Ana Sayfa Blog Sayfa 3565

Bursa’dan Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali geçti

Bu sene 8.si 20 şehirde eş zamanlı olarak düzenlenen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nin Bursa ayağı, Bursa Nilüfer Belediyesi ve Mimarlar Odası Bursa Şubesi katkıları ile 20 Kasım Cuma Günü Bursa Akademik Odalar Birliği Oditoryumu’nda gerçekleşti.

73

“ ‘İçeriye girmek’ diyoruz. Belki de ‘içeriye çıkmak’ denilmeli. Çünkü doğanın bir parçasıyız.” Noksan Ev

Festival organizasyonunun Mimarlar Odası Bursa Şubesi ve Uludağ Üniversitesi Doğal Yaşam Topluluğu tarafından yapıldığı etkinlik Saat 11:00’de “Bataklık Hayalleri” filmi ile başladı. Sürdürülebilir Yaşam temalı filmlerle devam eden festival sırasında “Hayatta Kalma Bilgeliği”, “Bisikletler Arabalara Karşı”, “Noksan Ev” filmleri dikkat çekenler arasındaydı. “Noksan Ev” film gösterimi sonrasında Doç. Dr Ayşen Ciravoğlu’ nun Sürdürülebilir Mimari ile ilgili konuşmasına mimarlar büyük ilgi gösterdi.

Mimarlar Odası Bursa Şubesi’nden Festival Organizatörü Esma Yazıcı festival hazırlıklarıyla ilgili olarak “Bu sene Bursa’da ilk kez gerçekleşen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali Bursa ayağı için 1 ay gibi kısa bir süreçte, küçük bir ekiple güzel bir organizasyon gerçekleştirdik. Bu Bursa için bir nevi tanıtımdı. Seneye bu organizasyona gönüllü olmak isteyen herkesle, daha büyük bir ekiple, çok daha büyük bir organizasyon düzenlemeyi planlıyoruz.” şeklinde konuştu.

74

Organizasyonun diğer ayağını oluşturan Uludağ Üniversitesi Doğal Yaşam Topluluğu üyeleri adına konuşan Burak Temel, ekoloji projeleri ürettiklerini, şehir içi Eko-Bahçeleri desteklediklerini; İnsan Hakları ve Hayvan Hakları ile ilgili çalışmalar sürdürdüklerinden bahsederek “ Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nin Bursa’ya gelmesini çok istedik. Getirebildiğimiz için mutluyuz. Filmlerin ekoloji mücadelesini büyütmede iyi bir araç olduğunu düşünüyoruz.” şeklinde konuştu. Topluluğun diğer üyeleri Büşra Kuruoğlu, M. Serhat Tatar, Çiçek Körük, Melisa Kara, Rümeysa Elif Özdemir, Süheyla Yiğit önümüzdeki sene gerçekleşecek festival için çok heyecanlı olduklarını ve organizasyon ekibinde yer almak istediklerini belirttiler.

75

Beklenenin üzerinde bir katılımla gerçekleşen etkinlik güzel anlara da sahne oldu. Nur Hayati Kurtcan Anadolu Ticaret Meslek Lisesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Öğretmeni Selenay Lüleci, aktivizm çalışmalarıyla ilgilenen 15-20 öğrencisini festivale getirdi. Filmlerin çalışma yapmak isteyen öğrencilere örnekler oluşturabileceğini düşünerek öğrencilerini festivale getirdiğini belirten Lüleci, öğrencilerin festival çıkışında kafalarında bir sürü yeni fikir oluştuğunu, okula döndüklerinde fikirler üzerine konuşup çalışmalar üreteceklerini belirtti.

Son seanslara ilginin fazla olduğu Festival, sonrasında gerçekleşen kokteyl ile son buldu.

 

Haber: Özgecan Aşlamacı Şahin

(Yeşil Gazete)

Birleşik Krallık’ta hedef 2025’e kadar tüm kömürlü termik santrallerin kapatılması

Stanley Reed tarafından The New York Times‘da yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Berk Öktem‘in çevirisiyle paylaşıyoruz.

***

Birleşik Krallık hükümeti Çarşamba günü 2025 yılına kadar ülkedeki kömürlü termik santrallerin tümünün kapatılması için çağrı yaptı ve bu tarihten iki sene önce santrallerin kullanımının sınırlandırılmasını teklif etti.

Liverpool yakınlarında bulunan The Fiddlers Ferry kömürlü termik santrali güneş doğarken. Birleşik Krallık elektrik üretiminin %20'den fazlası kömür kaynaklı. Fotoğraf: Phil Noble/Reuters
Liverpool yakınlarında bulunan The Fiddlers Ferry kömürlü termik santrali güneş doğarken.
Birleşik Krallık elektrik üretiminin %20’den fazlası kömür kaynaklı. Fotoğraf: Phil Noble/Reuters

30 Kasım’da Paris’te başlayacak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı öncesinde yapılan bu açıklama, Birleşik Krallık’ı karbondioksit salımlarını azaltma konusunda lider olarak gösterme amacı taşıyor gibi gözüküyor.

Birleşik Krallık’nin bu adımı atmasını sağlayan, AB’nin yürütme kolu olan Avrupa Komisyonu’nun raporunda, birliğin 2020’ye kadar salınımları 1990 seviyelerine göre %20 düzeyinde azaltma hedefinin büyük olasılıkla gerçekleşeceğini belirtmesi oldu.

Ayrıca Komisyon 2020’ye kadar, güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir kaynaklardan elde edilen enerji oranının %12’lerden %20’lere çıkabileceğini öngörmüştü. Ancak rapor, Birleşik Krallık da dahil olmak üzere bazı ülkeleri, yenilenebilir enerji kullanımı konusundaki “politikalarının ve araçlarının verimli ve etkili olup olmadığının değerlendirmesini yapması gerektiği” yönünde uyarıyor.

Analistler, kömürlü termik santrallerin kapatılması teklifinin Britanya’nın zaten zorlanmakta olan elektrik sağlayıcıları ve şebekesi üzerinde baskı oluşturabileceğini belirtmekteler.

Enerji ve iklim değişikliği bakanı Amber Rudd açıklamasında belirttiğine göre “Birleşik Krallık gibi gelişmiş bir ekonominin 50 yıl boyunca yoğun karbon salımı yapan, kirletici kömürlü termik santrallere bel bağlaması kabul edilebilir değil.”

Rudd, hükümetin teklifi detaylı bir şekilde baharda açıklayacağını belirtti. Birleşik Krallık, kömürlü termik santralleri ancak ve ancak hükümetin diğer enerji üretim yöntemlerinin işe yarayacağına inanmasıyla kapatır.

Rudd “Bu adımı attığımız takdirde, kömürü sistem dışına çıkarma sözünü gerçekleştiren ilk gelişmiş ülkelerden biri olacağız.” diye de ekledi.

