Ana Sayfa Blog Sayfa 4385

Chavez’in ardından

Henüz Lenin, Mao, Stalin, Ho Shi Minh, Kim İl Sung, gibi 20. yüzyılın mumyalanmış liderleri galerisinde yeri olup olmayacağı belli olmasa da Chavez şimdiden Simon Bolivar ve Che ile birlikte Latin Amerika’nın halk idolleri arasındaki yerini aldı.

Zamansız ölümüyle yarım bıraktığı siyasi projesinin tamamlanıp tamamlanamayacağı henüz bilinmiyor. 14 Nisan’da yapılacak seçimlere Chavez’in ölmeden önce işaret ettiği yardımcısı Maduro kesin favori olarak girecek. Chavez yanlıları Chavez’in uygulamaya koyduğu projeyi 21. yy sosyalizmi olarak tanımlıyorlar. Bu yönüyle de Chavizmo’nun öldü diye tarihin sayfaları arasında unutturulmak istenen sosyalizm düşüncesinin Latin Amerika’da reenkarnasyonu olduğunu savunuyorlar.

20 yüzyılın asık suratlı bürokratik sosyalizminin yerine Chavez daha katılımcı, daha güler yüzlü bir örnek oluşturmaya çalışmıştı. En azından kişisel olarak Chavez elinde gitarıyla çok sevdiği halk şarkılarını neşeyle terennüm eden, içinden geldiği gibi konuşan, kalabalıkların arasına karışıp insanlara dokunup gözlerine bakarak konuşan bir politikacı olarak hatırlanacak.

Türkiye’de Chavez’in ölümüyle belki de ilk kez sol ve sağın tasada birlik göstermesi Chavez’in tavizsiz anti Amerikancılığı ile açıklanabilir. Ve tüm dünyada İran’dan Beyaz Rusya’ya, Suriye’den Kore’ye insan hakları sicilleri hiç de olumlu sayılmayan ülkelerden  Chavez’in kaybı dolayısıyla duyulan üzüntüyü dile getiren resmi açıklamalar geldi.

İnsan hakkı ihlalleri konusunda daha az sorunlu ülkelerde ise halk Chavez’in arkasından ikiye bölündü. Bir kesim için O, karizmatik bir halk kahramanı, bir politik önder; diğer kesim için ise petrol paralarını har vurup harman savuran anakronik bir popülist, hatta bir diktatör.

Kuşkusuz Chavez Latin Amerika’daki dönüşümün öncülerindendi. 20.yüzyıla damgasını vuran ABD hegemonyasına ve özellikle yüzyıl dönümünde iyice saldırganlaşan neoliberal uygulamalara karşı yoksul halk kitlelerinin öfkesini ve isyanını politik bir harekete dönüştüren ilk siyasi figürlerden birisiydi Chavez. Bir teorinin ardından giden kararlı bir doktrinerden çok el yordamıyla yolunu çizmeye çalışan bir pragmatist idi.

Giriştiği darbe başarısız olunca, halk desteğinin önemini kavramakta gecikmedi. Tövbekar bir darbeci olarak demokrasiyi tabandan kurmanın yatay örgütlenmeler sayesinde olacağını gördü ve uygulamaya koymaya çalıştı ama öncelikle yoksul halkını doyurmaya çalıştı. Kimse Chavez’in ondört yıllık iktidarında sağladığı iyileştirmeleri göz ardı edemiyor. Venezuela’yı Latin Amerika’daki gelir dağılımı en bozuk ülke olmaktan çıkartıp kıtada gelir dağılımının en adaletli olduğu ülke haline getirdi. Chavez iktidarında eğitim, sağlık, barınma hakkı konularında sağlanan başarılar gerçekten göz kamaştırıcı.

Halkı yoksulluktan kurtarmak için Neoliberalizme karşı yürüttüğü mücadele ister istemez Chavez’i Amerikan karşıtlığına götürdü. Neoliberalizmi ve Amerika’yı ortak düşman gören Latin Amerika ülkelerinde Chavez’in etkisi büyük oldu. Onun açtığı yoldan ve sağladığı imkânlarla Latin Amerika’nın kesik damarlarına yeniden kan geldi.

Dev şirketlere karşı yürüttüğü mücadelede karşısında Amerika’nın gücünü buldu. İlk başlarda kararlı ve bilinçli olmasa da GDO’ya karşı mücadelenin önemini çabuk kavradı. İklim politikaları konusundaki pozisyonu ise net olmaktan uzaktı. Bir yandan karbon salımını sıfırlamaktan bahseden güzel sözler söylerken, diğer yandan da suçu ve çözüm sorumluluğunu Amerika’ya atıp dost ve müttefik Latin Amerika halklarına ucuz petrol sevk etmek için Amazon yağmur ormanlarından boru hatları geçirmekte sakınca görmedi. Bunlar da Chavez döneminin gri yanları olarak kayda geçti.

Chavez iktidarının bir de siyaha yakın bölümleri var. Can havliyle sarıldığı Amerikan karşıtlığı Chavez’i medeni dünyanın persona non gratalarıyla aynı fotoğraf karesinde buluşturdu. Human Rights Watch gibi insan hakları izleme örgütlerinin kara listelerine abone yaptı. Kendisine yöneltilen darbe teşebbüslerini halkının ve elbette ordunun “devrimci” kanadının desteğiyle alt eden Chavez askeri üniformalarını hiç çıkartmadı. Orduyu rejimi korumak ve kollamak üzere bir yedek güç olarak tutmaktan geri durmadı.

Hangi açıdan bakarsanız bakın Chavez 21. yüzyıla bir şekilde damgasını vuran ilk liderdi. Erken sayılacak bir yaşta, popülaritesinin doruğundayken yaşama veda eden bu sıra dışı şahsiyet başta Latin Amerika olmak üzere dünyanın bütün yoksullarına yepyeni bir umut, hepimize yeni dönem politikalarına dair çok önemli ipuçları bıraktı.

Yeşil Gazete olarak Chavez’i daha iyi tanımak ve ortaya attığı fikirleri daha sağlıklı tartışmak için bir dosya hazırladık.

Chavez, vatanımın kalbi

Metin Yeğin’in Özgür Gündem için yazdığı yazı Chavez’in arkasından yazıların en sıcaklarından biri. Gazeteci / yazar Mahmut Şenol’un Açık Gazete’de yayınlanan hayli provokatif yazısı ise pek bilmediğimiz yeni bilgiler içeriyor.

Galatasaray Üniversitesi uluslar arası ilişkiler bölümü öğretim üyelerinden Selcan Serdaroğlu Yeşil Gazete için yazdığı makalede Chavez’i uluslar arası politikaları merkezinde değerlendiriyor.

Yeşil Gazete ekibinden iklim aktivisti Mahir Ilgaz’ın yazısı Venezuela enerji politikalarına değinerek Chavez’in iklim politikalarına eleştirel bir gözle bakıyor.

Yeşil Gazete Chavez dosyasında üç tane de çeviri yazı var.

Selma James ve Nina Lopez imzalarıyla The Guardian’da yayımlanan yazının başlığı: “Chavez iktidarının kadınlara bağlı olduğunu biliyordu”. Yazı Chavez’in iktidarı döneminde kadınların durumunu ele alıyor.

The Guardian’ın çevre blogunda Guy Edwards imzasıyla yayınlanan “Chavez’in ölümüyle Venezuela’nın iklim politikası değişecek mi?” başlıklı yazı Chavez öncesi ve sonrası iklim politikalarını tartışıyor.

“ Chavez devletin petrol şirketini kendi kumbarası gibi kullandı “National Post’ta Peter Foster imzasıyla yayımlandı.

Yazıları Yeşil Gazete’nin gönüllü çevirmenleri Türkçeleştirdiler.

 

 

 

 

Chavez’in ölümüyle Venezuela’nın iklim politikası değişecek mi?

The Guardian’ın çevre blogunda Guy Edwards imzasıyla yayımlanan yazıyı, Yeşil Gazete çevirmenlerinden Ferda Ertürk‘ün çevirisiyle sunuyoruz.

***

Petrol zengini ülke yeni küresel iklim anlaşmasının öne çıkan mimarlarından biri mi olacak yoksa süreci sabote mi edecek?

El Comandante Hugo Chavez hakkındaki görüşünüz ne olursa olsun, Venezuela liderinin vefatının hem Venezuela hem de dünyanın güvenliği açısından önemli bir konuda politika tartışmalarına kapı açıyor oluşu yadsınamaz bir gerçek: İklim değişikliği. İklim değişikliği üzerine yeni bir küresel anlaşmaya varmak için son tarih olan 2015 yaklaşırken, petrol zengini ülkelerle ilgili soru belirginleşiyor: Venezuela eşitlikçi ve kararlı bir anlaşmanın mimarlarından biri mi olacak yoksa süreci sabote mi edecek?

Uluslararası Enerji Ajansı’nın raporuna göre, eğer küresel ısınma limiti 2C˚ olarak belirlenirse, 2050 tarihine kadar var olan fosil yakıt rezervlerinin üçte birinden fazlası tüketilmemeli. Yazar Bill McKibben’a göre eğer Venezuela tüm ham petrolünü çıkaracak ve Kanada katranlı kumunun tamamını kullanacak olursa, hali hazırda geriye kalan karbon bütçesi de bu rezervler tarafından işgal edileceğinden, bu durum iklim açısından bir son niteliğinde olacak.

Başkan Chavez iklim değişikliği konusunda şizofrenik denebilecek bir tutuma sahipti. Bir yandan iklim değişikliğinin kapitalizm kaynaklı bir varoluş krizi olduğunu söylüyor, öte yandan Orinoco Nehri’nde ağır ham petrol sanayisinin gelişimini zorluyordu. Chavez döneminde Venezuela ekonomisinin petrole bağımlılığı artış gösterdi; şu an ihracatın %94’ü ve hükümet bütçesinin %50’sinden fazlası petrol gelirine dayanıyor.

Yüksek petrol fiyatları ve Chavez’in liderliği sayesinde Venezuela’da yoksulluk ve eşitsizlik düşüş gösterdi. Chavez yönetimi petrol üretimini artırarak sosyal projelerini finanse etmekte kararlı ve bunda Çin ile yaptığı uzun vadeli petrol tedariki anlaşmalarının rolü büyük. Venezuela’nın Çin’den petrolle ödeme yapma karşılığında aldığı borçların miktarı 35 milyar doları aşıyor.

İklim değişikliğine çözüm, tüm ülkelerin düşük karbon ekonomilerine geçişleri ile mümkün. Fakat 2009’da Almanya’nın Bonn şehrinde yürütülen bir müzakere esnasında Venezuelalı bir yetkili, düşük karbon ekonomilerinin petrol ihracatçısı olan gelişmekte olan ülkeleri olumsuz etkileyeceğini savunmuştu. Bu da etkili bir iklim değişikliği anlaşmasının Venezuela’nın kalkınma stratejilerine ters düşeceği anlamına geliyor.

 

Bilinen en geniş petrol rezervlerine sahip olan Venezuela’nın iklim değişikliği hakkındaki tutumu büyük önem taşıyor. Fotoğraf: Miguel Guiterrez/ EPA

 

Venezuela, iklim değişikliği müzakerelerinde, gelişmekte olan ülkelerin kalkınmalarını güvence altına alacak miktarda salınım yapmaya hakları olduğunu savunuyor. Venezuela müzakerelerde yeterince söz hakkına sahip olmadığından yakınsa da, kendi sınırları içinde de harekete geçmekten yoksun. Daha yoksul ülkelerden bazılarıysa çok daha istekli bir şekilde salınım kesintilerine gittiler.

Venezuela küresel sera gazı salınımlarının sadece %0.56’sından sorumlu, fakat hane başına düşen salınım miktarı (kişi başına yaklaşık altı ton) yoksul ülkelere kıyasla çok daha fazla. Venezuela’nın şu anki salınımları eğer tüm rezervlerini kullanmaya başlarsa gerçekleşecek salınımla karşılaştırıldığında önemsiz denecek kadar düşük kalacak. Birleşik Krallık İklim Değişikliği eski temsilcisi John Ashton’a göre bir ülkenin iklim değişikliği ile mücadeledeki kabiliyeti o ülkenin kendi sınırları içindeki politikalarının güvenilirliğine bağlı olarak değişiyor.

Venezuela’nın milli kalkınma planı (2013-19), petrol endüstrisini de kapsayan salınımları sınırlama önlemleri içeriyor ve bu plan dünya çapında iklim değişikliği ile mücadele hareketine örnek olabilecek nitelikte. Bunun yanı sıra Venezuela hükümeti rüzgâr santrallerine 500 milyon dolarlık yatırım yaptı ve 155 milyon adet tasarruflu ampul dağıttı.

Fakat Venezuela’nın ilkim değişikliği ile mücadele konusunda gönülsüz olduğu ve plandaki hedeflerin uygulamaya geçirilmesinin muhtemel olmadığı yönünde eleştiriler de mevcut. Ülkeleri düşük karbon enerji kaynaklarına sermaye çekme kabiliyetleri ve yeşil ekonomiler kurmadaki gayretlerine göre sıralayan ClimateScope’a göre Venezuela şu an 26 ülke arasında 24üncü sırada.

Venezuela, Birleşmiş Milletler iklim müzakerelerinde Ekvador, Bolivya, Küba ve Nikaragua ile birlikte, iklim adaleti yandaşlığı ile tanınan Bolivarian Alliance for the People’s of Our Americas(ALBA) grubunun bir üyesi. Ayrıca Çin, Hindistan, Suudi Arabistan ve diğer ALBA grubu üyeleri ile beraber Like-Minded grubunun da bir parçası.

