Ana Sayfa Blog Sayfa 342

Antarktika üzerindeki ozon tabakasında rekor incelme: 26 milyon kilometrekare’ye çıktı

Antarktika üzerindeki ozon tabakasında oluşan incelme, bu yıl en büyük genişliklerinden birine ulaştı.

Avrupa Uzay Ajansı‘ndan yapılan açıklamaya göre, Avrupa Birliği Dünya atmosferi gözlem programı Copernicus Sentinel-5P uydusundan 16 Eylül’de alınan görüntüler, Antarktika üzerindeki ozon tabakasındaki incelen kısmın 26 milyon kilometrekareye çıktığını gösterdi. Bu, Brezilya’nın kabaca üç katı büyüklüğünde bir alana denk geliyor.

Genişliği ağustostan ekime değişen, eylül ortası ile ekim ortası arasında azami büyüklüğe ulaşan incelmiş tabaka, bu yıl ağustos ayının ortalarından itibaren hızlıca büyüyerek, daha eylül ayı ortasında kaydedilen en büyük incelmelerden biri haline geldi.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından ocakta yayımlanan bir raporda, incelen ozon tabakasının yeniden iyileşmeye başladığı kaydedilmişti.

Ozon tabakasındaki deliğin bu kadar hızlı büyümesinin, Tonga’daki deniz altı yanardağı  Hunga Tonga’nın Ocak 2022’de faaliyete geçmesiyle ilişkili olabileceği düşünülüyor.

Ozon tabakasında incelme: Yanardağ kadar insan faaliyetleri de etkili
Bugün Dünya Ozon Günü: 7 soruda ozon tabakası ve ozon deliği
Ozon tabakasını incelten yasaklı gazlar, gizemli bir artışla rekor seviyelere yükseliyor

Ozon incelmesi nasıl ölçülüyor?

Kamuoyunda “ozon deliği” olarak bilinen incelen ozon tabakasının boyutu düzenli olarak değişiyor. Ağustos ayından ekime kadar inceliyor artıyor ve eylül-ekim ortalarında maksimuma ulaşıyor. Güney Yarımküre’de stratosferin sıcaklıkları artmaya başladığında ozon tabakasının incelmesi yavaşlıyor, kutup girdabı zayıflayıp sonunda parçalanıyor ve aralık ayı sonunda tabaka normale dönüyor.

Ekim 2017’de fırlatılan Copernicus Sentinel-5P (Sentinel-5 Precursor’un kısaltması) uydusu, “tropomi” adı verilen gelişmiş bir multispektral görüntüleme spektrometresiyle uzaydaki çok çeşitli kirleticileri ve atmosferik gazların benzersiz parmak izlerini yüksek çözünürlükte tespit ediyor.

Veriler daha sonra Alman Havacılık ve Uzay Merkezi‘ndeki ( DLR ) Sentinel-5P yer segmentinde, DLR ve Belçika Kraliyet Uzay Havacılık Enstitüsü (BIRA-IASB) tarafından geliştirilen algoritmalar kullanılarak işleniyor.

CAMS kıdemli bilim insanı Antje Inness “Operasyonel ozon izleme ve tahmin çalışmalarımız, ozon incelmesinin 2023’te erken başladığını ve ağustos ortasından bu yana hızla büyüdüğünü gösteriyor. 16 Eylül’de 26 milyon kilometrekarelik bir büyüklüğe ulaşarak, onu tarihteki en büyük ozon deliklerinden biri haline getirdi” dedi.

Ozon incelmesinin boyutunun değişkenliği büyük ölçüde Antarktika bölgesi çevresinde akan kuvvetli rüzgar bandının gücüyle belirleniyor. Bu güçlü rüzgar bandı, Dünya’nın dönüşünün ve kutupsal ve orta dereceli enlemler arasındaki güçlü sıcaklık farklarının doğrudan bir sonucu. Rüzgar bandı güçlüyse bir bariyer görevi görüyor: Kutup ve ılıman enlemler arasındaki hava kütleleri artık değiş tokuş edilemiyor. Hava kütleleri daha sonra kutup enlemlerinde izole halde kalıyor ve kış aylarında soğuyor.

Mevcut ozon konsantrasyonlarının ardındaki nedenleri tartışmak için henüz çok erken olsa da, bazı araştırmacılar bu yılki olağandışı ozon desenlerinin Ocak 2022’de Hunga Tonga-Hunga Ha’apai’nin patlamasıyla ilişkilendirilebileceğini düşünüyor.

Antje Inness şu bilgileri veriyor: “Ocak 2022’de Hunga Tonga yanardağının patlaması, stratosfere çok fazla su buharı enjekte etti ve bu su buharı, ancak 2022 ozon deliğinin sona ermesinden sonra güney kutup bölgelerine ulaştı.Su buharı, kloroflorokarbonların (CFC’ler) reaksiyona girebileceği ve ozon tabakasının incelmesini hızlandırabileceği kutupsal stratosferik bulutların oluşumunun artmasına neden olmuş olabilir. Su buharının varlığı aynı zamanda Antarktika stratosferinin soğumasına da katkıda bulunabilir, bu kutupsal stratosferik keseklerin oluşumunu daha da arttırabilir ve daha sağlam bir kutup girdabına neden olabilir.”

Ancak patlamanın  Güney Yarımküre’deki ozon incelmesi üzerindeki kesin etkisi, hala devam eden bir araştırma konusu, çünkü modern gözlemlerde stratosfere bu kadar önemli miktarda su buharının enjekte edildiği daha önceki bir örnek bulunmuyor.

Ozon tabakasını incelten maddelerin kalıcı etkisi

1970’lerde ve 1980’lerde, buzdolapları ve aerosol kullanılan ürünlerdeki zararlı kloroflorokarbonların yaygın kullanımı, atmosferimizin üst kısımlarında ozona zarar verdi; bu da Antarktika’nın üzerindeki ozon tabakasında incelmeye yol açtı.

1987 yılında bu zararlı maddelerin üretimini ve tüketimini aşamalı olarak ortadan kaldırarak ozon tabakasını korumak ve ozon tabakasının iyileşmesini sağlamak amacıyla Montreal Protokolü oluşturuldu.

Montreal Protokolü’ne ve antropojenik ozon tabakasını incelten maddelerin azalmasına dayanarak, bilim insanları şu anda küresel ozon tabakasının 2050 civarında tekrar normal durumuna ulaşacağını tahmin ediyor.

 

İhracatçı şirketlere sınırda karbon uygulaması başladı

Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması (SKDM) pilot uygulaması, bugün (1 Ekim 2023) itibarıyla başladı.