Bu yıl, Birleşik Krallık’ın enerji ve iklim değişikliği bakanlığı görevine getirilmesiyle enerji politikalarını sarsan Amber Rudd, güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji çeşitlerinin maliyetlerinin daha uygun hale gelmiş olması gerektiğini savunarak bunlara yönelik teşviklerde kesinti yaptı.

Birleşik Krallık’daki kömür kullanımı yaşlanan santrallerin kapatılması ile beraber azalmakta. Ancak bu yılın ikinci çeyrek rakamlarına göre ülkenin elektrik ihtiyacının %20’sinden fazlası hala bu yakıtdan üretiliyor. Elektriğin %30’u doğal gazdan, %25.3’u yenilenebilir kaynaklardan ve %21.5’i nükleer santrallerden sağlanıyor.

Analistler, Birleşik Krallık’daki kömürlü termik santrallerin çoğunun 2020 ortalarına kadar zaten kapatılacağını ama bütün santralleri önümüzdeki 10 yıl içerisinde kapatmanın çok aceleci olabileceğini belirtiyorlar. Britanya, yeni nükleer santrallerin yapılacağını açıklamıştı ancak bu santrallerin ilki 2025’de üretime başlayabilecek. Yetkililer doğalgaz bazlı santrallere de maliyetlerden dolayı yatırım yapmıyorlar.

Londra’daki Sanford C. Bernstein analistlerinden Deepa Venkateswaran, Paris İklim Zirvesi’nden bahsederken, bu politikaların konferans öncesi poz vermekten başka bir şey olmadığını söyledi. Yeni nükleer santral yapımının ertelenmesinden ve kimsenin doğal gaz santralleri kurmuyor olmasından dolayı kömür santrallerinin acele kapatılmasının olgunlaşmamış bir karar gibi gözüktüğünü belirtti.

Kamu hizmet kuruluşu yöneticilerine göre henüz kömürden daha az güvenilir olan rüzgar ve güneş enerjisine bağlılığı artan elektrik şebekesi için kömür, güvenilir ve esnek bir enerji kaynağı olmaya devam ediyor. Rüzgar ve güneş enerjisinin şebekeye olan katkıları rüzgar hızına ve güneş ışığı miktarına bağlı olarak değişiyor.

Elektrik fiyatlarının bu ayki yükselişi Birleşik Krallık elektrik şebekesinin zorlandığını gösteriyor. Sistemi yöneten ulusal şebeke, elektrik üreticilerinden daha fazla enerji üretmelerini isterken endüstriyel kullanıcıların ise daha az tüketmesini rica etti.

Çarşamba günü Londra’da inşaat mühendisleri için yapılan bir organizasyonda konuşan Amber Rudd, Birleşik Krallık enerji üretiminde kömür yerine doğal gaz kullanması gerektiğini çünkü gazın kömürden daha temiz olduğunu belirtti. Kuzey Denizi’ndeki petrol üretiminin azalması ile beraber Birleşik Krallık’ın 2030’dan itibaren doğal gaz ihtiyacının %75’ını başka ülkelerden karşılaması gerektiğini de ekledi.

BirleşikKrallık’ın doğal gaz santrallerini ve çevreciler ve yerel muhalifler tarafından protesto edilen kaya gazı çıkarımını desteklemesi gerektiğini savunan Rudd, kömürlü termik santrallerin kapatılmasının ancak hükümetin, ülkenin doğal gaza etkili geçişinin mümkün olduğuna ikna olmasıyla gerçekleşebileceğini belirtti.

Oxford Üniversitesi enerji politikaları profesörü Dieter Helm, Amber Rudd’un kömürü hedef almasının doğru olduğunu söylüyor.

Helm, bir röportajında “iklim değişikliği konusunda ciddi birinin ilk yapması gereken kömürden kurtulmaktır. Bu açıdan bakınca Birleşik Krallık, iklim değişikliği konusunda Almanya’dan daha mücadeleci gözüküyor” diye belirtti.

Almanya son yıllarda rüzgar ve güneş enerjisine büyük yatırımlar yaptı ancak Avrupa Komisyonu’na göre enerjisinin %25’ını hala kömürden ve diğer katı yakıtlardan sağlıyor.

Haberin İngilizce Orijinali

Haber: Stanley Reed

Yeşil Gazete için Çeviri: Berk Öktem

(Yeşil Gazete, The New York Times)

Bilgi’den “Ekolojinin Politikası : Yeni sınırlar, Yeni Aktörler” konferansı çağrısı

İnsanın bir etken unsur olarak  doğa üzerinde yarattığı baskı ve değişimlerin izdüşümünü  kendi hayatlarımızda görmediğimizi iddia edebilir miyiz? Siz de hiç sonu gelmeyecek bir müdahaleye, çılgınca bir saldırıya maruz kaldığınızı hissediyor musunuz?  Evinize giren gıdanın size satılan bir görüntü olmadığından emin mi değilsiniz? Şehir yaşamı da size göre değildir zaten, bir şekilde engellenmiş hissediyorsunuz…  Zihninizde  böyle  sorular, fikirler,  sorunlar  dönüp duruyorsa  27-28 Kasım günlerinde Bilgi Üniversitesi Santral kampüsünde “Ekolojinin Politikası : Yeni sınırlar, Yeni Aktörler” adı altında gerçekleştirilecek konferansa bir uğrayın, bazı cevapları bulabilirsiniz.

27-28 Kasım tarihlerinde Ekoloji Politik oturumları
27-28 Kasım tarihlerinde Ekoloji Politik oturumları

Ekolojinin politikası : Yeni sınırlar, yeni aktörler

Yeni Sınırlar Yeni Aktörler adı altındaki oturumlar kapitalizmin iliklerimize kadar işlediği  iklim değişikliğine kadar uzanan sonuçlarıyla tüketim ve aşırı kaynak kullanma sarmalından çıkmaya, bugüne kadar dayatılan politikalara alternatif üretmeye çalışanları,  özellikle ekoloji ve gıda meselesi üzerine kafa yoranları bir araya getirmeyi hedefliyor. Konusunun uzmanlarından ekolojik bir bakış açısıyla ele alınarak yeni gıda politikalarının, savaş ve ekoloji  meselelerinin, iklim değişikliğinin irdeleneceği, kirliliğin, risk toplumu olarak gıda güvenliğinin, organik tarımın konuşulacağı  ekotarım üzerine söyleşi ve deneyim paylaşımlarının gerçekleştirileceği,  tercihinize göre katılabileceğiniz bu paralel oturumlar ufuk açıcı olabilir. Konferans,  İklim Forumu’na gitmiş olanlara  benzer tadı yakalayabileceği  bir ortam sunabilecekken,  foruma  hiç katılamadığı için üzülenlere de bir şans anlamına gelebilir… Bu şekliyle konferans  insana ve doğaya ait sorunların çözümü için kafa yormayı , ortaya çıkacak beyin fırtınasında havada uçuşan bir yaprak olmayı dileyenlerin buluşma yeri olacak.

