Ana Sayfa Blog Sayfa 3564

Göçebeler, iklim değişikliğinin rüzgâr gülü mü?

Tom Hart tarafından New Internationalist blog‘da yayınlanan haberi Yeşil Gazete yazarı Ali Serdar Gültekin‘in çevirisiyle paylaşıyoruz.

***

Ve cazibesi tabii, göçebeler yanlarında sıra dışı ticaret ürünler ve inşa edilmiş çevrenin ötesinde bir hayat olduğuna dair hikâyeler getirdiler. Yurttaşlar vergiler, morgagelar ve bürokratlardan usandığında eski bir avlanma sahasında bir çadır içinde hayat cazip hâle geldi.

İlk başparmak soğuk ısırığıyla karardığında bu değişti tabii.

İnsanların neden bir yurtta tatil yapmak için “Han fidyesi” ödediklerini açıklamak için bunun bir miktar yardımı oluyor. Aynı zamanda neden “teknoloji göçebeleri” olduğunu çünkü bir diploması ve internet bağlantısı olan herhangi birinin daha antropolojik ağırlığı olan ve “avareden” daha iyi sıfatları ima eden bir unvan istediklerini açıklamaktadır.

Yerleşik medeniyetler göçebeliği azaltmak için ellerinden geleni yaptılar. Bu yaşam tarzı çok geniş arazilere ve düzene sahip olmaya, yani “iyi” yönetilen bir devlete uygun değildir.

Göçebeler Changtang, Ladakh, 2010
Göçebeler Changtang, Ladakh, 2010

Devletlerin kasıtlı olarak başarmaya çalıştıkları iklim değişikliği nedeniyle kazara bitmiş olabilir. İronik olarak devletlerin az ya da çok göçebeliğe tolerans gösterdiği tarihsel an fenomenin çevresel temellerinin sarsıldığı an da olabilir.

İklim değişikliğinin göçebelerin bel bağladıkları hayvanlar için yem ve içme suyu kaynaklarına erişimin azalmasına ve işlek göç rotları üzerinde hastalık yayılımının değişmesine sebep olması beklenmektedir.

“Kuraklıklar her zaman göçebe yaşamın bir parçası olmuştur. Yüzyıllar içinde göçebeler kuraklıklarla başa çıkmak için sürülerini mekânsal ve geçici hareketlilikle, kuraklık için acil durum meralarını kullanmakla, gayri resmi bir risk paylaşma ağı ve adapte olmuş nesillerle bir hayatta kalma stratejisi geliştirmişlerdi.” diyor iklim değişikliğinin göçebeler üzerindeki etkilerini çalışan Helmholtz Centre for Environment Research’ten Birgit Müller.

Göçebe Oyununu Oynamak

Yılanlar ve merdivenler göçebe hayatı geniş şekilde özetler fakat Helmholtz Centre daha kusursuz bir masaüstü oyun geliştirmiş ve oyunculara bir göçebenin kuraklıklardan dünya pazarlarında artan fiyatlara kadar günlük sorunlarıyla mücadele etmek için stratejiler geliştirmelerini sağlamıştır.

“Zorluklar göçebeler risk azalmak için daha fazla strateji uygulayamadıklarında başlıyor.” diyor Birgit Müller ve ekliyor “Eski mera alanlarında, özellikle de kuraklık zamanları için ayrılanlarda, tarım arazisinin artması büyük bir zorluk. Geniş ölçekli tarımsal faaliyetler Etiyopya gibi Afrikalı hükümetlerin destekledikleri bir şey.”

Bir hükümet ya da bir hayır kurumu ne zaman “boşa kullanılan” bir kamusal alan görse, göçebeler zor zamanlar için ayrılmış bir alan görürler. Eğer bu alan tarım için geliştirilirse göçebeler kimse farkına varmadan önemli bir desteği kaybetmiş olurlar.

İklim değişikliği tek başına göçebe grupları yok etmeye yetmez. Müller toprak kullanımı çatışmaları ve sosyal değişiklikleri de içeren etki eden faktörlerin çeşitliliğine dikkat çekiyor. İklim değişikliğinin eklediği ise fazladan bir gerilim noktasıdır.

“Benim bakış açıma göre iklim değişikliğine karşı esnekliği arttırmanın en önemli yolu göçebelerin iklim riskleri, özellikle de kuraklıkla mücadelede sınır ötesi hareketlilik ve acil durumlar için mera yedekleri gibi geleneksel stratejilerini sürdürmek ve uygulamaktır.” Diyor Müller.

“Mobil mera alanı kullanımı arazi kullanımında kurak alanlar için en uygun yöntemdir ve ulusal ve uluslararası kalkınma girişimleri tarafından desteklenmelidir.” diye ekliyor.

Göçebe grupların esnekliğini arttıracak bir olası çözüm kötü aleyhlerine olacak havalar için sigorta almalarıdır. Bu konuda bir pilot proje Nairobi’deki Livestock Research Institute’de bunun olabilirliğini araştırmaktadır.

İklim değişikliğinin etkilerinin öngörülebilmesi için bir simülasyon modeli ve erken bildirim tedbiri Helmholtz Centre for Environmental Research’ün başka bir araştırma alanıdır.

Bu modellerin amacı bir öngörüde bulunmak değil ilişkileri daha iyi anlayabilmek, kilit faktörleri belirleyebilmek, bitkilere ve insanlara zarar vermeksizin olası istenmeyen yan etkiler hakkında farkındalığı arttırmaktır.

Moğollar 1258’de Bağdat’ı fethettiklerinde, efsaneye göre, Fırat nehri şehir kütüphanesinin yağmalanmasını müteakip yakılan kitapların mürekkeplerinden siyah akmıştır. Endüstrileşmiş topluma doğru ilerleyişi durdurmak için yeterli bir iş olmamıştır. 21. yüzyıl teknolojik gelişmeleri günümüz göçebelerinin devam edebilmesi için gereken marifetleri sağlayabilir.

 

Haberin İngilizce orjinali

Haber: Tom Hart

Yeşil Gazete için çeviren: Ali Serdar Gültekin

(Yeşil GazeteNew Internationalist blog )

Michael Pollen’ın geleceğe mektubu, “Sevgili gelecekteki aile”

Michael Pollen‘ın EcoWatch‘da yayınlanan mektubunu Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Ece Derici‘nin çevirisiyle sunuyoruz.

