Ana Sayfa Blog Sayfa 4386

Yakamıza barış rozetleri takalım!

Bugünkü gazetelerde yayınlanan “Barışa omuz vermeye çağırıyoruz!” başlıklı ilan metninde Kürt sorununun çözümü için sürdürülen müzakerelere destek veriliyor. Şu adreste imzaya açılan metni ilk imzalayanlardan biri olarak önce yaptığımız çağrıyı aktarayım:

“Bizler, toplumumuzun demokratik bir yönde gelişmesi için çaba gösteren yurttaşlar olarak, son gelişmeler üzerine aşağıdaki açıklamayı yapma gereğini duyuyoruz.

İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan ile yürütülen görüşmeler, özlemini çektiğimiz barışın kapısını ciddi bir biçimde aralamıştır. Toplumun neredeyse bütün kesimlerinde farklı ölçülerde var olan güvensizliği, korkuyu, tedirginliği ve kaygıyı gidererek süreci ilerletmek, huzur ve güveni artıracaktır.

Sürecin mümkün olduğu kadar şeffaf hale getirilmesi büyük bir ihtiyaçtır. TBMM’den başlayarak, çözüme katkı sunabilecek bütün taraf ve kesimleri sürecin parçası haline getirmek demokratik, adil ve kalıcı çözümü kolaylaştıracak ve hızlandıracaktır.

Bizler bu doğrultuda atılacak demokratik adımları, adresine bakmadan sahipleneceğiz. Hiç kuşku yok ki, bu büyük sorunun çözümü istisnasız herkese büyük sorumluluk ve görevler yüklemektedir. Bunun bilincinde olan ve yıllardır bu doğrultuda çaba gösteren insanlar olarak, geçmişten çıkarılan dersler ışığında herkesi bu zorlu büyük yürüyüşe katılmaya, destek olmaya, sorumlu davranmaya çağırıyoruz.

Bu yoldan yürünerek barış ve refah içinde, demokratik ve yeni bir Türkiye’ye ulaşabiliriz.”

***

İlk akla gelen soru böyle bir metnin gerekli olup olmadığı olabilir. Zaten “çözüm süreci” adı verilen müzakerelerin gayet iyi sürdüğünü, bizim gibi “barış istiyoruz bildirilerini imzalamaktan yorgun düşmüş aydınların” kendi kendilerine gelin güvey olduğunu düşünen köşe yazarı arkadaşlarımız var. Onlara göre devletin önce bizi barışa ikna etmesi gerekiyormuş! Kimse ne düşündüğümüzü merak etmediği halde habire bir şeyler imzalayıp duruyoruz sanırım.

Aslında durum oldukça açık. Ak Parti hükümeti, devletin ilgili kurumlarıyla (başta MİT olmak üzere) birlikte Türkiye devletinin 30 yıldır savaşmakta olduğu silahlı Kürt hareketi PKK ile müzakere ediyor, Kürt hareketinin sivil kanadı (BDP, DTK) da süreçte kolaylaştırıcı rol oynuyor ve taban desteği sağlıyor. “Dördüncü kuvvet” medyanın ana akımı ise bu kez “barış gazeteciliği” deyimini bile kullanacak kadar olumlu bir tavır sergiliyor. Yani barış için şartlar her zamankinden daha olgun. Bütün bu sürecin nasıl geliştiği hakkında bir de benim bilgiç değerlendirmeler yapmama ihtiyacınız olduğunu sanmıyorum. Sonuçta silahların susması, Kürt halkının haklı taleplerinin hiç olmazsa bir kısmının karşılanması ve her zaman Kaf dağının ardında olduğunu düşündüğümüz barışın bu ülkenin dağlarına da gelmesi imkanı doğmuş bulunuyor. Bize de hem bu süreci, hem de süreci yürütenleri, eyvah Ak Parti’yi destekliyoruz, eyvah PKK’yi destekliyoruz, kaygısına kapılmadan desteklemek düşüyor.

Sürece destek vermenin önemsiz ve hele ki dalga geçilecek bir çaba olduğunu düşünmüyorum. Toplumda barış isteği hiç olmadığı kadar görünür halde, ama ortada sarsılmaz bir toplumsal mutabakat falan yok. Parlamentodaki dört partinin ikisi sürecin içinde, ikisi (CHP ve MHP) karşısında. (CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ilk başta açıkladığı sessiz desteği sürdürmeyi yanlış muhalefet anlayışı yüzünden  maalesef başaramadı.) Milliyetçilik bu ülkenin iliklerine işlemiş ve hakim ideoloji olmayı sürdürüyor. Irkçılık ve ayrımcılık hiç yokmuş sanılacak kadar yaygın. Savaş, silah, kahramanlık, şehitlik, hala olumlu değerler olarak görülüyor. Şiddet toplumsal yaşamın bir parçası. Üstelik 30 yıllık savaşın yarattığı travma asıl evlerin içinde sürüyor.