Ayrıntılı Bilgi için: bilgi.edu.tr/tr/ekolojinin-politikas-yeni-snrlar-yeni-aktorler/

Haber: Pınar Demircan

(Yeşil Gazete)

Fındıklı sahiline şantiye değil ‘Veysel Atılgan Çocuk Parkı’

Kabataş – Mecidiyeköy hattı metro inşaatı dolayısıyla şantiye alanına çevrilmek istenen Fındıklı Parkı‘na Beyoğlu Savunması‘nın yaptığı çağrı ile 22 Kasım Pazar günü yurttaşlar tarafından çocuk oyun alanı yapıldı. Parka, Ankara Katliamı’nda hayatını kaybeden Veysel Atılgan‘ın adı verildi.

55

İstanbul’un Avrupa yakasında Beşiktaş’a kadar sahilde tek çocuk oyun alanının ve yeşil alanın bulunduğu, insanların deniz ile buluşabildiği ve nefes alabildiği Fındıklı Parkı başta olmak üzere Kabataş sahilindeki tüm yeşil alanlar ve parkların, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından “metro” inşaat şantiyesi haline getirilmek üzere yapımcı şirkete teslim edildiği ‘fiilen’ ortaya çıktı. Bulunduğu konum itibariyle belki de en sık kullanılan yeşil alanlardan birinin toplumsal etkisi gözetilmeden kent yaşamından alıkonması tepki çekti.

Ağaçlar sökülüp taşınıyor

59

Fındıklı Parkı ve sahil şeritleri de dahil olmak üzere Kabataş İskelesine kadar toplam 15284,37 m2’lik tüm sahil parkı ve yeşil alanların, ağaçları da “sökülüp taşınmak” üzere Kabataş-Mecidiyeköy-Mahmutbey metro hattı inşaatının çalışma ve şaft yerleri şantiyesi olarak yüklenici şirkete teslim edildiği öğrenildi.

Şantiye değil ‘Kentsel Sit Alanı’

56

Konuyla ilgili yapılan basın açıklamasında İBB tarafından şantiye muamelesi gören alanın Karaköy’den Beşiktaş’a kadar sahilde tek çocuk oyun alanının yılların koruyarak büyüttüğü ağaçların ve yeşil dokunun bulunduğu, kentin ve kent halkının deniz ve sanat ile buluşarak nefes alabildiği yegane alan olduğuna ve bu özellikleri nedeniyle bu bölge İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 7 Temmuz 1993 gün ve 4720 sayılı karar ile “Kentsel Sit Alanı” olarak ilan edildiğine yer verildi.

Çocuklar kendi parklarını kurdu

60

22 Kasım Pazar günü Beyoğlu Kent Savunması’nın çağrısıyla bir araya gelen vatandaşlar kaldırılan çocuk parkı yerine tekrar oyun alanı yapmaya başladı.

53

Oyun alanı hazırlanırken atık lastikler dizildi ve boyandı. Kuşlar için yem yerleri hazırlanıp ağaçlara asıldı. Parkın bazı bölgelerine bitki ve çiçek tohumları ekildi.

54

Çocuklarla birlikte bir yandan oyunlar oynanarak bir yandan çalışılarak tamamlanan parka, Ankara’daki katliamda yaşamını yitiren Veysel Atılgan‘ın adı veridi.

Çocuklar anlatıyor

 

Haber: Beste Bal

(Yeşil Gazete)

Kutuplar başka bir petrol şirketini daha üzerinden attı

Samantha Page tarafından Think Progress‘de yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Kübra Köprülüoğlu‘nun çevirisiyle sunuyoruz.

***

Norveç Devleti’nin sahibi olduğu Statoil petrol ve gaz şirketi perşembe günü Alaska Kutuplarındaki operasyonlarını geri çektiğini duyurdu.

Bu 15 Haziran 2014 tarihli fotoğrafta, bir kutup ayısı Alaska’da bulunan Chucki Denizi’nden çıktıktan sonra kurulanıyor. Bir başka şirket Chucki’de sondajın peşini bırakacağını duyurdu. Fotoğraf: AP PHOTO/U.S. GEOLOGICAL SURVEY, BRIAN BATTAILE
Bu 15 Haziran 2014 tarihli fotoğrafta, bir kutup ayısı Alaska’da bulunan Chucki Denizi’nden çıktıktan sonra kurulanıyor. Bir başka şirket Chucki’de sondajın peşini bırakacağını duyurdu. Fotoğraf: AP PHOTO/U.S. GEOLOGICAL SURVEY, BRIAN BATTAILE

Keşif Genel Müdür Yardımcısı Tim Dodson “2008 yılından beri Alaska’daki seçeneklerimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Sıkı bir çalışma gerçekleştirildi. Fakat mevcut görüntü ile bu fırsatları olgunlaştırmak için efor sarfetmeye devam edemezdik.” diye demeç verdi.

Karbon fiyatlandırılması için çağrıda bulunan altı şirketten biri olan Statoil, Alaska’nın Anchorage şehrinde bulunan ofisini kapatacağını duyurdu. Chucki Denizi’ndeki 16 alanla beraber, kısmi hissesi bulunan 50 ConocoPhilips alanından çekileceğini duyurdu. Tüm alan kiralamaları 2020’de bitiyor.

Statoil Salı günü Chucki Denizi’ndeki kiralık alanların rekabet gücünün artık olmadığının düşünüldüğünü belirtti.

Shell bu yılın başlarında Chukchi Denizi’ne keşif sondajıj için petrol platform gönderdiğinde halk tepkisi ile karşılaşmıştı. Kutupların kısa sondaj dönemi sonunda şirket, 7 yıl içinde birçok milyar dolara mal olan projelerini, süresiz olarak ertelediğini belirtmişti.

Shell’in hamlesi aktivistler tarafından alkışlanmıştı. Ancak diğerleri (ekonomistler dahil), düşen petrol fiyatlarının Kutuplardaki petrol çıkarma faaliyetlerine caydırıcı etkisi olacağına işaret etti. Kısa sondaj sezonu, yardıma uzak sızıntı riskleri ve korkunç hava koşulları kutupları petrol şirketleri için pahalı bir yere dönüştürdü.

Senatör Lisa Murkowski düşük petrol fiyatlarının etkisine katılmakla beraber petrol şirketleri için başka bir engele de işaret etti:

“Düşük petrol fiyatları Statoil’in kararını etkilemiş olabilir. Ancak projenin asıl öldürücü darbesi, yönetimin alan kirasının uzatılması konusunu reddetmesi, karmaşık, bitkin ve sürekli değişen düzenleme işlemleri empoze etmesi ve gelecekteki kira satışlarını iptal etmesidir.  Bunlar Alaska’daki enerji üretimini bastırmıştır.”

Statoil daha önce de parseller üzerindeki sondaj zaman çizelgesini geri çekmişti. Hükümetin, şirketin kabul edilebilir bir çalışma takvimi belirlemediğini bildirmesinden sonra,  geçtiğimiz ay kira dondurma talebi reddebilmişti.

