Ana Sayfa Blog Sayfa 297

TRT muhabiri Elif Akkuş tahliye edildi

TRT‘de muhabir olarak görev yapan ve X‘te (Twitter) anonim bir hesaptan TRT aleyhine paylaşılan içeriklerle ilişkisi olduğu gerekçe gösterilerek tutuklanan Elif Akkuş, tahliye edildi.

Hakkında açılan soruşturma kapsamında 20 Ekim’de tutuklanan gazeteci Elif Akkuş’un tahliyesini avukatı Hüseyin Ersöz duyurdu:

“TRT’deki nepotizm ve kamu kaynaklarının kötüye kullanımına ilişkin, anonim bir twitter hesabında yapılan paylaşımlar gerekçe gösterilerek tutuklanmıştı. Elif Akkuş, az önce Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nden tahliye oldu.”

Akkuş, hakkında tahliyesini onaylayan Nöbetçi Ankara Asliye Ceza Mahkemesi’nin kararı üzerine, tutulduğu Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nden çıktı.

Hastane yatağından cezaevine: Gazeteci Elif Akkuş tutuklandı

Ne olmuştu?

25 yıldır TRT’de çalışan Elif Akkuş, 20 Nisan’da hiçbir gerekçe gösterilmeden açığa alınmıştı.

3 aylık “Görevden Uzaklaştırma Tedbiri”nin ardından Akkuş, TRT binasına alınmadı. Akkuş, hukuka aykırı şekilde yapılan işleme karşı, Ankara 25. İdare Mahkemesi’ne dava açarak konuya ilişkin hukuki süreç başlattı.

Bu süreçte Elif Akkuş’un avukatı Hüseyin Ersöz, üç aylık uzaklaştırmanın bittiğini ancak müvekkilinin TRT binasından içeri alınmadığını ve dilekçelerine yanıt verilmediğini söyledi.

16 Ekim’de Ankara’da gözaltına alınan Akkuş, daha sonra hastalık öyküsü de göz önüne alınarak, tansiyon değerlerinin düşürülememesi ve “hayati tehlikesinin bulunması” nedeniyle “Koroner Yoğun Bakım Ünitesi”ne yatırıldı.

Bugün, savcılığın talebiyle taburcu edilip “mevcutlu olarak” adliyeye götürülen Akkuş, tutuklanarak cezaevine gönderildi.

 

‘Mersin Taşucu projesi Göksu Deltası’nın yok olmasına neden olur’

MERSİN – Taşucu Limanı ve art sahası 2016’da alınan bir kararla Göksu Deltası sulak alanı sınırları dışında bırakıldı ve sanayi-lojistik alanı ilan edildi. Liman 2021’de özelleştirildi. Yeni işletmeci limanı genişletmek ve liman art sahasında lojistik ve sanayi alanı kurmak için Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu aldı. ÇED raporunu inceleyen Çevre Mühendisleri Odası, işletmecinin liman genişleme projesinin Göksu Deltası’na, tarıma ve deniz canlılarına vereceği zarara dikkat çekti. Çevre Mühendisleri Odası, “Liman bölgesinin sulak alandan çıkarılması kararı gözden geçirilmeli” diyor.

1970’li yıllarda SEKA Limanı olarak faaliyete başlayan Taşucu Limanı, halk arasında Kuş Cenneti olarak da bilinen Göksu Deltası’nın sınır bölgesinde bulunuyor.

  İbretlik bir öykü: Mersin Taşucu’nda 18 yıllık ÇED mücadelesi

Liman ve art sahasındaki boş arazi 2009 yılında Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca özelleştirme kapsamında alındı. Aynı tarihte bölge Bakanlar Kurulu kararıyla “Turizm Tesis Alanı” ilan edildi.

Özelleştirme ihalelerinde talip çıkmayınca Özelleştirme Yüksek Kurulu, liman sahasını ve art sahasını “Sanayi ve Lojistik Tesis Alanı” ilan etti. Aynı yıl Ulusal Sulak Alan Komisyonu Göksu Deltasının sınırını yeniden belirlediği ve Taşucu Limanı sulak alan dışında kaldı.

Yöre halkının ve çevre örgütlerinin başlattığı yargı sürecine rağmen Özelleştirme İdaresi Başkanlığı Taşucu Limanını özelleştirmek için bir kez daha süreç başlattı ve özelleştirme ihalesini 2021 yılında Ceyport adlı firma kazandı.

Taşucu Limanı işletmesini 40 yıllığına alan Ceyport, liman art sahasını ise satın aldı. Şirket, devir işlemi gerçekleşir gerçekleşmez liman genişleme projesi hazırladı ve Taşucu sahilindeki bazı bölümleri, liman sahasında olduğu gerekçesiyle duvar örerek kapattı.

Ceyport’un liman genişleme projesi ve liman art sahasında lojistik ve sanayi alanı kurma projesine ilişkin ÇED raporu geçtiğimiz ay Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca onaylandı.

ÇED raporunda ve sahada incelemelerde bulunan Çevre Mühendisleri Odası Mersin Şubesi konuyla ilgili görüşlerini kamuoyuna açıkladı.

‘Tarımı olumsuz etkiler’

ÇMO Başkanı Sinan Can, işletmecinin liman sahasını genişleterek kapasite artırmayı, liman art sahasında ise lojistik ve sanayi alanı oluşturmayı planladığını kaydetti.

Projenin yöredeki tarım faaliyetlerine olumsuz etkisi olabileceğini savunan Sinan Can, “Nitekim proje sahası çevresinin verimli tarım arazileri olduğu bilinmekte olup ilgili yatırımın ileri dönemlerde gerçekleşmesi muhtemel sanayi alanındaki yatırımlar ile birlikte düşünüldüğünde çevresindeki tarım arazileri üzerinde doğrudan ya da dolaylı olarak olumsuz etkiler oluşturabileceği düşülmektedir” dedi.

‘Dip tarama ve gemi trafiği kaplumbağalara zarar verir’

Taşucu Limanını genişletme projesinin Akdeniz sahillerine yumurta bırakan Caretta Caretta kaplumbağalarının yaşam alanlarını da etkileyeceğini kaydeden Sinan Can, “Deniz kaplumbağaları için önemli bir tehdit de dip tarama çalışmaları ve gemi trafiğidir. Dolayısıyla liman genişleme esnasında yapılacak olan dip tarama işlemleri ve faaliyete geçtikten sonra artacak olan gemi trafiğinin deniz kaplumbağaları üzerinde olumsuz etki yapacağı açıktır. ÇED raporunda gerek dip tarama çalışmaları gerekse gemi trafiği kaynaklı olası ölüm vakalarından bahsedilmemesi ve olası risk olarak da ‘Sadece Limanı batısında küçük bir kumsal bulunmakta ancak yaptığımız araştırmada bu kumsalda da yuvaya rastlanılmamıştır’ ibaresinin yer alması deniz kaplumbağalarının tescilli yuvalama alanı olan Göksu Deltasının varlığını sorgulayıcı ve sorunun etki düzeyinin geçiştirici bir yöntem içerisinde olunduğunu göstermektedir” ifadelerini kullandı.

Özel Çevre Koruma Bölgeleri ne kadar korunuyor?

‘Göksu Deltası dikkate alınmalı’

Taşucu Limanının ve art bölgesinin Göksu Deltasına yakınlığına da dikkat çeken ÇMO Başkanı Sinan Can sözlerini şöyle sürdürdü:

“Proje alanının doğusunda Göksu Deltası Ramsar Alanı yer almaktadır. Göksu Deltası 1994 yılında Ramsar Alanı olarak ilan edilmiş olup, ayrıca Özel Çevre Koruma Bölgesi statüsü bulunmaktadır. Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğünün 2016 yılında aldığı kararla proje alanı Göksu Deltası Sulak Alan sınırları dışında bırakılmıştır.