Bu toplumsal yapı elbette pasifist bir barış arayışı doğuramadı, barış sürecinin çok daha pragmatik bir noktadan başlaması kaçınılmazdı. Üstelik Türkiye’de “yaşayan” insanların “hiçbiri” Türkiye sınırları içinde yaygın olarak süren topyekun bir savaşı yaşamadı. Türkiye (çok şükür!) İkinci Dünya Savaşı’na girmedi, mevcut cumhuriyet döneminde hiçbir yeri işgal edilmedi (tam tersine kendisi işgalci oldu), herhangi bir kenti havadan bombalanmadı (Dersim hariç, o da kendi kendine!), yeni devletin büyük bir soykırımın üzerine kurulduğu bile son yıllarda bilinç düzeyine çıkmaya başladı. Evet, iç çatışmaların bedelini çok ağır ödedik, ama İkinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki topyekun savaşların hiçbirini yaşamadık. Bu da bugün Türkiye’de “yaşayan” insanların savaş hafızasının büyük ölçüde Kürt meselesiyle sınırlı olması anlamına geliyor. Bu şansımız, yani topyekun bir savaş yaşamamış oluşumuz, ironik bir şekilde toplumdaki barış özleminin pek çok faktör tarafından kolaylıkla etki altında bırakılabilir ve kararsız bir hal almasına neden oluyor.

Bu nedenle süreci yüksek sesle desteklemek, toplumda her zamankinden daha güçlü hale gelen barış talebini canlı tutmak zorundayız. Bunun için destek bildirileri yayınlayalım, imzalar atalım, arabaların camlarına, evlerin kapılarına barış çıkartmaları yapıştıralım, yakamıza barış rozetleri takalım, sokakları, otobüs duraklarını, kamusal alanın (tabii internet dahil) her yerini barış afişleri, barış sözleri, barış işaretleriyle donatalım. Her şeyi devletten beklemeyelim yani!

Gelinen noktada en büyük kazançlardan biri Abdullah Öcalan’ın tartışmasız öncülüğünün sadece devlet değil, toplum tarafından da kabul edilmesi, sivil Kürt hareketinin rolünün de çok daha iyi anlaşılması oldu. Tayyip Erdoğan’ın barış sürecinin liderliği rolünü sürdürmesini sağlamak için de elimizden geleni yapmalıyız.

Ben bu sürecin barışla sonuçlanacağına inanıyorum. Eğer barışı kazanabilirsek, işte asıl o zaman yıllardır barış istemiş ve barış bildirileri imzalamaktan yorgun düşmüş olmakla övünebiliriz.

Zimbabwe halkı yeni anayasa için sandığa gidiyor

Zimbabveliler Cumartesi günü yeni anayasayı oylamak üzere sandık başına gidiyor. Siyasal rakipler Cumhurbaşkanı Robert Mugabe ve Başbakan Morgan Tsvangirai arasında 2008’de kurulan koalisyonun şartlarından biri de yeni bir anayasa hazırlanmasıydı.

Taslak anayasa, ülkedeki üç siyasal partinin de temsil edildiği 25 üyeli bir komitenin ürünü. Hem Mugabe, hem de Tsvangirai’nin desteklemesi nedeniyle Cumartesi günü yapılacak olan halkoylamasında anayasanın kabul edilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Taslak anayasa, 1980’den bu yana yürürlükte olan mevcut anayasadan büyük ölçüde farklı. İşte farklılıklardan bir kaçı:

Cumhurbaşkanı’nın görev süresi: Taslak anayasa Cumhurbaşkanı’nın her biri 5 yıl olacak şekilde en fazla 2 defa seçilebileceğini belirtiyor. Mevcut anayasada Cumhurbaşkanı’nın görev süresi 6 yıl ve tekrar seçilmesi konusunda herhangi bir sınır yok.

Yargı atamaları: Taslak anayasa Cumhurbaşkanı’na tüm yargıçları atama yetkisi veriyor ancak yargıçların Adalet Hizmetleri Komisyonu’nun hazırlayacağı listeden seçilmesi gerekiyor. Mevcut anayasaya göre ise Cumhurbaşkanı Adalet Hizmetleri Komisyonu’na sadece danışmak zorunda ve Komisyon’un düşüncesinin aksine hareket edebiliyor.unda herhangi bir sınır yok.

Yargısal yorum: Taslak anayasa, Güney Afrika Anayasası’nın 39. Bölüm’üyle benzer bir düzenleme içeriyor. Taslak anayasa, yargı organları ve diğer kurumların temel özgürlükleri ve insan haklarını yorumlarken “uluslararası hukuku dikkate alması” ve “ilgili yabancı hukuku göz önünde bulundurması” gerektiğini belirtiyor. Mevcut anayasa ise yargı organları ve diğer kurumlarla ilgili böyle bir düzenleme içermiyor

Uluslararası hukuk: Taslak anayasa, Zimbabve’nin tarafı olduğu tüm uluslararası sözleşmelerin, antlaşmaların ve anlaşmaların iç hukuka aktarılmasını gerektiriyor. Mevcut anayasa ise, aksine, Zimbabve’ye bunları iç hukuka aktarmak konusunda serbestlik tanımakta.