Venezuela’nın sosyal projelerini ve Çin’e borçlu olduğu ödemeleri bir kenara bırakıp petrol üretimini durdurmuyor olması anlaşılabilir bir durum. Petrolün işlenmemesi sonucunda kaybedilecek gelirin, kısmi ya da tam olarak telafisi mümkün değil. Venezuela, Ekvador’un gelecek OPEC görüşmesinde önereceği zengin ülkelerden ithal edilen varil başına %3-5 oranında vergi alınması yönündeki olağanüstü planına destek verebilir.

Büyük liderin ölümüyle Venezuela’nın önünde artık iklim değişikliği ile ilgili bir seçim yapma olanağı var. Bir yandan yurt içinde düşük karbon ekonomisine yönelerek etkili bir aktör haline gelebilir diğer yandan da Birleşmiş Milletler müzakerelerinde azimli komşularının safına katılabilir.

Dünyanın bilinen en geniş petrol rezervleriyle Venezuela’nın iklim değişikliğinde oynayacağı rol büyük. 2015’e giden yolda, Venezuela’nın kararlı ve eşitlikçi küresel bir anlaşmanın mimarı mı yoksa süreci sabote eden bir aktör mü olacağı belli olacak.

***Guy Edwards Brown Üniversitesi çevre bilimleri merkezinde araştırmacı olarak çalışmakta ve Latin Amerika’nın, iklim değişikliği hakkında çok sayıda dilde içeriğe sahip ilk web sayfasının, Intercambio Climatico’nun, kurucularından biri. Susanna Mage Brown Üniversitesi’nden yakın zamanda mezun oldu ve Intercambio Climatico’da stajyer olarak çalışmakta.

 

Yeşil Gazete için çeviren: Ferda Ertürk

Yazının özgün hali için tıklayınız.

(The Guardian, Yeşil Gazete)

 

“Chavez devletin petrol şirketini kendi kumbarası gibi kullandı”

National Post’ta Peter Foster imzasıyla yayımlanan yazıyı, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Filiz İnceoğlu Öztürk‘ün çevirisiyle sunuyoruz.

***

Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, halkını siyasi baskı ve ekonomik güçlüğe maruz bırakan diğer tüm Latin Amerikalı liderlerle –Juan Peron’dan Fidel Castro’ya kadar- düşündürücü bir biçimde benzerlik gösteriyordu.

Önceki başarısız darbe girişiminden sonra 1999 senesinde iktidara gelen eski paraşütçü Chavez sosyalizme gönül vermiş ve eski Devlet Başkanı Castro’yu örnek almıştı. Onu diğerlerinden farklı yapan şey, fazlasıyla kendisine özgün “karizması” ve narsistik özellikleri değildi –Alo Presidente (Merhaba Sayın Başkan) isimli programı sunmuş ve orada şarkı söyleyip dans etmişti-, her zamanki garip prensipleri de değildi. Onu farklı kılan, sosyalist “devrimini” muntazam bir petrol geliriyle beslemesi; ancak bunun gelişimini yavaşlatıp, ilerleyişini sekteye uğratmasıydı. Venezuela “petrol lanetinin” başlıca örneği olmuştu.

Chavez’in öldüğü dönem, Venezuela yaklaşık 300 milyar varil petrolle Suudi Arabistan ve Kanada’yı da geride bırakarak diğer tüm ülkelerden daha fazla resmi petrol rezervine sahip olmuştu. Chavez, kendi popülist, refah yıkan politikasını maddi açıdan desteklemek için Venezuela’nın günde yaklaşık 3 milyon varil üretmesini sağlayan bu bereketli petrol kaynağını kullandı. Venezuela’nın milli petrolüne (PDVSA) şahsi kumbara muamelesi yaptı.

PDVSA’nın yağmalanması şirketi çaresizce nakit sıkıntısına sürükledi; ancak yabancı petrol devleri, Chavez’in çoğunlukla kötü muamele etmesine rağmen arka kapıdan içeri sızdılar.

 

Fotoğrafta, Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez (solda), geçirdiği ameliyattan sonra 13 Ağustos 2006’da Havana’daki bir hastanenin yatağında iyileşmeye çalışan Küba lideri Fidel Castro ile birlikte görülüyor. Venezuela Devlet Başkanı Yardımcısı Nicolas Maduro, Devlet Başkanı Hugo Chavez’in uzun süredir kanserle olan mücadelesinden sonra 5 Mart 2013’de Caracas’ta vefat ettiğini duyurdu.

Chavez’in yerel politikaları –genelde sosyalizmi alet edip el koyma, para basma, fiyat kontrolleri ve ticaret ile serveti karalama- sürekli bir enflasyona ve dükkan raflarının boşalmasına neden oldu; ancak o bunlar karşısında “yağmacı oligarşileri” ve “emperyalist soyguncuları” suçladı.

Geleceği belirsiz Venezuela halkı için net olmayan bir kazanç ise, petrol ve benzinin Uluslararası Enerji Ajansı’na göre yıllık 27 milyar dolar civarında teşvik görmesiydi. Bu durum Venezuela’yı, İran, Suudi Arabistan, Rusya, Hindistan ve Çin’den sonra 6. sıraya yerleştirdi ve iklim endüstrisi ile sürdürülebilir gelişme destekçileri açısından teoride kötü bir imaj kazandırdı. Buna karşın, eleştirileri susturulabilir nitelikteydi; çünkü Chavez’in Yanki, kapitalist ve serbest piyasa karşıtı “değerlerini” paylaşıyorlardı. Esasında, Chavez Perulu yazar Alvaro Vargas Llosa’nın “ahmaklar” diye bahsettiği Batılılardan bolca övgü alıyordu.

Bu kişiler arasında, solcu dilbilimci Noam Chomsky (Chavez onu favori yazarlarından biri ilan etmişti) ve Nobel ödüllü ekonomist ve aynı zamanda Görünmez El’in öncülerinden Joseph Stiglitz de vardı. Kanada’da, Chavez destekçileri içinde, diktatörü “ilham verici” bulan sosyalist eleştirmen Naomi Klein ve Linda McQuaig de yer alıyordu.

Chavez, dış ülkelerle ilişkilerinde çalkantılar yaratma kabiliyetiyle daha fazla hayranlık topluyordu. Kendisini her zaman, İspanya’ya karşı verilen bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynayan veGüney Amerika’yı birleştirme hayalleri kurmuş olan on dokuzuncu yüzyılın Venezuelalı asker ve politikacısı Simon Bolivar’ın reenkarnasyonu olarak görüyordu. Halbuki Bolivar, Güney Amerika’nın, hayranlık duyduğu Kuzey komşusundan “daha katı” bir yönetim şekline ihtiyacı olabileceğini düşünürken, kendisi klasik bir liberaldi. Chavez’in olmakla asla suçlanamayacağı bir şeydi bu. Kübalı doktorlar ve pek bilinmeyen güvenlik ekipmanlarının yardımına karşılık Küba’ya gönderdiği petrol, Komünist adası Gulag’ın varlığını sürdürmesini sağlamıştı. Chavez’in 2011 yazında ölümcül hastalığa yakalanışıyla, tedavi için Küba’ya uçması ve sonrasında bir daha iyileşme gösteremediği bir başka ameliyat için Aralık 2011’de yine oraya dönmesi anlaşılır bir durumdu.

Castro’nun aksine Chavez Venezuela’da demokrasiyi tam anlamıyla parçalama konusunda başarılı olmamıştı. 2002’de başarısız bir darbe ile karşı karşıya kaldı, 2004’te

Fotoğrafta, 5 Temmuz 1975’te Carakas’taki askeri akademiden Teğmen olarak mezun olmadan hemen önce Venezuela Başkanı Hugo Chavez (sağda) görülüyor. Venezuela Devlet Başkanı Yardımcısı Nicolas Maduro, Devlet Başkanı Hugo Chavez’in uzun süredir kanserle olan mücadelesinden sonra 5 Mart 2013’de Caracas’ta vefat ettiğini duyurdu.

referandumla geri geldi, 2006’da yeniden seçildi ve bunun üzerine, anayasayı süresiz olarak iktidarda kalmasına olanak sağlayacak şekilde değiştirmeye çalıştı. Bu konuda başarısız oldu ama 2009’da yetki sınırlamasının kaldırılmasını başardı. Ekim 2012’de başka bir altı yıllık dönem kazandı. Yine tipik sosyalist liderler gibi, o zamana kadar ya bağımsız medyayı kapamış ya da hapis cezası tehditleriyle bağımsız medyadan geri kalanları susturmanın yollarını aramıştı. Ayrıca, Küba’nın işgüzar Devrimi Savunma Komiteleri’ni taklit ederek halkı dizginleme konusunda silahlı milislerden yardım alınmasını teşvik etmişti. Buna rağmen, 2012 yılında Miranda eyaletinin eski başkanı olan rakibi Henrique Capriles Radonski oyların %44’ünü aldı. Chavez destekçilerinin aynı zamanda oyların denetlenmesinden sorumlu olmasına rağmen, bu hiç kötü bir sonuç sayılmazdı.

Chavez’in hastalığının, 10 Ocak’taki kendi göreve başlama törenini kaçırmasına neden oluşu sağlık sorunlarının ciddiyetini ortaya koydu ve anayasal krizi tehdit etti. Doğal olarak yönetim şekli, onun varlığının teknik bir ayrıntıdan ibaret olduğunu ve göreve başlama töreninin ertelenebileceğini gösteriyordu. Önemli olan, onun sosyalist devriminin –ve rejiminin gücünün- sürekliliğiydi.

Şimdi gündemdeki konu ise, yerine kimin ve nasıl bir yönetimin geçeceği ile birlikte, yeni seçimlerin barışçıl bir geçiş sağlayıp sağlayamayacağı. Hastalığı süresince, Chavez başkan yardımcısı Nicolas Maduro’yu halefi olarak tercih ettiğini dile getirmişti ama muhalefet Chavez’in böyle bir hakkının olmadığını ileri sürmüştü.

Ve şimdi ülke, Venezuelalı Bolivar yüzünden olası bir döviz krizi ve devalüasyonun beklediği bir başka seçimle karşı karşıya gelmek üzere. Sosyalist rejimlerin bir diğer ortak özelliğini yansıtarak, Venezuelalı Bolivar’ın resmi döviz kuru şimdilerde kara borsadakinin –reel döviz kurunun- dört katı oranına çıkmış bulunmakta.

Chavez’in halefi olacak kişi, özellikle Küba’ya yapılan karşılıksız petrol akışını –günde 100,000 varil civarında olduğu bildiriliyor- durdurarak ani bir ekonomik yükselme sağlayabilir. Esasında bu, 2012 seçimlerinde Capriles tarafından vaat edilmişti. O nedenle, Chavez’in ölümünün Caracas’tan çok Havana’da daha derin bir yasa neden olacağı tahmin ediliyor.

 

Yeşil Gazete için çeviren: Filiz İnceoğlu Öztürk

Yazının özgün hali (ingilizce) için tıklayınız.

(Nationalpost, Yeşil Gazete)

 

Venezuela

Mongabay.com’da yayımlanan yazıyı, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden İnci Bilgiç‘in çevirisiyle sunuyoruz.

***

Biyolojik çeşitilik açısından dünyadaki ilk on ülkeden biri olan Venezuela geniş yağmur ormanlarına ev sahipliği yapıyor. Ancak bu ormanlar kalkınma planları nedeniyle artan bir tehdit altındalar. Her yıl yaklaşık 287,600 hektarlık orman alanı kalıcı olarak yok olurken diğer alanlar da kerestecilik, madencilik ve petrol çıkarımı nedeniyle tahrip oluyor. Resmi kayıtlara göre 1999 ile 2005 yılları arasında Venezuela, orman örtüsünün %8.3’ünü (yaklaşık 4,313,000 hektar) kaybetti.

Enerji, Venezuela’nın en önemli ihraç malı ve Başkan Hugo Chavez, iktidarının etkisini Latin Amerika’nın diğer bölgelerine doğru yayabilmek için politik bir araç olarak petrolü kullandı. 2006’da Chavez, doğal gazı petrolce zengin eyaletlerden 5000 mil güneye taşıyacak devasa büyüklükte bir boru hattının inşa edilmesinin planlandığını açıkladı.

Çevreciler, projenin hem suyollarını kirleterek hem de imarcıları ve fakir çiftçileri cezbedecek yollar açarak Amazon yağmur ormanına zarar vereceğinden endişeleniyorlar. Analiz uzmanları ise tahmini maliyetlerin 20 ile 50 milyar dolar arasında değiştiği böyle bir projenin akla yatkınlığını ve başarıyla yürütülüp yürütülemeyeceğini sorguluyor.

Üstelik Venezuela, Brezilya’ya doğru bir elekritik aktarım hattının inşasını ilerletmeye devam ediyor. Hat tamamlandığında gücü, devasa Guri hidroelektrik projesinden Brezilya’nın Roraima eyaletindeki duyarlı orman alanlarına taşıyacak. Guri projesi ise 1980lerin başında hatırı sayılır miktarda toprağı sel altında bıraktığı için ekolojik bir felaket olarak değerlendirilmişti.

Çevreciler bu yeni hattın kolonicilere ve imarcılara uzak orman alanlarına erişim sağlayacağından endişeleniyorlar.