Göksu Deltası içerisinde bulunan bir alanın önce sulak alanı dışında bırakılması daha sonra da plan değişiklikleri ile birlikte Lojistik Tesis Alanı ve Sanayi Tesis Alanı olarak belirlenmesi uluslararası birçok anlaşma ile koruma altında olan Göksu Deltası için son derece kritik bir viraj oluşturmaktadır. Nihayetinde kararların yetkili ve ilgililerce sorgulanıp, tekrardan değerlendirme kapsamına alınıp Göksu Deltası’na zarar verecek hiçbir çalışma içerisinde olmayan uygulama kararlarının alınması son derece elzemdir. Keza bölgede sanayi depolama alanı ve sanayi tesislerinin içerisinde olduğu bir endüstriyel alan veya serbest bölge yapılması fikri Göksu Deltasına geri dönüşümü olmayan sonuçlara sebep verecek olup ulusal ve uluslararası ekolojik bir değerimizin yok olmasına sebep verebilme potansiyeli oluşturmaktadır. Sonuç olarak geçmişten günümüze dek proje alanı için alınan özellikle ‘sulak alandan çıkarılması’ ve ‘Lojistik Tesis Alanı ve Sanayi Tesis Alanı’ planlama kararlarının gözden geçirilip tekrardan değerlendirilerek uluslararası ekolojik bir değer olan ve Göksu Deltasını korumaya yönelik planlar geliştirmesi hususunda değerlendirmelerimizi kamuoyu ile paylaşıyoruz.”

[İklim Masası] Kirletici faaliyetler halka kapalı şirketlere kayıyor

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Dr. Cem Veziroğlu‘nun kaleme aldığı su krizinin kirlilikle ilişkisi ve kapsamına ilişkin makalesini yayımlıyoruz. 

*

İklim değişikliğine sebep olan sera gazı emisyonlarının azaltılması için sıkılaştırılan hukuk kurallarının ve artan yatırımcı baskısının halka açık şirketler üzerinde yoğunlaşması, kirletici faaliyetlerin halka kapalı şirketlere kaymasına neden oluyor.

Bu sorunu ‘sürdürülebilirlik arbitraji’ olarak tanımlayan yeni bir makale, halka açık şirketlerin, fosil yakıt varlıklarını kapalı şirketlere devretmesinden doğan risklere dikkat çekiyor. Bu gibi el değiştirmeler sonucunda halka açık şirketler daha ‘yeşil’ bir görünüme kavuşsa da, aynı faaliyetler – belki de çevreye daha da zararlı şekillerde – kapalı şirketler tarafından devam ettirilebiliyor. Üstelik kapalı şirketlerin genellikle daha az şeffaf olması, bu faaliyetleri gözden ırak hale getiriyor.

Sürdürülebilirlik arbitrajının çözümü olarak, aynı halka açık şirketler gibi, kapalı şirketlerin de sera gazı emisyonları konusunda şeffaf olmasının zorunlu kılınması öneriliyor.

Petrol şirketi Deepwater Horizon’un petrol sızıntısı, 22 Nisan 2010, Meksika Körfezi – Fotoğraf: AP

Baskı, halka açık şirketler üzerinde yoğunlaşıyor

Şirketlerin iklim değişikliği üzerindeki olumsuz etkileri söz konusu olduğunda akla ilk olarak büyük şirketler geliyor. Bunlar arasında ise ExxonMobil, Total, BP, Shell ve Eni gibi fosil yakıt devleri öne çıkıyor. Nitekim Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2020 tarihli bir raporuna göre, borsada işlem gören yedi petrol devi (BP, Chevron, ExxonMobil, Shell, Total, ConocoPhillips ve Eni), küresel petrol ve doğalgaz üretiminin yüzde 15’inden sorumlu.

İklim krizinde büyük rol oynayan bu şirketlerin bir diğer ortak özelliği ise daha büyük faaliyetlerle uğraşmaları ve halka açık olmaları – yani paylarının, borsada işlem görmesi ve yatırımcılar tarafından alınıp satılabilmesi. Bu nedenle, iklim değişikliğine karşı alınan önlemler de halka açık şirketler üzerine odaklanıyor. İklimle ilgili konularda kamunun aydınlatılmasına, örneğin emisyonlarına açıklanmasına, dair düzenlemeler de temelde halka açık şirketlere uygulanıyor.

Ancak daha küçük çaplı faaliyetlerle uğraşmaları, kapalı şirketlerin de iklim değişikliğinde önemli bir payı olmadığı anlamına gelmiyor. Kapalı şirketlerin sayısı, halka açıklardan çok daha fazla olduğu gibi, kapalı olmasına karşın oldukça büyük olan şirketler de var.

[İklim Masası] Mega yangınlar biyoçeşitliliği tehdit ediyor, koruma şart
‣ [İklim Masası] Kentsel ulaşım, iklim krizine dirençli hale getirilmeli
‣ [İklim Masası] Su krizi, su kıtlığından ibaret değil
  [İklim Masası] İklim ekstremleri artıyor, Türkiye riskli bölgede
Türkiye’den örnek verecek olursak, ülkenin en büyük şirketlerini listeyelen Fortune 500 sıralamasında birçok kapalı şirkete rastlamak mümkün. Üstelik büyük kapalı şirketlerin sera gazı emisyonları da kaygı verici boyutlara ulaşabiliyor. 2017 tarihli bir rapora göre, son 30 yıldaki endüstriyel sera gazı emisyonlarının yüzde 71’inden, fosil yakıt üreticisi 100 şirket sorumlu. Bu emisyonların yüzde 9’u ise halka kapalı şirketlerden kaynaklanıyor. Devlet iştirakleri hariç tutulduğunda ise, toplam emisyonların neredeyse yüzde 25’inin kapalı şirketlerin operasyonlarından kaynaklandığı görülüyor.
Mayıs 2010, Meksika Körfezi’ndeki petrol sızıntısı – Fotoğraf: Reuters

Çevreye zararlı faaliyetler ortadan kalkmıyor, devrediliyor

Dolayısıyla, sera gazı emisyonlarını sınırlandırmak için alınan tedbirlerin yalnızca halka açık şirketler üzerinde yoğunlaşmasının gözden kaçırılan önemli bir bedeli var: Çevreye zararlı faaliyetleri ortadan kaldırmak yerine, halka açık olmayan şirketlere kaymasına neden olabiliyor.

Bunun çarpıcı bir örneği 2020 yılında, petrol devi BP, Alaska’daki petrol tesisini sattığında gözlendi. İlk bakışta, BP’nin sera gazı salımını azaltması anlamına geldiği için takdire şayan görünen bu satış, kapalı bir şirkete yapılmıştı. Gerçekte yaşanan, aynı kirletici faaliyetin, kapalı ve dolayısıyla şeffaflıktan uzak bir şirket tarafından devralınmasından ibaretti.

Sürdürülebilirlik arbitrajına bir diğer çarpıcı bir örnek, Nisan ayında medyaya yansıdı. Halka açık şirketler tarafından elden çıkarılan fosil yakıt varlıklarını birer birer satın alan eski bir avukat, 17 milyar dolar değerinde devasa bir işletme kurmuştu.

Bu durumun bir başka muhtemel sonucu ise kapalı şirketlerin, yeşil dönüşüm konusunda baskıyla karşılaşmamak için halka açılmamayı tercih edebilecek olmaları. Benzer şekilde, halka açık bir şirket, yoğun sera gazı salımına yol açan faaliyetlerini daha rahat sürdürmek için borsadan çekilebilir. 

Bunun dikkat çekici bir örneği, 2022 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşandı. Petrol şirketi Continental Resources, faaliyetleri sürdürülebilirlik baskısı olmadan devam etmesini isteyen bir pay sahibi tarafından satın alındı ve borsadan çekildi. 

Ancak sürdürülebilirlik arbitrajı sorununun en bariz hali, BP örneğinde olduğu gibi, halka açık şirketlere ait sera gazı salımı yüksek işletmelerin, kapalı şirketlere satılmasıyla görülüyor. Bu senaryoda, satıcı konumundaki halka açık şirket, aniden daha ‘yeşil’ bir görünüme kavuşuyor. Ne var ki çevreye zararlı faaliyet, kapalı bir şirket bünyesinde aynen veya duruma göre daha yoğun şekilde devam ediyor. Kısacası, halka açık şirketlerin sera gazı emisyonlarından arınması, her zaman toplamda daha çevre dostu bir sonuca ulaştığımız anlamına gelmiyor.