2026 yılından itibaren tamamen devreye girecek olan SKDM’den etkilenmemek için Türkiyeli ihracat firmalarının şimdiden ürünlerinin karbon emisyonlarını hesaplamaları ve karbon ayak izlerini düşürmeye yönelik önlemler almaları gerekiyor.

İklim krizinin etkilerini en aza indirmek amacıyla hayata geçirilen Avrupa Yeşil Mutabakatı ve SKDM, önümüzdeki yıllarda küresel ticaretin seyrini değiştirecek. Avrupa Birliği’nin (AB) 2030 yılına kadar karbon ayak izinin yüzde 50 oranında düşürülmesi ve 2050 yılında karbon-nötr hedefi doğrultusunda hayata geçirilen SKDM’nin pilot uygulamasında, ilk etapta karbon kaçağı riski içeren; gübre, demir-çelik, alüminyum ve çimento gibi sektörlere uygulanacak ve ihraç edilen bütün ürünleri kapsayacak.

Karbon vergisinin abecesi: AB kapısında nelerle karşılaşacağız, topluma nasıl anlatmalı?
Sınırda Karbon Uyarlama Mekanizması’nın işleyişine dair belge sızdırıldı
‘Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması bir iklim finansmanı desteğine dönüşebilir’
[İklim Masası] Toplum, karbon vergisinin çevre projelerinde kullanılmasını destekliyor

Karbon emisyonlarını belirlenen sınırlarda tutmayan şirketler “karbon vergisi” ile karşı karşıya kalacak. SKDM’nin pilot fazına uyum, her üç ayda bir yapılacak olan raporlamalarla tamamlanacak ve geçiş dönemi 31 Aralık 2025 tarihinde sona erecek. Bu süreçte şirketlerden karbon emisyonlarına ilişkin veri toplaması ve topladıkları verilere ilişkin raporlama yapmaları bekleniyor.

SKDM’den etkilenmemek için Türk ihracat firmalarının şimdiden ürünlerinin karbon emisyonlarını hesaplamaları ve karbon ayak izlerini düşürmeye yönelik önlemler almaları gerekiyor.

Üretim ve tedarik süreçlerindeki emisyonlar vergilendirmeye tabi olacak

Türkiye’de emisyon doğrulaması konusunda çalışmalar yapan TÜV AUSTRIA Global Sürdürülebilirlik Müdürü Burcu Çelebi “Firmaların karbon ayak izlerini 2026 yılından önce hesaplamaya başlamış olması oldukça önemli” dedi.

Mekanizmanın 1 Ekim 2023 tarihinde emisyonların raporlanması yükümlülüğü ile uygulamaya gireceğine dikkat çeken Çelebi, mali yükümlülüklerin devreye girdiği asıl uygulama döneminin 1 Ocak 2026 itibarıyla başlayacağını belirtti:

“İlk aşamada şirketlerin Kapsam 1 ve Kapsam 2 emisyonlarının hesaplanması isteniyor. Doğrudan emisyonların ve tüketilen enerji kaynaklı emisyonların hesaplanması önceliklendirildi. Firmaların karbon ayak izlerini 2026 yılından önce hesaplamaya başlamış olması; firmanın emisyon kaynaklarını tespit etmesi, verilerini 2026 yılına kadar eksiksiz elde edebilecek hale gelmesi ve karbon ayak izi hesaplanması sistemine adapte olması için oldukça önemli.”

Sendikalar: Karbonsuz ekonomiye geçiş işçiyi mağdur etmemeli, Adil Dönüşüm Fonu şart

İklim uzmanları uyarıyor: Yabancı yeni yatırımcılar için karbon vergisi muafiyeti revize edilmeli

Avrupa’ya ihraç edilen ürünlerde üretim ve tedarik kapsamlı karbon emisyonlarına göre vergilendirmeye tabi olacaklarını belirten Çelebi, “Vergi oranlarını doğru kurgulamak için emisyon değerleri hesaplanması ve zorunlu hale getirilmesi karara bağlandı. Burada bir emisyon sınırı ortaya çıkacak ve bu sınırın üstünde kalanlar oradaki karbonu sıfırlamak için karbon kredisi satın almak zorunda kalacaklar ya da iyileştirme yapmak için gerekli adımları atacaklar. Aynı şekilde bu sınırın altında kalanlar da bu opsiyonu dışarıya satabilecekler, yani karbon ticareti yapabilecekler. Şu anda Türkiye’de isteğe bağlı olan bu konu 2026 yılı itibariyle zorunlu hale gelecek” ifadelerini kullandı.

‘Önlem alınmazsa GSYH’de azalmaya yol açabilir’

Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Sevil Acar’ın Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Türkiye Ekonomisi Üzerine Etkileri” başlıklı geçen mayıs ayında kaleme aldığı makalede, SKDM’nin Türk ihracatçıları üzerine etkilerine dikkat çekilmişti. Prof. Acar makalesinde, SKDM’nin Türkiye’deki ihracatçılara yıllık maliyetinin en az 1,1 ila 1,8 milyar euro arasında olacağını belirtmişti:

“Bu hesaplama, ton CO2 başına ödenecek verginin 30 veya 50 Euro olacağından hareketle yapılmış. Ancak karbon fiyatının şimdiden 80 Euro seviyelerine ulaşmış olması, esas maliyetin çok daha yüksek olacağı anlamına geliyor.”

Acar, SKDM ile ilgili önlem alınmazsa 2030 yılında Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’da (GSYH) yüzde 2,7 ile 3,6 oranında azalma olacağını belirtirken cari açığın artacağına dikkat çekti.

 

facebook sharing button
twitter sharing button
whatsapp sharing button

 

Özgürlük Yürüyüşü beşinci gününde: Gündem eğitim ve sağlık

Türkiye İşçi Partisi (TİP), tutuklu Hatay Milletvekili Can Atalay‘ın da aralarında bulunduğu Gezi Davası tutuklularının cezalarının onanmasına karşı Hatay’dan Ankara‘ya başlattığı “Özgürlük Yürüyüşü”nün beşinci gününde TİP Genel Başkanı Erkan Baş, İskenderun‘dan eğitim ve sağlıktaki sorunlara dikkat çekti.

Bugün (5 Ekim) deprem bölgesinde eğitim ve sağlık konusunda yaşanan aksaklıklara dikkat çekmek istediklerini belirten Baş’a, Hatay Tabip Odası ve Eğitim Sen Hatay Şubesi de eşlik etti.

Uluslararası Öğretmenler Günü’nde TİP’liler Hatay’da halen iyileştirilmiş koşullarda öğrenim göremeyen binlerce genç ve çocuk için yürüyor.