***

Çevre, tarım, gıda endüstrisi, toplum ve beslenme kavramlarını içeren konuların öğreticilik, yazarlık ve sözcülüğünü yapan Amerikan entellektüel Michael Pollen’ın yazdığı bu mektup, toplumun her kesiminden insanı, gelecekteki 6 jenerasyona iklim değişikliği hakkında yazmaları için cesaretlendiren ulusal girişim Letters to the Future (Geleceğe Mektuplar) kampanyasının bir parçasıdır. Kampanya, dünya liderlerinin Paris’teki COP21’de iklim anlaşmasını kabul etmelerinin önemine dikkat çekiyor.

***

letters

Sevgili Gelecekteki Aile,

Biliyorum bu notu yeni yüzyılın başlangıcına dek okumayacaksınız ama size iklim değişikliği ile nasıl mücadele edeceğimizi çözmeden önce 2015’te, durumların nasıl olduğunu açıklamak istiyorum. Medeniyet olarak, doğal yaşam ile ilişkimizde besin, enerji veya eğlence, ihtiyacımız olan her neyse elde etmek için doğal olanın eksiltilmesi gerektiği varsayılan bir düşünceye kilitlenmiştik ki bu durum hiçbir zaman olması gereken değildi.

Bizim zamanımızda ABD Tarım Bakanlığı hala çiftçilere yetiştirdikleri her mısır, buğday veya pirinç kilesi (tahıl ölçü birimi) başına devlet yardımı dağıtıyordu. Bu, diğerlerinin arasında son derece üretken ve iklim için son derece zararlı olan tarım şekline önayak olmuştu.

O zamanlar atmosferde bulunan karbonun yaklaşık üçte biri önceden topraklarda organik madde olarak tutuluyordu. Fakat biz pullukla sürmeye ve ağaçları kesmeye başladığımızdan beri bu karbonun büyük miktarını atmosfere salıyorduk. Suni gübre fosil yakıtlardan yapılması, tarlaya atıldığı ve ıslandığı zaman sera gazı olan karbondioksitten çok daha güçlü azot oksite dönüşmesi nedeniyle her zaman en büyük suçlulardan biriydi. Politika belirleyicileri çiftçilere toprağa kazandırdıkları her karbon artışına karşılık yardımda bulunmalarına ikna ettik.

Zamanla, tarımımızı geliştirmeye başladık. Gelişim gezegeni iyileştirebilir, bizi besler ve iklim değişikliğiyle mücadele edebilirdi. Bu gelişim, gıda sistemimizin güvendiği, endüstriyel tarımın temel unsuru olarak görülen petrolün (sadece makineler değil zirai ilaçlar ve gübreler de petrol temelli teknolojilerdir) güneş enerjisi yani ‘’fotosentez’’ ile yer değiştirmesi ile başladı.

Karbon tarımı o sırada olan iklim değişikliği incelemesinde en umutlandırıcı eylemlerden biriydi. Bitkilerin, onlara yararlı olan mikropları beslemek için karbonun toprağın içine yerleştirme sürecinde toprağa şekerler salgıladıklarını keşfettik. Karbonun bu süreci aynı zamanda toprağın verimlilik ve su-tutma kapasitesini de artırdı. Beslenmek için fosil yakıtlar yerine güneşe – bir başka deyişle, fotosenteze – güvenmeye başladık. Öğrendik ki beslenmek ve dünyayı iyileştirmek için birçok yol var. Bu, doğal karşılayacak kadar şanslı olduğunuz sürdürülebilir gıda sistemi doğrultusunda yaptığımız büyük değişikliklerden sadece biriydi.

Mektubun İngilizce Orijinali

Yazar: Michael Pollan

Yeşil Gazete için çeviren: Ece Derici

(Yeşil Gazete, EcoWatch)

Diyarbakır ve Mardin Baro başkanlarından Nusaybin için acil yardım çağrısı!

Mardin’in Nusaybin ilçesinde uygulanan sokağa çıkma yasağı nedeniyle ortak bir basın toplantısı düzenleyen Diyarbakır ve Mardin Baro başkanları ve yönetim kurulu üyeleri, acil yardım çağrısı yaptı. Nusaybin halkının yardım beklediğini belirtilirken, Belediye Eş Başkan Cengiz Kök de “Birleşin ve bir şeyler yapın. Haksızlığa hukuksuzluğa karşı, insanlık için bir şey yapılacaksa şimdi yapılsın” ifadelerini kullandı.

26

Nusaybin’deki sokağa çıkma yasağıyla ilgili olarak Mardin Barosu binasında düzenlenen toplantıya avukatlar adına katılan Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, şunları söyledi:

“11 gün içerisinde su, elektrik gibi temel ihtiyaçlar giderilmemektedir. Bazı kanalizasyon şebekeleri patlamış. Çöpler kaldırılamamakta. Ekmek, ilaç ve gıda gibi ihtiyaçlar karşılanmamaktadır. Geçen her saat toplumun sağlığı bakımından giderek tehlikeli gelişmeler yaşanmaktadır. Nusaybin halkı yardım bekliyor. Halkın varlığı tehlikeye girmiştir. Sokağa çıkma yasağının anayasal bir dayanağı yok. Bu tedbir ölçüsüz ve toplumu mağdur eden bir tedbirdir. Gerçekten de Kürt meselesi bağlamında bu sorunu daha çok içinden çıkmaz bir hale sokan bir uygulamadır” şeklinde konuştu.

Nusaybin Belediyesi Eş Başkanı Cengiz Kök de kamuoyuna acil yardım çağrısında bulundu. Twitter hesabından paylaştığı mesajlarda ilçede silahların yeniden devrede olduğunu belirten Kök, Fırat, Dicle ve Yenişehir mahallelerinin ateş altında olduğunu söyledi. “Her geçen an insanlık için bir kayıp” diyen Kök, şöyle devam etti:

“Birleşin ve bir şeyler yapın. Haksızlığa hukuksuzluğa karşı, insanlık için bir şey yapılacaksa şimdi yapılsın. Bu kentin artık tek bir can daha vermeye tahammülü kalmadı artık.”

 

(Cihan, T24)

Şimdiye kadar kaydedilen en sıcak Ekim ayını yaşadık

Andrea Thompson tarafından Climate Central‘da yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Nilüfer Sezgin Ağaç‘ın çevirisiyle  sunuyoruz.