Diğer düzenlemeler:Bunun dışında taslak anayasa eşcinsel evliliği yasaklıyor, seçim bölgelerini yeniden düzenliyor, kamu borçlanmasını sınırlıyor. Taslak anayasa ayrıca, seçimler, insan hakları, cinsiyetler ve medya ile ilgili bağımsız kurumlar kuruyor. Bunun yanında taslak anayasa Yolsuzluk Karşıtı Komisyon’un yanı sıra bir de Ulusal Barış ve Uzlaşma Komisyonu kuruyor.

Anayasa oylamasına uluslararası ilgi büyük olsa da Zimbabve, Cumartesi günü yapılacak oylamaya Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’nin gözlemci göndermesini reddetti. Zimbabve Dışişleri Bakanı Simbarashe Mumbengegwi yabancı gözlemcilerin nesnelliğiyle ilgili şüphelerini dile getirdi: “Gözlemci olabilmek için nesnel olmanız gerekir ve bir kez taraflardan birine ceza verdiğinizde nesnelliğiniz yanıp kül oluyor.” Mumbengegwi sözlerini şöyle sürdürdü: “Onların seçimlerine bizi hiçbir zaman davet etmeyenleri neden davet etmek zorunda olduğumuzu anlayamıyorum.”

Buna karşın, Afrika Birliği oylamayı gözlemek üzere davet edildi.

 

(I-CONnect, Anayasa Gündemi)

 

 

Galatasaray’a İspanya’dan Real Madrid, Fenerbahçe’ye İtalya’dan Lazio

UEFA İsviçre’deki Nyon kentindeki merkezinde Şampiyonlar Ligi ile Avrupa Ligi Çeyrek Finalleri için eşleşmeleri belirledi. Galatasaray, İspanya’nın Real Madrid takımı ile karşılaşırken Fenerbahçe İtalyan Lazio ile çeyrek finalde kozlarını paylaşacak.

Türk futbolunun iki ezeli rakibi farklı kupalarda avrupada da rekabeti sürdürüyor

Sarı Kırmızılı ekip Nisan ayının ilk haftası Real Madrid deplasmanına gidecek, Sarı Lacivertliler ise iki maçlık suskun tribünlerin ardından Lazio’yu tıklım tıklım dolacağı şimdiden kesin olan Şükrü Saraçoğlu’nda ağırlayacak. 3. ve 4. tur müsabakalarında cezası nedeni ile rakiplerine karşı seyircisinin desteğinden yoksun oynayan Fenerbahçe’yi çeyrek finalde de bir sürpriz bekliyor. Bu turda da Lazio seyircisiz oynama cezası aldı. Böylece Fenerbahçeli futbolcular üst üste üç kez avrupa kupalarında rövanş maçlarını sessiz tribünler önünde oynayarak muhtemelen kırılması güç bir rekorun da sahibi olacaklar.

Galatasaray ile Real Madrid gene Çeyrek Finalde karşı karşıya

Aslan’ın çeyrek finaldeki rakibi Real Madrid bundan 12 sene önce de aynı turdaki rakibi idi. 2000 yılında UEFA kupasını kazanan Galatasaray, 2000 – 2001 sezonunda Mircea Lucescu yönetiminde çeyrek finale kalma başarısını göstermiş, Ali Sami Yen’de ilk yarısını 2 – 0 yenik kapadığı maçın ikinci yarısında tarihi bir geri dönüş ile maçı 3 – 2 kazanmayı bilmişti. Barnabeu’daki randevudan 3 – 0 galip ayrılan Real Madrid ise yarı final biletini kapan ekip olmuştu.

Ronaldo mu Burak mı?

Burak Yılmaz'ın gol sevinçlerinde zaman zaman Ronaldo'dan esinlendiği dile getiriliyor

Bu eşleşme Şampiyonlar Liginin bu seneki gol krallarının da kapışmasına sahne olacak. Christiano Ronaldo ile Burak Yılmaz bu sezon attıkları 8’er gol ile gol krallığında zirvede bulunuyor. Galatasarayın gol makinası Burak Yılmaz, Schalke maçında attığı golle peşpeşe altı maçta gol atma başarısını göstererek bu alandaki rekoru egale etmişti. Burak, Barnabeu’daki randevudan da gol sesi çıkartırsa kırılması güç bir rekorun yeni sahibi olacak.