Maden endüstrisi de Venezuela yağmur ormanları için belli başlı tehditlerden biri. Gayriresmi veya yasadışı altın ve elmas madenleri özellikle Bolivar’ın güney eyaletlerinde  etkin. Bu bölgenin tarihinde, Yanomani yerlilerinin de dahil olduğu yerel halk ile şiddetli çatışmalar ve  bölgedeki nehirlerin kirletilmesi ile ormanların yokedilmesi nedeniyle yörede meydana gelen çevre tahribatı var. Geçen yıllar boyunca, Venezuela hükümetleri bölgedeki madenciliği denetleyebilmek için adımlar attılarsa da uzun vadede önemli bir gelişme gösteremediler. Ayrıca 1997’de, 3.4 milyon-hektarlık Imacata Rezervi’nin %40’ını endüstriyel madenciliğe ve keresteciliğe hibe etmek gibi sorgulanması gereken kararlar aldılar.

Dünyanın en yüksek şelalesi, Angel Falls da Venezuela sınırlarında.

2005 yılının raporları Başkan Chavez’in orduyu, bölgede düzeni yeniden sağlamak üzere göreve çağırdını gösteriyor. Ülkenin diğer bölgelerindeki sorunlar ise kömür ve boksit madenciliği.

Ülkedeki kereste sektörü, sağlanan yoğun ödeneğe rağmen hala çok gelişmiş değil. Tarih boyunca, keresteciliğin çoğu Venezuela’nın güneybatısında yürütüldü ancak Venezuelanalysis.com’dan Jeroen Kuiper’in belirttiğne göre aşırı hasata bağlı olarak, kereste şirketleri şimdi ülkenin kuzey ve doğu bölgelerine odaklanıyorlar.

Venezuela’nın %35’i park ve rezerv bölgesi olarak korunuyor görünse de bunun çoğu yalnızca kağıt üstünde kalıyor. Koruma altındaki alanların bir kısmı madencilik, kerestecilik ve çeşitli kalkınma faaliyetleri için -hem yasadışı hem de hükümet onayıyla- kullanılırken diğer bir kısmı da yıllar önce bu tür faaliyetlerden arındırılmış olmalarına rağmen kullanıma sunuldu. Örneğin, dünyanın en yüksek şelalesi olan “Angel Falls” ile ünlü Cainama Milli Parkı son yıllarda yasal ve yasadışı keresteciler ile madencilerin istilası ile karşı karşıya.

Tüm bunlara rağmen Venezuela hala doğaya yönelen gezginlere çok şey sunuyor. Yaklaşık 1400 kuş türüne ev sahipliği yapan ülke, dünyanın en iyi kuş gözlem yerlerinden biri. Ayrıca Venezuela’da 21000 bitki, 353 memeli, 323 sürüngen, 288 amfibi türü bulunuyor. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olsalar da, ülkenin bulut ormanları da özellikle biyoçeşitlilikleri ile ünlüler. Güney Venezuela’daki Tepui oluşumları (tarihöncesi çağdan kalma ormanlık yüksek ovalar) ise bu yazarın gördüğü en güzel manzaralar arasında…

 

Yeşil Gazete için çeviren: İnci Bilgiç

Yazının özgün halini (ingilizce) okumak için tıklayınız.

(Mongabay, Yeşil Gazete)

 


Chavez’in ardından kapitalizm yas tutuyor… – Mahmut Şenol

 

[Provokatif bir fıkra yazısı:II ]

Galiba beş yıl kadar evveliydi, aslında bir Kanada firması olmakla beraber Teksas’da merkezi bulunan Enbridge Inc.Co adlı uluslararası petrol şirketinin binası girişinde, herkesin görebileceği bir duvarda, ¨Bu yılın verimli, çalışkan, en iyi elemanı: Hugo Chavez¨ başlığıyla bir fotoğraf yer alıyordu, giren çıkan bakıp bakıp, bıyık altından gülümsüyordu.

Hugo, rahmetli Hugo, o fotoğrafında kızıl beresini başına takmış, yüzünde hafif müstehzi bir gülümsemeyle poz veriyordu; Venezüela halkının asil ve nâdir % 57’si bu gülümsemeye inanıyordu…

Hugo komik bir adamdı, kürsüye çıktığı zaman mangalda kül bırakmıyordu…

Tıpkı dünyanın başka yerlerinde yüzde 57’nin inandığı öteki komikler gibiydi…

Enbridge Inc.Co‘nun CEO’su olan Stephen Levin’in söylediğine bakarsanız, Chavez kapitalizmin arayıp da bulamayacağı en iyi işçiydi:

¨Hugo bize çok kâr bırakan, kazandıran, sayesinde paraya para demediğimiz en iyi elemanımızdan daha iyidir…¨

Dünya solcularını bir yana bırakın, Venezüela Başkanı’nın kaybına, insanî değerlerimizi unutmaksızın eklemeliyiz ki, en çok üzülen Türkiye’nin solcu tarikatları olmuştur.

Chavez’in ölümüne bizim tarikat solcularından daha fazla üzülen ise, Exxon Mobil Corp., Shell Co., Statoil-USA Co., Total Petrolium, BP British Petrolium., Texaco Co., gibi dev şirketlerdir; dünyanın enerjisi onlara aittir…

Şaka etmiyoruz, bu kartellerin Chavez’den sonra kârları düşecek görünüyor; nasıl üzülmesinler…

Havaî ve hercaî Hugo, Açık Gazete’nin yazarlarından Hasan Aksakal refikimizin kulakları çınlasın denilecek biçimde Politik Romantizm yaparak, fuzulî bir Amerikan-Batı karşıtlığını sürdürmekle, buna dayalı bir iç politika sonucu  global kapitalizme yardımcı olmuştur.

Nasıl mı oluyordu, anlatalım; işimiz bu zaten!

Ülkesinde, artezyen kuyusuna benzer biçimde her yerden fışkıran petrolü Terkos suyu gibi metreküp hesabına dikkat etmeden harcayan Chavez, yoksul halkın bir anda sevgilisi olmuş, ancak izlediği petrol fiyat politikasıyla başta Kanada petrol şirketleri olmak üzere kapitalizme farkında olmadan kâr musluğunu açıp para akıtmıştır.

Lenin, ¨Sosyalizmi inşaa etmek için kapitalizmi öğrenmemiz gerekiyor¨, demişti; Chavez galiba bu satırı atlamış olmalıydı…

Onun, ciddiyetle oturup ne KAPİTAL‘i, ne de EMPERYALİZM: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması adlı kitapları elden geçirdiğine ben şahsen inanmıyor, inanamıyorum…

Fakat, öteki Hugo, Victor Hugo‘nun epik romanı Sefiller‘i okumuştur; ¨Bu romandan sonra sosyalist oldum!¨ ifşa etmiştir.

Günde 3 buçuk milyon varil petrolü bana mısın demeden şakır şakır yeryüzüne çıkartıp depolayan, Allahın yürü yâ kulum dediği Venezüela’nın halkçı, paraya para demeden israf etmek ısrarındaki rahmetli, sabık Başkanı, tüm devlet kademelerine emir yağdırıp, irticalen söylendiği gibi,  ¨Petrolü ABD’ye vermeyin de nereye akıtırsanız akıtın! İsterseniz Cibuti Cumhuriyeti’ne veya hiç ihtiyacı olmayan Fuji’ye dahi verebilirsiniz, kimse almazsa denize akıtın gitsin¨ demiştir.

On dört yıla sığan iktidarında, tıpkı Türkiye’nin Başbakanı Tayyip Bey gibi yüzde 50-60 oranında oy alıp çok sevilen bu liderin talimatı üzerine petrol musluklarına bağlı hortumlar Latin Amerika’nın o güne kadar sermaye sıkıntısı çeken ülkelerine çevrildi.

Chavez, İspanyol-Latin Amerikasını petrolle sulamaya devam ederken, ideoloji diye eski bir anti-kolonyalizm hareketine müracaat etti ve adını da Chavezcilik-Chavizmo koydu.

Kolonyalizm karşıtı hareket olan, 19.yüzyıldan bakiyesi devretmiş Simon Bolivar adına kurulu Bolivarcılık gibi eskimiş bir ideolojiye kuyruğu takılıydı Chavizmo’nun…

Güyâ adı üzerinde bir sosyalizmle Latin Amerikan kapitalistlerinin acıkan karınları böylece, farkında olmadan doyuruldu.

Venezüela Komünist Partisi’nin kerhen deteklediği Chavez’e karşıt bildirgelerinden galiba Türk solcularının pek haberi yok!

Yoldaşlar Chavez’den yaka silkiyordu, haberiniz olmadı…

Arjantin’in Peroncu diktatör lideri, kocasından devraldığı koltukta esneye gerine zaman geçiren dul Bayan Cristina Elisabet Fernández de Kirchner, Chavez’in ardından ne kadar göz yaşı dökse azdır; onun sayesinde Arjantin dünya piyasalarından düşük  fiyata petrol almış, on yıl evvel ekonomik krizde olan Patagonya kapitalistleri rahata ermiştir.

Latin dünyasının, Portekizce konuşan ve öyle yaşayan Brezilya hariç, hemen tüm ülkeleri Chavez’e çok şey borçludur.

Lakin ABD, dünyanın en büyük enerji tüketicisi olan bu ülke, bu kıt’a ülkesi Chavez’e kırgın, hatta düşmandır.

Zira Chavez, ülkesinin ABD’de benzin istasyonları işleten Citgo isimli bayilerindeki pompalarda dahi ucuz petrol satışı yapmamış, önceleri Bush yönetimini ve şimdi Obama ekonomistlerini şaşırtacak hamlelerle ABD’yi petrol tuzağına sokmuştur; bunu sosyalizm adına yapmış olması, Dünya Solu’ndan aferin almasına yetmiştir.

ABD’nin bu çemkirmeden rahatsız olmadığı açıktır; o kendi dalgasındadır.

Ama, Dünya ve Türkiye solu, yeter ki ABD’ye bir dokunan çıksın onu derhal kahraman ilan edeceğinden Chavez’i de Amerika’ya laf ediyor diye yere göğe koyamamıştır.

ABD kartını poker masasına böyle açan Chavez sayesinde, kumar masasındaki Kanada ve Arap petrolcüleri, hatta İran bu işten en kârlı çıkan taraf olacaktır.

İran Devlet Başkanı Mahmud Ahmedi Nejad‘ın ikide bir başkent Caracas’a gidip Chavez’le kucaklaşması, unutulmasın!

Kanada petrolcüleri, Venezüela’dan yüz bulamayan ABD’ye topraktan elde edilmiş düşük kaliteli, bulaşık suyu gibi bir petrolü satarak dünyalık yaptı; bu da unutulmasın.

Obama’nın şu sıralarda imzalayacağı Key Stone Petrol Hattı Anlaşması, hep Chavez’in içerdeki yoksul halkı mutlu etmek pahasına uyguladığı petrol siyasetinin sonucudur; kimilerinin devrimci saydığı, öyle olduğuna inandığı bir siyaset…

Chavez’in ABD’ye petrol satmayarak öç aldığını zannetmekle kârlı çıkardığı Kanada’dan ve düşmanı olduğu ABD’den,  petrol teknolojisini, sudan ucuz sattığı millî servetini üretebilmek hevesiyle pahalıya satın alması ayrı bir hatadır.

Chavez’in yaptığına üçe sattım, ama beşe geri satın aldım denir…

Dünyanın kapitalistleri de bu ticarete gülmüştür…

Dahası, hâlen Kanada’nın petrol sahalarında 18 bin Venezüelalı petrol işçisi çalışmaktadır; ¨sosyalist ülke¨ onlara  iş bulamadan kuzeydeki petrol sahalarına göndermiştir; istihdam politikası dikkate alındığında bir büyük hatadır.

Kanada Başbakanı S.Harper, Chavez’in ardından yapılacak seçimler sonrasında yeni bir yönetim beklemediğini öngörmekte, içi rahat olarak ¨Bize 5 yıl daha aynı yönetim, Chavez politikası sürdüren bir başka lider olsun, yeter! Kuyruğu doğrulturuz!¨ demektedir; Ârif olan anlar

Latin Amerika’nın Robin Hood‘u olan Chavez yabana atılacak bir lider değildi.

Tam bir halk adamı, neş’eyi  üzüntüsüne katan, yüzü gülücük dağıtan, kâh dans edip kâh şarkı söyleyen ve ardından kâh küfür eden tam bir hayat erbâbı insandı.

Zenginden alıp fakire dağıtmak üzerine mumla aransa ondan iyisi bulunamazdı.

Ordu kökenli eski bir subay olduğundan alışkanlıkla, ordusuz yapamıyordu. Bol parayı da bulunca, tuttu kendisine bağlı bir Sipahi Ocağı yarattı.

125 bin kişilik silahlanmış özel bir milis kuvvetinden söz ediliyor.

Ülkenin yeni lideri yanlışlıkla muhalefetten seçilirse, durumu zor olacak!

Bütçesinden, bu macho‘lara yılda 700 milyon Dolar para aktarması ise Chavez için Şeytan’a pabucunu tersten giydirmesi kadar kolay bir şeydi.

Venezüela’nın generalleri bu milislere karşı son derece dikkatli, duyarlı kalacaktı; gelecekte bu milislerle ne olacağı ise belirsizdir.

Onun şakacı vaziyetleri, duruma göre derhal İsmail Dümbüllü gibi kılık kıyafet takınan Pişekâr hâlleri asla unutulmayacaktır.

21.yüzyılın  buna benzer başka liderler, yöneticiler ve şahsiyetler kazandıracağını da biliyoruz; ömrümüz vefâ etmeyeceğinden onların silsilesini göremeyeceğiz…

Lakin, bana kalırsa, Chavez kendinden sonra gelecek benzerlerinden kat bekat üstündü; zira o Roma İmparatorluğu’nun Caligula‘sından farklı değildi.