Kapalı şirketlerden şeffaflık talebi yok

Bu yaşananların ardında, şirketleri iklim değişikliği konusunda dikkatli olmaya iten unsurların, kapalı şirketlerden ziyade halka açık şirketler üzerinde etkili olması bulunuyor.

Halka açık şirketlerin payları borsada alınıp satılabildiğinden, birçok mevcut ve potansiyel yatırımcı, bu şirketlerin finansal durumuyla yakından ilgileniyor. Yatırım kararlarının daha doğru şekilde verilebilmesi için şirketlerin, finansal açıdan önemli bilgileri kamuyla paylaşmaları, yani alenileştirmeleri bekleniyor.

Halka açık şirketlerin, hem faaliyetleri ve finansal durumları hakkında bilgi verme (genelde her çeyrekte bir defa) hem de ara dönemlerde gerçekleşen önemli hususları kamuya duyurma yükümlülükleri bulunuyor. Örneğin Kamuyu Aydınlatma Platformu, bu amaçla kullanılan bir sistem.

Son yıllarda, şirketlerin iklim değişikliğinden ne şekilde etkileneceğine dair değerlendirmeler de finansal bakımdan önemli bir etken olarak ele alınıyor. Böylelikle hissedarlar, yatırım kararları verirken, iklim değişikliğiyle bağlantılı risk ve fırsatların şirket üzerindeki etkisini dikkate alabiliyorlar.

Bu bağlamda, özellikle Avrupa Birliği’nde kabul edilen yeni bir yaklaşım, iklim değişikliğinin şirkete etkisine ilaveten, şirketin iklim değişikliğine etkisinin de kamuya açıklanmasını zorunlu kılıyor. Dolayısıyla, halka açık şirketlerin sera gazı emisyonları konusunda daha şeffaf olmaları yönünde artan baskıdan söz ederken, bunu zorunlu kılan düzenlemelerden de söz etmek mümkün.

Örneğin, AB’deki Şirketlerin Sürdürülebilirlik Raporlaması Hakkında Yönerge ile yaklaşık 50 bin şirket, iklimle bağlantılı finansal olmayan bilgileri raporlamakla yükümlü hale geldi. Bunlar arasında; (i) belirli finansal ölçütleri sağlayan büyük teşebbüsler, (ii) sermaye piyasası araçları AB borsalarında işlem gören teşebbüsler ve (iii) AB cirosu belirli bir miktarın üzerindeki AB-dışı teşebbüsler yer alıyor.

Bu bağlamda paylaşılan bilgilerin güvenilir ve yeterli olması için ise, sunulacak bilgilerin tektipleştirilmesi ve doğruluğunun dış denetim ile onaylanması zorunluluğu getirildi. AB’nin Yeşil Beyanlar Direktifi Taslağı da eksik veya yanıltıcı bilgi paylaşan – başka bir deyişle yeşil aklama yapan – şirketlere ağır yaptırımlar öngörüyor.

Kısacası, her ne kadar halka açık şirketlerin iklim değişikliğiyle mücadele için gerekli tüm adımları attıklarını söylemek mümkün değilse de, iklimle ilgili konulardaki düzenlemeler temelde bu şirketleri hedef alıyor. Kapalı şirketlerin ise kaşı karşıya olduğu herhangi bir şeffaflık baskısı bulunmuyor. 

Kurumsal yatırımcı baskısından da muaflar

Halka açık şirketlerin karşı karşıya kaldığı, kapalı şirketlerin ise muaf olduğu bir diğer önemli faktör, büyük kurumsal yatırımcıların yeşil dönüşümde üstlenebildikleri rol. Emeklilik ve yatırım fonları gibi kurumsal yatırımcılar, hissedarı oldukları şirketlerin iklim krizine katkı sunan faaliyetlerden kaçınmalarını talep edebiliyorlar.

Hatta kurumsal yatırımcılar, halka açık şirketlerin genel kurullarında kullandıkları oylarla şirket politikasını etkileme imkanına sahipler. Özellikle, şirketin iklimle ilgili verilerini iyileştirme konusunda sınıfta kalan yönetim kurulu üyelerinin yeniden seçilmesini engelleyebilirler. Daha sık görülen durum ise, oylama aşamasında sert bir tedbire gerek kalmaksızın, iklimle ilgili beklentilerin istişareler sırasında aktarılmasıdır. Bu durumda şirket, yatırımcı beklentileri doğrusunda iklim politikalarını gözden geçirebilir. 

Ne var ki bu gibi unsurlar da kapalı şirketler üzerinde etkili değil. Yatırımcı sayısı çok daha düşük olan kapalı şirketlerde, çoğu zaman bir hâkim pay sahibi bulunur. Yani bir hissedar, şirket paylarının çoğunluğuna sahiptir ve şirket yönetimini belirler.

Hâkim pay sahibinin menfaatleri öncelikli

Halka açık şirketleri iklim değişikliği konusunda daha doğru adımlar atmaya itebilecek etmenlerden  sonuncusu ise, şirket yöneticilerinin bireysel görüş ve tercihleri. 

Özellikle Amerikan şirketleri tarafından geleneksel olarak kabul gören anlayış, gözetilecek yegane menfaatin, pay sahiplerinin finansal çıkarları olduğudur. Ancak iklim krizinin derinleştiği bu dönemde, şirketlerin, çevreye zarar vermek pahasına kâr elde etmeye odaklanması, endişe yaratıyor. Bu nedenle giderek ivme kazanan bir öneri, şirket yöneticilerinin yalnızca hissedarların değil, daha geniş bir paydaş çevresinin çıkarlarını dikkate alması gerektiği.

Buna göre yönetim kurulu üyeleri, şirketin uzun vadeli menfaatleri ışığında, çevre, şirket çalışanları ve genel olarak topluma olumsuz etki edebilecek faaliyetlerden – kısa vadede kâr getirecek olsa da- kaçınmalılar.

Bu teorik tartışmanın pratikte ne kadar etkili olacağı sorgulanabilir. Ancak bu fikrin her geçen gün daha fazla taraftar topladığını söylemek yanlış olmaz.

Kaynak : Workday Magazine

Ne var ki bu etmen de halka kapalı şirketler üzerinde fiilen etkisiz: Çoğunlukla bir hâkim pay sahibinin bulunduğu ve bu kişinin ortak yöneticileri görevden alma yetkisine sahip olduğu kapalı şirketlerde yöneticilerin, hâkim pay sahibine sadık olmaları muhtemel.

Bu soruna karşı önerilen temel çözüm, meselenin, borsa şirketleri ve kapalı şirketler arasındaki şeffaflık farkının giderilerek çözülmesi. Bunun için, belirli bir miktarın üzerinde sera gazı salımı yapan, halka açık ve kapalı tüm şirketlerin, emisyon miktarlarını kamuya açıklamaları zorunlu kılınabilir.

Çalışanlar ve tüketiciler, sürdürülebilir şirketleri tercih ediyor

Ancak kapalı şirketlerin kurumsal yatırımcılarının olmaması ve hâkim pay sahibinin etkisinin de güçlü olması nedeniyle, bu tedbirin faydalı olmayacağı düşünülebilir. Bu noktada, pay sahipleri dışındaki aktörlerin devreye girmesi beklenir: İlk olarak şirketin mevcut çalışanlarından iklim değişikliği konusunda bilinçli olanlar şirket yönetimi üzerinde baskı kurabilir. Geçtiğimiz senelerde bunun örnekleri ABD’de görüldü: Çalışanlarının baskısı nedeniyle Google, sürdürülebilir kalkınma ve iklim odaklı start-uplar için bir kuluçka programı başlattı.