Mourinho’nun eski öğrencileri Jose’ye karşı

Bu kez rakipler

Eşleşmede bir başka ilginç karşılaşma ise Real Madrid teknik direktörü Jose Mourinho ile eski öğrencileri Drogba, Sneijder ve Hamit Altıntop arasında olacak. 3 yıldız Portekizli teknik adamın üç ayrı takımında (Chelsea, İnter ve Real Madrid) en büyük silahları konumunda idiler.

Özerllikle de Drogba ile Jose Mourinho’nun sürekli gündeme getirilen dostluğu düşünüldüğünde çeyrek final maçlarının çok ilginç manzaralara gebe olacağını şimdiden öngörmek olası.

Şampiyonlar Ligi’nde Çeyrek Final eşleşmeleri şu şekilde gerçekleşti

Bayern Münih – Juventus
Malaga – Dortmund
Paris Saint-Germain – Barcelona
ve
Real Madrid – Galatasaray

Fener’in rakibi Lazio

Fenerbahçe talihin garip bir cilvesi olarak Lazio maçının rövanşını da boş tribünlere karşı oynamak zorunda

UEFA Avrupa Ligi çeyrek finalinde Fenerbahçe’nin rakibi Lazio oldu.

UEFA Avrupa Ligi’nde Fenerbahçe, Borussia Mönchengladbach, Marsilya ve AEL Limassol’un yer aldığı grubu 13 puanla lider tamamlayan Fenerbahçe bir sonraki turda Belarus temsilcisi BATE Borisov’u elemişti. Son 16 turunda ise Viktoria Plzen ile eşleşen sarı-lacivertli takım 1-0 ve 1-1’lik skorlarla turu atlamıştı.

UEFA Avrupa Ligi Çeyrek Final eşleşmeleri

Chelsea – Rubin Kazan
Tottenham – Basel
Benfica – Newcastle United
ve
Fenerbahçe – Lazio

(Yeşil Gazete)

Dinçdağ uluslararası bir maçta düdük çalıyor

Kaos GL tarafından düzenlenen Bölgesel Ağ Buluşması’nın son günü olan bugün Bölgesel Ağ Buluşması için 18 ülkeden Ankara’ya gelen homofobi karşıtları ve Ankara’daki çeşitli elçiliklerin çalışanları homofobiye karşı ses çıkarmak için eşcinsel olduğu gerekçesi ile hakemlik görevinden el çektirilen Halil İbrahim Dinçdağ’ın yöneteceği maçta yeşil sahaya çıkacak.

Türkiye Futbol Federasyonu tarafından eşcinsel olduğu için görevden alınan hakem Halil İbrahim Dinçdağ ise maçın hakemi olacak. TED Koleji Kapalı Halı Saha’da oynanacak maç saat 14:00’da başlayacak.

Futbol maçına Almanya Büyükelçiliği çalışanları da katılacak

Alman Hükümeti İnsan Hakları Sorumlusu Markus Löning, cinsel kimliğe dayalı ayrımcılıkla ilgili şu açıklamayı yaptı: “Dünya çapında milyonlarca insan cinsel kimliklerinden dolayı takip edilmekte ve dışlanmaktadır. Bu durum kabul edilemezdir. Herkes hayatını ve cinsel tercihini özgürce yaşayabilmelidir.”

Maçın ardından Ayrımcılıklara Karşı Futbol Forumu

Maçın ardından yapılacak Ayrımcılıklara Karşı Futbol Forumu futbolda ayrımcılık, özellikle de homofobi üzerine önemli çalışmalar yapan örgütlerin katılacağı bir tartışma ortamı sunacak. İngiltere’den FARE (Avrupa’da Irkçılığa Karşı Futbol) Yönetim Kurulu Başkanı Piara Powar ve “Football vs. Homophobia” örgütünden Lou Englefiled ile Hırvatistan’dan qSPORT’tan Zeljko Blace’in konuşmacı olacağı forumda Hakem Dinçdağ da çalışma hayatında yaşadığı ayrımcılığı anlatacak.

Bölgesel Ağ Futbol Maçı

14:00 – 15:00
Yer: TED Koleji Kapalı Halı Saha, Yenişehir
19 ülke, hakem Halil İbrahim Dinçdağ ile dayanışma maçı yapıyor…
Ankara’daki büyükelçilik çalışanları da homofobiye karşı bu etkinlikte yer alıyor!

Ayrımcılıklara Karşı Futbol Forumu

15:30 – 17:30

Yer: Ankara Üniversitesi, Cebeci Kampüsü, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Küçük Amfi

Moderatör: Betül Yarar, Ankara Üniversitesi
Halil İbrahim Dinçdağ
Piara Powar, FARE Yönetim Kurulu Başkanı, İngiltere
Lou Englefiled, Football v Homophobia, İngiltere
Zeljko Blace, qSPORT, Hırvatistan

(Kaos GL)

 

 

6284 Sayılı Kanun, Kadına Yönelik Şiddeti önlemeye yeterli mi?

Marmara Hukuk Fakültesi’nde “Hukukta Kadın” etkinlikleri devam ediyor, Ar.Gör. Gözde

Atasayan ve Kadın Hakları Savunucusu Av. Hülya Gülbahar’ın konuşmacı olarak katıldığı eğitimde,6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Hakkındaki Kanun tartışıldı. Dil konusuna özel vurgu yapılırken, kanunların uygulanmasındaki sorunlar ele alındı.