***

NASA dan alınan bilgiye göre bu yılda Ekim ayının ortalama sıcaklığı son 135 yılın tüm aylarının sıcaklığını geçti. Ayrıca 2015 yılı kaydedilen en sıcak yıl oldu. Ulusal Deniz ve Atmosfer İdaresi (NOAA)’nın bildirdiğine göre de geçtiğimiz hafta Çarşamba günü verileri de benzer sonuçlar vermektedir.

Kaynak: NOAA
Kaynak: NOAA

Dikkat çekici olan şu: Ekim ayı sıcaklığı hem küresel sıcaklıklardaki düzenli artışın bir işaretidir hem de son 15 yılda gerçekleşen en güçlü El Nino’nun küresel sıcaklığı arttırıcı etkisidir.

Nasa’nın hesaplamalarına göre Ekim ayı sıcaklıkları, 1951-1980 yılları ay bazında ortalama sıcaklıklarına göre  1°C’den fazla artmıştır.Aynı zamanda geçmişte gözlemlenen en yüksek artış ve tam olarak 1°C artışın yaşandığı da ilk ay olmuştur.

20. yüzyıl sıcaklık ortalamaları ile kıyaslandığında NOAA sıcaklık artışını 0,98°C olarak tespit etmiştir. Bu da, geçmiş 136 yıla bakılarak, NOAA kayıtlarına göre en yüksek sıcaklık artışıdır.

Her iki kurumun sıcaklık tespitlerinde görülen küçük farklılık, hesaplama yöntemindeki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Her iki kurum ise genel tahminler konusunda hemfikirdir.

NOAA’nın açıklamasına göre bu yıl ardı ardına 6 ay sıcaklık artışı kaydedilmiştir. Sonuç olarak da bu yılın 8 ayı diğer yılların aynı ayları ile karşılaştırıldığında en sıcak aylar olarak gerçekleşmiştir.

Bu sene gerçekleşen, kaydedilmiş en güçlü doğa olayı olabileceği belirtilen El Nino, bariz bir sıcaklık artışına sebep olmaktadır. Son dönemlerde tropikal Pasifik’in  bazı bölgelerindeki  okyanus sıcaklıklarının rekor seviyelere ulaştığı gözlemlenmiştir. El Nino yılları, Pasifik sularının normalden daha soğuk olduğu veya nötür halde olarak tanımlandığı La Nina yıllarına göre daha sıcak olma eğilimindedir.

Ancak son birkaç 10 yıldır yaşanan La Nina yılları önceki El Nino yıllarına göre daha sıcak olmuştur. Bu durum, karbondioksit gibi sera gazlarının birikimi ile fazla ısının atmosferde sıkışması sonucu ortaya çıkan küresel sıcaklıklardaki artışın bir göstergesidir.

NASA nın Uzay Çalışmaları Goddard Enstitüsü direktörü Gavin Schmidt’e göre 2015 yılı, bitmesine 2 ay kalmışken, %99.9 ihtimalle şimdiye kadar kaydedilmiş en sıcak yıl olarak 2014’ün rekorunu geçecektir.

 

Haberin İngilizce Orijinali

Haber: Andrea Thompson

Yeşil Gazete için çeviren: Nilüfer Sezgin Ağaç

(Yeşil Gazete, Climate Central)

Paris saldırıları, iklim eylemlerini her zamankinden daha da önemli hale getirdi

Nick Dearden tarafından Global Justice Now‘da yayınlanan haberi Yeşil Gazete yazarı Ali Serdar Gültekin‘in çevirisiyle paylaşıyoruz.

***

Paris COP 21 için planlanan mobilizasyon için alınan güvenlik önlemlerinde üzücü bir ironi var diye yazıyor Nick Dearden. Çünkü en çok etkilenenler yeşil, adil, iklim değişikliğinin getirdiği kaostan ve karışıklıktan arınmış barış dolu bir dünya için en çok emek verenler.

Hepimiz için adil ve yaşanabilir dünya mücadelemizde ayağa kalmak ve devam etmek zorundayız. Savaşlardan, vahşetten ve iklim değişikliğinin getirdiği yıkımdan arınmış bir dünya inşası için mobilize olmaya devam etmeliyiz.

23
COP20 Eylem

Birkaç gün önce iklim tüm dünyadan iklim aktivistlerinin Fransa’nın acil durum kuvvetlerinin kurbanı olabileceklerinin ne kadar ironik olduğunu düşünüyordum.

Dünkü açıklama gösterdi ki 29 Kasım için planlanan Paris İklim Yürüyüşü ve 12 Aralık’taki kitlesel hareket polis tarafından yasaklandı. Polisin bu kararındaki gerekçeleri bilmeden ki gerçekten iyi gerekçeler olabilirler, bir tek şey açık, bu kampanyacıların geçen Cuma Paris’te gerçekleşen vahşi saldırıyla hiçbir alakaları yok. Öte yandan onlar terörizmin yeşerdiği adaletsiz, sürdürülemez ve askeri politikalarla mücadele edecek olanlar.

24

Onlar daha önce buradaydı. 11 Eylül saldırısından önceki yıllarda, dünyayı yöneten kurumlara karşı güçlü bir hareket oluşmuştu. Az bilinen WTO, IMF, Dünya Bankası ve organizasyonlar ve ağlar sahne ışıklarına güvenmiş, zirveleri kendi besledikleri fakirlik, eşitsizlik, çatışma ve iklim yıkımına karşı protestocular tarafından kuşatılmıştı.

Hareket suyun özelleştirilmesi ne karşı Bolivya’daki mücadeleyi, Brezilya’daki Topraksızları, Bangladeş’teki kötü şartlarda çalışanları ve Filistin’deki işgali birleşmiş, büyük ihtimalle tarihteki en küresel olanıdır.

Başarı! Sonra moral bozukluğu…

Katılanların bilgi ve tecrübelerinin ötesinde, kayda değer bir başarı kazandı, Dünya Ticaret Örgütü’nün ticari saldırılarını durdurdu, ecza sanayiinin HIV ilaçları için ölümcül kuşatmasını kırmış ve Uluslararası Para Fonunu konu dışı bırakmıştır.