Ayrıca, ikim değişikliği konusunda kötü bir itibara sahip şirketler, işgücü piyasasında rekabet açısından dezavantajlı bir duruma düşebilir. Nitekim güncel araştırmalar, çalışanların, çevre politikası daha güçlü şirketleri tercih ettiklerini gösteriyor. Y ve Z kuşağı ise bu konuda özellikle dikkatli görünüyor: 1983-2004 yılları arasında doğan, 44 ülkeden 23 bin gençle yapılan yeni bir Deloitte anketine katılanların yarısından fazlası, bir işe başvurmadan önce şirketin çevresel etkileri üzerine araştırma yaptıklarını söylüyor.

Kapalı şirketleri iklim konusunda etkileyebilecek bir diğer grup ise tüketiciler ve müşteriler. Yakın tarihli araştırmalara göre, çevre ve toplumla ilgili konularda görece iyi bir itibara sahip firmalar, müşteriler tarafından daha fazla tercih ediliyor. 2021’de dentsu Microsoft’un yaptığı bir araştırmaya katılanların yüzde 87’si, çevreye olumsuz etkilerini azaltmak için farklı ürünler satın alabileceklerini belirtti. 

Kaynak: Dentsu

Son olarak, hem çalışan ve pay sahipleri nezdinde farkındalık yaratabilecek hem de bizzat şirketlerin iklim politikalarına etki edebilecek aktörler, medya ve sivil toplumdur. Haberler ve raporlar, şirketlerin çevreyle bağlantılı itibarları hakkında hem çalışanlar hem de müşteriler için değerli birer bilgi kaynağıdır. Keza özellikle çevre konusunda uzman sivil toplum kuruluşları iklim davaları yoluyla, çevreye zarar veren şirketleri bu konuda tedbirler almaya veya geri adım atmaya zorlayabiliyor.

Sonuçta kapalı şirketlerin sera gazı emisyonları konusunda daha şeffaf olmaya zorlanması, sürdürülebilirlik arbitrajına girişilmesi açısından caydırıcı olabilir. Bu noktada bir hatırlatma faydalı olabilir: Sürdürülebilirlik arbitrajının engellenmesi, iklim kriziyle mücadele açısından elbette katkı sağlayacaktır. Fakat iklim değişikliğinin, yalnızca şirketler hukuku araçlarıyla çözülemeyecek, çok daha derin ve köklü bir sorun olarak ele alınması gerekiyor.

Kaynak Makale: Veziroğlu, C., Kayıklık, A. The Climate Crisis and Private Companies: How to Address the Sustainability Arbitrage Problem. Eur Bus Org Law Rev (2023). https://doi.org/10.1007/s40804-023-00298-y

Dr. Cem Veziroğlu hakkında

Dr. Cem Veziroğlu, Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyesidir. Koç Üniversitesi’nde “UNESCO Toplumsal Cinsiyet ve Sürdürülebilir Kalkınma Kürsüsü”nde Araştırmacı Öğretim Üyesi ve NASAMER Law Blog’un baş editörü olarak görev yapmaktadır.

2012 yılında Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, yüksek lisans (Magister Juris) eğitimini Oxford Üniversitesi’nde sürdürmüştür. Doktora araştırmalarını Max-Planck-Gesellschaft ve TÜBİTAK bursiyeri olarak Max-Planck Karşılaştırmalı ve Uluslararası Hukuk Enstitüsü’nde gerçekleştiren Veziroğlu, doktora eğitimini İstanbul Üniversitesi’nde tamamlamıştır. AB, Dünya Bankası ve  British Council gibi kurumlar tarafından desteklenen projelerde rol almış ve uluslararası prestijli dergilerde (European Business Organization Law Review; European Company and Financial Law Review) makaleleri yayımlanmıştır.

Çalışma alanları şirketler hukuku, tahkim hukuku ve sürdürülebilirlik (ESG) regülasyonlarıdır; bu bağlamda özellikle yeşil finansman, sürdürülebilirlik raporlamaları, tedarik zinciri ve greenwashing konularında uzmanlaşmaktadır. İklim değişikliği ve şirketler hukuku alanında King’s College London’da verdiği dersin yanında, bu alanda lise ve lisansüstü öğrencilerine yönelik araştırma programlarını yürütmektedir.

Uzmanlık Alanları: Ticaret Hukuku; Şirketler Hukuku; Tahkim Hukuku; Sürdürülebilirlik (ESG) Regülasyonları; Yeşil Finansman

ORÇEV: Altınordu’da yasadışı deniz dolgusu yapılıyor, belediye suç işliyor!

Ordu‘daki ekoloji savunucuları, kentin Altınordu ilçesindeki kumsalda yasadışı deniz dolgusu faaliyetlerinin yürütüldüğünü bildirdi.

Ordu Çevre Derneği (ORÇEV) Cumhuriyet Mahallesi kumsalındaki yasadışı dolgunun yol çalışması amaçlı gerçekleştirildiğini belirtti. Çalışmaları belgeleyen dernek üyeleri, Ordu Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlüğüne şikayet dilekçesi verdi.

ORÇEV Başkanı Ertuğrul Gazi Gönül, Yönetim Kurulu üyeleri Avukat Haluk Türkmen ve Coşkun Özbucak mahalle sakinlerinin kendilerine haber vermesi üzerine olay yerine gittiklerini belitti.

Konuyla ilgili olay yerinde açıklama yapan Ertuğrul Gazi Gönül, “Ordu ili Altınordu ilçesinin en uzun kumsalının olduğu Cumhuriyet Mahallesinde Ordu Büyükşehir Belediyesinin (OBB) deniz dolgusu, yürüyüş ve bisiklet yolu projesi vardı. ‘ÇED [Çevresel Etki Değerlendirme] Gerekli Değildir’ kararı almışlardı. Dernek olarak ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararının iptali davası lehimize sonuçlandı” dedi.

Kararın iptali üzerine OBB’nin yeniden ÇED süreci başlattığını ve Halkı Bilgilendirme Toplantısının yapıldığını söyleyen Gönül, “Süreçte bir değişiklik yok. Yani Cumhuriyet Mahallesi kumsalı ve denizinde yapılmak istenen bir onaylı proje bulunmamaktadır” bilgisini verdi.

ORÇEV Başkanı Gönül, şunları ekledi:

Ancak görüyoruz ki, OBB yasa, kural, yönetmelik, mahkeme kararı dinlemiyor. Kuralsız ve yasadışı çalışma başlatmış. Bu kabul edilemez. OBB yönetimi hakkında şikayet hakkımızı kullandık. Çevresel Etki Değerlendirme kararı çıkmadan çalışma yapmak suçtur. OBB suç işliyor.”

‣ Ordu’da denize dev dolgu projesi: Rant için yapılan dolgular deniz ekosistemine zarar veriyor

‘OBB, yasadışı çalışmaları kural haline getirdi’

Ordu Büyükşehir Belediyesinin keyfi ve yasal olmayan çalışmaları kural haline getirdiğini söyleyen Ertuğrul Gazi Gönül, daha önce de yapılmak istenen Melet Balıkçı Barınağına ilişkin dava sürecinde yasadışı faaliyetler gerçekleştirildiğine değindi:

“Ordu Büyükşehir Belediyesi Melet Balıkçı Barınağı davası sürecinde de aynı biçimde yargı kararlarına uymayarak çalışmasını sürdürdü. Şimdi de Cumhuriyet Mahallesi kumsalında yasadışı çalışıyor. Konunun takipçisi olacağız. Yasadışı, keyfi çalışmalara fırsat tanımayacağız.”

‣ Ordu’daki Melet Balıkçı Barınağı’na yürütmeyi durdurma kararı: Telafisi zor zararlar verebilir

Ömürlük bir tutkunun sergisi: Eşsiz Kardeşler bugün açılıyor

Çerkes el sanatları ustası Elmas Eşsiz ve Ayşe Eşsiz eserleri ve kendi yaşamlarından kesitlerle sanatseverlerle buluşuyor.

Yaşamlarını Çerkes işleme sanatını öğrenmeye, geliştirmeye ve öğretmeye adayan iki kardeşin çalışmaları Ortaköy’deki Kethüda Hamamı Beşiktaş Kültür Merkezi’nde sergiye çıkıyor.