Yürüyüşün rotasında İskenderun, Sarıseki, Payaz ve Dörtyol bulunuyor.

[İklim Masası] Toplum, karbon vergisinin çevre projelerinde kullanılmasını destekliyor

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Prof. Dr. Ayşe Uyduranoğlu’nun kaleme aldığı “Karbon vergisine toplum desteği“ne ilişkin makalesini yayımlıyoruz. 

*

Küresel iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarını fiyatlandırarak düşük karbon ekonomisine geçişi destekleyen ve iklim kriziyle mücadelede büyük önem taşıyan karbon vergisi, toplumsal desteğin düşük olması nedeniyle, siyasi olarak güçlükle uygulamaya konabiliyor. Tüm dünyada, az sayıda ülke tarafından ve düşük seviyede uygulanıyor. 

Henüz karbon vergisi uygulaması bulunmayan Türkiye’de de durum farklı değil: Bir saha araştırmasına göre, iklim değişikliğiyle mücadelede karbon vergisini destekleyenlerin oranı yüzde 10. Öte yandan yapılan çalışmalar, karbon vergisi gelirinin nereye aktarılacağının baştan belirlenmesinin, toplumsal desteği artırabileceğine işaret ediyor.

Bu konuda Türkiye’de yapılan bir araştırmaya katılanların dörtte biri, karbon vergisinden elde edilecek gelirin, yenilenebilir enerjiden elektrik üretilmesi için kullanılmasını tercih ediyor. Vergi gelirlerinin nereye harcanacağının belirsiz tutulmasını ve gelirlerin doğrudan bütçeye tahsis edilmesini isteyenlerin oranı ise yalnızca yüzde 2,5.

Katılımcıların yüzde 61’i, gelirin çevreye aktarılmasını destekliyor

Çalışmaya göre, karbon vergisinden elde edilecek gelirin nasıl kullanıldığı, uygulamaya karşı oluşan toplumsal direnci kırmada önemli rol oynayabilir. Vergi gelirlerinin nereye harcanacağının baştan belirlenmesi ve özellikle çevre projelerinde kullanılması tercih ediliyor.

Çalışmada, karbon vergisinden elde edilecek gelirin yönlendirileceği 11 farklı harcama grubu belirlendi. Araştırmaya katılanlara, bu gelirin, aralarında yenilenebilir kaynaklardan enerji üretiminin artırılması; iklim değişikliğine uyum projeleri geliştirilmesi; en çok etkilenecek kişi ve iş kollarına yardım edilmesi; toplu taşımacılığın iyileştirilmesi gibi farklı seçenekler bulunan harcama gruplarından hangisine yönlendirilmesi gerektiği soruldu.

Araştırmaya katılanların yüzde 25,64’ü, gelirin, yenilenebilir enerjiden elektrik üretilmesi için kullanılmasını tercih etti. Tercih edilen diğer harcama grupları da, bu kaynağın çevreye ayrılmasının istendiğini ortaya koyar nitelikte: Katılanların yüzde 13’ü, iklim değişikliğine uyum projelerinin; yüzde 11’i, iklim değişikliğinden en çok etkilenecek kişi ve iş kollarının; yine yüzde 11’i, kömür ocağı ve kömürlü termik santrallerin kapatılmasından etkilenecek işçilerin desteklenmesi gerektiğini düşünüyor.

Karbon vergisinden elde edilecek gelirin çevre projeleri geliştirmek için kullanılmasını tercih edenlerin oranının (yüzde 61,27), gelirin tüm vatandaşlara eşit olarak dağıtılmasını (yüzde 7,22), gelir vergisi oranlarının düşürülmesini (yüzde 7,28) veya sosyal sigortada işveren payının azaltılmasını (yüzde 4,88) destekleyenlerden daha yüksek olduğu görülüyor. Vergi gelirinin nereye harcanacağının belirsiz olduğu ve doğrudan kamu bütçesine aktarıldığı senaryoyu tercih edenlerin oranı ise yalnızca yüzde 2,53.

karbon ver

ETS ve karbon vergisi şart

Türkiye’nin henüz bir karbon fiyatlandırma politikası bulunmuyor. Diğer taraftan, Avrupa Birliği’nin 2026 yılında uygulamaya koymayı planladığı Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) gereği, Türkiye’de üretilen ve AB’ye ihraç edilen ürünler, içerdikleri karbon yoğunluğuna göre AB tarafından vergilendirilecek. Türkiye’de ulusal bir karbon fiyatlandırma politikasının olması ve karbonun, AB SKDM’ye uyumlu şekilde fiyatlanması durumunda ise, bu gelirin tamamı Türkiye’ye kalacak.

İklim krizini bir tür piyasa başarısızlığı olarak tanımlayan iktisat yazınında, bu krizin giderilmesi için regülasyonlar ve/veya piyasa temelli araçlarla piyasaya müdahale edilmesi gerektiği, uzun yıllardır tartışılıyor.

Bahsedilen piyasa temelli araçlar, karbon vergisi ve emisyon ticaret sistemi (ETS) olarak iki gruba ayrılıyor. ETS’de gelirler, emisyon ticaretine dahil olan ve kendi kirlilik haklarını, yani kotalarını, satan şirketlerin bütçesine aktarılıyor. Kotasını aşan ve bunu kota satın alarak dengelemeyen şirketlerin ödediği cezalar ise kamu bütçesine aktarılıyor.

Öte yandan, karbon vergisinden elde edilen gelirin tamamı, kamu bütçesine aktarılıyor. Bu konuda yapılan araştırmalar, gelirin kamu yönetimi tarafından çevre projelerinde kullanmak üzere ayrılması ve bunun topluma şeffaflıkla anlatılması durumunda, karbon vergisine desteğin artabileceğini ortaya koyuyor.

SKDM’nin uygulamaya konmasına bağlı olarak, Türkiye’de de ETS kurulmasına yönelik hazırlıklar devam ediyor. Ancak ETS’nin karbon vergisi ile desteklenmesi çok önemli. Bunun nedeni, mevcut haliyle ETS’nin, AB’de bile, karbon emisyonuna neden olan bütün kaynakları regüle edemiyor oluşu. Özellikle kara yolu ulaşımı, bu düzenlemeye tabi değil. Oysa etkin bir iklim politikası, ancak bütün kirlilik kaynaklarının regüle edilmesiyle mümkün olabilir.

Vergi tutarı, iklim hedeflerinin gerisinde

Daha önce fiyatlanmayan ve dışsal maliyetlere neden olan emisyonları fiyatlandıran bu politika araçları, sera gazı emisyonlarını azaltmanın yanı sıra gelir de sağlıyor. Ancak iktisatçılar tarafından yıllardır savunulan bu araç, yeterince yaygınlaşamadı.