Hareket 11 Eylül’ün şafağında solmuştur. Enerji savaşları durdurmaya, aşındırılan sivil özgürlüklere kaymış ve protestocular terörist olarak resmedilmiştir. Dünyanın bazı yerlerinde, en kayda değer olarak Latin Amerika’da serbest pazar köktenciliğine karşı mücadele devam etmiş fakat küresel momentum çoğunlukla kaybolmuştur.

11 Eylül’ün hemen ardından protestolar kesilmiştir. Neo muhafazakârlar halkları mobilize etmek ve aklını karıştırmak için El-Kaide’yi medeniyetin bir numaralı düşmanı olarak görmekte hiçbir sakınca duymamıştır.
Petrol savaşları, enerji alanları için mücadeleler ve demokrasiye şirketlerin saldırısı radarın göz önünde olmadı. Yanan Irak’ın, Libya’nın, Afganistan’ın kalıntılarında günümüzde hiç bitmeyecekmiş gibi görünen savaşın temelleri atıldı.

İklim adaleti için mücadelemiz durmayacak.

İklim hareketi bireysel değişikliklerden (kâğıtları geri dönüştürmek ve ampulleri değiştirmek) toplumumuza şekli veren serbest pazar köktenciliğine yüzleşmeye doğru evrilmektedir.

Avrupa Birliğinde geniş çaplı vahşi politikalar ve finansal devlet kontrolünün azaltılması bir kez daha Londra tarafından TTIP gibi iklim değişikliğini durdurmanın tam tezadında serbest ticaret anlaşmaları dayatılmaktadır. Bunlar aynı zamanda terörizmi kesecek daha adil, özgür, eşit ve barış dolu bir dünyanın inşasının karşısındadır.

Fransız kampanyacıların geniş çaplı duyuru açık: “İklim adaleti için mücadelemiz sonlanmayacak. Hepimiz için adil ve yaşanabilir dünya mücadelemizde ayağa kalmak ve devam etmek zorundayız. Savaşlardan, vahşetten ve iklim değişikliğinin getirdiği yıkımdan arınmış bir dünya inşası için mobilize olmaya devam etmeliyiz.

28 ve 29 Kasım’da Edinburgh’ta, Cardiff’te, Londra’da gösterilere katılarak hepimiz onlarla birlik olmalıyız. Batılı liderler toplumumuzu daha güvenli ya da güzel yapamadılar. Gerçekte Paris olanlar dünyanın içinde bulunduğu derin sorunların başka bir semptomu.

Böyle olmak zorunda değil. Fakat kampanyalarımızdan geri çekilmemiz ya da anti terör yasalarıyla protestolarımızı susturmamız terörizm kurbanlarına hiçbir fayda sağlamayacaktır. Şimdi yeni bir dünya için ayağa kalmaya her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyoruz.

 

Haberin İngilizce orjinali

Haber: Tom Hart

Yeşil Gazete için çeviren: Ali Serdar Gültekin

(Yeşil Gazete, Global Justice Now)

OECD ülkeleri kömür ihracat kredisini kaldırmaya karar verdi

Justin Sink ve Alex Nussbaum tarafından Bloomberg‘de yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Elif İlik‘in çevirisiyle paylaşıyoruz.

***

  • OECD anlaşması kömür santrallerinin %85’inin ihracat fonlarını kaldıracak.
  • ABD ve Japonya anlaşmayı Paris İklim Zirvesi’nden iki hafta önce gerçekleştirdi.

OECD üyesi ülkeler, geçtiğimiz Salı günü tarihî bir anlaşmaya imza attılar. Buna göre kömür yakıtlı enerji santrallerine yapılan kamu finansmanı azaltılacak. Bu değişikliğin Paris’teki küresel iklim değişikliği zirvesi öncesi sektöre darbe vurması bekleniyor.

coal

Beyaz Saray’la yapılan konferans bağlantısında elde edilen bilgilere göre, anlaşma kapsamında dünyanın en zengin ekonomileri, şirketlerin kömür yakıtlı enerji santralleri inşa etmek için teknoloji ihraç etmelerine yardımcı olan devlet desteğini sınırlandıracak. Bu santraller küresel ısınmanın artmasından sorumlu tutulan karbondioksit salımının en büyük kaynaklarından biri olarak görülüyor. Muhabirleri bilgilendiren üst düzey bir yetkili, bu politikanın gelecekteki kömür projelerinin %85’inin finansmanına son vereceğini belirtti. Yetkili, bu konuda konuşma yetkisi olmadığı için kimliğinin gizli kalmasını tercih etti.

ABD Eximbank, Dünya Bankası ve Avrupa Yatırım Bankası da dahil olmak üzere, birçok önde gelen kredi kurumu kömür projelerine desteklerini kestiler. 34 OECD üyesi arasında yapılan yeni anlaşma, Japon ve Güney Kore’nin de dahil olduğu ülkelerin, ilk kez fonlama konusunda sınırlandırmaya gideceği anlamına geliyor. Aniden düşen küresel fiyatlar, yeni çevresel düzenlemeler ve Çin’deki yavaşlayan büyüme nedeniyle olumsuz etkilenmiş olan kömür sektörü için bu daha fazla kötü haber demek.

Obama’nın Zaferi

Anlaşma, yerel iklim politikaları eleştirilen ABD Başkanı Barack Obama için de uluslararası çevre açısından bir başarı. Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu ABD Senatosu’nda Salı günü, enerji santrallerinin yarattığı kirliliğe ilişkin yeni kanunların çok maliyetli olacağını öne sürerek bunları engellemek için bir oylama yapıldı. Beyaz Saray, bunu veto edeceği konusunda uyardı.

Washington’daki Dünya Kaynakları Enstitüsü’nün analizine göre, dünya çapında yaklaşık 1200 kömür yakıtlı santral inşası teklifi var. Bunların dörtte üçünden fazlası Hindistan’da ve Çin’de yer alıyor.

OECD ülkeleri Salı günkü resmi tebliğde, “İklim değişikliği günümüzün en büyük problemlerinden biri,” açıklamasını yaptılar. “Savurgan tüketimi destekleyen fosil yakıt desteklerini yeniden düzenlemek ve aşamalı olarak azaltmak için verdiğimiz çabayı yeniden dile getiriyoruz.”