Sergide Kuzey Kafkasya’nın kadim halklarından Adige, Abhaz ve Ubıhların altın nakışı “dışeyide”den Adige süs kamçılarına kadar geniş bir koleksiyon yer alacak.
Elmas Eşsiz ve Ayşe Eşsiz eserlerinin hikâyelerini ve tecrübelerini ziyaretçilerle paylaşacak.

Eşsiz Kardeşler,

Serginin açılış kokteyli bugün (16 Kasım) saat 19.30’da gerçekleştirilecek. Sergi 16-18 Kasım’da açık olacak.

İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin bir projesi olan “Eşsiz Kardeşler” adlı serginin küratörlüğünü Denef Huvaj, proje koordinatörlüğünü Esen Bal ve sergi koordinatörlüğünü Şelale Yılal üstlendi.

‘Petrolün Oscar’ı’ protestosu nedeniyle yargılanan Greta Thunberg, suçlamaları reddetti

Geçen ay İngiltere’nin başkenti Londra‘da düzenlenen büyük bir petrol ve gaz endüstrisi konferansına karşı düzenlenen bir protestoda tutuklanmasının ardından mahkemeye verilen iklim aktivisti Greta Thunberg dün (15 Kasım) görülen davada kamu düzeni suçu işlediğini reddetti.

Associated Press’in aktardığına göre Thunberg, Kamu Düzeni Yasasının polisin kamuya açık toplantılara sınırlama getirmesine izin veren bir bölümünü ihlal etmekle suçlanıyordu. Thunberg ve davada yargılanan diğer dört aktivist, dün Westminster Sulh Ceza Mahkemesinde suçsuz olduklarını savundu.

Protestocular, Şubat 2024’te Londra’da yapılması planlanan duruşma öncesinde koşulsuz kefaletle serbest bırakıldı.

Fotoğraf: Kin Cheung / AP

Dün aynı suçla yargılanan beş aktivist daha haklarındaki suçlamaları reddetti. Bu aktivistler de ileri bir tarihte hakim karşısına çıkacak.

Duruşma öncesinde, “Petrol Kaynaklı Paraya Son” ve “Kirletenler Ödesin” yazılı pankartlar taşıyan Greenpeace ve Fossil Free London gibi gruplardan fotoğrafçılar ve Thunberg’in destekçilerinden oluşan bir kalabalık mahkeme binasının dışında toplandı. 

Fotoğraf: Alberto Pezzali / AP

Thunberg ve diğer iklim protestocuları, fosil yakıt şirketlerini daha fazla kâr elde etmek için küresel enerjinin yenilenebilir enerjilere geçişini kasıtlı olarak yavaşlatmakla suçluyor. Aktivistler ayrıca İngiliz hükümetinin İskoçya kıyılarındaki Kuzey Denizinde petrol sondajına onay vermesine de karşı çıkıyor.

Fotoğraf: Kin Cheung / AP
‣ Londra’da ‘Petrolün Oscarları’nı protesto eden Greta Thunberg’e dava açıldı

Ne olmuştu?

20 yaşındaki İsveçli ekoloji savunucusu, 2018’den itibaren İsveç Parlamentosu önünde haftalık protestolar düzenledikten sonra iklim değişikliğiyle mücadele için daha güçlü çabalar talep eden küresel bir gençlik hareketine ilham verdi.

Temmuz ayında bir petrol tesisinde düzenlenen çevre protestosu sırasında polise itaatsizlik ettiği ve trafiği engellediği için İsveç mahkemesi tarafından para cezasına çarptırıldı. Aktivist, İsveç’te daha önce de aynı suçtan dolayı para cezasına çarptırılmıştı.

Thunberg ve diğer aktivistler, “petrolün Oscar’ı” olarak nitelenen ve sektörün bazı üst düzey yöneticilerinin katıldığı Energy Intelligence Forum’un [Enerji İstihbarat Forumu] düzenlendiği Mayfair’deki lüks InterContinental Otel önünde protesto düzenleyerek enerji geçişi çağrısında bulunmuştu. Gösteriler sırasında 27 aktivist otele erişimi engelleme girişiminde bulunmakla suçlanarak gözaltına alınmış ve bu aktivistlerden Thunberg’in de aralarında bulunduğu 26’sı hakkında dava açılmıştı.

Fotoğraf: Kin Cheung / AP

Enerji İstihbarat Forumu nedir?

2019 yılına kadar daha şeffaf bir şekilde yürütülen etkinlik Petrol ve Para konferansı olarak adlandırılıyordu. İklim aktivistleri forumun “petrolün Oscar’ı” olmaya devam ettiğini söylüyor ve endüstrinin sektör dışında “aynı tas aynı hamam” yaklaşımını protesto ediyor.

Konferans daha önce de iklim aktivistlerinin protestolarına konu olmuştu. Ancak şehri fosil yakıt endüstrisi için yaşanmaz hale getirmeye and içen bir aktivist grubu, bu yılki etkinliğin daha da şiddetli protestolarla karşı karşıya kalmasına öncülük ediyor.

Konferans 1980 yılından bu yana petrol, gaz, siyaset ve finans dünyasının liderlerini bir araya getirerek enerji sektörünün karşı karşıya olduğu zorlukları tartışıyor. Konferansa enerji haberleri, verileri ve analizleri sağlayan Energy Intelligence ev sahipliği yapıyor.

Uzun vadeli sponsor New York Times‘ın etkinliğin konusunun “endişe verici” olduğunu söyleyerek çekilmesinin ardından 2019’da baskı altında kalan zirvenin adında değişikliğe gidildi.

Energy Intelligence o dönemde yaptığı açıklamada, “Enerji sektörü değişiyor ve konferans programımız son yıllarda iklim değişikliği ve enerji dönüşümünün zorluklarını ele almak için geliştikçe, konferansımızın yeni bir kimliğe ve yeni bir yetkiye ihtiyacı olduğunu hissettik” demişti.

Bu yılki etkinliğin “temel soru etrafında samimi bir sohbet” vaat ettiği belirtiliyor: “Bölünmüş bir dünya gezegene güvenilir, uygun fiyatlı ve temiz bir şekilde nasıl güç sağlar?”

Konuşmacılar arasında İtalyan petrol devi Eni‘nin CEO’su Claudio Descalzi, dünyanın en büyük kirleticilerinden biri olan Saudi Aramco‘nun Başkanı ve CEO’su Amin Nasser ve Birleşik Krallık’taki tartışmalı Rosebank petrol sahası geliştirme şirketinin arkasındaki Equinor‘un Başkanı ve CEO’su Anders Opedal gibi bir dizi fosil yakıt devinin yöneticileri de yer alıyor.

Birleşik Krallık’ın Enerji Güvenliği ve Net Sıfırdan sorumlu Devlet Bakanı Graham Stuart ve ülkenin eski Enerji ve İklim Değişikliği Bakanı Charles Hendry de konuşmacılar arasında yer alıyor.

Yakın zamana kadar, Birleşmiş Milletler (BM) İklim Zirvesi (COP28) Başkanı ve Abu Dabi Ulusal Petrol Şirketi (ADNOC) CEO’su Sultan Al Jaber de konuşmacı listesinde yer alıyordu. Ancak şimdi Jaber’in listeden çıkarılmış olduğu belirtiliyor.

İlk kez 1995’te ‘Merhaba Kainat!’ diyen Açık Radyo yeni yaşına girdi

İstanbul ve çevresine yayın yapan Açık Radyo, 13 Kasım 1995’te kuruldu ve o zamandan beri 1406 programcı 1261 farklı programla var olmaya devam ediyor.

Ayrıca Açık Radyo, 62 ortaklı bir Anonim Şirket, ama, kâr amacı gütmeyen kuruluşlar gibi çalışıyor, üç aşağı-beş yukarı eşit pay sahibi 92 ortağı olan bir kolektif.

