliğin düştüğünden şikayet eden çiftçiler. Bir diğer tarafta ise, mevzuat gereği dahi sorumluluklarını yerine getirmeyen kömürlü termik santraller, insanları ve zeytin ağaçlarını yerinden eden kömür ocakları duruyor. Kömürlü termik santraller ve kömür madenciliği ne hava bırakıyor ne su ne de toprak.”

‘Fosil yakıtta ısrar, yaşamın yok edilmesidir’

Türkiye’deki linyit rezervini kullanabilmek adına, çevresel ve sağlık maliyetleri göz ardı edilerek çalışmasına izin verilen mevcut tesislerin yanı sıra 2000’li yılların başlarından itibaren bir dizi kömürlü termik santral projesi yapılmaya çalışıldığını belirten Deniz Ataç şöyle konuştu:

Muğla/Milas.

“Geldiğimiz noktada Türkiye’nin santral kurulu gücünün içinde kömürün payı %20 ve bu payın %9’unu ithal kömür oluşturuyor. 2020 Enerji Denge Tablosu’na göre ise enerji ithalatının toplam enerji arzı içindeki payı %78. Görüyoruz ki, fosil yakıtlara dayanan enerji politikası enerjide ihtiyacımız olan bağımsızlığı sağlayamadığı gibi ekolojik tahribata, çeşitli hastalıklara, erken ölümlere neden oluyor, iklim krizini daha da derinleştiriyor. Muğla, Kütahya ve Kahramanmaraş örneklerinde olduğu gibi köyler yok oluyor; insanlar yerlerinden, yurtlarından ediliyor. Havamız, suyumuz, toprağımız kirleniyor, canlılığımız azalıyor, temiz gıdaya erişim her geçen gün daha da imkansızlaşıyor.”

Geleceğimiz için birlikte hareket etmeliyiz

Ataç, “Otuz yıldır bu topraklarda yaşam için çalışan bir Vakıf olmanın sorumluluğuyla, doğayla barışık, ekosistemle uyumlu, yerelin haklarını gözetecek şekilde yenilenebilir enerjiye geçiş yapmamız gerektiğini dile getiriyoruz” diyerek vakfın çağrısını açıkladı:

Muğla/Yatağan.

“Gezegenimizin geleceği için adil geçişi mümkün kılacak şekilde fosil yakıtların kullanımından vazgeçmemiz gerektiğini bir kez daha vurguluyoruz. Başka bir enerji politikasının mümkün olduğunu biliyoruz. TEMA Vakfı olarak havamızı, suyumuzu, toprağımızı korumak için ‘Kaderimiz Kömürle Çizilmesin’ diyoruz.”

“Kaderimiz Kömürle Çizilmesin” kampanyası kapsamında yenilenen komuretme.org web sitesi üzerinden TEMA Vakfı’nın kömür kampanyasına nasıl destek olunabileceğinin yanı sıra, raporlar ve bültenlerle de kamuoyunun bilgilendirilmesi amaçlanıyor.

Putin Rusya’da ‘kısmi seferberlik’ ilan etti, Donbas’ta işgal altında referandum yapılacak

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya’nın ‘kısmi seferberlik’ ilan ettiğini ve Ukrayna’da işgal edilen bölgelerde Rusya Federasyonu’na katılım referandumu yapılacağını duyurdu.

Ulusa sesleniş konuşması yapan Putin, ordunun, Ukrayna’da 1000 kilometreden uzun bir cephe hattında ‘kolektif Batı’nın askeri operasyonlarıyla’ karşı karşıya olduğunu  söyledi ve askeri yedek listesinde olanların da çağrıldığını açıkladı.

Rusya Savunma Bakanı Sergei Shoygu, askere çağrılanların sayısını 300 bin kişi olarak açıkladı ve öğrencilerin savaşa çağrılmayacağını ve bu askerlerin “özel operasyon bölgesine” gönderilmeyeceğini söyledi.

Putin ayrıca, Rusya’nın işgali altındaki  Luhansk, Donetsk, Herson ve Zaporijya‘da bu hafta sonu Rusya Federasyonu’na katılıp katılmama kararının verileceği referandumlara ‘tam destek’ vereceğini söyledi ve Batı’yı, 2014’te Ukrayna’da Rusya’ya karşı bir savaş başlatmakla suçladı.