Ulusal Madencilik Birliği, Obama’nın anlaşmadaki rolünü eleştirdi ve ABD Başkanı’nın, bu aşamalı azaltma sürecinin 2017 yılına kadar başlamayacağı ve süreçte gelişmiş kömür teknolojilerinin finansmanına izin vermeye devam edileceği gerçeğinin üzerini örttüğünü belirtti.

Ulusal Madencilik Birliği sözcüsü Luke Popovich e-posta olarak yaptığı açıklamada “Başkan tarihin yanlış yerinde duruyor,” diye konuştu.

“Kömür döneminin sona erdiğini düşünüyor olabilir ama diğer 19 zengin OECD ülkesinin böyle düşünmediği ortada. Obama’nin görev süresi sona erdikten sonra bile kömür kullanmaya devam edecek gelişmekte olan ülkerin de.”

Japonya’nın tepkisi

Obama yönetimi uzun yıllardır uluslararası finansmana ilişkin değişiklikler istiyor, ancak Japonya’nın tepkisiyle karşılaşıyordu. Japonya, Toshiba Corp.’un da dahil olduğu yerel teknoloji ihracatçılarına yarar sağlayan desteklerin azaltılmasına karşı çıkıyordu. Bu senenin başında iki ülke finansmanın bir kısmının devam etmesi konusunda mutabakata vardılar.

ABD’li çevreci bir grup olan Doğal Kaynakları Savunma Konseyi ve ortaklar tarafından birlikte yazılan Haziran raporuna göre, Japonya küresel kamu kömür finansmanının en büyük destekçilerinden biri. Ayrıca düşük karbonlu ekonomiyi savunan bir sivil toplum grubu olan E3G’nin geçen ayki açıklamasına göre, Japonya, kömür kullanmayı sona erdirme çabası konusunda G7 ülkelerinin arasında en sonuncu sırada.

‘İnanılmaz önemli’

Bir sene içinde yürürlüğe girecek olan yeni politika, yalnızca “ultra süper önemli” olarak adlandırılan ve en katı çevre standartlarına göre inşa edilmiş kömür yakıtlı enerji santrallerine devlet desteği sağlayacak. Obama yönetimi kömür yakıtlı santrallerin %85’inin ilerde OECD ülkelerinden bu fon desteğini almaya hak kazanamayacağını öngörüyor.

Anlaşma kapsamında, fonlamaya ilişkin kısıtlamalar dört yıl içinde daha sıkı bir hale gelecek.

Sektör temsilcileri bu OECD anlaşmasının, önümüzdeki yıllarda gelişmekte olan ülkelerin enerji sağlamak için kömüre ihtiyaç duyacağının bilincinde olduğunu söylüyor.

Popovich, “Bu anlaşma gelişmiş kömür teknolojileri için finansmanın devam etmesinin önemini üstü kapalı olarak kabul ediyor ve kömürün dünya için devam eden önemini dile getiriyor,” diye konuştu.

Obama yönetiminden bir yetkili OECD finansmanı sayesinde geçtiğimiz yedi yılda 35 milyar dolarlık kömür ürünü satın alındığını belirtti.

Konuyla ilgili bazı kaygılar

Anlaşma Japonya’daki çevre aktivistleri tarafından bir dereceye kadar memnuniyetle ancak biraz da endişeyle karşılandı.

Japonya Sürdürülebilir Çevre ve Toplum Merkezi, Kiko Ağı ve çevre grubu Friends of the Earth Japonya, e-posta olarak yaptıkları açıklamada, “Bu anlaşma ileriye yönelik önemli bir adım. Çünkü OECD küresel çapta yeni kömür yakıtlı santrallerin sınırlandırılmasına ilişkin tavrını koydu,” dedi. “Ancak ultra süper önemli santraller de, doğal gaz yakıtlı santrallerin iki katı kadar karbon salımı yapıyor. Dolayısıyla bir an önce prensipte kömür enerjisinin bırakılmasını teşvik etmek amacıyla revizyonların yapılması gerekiyor.

Anlaşma, aylarca süren görüşmelerin sonucunda gerçekleşti. Güney Kore ve Avustralya’dan gelen arabulucular, gelişmekte olan ülkelerde katı çevre standartlarına uymayan küçük kömür santrallerinin inşasına izin veren bir istisna yaratılmasını sağladı. İdari yetkili bu tavizin anlaşmanın tümü dikkate alındığında önemsiz olduğunu belirtti.

Japonya Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili telefonda, “İklim değişikliği ile mücadele etmek için yüksek verimli kömür enerjisinin teşvik edilmesinin etkili ve gerçekçi bir yöntem olduğunu düşünüyoruz,” açıklamasını yaptı. Yetkili, bakanlık politikası gereği kimliğinin gizli tutulması şartıyla konuştu ve “Anlaşmayı memnuniyetle karşılıyoruz. Japonya’nın konuyla ilgili duruşu, anlaşmada yeterince yansıtılıyor” dedi.

Anlaşmanın ilanı, dünya liderlerinin Paris’teki küresel iklim görüşmelerinden iki hafta önce yapıldı. Yaklaşık 200 ülke arasındaki görüşmeler, ülkelerin kömür ve diğer kaynakların karbon kirliliğini kontrol altına alma konusunda taahhüt verdikleri bir anlaşmayla sonuçlanabilir.

Haberin İngilizce Orijinali

Haber: Justin Sink ve Alex Nussbaum

Yeşil Gazete için çeviren: Elif İlik

(Yeşil Gazete, Bloomberg)

Mersin’de nükleer karşıtları Akkuyu NGS’nin okullarda ders vermesine tepki gösterdi

Akkuyu NGS şirketinin Mersin Valiliğinin talimatıyla tüm okullarda ‘Nükleer patlamaz’ dersleri vermesine nükleer karşıtları ve veliler ‘Çocuklarımızı zehirlemelerine izin vermeyeceğiz’ diyerek tepki gösterdi.

Mersin Valiliğinin talimatıyla kentteki tüm ilkokul, ortaokul ve liselerde Akkuyu NGS şirketi yetkileri tarafından “Nükleer teknoloji alanında doğru ve faydalı bilgiler: Radyasyon ve Yaşamımızdaki yeri” dersleri verileceğinin ortaya çıkmasının ardından eylem yapan nükleer karşıtları, “Valiliğin NGS şirketinin taşeronu gibi çalıştığını. Kimsenin çocuklarımızı zehirlemelerine izin vermeyeceğiz” dediler.