Hani şu, atını senatör seçtirip, sonra Roma’da Konsül binasına getirerek ona oy kullandırtan meşhur, deli imparator…

Chavez’in 1992’de asker olarak görev yaptığı sıra Ordu başına geçip darbe yaptığını da biliyoruz; faşist darbelerden çok çekmiş solcular bunu galiba bilmiyor…

Chavez başarısız darbe girişiminden sonra tutuklanıp iki yıl hapis cezası almıştı; boş yere yatan Silivri paşalarımız ve dahi aydınlarımız bunun yanında solda sıfır kalacaktır.

Ne var ki demokratik seçimle iktidarı 1999’da alan Chavez’e karşı bu kez Ordu darbe yapmak istemiş, eski darbeci Chavez o vakit birden darbe karşıtı olmuştur; bunu da hatırlamalıyız.

Devrim ve darbe arasındaki ilişkiyi anlamak için, referans- derkenâr vereceğimiz İtalyan yazarı, düşünür Curzio Malaparte‘nin Darbe-i Hükümet Sanatı adlı eserine ihtiyacımız bulunuyor; her eve lazım…

Ülkesinin kaynaklarını, 14 yıllık iktidarında, kesenin ağzını açıp halka karşılıksız yardım diye dağıtan bir lider olarak harcamıştı Chavez, şimdi ardından Venezüela’yı bütçe açığı %26’ya ulaşmış bir ekonomiyle başbaşa bırakmıştır.

ABD’nin umrunda mı, Obama’nın bütçe açığı sadece yüzde 7 civarındadır.

Habire petrol pompalamak yüzünden teknolojik yatırım yapmayı ihmal etmişti Chavez; dışa bağımlı kaldı sonuçta…
Petrol satmam dediği ABD’den petrol mühendisi getirmek zorunda kalıyordu; ama gel de bunu anlat…

1999 yılında günde 3.5 milyon varil üretirken teknoloji sorunu yüzünden on yıl sonra kaybı 2.5 seviyesine indi…

Gerçek anlamda gelen parayı üretime, araştırma ve yatırıma ayırmayan bir ülkenin enflasyonu da hızlı olur; Venezüela’nın ortalama enflasyon hızı yüzde 40 oranına yaklaşmaktadır.

Gelelim Venezüla’nın suç tablosuna: Cinayetler, tecavüz ve hırsızlıklar sosyalist ülkede nüfusa oranla önceleri yüzde 18 iken nihayetinde yüzde 73’e varmıştır.

Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler raporları öyle diyor, ben onların yalancısıyım.

Petrol parasıyla libidosu artan tecavüzcü, Venezüela’nın güzel hanımlarına bulduğu yerde saldırmakta, olmadı cinayet işlemektedir…

Kalkınmak ve gelişmek birbirinden farklı şeylerdir, bu iktisat kuralını da Chavez önemsemiyordu…

Venezüela köylüsü de bu para akışından nasiplenmeyi ihmal etmemiş, ¨Ülen bu dünyanın aptalı biz miyiz, kesmiyorum şeker kamışını, kahve çekirdeğini ufalamıyor, muzu, ananası, babanası toplamıyorum, bana ne!¨ demiştir, nasılsa para Chavez’den gelmektedir.

Sonuçta bir zamanlar gıda ihraç eden bu ülke geçen yıl % 73 oranında ithal gıda maddesi almıştır ki dünyanın gıda üzerine iş yapan kapitalist firmaları şıkır şıkır göbek atmıştır.

Bu şuna benzemektedir: Para kazanmayan bir baba, çocuklarını lüks ve sâfahat içinde yaşatıyorsa, işte sonuç budur.

Sosyalizm, bedavaya yaşamak değildir. Herkesin, üstün insan ahlakıyla katıldığı, katılması gereken toplumsal ekonomiye dayalı ilişkiler bütünüdür.

Chavez petrol gelirleriyle sağlık hizmetleri başta olmak üzere tüm kamu harcamalarını sıfırlamış, neredeyse beleşe dağıtmıştır.

Kendisini sosyalist kültürle geliştirmek hevesinde olmayan, sorumluluğunu hissetmeyen, beleşe hayat yaşayan milyonlarca insan güyâ birden sosyalist oluvermiştir, rahmetli sayesinde…

Aklı başında Marksist eleştirmenlerin Chavez’e karşı çıktığı yer, işte tam da burasıdır; biz de buna katılırız!…

Şeker kamışı kesen köylü ahalisine  yaranmak için yapılmış petrol parasına dayalı şımarıklık sosyalizm değildir; sosyalizm ve bir sonraki aşaması komünizm gerçek anlamda insan ahlakı, olgunluk ve insan yüceliği gerektirir.

Dünyanın tek sosyalist ülkesi olduğunu iddia edeceğim Küba ise uyanıklıkta en önde gidenidir ve bu işten parsayı toplayan taraf olmuştur.

Chavez  zorda kalmış Küba’ya nimet, ekmek, sadaka aktarmıştır.

Kayıtlara bakılırsa, Küba’ya günde 100 bin varil yarı fiyatına petrol gönderen Chavez, karşılığında yüksek ücretlerle, Venezüela’nın tıp fakültelerine asma kilit vurduracak sayıda Kübalı doktor, hemşire, sağlık elemanı almıştır.

Şu ânda Venezüela’da görev yapan Kübalı doktor ve sağlıkçıların sayısı 5 bini bulmaktadır.

Caracas’taki merkez hastanenin dahiliye servisinde bir hastaya 7 doktor düşecek kadar fazlasıyla eleman alınmıştır; yaşasın sosyalizm…

Chavez’in Caligula tavırlarını burada ¨Es geçmek¨ şart oluyor, zira yazı uzuyor; bazı dostlarımız da galiba sinirlenmeye başlıyor…

Basını susturması, aklına estiği zaman dilediğini, ¨Halk benim arkamda, yüzde 57 oy aldım, bana kim karışır, ananı da al git, ben haklıyım¨ diye diye yapması, vesaire şeyler bir yana aslında efendi, ahlaklı bir adamdı dememiz gerekir ölünün arkasından…

Gerçekten de öyleydi, şeytan tüyü var dedikleri cinsten şaşırtıcı bir karizması vardı.

Herkesin gönlünü çelen biriydi.

İstese hesabına milyarlar geçirirdi, tek kuruşa tenezzül etmedi.

İstese çapkınlığı ve zamparalığı tutar, çalsın sazlar oynasın kızlar diye sefahat sürer, Başkanlık Sarayı’nda pezevenk bürosu bile açar, arka kapıdan aldıklarını yan kapıdan gönderirdi; tek bir dedikodusu dahi çıkmadı.

Chavez tam bir popülist, halk adamıydı; Katolik Venezüla halkı önünde haç çıkarıyor, dua ediyor, İsa Hazretlerine yakarıyordu.

Marksist diyalektik materyalizm gereği ateist olması gereken Chavez’in Birleşmiş Milletler Meclis kürsüsünde Kutsal Hacını çıkarıp dua ettiğini hatırlayınız; eğer bu doğruysa o bir Marksist değildi, yok tersini düşünürseniz Chavez bir hipokrasi ustasıydı, iki yüzlülük içindeydi.

Troçki‘nin sürgünde olduğu Büyükada‘da Cuma Namazına gitmesi bundan farklı olamazdı…

Chavez’in bütün yaptıkları içinde benim alkışladığım tek şey, Cervantes‘in ölümsüz eseri Don Quijote‘yi-Don Kişot’u en üstün kalitede yüzbinlerce adet bastırıp her kapıya bedavadan dağıtması olmuştur.

İlk duyduğumda eskiden kalmış damarım tuttu, ¨Helal, Adanalı Celal!¨ diye söylendim, ama sonra görüldü ki kâğıt toplayıcılarının jüt çuvallarında en çok bu kitap yer almıştır.

Venezüela halkı Don Kişot’un bedava nüshasını sevip okşayarak okumak bir yana, çöpe atmıştır.

Bedava olan her şey değersizdir!

Bedava petrol de öyle…

Hasılı, parlayan bir yıldız gibi hızla geldi geçti bu dünyadan Hugo!

Zaten Sultan Süleyman’a kalmamış olan dünya, ona da kalmayacaktı…

Kendi gitti, adı kaldı yadigâr…

Mahmut Şenol – www.acikgazete.com

Viva Chavez -Metin Yeğin

Bolivarcı devrimin lideri Hugo Chavez öldü. Bir devlet başkanının ölümüne bu kadar üzüleceğimi düşünmüyordum ama gerçek, her zaman size gerçeği hatırlatır. Chavez’i seviyordum çünkü kapitalizmin çanına ot tıkıyordu, birçok kez yaptı bunu.

2005’te Chavez’le görüşmeden hemen önceydi; 

Başkan Chavez’i bekliyordum. Caracas’ta ‘Beyaz Ev’in içindeki ofislerden biriydi. Bolivar Devrimi’nin (!) yazıldığı yerlerdi. Bakanlar, bürokratlar, danışmanlar, memurlar dolaşıp duruyorlardı. Havada başka bir duygu vardı. Ne denirse densin diğer devletlerin ofislerinden farklıydılar. Kravatsız adam sayısı, kravatlılardan çok çok fazlaydı. Hepsi bizim arkadaşlara benziyordu. Ben bile, boynunda bir bandanayla koridorlarda dolaşan saçı sakalı birbirine karışmış biri bile hiç garip görünmüyordum. Koridorlarda oturuyorduk. İki kahve söyleyip, sigaralar eşliğinde devrimden söz ediyorduk. Başkanlık sarayından çok üniversite koridorları gibiydi. Güzeldi.

2006 bir işgal fabrikasında konuşuyorduk.

Müdürler falan ne oldu? ‘Bilmem bize gerekmiyor. İşçi komitesi var o aynı zamanda üretimi de örgütlüyor.’ Peki işçiler kaytarmıyorlar mı? ‘Niye ki kendi yerleri? Yere düşenlere bile sahip çıkıyorlar.’ Niye patron mu oldular. ‘Hayır kendileri için çalışıyorlar.’ Yani? ‘Fabrikanın %51’i devletin %49’i işçilerin.’ Kontrol? ‘İşçilerin tabi ki.’ Kooperatifin kaç üyesi var? ‘Herkes.’ Peki işe yeni başlayanlar? ‘Otomatik olarak 6 ay sonra kooperatif üyesi oluyorlar.’, Yani ? ‘Fabrikanın %49’una sahip oluyorlar.’ Buna kim karar verdi? ‘Biz, geçen toplantıda. Bir de bazen kahvede bir araya geliyoruz.’ Kahve ne? ‘Tek örgütlenebilme alanımız.’ Peki bu yeterli mi? ‘Aynı zamanda Bolivar devrimi olmadan olmaz. Yoksa tek başına yetmez.’ Türkiye deki işçilere bir şey söylemek istermisiniz? ‘Birleşmek ve mücadele etmek lazım. Haa bir de Chavez lazım.’, ‘Yoksa?’…

2008’de tek bir refendum kaybetmişti. Onun ardından bir röportajda bana sorulmuştu;

Kararnameler ve yasalarla sosyalizm kurulabilir mi Venezüela’da? Chavez’e yönelik süren ‘tek şef, ‘caudillo’ eleştirileri, bürokratik işleyiş, polis güçlerinin öğrencilere, her renkten muhalefete aşın şiddet kullanması gibi örnekler Venezuela için nasıl bir geleceği şekillendiriyor?

Doğrusu muhalefete aşırı şiddet kullanılması tanımı bana gerçekten garip geliyor. Bir ülke düşünün, TV istasyonu sahipleri darbe yapmış ve darbe sonrası hala TV yıllarca yayınına devam ediyor. Ben oradayken sağcılar gösteri yaparken polisler sokağa bir kurdele çekiyorlardı. Oraya göstericiler vardığında kurdeleye biraz daha geri çekiyorlardı o kadar. Chavistler gelip, niye müdahale etmiyorsunuz diye polislere kızıyorlardı. Sonra kendileri müdahale edip gaz bombaları atıyorlardı göstericilere karşı ve bu arada da gözleri damlarda; çünkü daha önce halka hep damlardan ateş açılmış. 1989’da ayaklanmada resmi rakamlara göre 350 kişi gerçekte 3 bin kişinin öldürüldüğü bir ülkede polisin aşırı şiddetle müdahalesi demek abartılı bence. Dünyanın her yerinde polis polistir. Polisi savunacak durumum yok, ama Chavistler ve bazı solcularda Chavez’ in hatasının esas olarak bu gösterilere karşı müdahalede bulunmamasıdır diyorlar. Kararnamelerle, yasalarla sosyalizm kurulabiliyor mu sorusuna ise diyeceğim şu, sosyalizm mi bilemem ama Bolivarcı devrimin en önemli unsuru bu zaten. Yani seçimle başa gelme, anayasa, referandum ve sonrası. Chavez, her yeni adımını ve meşruiyetini zaten buradan aldı. Bu noktada esas sorunun örgütsüzlük olduğu bir ülkede kendi destek noktasını buradan alıyor. Eğer bu dinamik, esas olarak taban seferberliği ve özyönetim örgütlenmesini geliştirebilirse daha güzel günler olabilir. Yani sonuç olarak bir mücadele süreci bu ve bence devrimci bir mücadele süreci. Diyebilirim ki, Venezüela’da devrimci mücadele devam ediyor hâlâ.