Muskowski; “Federal hükümetin kutupların gelişmesini desteklemekteki belirsizliği yüzünden, birçok aydır olduğu gibi, ikinci kez büyük bir şirket Alaska’dan çekilme kararı alıyor, bunun için endişeleniyorum” diye belirtti.

Değerlendirmelere göre, Chukchi Denizi’nde kabaca 0,5 milyar metreküp çıkarılabilir petrol ve 2.15 trilyon metreküp çıkarılabilir doğal gaz olduğu düşünülmekte. İklim bilimciler, kalan fosil yakıtların çoğunun, iklim değişikliğinin korkunç yıkıcılıktaki etkilerini önlemek için yer altında bırakılması gerektiğini düşünmekte.

Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi  (Center for Strategic and International Studies) kıdemli başkan yardımcısı ve Kutup uzmanı Heather Conley ThinkProgress’e, “Enerji fiyatları arttıkça, Kutuplar daha ilgi çekici hale gelecektir. İşin gerçeği, Norveç enerji üreten bir ekonomidir. Durmayacaklardır.” diye belirtti.

Statoil Kutupların Norveç tarafından kontrol edilen başka bölgelerinde petrol ve doğal gaz için sondaj araştırmaları yapıyor.

ConocoPhilips hala Chukchi Denizi’nde Amerika tarafından kontrol edilen 50 adet kiralık alana sahip.

leases468
Statoil Chukchi Denizi’nden çekiliyor, ancak diğer şirketler yerlerinde duruyor.

 

Haberin İngilizce Orijinali

Haber: Samantha Page

Yeşil Gazete için Çeviri: Kübra Küprülüoğlu

(Yeşil Gazete, Think Progress)

[Yeşil Mutfak Denemeleri] Baget ekmeği- Sevin Turan Bettscheider

Uzun, ince ve kıtır kabuklu Fransız ekmeği olan  baget (Baguette) ekmeğinin birçok yapım tekniği var fakat ben hamuru bir gece öncesinden yapıp dolapta bekleterek denedim. Az maya kullanarak hamurun yavaşça soğuk ortamda kabarmasını sağladığımızda ekmeğin lezzet ve yapı olarak kalitesini artırmış oluyoruz.

Un olarakta tadı daha aromatik olan Almanya’da dinkelmehl olarak geçen unu kullandım. Dinkel;  Türkiye’de spelt buğdayı veya kavılca buğdayı olarak geçiyor. Kavılca, dünyanın en eski buğday türlerinden birisi. Protein,vitamin ve mineral açısından diğer unlardan daha zengin bir içeriğe sahip. Unutulmaya yüz tutmuş bir buğday türüyken günümüzde diyet ve sağlıklı beslenme için yeniden organik marketler de satılmaya başlanmış. Fiyatlarına şöyle bir baktım 500 gr un 8 TL civarında. Biraz şaşırdım açıkçası çünkü ben burada normal marketten aldım bu unu ve 1 euro civarındaydı (1kg). Organik olanı da 2-3 euro ya bulabiliyorsunuz.

Son birkaç seferdir evde ekmeği bu yöntemle yapıyorum çünkü bekleme süresi hariç yapımı çok kolay ve çok lezzetli.

Malzemeler:

500 gr kavılca buğday unu(dinkelmehl)

300 ml su (300-350 ml)

10 gr yaş maya

1,5 tatlı kaşığı tuz

Yapılışı:

  • Mayayı su ile açıp, bütün malzemeyi yumuşak ve pürüzsüz bir kıvam alıncaya kadar yoğurun.(ne çok sert kıvamlı ne de çok yapış yapış kıvamlı olmayacak.)

Ekmeği birkaç kez deneyerek kıvamını bulmaya çalıştım. Her seferinde aynı marka unu kullanmama rağmen bazen suyu az geldi bazen fazla. O yüzden su oranı değişebilir. Ayrıca her unda kıvam değiştiği için farklı bir çeşit un kullanacaksanız suyun tamamını bir seferde eklemeyin. Ben genelde 320-330 ml su kullanıyorum.

  • Kapaklı bir kapta veya kabı streç filmle sararak hava almadığından emin olun ve dolaba koyun. Ertesi gün dolaptan çıkarın ama gazını alma işlemi uygulamadan hamuru ikiye ayırıp uzun baget şeklini verin. ( 2 adet baget)
  • Oda sıcaklığına biraz bekleyin. (30-40 dk) Fırını 220 dereceye ayarlayın , ısınan fırına ekmekleri  koyarken tabana ayrı bir kapta su koyun. 15 dk 220 derecede pişirin, kapısını açmadan ısısını 200 dereceye düşürün ve 15 dk daha pişirin.
  • Ekmek yemeye hazır . Afiyet olsun.

40-Sevin-Turan-Bettscheider

 

 

Sevin Turan Bettscheider

 

[FotoÖykü] Hırs(ız)

Eğer gerçekten hırsızsam hır’dan değil hırs’tan hırsızım. Aşktan, kıskançlıktan… Ama öğrendim. Hayallerin ve aşkların bir sahibinin olamayacağını, yalnızca zaman içinde el değiştirebileceğini… Peki ya Harun? Şimdi, bir hırsız mı yoksa mağdur mu? Kendine ait olanı çalınca adalet, ihtiyaç duyan çalınca zaruret midir? Adalet ve zaruret arasında bir kadın ve bir fotoğraf sıkıştırabildiğimiz iki farklı hayat bizimkisi. Hak eden bendim, buna inancım tamdı. Hep benim olacaklarına inancımın elmas gibi sağlam olduğunu sanıyordum. Artık emin değilim. İnancım, elmas değil kristal bir vazo artık.

Fotoğrafa sanki ilk defa bakıyorum. Baloncuğun renk cümbüşü içinde insanlar… Ve Müge, bir düşünce olarak Müge… Müge ne düşünüyordu bu fotoğrafta?  Sormuştum. Hatırlamıyorum, kim bilir ne zamandı gibilerinden bir şeyler söylemişti sanki. Beni düşündüğünü hayal ederdim.

Bu fotoğrafın bir kompozisyonun parçası olduğunu bilmiyordum. On iki fotoğrafın sonuncusu. Baloncuğun ve Müge’nin on iki karesi. Baloncuk Müge’nin düşüncesi gibi gittikçe büyüyor ve tüm kareyi dolduruyor. Gün ışığı ne kadar güzel…

Bir düşüncenin imgesini yakalamak her fotoğrafçının harcı değil. Görünmeyeni de görebilen bir fotoğrafçı. Kıskanıyorum, hep kıskandım. Harun’a dair ne varsa…

Harun’un adım adım beni takip ettiğini hissediyordum, yanılmamışım. Sergimden bu fotoğrafın satın alındığını öğrendiğimde başkasının olamayacağını biliyordum. Bunun bir mesaj olduğunu… Belki de bir ipucu, hikâyesini öğrenmem için? Sanmıyorum, fotoğrafın hikâyesini daha da merak etmem için bir oyun bu.