21

Mersin’in Gülnar ilçesine bağlı Büyükeceli Mahallesi Akkuyu mevkiinde nükleer santral yapımını sürdüren Akkuyu NGS şirketinin istemi üzerine Mersin Valiliği tarafından İl Milli Eğitim Müdürlüğüne gönderilen yazıda, ilkokul, ortaokul ve lise eğitimi verilen bütün okullarda NGS şirketi yetkililerince, ““Nükleer teknoloji alanında doğru ve faydalı bilgiler: Radyasyon ve Yaşamımızdaki yeri”” başlıklı eğitim seminerleri verilmesi istendi. Duruma tepki gösteren nükleer karşıtları, Mersin Valiliğinin NGS şirketinin taşeronu gibi çalıştığını söyledi.

“Çocuklarımızı zehirlemelerine izin vermeyeceğiz”

Halka rağmen AKP iktidarı tarafından nükleer santralin yapımının devam ettiğini belirten Mersin Tabip Odası Başkanı Ful Uğurhan, okullarda verilecek derslerin tek taraflı olduğunu belirterek, nükleer santralin çocuklar üzerinde yarattığı tahribatın ne boyutta olduğunun saklandığını söyledi. Dünyada yaşanan örneklere bakıldığında on binlerce çocuğun doğaya bırakılan radyasyon yüzünden sakat doğduğunu dile getiren Uğurhan, okullarda verilmek istenen eğitim derslerinde nükleer santrallerin iki taraflı da anlatılması gerektiğini ifade etti. Bu derslerin iptal edilmesi için İl Milli Eğitim Müdürlüğüne dilekçe verdiklerini kaydeden Uğurhan, “Çocuklarımızı zehirlemelerine izin vermeyeceğiz” dedi.

Mersin Nükleer Karşıtı Platform da, Mersin İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde yaptığı basın açıklamasıyla duruma tepki gösterdi. Mersin Nükleer Karşıtı Platform Dönem Sözcüsü Gazi Düz, Akkuyu NGS şirketi tarafından okullarda taraflı, gerçeğe dayanmayan ve bilimsellikten uzak eğitim seminerlerinin verilmesinin kabul edilemez olduğunu söyledi.

Nükleer santrallerle ilgili dünyanın acı tecrübelere sahip olduğunu söyleyen Düz, “2. Dünya Savaşı’nda ABD’nin Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attığı atom bombaları, Sovyetler Birliği’nde yaşanan Çernobil Nükleer Santralindeki patlama, deprem sonrası Japonya’nın Fukuşima Nükleer Santralindeki sızıntılar. Bunların etkileri dünya ölçeğinde olmuştur ve halen devam etmektedir” diye konuştu.

 

(DİHA, Evrensel, Yeşil Gazete)

İklim hesabında unutturulan kalem: Ordular ve Sera Gazı Emisyonları

Nick Buxton tarafından New Internationalist blog‘da yayınlanan haberi Yeşil Gazete yazarı Ali Serdar Gültekin‘in çevirisiyle paylaşıyoruz.

***

Paris’teki korkunç saldırıdan sonra askeri müdahaleler yeniden sahneye çıkıyor.

Kasım sonunda Paris’te gerçekleşecek Birleşmiş Milletler iklim müzakereleri son belgesinde kelimelerden yana bir eksik yok. 32,731 ve artıyor. Buna rağmen tuhaf bir şekilde bulamayacağınız bir kelime var, “Ordu”. Amerika Birleşik Devletlerinin ordusunun tek başına dünyadaki en büyük petrol tüketicisi ve küresel petrolün on yıllardır ana zorlayıcısı olduğundan tuhaf bir unutkanlık olmuş.

Ordunun karbon muhasebe kayıtlarından kaybolma tarihi

6 UH-60L Black Hawks and 2 CH-47F Chinooks bir gündüz görevindeler - Tarin Kowt, Afghanistan, 18 Jan. 2013
6 UH-60L Black Hawks and 2 CH-47F Chinooks bir gündüz görevindeler – Tarin Kowt, Afghanistan, 18 Ocak 2013

Ordunun nasıl karbon muhasebe kayıtlarından kaybolduğunun tarihi 1997 Kyoto Birleşmiş Milletler ilkim konuşmalarına kadar gidiyor. Ordudan generaller ve dış politika şahinleri ABD askeri gücü üzerindeki potansiyel her türlü kısıtlamaya itiraz etmiş ve ABD müzakere takımı orduyu gerekli olan sera gazı emisyonlarından muaf tutmayı başarmıştır. ABD’nin Kyoto protokolünü onaylamamasına rağmen ordu için istisna, imzacı her ülke için de geçerli hale gelmiştir. Bugün bile emisyonları için Birleşmiş Milletlere raporlama yapan tüm ülkeler orduları için satın alınan ve orduları tarafından deniz aşırı kullanılan yakıtı hariç tutmaktadırlar.

Bir yılda 117 milyon varil akaryakıt

Sonuç olarak dünyanın askeri kuvvetlerinin sera gazı emisyonlarındaki sorumluluklarını tam olarak hesaplamak zordur. 2012 ABD Kongre raporu ABD Savunma Bakanlığının 2011 yılında 117 milyon varil akaryakıt tükettiğini söylemektedir. Bu rakam Büyük Britanya’daki tüm araçların tükettiği petrol ve dizelden biraz azdır. Bu akaryakıtı tüm gezegendeki iştahlı hummerlar, jetler ve insansız uçaklara sağlamak NATO askeri stratejistlerini daha çok meşgul etmektedir.

Fakat ordunun iklim krizindeki sorumluluğu kendi fosil yakıt tüketimlerinin çok ötesine geçmektedir. Şahit olduğumuz üzere Irak’ta ordu, silah şirketleri ve güçlü siyasi destekçileri sürekli şekilde (ve saldırganca zorlayarak) petrol ve enerji kaynaklarına silahlı müdahalelerde bulundular. Ordu sadece iyi bir akaryakıt kullanıcısı değil, küresel fosil yakıt ekonomisinin ana payandalarından birini oluşturur. Bugün Ortadoğu, Körfez ya da Pasifik olduğuna bakmaksızın, modern zaman askeri konuşlandırmalar petrol zengini bölgeleri kontrol ediyor ve dünyanın petrolünün yarısını taşıyan kilit tedarik rotalarını savunuyor ve tüketim ekonomimizi sürdürüyor.