Rusya’nın Ukrayna’daki hedeflerinin değişmediğini ve hareketin “gerekli ve acil” olduğunu söyleyen ve Batı’nın Rusya’yı yok etmeyi ve nükleer şantaj yapmayı planladığını ileri süren Rusya Devlet Başkanı, “Agresif Rus karşıtı politikasında Batı tüm sınırları aştı” dedi.

‘Elimizdeki her şeyi kullanırız, blöf yapmıyorum’

Putin ayrıca “ellerinde olan tüm imkanları kullanacaklarını” ve Rusya’ya karşı nükleer şantaj yapmaya çalışanların bunun kendilerine çevrilebileceğini göreceklerini söyledi:

“Rusya hakkında bu tür açıklamalara izin verenlere, ülkemizin de çeşitli imha araçları olduğunu ve bazı bileşenlerin NATO ülkelerininkinden daha modern olduğunu hatırlatmak istiyorum. Ülkemizin toprak bütünlüğü tehdit edilirse, Rusya’yı ve halkımızı korumak için kesinlikle elimizdeki tüm araçları kullanacağız. Bu bir blöf değil.”

Putin’in 20 dakikalık önceden kaydedilmiş  konuşması, dünya liderlerinin birçoğunun Rusya’nın işgalini kınadığı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısı için New York’ta toplanırken yayınlandı.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, dün Genel Kurul toplantısının açılışında konuşuyor.

Ukrayna’nın dört işgal altındaki bölgesinde –Donetsk ve  Luhansk (Donbas), Herson ve Zaporijya-Rus güçleri, 23-27 Eylül tarihleri ​​arasında Rusya Federasyonu’na katılım konusunda referandum düzenlemek istiyor.

The New York Times, Putin’in konuşmasını “hem içeride hem de küresel sahnede liderliğini baltalayan ve giderek kaotik hale gelen bir savaşa karşı otoritesini yeniden öne çıkarmaya yönelik bariz bir girişim” olarak yorumladı:

“Putin, işgalden bu yana ülkede ‘normallik’ duygusunu korumaya çalışsa da, Ukrayna’nın son zamanlardaki başarıları bunu yapmayı giderek daha da zorlaştırdı ve son konuşması, Kremlin’in durumu kontrol altında tuttuğunu gösterme çabasının bir parçası gibi görünüyordu. Savunma bakanı Shoigu, Mart ayından bu yana Ukrayna’daki çatışmalarda 5937 Rus askerinin öldürüldüğünü iddia ediyor. Batıdaki tahminler ise on binlerce Rus askerinin öldüğünü söylüyor.”

Dünya liderleri referandumu tanımayacak

Bazı dünya liderleri, Ukrayna topraklarındaki böylesi bir referandumu veya yeni ilhakını tanımayacaklarını belirtti.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron planı bir “parodi” olarak nitelendirdi:

“Donbas’ta referandum fikri bu kadar trajik olmasaydı komik olurdu. Rusya tarafından açıklanan bu şeyin bir parodi olduğunu düşünüyorum. Bu sinizmdir ve açıkçası uluslararası toplum tarafından tanınmayacaktır.”

Reuters’in bildirdiğine göre, Avrupa Birliği (AB) dış politika sorumlusu Josep Borrell de AB’nin Rusya’nın referandum düzenleme planlarını şiddetle kınadığını söyledi:

“Rusya yönetimi ve Ukrayna’daki bu ‘referanduma’ ve diğer uluslararası hukuk ihlallerine karışan herkes, bunlardan sorumlu tutulacak ve Rusya’ya karşı ek kısıtlayıcı tedbirler düşünülecek.”

Ukrayna: Referandum olursa müzakere penceresi tamamen kapanır

Ukrayna ise, bu referandumların Rusya ile müzakere olasılığını tamamen ortadan kaldıracağını söyledi. Ukrayna cumhurbaşkanlığı sözcüsü Serhiy Nykyforov dün yaptığı açıklamada, Rusya’nın işgali altındaki “Ukrayna topraklarında Rusya’ya katılmaya yönelik herhangi bir referandum, Kiev ile Moskova arasındaki müzakereler için kalan tüm pencereleri yok edecek” dedi.