Müge, Amsterdam’da sokakta balon gösterisi yapan bir çiftten söz etmişti. Belli ki o da bilmiyordu. Harun? O biliyor ve benim merak etmemi istiyor. Şimdi kendi sergisinde, tam da olması gerektiği yerde…

Fotoğraf sadece görüneni göstermez. Bir an’ı durdurmaz. Bir kareye bir hikâye hapsetmez. Geçmişin içine geleceği de koyar. Şimdi, bir yansıma olarak Harun… Elinde iki şarap kadehiyle her adımında büyüyor. Aynı karede Müge, ben ve Harun… Gülümsüyor. Dostça ve düşmanca…

Omzumda sıcaklığını hissediyorum. O sormadan elimi uzatıp alıyorum kadehi. Bir yudum alıyorum şaraptan. Tadı çok tanıdık, bilemiyorum.

HIRS(IZ) - HARUN TÖLE

“Bu fotoğrafın hikâyesi ne Harun?”

“Bir aşk hikâyesi… Fransız bir çift, ülke ülke gezip balon gösterisi yapıyor sokaklarda. Fotoğrafa dikkatli bakarsan bir değil iki balon olduğunu göreceksin. Karşılıklı üflenen iki balonun buluşması… Onlara göre bu bir tür öpüşme… Bence de öyle. Yüzlerindeki mutluluğu gördüm çünkü. Ama onları kareye almadım. Almadım çünkü Müge’nin düşünceli hali bu öpüşmenin içinde daha güzel bir hikâye oluşturuyordu.”

“Müge, ne düşünüyordu biliyor musun?”

“Biliyorum ama bunu sana anlatmam.”

“Fotoğrafın hikâyesini anlattın ama…”

“Fotoğraf umurumda değil, bu fotoğrafı seni buraya getirmek için satın aldım. Geleceğini biliyordum. Soruların olduğunu ve cevaplar aradığını… Müge’yi elimden aldığında kazandığını sanmıştın. Sonra fikrini almak için sana gönderdiğim bu fotoğrafı kendi serginde kullandın. Hayatımdan çaldığın ne varsa yanına kâr saydın. Benim hayatımı istedin. Hikâyesini bilmediğin bir şeye sahip olamazsın. Müge’nin hikâyesini bilmiyorsun. Yalnızca fotoğrafınkini biliyorsun. Bu fotoğraf artık ikimizin, istersen giderken yanında götür ama Müge hâlâ benim, bunu sakın unutma. Benden çaldığın her şeyi bir bir geri alacağım senden!”

“Müge senin mi yoksa benim mi, artık emin değilim. Adım adım uzaklaştı benden. Telefonu kapalı. Nerede olduğunu bile bilmiyorum.”

Sessizlik… Şarabın tadını alıyorum artık. Bordeaux. Harun, bir siluet… Hayaller geldiği gibi gidermiş. Adım adım küçülüyor çerçevede. Sonra tanımsız bir nokta oluyor. Müge ile baş başa kalıyoruz. O düşünüyor yine. Ben hikâyesiz kalıyorum.

NOT: Fotoğraflı kısa öykülerinizi (öykü yazarı ve fotoğrafı çeken farklı kişiler olabilir) ‘[email protected]’ adresine gönderebilirsiniz.  

Öykü: Tunç Kurt

Fotoğraf: Harun Töle

Tunç Kurt - Bay Prada Nasıl Öldürüldü Tunç Kurt

 

Çekerek Irmağı’nda ÇED Toplantısı Kovalamaca

Tokat’ın Zile ilçesi ile Yozgat’ın Çekerek ve Aydıncık ilçelerinden geçen Çekerek Irmağı üzerine Reis Grup tarafından yapılması planlanan Çekerek Hidroelektrik Santralinin Zile ve Aydıncık’ta düzenlenen ÇED Halkın Katılımı Toplantıları, yöre halkının ve muhtarların protestolarına sahne oldu. Çekerek Irmağı’nda HES kurulmasına karşı çıkan köylüler toplantılara katılmayarak tepkilerini ortaya koyarken, muhtarlar ve halk, ÇED toplantılarının usulsüz olduğuna ve HES istemediklerine dair tutanak tuttu.

1eced701-ff61-4e77-ae65-399b84ea0fbc

Köylülerin direnişi, HES’i iptal ettirmişti

İki yıl önce ÇED raporu onaylanan Çekerek Hidroelektrik Santrali için 2015 yılının Mart ayında Çekerek Irmağı’na iş makineleri girecek, ilk kepçe vurulacakken 2000 kişinin katıldığı büyük bir yürüyüş gerçekleşmiş, halk projeye isyan etmişti. Çekerek Irmağı özgür aksın, üzerine HES yapılmasın diye Zile – Çekerek yolundan şantiyeye kadar yaklaşık 10 kilometre yürüyen gruba jandarma zaman zaman biber gazı ile müdahale etmişti.

tokat-zile4

Zile’deki köyleri ayağa kaldıran HES isyanından iki gün sonra, Yapalak Köyü Muhtarı Bayram Sayan’ın acele kamulaştırma kararının iptaline ilişkin Danıştay 6. Dairesi’ne açtığı davaya, şirketin proje değişikliğine gitmesi nedeniyle “taşınmazların kamulaştırılmasından vazgeçilmesi gereğinin hasıl olduğu ve kamu yararının iptali yoluna gidildiği” kararı çıkmıştı. Karar bölgede zafer sevinciyle karşılanırken, Çekerek Irmağında HES istemediği için direnen bazı köylüler hakkında da soruşturma başlatılmıştı.

Şirket, proje sayısını arttırarak döndü!

Halkın tepkisinden sonra projeyi revize edeceğini açıklayarak askıya alan Reis Grup, daha önce 3 HES yapmayı planladığı Çekerek Irmağında bu kez 8 HES yapmak üzere düzenlediği projesiyle halktan izin almak için yeniden ortaya çıktı. Tokat’ın Zile ilçesi Karaşeyh Köyünde 19 Kasım Perşembe günü saat 11.00 de yapılacağı duyurulan ÇED halkın katılımı toplantısının yeri, bir önceki gün mesai saati bitiminde değiştirildi. Zile ilçesinin merkezinde, aynı saatte bir düğün salonuna alınan toplantının son dakika yer değişikliği halkın ve muhtarların tepkisine yol açtı. Köylülerin bir kısmı Karaşeyh Köyünde toplanıp belirtilen saatte toplantının yapılmadığına, şirketin ve yetkililerin toplantıya gelmediğine dair tutanak imzalarken, Zile’deki yeni toplantı yerine yetişen diğer bir grup, halka haber verilmeden yapılan son dakika değişikliğinin usulsüz olduğunu savundu.