Bir araştırmaya göre, 2019 yılında dünya genelinde karbon vergisinin ton başına ortalama fiyatı yaklaşık 26 dolardı. Oysa Paris Anlaşması’nın belirlediği sıcaklık artışını sınırlama hedefine ulaşmak için, 2020 yılına kadar ton başına 40 ila 50 dolarlık karbon vergisi ödenmesi gerekiyordu.

Haritada 1 ve 3 numaralı renklerle gösterilen ülkelerde karbon vergisi uygulamadadır veya uygulamaya konması kararlaştırılmıştır. (Kaynak: World Bank. 2023. State and Trends of Carbon Pricing 2023. © http://hdl.handle.net/10986/39796 License: CC BY 3.0 IGO.)

Karbon vergisinin düşük seviyelerde ve az sayıda ülke tarafından uygulanmasının en önemli nedeninin, toplumun bu fiyatlandırma politikalarına gösterdiği direnç olduğu düşünülüyor. Toplumda, karbon vergisinin iklim değişikliği ile mücadele etmekten ziyade, hükümetlere ek gelir sağlamak için konulacağı düşüncesi hakim.

Bu konuda dünya genelinde en dikkat çeken örnek olarak Fransa gösterilebilir. İklim değişikliği ile mücadele etmek için akaryakıt vergilerinin artırılması önerisi, ‘Sarı Yelekliler’ olarak adlandırılan grup tarafından gerçekleştirilen, ülke geneline yayılan ve şiddet içeren eylemler nedeniyle askıya alındı.

Dolaylı vergiler direnç yaratıyor

Türkiye’de yapılan bir saha araştırması da, iklim değişikliği ile mücadele söz konusu olduğunda en az destek bulan ikinci politika aracının karbon vergisi olduğunu ortaya koyuyor. Araştırmaya katılanların yalnızca yüzde 10’u, bir dizi politika arasından karbon vergisi yönünde tercihte bulundu.

Bunun olası nedenlerinden biri, Türkiye’deki tüketim vergilerinden, yani dolaylı vergilerden, sağlanan gelirin, toplam vergi gelirlerinin neredeyse yarısına denk gelmesi. Bu vergiler, daha kolay toplanmaları nedeniyle hükümetler tarafından daha fazla tercih ediliyorlar.

Diğer taraftan, tüketim vergilerinin olumsuz yanı gerileyici bir yapıya sahip olmaları. Bunun anlamı, vergi yükünün yoksullar üzerinde daha fazla olması.

Tam da bu nedenle, toplumların, yine bir tüketim vergisi olan karbon vergisine direnç gösterdiği söylenebilir. Ve aynı sebeple, elde edilen gelirin nasıl kullanıldığı, bu direnci kırmakta önemli rol oynayabilir.

Karbon vergisi, iklim adaletinin sağlanmasına katkı sunabilir

Karbon vergisinden sağlanan gelir, doğru şekilde kullanıldığında, iklim adaletinin sağlanmasında önemli bir rol oynayabilir. Nitekim, her bireyin iklim krizine katkısı aynı değil.

Dünyanın en zengin yüzde 10’luk kesimi, toplam sera gazı emisyonlarının yarısından sorumluyken, en fakir yüzde 50’si, emisyonların sadece yüzde 10’undan sorumlu. Buna karşın iklim krizi, yoksulları daha çok etkiliyor. Dünya Bankası verilerine göre, iklim krizi nedeni ile yoksulluğa itilen insan sayısı da artacak.

Yoksullar, aşırı hava olaylarının neden olacağı su ve gıda güvensizliğinden, sel baskınlarından ve elektrik üretiminde kullanılan kömürün yol açtığı hava kirliliğinden daha fazla etkilenen kırılgan gruplar arasında yer alıyor.

Bu olumsuz etkileri azaltmak için yeterli gelire sahip olmadıkları için, yoksullukları giderek derinleşerek süreklilik kazanıyor. Örneğin, aşırı hava olayları sonrası gıda fiyatlarında görülen artış, bu grubun satın alma gücünü daha da düşürerek, yetersiz beslenmeye dayalı sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden olabiliyor.

Bir diğer örnek, kirli havanın neden olduğu sağlık sorunları. Kömürden elektrik üretimi, karbon ve diğer sera gazı emisyonlarını ciddi miktarda artırıyor; hem küresel hem de yerel hava kirliliğine neden oluyor. Kömür santrallerinin neden olduğu en önemli sağlık sorunları arasında, solunum yolu, kalp-damar ve sinir sistemi rahatsızlıkları bulunuyor.

Sağlık ve Çevre Birliği HEAL, 1965 ve 2020 yılları arasında Türkiye’de kömürden elektrik üretiminin kümülatif sağlık maliyetini 320 milyar euro olarak hesaplıyor. Üstelik yoksulların, iyi ve yeterli sağlık hizmetlerine erişimleri olmayabilir. Bu nedenle, astım gibi sağlık sorunları daha da kötüleşebilir ve yeni sağlık sorunları gelişebilir.

Karbon vergisi, iklim krizinin yoksullar üzerindeki bu olumsuz etkilerini azaltmak ve hatta mümkünse yok etmek için geliştirilecek projelere önemli kaynak sağlayabilir.

Doğrudan nakit transferi çözüm değil

Karbon vergisinin gerileyici etkisini azaltmak için tartışılan yöntemlerden biri, gelirin bir kısmının yoksullara doğrudan transfer edilmesi. Gelirin bu şekilde kullanılması, yoksulların gelirinde artışa neden olabilecekse de, onları iklim krizinin etkilerinden korumak için yeterli olmayacak.

Bunun nedeni, iklim krizi ile mücadele edebilmek için geliştirilecek azaltım ve uyuma yönelik projelerin, bireysel çabalarla gerçekleştirilemeyecek ölçekte oluşu. Hükümetlerin kimi zaman hukuki düzenlemeler yapmasına, kimi zaman da sistemli çabalar ve büyük çaplı projeler yürütmesine ihtiyacımız var.

Akıllı tarım uygulamaları, sellere karşı altyapının güçlendirilmesi, kirlilikle mücadele için elektriğin yenilenebilir enerjiden üretilmesi, gıda güvenliğinin sağlanması için tarım sigorta ürünlerinin geliştirilmesi, bu projelerden sadece bazıları.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2022’de yayımlanan raporuna göre Türkiye, aşırı hava olayları söz konusu olduğunda Avrupa’nın en kırılgan ülkesi. Bu nedenle, elde edilen gelirin nereye harcanacağı belli olmadan doğrudan bütçeye aktarılması ve/veya yoksullara gelir transferi yapılması yerine, yoksulların refahını artıracak şekilde çevre projelerine aktarılması çok önemli.