“Ulusal Kadın Erkek Eşitliği Platformu kurulsun”

Kadın hakları konusunda Türkiye’nin karnesini oluşturmak için, iktisadi, siyasi, sosyal, eğitim ve iş hayatında kadının konumu hakkında bilgi veren Kadir Has Üniversitesi Ar. Gör. Gözde Atasayan, son raporların verilerini paylaştı. Yeni anayasada kadın haklarının nasıl yer alabileceğini konusunda, eşitlik maddesinin anayasada belirtildiği üzere uygulanmasının önemini vurguladı.

Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelerin esas alındığı bir anlayışla, devletin anayasada pozitif yükümlülükle kadın erkek eşitliğini sağlamasına dikkat çeken Atasayan, ulusal eylem planı yapan, kendi bütçesi olan özerk bir kuruluşun var olması gerekliliğini dile getirdi.

“İlk önce psikolojik şiddeti durdurun”

Yeni ve eski anayasa bağlamında süreç hakkında bilgi veren Kadın Hakları Savunucusu Av. Hülya Gülbahar ise, kadının konumunun hizmet ve itaat üzerinden tarif eden bir bakış açısını sorguladı, meselenin özünün burada yattığını ifade etti. Gülbahar, kavramların önemine, uluslararası sözleşmelerin ve çevirilerinin yerindeliğine değindi:

“Örneğin, dayak yemek-atmak hiyerarşisi olan bir kavram. Bunun yerine “şiddete maruz kalma”yı kullanıyoruz. Kadına yönelik şiddet dayakla ilişkili olarak algılanması hatalı. Şiddetin kapsamı, dayak değildir; psikolojik , ekonomik, cinsel şiddet biçimleri vardır. Özellikle psikolojik şiddet travmatiktir, çok derindir,kalıcı hasar bırakır. Ve aslında çok basit bir şekilde cinsiyetçi bir şakayı durdurduğunuzda, şiddetin diğer boyutlarını engelleyebilirsiniz. İlk olarak psikolojik şiddeti durdurun, tepki gösterin.

“Kadın, aile kavramı içine kapatılıyor”

Hukuk uygulamaları hakkında görüşlerin katılımcılarla soru cevaba açılarak tartışıldığı toplantıda, yaratılan toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında kadının aile kavramının içine kapatılmak istenmesi eleştirildi.

Birleşmiş Milletler (BM) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi(CEDAW)’ın uygulanmasına yoğunlaşılırken, Av. Hülya Gülbahar bu süreçte eşitlik maddesine eleştiri getirerek, eşitliğin nasıl uygulanacağının değil neden eşitlik olduğu noktasına gerilendiğini söyledi. Ar. Gör. Gözde Atasayan ise, mevcut durumdan sıyrılmak adına, eşitlik maddesinin uygulamaya dönük neler yapılabileceğini aktardı, devletin cinsiyetler arası eşit katılım vurgusu konusundaki pozitif yükümlülüğüne dikkat çekti.

Etkinlikler kapsamında bugün ise “Kadın Olmak” paneli düzenleniyor. Üç oturumdan oluşan panelin başlıkları: Kadına Karşı Şiddet, Kadın Emeği ve Kadın Cinayetleri.

Haber ve Fotoğraflar: Büşra Akman

(Yeşil Gazete)

Samsung, Galaxy S4 modelini Times Square’de tanıttı

Samsung‘un akıllı telefon pazarındaki en güçlü silahlarından biri olan Samsung Galaxy S4, New York Times Square’de düzenlenen etkinlikle tanıtıldı. Donanımsal özellikler bakımdan üst segment akıllı telefon standartlarını bir üst seviyeye taşıyan yeni Samsung Galaxy S cihazında, işlemciden tasarıma kadar hemen hemen her noktada önemli değişikler bulunuyor.

Söylentilerde olduğu gibi 5 inçlik 441 PPI Full HD ekran ile pazara çıkan Samsung Galaxy S4′te dört çekirdekli 1.9 Ghz işlemci, 13 megapiksel kamera ve 2 GB ram gibi özellikler bulunuyor. Galaxy S4′te PHOLED tabanlı Super AMOLED ekran kullanılması cihazın ekran kalitesini bir adım daha öne taşıyor. Bu ekran ile Samsung Galaxy S4 yüzde 25 daha az enerji tüketen bir panele sahip oldu.