“ÇED toplantısı halktan kaçırıldı.”

Jandarmayla birlikte polisin de hazır bulunduğu yeni adresteki toplantıya girmeyi reddeden köylüler, ellerinde tuttukları pankartlar ve sloganlarla şirketi protesto ederek Çekerek Irmağında HES istemediklerini bir kez daha gösterdi. Irmağın suyunu içme ve tarım amaçlı kullanan 25 köyün muhtarı, projeyi istemediklerine ve halka haber verilmeden toplantının yerinin değiştirilmesinin toplantıyı geçersiz kılacağına dair aralarında tutanak oluşturarak köylülerle birlikte imza attı. Toplantının yerinin değiştirilmesinin kendilerinden kaçırmak amaçlı oluğunu ifade eden halk, bu konudaki tepkilerini yeni toplantı alanına gelen Zile Kaymakamı Erdoğan Turan Ermiş’e de gösterdi.

7ba13f2e-45f3-4d42-b84a-78420deaf6ad

Kaymakam Ermiş, köylülerden toplantıya katılmalarını isterken, köylüler yer   Yapalak Köyünde yaşayan 70 yaşındaki Zeliha Kıyak, “Kaymakamım sana sesleniyorum. Hayvanlar nereden su içecek, biz nereden su içeceğiz? İstersen yollarımızı hiç yaptırma, sen bizi düşünüyorsan bu HES’i yaptırma.” dedi.

ZELİHA TEYZE

Daha önceki süreçte projenin acele kamulaştırma kararının iptali için dava açan Yapalak Köyü Muhtarı Muhtarı Bayram Sayan, ” Bu toplantılarda yöre halkına HES palavraları anlatacaklar. Bizi kandıracaklar. Biz bu toplantılara katılmayarak firmanın alacağı ÇED olumlu kararının halka hitap etmediğini, HESlerin bizim için olmadığını, şirketin servetine servet katarken suyumuzu, toprağımızı gasp edeceğini gösteriyoruz. Çekerek Irmağında HES istemiyoruz.” diye konuştu.

aab34632-e34c-4be6-8b67-9b2b7b825f87

Çekerek Irmağında mücadeleye devam

20 Kasım Cuma günü Yozgat’ın Aydıncık ilçesinde yapılacağı duyurulan projenin ikinci ÇED toplantısı bu kez yerinde ve saatinde gerçekleşirken, yöre halkından yine tepkiler yükseldi. Halk bu toplantıya da katılmayarak şirketi protesto etti, HES istemiyoruz diye tutanak imzaladı. Çekerek Özgür Akacak Platformu adına konuşan Bahar Tekin Gayretli, ” Tokat, Yozgat, Zile, Aydıncık, çevre köyler suyunu vermek, yaşamından ve geleceğinden vazgeçmek istemediğini bir kez daha haykırdı. Çekerek Irmağında HES istemiyoruz. Halkın toplantıya katılmasını engellemek istediler. Toplantı yerini son dakikada değiştirerek sadece muhtarlara haber vermeleri ve onları toplantıya taşıyacaklarını söylemeleri de buna işaret ediyor. Halkın tepkisinden çekiniyorlar. Bizden kaçırmaya çalıştıkları toplantıya da diğer toplantıya da katılmayarak tepkimizi gösterdik. Şirket Çekerek Irmağını tek edene dek yöre halkıyla omuz omuza mücadele etmeyi, suyumuzu, toprağımızı, yaşam hakkımızı savunmayı sürdüreceğiz.” dedi.

Haber: Güneş DERMENCİ

(Yeşil Gazete)

IŞİD tarafından rehin tutuldum. Hava saldırılarından çok beraberliğimizden korkuyorlar.

Nicolas Hénin tarafından The Guardian‘da yayınlanan yazıyı Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Sevde Öztürk‘ün çevirisiyle sunuyoruz.

***

Suriye’de gördüm ki İslam Devleti intikam ateşini körüklemeye çalışıyor. Bu tuzağa düşmemeliyiz.

IŞİD askerleri Rakka’da törende. Her şey bu felaketler zincirinin, tüm dünyadaki Müslümanlardan oluşacak bir ordu ile diğerleri yani haçlılar arasında yaşanacak bir yüzleşmeye neden olacağı fikrine daha fazla inandırıyor. Fotoğraf:AP
IŞİD askerleri Rakka’da törende. Her şey bu felaketler zincirinin, tüm dünyadaki Müslümanlardan oluşacak bir ordu ile diğerleri yani haçlılar arasında yaşanacak bir yüzleşmeye neden olacağı fikrine daha fazla inandırıyor. Fotoğraf:AP

Gururlu bir Fransız olarak, ben de herkes gibi Paris olayları yüzünden son derece üzgünüm. Fakat ne şaşkınım ne de kuşkucu. İslam Devleti’ni tanıyorum. 10 ay boyunca IŞİD’in rehinesiydim ve bizim acımızın, yasımızın, umutlarımızın ya da hayatımızın onları hiç bir şekilde etkilemediğini çok iyi biliyorum. Onların dünyaları bambaşka.

Çoğu insan onları sadece propagandaları aracılığıyla tanıyor ancak ben bundan ötesini de gördüm. Esirleri olduğum dönemde birkaçı ile tanıştım. Bunların içinde Cihatçı John, gerçek adıyla Mohammed Emwazi de vardı. John bana ‘keltoş’ lakabını takmıştı.

Şu an bile, arada sırada bazılarıyla sosyal medya üzerinden sohbet ederiz. Şunu da belirtmeliyim ki, onlar hakkında düşündüklerinizin birçoğu kendilerini pazarlama tarzlarından ve halkla ilişkiler stratejilerinden kaynaklanıyor. Ne kadar kendilerini süper kahramanlar olarak halka lanse etseler de zavallı halleri kameralardan uzaktayken bir nebze ortaya çıkıyor. İdeoloji ve güçle sarhoş olmuş sokak çocukları. Fransa’da bir söyleyiş vardır: aptal ve kötü. Bana göre onlar kötüden ziyade aptallar. Bu, aptallığın son derece tehlikeli olabilme potansiyelini hafife almak demek değil.

Geçen sene kafası kesilenlerin hepsi hücre arkadaşlarımdı. Gardiyanlar bizimle oyun oynar, mental işkence uygularlardı. Bir gün gelip serbest bırakılacağımızı söyler, iki hafta sonra şen şakrak ‘Yarın içinizden birini öldüreceğiz’ derlerdi. Başlarda bu oyunlarına kanardık. Sonrasında ise bizimle sadece eğlenen palavracılar olduklarını anladık.

İnfazları taklit ederek eğlenirlerdi. Bir keresinde bana kloroform vermişlerdi. Bir diğeri ise baş kesme sahnesiydi. Fransızca bilen birkaç cihatçı ‘Kellenizi uçurup, bir yerlerinize sokacağız. Bunu da YouTube’a yükleyeceğiz.’ diye bağırıyorlardı. Antika dükkânından alınma bir kılıç taşıyorlardı.