Gelir tutarı, çevreye ödenek olarak tahsis edilebilir

Türkiye’deki Bütçe Kanunu, belirli gelirlerin belirli giderlere tahsis edilmesine imkan vermiyor. Buna rağmen, Bütçe Kanunu hazırlanırken, tahmini karbon vergisi geliri kadar tutarı, çevreye yönelik harcamalar için ödenek tahsis etmek mümkün.

Unutulmaması gereken husus, karbon fiyatlandırmasından elde edilecek gelirin sürekli olmadığı, sera gazı emisyonları düştükçe bu gelirlerin de düşeceğidir. Bu nedenle, bu gelirin etkin kullanılması çok önemli.

Karbon fiyatlandırmasından elde edilen gelirlerin iklim değişikliği ile mücadelede sistemli bir şekilde kullanılması, yoksulları iklim krizinin etkilerinden koruyarak, iklim adaletini sağlayabilir. Ayrıca toplumun bu harcamalar konusunda sürekli bilgilendirilmesi ve elde edilen olumlu sonuçların toplum ile paylaşılması, karbon vergisine karşı olan önyargının da giderilmesine katkıda bulunabilir.

Rızvanoğlu, Bakan Koca’ya artan sıcaklıklara karşı alınan önlemleri sordu 

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Evrim Rızvanoğlu, 21. yüzyılın en büyük küresel sağlık tehdidi olarak görülen iklim değişikliğine bağlı olarak özellikle Akdeniz iklim kuşağında yer alan Türkiye dahil birçok ülkede artan sıcak dalgalarının insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) gündemine taşıdı.

Yaşlılar, kronik hastalığı olanlar, küçük çocuklar, kadınlar, açık havada ağır işlerde çalışanlar, barınma koşulları uygun olmayanlar, yalnız yaşayanlar ve hareketliliği kısıtlı olanların özellikle risk altında olduğunu belirten Rızvanoğlu, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi tarafından yapılan araştırmaya göre, İstanbul’da 2004-2017 yılları arasında meydana gelen 20 ayrı sıcak dalgasında toplam 4 bin 281 kişinin sıcak hava nedeniyle hayatını kaybettiğini, Türkiye genelinde ise herhangi bir veri bulunmadığını ifade etti.

‘2024 yılının en sıcak yıl olması bekleniyor’

2023’ün küresel düzeyde en sıcak yıllardan biri olarak kayıtlara geçmesinin ardından, yeni başlayan El Nino sıcak su akıntısının da etkisiyle 2024’ün en sıcak yıl olmasının beklendiğinin ve bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) ulusal ve bölgesel düzeyde Sıcak-Sağlık Eylem Planları’nın hazırlanmasını ve uygulanmasını tavsiye ettiğinin altını çizen Rızvanoğlu, “Ne yazık ki böylesine önemli bir konuya dair ülkemizde çalışmaların olup olmadığına dair şeffaf bir süreç yönetilmemektedir” dedi.

‘Planın nasıl uygulandığı ve sonuçları kamuoyu ile neden paylaşılmıyor?’

Rızvanoğlu, verdiği soru önergesi kapsamında yanıtlanması istemiyle Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya şu soruları yöneltti:

  1. Sıcak dalgalarının etkilerini azaltmak için bakanlığınız, halk sağlığı yönetimi ve hastaneler ne tür hazırlıklar yapmaktadır? Acil servisler, sıcak dalgaları sırasında artan talebe karşı etkin bir şekilde cevap verebilmekte midir?
  2. İklim değişikliği ve sıcak dalgalarının neden olduğu sağlık sorunlarına karşı sağlık sisteminin kapasitesini artırmak amacıyla atılan adımlar nelerdir? Özellikle acil durum planları ve sağlık personelinin eğitimi gibi konularda nasıl bir strateji izlenmektedir?
  3. Sıcak dalgalarının etkilerini azaltmak için alınan önlemler konusunda bir ulusal izleme ve değerlendirme sistemi mevcut mudur? Bu önlemlerin etkinliği ve uygulanabilirliği düzenli olarak değerlendirilmekte midir?
  4. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin çalışması 2004-2017 arasında sadece İstanbul’a ilişkin verileri ortaya koymaktadır. Ülke genelinde sıcak dalgaları nedeniyle aynı dönemde kaç vatandaşımız hayatını kaybetmiştir? Sıcaklık rekorları kırılan son yıllarda bu sayılar artmakta mıdır? Hangi illerde sıcak dalgaları kaynaklı ölümler daha fazla görülmektedir? Bu illere özgü vefat sayılarına dair bir veri tablosu mevcut mudur?
  5. Sıcak dalgası ölçüm kalibrasyonu yapılmakta mıdır? Kalibrasyonun doğru yapılıp yapılmadığı hangi aralıklarla kontrol edilmektedir?
  6. Sıcak dalgaları sırasında vatandaşların bilgilendirilmesi ve önceden uyarılması için Sağlık Bakanlığının yerel teşkilatları tarafından Valiliklere bilgilendirmeler yapılmakta mıdır? Eğer böyle bir bilgilendirme ve uyarı sistemi yoksa, neden yoktur? Özellikle sıcak dalgalarının sağlık üzerindeki ciddi etkileri göz önüne alındığında, bu tür bir bilgilendirme ve uyarı sisteminin eksikliği halk sağlığını nasıl etkilemektedir?
  7. Türkiye’nin İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı’nda Sağlık Bakanlığı tarafından 2010’da “Sıcaklık ve Sıcak Hava Dalgaları Eylem Planı”nın yürürlüğe konduğu yazılıdır, ancak bu eylem planıyla ilgili bilgilere ve nasıl uygulandığına açık kaynaklarda ulaşılamamaktadır. Böyle bir çalışma yapılmış mıdır? Sıcaklık ve Sıcak Hava Dalgaları Eylem Planı hangi önlemleri içermektedir? Bu planın nasıl uygulandığı ve sonuçlarıyla ilgili kamuoyu ile neden paylaşılmamaktadır? Eğer böyle bir eylem planı yoksa veya gerektiği şekilde uygulanmamışsa, DSÖ’nün tavsiyelerinin yerine getirilmemesinin nedenleri nelerdir ve bu konuda atılacak adımlar neler olmalıdır?
  8. İklim değişikliği ile mücadele ve sıcak dalgalarının sağlık sistemi üzerindeki etkilerini azaltmak için ulusal düzeyde kaynak ayrılması ve bu kaynakların nasıl yönetildiği konusunda şeffaf bir süreç bulunmakta mıdır?
  9. İklim değişikliği ile mücadelede özellikle sıcak dalgaların sağlık üzerindeki etkilerini azaltmak amacıyla yerel yönetimlerle iş birliği yapılmakta mıdır? Sıcak hava dalgalarının etkilerine karşı yerel düzeyde ne gibi önlemler alınmaktadır?