25 milyar sterlini Savunma Bakanlığı’na 1.5 milyar sterlin ise Enerji ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na

Çatışmanın küresel anlamda genişlemesi askeri harcamaların sürekli olarak artmasına sebep olmaktadır. 2014 küresel askeri harcamaları 1.8 trilyon ABD dolarıdır. Bu para yenilenebilir enerjiye ya da iklim değişikliğinden en çok etkilenenlere harcanabilecek kamu kaynaklarının büyük bir kısmını oluşturmaktadır. 2014 yılı bütçesinde Britanya hükümeti 25 milyar sterlini Savunma Bakanlığı’na 1.5 milyar sterlini Enerji ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na ayırdığında aslında önceliğinin ne olduğunu da göstermiş oldu.

20

İronik olarak iklim krizindeki rollerine rağmen iklim değişikliğinde önlem alınması konusunda en yüksek ses ordudan çıkmakta. Britanyalı Tuğamiral Morisetti, iklim değişikliğini bu yüzyılın en önemli güvenlik meselesi olarak tanımlayan ordu generalleri korosunun tipik bir örneği. İklim değişikliği için eyleme bunun “kalkınma terörizmi”ni kızıştıracak bir “tehdit çarpanı” olduğunu tartışmaktadır. Tartışma iklim değişikliğinin güvenlik imaları üzerine konuşan siyasetçiler tarafından çoktan benimsendi.

Bu bir “hoş geldin” gelişmesi olarak görülebilir. Kim insanlığın gelmiş geçmiş en büyük sorunuyla mücadele en büyük güçlerin yanında olmasını istemez ki? Fakat kiminle yatağa girildiği konusunda temkinli davranmak için de iyi sebepler var. Ordu iklim değişikliği stratejilerine yakından bakıldığında asıl dertlerinin sınır güvenliğini sağlamak, şirketler için ticaret rotalarının güvenliğini sağlamak, kaynakların etrafındaki çalışmaları ve aşırı hava olaylarından ötürü oluşan düzensizliği kontrol etmek, toplumsal huzursuzluğu bastırmak olduğu anlaşılıyor. İklim değişikliğinin kurbanlarını kontrol edilmesi ve savaşılması gereken “tehditlere” çevirdiler. Şirketler tarafından yönlendirilen fosil yakıt ekonomisinin yarattığı iklim krizini dikte eden ordunun kendi rolü üzerine ciddi hiçbir kritik inceleme bulunmamaktadır.

“Terörizmle Savaş”ta yeni bir finansal refah kaynağı: İklim Değişikliği

Gerçekte bu şirket-ordu-güvenlik-endüstri bağı içindeki birçok oyuncunun iklim değişikliğini bir tehdit değil bir fırsat olarak gördüğüne dair kanıtlar bulunmaktadır. Silah ve güvenlik endüstrileri çatışma ve güvensizlikten kazanç sağlar ve iklim değişikliği devam etmekte olan “Terörizmle Savaş”ta yeni bir finansal refah sağlamayı garanti etmekte. Britanyalı silah devi BAE Systems, yıllık raporunda “Yeni tehditler ve çatışma alanları askeri kuvvetler için eşi görülmemiş bir talep yaratmakta ve BAE Systems’e yeni zorluklar ve fırsatlar sunmaktadır” diyerek şaşırtıcı şekilde bu konuya açıklık getirmekte. 2011 yılındaki bir Enerji Çevre Savunması ve Güvenlik (E2DS) konferansında adeta mutluluktan uçarak iddia edilmiştir ki “havacılık ve uzay savunma, güvenlik sektörleri yaklaşık on yıl önce ortaya çıkan ülke savunması işinden bu yana en önemli market haline gelecek bu konuya hazırlanmaktadır.”

Paris’teki korkunç saldırıdan sonra askeri müdahaleler tekrar sahneye çıkıyor. 14 yıllık bombalama, insansız hava aracı saldırıları, işgallerin sağladıkları başarı konusunda delil yetersizliğine rağmen askeri-güvenlik yıkımı için bir engel bulunmuyor. Aynı güçlerin gelecek on yıllar boyunca milyonlarca insanı etkileyecek iklim değişikliğine cevabımıza egemen olmasını istiyor muyuz? Artan miktarda sosyal hareket iklim değişikliğiyle mücadele hepimizi etkileyecek olan bir krize kolektif bir sorumlulukla cevap verebilmemiz için şiddet sarmalının kırılması gerektiğini söylüyor. Paris iklim görüşmeleri odanın içindeki askeri file dikkat çekilmesi için ve iklim değişikliğine uyum sağlamak için militarizm ve ticari kârlar yerine insan hakları ve dayanışma prensiplerinin talep edilmesi için bir fırsat.

Bu konular Secure and Dispossessed – Challenging the Militarization of Climate Change (Güvenli ve Mülksüz – İklim Değişikliği Askerileşmesiyle Mücadele) isimli bu ay yayımlacak kitap için bir seri etkinlikte irdelenecektir. Londra açılışı 25 Kasım’da ücretsiz olarak 18.30’da Free Word Centre’de, Amsterdam açılışı 1 Aralık’ta 19.30’de Pakhauis de Zwijger ve Paris açılışı iklim forumu toplantıları sırasında 5 – 6 Aralık’da yapılacaktır. Bu makalenin eski bir versiyonu Global Justice Now’da yayımlanmıştır.

 

Haberin İngilizce orjinali

Haber: Nick Buxton

Yeşil Gazete için Çeviri: Ali Serdar Gültekin

(Yeşil Gazete, New Internationalist blog)

Nusaybin’den açık mektup: “Bizi bu kurşunlar değil, sizin sessizliğiniz öldürecek”

Nusaybin’de görev yapan bir öğretmenimizin 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü‘nde kaleme aldığı açık mektubunu, 24 Kasım Öğretmenler Günü‘nün hemen arefesinde yayınlıyoruz

***

Nusaybin’de yasak 8. gününde… Nereden başlayacağımı bilemiyorum, kafam da duygularım da aynen bu kent gibi darmadağın.