Onlar kahkaha atarken ben çığlık atıyor, oyunlarına ortak oluyordum. İstedikleri tek şey eğlenmekti. Yanımızdan ayrıldıklarında diğer Fransız rehineye dönüp güldüm. Her şey çok saçmaydı.

Teknolojik anlamda bağlarının bu kadar kuvvetli oluşunu görmek beni şaşırtmıştı. Saplantılı bir şekilde tüm haberleri takip ediyorlar. Fakat gördükleri her şey kendi süzgeçlerinden geçiyor. Tamamen beyinleri yıkanmış, komplo teorilerinin her haline sarılılar. Onlarda hiçbir çelişkiye yer yok.

Onlara göre her şey doğru yolda olduklarının kanıtı. Özellikle de tüm dünyadaki Müslümanlardan oluşacak bir ordu ve diğerleri arasında yani haçlılarla, Romalılarla yaşanacak bir yüzleşmeye doğru gidilen bir felaketler zinciri sürecinde olduğumuza inanıyorlar. Her şeyin bizi bu yola götürdüğünü düşünüyorlar. Neticede her şey Allah’ın lütfu.

Haberlere ve sosyal medyaya olan meraklarından, Paris’te yaptıkları kanlı saldırının ardından çıkan her şeyi kaydediyor olacaklardır. Bana kalırsa, aralarındaki tezahüratları ise ‘Kazanıyoruz!’ nidaları. Herhangi bir aşırı tepki, bölünme, korku, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ifadesine sevinecekler, sosyal medyadaki tüm çirkinlik örnekleri onları cezbedecektir.

Dünya görüşlerinin merkezini Müslümanlar ile hiçbir topluluğun beraber yaşamasının mümkün olmadığı inanışları oluşturuyor. Her gün ise görüşlerini destekleyecek kanıtlar bulmaya daha fazla kanalize oluyorlar. Almanya’da mültecilerin karşılanmasını gösteren fotoğrafları bilhassa rahatsız edici bulacaklardır. Görmek istedikleri şeyler kaynaşma ya da hoşgörü değil çünkü.

Peki, neden Fransa? Bunun birkaç sebebi olabilir. Bence, benim ülkemi Avrupa’nın zayıf halkası, ayrılıkların daha kolay üreyebileceği bir ülke olarak görmeleri asıl sebep. Bu yüzden nasıl tepki göstermeliyiz sorusu bana yöneltildiğinde, söylediğim şey hassas davranmamız gerektiği.

Durum böyle ancak bizim cevabımız daha çok bomba ile olacak. IŞİD savunucusu değilim. Nasıl olabilirim ki? Fakat bildiğim her şey bana bunun büyük bir hata olduğunu söylüyor. Bombardıman haklı bir öfkenin sembolü olacak. Savaş uçakları, 48 saatlik vahşette, Suriye’de en büyük hava saldırısını gerçekleştirdi. IŞİD’in kalesi Rakka’ya 20’den fazla bomba atıldı. İntikam belki de kaçınılmazdı ancak asıl ihtiyacımız olan şey temkinli olmak. Benim kaygımsa bu tablonun daha da kötüleşmesi.

Biz IŞİD’i yok etmeye çalışırken Rakka’da köşeye sıkışmış, hala orda yaşayan 500.000 sivile ne olacak? Ya onların güvenlikleri? Peki ya tüm bunları göz ardı ederek onları da aşırıcılığa itme ihtimalimiz? Önceliğimiz Suriye’ye daha çok bomba götürmekten ziyade bu insanları korumak olmalı. Uçuşa yasak bölgelere ihtiyacımız var. Suriye halkının güvenliğe ihtiyacı var. Yoksa onlar da IŞİD gibi gruplara dönüşecekler.

Justin Trudeau’nın seçilmesinden sonra Kanada hava savaşından geri çekildi. Fransa’nın da aynı şeyi yapmasını gönülden arzuluyorum. Rasyonel yönüm bana bunun olabileceğini söylerken, pragmatik tarafım tam tersini söylüyor. Gerçek şu ki, kapana kısılmış durumdayız. IŞİD bizi kapana kıstırdı. Paris’e, bombaları durdurmamızı istediklerini beyan ederek ellerinde kalaşnikoflarla geldiler. Yaptıkları saldırının bizi bombalı saldırıları sürdürmeye ve ters etkili saldırıları yoğunlaştırmaya mecbur bırakacağını onlar da çok iyi biliyorlardı. Şu an yaşananlar da bu zaten.

Emzawi artık yok. Koalisyon uçaklarının saldırısı tarafından öldürüldü. Ölümü parlamentoda kutlandı. Onun yasını tutmuyorum. Fakat Emzawi de kendi işlediği cinayetler sırasında bu çift katmanlı blöf taktiğini kullanıyordu. Amerikan gazeteci James Foley’i öldürdükten sonra bıçağını kameraya doğrultup ‘Obama, Orta Doğu’ya müdahale etmeyi bırak yoksa onu da öldürürüm.’ diyerek sıradaki kurbanına yaklaşmıştı. Rehineye olacakları o da çok iyi biliyordu. Amerika’nın bu olaya vereceği tepkinin daha çok bomba anlamına geldiğini de gayet iyi biliyordu. IŞİD’in istediği bu zaten. Peki, biz bunu onlara sunmalı mıyız?

IŞİD kötücül ve gaddar, bu konuda hiçbir şüphe yok. Yine de tüm yaşadıklarıma rağmen, IŞİD’in önceliğimiz olduğunu düşünmüyorum. Bence Bashar al-Assad asıl önceliğimiz. Suriye Devlet Başkanı IŞİD’in Suriye’deki yükselişinden sorumludur. Onun yönetimi olduğu yerde durdukça ne IŞİD’in yok edilmesi ne de sokaklarımızdaki saldırıların son bulması söz konusu olamaz. İnsanlar ‘önce IŞİD, sonra Assad’ dediklerinde, onlara güvenmeyin. Bunu söyleyenler sadece Assad’ı korumaya çalışıyorlar.

Şu anda elimizde ne izlenilmesi gereken politik bir yol haritası ne de Sünni Arapları bir araya toplayacak bir plan var. IŞİD çökecek ama bunu siyaset gerçekleştirecek. Bu sırada bizim de bu vahşetin ardından yapabileceğimiz çok şey var ve çözüm, sağlam bir yürek ve direnç. Zira korktukları şey de bu. Onları tanıyorum. Umdukları şey bombalamalar. Korktukları ise beraberliğimiz.

Yazının İngilizce Orijinali

Yazı: Nicolas Hénin

Yeşil Gazete için Çeviri: Sevde Öztürk

(Yeşil Gazete, The Guardian)

80’lerden beri istemezük

İklim İçin kampanyası dahilinde kömürlü termik santrallere karşı mücadele veren şehirlere ziyaretimin üçüncü ayağındayım. Çanakkale, Diyarbakır-Silopi’den sonraki durak Muğla. Muğla diğer şehirlere göre daha farklı, orada hala aktif bir direniş varken Muğla’da direnişin tarihi var.