Samsung Galaxy S4′te öne çıkanlar arasında kamera özellikleri bulunuyor. Cihazda bulunan iki kamera da aynı anda çekim yapabilmesinin yanı sıra fotoğraflara ses eklentileri yapılabiliyor. Öte yandan çoklu çekimler yapılarak istenmeyen fotoğraflar silinebiliyor.

Bir diğer yeni özellik ise S Translator. Kullanıcıların sesli çeviri yapmasını gerçekleştiren bu özellik sayesinde kullanıcıların yurtdışında iletişim kurmasının kolaylaştırılması amaçlanıyor. S Translator şu anda 9 dili  destekliyor.

Görkemli törende sokak gösterileri de eksik olmadı

Samsung Galaxy S4, Note II ile benzer özellikleri de içinde barındırıyor. Bunun ilk örneği olarak Note II’de yer alan Air View. S Pen’in ekrana dokunmasına gerek kalmadan kullanılan özelliğin benzeri Samsung Galaxy S4′te de bulunuyor. Ekrana 1 veya 2 cm arası uzaklıktan ekrana dokunmaksızın bazı işlemleri yapmak mümkün.

Fiyatı belirlenmedi

Samsung yeni cihazı ile ilgili herhangi bir fiyat açıklamış durumda değil. Bu durum Samsung Galaxy s4’ün Türkiye tüketicisine kaç tl’ye patlayacağı tahminini yapmayı da imkansız kılıyor.

Samsung Galaxy S4, Nisan sonu itibariyle 155 ülkede satışa sunulmuş olacak. Cihazın Türkiye’de satışa çıkacağı net tarih ise şu ana kadar açıklanmadı.

(T24)

 

Adana’da Gazi Mahallesi Katliamının yıldönümü protestosu

Gazi Mahallesi Katliamı’nda yaşamını yitirenler, Adana’da çeşitli sivil toplum örgütü, sendika ve siyasi parti üyeleri tarafından anıldı.

5 Ocak Meydanı’ndan İnönü Parkı’na kadar düzenlenen yürüyüşün ardından açıklama yapan HDK Adana Sözcüsü Güven Boğa, “Tarihi darbeler, tertipler, katliam ve provokasyonlar tarihi olan Türkiye’de darbe karşıtı ve mağduru görünümüne rağmen, kanlı Pazar, 16 Mart, Gazi, Sivas, Maraş, Çorum, Roboski katliamlarını araştırmayı bile akıllarından geçirmeyen, siyasi cinayetleri ‘faili meçhul’ cinayetleri ve toplu mezarların akıbetini soruşturmayan AKP hükümeti, sözde Ergenekon’u ve derin devleti açığa çıkaracağını iddia etmektedir. Gerçekleşen onca karanlık tertibin üzerini kapatan AKP yaşananların destekçisi halindedir” diye konuştu.

(Ötekilerin Postası)

Yeşilev veda ediyor

Yeşil hareketin İstanbul’daki merkezlerinden Yeşilev, bu cumartesi düzenlediği bir geceyle veda ediyor.

Yeşilev koordinatörlerinden yapılan açıklamada “Hepimizin türlü vesilelerle anılar biriktirdiği muhabbet durağımız, toplantı mekanımız, kutlama denilince akla ilk gelen yerimiz, göz bebeğimiz Yeşil Ev’e veda ediyoruz…” dendi.

Bu “veda”, cumartesi akşamı başlanıp pazar sabahına kadar devam edecek bir geceyle taçlandırılacak. Gecenin facebook sayfasında verilen bilgilere göre, 16 Mart Cumartesi akşamı 20:00’de başlayacak olan gece, sabahın ilk ışıklarına kadar devam edecek.

İstiklal Caddesi Balo Sokağında (Nevizade bitişiği) bulunan Yeşil Ev, kendini mutlu hissetmek isteyen herkesin nefes alabildiğ ender İstanbul mekanlarından birisi idi

Yeşilev koordinatörleri yolu Yeşilev’den geçen herkesi “burada yaşadığımız anılar, biriktirdiğimiz dostluklar hatırına sizleri hep birlikte son bir kez dans etmeye, birlikte sarhoş olmaya, muhabbet etmeye” bekliyor.

Beyoğlu Balo Sokak’taki mekanından çıkmak zorunda kalan Yeşilev’in yeni bir mekan arayışında olduğu, ancak uygun bir yerin henüz bulunamadığı da gelen haberler arasında.

Yeşil hareketin sembol mekanlarından olan Yeşilev, Yeşiller Partisi’nin ve ardından kurulan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin de İstanbul Beyoğlu civarındaki merkezi işlevi görüyordu.