Hissedarların her birinde “ortaklık belgesi” olarak Abidin Dino‘nun -1’den 100’e kadar numaralanmış– “Tuğralar” serisi litografilerinden biri var. Arkasında şu ibare yer alıyor:

“’Özgür, bağımsız, demokratik’ haysiyetli, duyarlı ve sıradışı bir radyo kurma projesine, 1995’te verdiğiniz desteğin Türkiye’de yeni projelere örnek olması dileğiyle…”

Açık Radyo kendisini şöyle tanıtıyor:

“Faaliyetlerinde kâr amacı gütmeyen bir şirket olan Açık Radyo hiçbir çıkar ve sermaye grubuna bağlı değil. Tabiî devlete de. Çoğulcu demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel insan hak ve özgürlükleri dışında, hiçbir ‘ideoloji’ye de bağlı değil. Dolayısıyla, bağımsız. Hatta, büyük para ve güç odaklarının sahipliği altında boğulan bir medya ortamında, Türkiye’nin –ve belki de dünyanın– ender bağımsız yayın organlarından biri olduğu da söylenebilir. ”

Açık Radyo’nun şiarı ise şöyle:

“Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo”

Atmosferdeki sera gazı miktarı yeni bir rekor kırdı: Hâlâ yanlış yönde ilerliyoruz

Atmosferde ısıyı hapsederek küresel sıcaklıkların artmasına yol açan sera gazlarının miktarı geçen yıl bir kez daha yeni bir rekora ulaştı ve veriler artış eğiliminin devam edeceğini gösteriyor. 

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) tarafından yayımlanan yeni rapor, en önemli sera gazı olan karbondioksitin (CO2) küresel ortalama konsantrasyonlarının ilk kez 2022 yılında sanayi öncesi dönemdekinin tam yüzde 50 üzerinde olduğuna işaret ediyor. Bu artışın 2023 yılında da devam ettiği kaydediliyor.

WMO’nun Sera Gazı Bülteninde, karbondioksit konsantrasyonlarındaki artış oranı bir önceki yıla ve 10 yılın ortalamasına göre biraz daha düşük olduğu belirtiliyor. Ancak bunun büyük olasılıkla karbon döngüsündeki doğal, kısa vadeli değişimlerden kaynaklandığı ve endüstriyel faaliyetlerin bir sonucu olduğu ve yeni emisyonların artmaya devam ettiği tahmin ediliyor.

Kasım sonunda Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Dubai kentinde başlayacak olan Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi (COP28) öncesi müzakerelere yönelik bilgi sağlamak amacıyla yayımlanan Sera Gazı Bülteninde, metan konsantrasyonlarının da artış gösterdiğine ve üçüncü temel sera gazı olan nitröz oksit seviyelerinin 2021’den 2022’ye kadar kayıtlara geçen en yüksek yıllık artışı gördüğüne dikkat çekiliyor.

‣ Sera gazı emisyonları rekor kırdı: 1,5 derece hedefine vaktinde erişilemeyebilir

‘Tüm uyarılara rağmen yanlış yönde ilerliyoruz’

WMO Genel Sekreteri Prof. Petteri Taalas, “Bilim camiasının onlarca yıldır yaptığı uyarılara, binlerce sayfalık raporlara ve onlarca iklim konferansına rağmen hâlâ yanlış yönde ilerliyoruz” dedi.

Taalas şunları kaydetti:

“Sera gazı konsantrasyonlarının mevcut seviyesi bizi bu yüzyılın sonuna kadar Paris Anlaşması hedeflerinin çok üzerinde bir sıcaklık artışına doğru götürüyor. Buna yoğun sıcaklık ve yağışlar, buzulların erimesi, deniz seviyelerinin yükselmesi, okyanus ısısı ve asitlenmesi gibi daha aşırı hava koşulları eşlik edecek. Sosyoekonomik ve çevresel maliyetler hızla yükselecek… Fosil yakıt tüketimini acilen azaltmalıyız.”

Dünyadaki karbondioksit konsantrasyonları en son 3 ila 5 milyon yıl önce, küresel sıcaklıkların 2-3°C derece daha fazla ve deniz seviyelerinin şimdikinden 10-20 metre daha yüksek olduğu dönemde benzer seviyelerdeydi.

Prof. Taalas, “Atmosferdeki fazla karbondioksiti ortadan kaldıracak sihirli bir değnek yok. Ancak WMO’nun yeni Küresel Sera Gazı İzleme Sistemi sayesinde iklim değişikliğine yol açan etkenlere ilişkin anlayışımızı güçlendirecek araçlara sahibiz. Bu, daha iddialı iklim hedeflerini desteklemek için sürekli gözlem ve izlemeyi büyük ölçüde geliştirecektir” diye konuştu.

‣ ’50 yılda dünyada 25 milyar nükleer bomba gücünde iki trilyon ton sera gazı hapsoldu’

Sera gazı emisyonları neden artıyor, ne anlama geliyor?

Kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıt kullanımları başta olmak üzere insan faaliyetleriyle açığa çıkan karbon emisyonlarının yarısından biraz azı atmosferde kalıyor. Dörtte birinden biraz fazlası okyanuslar tarafından ve yüzde 30’undan biraz azı da ormanlar gibi kara ekosistemleri tarafından emiliyor. Ancak bu konuda yıldan yıla önemli değişiklikler söz konusu.

Emisyonlar devam ettiği sürece, sera gazları atmosferde birikmeye devam ederek küresel sıcaklık artışına yol açıyor. karbondioksitin uzun süre atmosferde kaldığı göz önüne alındığında, emisyonlar hızla net sıfır seviyesine indirilse bile halihazırda gözlemlenen sıcaklık seviyesinin birkaç on yıl boyunca devam edeceği öngörülüyor.

Atmosferdeki sera gazı miktarının artması temel olarak küresel sıcaklıkların daha da artması, diğer bir deyişle iklim krizinin ivme kazanması anlamına geliyor.

Bu durum da dünya çapında görülen kuraklık, şiddetli yağış, kasırga, sıcak dalgası, sel gibi aşırı hava olaylarının sıklığının, şiddetinin, etki alanının ve süresinin artacağına işaret ediyor.

Küresel sıcaklık artışları aynı zamanda deniz seviyelerindeki yükselme, buzullardaki erime, okyanus akıntılarında değişimler gibi ciddi değişimleri de beraberinde getiriyor.

‣ Atmosferdeki seragazı birikimi 2020’de rekor düzeye ulaştı

2022’de sera gazı konsantrasyonları nasıl değişti?

Karbondioksit

ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi (NOAA) Yıllık Sera Gazı Endeksi (AGGI), 1990’dan 2022’ye kadar, atmosferde uzun süre kalan sera gazlarının iklim üzerindeki ısınma etkisinin yüzde 49 oranında arttığını ve karbondioksitin bu artışın yaklaşık yüzde 78’ine tekabül ettiğini gösteriyor.

Atmosferdeki en önemli sera gazı olan karbondioksit, temel olarak fosil yakıtların yakılması ve çimento üretimi nedeniyle iklim üzerindeki ısınma etkisinin yaklaşık yüzde 64’ünden sorumlu. Bir kez salınan karbondioksit, yaklaşık 300 ila 1,000 yıl kadar atmosferde kalmaya devam ediyor.

2021’den 2022’ye kadar yıllık ortalamalardaki milyonda 2,2 ppm’lik artış, 2020’den 2021’e ve son on yıla göre (yılda 2,46 ppm) biraz daha düşüktü. Bunun en olası nedeninin La Niña olayının yaşandığı birkaç yılın ardından atmosferik karbondioksidin karasal ekosistemler ve okyanus tarafından emiliminin artması olduğu düşünülüyor. Bu nedenle 2023’te El Niño hava olayının gelişmesinin sera gazı konsantrasyonları üzerinde sonuçları olabileceği bildiriliyor.

Metan

Güçlü bir sera gazı olan metan ise yaklaşık 10-12 yıl kadar atmosferde kalsa da ısı tutma gücü karbondiokside kıyasla yaklaşık 80 kat daha fazla olduğu için küresel ısınmanın kısa vadeli etkileri üzerinde önemli bir rol oynuyor.

Metan, sera gazlarının ısınma etkisinin yaklaşık yüzde 16’sından sorumlu. 