2012 seçimlerden hemen sonraydı:

Aslında muhalefetin üzerinde bile çok önemli bir başarısı vardır göz ardı edilen. Ülkede yüzde 44 oy alan muhalefetin programına bakarsanız, bir sosyal demokrat ve hatta ‘sosyalist’ bir  programdır. Chavez’e karşı en sağın bile umutsuzca desteklediği bu programdaki bu durum bile Chavez başarısıdır. Chavez’in seçimi kazandıktan sonraki yaptığı balkon konuşmasında dediği ‘Neoliberalizme asla geri dönmeyeceğiz. Sosyalizm yolunda yürüyeceğiz’ sözleri en azından program bazında bütün ülkede, yüzde 80’lere varan bir şekilde kabul görüyordu. Her tarafımızın sağ olduğu, laf da bile neoliberalizme laf söylemeyen, ana muhalefet partisinin olduğu, bir ülkede yaşayınca bu durum daha da çarpıcı geliyor insana.

Ve henüz birkaç ay önce;

Uzaktan bakıldığında, herkes evde pijamayla otururken televizyonu açtığınızda, birden Chavez gibi kırmızı gömlekli bir adamın, devrimden ve sosyalizmden bahsettiği sanılıyordu. Aslında Chavez, ortada yokken, 1989 yılında neoliberalizme karşı isyan eden Caracas’lılardan binden fazla insan öldürüldü. Yoksulluğa ve sefalete karşı bir isyandı. Bu büyük ‘Caracazo’ isyanından sonra, 1992’de Chavez ve arkadaşları halkçı bir darbe için harekete geçtiler. Tutuklandılar. Bu halk isyanından, Chavez doğdu. 1998?de ilk iktidara geldiğinde, pek sosyalizmden söz etmiyordu. Ona karşı saldırıldığında halktan öğrendi. Bu yüzden Chavez’den sonra ne yapacaksınız diye sorduğumuzda siyasal hareketler, ‘Chavez çok önemli ama henüz o yokken biz vardık.’ diyorlardı. Bir ara Edgar evine geldi. Biraz toplantıyı dinledi. Söz aldı. ‘Chavez devrimin babası değil, evladıdır’ dedi…

HASTA SIEMPRE COMANDANTE

Metin Yeğin – Özgür Gündem

Chavez

Chavez, kayıtsız şartsız destekçisi olmadan veya can düşmanı bellemeden, hakkında net bir fikir oluşturmanın zor olduğu bir liderdi. Yandaşlarına bakarsanız Bolivarcı damardan sıkı bir devrimci, karşıtlarına bakarsanız (başarısız da olsa) darbeci bir diktatördü. Benim gibi Chavez’i bu iki kategori altına sokmaya çabalamayanlar ise “tarafını seçmeyen bertaraf olur” klişe deyişinin günümüze uyarlanmış hali olan “tarafını seçmeyen için gıyabında üçüncü kişilerce itinayla taraf seçilir” yaklaşımı gereği kendilerini istemeden de olsa bu kamplardan biri içinde buluveriyor. Belki son kertede yetersiz ve sığ kalan her iki nitelemeden de kaçınmak için Latin Amerika’nın caudillo geleneğini (çoğu zaman seçimle gelen karizmatik ve popülist liderler Latin Amerika’da böyle tanımlanıyor) hatırlatmak faydalı olabilir.

Zaten Chavez’in ne olduğu üzerine fazla kafa yormaya niyetli değilim. Bu defaatle ve benim yapabileceğimden çok daha derinlikli bir şekilde yapıldı zaten. Bildiğim kadarıyla da kamplardan biri ötekini henüz ikna edebilmiş değil. Bu yazının konusu Venezuela’nın Chavez yönetiminde geldiği nokta ve bunun bedelleri. Bunu yapmak için önce bazı sayılar vermek gerekiyor. Aşağıdaki rakamlar büyük ölçüde Uruguaylı antropolog Daniel Chavez’in (isim benzerliği) yazısından alınmıştır.

1992’deki darbe girişiminden sadece 7 yıl sonra, bu defa seçilerek, 1999’da devlet başkanı olarak görev başı yapan Chavez döneminde Venezuela köklü değişiklikler geçirdi. Evet, bugün başkent Caracas dünyada suç oranının en yüksek olduğu yerlerden biri. Ekonominin ciddi ve yapısal sorunları var. Enflasyon yüksek, temel bazı gıda maddelerine erişim sıkıntılı, fosil yakıt zengini ülke sık sık güç kesintileri yaşıyor. Bunların hepsi doğru olmakla birlikte (ki Chavez iktidarından önce de bu sorunların önemli bir bölümü zaten mevcuttu) Venezuela’da 1996 – 2010 yılları arasında yoksulların oranı nüfusun %71’inden %21’ine, aşırı yoksulluk ise %40’tan %7.3’e geriledi. İşçilerin reel gelirleri artış gösterdi ve ülkenin kaynaklarının paylaşımı Chavez öncesi kleptokrasiye göre çok daha eşitlikçi bir şekilde gerçekleşmeye başladı.

Latin Amerika ve Karayipler için Birleşmiş Milletler Ekonomik Komisyonu’nun rakamlarına göre Chavez’in desteklediği Bolivarcı “misyonlar” sayesinde okur yazarlık oranı %98.5’e çıktı. 2000-2011 yılları arasında ortalama yaşam süresi, ülkeye gelen çok sayıdaki Kübalı doktorun da katkısıyla tam dört yıl arttı (bu kadar kısa bir süre için müthiş bir artış). İnsani Kalkınma Endeksinde ülke puanı 2000 yılında 0.656’yken bu sayı 2011’de 0.735’e çıktı.

Venezuela’nın çok eleştirilen ekonomisine bakıldığında yine bazı çarpıcı rakamlarla karşılaşıyoruz. Her ne kadar ekonominin sağlığına ilişkin bu rakamlar tek belirleyici olmasa da Chavez karşıtları tarafından dillendirilen abartılı rakamlardan eser yok. Uluslararası Para Fonu verilerine göre, ülkenin bütçe açığı GSYİH’nin %7.4’ü civarında (Türkiye’de %2.6). Bu rakam epey yüksek ama Chavez karşıtlarının bahsettiği çift haneli rakamların yanına bile yaklaşmıyor. Ülkenin kamu borcu ise %50 civarında (Türkiye’de %40, Avro alanı ortalaması ise %80 civarında).

Peki Chavez yönetimindeki Venezuela bu büyük dönüşümü nasıl gerçekleştirdi?

İşte bit yeniği de burada ortaya çıkıyor. Venezuela’nın mevcut sosyal atılımına kaynak çok büyük ölçüde ülkenin petrol rezervlerinden sağlandı. 2000’lerin başından beri sürekli artan petrol fiyatları Venezuela’nın gelirlerini katladı. Hatta, Hugo Chavez’in biyografisini de yazan Rory Carroll’un The Guardian’a yaptığı değerlendirmeye göre Venezuela’nın büyük dönüşümünün arkasındaki en büyük etkenlerden biri bu petrol vurgunuydu. Carroll, Venezuela’nın her zaman fosil yakıt piyasalarındaki dalgalanmalara tabi olduğunu ve bu dalgalanmalara göre büyüyüp küçüldüğüne dikkat çekiyor. Petrolün Venezuela ekonomisi için önemini rakamlara vurduğumuzda insanın gözleri yuvalarından uğruyor: Ülkenin ihracat gelirlerinin %94’ü, toplam bütçesinin ise %50’sinden fazlası petrolden geliyor ki Chavez liderliğindeki Venezuela’nın kapasitesinin altında petrol ürettiğine de dikkat çekelim.

Bu önemli çünkü Venezuela’nın mevcut rezervlerinin tamamını kullanması halinde iklim değişikliği için geri dönülmez noktayı geçiyoruz. Öte yandan, yine burada ufak bir parantez açarak “ufuk açıcı” bir karşılaştırma yapalım: Venezuela’nın kişi başına sera gazı salımı 6 ton civarında. Bu rakam dünya ortalamasının neredeyse iki katı. Türkiye ise kişi başına 5.5 tonluk sera gazı salımıyla dünyanın en büyük fosil yakıt rezervlerinden birisine sahip bir ülkeyle aşık atıyor! İklim politikası konusunda ne kadar felaket bir durumda olduğumuzu Chavez vesilesiyle bir defa daha görmüş olduk; bu bile teşekküre değer!

Chavez’in iklim zirvelerindeki tüm söylemlerine rağmen, dikkatli bakıldığında ekonomisi tamamıyla petrole ve doğalgaza bağlı bir ülke görüntüsü özelikle iklim mücadelesini yürüten kesimin canını sıkıyor. Zaten, bugün iklim mücadelesi söz konusu olduğunda Shell’den, Exxon’dan, Peabody’den, Rio Tinto’dan bahsederken Statoil, Aramco, Petrobras ve bunun gibi diğer devasa devlet şirketlerinden bahsetmemek olmaz.

Ayrıca, Venezuela’daki doğa yağması bununla da sınırlı kalmıyor. Amazon ormanlarının Venezuela sınırları içinde kalan kısmı ve diğer doğa alanları boru hatları, madencilik ve barajlar tarafından ciddi tehdit altında. Yani ülke, hem fosil yakıt üretimi nedeniyle doğrudan iklim değişikliğine sebep oluyor hem de ormansızlaşma nedeniyle iklim değişikliğini engelleyen etkenleri ortadan kaldırıyor.

Ancak, tüm bunların sorumluluğunu bir tek Chavez’in omzuna yüklemek haksızlık olur. Zira Chavez’in ölümünü takiben Venezuela devlet petrol şirketinin çok daha büyük ölçekte üretim yapabileceğine yönelik analizler yapılmaya ve yatırımcılar ile sektör analistlerinin gözlerinde dolar işaretleri dönmeye başladı bile.

İşte bu noktada durup Chavez’i ve Venezuela’yı bu yıkıcı politikaları izlemeye iten sebep üzerine düşünmemiz gerekiyor. Her iki kampın üyelerinin savunduğunun aksine Chavez’i bu yıkıcı enerji politikasını izlemeye iten sebep devrimci veya diktatör olması, hatta sağcı veya solcu olması değildi. Her ne olursa olsun, halkının refahını artırmak için mevcut ekonomik paradigma içinde hareket etmek zorunda hissetmesi belirleyici oldu. Bu sorgulanmayan paradigma, “sınırsız büyümeye” (bu arada, neoklasik iktisatçılar kaynakların sınırlılığına neredeyse ayet muamelesi yaparken sınırsız büyümeye nasıl ikna oluyorlar onu da anlamak mümkün değil ya neyse) dayanan kalkınmacı politikanın ta kendisi. Bizim de epey aşina olduğumuz, HES’lerimizle, nükleer ve termik santrallerimizle, “Tabiatı Koruma Kanunu”muzla, Elektrik Piyasası Kanunu’muzla iyice tanıdığımız anlayış bu.

Bu çerçeveden bakınca Chavez’e veya başkalarına saydırmakla bir yere varılamayacağını görmek kolaylaşıyor. İklim mücadelesi, çevre, doğa veya yaşam mücadelesi, adına ne dersek diyelim, bu mücadelelerin hiçbiri bir fanusun içinde, etrafından izole bir biçimde gerçekleşmiyor. Dünyada olan her şeyden etkileniyor ve her şeyi etkiliyor.

Chavez’i, günahıyla sevabıyla, anarken şunu hatırlamakta fayda var: İktisadi ve toplumsal olarak adil çözümler üretemezsek, iklim mücadelesini (ve dolayısıyla uzun vadede insanlık için yaşam mücadelesini) kaybetmeye mahkum oluruz. Ürettiğimiz çözümler ezen ve ezilen saflarını yeniden belirleyecekse eğer, asla kalıcı olamazlar.

Son olarak insani bir notla bitirelim: “Ölmek istemiyorum. Lûtfen ölmeme izin verme.” Associated Press’in Chavez’in ölümünden sonra Caracas’tan geçtiği habere göre bunlar Venezuela Devlet Başkanı’nın son sözleriymiş. Chavez’in son sözlerini Associated Press’e geçen General Jose Ornella, bu sözlere “ülkesini çok sevdiği için kendisini feda etti” gibi bir açıklama ekleme ihtiyacı hissetmiş. Ölmek üzere olan ve bunu istemediğini fısıldayan bir adamın sözlerine ülke sevgisi dipnotu eklemeye gerek var mı bilmiyorum ama biz Chavez’i bir şarkı ile uğurlayalım. Tom Waits’in müthiş parçası “The Fall of Troy”un başlangıç dizelerinde vurucu bir sadelikle ifade ettiği gibi: “Atlar ve köpekler için nasılsa insanlar için de öyle, Hiçbir şey ölmek istemez”.

 

Büyülü gerçekçiliğin kahramanı Chavez – Selcan Serdaroğlu

Hugo Chavez hakkında “kusura bakmayın ama…” diye başlayan cümlelerle karşılaşmadan yazmak zor. Chavez’in geride bıraktığı mirasın ne olduğu konusunda hangi çıkar, beklenti, değer, öncelik açısından bakıldığı, yorumları tamamen değiştiriyor. Genel olarak gözlemlenebilen, yoksullukla mücadelede ve uluslararası politikada sözcükleri ve petrolü kullanmaktaki başarısının kabulü ama bunun yanında “ekonomiyi toplumsal eşitlik için feda etmiş olması”ndan “çürümüş miras”a hatta ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı Cumhuriyetçi Ed Royce’un dediği gibi “iyi kurtulduk”a kadar varan ve eleştiriyi de aşan yorumlar…“Neyi iyi yaptı, nerede hatalıydı” diye sormadan önce, en azından bildiğimiz kadarıyla son otuz yılda her anı savaşım olarak yaşayan birine saygı duyarak yola koyulabiliriz: Ülkesinin yerleşik düzeniyle savaşım, “Tanrıya uzak, ABD’ye yakın”[*] bir bölgenin başkaları tarafından belirlenmiş geleceğiyle savaşım, insanın değerini parasallaştıran bir küreselleşme ile savaşım, kendi bedeniyle savaşım… Kazanmak ya da kaybetmekle sonuçlanmaktan çok, en akla gelmeyecek durumlarda bile başka olasılıkların varlığını hatırlatan bir savaşım… Bunların ötesinde, Chavez bölge ülkelerinin siyasal özelliklerinden biri olan personalismo’nun (kişinin üstlendiği görev ve kişiliğinin karışması) belirgin bir temsilcisiydi. Bu nedenle son ondört yılda Venezuela’nın neye dönüştüğünden çok Chavez’in ne değiştirdiğini, Chavez’den sonra ne olacağını tartışıyoruz.