Türkiye Yeşillerinin Onursal eşsözcüsü Feride kendinden emin bakışları ile tüm yeşillere umut tazelerken

Yeşilev aynı zamanda LGBT aktivistlerinden savaş karşıtlarına, feministlerden permakültürcülere kadar çok geniş toplumsal kesimlerin İstanbul’daki toplantı, etkinlik ve buluşma mekanıydı.

(Yeşil Gazete)

 


Rio’da olimpiyat gölü, balıklar ölü

 

Rio'nun yakınında bulunan Corcovado Dağı'nın eteklerindeki Rodrigo de Freitas Gölü'nün yüzeyi ölü balıklarla doldu. Fotoğraf: Christophe Simon/AFP/Getty Images

 

Rio de Janeiro’daki Rodrigo de Freitas  Lagunu’nun üstünü yaklaşık 65 ton balık ölüsü kapladı.

Balık ölümlerine, geçtiğimiz günlerde gerçekleşen fırtınaların göle doldurduğu organik madde nedeniyle gölün oksijensiz kalmasının sebep olduğu düşünülüyor.

Yetkililer gölde büyük bir “temizleme” operasyonu başlattı.

Benzer bir durumun 2009’da da yaşandığı ve 100 tona yakın binlerce balığın ölümüne neden olduğu bildirildi.

Rodrigo de Freitas, 2016 Olimpiyatları’na evsahipliği yapacak olan Rio’da kürek yarışlarının gerçekleştirileceği göl.

 

(The Guardian, Yeşil Gazete)

Silahların susmasından kimler endişe ediyor?-Kemal Burkay

Silahların susması ve PKK’nın silah bırakması hangi çevreleri tedirgin eder? Bunu anlamak zor değil. Gazetelerin köşe yazarlarını okumak bile bu konuda yeterince fikir veriyor.

Ben okurlara yalnızca sevdikleri, görüşlerini kendilerine yakın buldukları yazarları değil, ötekilerini de salık veririm. Hani çoğu zaman dönüp bakmadıklarımız… Şoven, Ergenekoncu muhibbi, darbeci dostu, Kürt düşmanı bildiklerimiz… Yazılarını sitelerimizde okurlara sunmadığımız… Zaman zaman, örneğin şu dönemde onların yazdıklarına da bakmakta yarar var.

Öcalan’la görüşülmesine, ortamın yumuşamasına, PKK’nın elindeki tutsakların bırakılmasına, PKK’nın silah bırakmasına yönelik sürecin şimdilik ciddi bir engele takılmadan ilerlemesine nasıl da ateş püskürüyorlar. Barışa açıkça karşı çıkamıyorlar, “Hayır ben savaşın devamını istiyor, kan dökülmesinden zevk alıyor, yarar görüyorum” diyemiyorlar tabi. Ama söyledikleri aynı kapıya varıyor. Silahların susması gereğinden, kanın durmasından söz edenleri alaya alıyorlar. Bu görüşmeleri başlatan hükümeti, daha önceki benzer girişimlerde ve adımlarda olduğu gibi ihanetle suçluyorlar. Üstelik bu kez, yalnızca hükümeti değil, söz konusu sürece engel çıkarmayan, uyum sağlamış görünen BDP’yi de suçluyorlar. Oysa daha kısa süre öncesine kadar bunlar BDP ile aynı cephede görünüyorlardı. Darbecilerin işi kırık gittiğinden bu yana PKK’nın ve KCK’nın eylemlerine umut bağlamışlardı…

Onlara göre AKP hükümeti ve “Kürtçüler, bölücüler” el ele vermiş… Türk milleti yok olmakla, vatan bölünmekle yüz yüze!

Evet, bu kesimin tutumu anlaşılırdır. Bu kesim geçmişten beri, tek tip toplum yaratma adına ülkedeki farklı renkleri yok sayan, yok etmek isteyen, Kürt halkının haklı taleplerini şiddetle ezmeye çalışan, asimilasyoncu kesimdir. Ama tüm zulümlerine, katliamlarına, soykırımlarına rağmen başarıya ulaşamadılar ve gelinen noktada toprağın altlarından kaydığını görüyorlar. Bu nedenle statükoyu korumak için canhıraş bir çaba içindeler. Ama bu aşamadan sonra değişimi durdurmalarına imkan olmadığını görüyor ve bu duruma ağıt yakıyorlar. Evet, bunların derdine derman yoktur.

Salt bu kesimin tutumuna bakarak bile, silahları susturmaya yönelik sürecin bu ülkenin, Kürt-Türk tüm insanlarımızın yararına olduğunu anlayabiliriz.

Öte yandan silahların susması konusunda ikircikli olan, hatta endişe duyan başka kesimler de var. Bunlar hem Kürtler, hem de kendilerini Kürt dostu sayan Türkler arasında var.