“Referandumlar olmadan diplomatik bir çözüm için hala çok küçük de olsa bir şans var. Ama referandumlardan sonra, hayır.”

ABD‘nin Ukrayna büyükelçisi Bridget Brink, Rusya’nın askeri güçlerini seferber etmesni ve Ukrayna’daki Rusya işgali altındaki bölgelerde referandumlar düzenlemesini ‘zayıflık gösterdiği’ şeklinde yorumladı.

Brink Twitter’da, “Sahte referandumlar ve seferberlik, Rusya’nın başarısızlığının ve zayıflığının işaretleridir” dedi. ABD, Rusya’nın ilhak ettiği sözde topraklarını asla tanımayacak” dedi.

İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace, Putin’in konuşmasına yanıt olarak şu açıklamayı yaptı:

“Başkan Putin’in nüfusun diğer kısımlarını harekete geçirmeme sözünü tutmaması ve Ukrayna’nın bazı bölgelerini yasadışı olarak ilhak etmesi, işgalinin başarısız olduğunun itirafı.O ve savunma bakanı on binlerce Rus vatandaşını, donanımsız ve kötü bir şekilde ölüme gönderdi.

Hiçbir tehdit ve propaganda, Ukrayna’nın bu savaşı kazandığı, uluslararası toplumun birleştiği ve Rusya’nın küresel bir parya haline geldiği gerçeğini gizleyemez.”

 Rus güçlerinden geri alınan İzyum kasabasında yüzlerce sivilin gömülü olduğu bir toplu mezar bulunmuştu. Fotoğraf: Evgeniy Maloletka / AP

Putin’in bu sabah yayımlanan konuşmasına kafrşı Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelenskiy‘den henüz bir açıklama gelmese de Zelenskiy, dün gece yaptığı konuşmasında şöyle demişti:

“Rus liderin açıkladığı adımlar ne olursa olsun, buna işgal altındaki bölgelerde “sahte” oylama da dahil, Ukrayna ordusu Rus güçlerini ülkeden çıkarmak için savaşmaya devam edecek.

Bu konuda ortaklarımızın tam desteğinden yararlanıyoruz. Öyleyse baskıyı koruyalım. Birliği koruyalım. Ukrayna’yı savunalım. Topraklarımızı özgürleştiriyoruz. Ve herhangi bir zayıflık belirtisi göstermiyoruz.”

Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba da ayrılıkçı yönetimlerin Rusya’ya katılmak için referanduma gitme kararının ardından açıklama yapmıştı.

Rusya’nın, ülkesinin topraklarını işgal eden bir devlet olduğunu belirten Kuleba, “Sahte referandumlar hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Herhangi bir hibrit seferberlik de olmayacak. Rusya, Ukrayna topraklarının bazı kısımlarını yasa dışı olarak işgal eden bir saldırgan oldu ve olmaya devam etmektedir. Ukrayna, topraklarını özgürleştirme hakkına sahiptir ve Rusya ne derse desin onları özgürleştirmeye devam edecektir” dedi.

Zelenskiy’nin bugün Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na hitap etmesi bekleniyor.

Dilim dilim soyulan emek: Gelir eşitsizliğine ek vergi adaletsizliği

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) “Gelir Vergisi dilimleri” yüzünden işçilerin ücretlerinde yaşanan kayıpların sona erdirilmesi, ücretlilerden alınan gelir vergisi oranlarının düşürülüp vergi dilim miktarlarının yükseltilmesi, “Vergide Adalet, Gelirde Adalet” sağlanması talebiyle İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi.

Açıklamada verginin dar gelirlilerin sırtına yıkıldığına vurgu yapılırken; DİSK Araştırma Merkezi tarafından hazırlanan Vergiler Ücretleri Kemiriyor başlıklı araştırmanın verilerine dikkat çekildi. 

20 Eylül’de gerçekleştirilen açıklamaya DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, DİSK Genel Sekreteri Adnan Serdaroğlu, DİSK Yönetim Kurulu üyeleri Kazım Doğan ve Seyit Aslan da katıldı. Basın açıklamasını DİSK Yönetim Kurulu adına Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu gerçekleştirdi.