En ölçülü yorumla başlayalım: “Chavez ülkesinin tarihinde derin bir iz bıraktı”. Burada öncelikle 1998’den beri toplumsal gelir dağılımında en kırılgan durumda olanların lehine bir eşitlenme eğilimi oluştuğunu vurgulamak doğru olur. Yoksulluk oranı 1998’de %49’dan 2011’de %27,4’e inerken, kişi başına düşen GSYİH 3889 dolardan 10731 dolara çıktı. Kuşkusuz temel etken uluslararası piyasalarda petrol fiyatlarının artması, buna bağlı olarak Chavez’in başkanlık dönemlerinde hem kanıtlanmış petrol rezervleri miktarı hem de üretim oranının artış göstermesiydi. Böylece bütçenin %40’ından fazlası, başta eğitim ve sağlık hizmetleri olmak üzere, toplumsal kalkınma programları için kullanıldı. Ancak Venezuela’nın ihracat gelirlerinin %96’sı hidro yakıt satışına bağlı hale geldi. Güney Amerika ülkelerinin kalkınma politikalarında başarıyı engelleyen ögelerden olan tek sektöre ya da üretim alanına bağımlı ekonominin kırılganlığı ve ulusal petrol şirketi PDVSA kadrolarının şişirilmesiyle iktidar yanlısı bürokratik bir kitle oluşturulması gibi yapısal sorunlar aşılamadı. Yani eşitsizlikler azaldı ama yolsuzluğun arttığı da gözlemlendi.

Chavez siyasal açıdan öz yönetim ilkesinin ön planda olduğu Bolivarcı bir anayasal düzen kurdu. Bu, siyasal ve ekonomik karar alma süreçlerine katılımı güçlendirmek üzere mahalleler düzeyinde örgütlenen toplumsal merkezlerden (nucleo)yerel yönetimlerin kendi bütçelerini belirleme ve yasama yetkisine sahip olmalarını sağlayan yerel konseylerin oluşturulmasına kadar pek çok birimle desteklendi. Ayrıca  referandum sistemi (özellikle devlet başkanı da dahil her düzeyde seçilmiş yetkilinin görevinin sonlandırılması bakımından) doğrudan demokrasinin önemli bir göstergesi ve halkın seçilmişler üzerinde denetim aracı olarak kabul edildi. Ancak bir yandan da çoğunluğun, azınlıkta kalan siyasal görüşler üzerinde baskısına yol açacak bir yöntem olarak değerlendirildi. Chavez’in önceleri muhalif medya kuruluşlarını sınırlamazken sonra yasaklar getirmesi, kendisini destekleyen sosyalist siyasal oluşumları tek bir çatı altında birleştirmesi, özellikle de (neredeyse ömür boyu olacak biçimde altı yılda bir) yeniden başkan seçilme hakkı elde etmek üzere giriştiği, ama umduğu sonucu elde edemediği 2007 ve hedefini onaylatma çabasına karşılık bulduğu 2009 anayasa değişikliği referandumları, kurduğu rejimin aslında yalnızca otoriter olduğu yönünde tepkileri arttırdı. Onun açıklaması ise “yirmibirinci yüzyıl sosyalizmi”ni ülkesinde sağlamlaştırmak için biraz daha zamana gereksinim duyduğuydu.

Zaten, 2002 yılında kendisine karşı düzenlenen ve ABD merkezli National Endowment for Democracy’nin Venezuela’da muhalif gruplara aktardığı fonlarla güçlendiği iddia edilen “sivil darbe” girişimini halkın desteğiyle boşa çıkarmıştı. Bu artık demokratik biçimde seçilmiş bir devlet başkanının dışarıdan gelen baskılar ya da yönlendirmeler sonucunda değişmeyebileceği gerçeğini gösteriyordu.

Daha iddialı bir yorumla devam edelim: “Chavez sıradışı ve gelecek  vizyonu farklı biriydi”. Yirmibirinci yüzyıl sosyalizmi adı altında, yer yer zorlamaya varan üçüncü küreselleşme çağında antiemperyalist bir politika kurgulaması ve uygulaması başka bir dünyanın mümkün olduğunu düşünenler için umudun sembolü olarak görülmesini sağladı. Böylece Güney Amerika’da sol iktidarların çoğalmasında ve bunların kesintiye uğratılmayan görev süreleri olmasında önemli bir rol oynadı. Bolivya ve Ekvador yirmibirinci yüzyıl sosyalizminin diğer savunucuları oldular. Bu çerçevede de yine öncelikle petrol kaynaklarını kullanma becerisini vurgulayabiliriz. Sözkonusu zenginliğin paylaşılmasının bölgesel yansıması Amerikalar için Bolivarcı Alternatif/İttifak (ALBA) adı altında “halkların serbest ticaret anlaşması”nın imzalanması ve karlılık artışını değil, gereksinimlerin karşılanmasını amaçlayan bir değişim sisteminin önerilmesiydi. İçinde Venezuela dışında Bolivya, Küba, Nikaragua, Dominik Cumhuriyeti, Saint Vincent ve Grenadinler, Antigua ve Bermuda ve Ekvador’un yer aldığı bu girişim Hugo Chavez’in bağımsızlık lideri (libertador) Simon Bolivar’a yaptığı atıflarla işler hale geldi. Ona göre bölgesel bütünleşme hareketlerinin yalnızca ticari amaçlara değil, tarihsel ve kültürel ortak değerlere dayanması, siyasal, toplumsal bir bütünleşme ile tamamlanması gerekiyordu. Bu da Güney Amerika’nın Washington konsensüsü, kuralsızlaştırma gibi uygulamalara karşı olduğunu kanıtlamak üzere gerçekleştirilebilirdi. Böylece petrolün bölgesel refah artışına katkısını yaygınlaştırmak üzere Petrocaribe ve ortak bir geçmişin algılarını yansıtan alternatif haber kanalı Telesur gibi kurumlar oluşturuldu. Elbette Chavez bu bölgeselleşme stratejisi bakımından da eleştirildi. ALBA’nın bölgesel bütünleşme çabalarını bölmesi, ayrıca Venezuela’nın MERCOSUR’a katılmak üzere And Topluluğu’ndan çıkması bölgede işbirliği yapma olanaklarını azaltan, mevcut yapıları zayıflatan etkenler olarak görüldü.

Dış politika anlayışı eskinin ve yeninin hegemon güçlerine meydan okumakla başlıyordu, bu da Chavez’e özgü liderlik davranışlarında diplomatik nezaket kurallarına göre yapılacak bir şey değildi. Eski sömürgecilere, Bush döneminin tektaraflı düzen kurma çabasındaki Amerikasına uluslararası toplantılar ya da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda sataşmaktan hatta hakaret etmekten geri kalmadı. Chavez bölgede her zaman nüfuz alanı oluşturmaya çalışan eski sömürgeci ülkelere ve ABD’ye karşı “Güney Amerika’nın onurunu yansıtmak” görevini üstlenmişti, o bakımdan da Bolivarcıydı.İlkeleri demokratikleşme ve serbest piyasa ekonomisi etrafında şekillenen yeni dünya düzeninde başta Rusya olmak üzere kendi stratejik ortaklarını seçti, en azından söylemsel olarak işbirliği yaptığı aktörler bu düzenin kabul etmedikleri oldu. Bu bakımdan da Kaddafi, Ahmedinecad ya da Essad’la yakınlığı, diktatörleri seven bir başka diktatör olarak suçlanması için yeterli oldu. Ama elbette herşeyden önce Fidel Castro ve Küba’nın dostuydu.

Bu girişimlerini şöyle yorumlamak mümkün: Birincisi Venezuela ve Güney Amerika halkları açısından uluslararası ilişkilerde bir tür eşitlik peşindeydi. İkincisi sistemin dışına itilen, marijinalize edilen liderlerle ve ülkelerle işbirliğini sürdürmesi de yine Amerikan tek taraflılığı ve bunun küresel sistem olarak kabul edilmesine karşı çıkışıyla ilgiliydi.Diplomasi ve diyalog tüm ülkelerle sürdürülmeliydi, bazı ülkeler özellikle de ABD istediği için sistem dışında, hele de müdahale baskısı ve tehdidi altında tutularak hizaya getirilemezdi. Bir bakıma diyalog görevini üstlenip bunun olabileceğini göstermeye çalıştı.

Daha kişisel bir yorumla bitirelim. Büyülü gerçekçilik Güney Amerika’da etkili olan yazın akımlarından biri. Kübalı yazar Alejo Carpentier’nin tanımıyla doğal ve zorlamasız görünen ama mucizevi ögeler barındıran bir gerçekçilik. Kahramanların kendileri ve başkalarıyla hep bir savaşım verdiği, yenilirlerse de olağanüstü deneyimler yaşadıkları, en sıradan halleriyle büyük değişikliklere yol açabildikleri bir anlatı biçimi. Chavez böyle aşırılıkları yaşayan ve üreten ama doğallığını sürdüren bir roman kahramanı gibiydi. Öyle ki büyülü yanı, Ahmedinecad gibi teokratik öğretiyi en katı biçimiyle benimsemiş bir devlet adamını bile bir an için kendi ülkesinde karşılaşacağı tepkileri ve kendi kendiyle çelişeceğini unutup acılı bir anneye sarılmaya yöneltiverdi.

 

Selcan Serdaroğlu

Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, [email protected]

 

 

 

 


[*]1876-1910 arasında Meksika Devlet başkanı olan Profirio Díaz’ın ünlü sözü

 

Barış adımlarına destek çağrısı

Barışa Omuz Veriyoruz kampanyası gazetelere ilan verecek kamuoyuna destek çağrısında bulundu.

Bugün içinde BirGün, Evrensel, Milliyet, Özgür Gündem, Radikal ve Star gazetelerini eline alanların da farketmiş olacağı gibi aralarında çok sayıda akademisyen, aydın, sanatçı, sendikacı, STK temsilcisi ve yazarın imzasının bulunduğu bir ilan yer aldı adı anılan gazetelerde.

İlanda dile getirilen konu TBMM’den başlayarak çözüme katkı sunabilecek bütün taraf ve kesimlerin barış sürecinin parçası haline getirilmesi için bir çağrıda bulunmak. İlanda ayrıca bu sürecin şeffaf bir şekilde işletilmesinin önemine de vurgu yapılıyor.

Aynı ilanın yarın da Taraf gazetesinde yer alacağı ifade edildi.

Barışa Omuz Veriyoruz kampanyasına katılmak ya da detaylı bilgi sahibi olmak için www.barisaomuzveriyoruz.net sitesinden ve [email protected] adresi üzerinden bilgi edinmek mümkün.

Barışa Omuz Veriyoruz kampanyasının çağrı metni ile şu ana kadar metin altında imzası bulunan akademisyen, aydın, sanatçı, sendikacı, STK temsilcisi ve yazardan bir kısmının isimleri ise şu şekilde:

BARIŞA OMUZ VERİYORUZ

Bizler, toplumumuzun demokratik bir yönde gelişmesi için çaba gösteren yurttaşlar olarak, son gelişmeler üzerine aşağıdaki açıklamayı yapma gereğini duyuyoruz.

İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan ile yürütülen görüşmeler, özlemini çektiğimiz barışın kapısını ciddi bir biçimde aralamıştır. Toplumun neredeyse bütün kesimlerinde farklı ölçülerde var olan güvensizliği, korkuyu, tedirginliği ve kaygıyı gidererek süreci ilerletmek, huzur ve güveni artıracaktır.

Sürecin mümkün olduğu kadar şeffaf hale getirilmesi büyük bir ihtiyaçtır. TBMM’den başlayarak, çözüme katkı sunabilecek bütün taraf ve kesimleri sürecin parçası haline getirmek demokratik, adil ve kalıcı çözümü kolaylaştıracak ve hızlandıracaktır.

Bizler bu doğrultuda atılacak demokratik adımları, adresine bakmadan sahipleneceğiz. Hiç kuşku yok ki, bu büyük sorunun çözümü istisnasız herkese büyük sorumluluk ve görevler yüklemektedir. Bunun bilincinde olan ve yıllardır bu doğrultuda çaba gösteren insanlar olarak, geçmişten çıkarılan dersler ışığında herkesi bu zorlu büyük yürüyüşe katılmaya, destek olmaya, sorumlu davranmaya çağırıyoruz.

Bu yoldan yürünerek barış ve refah içinde, demokratik ve yeni bir Türkiye’ye ulaşabiliriz.

İmzacılardan bazıları:

A. Hicri İzgören (Yazar)

Dr. A. Selçuk Mızkasklı (Sarmasık Dernegi)

Abdulbaki Erdoğmuş (21. Dönem Mvk.)

Abdulhakim Daş (DGD Platformu Bsk.)