Kürt kesimindekiler “PKK silah bırakırsa ne olacak, Türk devleti ne verecek?” diye düşünenlerdir. Bunlar PKK’nın, BDP’nin tabanında da var, dışında da. Böyle düşünenler bu örgütün ortaya çıkış öyküsünü ve 35 yıllık serüvenini iyi bilmeyen, kavramayanlardır. Bunlar söz konusu savaşın ne getirip ne götürdüğünü bir türlü bilemediler. Silahları, hak talep etmek ve elde etmek için sigorta sanıyorlar.

PKK’nın geçmişine, kurulduğu günden bu yana izlediği politikalara ilişkin olarak çok şey söyledik, yazdık ve bunların tekrarı gerekmez. Şu kadarını söyleyelim ki PKK açısından bugün gelinen durum hiç de sürpriz değil. Bugün olup bitenlere şaşıranlara şunu sormak gerekir: Ne bekliyordunuz? Böyle olacağı daha başından belli değil miydi?

Bu bir yana, savaşın Kürtlere bedeli çok ağır oldu. Bu aşamadan sonra ise silah Kürt halkının haklı mücadelesinin önünde tümüyle engeldir. Silahlar bir an önce susmalı ki Kürt siyaseti normal kanallarına yönelsin.

“Devletin ne vereceğine” gelince… Bu kaygıyı duyanlar öncelikle şu altın kuralı hatırlamalı: Hak verilmez, alınır. Bunun yolu da ille silahlı eylem, hele hele, yanlış bir elde, yanlış bir yolda yürütülen silahlı mücadele değildir. Temel mücadele siyasaldır ve bunun için doğru bir program üzerinde el ele vermek, doğru yol ve yöntemler izlemek gerekir. Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye sınırları içinde nüfusu 25 milyona ulaşan Kürt halkı, sağlıklı bir siyasal mücadele ile bunu başaracak güçtedir.

PKK’nın silah bırakması konusunda endişe duyan bir kesim de Kürt dostu olduklarını söyleyen bir bölüm Türk solcularıdır. Bunlar da PKK-BDP kesiminin Öcalan’a uyup “demokratik özerklikten”, “anadilde eğitimden” bile vazgeçtiğini söylüyorlar.

Ne var ki, eğer bu kesimler hafızalarını yoklarlarsa, Öcalan’ın daha 1999’da, yani yakalanıp İmralı’ya konduğunda her şeyden vazgeçtiğini “demokratik cumhuriyet” talebi adına Türk devletinin ve kendisinin sağlığından başka bir şey istemediğini, partisinin de onun dediklerine bir bir uyduğunu hatırlayacaklardır. Sonradan ne olduysa, herhalde Kürtlere bir şey istiyormuş görünümü vermek ve onları oyalamak için “demokratik özerklik” diye literatürde bile olmayan, içi boş bir şey ileri sürdüler ve anadilde eğitimden söz eder oldular.

Bu sol çevreler ayrıca, PKK’nın 1999’da silahları tamamen susturduğunu, güçlerini sınır dışına çektiğini ve 4-5 yıl süreyle tek kurşun sıkmadığını hatırlamalı ve 2004 yılında, yani darbe girişimlerinin sahne aldığı bir aşamada, PKK’nın neden ve kimlerin itmesiyle yeniden savaş konumuna itildiği üzerinde de düşünmelidirler.

Ne var ki PKK-BDP kesimi gibi, PKK muhibbi söz konusu solcular da bunun üzerinde düşünmeye bir türlü yanaşmadılar. Çünkü onlar PKK’ya gönüllerindeki devrimci rolü verdiler. Kendileri kaybetmişti ve şu büyülü silahlı mücadele sonucu gelecek devrimin şövalyesi belki de PKK idi… “Kürt hareketi” onlar için son dayanak, son barınaktı.

Bu boş rüya da şimdi çöküyor ve bu nedenle sevgili solcularımız bir düş kırıklığı yaşıyorlar. Kraldan çok kralcılık yaparak PKK’ya akıl veriyor, “silahları ne karşılığında bırakacaksınız?” diyorlar.

Hayır hayır, kimsenin Kürtler adına endişelenmesine gerek yok. Silahlar sussun ve şiddet batağı sona ersin artık. Halk çocukları, her iki yanda da boş yere ölmesin, toplum acı çekmeye devam etmesin. Bu kirli savaş dursun.

Bizim haklarımız mı? Kürt halkı Öcalan ve PKK olmadan önce de haklarının bilincinde idi, hak ve özgürlüklerini elde etmek için mücadele ediyordu. O, PKK ve silahları olmasa da bu mücadeleyi sürdürür. Özgürlüğe ve demokrasiye ulaşmak isteyen tüm Kürt yurtseverlerine düşen de yanlış aktörlerden çözüm beklemeye artık son verip doğru bir kanalda örgütlü mücadelenin saflarına katılmak, elini taşın altına koymaktır.

Özgürlüğü hak etmek bilinç ve emek gerektirir.

Kemal Burkay-http://www.dengekurdistan.nu