“Bir yandan yüksek enflasyon bir yandan artan vergi yükü ile ücretlerimiz erimeye devam ediyor” denilen açıklamada yüksek enflasyon nedeniyle büyük alım gücü kaybı yaşayan işçilerin şimdi de vergi dilimleri marifetiyle yoksullaştırıldığının vurgulandığı açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

“Çarşıya pazara markete her gittiğimizde fiyatlar artıyor, evimize gelen her fatura bir öncekinden yüksek oluyor ama işçilerin artması gereken ücretleri, vergi dilimleri nedeniyle yıl içerisinde düşüyor.

Gelir eşitsizliği yetmezmiş gibi vergi adaletsizliği ile de ekmeğimiz çalınıyor. Çalışanlar sanki çok zenginlermiş gibi, nisan ve mayıs aylarında yüzde 20’lik ikinci vergi tarife dilimine, eylül ayında ise yüzde 27’lik üçüncü tarife dilimine girerek gelirlerinin büyük bölümünü vergi olarak devlete ödüyor. Örneğin ocak ayında 637 TL vergi ödeyen bir çalışan, Eylül ayında 2.342 TL vergi ödüyor. Zamlar nedeniyle zaten geçim zorluğu çeken işçilerin cebine hükümet bir de vergi yoluyla el uzatıyor!

‘Ücretliler toplam kazancının üçte birini vergi ve kesintilere ödüyor’

Ücretliler yılbaşında toplam kazancının beşte birini vergi ve kesintilere öderken, bugün neredeyse üçte birini ödüyorlar. Başka bir ifadeyle sene başında çalıştığımız her beş saatin birini devlete çalışırken, bugün çalıştığımız her üç saatin birinde vergi daireleri ve SGK için çalışıyoruz.

Hayat pahalılığı yetmezmiş gibi, çocuğumuzun beslenmesinden kısıp vergi ödüyoruz. Bu adaletsiz vergi düzenine hayır diyoruz.

Net ücretlerin ağustos ve eylül aylarından itibaren düşmesinin iki temel nedeni var. Birincisi ücretlilere uygulanan gelir vergisi oranlarının yüksekliği. İkincisi vergi tarife dilimlerinin enflasyondan, ücret artışlarından ve yeniden değerleme oranlarından az artırılması. Böylece işçilere zengin muamelesi yapılarak üst vergi dilimine sokulması.

Patronla aynı oranda vergi ödemek…

Önce adaletsiz vergi oranlarını anlatalım. 2006 öncesinde ücret gelirlerine uygulanan vergi oranları diğer gelirlere göre 5’er puan daha düşüktü. 2006 sonrasında AKP iktidarı ücretlere sağlanan bu 5 puanlık indirimi kaldırdı. Yani işçi patronuyla aynı oranda vergi vermeye başladı.

Adaletsizlik bununla sınırlı kalmadı. Vergi dilimleri bilerek az artırılarak işçiden daha çok vergi alınması sağlandı.

‘Burada açık bir hırsızlık var’

Lafı eğip bükmeden kitabın ortasından konuşalım. Burada açık bir hırsızlık var. Vergi dilimlerinin düşük tutulmasıyla dilim dilim soyuluyoruz!

Biliyorsunuz, her yılın sonlarına doğru hükümetin açıkladığı yeniden değerleme oranı ile vergilerdeki, harçlardaki, devletin alacaklarındaki artış oranı belirleniyor. Gelir vergisi tarife dilimlerinin de hükümetin ilan ettiği yeniden değerleme oranı kadar artması beklenir.

Ama böyle olmuyor.

Vergi dilimleri yıllardır yeniden değerleme oranlarından düşük artıyor. Böylece ücretliler her sene daha hızlı şekilde üst vergi dilimine geçiyor. Ücretliler her sene daha yüksek oranda vergi vermiş oluyor.