Bu gazın yaklaşık yüzde 40’ı sulak alanlar ve termitler gibi doğal kaynaklardan atmosfere yayılırken, yaklaşık yüzde 60’ı antropojenik kaynaklardan geliyor. Metan salımına yol açan başlıca insan faaliyetleri arasında hayvancılık (sığır yetiştirme), pirinç tarımı, fosil yakıt kullanımı, çöplüklerin birikimi ve biyokütle yakma geliyor.

2021’den 2022’ye kadar olan artış, 2020’den 2021’e kadar gözlemlenen rekor orandan biraz daha düşük olsa da son on yıldaki ortalama yıllık büyüme oranından önemli ölçüde yüksekti.

Nitröz oksit

Oldukça güçlü bir sera gazı olan nitröz oksit aynı zamanda ozon tabakasının incelmesine de yol açan bir kimyasal. Bu gazın ısı tutma gücü karbondioksitten yaklaşık 265 kat daha fazla. Atmosferde kalma süresi yaklaşık 121 yıl olan nitröz oksit, sera gazlarının yaklaşık yüzde 7’sine tekabül ediyor.

Atmosferdeki nitröz oksidin yaklaşık yüzde 60’ı doğal kaynaklardan gelirken, insanların okyanuslar ve topraklardaki faaliyetleri ile biyokütle yakma, gübre kullanımı ve çeşitli endüstriyel süreçler gibi antropojenik kaynaklar, salınan nitröz oksidin yaklaşık yüzde 40’ından sorumlu.

Nitröz oksit seviyelerinde 2021’den 2022’ye kadar görülen artış, modern zamandaki kayıtlarda daha önce gözlemlenen tüm seviyelerden daha yüksekti.

Bakanlıktan Samast’ın tahliyesiyle ilgili açıklama: 2022’de denetimli serbestlik hakkı kazandı ama kullandırılmadı

Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, AGOS gazetesi genel yayın yönetmeni ve Gazeteci Hrant Dink‘e düzenlenen suikastte Dink’i öldüren Ogün Samast‘ın tahliyesi ile ilgili, Samast’ın denetimli serbestlik hakkının 19 Şubat 2022 tarihinde doğmuş olmasına rağmen bundan yararlandırılmadığını, şartlı tahliyesinin 15 Kasım’da gerçekleştirildiğini açıkladı.

‣Hrant Dink’in katili Ogün Samast tahliye edildi: Katil ‘iyi halli’ bulunmuş 

Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi amacıyla açıklama yapılmasına ihtiyaç duyulduğu belirtilerek şu ifadeler kullanıldı:

“Hrant Dink’in 19 Ocak 2007 tarihinde öldürülmesinin ardından yapılan yargılamalar sonucunda Yasin Hayal ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ve 14 yıl 22 ay 75 gün hapis cezasına hükümlü olup, koşullu salıverilme tarihi 25 Temmuz 2047’dir. Yine aynı suçtan diğer hükümlü Erhan Tuncel ise toplam 96 yıl hapis cezasına hükümlü olup, koşullu salıverilme tarihi 26 Temmuz 2040’tır. Adı geçen iki hükümlünün halen cezalarının infazına devam edilmektedir. Ogün Samast hakkında ise İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi‘nde yapılan yargılama sonucunda ‘tasarlayarak kasten öldürme’ suçundan verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, yaşının küçük olması nedeniyle Türk Ceza Kanunu’nun 31. maddesi uyarınca 18 yıl olan hapis cezasının alt haddinden uzaklaşılarak 21 yıl 6 ay olarak belirlenmiştir. Bununla birlikte failin yasak silah taşımaktan aldığı 1 yıl 4 ay hapis cezasının içtiması ile 22 yıl 10 ay hapis cezası kesinleşmiştir.

Hükümlünün cezası infaz edilmekteyken cezaevinde işlemiş olduğu suçlardan dolayı 2 yıl 36 ay 43 gün hapis cezası daha almış olması nedeniyle neticeten 24 yıl 46 ay 43 gün hapis cezasının infazı tutukluluk tarihi olan 24 Ocak 2007’den itibaren başlamıştır.

Hükümlünün denetimli serbestlik hakkı 19 Şubat 2022 tarihinde doğmuş olmasına rağmen denetimli serbestlikten yararlandırılmamıştır.

Adı geçen hükümlü hakkında 19 Ocak 2023 ve 13 Temmuz 2023 tarihlerinde yapılan değerlendirmelerde koşullu salıverilmesine uygun olmadığına karar verilmiş, şartlı tahliyesi 15 Kasım 2023 tarihinde gerçekleştirilmiştir.

Bu süreçte 2015 yılından itibaren hükümlünün 5 kez açık ceza infaz kurumuna ayrılma talebi, 2 kez de denetimli serbestlik talebi uygun görülmemiştir.

Bu kapsamda 7456 sayılı Kanun ile yapılan infaza ilişkin düzenlemelerden istifade etmesi söz konusu değildir. 5275 sayılı Kanun’un genel hükümlerine göre cezası infaz edilmiştir.”

Hrant Dink’in katili Ogün Samast tahliye edildi: Katil ‘iyi halli’ bulunmuş

AGOS Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni, Gazeteci Hrant Dink‘e 19 Ocak 2007’de gazete binası önünde düzenlediği suikast sonucu öldüren Ogün Samast, tahliye edildi.

Cinayetin faili olduğu belirlenen, o dönem 17 yaşında olan Ogün Samast, 20 Ocak 2007’de Samsun otogarında yakalandı. 24 Ocak 2007’de tutuklanan Ogün Samast, geçen şubat ayında cezasını çektiği Kandıra F Tipi cezaevinden Bolu F Tipi cezaevine nakledildi. 16 yıl 10 aydır cezaevinde bulunan Samast’ın 1 yıl önce “iyi halinden” dolayı koşullu salıverme kapsamında cezasının dolduğu ve cezaevi yönetimi tarafından bu süreçte deneme aşamasında olduğu öğrenildi.

AGOS gazetesinde yer alan habere göre, kişisel gelişimi için yapılan gözlemlerde iyi hali olduğu gözlenen Samast’ın, koşullu salıverme şartlarını taşıdığına kanaat getirilerek tahliyesine karar verildi.

Samast, Şubat ayından bu yana cezasını çektiği Bolu F Tipi cezaevinden saat 19.50’de tahliye edildi. Samast´ın cezaevi çıkışında ailesi tarafından karşılandığı öğrenildi.

Ogün Samast, cinayeti işlediğinde yaşı 18’den küçük olduğu için “tasarlayarak adam öldürmek” ve “ruhsatsız silah bulundurmak” suçlarından toplam 22 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. İnfaz yasasına göre Samast bu cezanın 15 yıl 2 aylık bölümünü yatacaktı. Bu durumda Samast daha önce tahliye edilecekti.

Hrant Dink’in cenazesinden bir kare. 19 Ocak 2007’de katledilen Hrant Dink’in cenazesi, 23 Ocak’ta Şişli’deki gazetesinin önünden, ellerinde “Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Ermeniyiz” yazılı pankartlar taşıyan binlerce kişinin katılımıyla uğurlanmıştı.  – Fotoğraf: Gürcan Öztürk

Ancak 2020 yılında cezaevinde gardiyanlara saldırdığı gerekçesiyle 4 yıl ek ceza almıştı. Samast böylece bu ek cezanın tamamını yatmadan tahliye oldu.

Öte yandan Samast için Yargıtay’da bekleyen bir dosya daha bulunuyordu. Ogün Samast örgüt üyeliğinden hüküm giymemişti. Dink ailesi avukatları karara bu yönden itiraz etmişlerdi. Sonrasında mahkeme, Samast’a örgüt üyeliği cezası da verdi. Ancak Yargıtay Samast’ın örgüt üyeliğini 220. madde kapsamında değerlendirdi ve bunu da zaman aşımına soktu. Böylece Samast örgüt üyeliğinden ek bir ceza almadı. Dink Ailesi avukatları ise hükmün “Silahlı terör örgütü üyeliği” ve “Anayasa’yı zorla değiştirme” maddelerine göre verilmesini talep etmişti.