Abdullah Yılmaz (Ayrıntı Y. Editörü)

Abdurrahman Kurt (23. Dönem Mvk.)

Adnan İnanç (Hilal TV GYY)

Adnan Serdaroğlu (Birlesik Metal Is Bsk.)

Ahmet Abakay (ÇGD Genel Bsk.)

Prof. Ahmet Ağırakça (İstanbul Üniv.)

Ahmet Faruk Ünsal (Mazlum Der. Gn. Bsk.)

Ahmet Hakan Coşkun (Hürriyet Yazarı, CNN Türk TV)

Prof. Ahmet İnsel (Galatasaray Ünv.)

Ahmet Kardam (Yazar)

Prof. Ahmet Özer (Toros Ünv. Rektör Yrd.)

Ahmet Sık (BirGün Yazarı)

Ahmet Telli (Ankara Aydınlar Yazarlar Girişimi)

Ahmet Ümit (Yazar)

Ali Akel (Gazeteci)

Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak Yazarı)

Ali İbrahim Tutu (19. Dönem Mvk.)

Ali Köylüce (Demokratik Alevi Fed. Bsk.)

Prof. Ali Nesin (Bilgi Ünv.)

Alper Görmüş (Taraf Yazarı)

Altan Ertürk (TÜSES Bsk.)

Altan Öymen (Radikal Yazarı)

Amberin Zaman (HaberTürk Yazarı)

Arzu Başaran (Ressam)

Asuman Susam (PEN İzmir Temsilcisi)

Yrd. Doç. Ata Soyer (Dokuz Eylül Ünv.)

Ayça Damgacı (Oyuncu)

Aydın Cıngı (Yazar)

Aydın Çubukçu (Evrensel Kültür)

Aydın Engin (T24 Yazarı)

Aydın Yıldırım (Yönetmen)

Ayhan Bilgen (Demokratik Anayasa Hrk.)

Av. Ayhan Çabuk (Van Barosu Eski Bsk.)

Av. Ayhan Erdoğan (ÇHD Eski Bsk.)

Ayhan Ogan (Sivil Dayanışma Pltf.)

Prof. Ayhan Sol (ODTÜ)

Aynur Doğan (Sanatçı)

Dr. Aysun Akan (Dokuz Eylül Ünv.)

Ayşe Ayben Altunç (Sinemacı)

Prof. Ayşe Berkman (Mimar Sinan Ünv.)

Ayşe Böhürler (Yeni Şafak Yazarı)

Prof. Ayşe Gözen (İst. Aydın Ünv.)

Prof. Ayşe Gül Yılgör (Mersin Ünv.)

Prof. Ayşe Kadıoğlu (Sabancı Ünv.)

Dr. Ayşe Nur Doksat (Bodrum Kadın Dyns. Der.)

Ayşegül Devecioğlu (Yazar)

Yrd. Doç. Aysegül Yakar Önal (İstanbul Ünv.)

Doç. Aysen Candaş (BOUN)

Doç. Aysen Uysal (Dokuz Eylül Ünv.)

Balçiçek İlter (Gazeteci, HaberTürk)

Prof. Baskın Oran (Ankara Ünv.)

Bejan Matur (Yazar, Sair)

Bekir Ağırdır (KONDA Genel Müdürü )

Bekir Berat Özipek (Liberal Düşünce Topluluğu)

Beral Madra (Küratör)

Berat Günçıkan (Gazeteci, Yazar)

Berrin Sönmez (Başkent Kadın Pltf.)

Bingöl Elmas (Yönetmen)

Bora Şahinkara (Sanatçı, Izmir Yenikapı Tiyatrosu)

Bülent Aydın (Küresel BAK)

Bülent Usta (BirGün Yazarı )

Prof. Büşra Ersanlı (Marmara Ünv. )

Cafer Çelik (Divriği Kültür Der. Bsk.)

Cafer Solgun (Yüzleşme Der.)

Canan Aydın Bıçak (Başkent Kadın Pltf.)

Celal Başlangıç (Gazeteci)

Dr. Celal Korkut Yıldırım

Celalettin Can (78’liler Grs. Sözcüsü)

Cemal Uşak (Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Bsk. Yrd.)

Prof. Cengiz Aktar (Bahçeşehir Ünv.)

Cengiz Bozkurt (Oyuncu)

Cengiz Çandar (Radikal Yazarı)

Prof. Cengiz Yılmaz (ODTÜ)

Cevat Öneş (MİT Eski Müstesar Yrd.)

Cevat Özkaya (Araştırma ve Kültür Vakfı Bsk.)

Cihan Aktaş (Taraf, Dünya Bülteni Yazarı)

Coşkun Üsterci (IHV Izmir Temsilcisi)

Cüneyt Yalaz (Tiyatrocu)

Çigdem Aydın (KA.DER)

Prof. Çigdem Özkara (I.Ü., Cerrahpasa Tıp)

Davut Güler (AK-DAV)

Defne Asal (Gazeteci)

Dengir Mir Mehmet Fırat (23. Dönem Mvk.)

Deniz Türkali (Sanatçı)

Derya Sazak (Milliyet Gazetesi GYY)

Dilaver Demirağ (Arastırmacı)

Dilek Budak (Heykeltıraş)

Emin Alper (Yönetmen)

Engin Güngük (Alevi Kültür Der. Bsk.)

Enver Sezgin (Yazar)

Ercan Geçmez (Hacı Bektaş Veli Vakfı Bsk.)

Ercan İpekçi (TGS Bsk.)

Ercan Jan Aktaş (Barıs Için Vicdani Ret Pltf.)

Ercan Karakaş (Kültür Eski Bakanı)

Erdoğan Aydın (Yazar)

Av. Eren Keskin (Özgür Gündem GYY)

Ergin Doğru (Dersim Gzt. Yazarı)

Prof. Erol Katırcıoğlu (Marmara Ünv.)

Erol Kızılelma (SODEV Bsk.)

Yrd. Doç. Erol Köroğlu (BOUN)

Ersin Salman (İletişimci)

Esfer Solmaz (Batman Der. Fed. Bsk.)

Yrd. Doç. Esra Mungan (BOUN)

Av. Eşber Yağmurdereli

Eşref Erdem (23. Dönem Mvk.)

Ethem Sancak (Hedef Holding)

Etyen Mahçupyan (TESEV Genel Koord.)

Eyüp Can Sağlık (Radikal Gzt. GYY)

Ezgi Başaran (Radikal Yazarı)

F. Serkan Acar (Yönetmen)

Fadime Özkan (Star Gzt. Yazarı)

Faruk Uysal (Yönetmen)

Fatih Polat (Evrensel Gzt. GYY)

Fatma Bostan Ünsal (Başkent Kadın Pltf.)

Prof. Fazıl Hüsnü Erdem (Dicle Ünv.)

Mustafa Kara (Hayat TV. GYY)

Fehim Işık (Yazar)

Feryal Öney (Sanatçı, Kardeş Türküler)

Doç. Ferdan Ergut (ODTÜ)

Prof. Ferhat Kentel (İst. Sehir Ünv.)

Ferhat Tunç (Sanatçı)

Ferihan Karasu (İst. Tekel ve Gazete Bayileri Odası Bsk.)

Av. Feridun Çelik (Diyarbakır Belediyesi Eski Bsk.)

Av. Fethiye Çetin

Prof. Fikret Adaman (BOUN)

Prof. Fuat Keyman (Sabancı Ünv. )

Gaye Boralıoglu (Gazeteci, Senarist)

Prof. Gençay Gürsoy

Dr. Gökçen Başaran (Ege Ünv.)

Gökhan Kaya (Turnusol Yazarı)

Prof. Göksel N. Demirer (ODTÜ)

Gülden Sönmez (IHH)

Prof. Gülser Öztunalı Kayır (Akdeniz Ünv.)

Gülsüm Soydan (Sanatçı)

Gülten Kaya (Müzik Yapımcısı)

Gürbüz Çapan (Esenyurt Belediye Eski Bsk.)

Prof. Hacer Ansal (Isık Ünv.)

Hakan Gündüz (TOHAV Bsk.)

Hakan Tahmaz (T. Barıs Meclisi Dönem Sözcüsü)

Haldun Açıksözlü (Tiyatro Sanatçısı)

Prof. Hale Bolak Boratav (Bilgi Ünv.)

Hale Sözmen (Yönetmen)

Prof. Halil Berktay (Sabancı Ünv.)

Halil Savda (Vicdani Retçi)

Halime Güner (Uçan Süpürge)

Haluk Ünal (Senarist, Yönetmen)

Yrd. Doç. Hanife Aliefendioğlu (Doğu Akdeniz Ünv.)

Hasan Öztoprak (Yazar)

Hasan Postacı (Yazar)

Hatice Altınışık (Program Yapımcısı)

Hidayet Şefkatli Tuksal (Taraf Yazarı)

Hilal Kaplan (Yeni Şafak Yazarı)

Yrd. Doç. Hilmi Maktav (Ege Ünv.)

Himmet Sahin (Ankara ODTÜ Mezunları Der. Bsk.)

Hüda Kaya (Yazar)

Hülya Gülbahar (Özgürlükçü Anayasa Pltf.)

Hüseyin Demirdizen (TTB Merkez Konseyi)

Hüseyin Karabey (Yönetmen)

Av. Hüsnü Okçuoğlu (18. Dönem Mvk.)

Hüsnü Öndül (Yazar)

Hüsnü Pervane (Ortadogu Sanayici ve Genç İsadamları Der.)

İbrahim Aydın (BirGün)

İbrahim Betil (Sivil Toplum Gönüllüsü)

İbrahim Karagül (Yeni Şafak Gzt. GYY)

İbrahim Ünal (Yasam Ağacı Der. Bsk.)

Prof. İlhan Tekeli (ODTÜ)

İlkay Akkaya (Müzisyen)

İlyas Erdem (GÖÇDER Bsk.)

İnan Temelkuran (Sinemacı)

Prof. İrfan Açıkgöz (Dicle Ünv.)

İrfan Babaoğlu (Kürt Yazarlar Der.)

İsmail Ayaz (Van Der. Fed. Bsk. Vekili)

İsmet Demiröğen (Yurt Gzt. Ankara Temsilcisi)

Jülide Kural (Sanatçı)

Kamil Ateşoğlu (18. Dönem Mvk.)

Dr. Kamiran Yıldırım (Mardin TTB Bsk.)

Kasım Ergün (Kürt KAV Bsk.)

Kemal Bülbül (PSAKD Bsk.)

Prof. Kemal Güven (Dicle Üniversitesi)

Dr. Kemal Kardaş (Diyarbakır TTB Bsk.)

Koray Çalışkan (Radikal Yazarı)

Prof. Kuvvet Lordoğlu (Kocaeli Ünv. )

Lale Mansur (Sanatçı)

Lami Özgen (KESK Bsk.)

Leman Sam (Sanatçı)

Leyla İpekçi (Taraf Yazarı)

Prof. M. Cengiz Güleç

Mahir Günşiray (Oyuncu)

Mahmut Eşitmez (Yurtsuz Editörü)

Mahmut Övür (Sabah Yazarı)

Markar Esayan (Taraf Gzt Yayın Koord.)

Masis Kürkçügil (Yazar)

Doç. Maya Arakon (Starsbourg Ünv.)

Mebuse Tekay (Barıs Girisimi)

Prof. Mehmet Altan (İstanbul Ünv.)

Prof. Mehmet Bekaroğlu

Dr. Mehmet Demir (Batman TTB)

Prof. Mehmet Elbistan (Ondokuz Mayıs Ünv. Tıp)

Av. Mehmet Emin Aktar (Diyarbakır Barosu Eski Bsk.)

Mehmet Rasgelener (Ist. ODTÜ Mezunları Der. Bsk.)

Mehmet Simsek (Din Alimleri Der.)

Mehmet Uçum (Yeni Anayasa Pltf.)

Mehveş Evin (Milliyet Yazarı)

Prof. Melek Göregenli (Ege Ünv. )

Melek Ulagay Taylan (Film Yapımcısı)

Prof. Meryem Koray (Istanbul Ünv.)

Prof. Mesut Yeğen (Ist. Sehir Ünv.)

Mete Çubukçu (NTV Haber Müdürü)

Mete Gönültaş (Gazeteci)

Metin Aktan (Ankara Divriği Kültür Der. Bsk.)

Metin Bakkalcı (IHV Genel Skr.)

Metin Boran (Kocaeli Ünv.)

Metin Ebetürk (DİSK Genel Bsk. Yardımcısı)

Metin Kahraman (Müzisyen)

Metin Uzunöz (Ankara 78’liler Girişimi)

Prof. Mithat Sancar (Ankara Ünv.)

Murat Aksoy (Yeni Şafak Yazarı)

Murat Çelikkan (Gazeteci)

Murat Düzgünoğlu (Yönetmen)

Murat Gökhan (Diyarbakır Der. Fed. Bsk.)

Yrd. Doç. Murat Özbank (Bilgi Ünv.)

Yrd. Doç. Murat Paker (Bilgi Ünv.)

Murathan Mungan (Sair, Yazar)

Mustafa Kul (Çalışma Eski Bakanı)

Mustafa Akdeniz (Ege Ağrılılar Der. Fed. Bsk.)

Mustafa Öztaşkın (Petrol-Is Bsk.)

Mustafa Paçal (Hak-Is Genel Skr. Yrd.)

Müge Sökmen (Yayıncı)

Müjde Ar (Sanatçı)

Prof. Münevver K. Türkmen (Adnan Menderes Ünv. Tıp)

Prof. Mümtaz’Er Türköne (Fatih Ünv.)