‘Dilim dilim soyuluyoruz, yoksullaştırılıyoruz’

Örnek vereyim. İlk vergi dilimleri yeniden değerleme oranına göre artırılsaydı 2000 yılında 2500 TL olan ilk vergi dilimi 2022’de 81.689 TL olarak uygulanmalıydı. Yani işçiler yaklaşık 82 bin TL kazandıktan sonra bir üst vergi dilimine geçecek, daha yüksek oranda vergi ödeyecekti. Peki 2022 yılında ilk vergi dilimi kaç olarak belirlendi: 32 bin TL. Yani 32 bin TL kazandıktan sonra işçiler zenginleşmiş kabul edilerek, üst vergi dilimine sokuldu. Çarşıdaki, pazardaki, marketteki, faturalardaki zamlar yetmedi bir de üstüne Yüzde 15’ten yüzde 27’ye vergi zammı! İşte böyle dilim dilim soyuluyoruz, işte böyle yoksullaştırılıyoruz.

DİSK’in vergi ve kesintilere dair önerilerini hatırlatmak isterim: En düşük vergi dilimi kesintisi yüzde 10’a düşürülmeli ve en düşük vergi dilimi tutarı asgari ücret artışı kadar artırılmalıdır. Çağdışı damga vergisi kaldırılmalı, işverenlere uygulanan 5 puan SGK prim desteği çalışanlara da uygulanmalıdır.

İşçinin ücret geliriyle, karların, faizin, rantın aynı oranda vergilendirilmesi başlı başına adaletsizlik. Bizim bordrolarımızdan tıkır tıkır vergiler kesilirken, işveren kazançları bir sonraki yıl vergilendiriliyor. İşverenlere verilen imtiyazlar, indirimler, teşvikler bu adaletsizliği büyütüyor.

Yetmiyor, büyük holdinglerin, şirketlerin vergilerinin bir gecede sıfırlanırken on milyonlarca ücretlinin vergi yükünü omuzunda taşıması adaletsizliği keyfiliğe dönüştürüyor.

Bu da yetmemiş gibi dolaylı vergilerle de ücretlilerin, dar gelirlilerin resmen boğazı sıkılıyor. Zengin ve yoksulun eşit oranda ödediği katma değer vergisi (KDV), özel tüketim vergisi (ÖTV) gibi dolaylı vergilerin, vergi gelirlerindeki payı ne kadar yüksekse o ülkede vergi adaleti o kadar kötü durumdadır. Dünyada genellikle dolaylı vergiler düşük, dolaysız (doğrudan) vergiler yüksektir. Türkiye’de ise tam tersi olarak doğrudan vergilerin payı düşük dolaylı vergilerin payı ise yüksektir. 1990’da toplam vergi gelirlerinin yüzde 48’i dolaylı vergi iken 2021’de vergi gelirlerinin üçte ikisi tüketimden alınan bu vergilerden oluştu.

‘Vergi yükü dar gelirlilerin sırtına yıkılıyor’

Her zaman söylediğimiz gibi vergide adalet olmadan gelirde adalet olmaz. Vergide adaletin ilkesi ise dünyanın her yerinde aynıdır: Çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi almak. Türkiye’de ise ‘verginin tabana yayılması’ adı altında tam tersi bir yönelim söz konusudur. Vergi yükü işçilerin, emekçilerin, ücretlilerin dar gelirlilerin sırtına yıkılmaktadır.

Bu adaletsiz vergi sistemi, adaletsiz düzenin bir sonucudur. İşçileri yoksullaştırarak, ücretleri baskı altına alarak, biz üretenlerden çalarak şirketleri büyütmeye çalışan bir zihniyetin ürünüdür. Fakiri daha fakir yaparak zengini daha zengin etmeye yeminli bir iktidarın bilinci politikalarının sonucudur.

Bugün dikkat çekmeye çalıştığımız, vergi dilimleri yoluyla, dilim dilim soyguna son verilmesi için acil yapılması gerekenler bellidir:

  • Gelir vergisi oranı ücretlilerde yüzde 10’a düşülmelidir.
  • Vergi tarife dilimler en az asgari ücret veya yeniden değerleme oranında artırılmalıdır.
  • İşverenlere uygulanan 5 puan SGK prim desteği çalışanlara da uygulanmalıdır. Çağdışı damga vergisi tümüyle kaldırılmalıdır.”

 

Havalar ısındıkça suç oranları artıyor: Daha sıcak, daha saldırgan bir dünya

Ryan Hudgins‘in Who What Why‘da yayımlanan bu haberi, Yeşil Gazete‘nin de parçası olduğu küresel gazetecilik ağı Covering Climate Now (CCNOW) işbirliğinin bir parçasıdır.