Muğla ve direniş denince akla ilk olarak 447 gün süren ve geçtiğimiz senenin Aralık ayında son bulan Yatağan Direnişi geliyor. Muğla’daki kömürlü termik santrallerin özelleştirilmesine karşı olan işçilerin başlattığı direniş özelleştirmeyi durduramasa da sendika ve işveren arasında anlaşmaya varılmış ve işçilerin haklarının korunması sağlanmıştı.

Ama bir de Muğla’nın kömürlü termik santral karşıtı direnişi var, bundan 30 sene önce başlayan bir hareket.

Muğla’nın ilk kömürlü termik santrali Yatağan Termik Santrali 1984’te, ikinci termik santrali Yeniköy Termik Santrali 1987’de devreye alınıyor. Kemerköy (Gökova) Termik Santrali’nin ilk ünitesinin devreye alındığı tarih ise 16.12.1993.

Gökova (Kemerköy) Termik Santrali karşıtı ilk eylem 1984 yılında santralin yapımının kesinleşmesi ile birlikte Türkevi Köyü kadınları tarafından yapıldı. Santral alanına hafriyat için gelen makinelerin önüne yatarak çalışmasını engellediler.

Gökova’da herkesi harekete geçirecek etkinlik ise 8 Mayıs 1993’te (Aliağa termik santrali zaferinin yıl dönümünde*) “Termik santraller mi? Sağlıklı çocuklar mı? Haydi Gökova’ya” sloganıyla ypılan Gökova körfezine çıkartması. Aynı tarihte mecliste Cumhurbaşkanlığı seçimi için birinci tur oylaması yapılacağından Gökova kimsenin umrunda olmayacak diyenlere verilen cevap ise barizdir: “Bir Cumhurbaşkanı bu memlekette çooook bulunur, ancak Gökova bir kez gitti mi bir daha bulunmaz.”[i]

Sürekli eylemliliğin devam etmesi için Gökova Sürekli Eylem Kurulu kurulur.

Yatağan_!

Yatağan’a yaptığım ziyarette Kurulun sürekli eylemlerinden biri olan 1 Eylül 1993’te Ankara’ya yapılan çıkartmayı Gökova Sürekli Eylem Kurulu’ndan Reşat Uygun’dan dinledim. Bana termik santralin zarar vereceği tüm canlılar (evet tüm canlılar: defne dalları, zeytinler, kaplumbağalar, keçiler, oğlaklar) ile birlikte otobüslere doluşup Güvenpark’a eylem yapmaya gittiklerini anlattı.

Her ne kadar sekiz saatlik otobüs yolculuğunun sonunda Ankara’nın göbeğine varan kuzular, koyunlar ve kaplumbağalar yeterince ilginç olsa da bu eylem Gökova Sürekli Eylem Kurulu’nun ne en ilginç ne de en radikal eylemi.

Onlar da bizler gibi ve tüm diğer çevre mücadelecileri gibi “istemezükçülük” ile suçlanıyorlar.

İstemezük

HES’lerden, termik santrallere, yeşil yollara, köprülere karşı çıkan herkes bilmeden konuşmakla itham ediliyor. 1988’de 3. Köprü fikrinin ilk ortaya atılmasından 2015’teki Yeşil Yol’a, 1993’teki Gökova kömürlü termik santralinden 2023’e planlanan 80 yeni kömürlü termik santrale kadar biz hiç bilmiyoruz, devlet ise en iyisini bildiğinden son 35 yıldır aynı planları önümüze “büyümek, gelişmek” olarak koymaya devam ediyor.

Bundan daha da kötüsü, devletin “büyüme” söylemine yalaklık eden medyanın da sayesinde Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olarak çok fazla enerjiye ihtiyacı olduğu ve bu enerji ihtiyacını karşılamak için yerli kaynağı kömür yatırımlarının arttırılması gerektiği iddiasının artık herkesin diline düşmüş bir şehir efsanesi halini alması.

Bu konuyla ilgili son dönemde çıkan bir sürü rapor var:

Türkiye’de fosil yakıt ve yenilenebilir enerji teşvikleri

Kömür Raporu: İklim değişikliği, ekonomi ve sağlık açısından Türkiye’nin kömür politikaları

Türkiye için düşük karbonlu kalkınma yolları ve öncelikleri

Bu konu üzerinde çalışan uzmanlar, akademisyenler, aktivistler tarafından hazırlanmış raporların dediği özetle şu:

Türkiye büyüme modelini çok fazla enerji talep eden sektörler üzerinden kurguladı. Özellikle gayrimenkul, inşaat gibi uzun vadede değer üretmeyen, anlık büyüme yaratan bu sektörler aynı zamanda enerji ihtiyacı da çok yüksek olan sektörler. Büyüyen enerji talebini karşılamak için artan elektrik arzı ve buna bağlı elektrik fiyat dengesini korumak ve enerji güvenliğini sağlamak için Türkiye enerji politikalarını kömür teşviki vermek ve de kömüre yatırımı desteklemek üzere kurdu. Böylece küresel iklim değişikliğine neden olan karbon emisyonlarını da teşviklemiş bulunuyor.

Öte yandan, Türkiye 2°C hedefi içinde payına düşen sorumluluğu yerine getirebilmek için alacağı basit politika tedbirleriyle, ekonomik büyümeye negative etkisi olmaksızın, 2030’da karbon emisyonlarını %23 ile %40 arasında azaltabilir.

Türkiye mevcut politikalarla kömürü enerjinin merkezinde tutmaya devam eder, planlanan termik santralleri yaparsa fosil yakıtlara daha da bağılmlı hale gelerek yenilenebilir enerji teknolojileriyle rekabet etmesini daha da zorlaştıracaktır.

Bu işin daha da özeti Prof. Erinç Yeldan’ın İklim Forumu’nda dediği gibi:

“Türkiye, iki sanayi devrimi dalgasını kaçırdı. Şimdi üçüncü devrimin eşiğindeyiz. İstesek, yenilenebilir enerjinin çok önemli aktörü olabiliriz. Bunun fantezi gibi seyredilmesi çok canımı acıtıyor.”

Ya da:

Türkiye sanayi devrimlerini o kadar geriden takip ediyor ki, bir önceki yüzyıldan kalma “taş devri” planları önümüze icat diye koyuyor. Taş devrinden kalan bu enerji politikalarını istemezük.

Ve son olarak:

80’lerden beri bir bildiğimiz var. Çok hükümet değişir, ama bu gezegen olduğu gibi kalır. Neticede “devlet bizim sayemizde devlettir”[ii].

[i] Yaşar Aksoy, Yeni Asır Gazetesi 6 Mayıs 1993

[ii] Rabia Özcan’ın Yeşil Yol’a karşı söylevinden