34. Ankara Film Festivali’nde yarışacak filmler belli oldu

Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından 2-10 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilecek 34. Ankara Film Festivali’nin Ulusal Uzun Film Yarışması’nın filmleri belirlendi.

Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı Başkanı İrfan Demirkol, sinema yazarı Murat Erşahin ve Başkent Üniversitesi GSTMF Film Tasarımı ve Yönetimi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nihan Gider Işıkman’ın ön jüriliğinde yapılan değerlendirme sonucu dokuz filmin festivalde yarışmaya alınmasına karar verildi.

2023 yılında ulusal ve uluslararası festivallerden ödülle dönen ve Türkiye prömiyerini Ankara Film Festivali’nde yapacak filmlerden oluşan bir panorama sunacak olan Ulusal Uzun Film Yarışması’nda; Kıvanç Sezer’in 8X8, Melis Önel’in Aniden, Umut Evirgen’in Annesinin Kuzusu, Fikret Reyhan’ın Cam Perde, Tunahan Kurt’un Karganın Uykusu, Ayşe Polat’ın Kör Noktada, Umut Subaşı’nın Sanki Her şey Biraz Felaket, Cemil Ağacıkoğlu’nun Son Hasat ve Nehir Tuna’nın Yurt filmleri yarışacak. Festivalin “En İyi”lerine ödülleri 10 Kasım’da Festival Ödül Töreni’nde sunulacak.

Festivalde ‘En iyi Ulusal Uzun Film’e 100 bin TL ve ‘Mahmut Tali ilk Film Ödülü’ne 40 bin TL’lik ödül verilecek. Ayrıca festivalde bu sene en iyi film ödülü kazanan filmin yönetmenine bir sonraki filmi için; ilk defa yapımcı Cemal Okan tarafından ‘Fono Film Post Prodüksiyon Ödülü’ verilecek. Ulusal Uzun Film Yarışması jüri üyeleri ise önümüzdeki günlerde açıklanacak.

34. Ankara Film Festivali’nin Ulusal Uzun Film Yarışması’nın finalistleri olan filmler şöyle:

  • 8×8 / Kıvanç Sezer
  • Aniden / Melis Önel
  • Annesinin Kuzusu / Umut Evirgen
  • Cam Perde /Fikret Reyhan
  • Karganın Uykusu / Tunahan Kurt
  • Kör Noktada /Ayşe Polat
  • Sanki Her Şey Biraz Felaket / Umut Subaşı
  • Son Hasat / Cemil Ağacıkoğlu
  • Yurt/ Nehir Tuna

Ember: Rüzgar ve güneş enerjisi büyürken enerjideki emisyonlar durağanlaştı

Enerji düşünce kuruluşu Ember tarafından bugün (5 Ekim) yayınlanan bir rapor, rüzgar ve güneş enerjisinin büyümeye devam etmesi nedeniyle küresel enerji sektörü emisyonlarının 2023’ün ilk yarısında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 0,2’lik hafif bir artışla durağan bir seviyeye ulaştığını ortaya koyuyor. Ancak, iklim değişikliğinin daha da kötüleştirdiği olumsuz yağış koşulları emisyonların daha fazla düşmesini engelledi.

Rapor, küresel elektrik talebinin yüzde 92’sini temsil eden 78 ülkenin Ocak-Haziran 2023 dönemine ait elektrik verilerini geçen yılın aynı dönemiyle karşılaştırmalı olarak analiz ediyor.

ember, güneş ve rüzgar enerjisi

‘Yılın ilk yarısında 50 ülke, yeni güneş enerjisi üretim rekorları kırdı’

Rüzgar ve güneş, geçen yılın aynı dönemindeki yüzde 12,8’e kıyasla 2023’ün ilk yarısında küresel elektriğin yüzde 14,3’ünü sağlayarak küresel elektrikteki paylarını önemli ölçüde artıran tek elektrik kaynakları oldu. Özellikle güneş enerjisi hızla büyüyor (yüzde 16, +104 TWh) ve 2023’ün ilk yarısında 50 ülke güneş enerjisi üretiminde yeni aylık rekorlar kırdı.

Çin, güneş enerjisi üretiminde küresel büyümenin yüzde 43’ünü sağlayarak güneş enerjisi üretiminde lider olmaya devam ederken, AB, ABD ve Hindistan‘ın her biri yaklaşık yüzde 12’lik bir paya sahip konumda.

‘Yağış koşulları emisyonların düşmesini engelledi’

Güneş ve rüzgârdaki bu büyümeye rağmen, olumsuz yağış koşulları emisyonların düşmesini engelledi. Yılın ilk yarısında kuraklık nedeniyle hidroelektrik üretiminde tarihi bir düşüş (yüzde 8,5, 177 TWh) yaşandı ve bunun dörtte üçü Çin’den kaynaklandı.

Sonuç olarak hidroelektrik tarafından yaratılan açığı karşılamak için fosil üretimi biraz arttı. Küresel hidroelektrik üretimi geçen yıl ile aynı seviyede olsaydı, enerji sektörü emisyonları yüzde 2,9 oranında düşecekti.

‘AB’de kömür enerjisi yüzde 23 düştü’

Hidroelektrik ile ilgili bu sorunlar devam ederken, elektrik talebine yönelik büyümedeki düşüş, emisyon artışını baskılamaya yardımcı oldu. Küresel elektrik talebi 2023’ün ilk yarısında geçen yılın aynı dönemine kıyasla sadece yüzde 0,4 arttı ve bu oran 10 yıllık tarihsel ortalamanın (yüzde 2,6) çok altında kaldı. Bazı büyük ekonomilerdeki talep düşüşleri, en önemlisi AB’de (yüzde 23) olmak üzere kömür enerjisinde önemli düşüşlere yol açtı.

Sonuç olarak emisyonlar AB‘de (yüzde 17), Japonya‘da (yüzde 12), ABD‘de (yüzde 8,6) ve Güney Kore’de (yüzde 3) düştü. Hindistan‘daki ılımlı talep artışı, kömür üretimindeki büyümenin yavaşlamasına yol açtı, bu da ülkenin emisyon artışını geçen yılın aynı dönemindeki yüzde 11’e kıyasla 2023’ün ilk yarısında yüzde 3,1’e geriletti.