*

Bu yıl, Chicago‘da suç oranları yüzde 36 arttı.

Chicago Belediye Başkanı Lori Lightfoot, silahlı şiddete neden olanları sorumlu tutmaya çalıştı. Suç mahallerinden ele geçirilen yüzlerce ateşli silahla bağlantısı olan Indiana’daki bir silah dükkanına dava açıldı.

Ancak Fielding Graduate Üniversitesi Psikoloji Okulu’ndan araştırmacı Andreas Miles-Novelo, suç oranlarındaki yükselişi ‘birkaç sapmanın sonucu’ olarak görmüyor: “Açıklaması, her yerde.”

“Şiddet, birçok insanın inandığı gibi rastgele bir şey değildir. Genellikle insanların karşılaştığı maddi ve çevresel koşullara tepkisel bir tepkidir.”

Havalar ısındıkça suç oranları artıyor.

Birçok ABD şehrinde yaz aylarında daha yüksek oranlarda olmak üzere, hırsızlık ve silahlı şiddet olaylarında uzun süredir devam eden mevsimsel bir kalıp görülüyor.

Chicago’da ortalamadan 10 derece daha yüksek olan sıcaklıklar, 2012’den 2016’ya yüzde 33,8 yükselen silahlı olay oranıyla ilişkilendirildi.

gezegen kriz

Columbia Üniversitesi’nde yer ve çevre bilimleri bölümünden yardımcı profesör James Hansen, söyle diyor:

“Daha yüksek sıcaklıkların daha fazla kişilerarası ve gruplar arası şiddete yol açtığına dair empirik kanıtlar var. Bu, mantıklı: İnsanlar rahatsız edici derecede sıcak koşullarda daha kolay öfkeleniyorlar.

Bunu düşünceyi irdeleyen bazı araştırmacılar, artan şiddetin iklim tartışmasının daha büyük bir parçası olması gerektiğini düşünüyor.

Iowa Eyalet Üniversitesi’nden psikoloji profesörü Craig Anderson, şiddetin yerel ve küresel iklim değişikliği gündemlerine eklenmesi gerektiğine inanıyor. Enflasyon Azaltma Yasası gibi yeşil inisiyatifler ve politikaların da, şiddeti yalnızca bir şehir düzeyinde değil, daha geniş çapta da azaltacağını savunuyor:

İklim değişikliğiyle mücadele, terörizm ve savaş da dahil olmak üzere, gelecekte gruplar arası şiddet olasılığını azaltacaktır.

Uluslararası insan hakları grupları, iklim değişikliği ve şiddet arasındaki bağlantıyı ciddiye alıyor.

UNICEF’in Nisan ayında ev sahipliği yaptığı bir etkinliğin odak noktası, çocuk yaşta evlilik ve işçiliğe ilişkin olarak çocuklara yönelik şiddetin itici gücü olarak iklim değişikliğiydi.

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi’nin Haziran ayındaki 50’inci oturumu sırasında bir panelde, iklim değişikliği ile kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet arasındaki ilişki tartışıldı.

İklim krizinin şiddeti artıracağı konusunda uzmanlar arasında fikir birliği olsa da bazı uzmanlar, iklim değişikliği ile şiddet içeren suçlar arasındaki bağlantının, gelir eşitsizliği ve polis faaliyetleri gibi diğer faktörlere göre ikincil olduğunu düşünüyor ve bu da şu soruyu gündeme getiriyor: İnsanların harekete geçmesi için hangi iklim etkilerinin vurgulanması gerekiyor?

Northwestern Üniversitesi’nden araştırmacı Ryan Harp, “Şiddet kısmı önemli, ancak iklimin insan sağlığı üzerindeki daha geniş etkilerinin nispeten küçük bir kısmı” diyor ve insanların sağlık gibi somut iklim etkilerine odaklanan konuşmalara daha ilgiyle yaklaşacağını düşünüyor:

“Daha geçen ay Avrupa’da iklim değişikliğinin şiddetlendirdiği aşırı sıcak dalgası binlerce insanı öldürdü. İklimin yiyecek ve su varlığı veya sıtma, Batı Nil virüsü ve Lyme hastalığı gibi böceklerin taşıdığı hastalıkları üzerindeki etkilerinden bahsetmiyorum bile. İklim değişikliği tartışmalarını bunun gibi somut örnekler üzerinden yönlendirmek hayati önem taşıyor.”