Bu zor günlerde aklıma buraya atandığım ilk gün geliyor hep. Otogarına ilk ayak bastığımda, “Ne yapacağım burada ben şimdi?” diyerek çekinceyle baktığım Nusaybin geliyor gözlerimin önüne. Büyük endişelerle geldiğim fakat tanıdıkça çok sevdiğim Nusaybin… Hocam ne işin var otelde diyerek tanımadığı insana kapısını açabilecek o koca ve güzel yürekli insanlar, “Ne zaman başın sıkışsa buradayım hocam” diyen bakkal, veli ziyaretlerinde izzet ve ikram için ne yapacağını şaşıran, burnumu çektiğim için bana nane-limon yapan gönlü güzel insanlar… İnsani değerlere dair ne varsa hatırlamak istediğim, tek tek zihnimin köşelerinde geziniyor. Her bir evin, her ananın yüreğinde nasıl da ince bir sızı var. Gözlerinin en derininde saklı, nasıl da taşıyorlar acılarını diye aylarca şaşırdığım Nusaybin… Tozuna, toprağına, havasına alışmakta zorlandığım zaman zaman bıkıp usandığım güzel Nusaybin…

Elektriksiz, susuz, bomba, silah, top atışı seslerinden yaşanılmaz hale gelen Nusaybin

Nasıl da değişti bir anda her şey! İnsanın gözünün önünde her şeyin bir anda değişmesi ne kadar acı… Hatıralarımda saklı Nusaybin’den eser yok şu aralar. Elektriksiz, susuz, bomba, silah, top atışı seslerinden yaşanılmaz hale gelen, on binlerce çocuğun, on binlerce insanın eve hapsolmuş, karanlık, aç, susuz bir hayatı var artık burada. Her an ölüm korkusu var. Başını kapıdan dışarı çıkaramayan fakat sıkıntıdan odalara sığamayan insanlar var. Evlerinin damında, bisiklet süren çocuklar var. Sahi, siz hiçbir çocuğun evinin damında bisiklet sürmek zorunda kaldığına tanık oldunuz mu? Elini nereye atsan, gözünü nereye diksen ince bir sızı var Nusaybin’de. Kentin sokaklarına dahi taşması yasak olan sızı, yükselmesi yasak olan bir çığlık var… Kaplamış Nusaybin’in göğünü de kara bir bulut olup dağılmıyor…

78

Nusaybin’de 8 gündür sokağa çıkmak yasak. Bu yazımı Dünya Çocuk Hakları Günü’nde yazıyorum. Nusaybin’de en temel insani haklara sahip olmayan çocuklar var burada, öğrencilerimiz var. Nusaybin’de açlığa, susuzluğa, elektriksiz ve telefonsuz bir karanlığa mahkûm edilmiş insanlar var. Evinin bahçesinde, kapısının önünde her an ölümün yoklayabileceği insanlar var… Ve hepsi bir anda, “Bizi bu kurşunlar değil, sizin sessizliğiniz öldürecek” diyor. Duymuyor musunuz? Daha ne kadar sürecek bu sessizlik. Buna da mı alışacak tüm bu insanlar, bunu mu bekliyorsunuz?

Çok geç oldu artık… Tüm temel insani haklarından mahrum edilen bu insanların sesine ses vermek için çok geç oldu. Gıda stokları tükendi, sular ve elektrikler yok, kimseye ulaşılamıyor… İnsanlık onuru ayaklar altında…

Yeter artık! Kimsenin, insanları böyle bir karanlığa mahkum etmeye –gerekçesi ne olursa olsun- hakkı yok. Daha da geç olmadan, yasağa son verin… Daha da geç olmadan ses verin… Çünkü geç olduğunda geriye içimizi yakan pişmanlıklar kalacak, insanlık değil…

 

Nusaybin’den bir öğretmen

 

Demirtaş’a suikast girişimine Valilik’ten, “Atışa rastlanmadı” açıklaması

HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’a makam aracında suikast girişiminde bulunuldu. Demirtaş, saldırıdan yara almadan kurtuldu. Diyarbakır Valiliği’nden yapılan açıklamada ise, “silahla atışa rastlanılmadığı” savunulurken, zırhlı aracın 15 gün önce Demirtaş’ta tahsis edildiği öğrenildi.

77

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın makam aracına, Diyarbakır’da kendisi de araçta bulunduğu sırada silahlı saldırı gerçekleşti. Cumartesi günü akşam saatlerinde yaşanan suikast girişimi sonrasında makam aracının kurşun geçirmez arka camının kafa hizasında mermi izi tespit edildi

Sesi fark etmediklerini söyleyen Demirtaş, araçtan indiklerinde korumaların mermi izini gördüğünü belirtti. Demirtaş, Twitter hesabından saat 22.15’te “Mirin bi emrê Xwedê ye”, yani “Ölüm Allah’ın emri” yazdı. Demirtaş, aracı inceleyen emniyetin mermi çekirdeğine rastlamadığını söyledi.

Valilikten, “Ateşli silah atışına rastlanmadı” açıklaması

Diyarbakır Valiliği, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın makan aracının arka camındaki hasarla ilgili yapılan incelemede her hangi bir ateşli silah atış artığına rastlanılmadığını açıkladı. Valilik açıklamasında şöyle denildi:

76

“22.11.2015 günü akşam saatlerinde Halkların Demokratik Partisi Eşbaşkanı Sayın Selahattin Demirtaş’ın ilimizde bulunduğu süre içerisinde kullanımına tahsis edilen, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne ait zırhlı araç park halinde ve içerisinde kimse yok iken koruma görevlileri tarafından aracın arka camı sağ tarafında bir hasar olduğu tespit edilmiştir.

Konuyla ilgili Sayın Selahattin Demirtaş’ın talebi üzerine bahse konu araç Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü hizmet binasında gerekli kriminal incelemelere tabii tutulmuş, yapılan incelemelerde ilk belirlemelere göre aracın arka camı sağ tarafında 3×3 cm büyüklüğünde bir hasar olduğu gözlemlenmiştir.

Yapılan kriminal inceleme sonucunda herhangi bir ateşli silah atış artığına rastlanılmamıştır. Hasarın sert bir cisim çarpmasından dolayı meydana geldiği değerlendirilmektedir.

Sayın Selahattin Demirtaş’ın ilimizde bulunduğu süre içerisindeki programı Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü tarafından tahsis edilen koruma görevlilerince takip edilmiş olup, kendisine veya aracına yönelik herhangi bir saldırı olayı gerçekleşmemiştir. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

 

(Cumhuriyet)