Nabi Yağcı (Yazar)

Nadir Öperli (Yapımıcı)

Nadire Mater (Bianet Yazarı)

Nagehan Alçı (Milliyet Yazarı)

Nalan Barbarosoğlu (Yazar)

Yrd. Doç. Nazan Üstündağ (BOUN)

Prof. Nazım Ekinci (Urfa Ünv.)

Nazlı Ilıcak (Sabah Yazarı)

Necdet İpekyüz (DİSA Bsk.)

Necdet Saraç (Yurt Gzt. Yazarı)

Necmiye Alpay (Yazar)

Nejat Kangal (Devrimci 78’liler Fed. )

Neşe Erdilek (Bilgi Ünv., Göç Ars. Mrk. Direktörü)

Neşe Siyamoğlu (Heykeltıras)

Neşe Yasin (Sair, Yazar)

Nevzat Çiçek (Time Türk GYY)

Nihal Bengisu Karaca (HaberTürk Yazarı)

Prof. Nihal Saban (Marmara Ünv.)

Dr. Nil Mutluer (Fatih Ünv.)

Prof. Nilgün Toker (Ege Ünv.)

Nilüfer Akbal (Sanatçı)

Nur Sürer (Sanatçı)

Doç. Nuray Mert (İstanbul Ünv.)

Prof. Nurhan Yentürk (Bilgi Ünv.)

Nursel Doğan (Sinemacı)

Av. Nuşirevan Elçi (Sırnak Barosu Bsk.)

Prof. Nükhet Sirman (BOUN)

Prof. Okan Akhan (Hacettepe Ünv.)

Dr. Oktay Özel (Bilkent Ünv.)

Onur Saylak (Oyuncu)

Oral Çalışlar (Taraf Gzt. GYY)

Orhan Alkaya (Sanatçı, Yazar)

Orhan Dink

Orhan Eskiköy (Senarist, Yönetmen)

Orhan Koçak (Yazar)

Osman Kavala (Anadolu Kültür Der.)

Osman Özcan (Sinemacı, Heykeltıras)

Osman Özçelik (23. Dönem Mvk.)

Oya Baydar (Yazar)

Özcan Alper (Yönetmen)

Ömer Faruk Gergerlioğlu (Yazar)

Ömer Türkeş (Edebiyat Elestirmeni)

Prof. Özgür Sarıoğlu (ODTÜ)

Özlem Buğday Yağmur (Havadis 16 Yazarı)

Öztürk Türkdoğan (IHD Genel Baskanı)

Pelin Cengiz (Taraf Yazarı)

Pelin Esmer (Yönetmen)

Pınar Öğünç (Radikal Yazarı)

Prof. Ahmet Öncü (Sabancı Ünv.)

Rasim Ozan Kütahyalı (Takvim Yazarı)

Rauf Kösemen (Tasarımcı)

Remzi Çalışkan (Genel-Is Merkez Yöneticisi)

Rober Koçtaş (Agos Gazetesi GYY)

Sabri Kuşkonmaz (PEN Yazarlar Der. Genel Skr.)

Salih Yıldız (Batman Ticaret ve Sanayi Odası)

Sami Tan (Araştırmacı, Yazar)

Av. Sedat Yurtdaş (DITAM)

Doç. Sefa Feza Arslan (MSGSÜ)

Şehbal Şenyurt (Yönetmen)

Selahattin Özel (ABF Bsk.)

Selami İnce (BirGün Yazarı)

Prof. Semih Bilgen (ODTÜ)

Semih Kaptanoğlu (Yönetmen)

Doç. Semra Somersan (Bilgi Ünv.)

Seren Yüce (Senarist, Yönetmen)

Serkan Acar (Senarist, Yönetmen)

Prof. Serpil Sancar (Ankara Ünv.)

Yrd. Doç. Serra Müderrisoğlu (BOUN)

Prof. Sevda Alankuş (Ege Ekonomi Ünv.)

Sevgi Mutlu (Yeşil Düşünce Der. Bsk.)

Sevil Demirci (Sinemacı, Yapımcı)

Sevilay Demirci (Yapımcı)

Sevim Korkmaz Dinç (Kadın Yazarlar Der. Bsk.)

Yrd. Doç. Sezai Temelli (İstanbul Ünv.)

Sezin Öney (Gazeteci)

Sinan Dülger (Oyuncu, Yönetmen)

Saban Demiral (Mardin Der. Fed. Bsk. Yrd.)

Sah İsmail Bedirhanoğlu (GÜNSAD Bsk.)

Prof. Şahika Yüksel (İstanbul Ünv. Tıp)

Şanar Yurdatapan (Düşünce Suçu(!?)na Karsı Grs.)

Prof. Şebnem Korur Fincancı (IHV Genel Bsk.)

Şevval Sam (Müzisyen, Oyuncu)

Şeyhmus Diken (PEN Diyarbakır Temsilcisi)

Şirin Payzın (CNN Türk)

Av. Tahir Elçi (Diyarbakır Barosu Bsk.)

Prof. Tahsin Söğüt (Dicle Ünv.)

Prof. Tahsin Yeşildere (Öğretim Üyeleri Der. Bsk.)

Prof. Taner Yücel (Türk Diş Hekimleri Brl. Bsk.)

Tarhan Erdem (Yazar)

Tarık Tufan (Gazeteci, Sinemacı)

Tarık Ziya Ekinci (Yazar)

Tatyos Bebek (Dişhekimi)

Tayfun Görgün (DİSK, Dev Maden-İş)

Tayfun Mater (Maden Mühendisleri Odası)

Doç. Teoman Pamukçu (ODTÜ)

Tilbe Saran (Oyuncu)

Tuba Çandar (Yazar)

Doç. Tuğrul İlter (Dogu Akdeniz Ünv.)

Turan Eser (Yazar)

Turan Sarıtemur (Denge Demokrat Oluşumu Sözcüsü)

Prof. Turgut Tarhanlı (Bilgi Ünv. )

Ufuk Uras (23. Dönem Mvk.)

Uğraş Salman (Sinemacı)

Prof. Uğur Eser (Izzet Baysal Ünv.)

Umur Yenilmez (Müzisyen)

Dr. Uygar Özesmi (Çevre Bilimci)

Ümit Kıvanç (Belgesel Sinemacı, Yazar)

Dr. Ümit Sahin (Yeşil Gazete Yazarı)

Yrd. Doç. Vahap Coşkun (Dicle Ünv.)

Vecih Aydoğan (Diyarbakır Göç-Der Bsk.)

Vedat Çuhadır (Ankara Sanat Tiyatrosu Mdr.)

Vedat Türkali (Yazar)

Vedat Yıldırım (Müzisyen, Kardeş Türküler)

Velat Demir (YAKAYDER Bsk.)

Veli Beysülen (Emekli-Sen Bsk.)

Veli Büyükşahin (Yayıncı, Editör)

Doç. Veysel Tolan (Dicle Ünv.)

Vural Tantekin (Sanatçı, Diyarbakır BB Şehir Tiyatrosu)

Yasemin Çongar (Milliyet Yazarı)

Yasemin Göksu (Sanatçı)

Yasemin Güney Ağırdır (Arastırmacı)

Prof. Yasemin İnceoğlu (Galatasaray Ünv. )

Yasar Kemal (Yazar)

Yasar Kılavuz (Ankara Dersimliler Der. Bsk.)

Yavuz Bingöl (Sanatçı)

Yavuz Delal (Yazar)

Yeşim Dorman (Yazar)

Dr. Yeşim Kaptan (Dokuz Eylül Ünv.)

Yeşim Ustaoğlu (Senarist, Yönetmen)

Yıldız Ramazanoğlu (Time Türk Yazarı)

Yiğit Ekmekçi (Is Adamı)

Yusuf Cengiz (Tunceli Ticaret ve Sanayi Odası Bsk.)

Yusuf Çetin (Oyuncu, Yönetmen)

Yusuf Sahin (Kızılırmak Der. Fed. Bsk.)

Av. Yusuf Tanrıseven (Batman Barosu Eski Bsk.)

Yusuf Tanrıverdi (Özgür Eğitim-Sen Bsk.)

Yar. Doç. Yücel Demirer (Kocaeli Ünv.)

Zakarya Mildanoğlu (Mimar, Yazar)

Zana Fargini (Kürt Enstitüsü Bsk.)

Prof. Zehra F. Kabasakal Arat (New York Ünv.)

Dr. Zeki Gül (TTB İzmir Eski Bsk.)

Prof. Zeki Kılıçarslan

Doç. Zerrin Kurtoğlu (Ege Ünv.)

Zeynep Çulfaz Ecemen (ODTÜ)

Zeynep Oral (Yazar)

Zeynep Tanbay (Sanatçı)

Zeynep Tozduman (Izmir Süryani Dostluk Pltf.)

Ziya Halis (Çalışma Eski Bakanı)”

(Yeşil Gazete)

 

İki devlet, tek millet, ikiz ırkçılık – Cengiz Algan

Gündem delisi ülkemizde üzerinden epey zaman geçti sayılır ama ırkçılığı tartışmak açısından yine de değinmekte zarar yok. Azeri yazar Ekrem Eylisli vakasından söz ediyorum. Bizde şimdiye kadar tanınmamış olabilir ama ülkesinde epey itibarlı bir edebiyatçı Eylisli. ‘Halk Yazarı’ unvanı verilmiş (bizdeki ‘devlet sanatçısı’ gibi bir şey) biri.

Olayı özetle hatırlatayım. Yazarımız bir kitabında, hayali bir kahramanına, ezcümle “Ermeniler benim düşmanım değil” dedirttiği için gözü dönmüş bir saldırganlığa maruz kaldı. Evinin önünde kalabalıklar gösteriler yaptı. Alnına haç çizdikleri resimlerini yaktılar. Bir Ermeni subayı uykusunda baltayla öldüren ve Azerbaycan’a döndüğü gün affedilip şimdilerde panellerde, söyleşilerde anılarını (herhalde baltalı olanları) anlatan Azeri subaya atfen “Baltanı al da gel!” pankartları açtılar. Önce kulağına, sonra başına ödül kondu. Devlet verdiği unvanı geri aldı. Maaşı kesildi. Karısı ve çocuğu işlerinden atıldı. Hayati tehlike sürüyor.

Azerbaycan’da yaşanan bu ırkçılık vakasında ülkeyi, kişileri ve unvanları değiştirin, bize tıpatıp uyar. Düşmanı değiştirmenize bile gerek yok.

Türkiyeli Orhan Pamuk “1 milyon Ermeni öldürüldü” dediği zaman Türkiye’de yürütülen linç kampanyasının tıpkısı, Azerbaycanlı Ekrem Eylisli “Ermeniler benim düşmanım değil” dediğinde Azerbaycan’da yürütülüyor. Nobel ödüllü Orhan Pamuk’a “Akıllı ol!” diye bağıranından, kitaplarını kütüphanelerden toplatıp sokakta yakan kaymakama kadar, bizde de benzer şeyler oldu.

Diyebilirsiniz ki “Biz zaten tek milletiz. Irkçılıklarımızın da tek yumurta ikizi olması doğal”. Kesinlikle haklısınız derim.

Orada “Baltalar elimizde” diye sokaklara dökülenlerin, Eylisli’nin kulağını kesip getirene ödül vaat edenlerin, evinin önünde linç çığlıkları atanların, burada “Orhan Pamuk akıllı olsun!” diye bağıran Yasin Hayal’lerden, Hrant’ı sırtından vuran Ogün Samast’lardan zerre farkı yok. Eylisli’nin ‘halk yazarı’ unvanını elinden alan diktatör devlet başkanının, burada “Hepiniz piçsiniz!” mitingi düzenleyen eski İçişleri Bakanı’ndan zerre farkı yok.

Hepsi aynı ırkçılığın yılmaz savunucuları. Bunun nedeni gerçeklerden ve 100 yıllık ezberlerinin bozulmasından korkmaları aslında. İki ülkenin ırkçılarının da hedefi muhtemel bir kardeşliğin önünde kaya gibi bir set oluşturmak. Her ikisinin ırkçılarının da tek bildiği yöntem hakaret, tehdit, linç, ölüm. Her ikisi de ‘Ermeni’ye ezelden ebede düşman. O yüzden birbirlerine bu kadar benziyorlar.

Asırlık ezberlerinin bozulmasına en ufak tahammülleri yok. Bu yüzden Ermeni Soykırımı meselesinde birbirlerine sımsıkı sarılıyorlar. Türk şehitliğindeki bayrağının Azerbaycan tarafından indirmesine ses çıkarmayan milliyetçilerimiz, bir yazar “Şu kadar Ermeni öldürüldü” deyiverince ‘soydaşlarıyla’ birebir aynı tepkiyi verebiliyor. Azerbaycan’ın kışın ortasında –zaten pahalıya sattığı- doğalgazımızı kesmesi, uluslararası camiada bizi sık sık zor durumda bırakması filan önemsiz ayrıntılar. KKTC’yi tanımamaları ve ‘tek millet’in Türkiye kısmında kalan 75 milyon kişiye vize uygulamaları mı? Geçiniz. Söz konusu Ermeniyse bunlar teferruat.

***

Ermeni Soykırımı’nın 100. Yılı yaklaşıyor (2015). Bu gibi olayları daha çok yaşayacağa benzeriz. Evet, barışseverler artık gerçekleri daha yüksek sesle dile getiriyor. Ama sırtlarını devletlerine yaslayan bu linç güruhları da kardeşlik çabalarını yıkmak için ‘baltalarını bileyliyor’. İki tarafın ırkçılarına da karşı durmak bütün barışseverlerin boynunun borcudur.

Cengiz Algan – www.mühimhadiseler.org