Raporun başyazarı ve Ember’de kıdemli elektrik analisti Malgorzata Wiatros-Motyka, rapora ilişkin değerlendirmesinde “2023 yılında enerji sektörü emisyonlarında bir düşüş olup olmayacağı hala belirsizliğini koruyor” dedi ve ekledi:

“Rüzgar ve güneş enerjisindeki kayda değer büyümeyi görmek cesaret verici olsa da, iklim değişikliğiyle yoğunlaşan olumsuz hidro koşulların çarpıcı gerçekliğini göz ardı edemeyiz. Dünya enerji sektörü emisyonlarının zirvesinde sallanıyor ve şimdi bu on yıl içinde yenilenebilir enerji kapasitesini üç katına çıkarmak için küresel bir anlaşma sağlayarak fosil yakıtlarda hızlı bir düşüş için ivmeyi serbest bırakmamız gerekiyor.”

Üç ay sonra hakim karşısına çıkan Merdan Yanardağ için tahliye kararı

TELE1′deki programında Abdullah Öcalan’la ilgili açıklamaları nedeniyle hedef gösterilen ve ardından “suçu ve suçluyu övme” iddiasıyla tutuklanan kanalın Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ üç ay tutuklu kaldıktan sonra ilk kez hakim karşısına çıktı.

Yanardağ’ın 10 yıl 6 aya kadar hapis cezası istemiyle tutuklu yargılandığı davanın ilk duruşması görüldü. Mahkeme Yanardağ’a 2 yıl 6 ay hapis cezası verdi ve tahliye etti.

Çağlayan’daki İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşma öncesinde gazeteciler, basın meslek örgütleri, milletvekilleri, sivil toplum kuruluşları ve yurttaşlar adliye önünde, “adalet istemiyle” eylem yaptı. Grup, duruşmayı izlemek üzere adliyeye girdiğinde, koridora bile sokulmadı.

20 kişilik duruşma salonuna sadece Yanardağ’ın avukatları ve milletvekillerini alan polis,  yoğun tartışma sonrası gazetecilerin içeriye girmesine izin verdi. Duruşma salonuna alınmayan  Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu, Scott Griffin başkanlığındaki Uluslararası Basın Enstütüsü (IPI) heyeti,  Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) Türkiye Temsilcisi Özgür Öğret, Avrupa Basın ve Medya Özgürlüğü Merkezi‘nden (ECPMF) Gürkan Özturan ile birlikte TGC, TGS ve DİSK Basın İş‘ten temsilciler protesto ederek adliyeyi terk etti. Vatandaşlar da içeriye alınmadı.

Yanardağ, ‘İnfaz Kanunu’nu uygulayın demenin neresi suç’ dedi, hakim onayladı

Hakkında 10 yıl 6 aya kadar hapis cezası istenen Merdan Yanardağ, savunmasında  davanın basın ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırmak isteyen baskıcı otoritenin, insanları korkutarak sindirmeye çalışması için açıldığını söyledi. Savcılığın ikinci bir montaj video üreterek suç uydurduğunu söyleyen Yanardağ, “AKP iktidarının izlediği politikaları eleştirdim. Durduk yere Öcalan’ı övmüşüm gibi bir sonuç ortaya çıkarıldı. Beni niye tutukladınız yahu?” dedi.

Yanardağ’ın savunması özetle şöyle:

“Bugüne dek 3 bin program yaptım. Hiçbirinde örgütü övmedim, propaganda yapmadım. 50 dakikalık programda yaptığım tek şey AKP politikalarını eleştirmekti. Sosyal medyadaki troll ordusunu millet yerine koyan bir savcılık var. Onlar bir yaygara başlatıyor savcılık harekete geçiyor. Dün Ayşenur Aslan’ın başına gelen de oydu. Bunları toplumsal infial olarak değerlendiren bir savcılık var. Savcılık soruşturma başlatıyor, ama açık ve yakın bir tehlike yok. Bu dava TELE 1 yayınları nedeniyle açıldıysa kanalın önünde bir protesto bile olmamış. Bu iddianamenin bizatihi kendisi halkın bir bölümünü kışkırtıyor.”

62 saniyelik videoyu izleyerek beni tutukladınız. Orada söylenen hiçbir şey suç değil. Hiçbir terör örgütü ve suçu övülmemiş, propaganda yapılmamış. PKK’nin eylemini öven bir yaklaşım ya da değerlendirme yok. İktidar, İmralı’yı seçimlere ve siyasete müdahale için siyasal bir araç olarak kullanıyor. Siyasi aktörleri onun üzerinden tehdit ediyor.”

Yanardağ’ın “İnfaz kanununu uygulayın demenin nesi suç olabilir?” sözleri üzerine mahkeme başkanı, “Keşke daha önceden uygulansaydı. Şu an bunları tartışıyor olmazdık” dedi.

İddianamenin 27 Temmuz’da kendisine tebliğ edildiğini söyleyen Yanardağ tutuklama kararına itiraz ederken programın tamamının kaydını sunduklarını ancak savcılığın tüm kaydı değil 62 saniyelik kısmı esas alarak hakkında iddianame hazırladığını anlattı: “Abdullah Öcalan’a tecridi ben uydurmadım. Galip Ensarioğlu bir röportajında Selahattin Demirtaş’ı suçlayarak, ‘Onun yüzünden tecrit uygulandı’ açıklaması yapmıştı. Ben de programda Ensarioğlu’nun bu sözlerini değerlendirdim. Ancak iddianamede Galip Ensarioğlu’na yer verilmemiş” dedi.

“Beraat kararı verilmesini ve bu davanın düşürülmesini isteyen Yanardağ ” Dava devam edecekse tahliye edilmeyi istiyorum. Tam tersi iddialarla Ergenekon davasında da yargılandım ben. Beni sorgulayan savcı kaçtı. Sosyal medya trolleri hakkında da suç duyurusunda bulunulmasını istiyorum.” derken, mahkeme başkanı Başbuğ, “Vekiller burada bir çalışma yapsınlar, hepimizi kurtarsınlar” diye konuştu.

Savcı ceza istedi

Savunmanın ardından esas hakkında mütalaasını veren Savcı ise, Yanardağ’ın ‘örgüt propagandası’ yaptığını ileri sürerek ceza istedi. Savcı ayrıca Yanardağ’ın tutukluluk halinin devamını talep etti.

Mahkeme, 101 gündür tutuklu yargılanan Yanardağ’a 2 yıl 6 ay hapis cezası verdi ve tahliye etti.

Ne olmuştu?

TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ hakkında, “4 Soru 4 Cevap” programında AKP’nin PKK lideri Abdullah Öcalan ile yeni bir çözüm süreci hazırlığında olduğu iddiasını anlatmak için kullandığı sözlerinin bağlamından kopartılarak sosyal medyada dolaşıma sokulmasının ardından “Terör örgütü propagandası ve suç ile suçluyu övme” suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştı

Yanardağ, yayın esnasında kanalın ofisine gelen Terörle Mücadele şubesinden polis memurları tarafından yayın sonrasında gözaltına alınarak ifadeye götürülmüştü; geceyi nezarethanede geçirdikten sonra sabah saatlerinde Çağlayan Adliyesi’ne getirilmişti. İfade işlemlerinin bitmesinin ardından mahkemeye sevk edilen Merdan Yanardağ tutuklanmıştı.

Suçlamalara dayanak olarak gösterilen delil CHP’den AKP‘ye geçen Mehmet Ali  Çelebi’nin paylaştığı kırpılmış videoydu.

İddianamede, söz konusu videonun internette çok sayıda etkileşim aldığı belirtilerek “kamuoyuna yansıyan tepkilerden ve etkileşimlerden de anlaşıldığı üzere kullanılan sözlerin toplumsal infial uyandırdığı” öne sürüldü. Savcı Kocaoğlu’na göre, Yanardağ’ın sözleri ‘kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlike doğurabilecek nitelikte”ydi.

Öte yandan Ankara’daki bombalı saldırıya ilişkin yaptığı değerlendirmeler sonrası iktidara yakın isimlerin hedefi haline gelen gazeteci Ayşenur Arslan da dün sabah saatlerinde gözaltına alınarak adliyeye götürülmüş ve ifade işlemlerinin ardından serbest bırakılmıştı

RTÜK’ten Halk TV’ye beş kez program durdurma ve para cezası

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Halk TV hakkındaki iki farklı izleme raporunu gündemine aldığı haftalık değerlendirme toplantısında, dün gözaltına alınıp ifadesinin ardından serbest bırakılan gazeteci Ayşenur Arslan’ın sözlerini “yayıncılık ilkelerine aykırı” buldu.

Arslan, Halk TV’deki programında Ankara’daki bombalı saldırıya ilişkin olarak “Belki o kişi üzerine bomba olduğunu bilmiyordu. Gelip hiçbir şey yapamadan ölünmez. Bana sorarsanız her şeye aykırı, durup dururken kendini patlatmış. Ankara’da bir arabayı açıp düz kontakla çalıştırmak yerine neden Kayseri’de birini öldürerek ‘Ben geliyorum heeey. Bombalar sırtımızda tabanca belimizde nedir yani…” demişti.

RTÜK, bu sözlerin, 6112 sayılı Kanun’da yer alan “Yayıncılık hizmetleri, …Terör eylemini, faillerini ve mağdurlarını terörün amaçlarına hizmet edecek sonuçlar doğuracak şekilde sunamaz” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle Halk TV’ye de üst sınırdan para cezası müeyyidesi ve beş kez program durdurma yaptırımı uyguladı.

Ezel Akay’ın Altın Portakal yorumu da gerekçe oldu

RTÜK, Halk TV’nin “Haber Masası” programına ilişkin hazırlanan uzman raporunu da karara bağladı. Programın konuğu olan oyuncu Ezel Akay‘ın , Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ‘Kanun Hükmü‘ belgeseli gerekçesiyle 60. Altın Portakal Film Festivali’nden desteğini çekmesi hakkında yaptığı değerlendirmeler de ‘yasa ihlali’ olarak değerlendirildi.

Akay, “…bu ülke çok uzun yıllardır düşünce sahibi yazarlarını, gazetecilerini öldürmüş, işkence etmiş, mahkûm etmiş bir geleneğe sahip. Bu geleneğin tamamen ortadan kalkması, başkasının hayatına kastetmeyen bütün düşüncelerin özgürce söylenebilmesi gerekir. Ben bunu talep ediyorum”  demişti.

Üst Kurul, Akay’ın değerlendirmelerini “dayanaktan yoksun olarak Türkiye Cumhuriyeti Devletini suçlayıcı ve töhmet altında bırakıcı ifadelerinin Yasa’da geçen yayıncılık ilkelerini ihlal ettiği”ne karar verdi.

CHP’li üyeler: RTÜK’ün görevi rafa kalktı

RTÜK’ün CHP’li  üyeleri İlhan Taşçı ve Tuncay Keser ise kararlara karşı çıktı. Keser yaptığı açıklamada,  RTÜK kanunla yükümlü kılındığı ‘ifade ve haber alma özgürlüğünün sağlanması’ görevini rafa kaldırdığını bir kez daha tescilledi. Kararlara İlhan Taşçı ile birlikte karşı oy kullandık” dedi.

 

İklim Öncüleri Türkiye’de yeniden Ulusal Gençlik Konferansı düzenliyor

İklim Öncüleri, Türkiye’de ikinci kez Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi‘nin (UNFCCC) resmi gençlik grubu olan YOUNGO çatısı altındaki LCOY – ‘Local Conference of the Youth’ (Ulusal Gençlik Konferansı) etkinliğinin düzenlenmesine öncülük ediyor.

Gençlerin çevresel ve sürdürülebilirlik konularını tartışmayı ve ele almaya odaklandığı
bölgesel veya yerel bir toplanma olan Ulusal Gençlik Konferansı, genellikle UNFCCC ve yıllık Taraflar Konferansı (COP) toplantıları ile yakından ilişkilendirilen daha büyük uluslararası bir çerçevenin bir parçası olarak düzenleniyor.

Ulusal Gençlik Konferansları’nın ana noktaları ise gençlerin öncülüğünde olması,
genç aktivistlere çevresel ve sürdürülebilirlik konularında iş birliği yapma ve eyleme geçme platformu olanağının sunulması. Bu konferanslar aynı zamanda küresel COP toplantılarına hazırlık olarak da görülüyor.

Söz konusu konferanslarla iklim krizi farkındalığının artırılması, katılımcılar arasında
ağ oluşturulması ve beceri geliştirilesi amaçlanıyor.

Öte yandan konferanslarda belirli bölgesel zorlukların etkili bir şekilde ele alınması için yerel odaklanmaya da vurgu yapılıyor.

Ek olarak konferansta ortaya çıkacak raporun COP öncesi düzenlenen Uluslararası Gençlik Konferansı’na (Conference of Youth) iletilerek uluslararası platformda yer alması hedefleniyor.

Konferans, İklim Öncüleri ev sahipliğinde, UNFCCC, YOUNGO & İstanbul Planlama Ajansı desteğiyle ve Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye sponsorluğunda düzenleniyor. Konferansla ilgili ayrıntılara buradan ulaşabilirsiniz.