Ancak on yıldan fazla bir süredir meslektaşlarıyla iklim değişikliği ve şiddet içeren davranışlar arasındaki bağlantı üzerine yazan Anderson, şiddet bileşeninin öncelikli olması gerektiğini düşünüyor; hatta iklim değişikliğiyle mücadelenin suçla mücadeleye eşit olduğunu öne sürüyor.

“Bu konuda endişesini dile getiren tek kişi ben değilim. Yirmi yıl kadar önce, emekli generaller, amiraller ve diğer yüksek rütbeli subaylardan oluşan büyük bir düşünce kuruluşu, küresel ısınmanın gelecekte ABD ordusu üzerinde yaratacağı zorluklar hakkında bir rapor yayınladı ve bu rapor, kolayca daha büyük savaşlara dönüşebilecek bölgesel askeri çatışmaların sıklığındaki olası artışlarla ilgili endişeleri içeriyordu.”

Anderson,  iklim değişikliği ve şiddet arasındaki korelasyonun gelir seviyeleri, coğrafi konum ve diğer kişisel koşullar arasındaki korelasyonla  tutarlı olduğunu, aşırı hava olaylarının toplumda istikrarsızlık yaratabileceğini ve bunun da şiddete yol açabileceğini savunuyor: “Bu nedenle hızlı küresel ısınma nedeniyle herkes zaten daha fazla şiddet riski altında.”

Ancak tüm uzmanların hemfikir olduğu bir şey var: İklim değişikliğini yaratan kriz düzeltilmelidir. Miles-Novelo, aksi takdirde şiddete izin veren koşulların daha fazla sayıda insan tarafından deneyimleneceğini belirtiyor:

İklim değişikliğiyle mücadele, gezegenimizle ve onu paylaştığımız herkesle etkileşimlerimizi, sistematik ve bütünsel olarak değiştirmek anlamına geliyor.

 

Taksim’de Mahsa Amini protestosuna polis engeli: Fotoğrafları toplandı, kadınlar gözaltına alındı

İran‘da ahlak polisinin ‘saçı gözüktüğü’ gerekçesiyle gözaltına aldığı ve uğradığı şiddet sonucu iki gün sonra hayatını kaybeden 22 yaşındaki Mahsa Amini‘nin ardından tüm ülkede başlayan eylemler İstanbul‘da da Taksim‘de gerçekleşti.

Amini’nin ardından Taksim Meydanı’ndan İstiklal Caddesi‘ne yürümek ve açıklamaya yapmak isteyen kalabalık polis tarafından engellendi.

‣ Mahsa Amini’nin arkasından bir ülke sokakta: Protestolarda beş kişi öldü

Eylemde iki kadın gözaltına alınırken, görüntülerde bir grubun etrafını saran polisin, kadınların ellerindeki Amini’nin fotoğraflarını ve isminin yazılı olduğu kağıtları toplayıp yırttığı görülüyor:

https://twitter.com/kadinmeclisleri/status/1572494506687184897?s=20&t=GIUCkCzlc4tdvkDZeEhlWA

Başörtüsü kuralına uymaması nedeniyle gözaltına alınan Amini başına aldığı ağır darbeler almış, komaya girmişi ve  hayatını kaybetmişti. Kolluk kuvvetleri fiziki teması kabul etmemiş, genç kadının kalp krizi geçirdiği için hayatını kaybettiğini iddia etmişti. İran polisi Amini’nin ölümünü “talihsiz bir olay” olarak nitelendirdi.

Amini’nin kafatasına aldığı darbeler nedeniyle kırıklar oluşması sonucu hayatını kaybettiği bir hacktivist grubu tarafından gönderilen hastane raporlarıyla ortaya koyuldu.

Hafta sonu yapılan cenaze töreninden beri kadınlar sokaklarda eylemde. Şimdiye kadar protestolarda 5 kişinin öldüğü bildiriliyor.

Kadınlar eylemlerde başörtülerini yakıyor ve saçlarını kestikleri videolar da paylaşıyor. Kadın hakları savunucuları ve öğrenciler protesto çağrılarında bulunuyor.