Hrant Dink cinayeti

Hrant Dink, gazetesi Agos’ta yayımladığı “Sabiha Hatun’un Sırrı” başlıklı röportajının Hürriyet gazetesinde yayımlanmasının ardından hedef haline getirilerek, 19 Ocak 2007 yılında saat 15.00’de Ogün Samast tarafından gazetesinin önünde sırtından kurşunlanarak öldürüldü.

Tetikçi Ogün Samast kısa sürede yakalandı. Samast’ın sorgu için götürüldüğü karakolda elinde Türk bayrağı ve arkasında Mustafa Kemal Atatürk’ün “Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez” sözü görünen fotoğraflarının çekilmesi tepkiyle karşılandı. Suikast sırasında taktiği beyaz beresi ise cinayetin sembolü haline geldi.

Hrant Dink’in cenazesine tarihte benzerine rastlanmayan bir katılım gerçekleşti. Binlerce insan “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz” pankartlarıyla cenazeye katıldı. Yenikapı’ya kadar yapılan yürüyüşe 100 binin üzerinde insan katıldı. Ülkenin her yerinde Dink’in yası tutuldu.

Dink’in öldürüldüğü gün yayımlanan “Güvercin tedirginliği” yazısı toplumu suikast kadar sarsmıştı. Toplumun dikkati Dink cinayeti soruşturmasına yöneldi. Kısa sürede Samast dışında cinayetin azmettiricisi olduğu iddiasıyla Yasin Hayal ve muhbir Erhan Tuncel tutuklandı. Tuncel’in Emniyet ve Jandarma İstihbarat Teşkilatı ile bağlantılı olduğu ortaya çıktı. Emniyet tarafından yapılan bir açıklamayla Erhan Tuncel’in Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek’in elemanı olduğu doğrulandı.

Hrant Dink suikastı davası 2 Temmuz 2007 tarihinde Beşiktaş’taki eski Devlet Güvenlik Mahkemesi binasında başladı. Yargılamada sanıklara örgüt suçlamasında ise bulunulmadı. Sanıkların mahkemedeki rahat tavırları da tepki uyandırdı.

Meclis’te, Hrant Dink Cinayetini Araştırma Komisyonu kuruldu. Komisyon yaptığı çalışmaların sonucunda Trabzon ve İstanbul emniyet birimlerinin “ihmali” olduğunu belirtti. Hrant Dink’in İstanbul Valiliği’ne çağrılarak Vali Muammer Güler’le görüşmesi sırasında odada bulunan üç kişi tarafından tehdit edilmesi sıklıkla gündeme geldi ve bu üç kişinin kim olduğu soruldu. Mahkeme de aynı soruyu Valiliğe yöneltti ancak yanıt verilmedi. Dink ailesinin ve avukatlarının tekrar sorulması taleplerini ise reddetti.

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, “Ankara’nın derin dehlizlerinde kaybolmasına izin vermeyeceğiz” dedi. Ancak yargılama sonucunda “örgüt” bulunamadı. Anayasa Mahkemesi’ne etkin soruşturulma yürütülmemesi nedeniyle Dink ailesinin açtığı davadan ise yaşam hakkı, ifade özgürlüğü ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğine hüküm edildi.

Ekim 2015 yılında kamu görevlilerine yönelik yeni bir dava açıldı. Dönemin Trabzon Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek, İstanbul Emniyet İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer hakkında “kasten adam öldürme” suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’a ise “görevi kötüye kullanma” suçlamasından altı yıla kadar hapis cezası talep edildi.

Yargılama sonucunda mahkeme, Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer’i “tasarlayarak kasten öldürme” suçundan ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı. Tutuklu sanık eski subay Muharrem Demirkale’yi “Anayasa’yı ihlal” ve “kasten öldürmeye yardım” suçlarından iki kez müebbet hapisle cezalandırdı. Tutuklu sanıklar Okan Şimşek ve Veysal Şahin ile hakkında adli kontrol kararı bulunan tutuksuz sanık eski Trabzon İl Jandarma Komutanı sanık Ali Öz’ü “kasten öldürme” suçundan 25’er yıl, “resmi belgede sahtecilik” suçundan üç yıl dörder ay hapis cezasına çarptıran heyet, tutuklu sanık Ercan Gün’e FETÖ kapsamında “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan 10 yıl hapis cezası verdi.

Tutuksuz sanıklar eski İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler ve dönemin Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç hakkında “ihmali davranışla öldürme” suçundan beraat, “kamu görevini ihmal” suçundan haklarındaki dava dosyasının zaman aşımı nedeniyle düşürülmesi kararı veren heyet, tutuksuz sanıklar eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun ve dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah hakkındaki dava dosyasının zaman aşımı nedeniyle düşürülmesine hükmetti.

Mahkeme heyeti, haklarında yakalama kararı bulunan firari sanıklar Fetullah Gülen, Adem Yavuz Arslan, Ekrem Dumanlı, Coşgun Çakar, Halil İbrahim Koca, Mehmet Akif Yılmaz, Mehmet Faruk Mercan, Metin Canbay, Ömer Faruk Kartın, Serkan Şahan, Yılmaz Angın, Yunus Yazar ve Zekeriya Öz’ün savunmalarının alınamamış olması nedeniyle dosyalarının ayrılmasına karar verdi.

Hrant Dink Cinayeti Davası’nda dosyası ayrı tutulan Fetullah Gülen, Adem Yavuz Arslan, Ekrem Dumanlı ve eski savcı Zekeriya Öz’ün de aralarında bulunduğu 12’si firari 13 sanığın yargılandığı dava 5 Eylül’de görüldü.

Davada ilginç bir gelişme ortaya çıktı. Hakkında yakalama kararı bulunan firari sanık eski Emniyet Müdürü Yunus Yazar’ın Mayıs 2023’te Ankara’da yakalandığı ve ifadesinin alınmasının ardından Dink davası açısından tahliye edildiği  öğrenildi. Ancak Yunus Yazar başka bir suçtan tutuklandı.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya, tutuklu sanık Yunus Yazar ve avukatı Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlandı. Bazı firari sanıkların avukatları da duruşmada hazır bulundu.

Duruşmada savunma yapan Yunus Yazar, aleyhindeki delillerin gerçekle bağdaşmadığını öne sürerek hakkındaki iddiaları reddetti.

Ara kararını açıklayan mahkeme heyeti, hakkında yakalama kararı bulunan 12 sanığın dosyalarının ayrılmasına karar verdi.

Heyet, sanık Yazar’ın benzer suçlardan yargılandığı Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyaların birleştirilmesi taleplerini reddettiğini belirterek, uyuşmazlığın giderilmesi için Yargıtay 5. Ceza Dairesine müzekkere yazılmasına hükmederek duruşmayı erteledi.

Dink cinayeti Türkiye’de değişen siyasi konjektöre göre “Ergenekon” ve “FETÖ” yapılanmalarıyla anıldı. Ancak Dink’i hedef haline getirenler, 301’inci maddeden “Türklüğe hakaretten” dava açanlar, bilirkişi raporlarında hakaret olmadığının yer almasına rağmen mahkumiyet kararı verenler Dink’in ifadesiyle “mahkemenin arkasındaki derin güç” yargılanmadı veya yargılanamadı. Suikastin gerçek faillerinin ortaya çıkılması hala en büyük talep. Türkiye’nin Hrant Dink’e hala bir adalet borcu var.

Ogün Samast’ın tahliyesine tepki yağdı

Hrant Dink’in katili Samast’ın tahliye edilmesi yurttaşlar tarafından tepkiyle karşılandı. Samast’ın tahliye edilirken Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) “hak ihlali” kararına rağmen Gezi Parkı davasından tutuklu bulunan Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay’ın tahliye edilmemesi de eleştirilerden biriydi. Gazeteciler de tepkilerini sosyal medya hesapları üzerinden paylaştı:

STK’lardan, siyasi partilerden, siyasetçilerden de karara geniş tepkiler geldi: