Ana Sayfa Blog Sayfa 2923

LGBTİ aktivisti gazeteci-yazar Kürşad Kahramanoğlu hayatını kaybetti

Gazeteci-yazar, LGBTİ ve insan hakları aktivisti Kürşad Kahramanoğlu dün (12 Ocak) akşam saatlerinde yaşama veda etti. Kahramanoğlu ILGA (Uluslararası Lezbiyen ve Gey Birliği) Başkanlık görevini de yürütmekte idi.

Kürşad Kahramanoğlu, ODTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü’nden sonra felsefe öğrenimi için 1977’de İngiltere’ye gitti. 30 sene boyunca İngiltere’de yaşayan yazar, üniversitede eğitim görevlisi ve profesyonel sendikacılık yaptı.

Üniversitede etik okutan Kahramanoğlu, İngiltere’nin en büyük sendikasına insan hakları ve dış ilişkiler konularında danışmanlık yaptı. Dış ilişkiler konularında Orta Doğu, Arap/İsrail ilişkileri, Güney Afrika ve Latin Amerika ve Kıbrıs uzamanlık alanlarıydı. 1999 senesinde Uluslararası Lezbiyen ve Gey Birliği’nun (ILGA) genel sekreteri seçildi. Bu göreve 4 sefer daha seçilerek 7 sene yürüten Kürşad Kahramanoğlu, bu kuruluşun tarihinde en uzun genel sekreterlik yapmış aktivisttir.

2007 yılında Türkiye’ye dönen Kahramanoğlu, Bilgi Üniversitesi, Hukuk Fakültesi İnsan Hakları Hukuku Yüksek Lisans Programı’nda öğretim görevliliği yaptı.

Kürşad Kahramanoğlu, Ekim 201o’da Beyoğlu Yeşil Ev’de o dönemki Yeşiller Partisi’nin LGBT Çalışma Grubu tarafından düzenlenen söyleşiyiye de katılarak, “LGBT hakları, yeni anayasa ve siyaset”  kapsamında bir konuşma gerçekleştirmişti. Kahramanoğlu’nun Yeşil Ev ziyareti Murat Köylü imzası ile yayınlanan “Kürşad Kahramanoğlu ve Yeşiller anayasayı tartıştı” başlıklı haber vesilesi ile Yeşil Gazete’de de yer almıştı.

 

(Birgün, Yeşil Gazete)

İstanbul geri dönüşümle tanışırken dünya kentlerinden örnekler

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyük Şehir Belediyesi, halkı geri dönüşüme teşvik edecek bir projeyi harekete geçireceğini duyurdu. Şehrin farklı noktalarına kağıt, metal ve plastik atıkları geri dönüşüme kazandırmak için koyulacak otomatlar sayesinde, atıkların geri dönüşüm bedeli kadar miktar, İstanbulkart’a kredi olarak yüklenecek.

(İlgili haber: https://yesilgazete.org/blog/2018/01/08/atiginizi-donusturun-istanbulkartiniza-kredi-yuklensin/)

Ters Çalışan Otomat (reverse vending machine), aslında hiç de yeni değil. İçecek kutularını alarak para veren bu makinelerin patenti, ilk kez 1920’de Amerikan şirketi Reverse Vending® tarafından alınmış. Çalışan ilk makine, İsveçli Wicanders tarafından 1950’lerin sonunda üretilmiş, geliştiren ise 1962 yılında Norveçli Aage Tvetian olmuş. Avrupa’da 50 seneden uzun bir zamandır, genellikle marketlerde yer alan bu makineler, boş içecek kutularının toplanması ve tüketiciye depozito bedelinin geri verilmesi prensibiyle kullanımda. Hatta İsveç’te plastik şişe ile çalışan aterilerin yer aldığı bir oyun salonu bulunuyor. Japonya’da ve pek çok ülkede metro gibi toplu taşıma biletleri, bu otomatlardan alınabiliyor.

Yıl 2018, halkımız geri dönüşüm konusunda hala çok eğitimsiz. İstanbul’da atıklarımızı ayrıştırsak bile, atabileceğimiz noktaların yetersiz oluşundan dolayı, seyyar arabalı kağıt toplayıcılarına adeta duacıyız. Bazı süpermarketler, atık yağ ve kullanılmış pillerin bırakılabileceği noktalar sağlıyor. Yine de tüketiciler geri dönüşümün önemi konusunda yeterli bilince sahip değil. Forbes’in 2013 rakamlarına göre, şehir atıklarının geri dönüşüm oranı Türkiye’de %1. Bu oran, geri dönüşüm konusunda lider ülke olan Almanya’da %65.

“Atığını getir, kartına kredi yükle” uygulaması, karşılığında bir ödül vaadettiği için, şüphesiz vatandaşımızı işbirliğine razı edecektir. Kayıtlı 15 milyon nüfusu olan İstanbul için geç kalmış bir uygulama olsa da, halkı geri dönüşüm konusunda bilinçlendirmek, harekete geçirmek için çok önemli bir proje. Umarız ki başarılı olur ve ileride bu tarz projelerle daha çok karşılaşırız.

Bakalım dünyada diğer şehirlerde geri dönüşüme teşvik için nasıl projeler yapılmış?

Yeşil Ellerle Yakalandılar

İnsanın doğasında var, işin ucunda bir havuç yoksa zahmete girmemek. Geri dönüşüme katkıda bulun, ödülü kap projelerinden biri olarak ABD’de, Ohio’da 2010 yılında “Yeşil ellerle yakalandı” (Caught Green Handed) kampanyası yürütüldü. Geri dönüşüm kutularına atık getiren tüketiciler, çeşitli mağazalardan hediye kartlarıyla karşılandı. Başta az sayıda olan “yeşil elliler”, ödül dağıtıldığı haberi yayıldıkça arttı. Bu kampanya, daha sonra başka bölgelerde de uygulandı, üniversite öğrencileri tarafından sahiplenildi ve viral hale geldi.  

Barselona’da Mutfak Atık Yağı Geri Dönüşümü

Sıvı yağ, Akdeniz mutfağının vazgeçilmezi. Yemek yaptıktan sonra, atık yağların lavabodan dökülmesi ise en büyük çevre sorunlarından biri. Yağlar suda çözünemediği için donarak boruları tıkıyabilir, ancak problem bundan çok daha büyük. Suları temizleyen bakterilerin yaşamasını engelleyen bir tabaka yaratıyor ve deniz kirliliğine sebep oluyor. 1 litre atık yağ, 1000 litre suyun kirliliğine yol açıyor.

2010 yılında, Barselona’da hayata geçen bir uygulama ile, mutfak atık yağlarının geri dönüşümü hedeflendi. Belediye tarafından ücretsiz olarak dağıtılan, “Olipot” olarak adlandırılan kapları edinen tüketiciler, atık yağlarını bu kaplarda toplayarak, şehirde belli alanlara yerleştirilmiş “yeşil noktalar”da geri dönüşüme kazandırmaya başladı. Kentlilerden gelen talep çok olunca, belediye Olipot’lardan daha fazla ürettirdi, ve her evde bir tane olması sağlandı. Toplanan ve geri dönüşüm fabrikalarına yollanan atık yağlar, biodizele dönüştürülüyor.

Case study Olipot. Ajuntament de Barcelona-SD from montse foncubierta on Vimeo.

Koca Göbekli Çöp Kutuları (BigBelly Bins)

Çöp kutuları akıllandı! Zeki göbekli çöp kutuları, çöpleri atıldığı anda ayrıştırıyor, ve yenisi için yer açabiliyor. Her kutu 600 litre kapasiteye sahip. Bu, standart sokak çöp kutularının 8 katı bir hacme sahip oldukları anlamına geliyor. Bu da, geri dönüşüme yardımcı olmalarının yanı sıra, atıkların yolculuğunda daha az yer kaplayarak bir defada daha fazla atık taşınmasına ve karbon salınımın düşmesi anlamına geliyor. Güneş enerjisiyle çalışan kutular, kapasitelerine ulaşmaya yakın GPS ile merkeze haber gönderiyorlar. Böylece taşıma kamyonları dolmadan gereksiz yolculuk yapmamış oluyor.

İlk defa Avustralya’da boy gösteren bu akıllı çöp kutuları, New York, Rotterdam, Amsterdam, Tokyo, Londra, Dublin gibi pek çok şehirde kullanımda.

Sıfır Atığa Doğru Bir Kasaba: Kamikatsu

Önümüzdeki birkaç sene içinde sıfır atık hedefleyen pek çok ülke var. Ancak Japonya’da bir kasabanın sakinleri bu amacı gönülden sahiplenmiş. Atıkları ayrıştırmak zor bir işe gibi görünebilir, ancak 1700 nüfuslu Kamikatsu kasabasında yaşayanlar atıklarını tam 34 kategoriye ayırıyor. 2003 yılında bir hedefe yöneldiler: 2020 yılına kadar sıfır atık kenti haline gelmek. 2017 yılı itibariyle, atıklarının %80’inden fazlasını geri dönüştürmekteler. Kamikatsu halkı, 34 kategoriye ayrıştırdıkları atıkları, geri dönüşüm merkezlerine kendileri taşıyorlar. Sadece kağıt atıkları bile gazete, dergi, karton, broşür olmak üzere 4 farklı kategoriye ayırıyorlar.

 

Kamikatsu sadece geri dönüşüme değil, ileri dönüşüme de önem veriyor. Kasabada, kullanılmış eşyaların yerliler tarafından yeniden değerlendirilmesiyle üretilmiş kıyafetler, oyuncaklar, objelerin bedava alınabildiği, kullanılmış eşyaların da bırakılabilindiği bir dükkan bulunuyor.  

Houston, Bir Problem Var

Ne yazık ki her proje bu örneklerdeki gibi başarılı olamıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde Houston’da 2014 yılında düşük geri dönüşüm oranını artırabilmek için, “One Bin For All” (Hepsi için bir çöp konteynırı) uygulaması başlatıldı. Amaç, atıklarını ayrıştırmayı zor bulan halkın, geri dönüşebilir atıkları ayrıştırmadan, tek bir kutuya atmalarını sağlamaktı. Ancak her türlü atık birlikte atıldığı için 2016 yılında bu proje başarısız olarak sonlandırıldı.

Bonus: İsveç’in Geri Dönüşüm devrimi

Hiçbir atığın ziyan olmaması harika olmaz mıydı? İsveç bu noktaya çok yakın.

Gazeteler kağıda dönüştürülüyor, şişeler tekrar kullanılıyor ya da eritilerek yeni ürünlere dönüşüyor, plastik kaplar plastik hammaddesi oluşturuyor, yiyecek atıkları kompost yapılıyor ve toprağa dönüşüyor veya biogaz elde ediliyor. Geri dönüştürülmeyen atıklar da yakılarak enerji elde ediliyor. Çöp yakma tesislerinden çıkan duman, filtrelemeye tabi tutuluyor. Geride kalan küller, yanmayan seramik/porselen içeriyor, bunlar da yol yapımında kullanılıyor. İsveç, 2014 yılında diğer ülkelerden 2.7 milyon ton atık ihraç etti. Üretilen enerjinin temiz enerji olup olmadığı bir tartışma konusu.

 

 

Rana Söylemez

Datça Kurubük Koyu’nun özel şahıslara kiralanma ihalesine iptal

Muğla’nın Datça ilçesine bağlı Kurubük Koyu’nun ihale yoluyla özel şahıslara kiralama girişiminden vazgeçildi. Vali Yardımcısı ve Muğla Çevre Platformu (MUÇEV) Yönetim Kurulu üyesi Kamil Köten’in ihaleden vazgeçildiğine yönelik açıklaması, Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) tarafından düzenlenen bilgilendirme toplantısında da sevinçle karşılandı.

 

İptal haberinin de alındığı topalantı Datça-Palamutbükü sahilinde 12 Ocak Cuma günü (dün) Datça Kent Konseyi  Kıyılar Çalışma Grubu ile  MUÇEP (Muğla Çevre Platformu) Datça Grubu’nun birlikte çağrısıyla geniş katılımlı olarak gerçekleştirildi.

Kıyılar Çalışma Grubu Üyesi-MUÇEP katılımcısı hukukçu Güngör Erçil, toplantıya dair Yeşil Gazete’ye yaptığı açıklamada, “Gerçekleştirdiğimiz toplantı, Datça’da tanık olduğum, hem nicelik olarak en yüksek katılımlı, hem de nitelik olarak, ilginin en canlı, katılımcıların heyecan, kararlılık ve inancının en belirgin olduğu kamusal toplantıydı. Beklentimizi aşan, her toplumsal kesimden gelen bu ilgi ve katılımı, çok sevindirici bir durum olarak değerlendiriyoruz. Nitekim, bugün gelen ihale iptal haberinin, yerel-sosyal medyada ortaya konan yaygın  tepki, başlatılan Change Org. imza kampanyası gibi geniş katılımlı bir karşı çıkışın sonucu olduğunu düşünüyoruz. Kıyılarımıza, ortak doğal varlıklarımıza yönelen saldırılara, ancak geniş katılımlı bir karşı koyuşla cevap  verebiliriz. Söylediğimiz şeylerin tümünü  çok kısaca bir cümlede şöyle özetleyebiliriz: “Kıyılar hepimizindir, kıyılar halkındır; işgal edilemez, el konulamaz!” dedi.

Erçil, toplantıya, Datça Merkez, Mesudiye ve Palamutbükü-Yakaköy’den, oldukça yoğun ve canlı bir katılım gerçekleştiğini ifade ederek, Datça Belediye Meclisi Üyesi ve Kent Konseyi Başkanı Hayriye Balkan‘ın MUÇEV’in kiralamasının hukuka aykırı olduğunu, bunun idare mahkemesi kararlarıyla ortaya konulduğunu, son olarak Gökova-Akyaka’da Kadın Azmağı’nın kullanımını MUÇEV’e bırakan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile imzalanan protokolün iptali talebiyle Muğla B.Ş. Belediyesi’nin açtığı davada Belediye lehine karar verildiğini söylediğini kaydetti.

Bilgilendirme toplantısında da bir konuşma yapan Güngör Erçil, katılımcılara yönelik Anayasa’da ve Kıyı Kanunu’nda kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında ve halkın serbestçe kullanmasına açık olduğunun ifade edildiğini; kıyıların özel mülkiyet konusu mallar gibi işleme tabi tutulup ticarileştirilemeyeceğini, kıyılar üzerindeki devlet hüküm ve tasarrufunun millete ait ve devlet tarafından kullanılacağı anayasada ifade edilmiş egemenliğin bir sonucu ve somutlaşma biçimi olduğunu; kıyılar üzerindeki tasarrufun,  kurucuları kim olursa olsun, kar amaçlı bir kuruluş olan bir şirkete devredilmesinin egemenliğin devri anlamına gelen bir anayasa ihlali olduğunu vurgulayan birer konuşma yaptığını aktardı.

Kıyılar Çalışma Grubu Üyesi-MUÇEP katılımcısı mimar Faruk Şahin ise özellikle toplantıya halkın yoğun ilgi ve katılımının çok değerli olduğunu, Kurubük’ün kiralanmasının, Anayasa ve  Kıyı Kanunu’na; koyun 1. Derece SİT alanı statüsü, orman alanı niteliği ve yürürlükteki Çevre Düzeni Planı’nda Günübirlik Kullanım Alanı olarak belirlenmemiş olması karşısında, bu düzenlemelere ve ilgili mevzuata aykırı olduğunu; bunun, Datça kıyılarının işgali için bir ilk adım kabul edilerek, karşı durulmasının, kıyıların halkın kullanımına açık kalması açısından önemini; bu işgal süreci engellenmezse, Bodrum kıyılarında yaşanana benzer, halkın kıyıyı kullanmasının tümüyle imkansız hale geldiği bir felaket senaryosunun gerçek olacağını; yapılacak ihalenin kiralanacak yeri dahi açık-net tanımlamamak, eşit katılıma açık olmamak gibi ciddi hukuk ihlalleri içerdiği bilgisini paylaştı.

Toplantı esnasında iptal haberi sevinci

Bu konuşmaların ardından, toplantıyı izleyen DHA Datça muhabiri, Muğla Valiliği’nden yakın saatte kendisine ihalenin iptal edildiğinin bildirildiğini duyurdu. Bu haber katılımcılar tarafından sevinç ve alkışlarla karşılandı. İhalenin iptal edilmesinin, bu konudaki duyarlılığın terk edilmesine yol açmaması gerektiği, Kıyılar Çalışma Grubu’nun çalışma ve etkinliklerine ilgi gösterilip takip edilmesi ve katılınmasının önemli olduğu vurgulandı,

Toplantıya katılanların topluca Kurubük Koyu’na gidip, koyun kirlendiği iddiasını yerinde görüp, gerekiyorsa hep birlikte temizlik yapılması kararı alındı. Kurubük Koyu’na gidildiğinde, kiralamaya gerekçe gösterilen bir kirlilik içinde olmadığı yerinde görüldü. Katılımcılar, koyun tüm kıyısını kapsayan insan zinciri oluşturarak, bir kez daha, kıyılarına sahip çıktıklarını ifade ettiler.

 

(Yeşil Gazete)

Akemi Shima anlatıyor: Fukuşima Nükleer Felaketi tanıklığım

Fukuşima Nükleer Santrali’nde meydana gelen ve hala devam eden felaketin kurbanlarından Akemi  Shima‘nın, 4 yıl önce tanıklıkların paylaşıldığı bir etkinlikte ödüle layık görülen Japonca makalesini Yeşil Gazete ekibinden Pınar Demircan‘ın çevirisi ile paylaşıyoruz. (Akemi  Shima adına Ayako Oga‘nın okuduğu makalenin orjinal sunumunu  şuradan izleyebilirsiniz). Fakat önce Editörün notu: 

Uyarmış olalım, Fukuşima Nükleer Felaketi’nin  üzerinden  geçen süre 7 yıla yaklaşırken  Pazar günü haftalık koşturmacanızın içinde bir es verip dinlenmeye çekildiğiniz köşenizde sizi rahatsız etmeyi amaçlıyor bu paylaşım.Hoş, bizim için toz pembe olan bir şey yok zaten ama , kendi kendinize her zaman daha kötüsü olabilir, Moğollar’ın şarkısındaki gibi”bir şey yapmalı!” diyeceksiniz.

Bu kez Fukuşima Felaketini  veri ve rakamlarla değil,  zihninizle değil, yüreğinizle hissetmenizi sağlamak derdimiz. Biz değil, bu kez Akemi Shima anlatacak. Fukuşima Nükleer Santrali’ne 84-90 kilometre mesafede olan  Fukuşima Eyaleti’ne bağlı Date şehrinde yaşamak zorunda kaldı Akemi. Bugün Gaziemir’de, yarın Akkuyu’da ve Sinop’ta, İğneada’da veya dünyanın bir başka yerinde benzer haksızlıkların yaşanmasına sadece siz engel olabilirsiniz. Bu arada Sinop merkezin Nükleer santral sahasına 14 kilometre, Mersin şehir merkezinin  nükleer santral sahasına 90 kilometre, İğneada için de yerleşim yerlerine yakın olduğunu, İstanbul’a bile 120 kilometre mesafede olduğunu, Karadeniz’in Trakya’nın kuş uçuşu 1000 kilomete mesafedeki Çernobil felaketinden nasıl etkilendiğini  anımsamakta fayda var. Elbette nükleer santral kazasıyla ve mesafeye göre etki derecesiyle sınırlı değil riskler. Nükleer santraller ve yaydıkları radyasyon hakkında daha fazla bilgiye şuradan erişebilirsiniz. 

“ Merhaba, benim adım  Akemi Shima.

Ailem hastanede bu nedenle  aranızda olamadım. Üzgünüm.

Size biraz bulunduğum yerle ilgili bilgi vermek isterim.

Date şehri, Fukuşima eyaletinin kuzeyinde yer alır, tahliye planı kapsamına giren İitate kasabasının batısında yer alır.

Date şehri acil durum tahliye planına alınmadı, özel koşulları olduğu söylendi ki bu durum şehrimizde infial yarattı. Hala sonucu netleşmemiş, tahliye edilsin mi edilmesin mi belli olmayan, sürüncemede bırakılanlar var. Doğal olarak bu durum kasabanın sakinleri arasında ikilik yaratıyor. Okula devam eden öğrencilerin psikolojileri de bozuk.  Bu ortamda bir de devlet tarafından “bölgede radyasyon yoktur, şehir güvenlidir” gibi duyurular yapılıyor, hatta neredeyse okulda bile “radyasyon eğitimi” kapsamında radyasyon olup olmadığını ölçerek anlamamızı sağlayan eğitimlere son verilecek .

Hatta mevcut durumda “iyileşmeyi gölgeleyen dedikodular var” iddiasına karşı bir bahane üretilerek sorunlar hiç oluşmamış gibi gösteriliyor. Sonuçta diyebilirm ki radyasyon tehlikesinin olup olmadığı neredeyse insanların arzusuna bırakıldı.

Nükleer santraldeki patlamanın üstünden 3 yıl geçti, sezyum 134 kazadan önceki miktarın 10 katı. Topraktaki kirlilik olduğu gibi duruyor. Her gün geçtiğimiz okul yolunda 3-10 mikrosievert (yaklaşık 100 bin bekerel) radyoaktif kirlilik var. Bu yolun temizlenmesini istedik ama hiç bir şey yapılmadı.

Yerel yönetim atık alanı kalmadığı gibi bir gerekçe gösterdi, yani temizlik yapılsa bile bu radyoaktif atıkların konacağı yer yokmuş. Temizlenemiyorsa bu tehlikeli yerlerden geçişi niye yasaklamıyorlar dediysek de söylediğimizle kaldık.

Peki yüksek miktarda radyasyon bulunan yerde bizim oturmamıza niye izin veriliyor? Bu sorularımıza devlet görevlilerinden “Yoldan birkaç saniye içinde hemen geçip gidiyorsunuz, bu nedenle bir zararı yok” şeklinde cevaplar aldık.

Bu şehrin radyoaktif yüksek tehlikeli olduğunu bilmeyenler, özellikle  çocuklar var buralardan yürümemeliler. Lütfen çocuklara bir bakın. Bu yerlerde, kum içinde toz kaldıran oyunlar oynuyorlar. Tabi burası sadece çocuklar için de değil yetişkinler için de sağlık açısından tehlikeli. Anladık ki radyoaktif temizliği kendimiz yaparken üstten topladığımız toprağı, radyoaktif katı atığı kendi bahçemizden başka yere koyamazdık. Bu sebeple bahçemizi de kendimiz temizledik. Benim ailemin evinde her biri 1 tonluk plastik torbalardan 100 tane var. Evet maalesef kendi kendimize radyoaktif temizlik yaptık. Buna bir çoğunuz çekimser bakabilir. Ama çare yoktu. Tahliye edilmeyen bizler için günlük yaşamımıza devam etmemiz gerekiyordu. Bizim gibi bir çok insan bu durumda. Çocuklar için bir an önce temizlik yapılması gerekiyordu. Burada kendi kendine radyoaktif temizlik yapıp kalarak çocuğunun geleceğini tehlikeye atan anne için “ Aptal !”deniyor. Bunu duyuyoruz, çok üzülüyoruz. Burada kalanlarla şehri terk edenler arasında sorunlar ve tartışmalar yaşanıyor. Gitmeli mi kalmalı mı tartışması yönlendiren olmadığı için sürüp gidiyor. İşte  reaktör faciasını izleyen 3 yılı böyle geçirdim. “Bağlılık, iyileşme ve  kulaktan kulağa dolaşan bilgiler”gibi iddialar da cabası…

İşte bunu kabul edemiyorum !

Dedikodu olduğu iddia edilen şeyler aslında gerçekler, yani bizim yaşadıklarımız .

2011 yılında kar yağışı devam ederken çok anne ağladı. Ben de ağladım, gözyaşlarına boğuldum . Küçük çocukların önünde hemen her gün üzüntüden kahroldum, her gün öldüm.

2012 yılında gerçekleri biraz daha anlamaya başladık. Fakat radyaoktif olarak kirli olduğunu bildiğimiz şehrimiz, sağlık testlerinin sonucuna göre hep “etkilenme yok” şeklinde açıklanıyordu. Bunun üzerine kasabamızın sakinleri şüphelenmeye başladı, belediyeye, milletvekillerine ulaşılmaya çalışılıyordu artık. Tüm çabamız güvenimizin kırılmasıyla sonuçlanıyordu yalnızca.

Durumumuza dair hiçbirşey değişmemişse de iyileşme varmış gibi gösteriliyor.

Date şehrinde 3 mikrosievertin altında olduğu için radyoaktif temizlik yapılmasına gerek görülmüyor. Gerçek sebep ise radyoaktif temizliğin pahalı olması ve radyaoktif atıkları koyacak bir yer bulunamaması. Biz niçin böyle bir yerde yaşamak zorunda bırakılıyoruz, niçin tahliye edilmiyoruz? Buradaki radyasyonu unutup yaşamımıza devam etmemiz mi bekleniyor? Bu durum sadece Date şehri için mi geçerli? Anlamıyorum…

Şehrimizde radyoaktif temizliğin yani dekontaminasyon çalışmasının  yapılmayacağı söyleniyor.  Aslında sebebi biliyorum. Biliyorum ki insanların şehirlerini isteğe bağlı olarak terketmesi bekleniyor aksi halde devletin onlara maddi yardım vermesi gerekecek. Çünkü bunun sonu yok! Devlet bu yardımı ve desteği geniş yelpazede sunarsa hep vermek zorunda kalacak. Bu nedenle bize de evimizi, bahçemizi, tüm maddi varlığımızı bırakarak gitmemiz söyleyen çok oldu.

“Yaşlı annenizi, babanızı bırakın, kaçın gidin, gidebilen gitsin!” diyenler bile oldu. Fakat kendi başına karar verip gitmek kolay değil. Önce yüreğinizin bir zamanlama sorunu oluyor. Mesela şimdi gitsek daha da zor. Devlet tarafından radyasyon kalmadığı, sorun kalmadığı yönünde birbiri ardına  açıklamalar yapılıyor. Nükleer santral felaketinin sorumluları  allaha havale edilip tüm dertler  yurttaşların omuzlarına bırakılıyor. Akıl alır gibi değil!

Nükleer felaketin başlamasının üstünden 3 yıl geçti . Sorunlar mazide kalmış  gibi ama gerçekte değil, çünkü sadece 3 yıl geçti. Yani aslında daha hiç bir şey başlamadı.

Esasen bu sene(2014 yılı) ocak ayında Date’de yerel seçimler yapıldı. Valiye hızlı bir şekilde dekontaminasyon yapma sözü veren bir belediye  başkanı en fazla oyu aldı. Fakat yeni belediye başkanından öğrendik ki  Date’de yıllık kirlilik 5 milisievert düzeyinde ve temizlenmesi de çok zor. Yerel yönetim için de kaynakların sevki açısından zor bir durum. Fakat ben en çok yurttaşların seslerini çıkarmamasını anlayamıyorum. 3 yılın ardından iyileşme olmadığı gibi durum daha da kötüye gidiyor…

Lütfen “Radyasyon haberleriyle Devlet erkine karşı dedikodu üretildiği” yalanına inanmayın. Daha fazla gözden çıkarılmak istemiyoruz. Japonya bilmiyor mu radyasyonun ne felaketlere yol açtığını? Biliyor! Hiroşima ve Nagasaki felaketleri bu topraklarda yaşandı. Çernobil Nükleer Felaketinin sonuçlarını izledik, izliyoruz, Nükleer testlerin yapıldığı Marshall Adaları’nda test yapıldığında ada sakinlerine, Daigo fukuryu Maru’ya  ne olduğunu biliyoruz. Dünya genelinde bunlardan başka da örnek maalesef çok. Yaşadığımız maruziyeti, uçaktaki radyasyonla ya da tıbbi amaçlı kullanılan radyasyonla karşılaştırmak yerine sonuçları bilinen bu kazalarda uğranılan radyoaktif maruziyetlerle yapmalılar.

Devlet yetkilileri biliyor ! Bildiği için 3 yıldır yaşadığımız radyoaktif maruziyeti küçük göstermeye çalışıyor. Eyalet genelinde sağlık taramalarının sonuçlarına bakarsanız göreceksiniz. Kendi içimizde farklı görüşlerde olanlarla çatışalım ve oraya buraya savrulalım diye uğradığımız maruziyeti küçük göstermeye çalışıyorlar. Mağdurun kendisinden maruziyetinin olmadığını sanması bekleniyor. Neticede mağdur olduğunu söylese de kimse bir yardım ve destek göremeyecek. İşte bu nedenle radyasyon mağduru olduğunu düşünenlerin aslında buna inandırıldıkları söyleniyor. “Radyasyon dedikodusu” yapıldığı için radyasyon varmış, yani üzerine konuşmasak radyasyon aslında yok! Radyasyon mağduriyetinin olduğu fikrinde sebat edenlerin ise işi zor, toplumdan dışlanıyorlar ve bu negatif sarmal halinde sürüp gidiyor…

Bizler şimdiye dek “Hibakuşa” olarak yaşadıklarımızı herkese anlatmalıyız. Ben 3 yılda hibakuşaların arasında onların nasıl acılar çektiğine şahit oldum, biraz anladım. Fakat şimdi size anlatırken fark ediyorum ki hibakuşalar çok yüce insanlar. Ben ağlaya ağlaya uyuya kalmak istemiyorum fakat  gereksiz bir şeymiş gibi fırlatılıp atılmak da istemiyorum. 3 yıl oldu, felaket başlayalı 3 yıl oldu! Lütfen yaşadıklarınızı paylaşın, anlatın, sesinizi çıkarın! ” 

Akemi Shima

 

Bilgi notu: Akemi Shima’ların yaşamlarını, Fukuşima felaketinin başlamasıyla  Fukuşima eyaletinin içinde farklı tahliye planlarının uygulandığı, bir çoğunun kapsama dahi alınmadığını Yeşil Gazete’de okudunuz. Nitekim Mart 2015’te Japonya/Sendai’de gerçekleştirilen BM Dünya Afet Riskleri Azaltma Konferansı’na yönelik hazırlık yapmış olan Japonya CSO Koalisyonu (JCC2015) eliyle oluşturulan komitenin titizlikle hazırladığı Fukuşima’dan Çıkarılacak 10 Ders  kitapçığı da bu gerçekleri tüm boyutlarıyla aktarıyor. Ancak  Fukuşima felaketinin üzerinden 7 yıla yakın bir süre geçerken doğal olarak verilerin de güncellenmesi gerekiyor. Bu vesileyle, Nükleersiz.org’un  bu konuda üstüne düşeni yaparak  çok yakında sivil toplumu bilgilendirmeye dönük yeni katkılar yapmaya hazırlandığını, yeni bilgilerin siz  okurlarımızla buluşacağını  da haber vermiş olalım.

 

Japonca’dan çeviren ve editör: Pınar Demircan

 

 

 

 

Havanın ne kadar kirli olduğunun farkında mısınız? İşte İstanbul’un havası en kirli ve en temiz semtleri

Mevsim normallerinin üzerinde seyreden sıcaklık nedeniyle bahar tadında bir ay geçirdiğimiz şu günlerde sağlığımızı ve çevremizi tehdit eden en önemli sorunların başında hava kirliliği geliyor. Konuyla ilgili kamuoyunun dikkatini çekmek ve farkındalık yaratmak amacıyla yayınlanan raporlar Türkiye ve özellikle İstanbul’daki hava kirliliği görünür derecede arttığını gözler önüne seriyor. Geçtiğimiz günlerde TMMOB Çevre Mühendisleri Odası tarafından yayınlanan 2017 Hava Kirliliği Raporu durumun ciddiyetini bir kez daha ortaya koydu.

Türkiye’de 81 ilden sadece 6’sının temiz olduğu belirtilen raporda partikül madde ve kükürtdioksit açısından İstanbul, Ankara, Adana, Amasya ve Manisa havası en kirli iller olarak sıralandı. Raporda İstanbul’daki sınır değerlerin tüm istasyonlarda yoğun biçimde aşıldığına dikkat çekiliyor. İstanbul’un en yüksek nüfusa sahip olan ilçesi Esenyurt, en yüksek hava kirliliğinin yaşandığı semt olarak belirtilirken, Şile kentteki havası en temiz ilçe olarak öne çıkıyor.

Yaşadığımız bölgedeki hava kalitesini öğrenmek çok basit

Çocuklarda solunum yolu enfeksiyonu, astım, kalp ve damar hastalıkları, akciğer kanseri gelişimi ve sperm kalitesinin düşmesiyle ilişkisi olduğu saptanan hava kirliliği yaşam kalitemizi düşüren en önemli etkenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Peki yaşadığımız bölgedeki hava kirliliği ölçümünü nasıl yapabiliriz? Hava kalitesini izleme yöntemlerinden biri Ulusal Hava Kalitesi İzleme Ağı. Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından 2005-2007 yılları arasında 81 ilde kurulan hava kalitesi ölçüm istasyonlarından toplanan veriler hava kalitesi ölçüm istasyonundaki sisteme entegre edilerek Türkiye genelinde Ulusal Hava Kalitesi İzleme Ağı oluşturuldu. Bu ağ ile hava kalitesinin iyileştirilmesi için hava kirliliğinin doğru bir şekilde ölçülmesi amaçlanıyor.

İstanbul’un en düşük ve en yüksek hava kirliliği olan semtlerini araştırdık

Örnek olarak İstanbul’un en düşük kalitedeki havasına sahip olan Esenyurt ve en yüksek kalitedeki Şile’yi ele alalım. http://www.havaizleme.gov.tr adresinden Raporlar kısmına geldiğinizde İstasyon Raporu’nu tıklıyorsunuz. İstasyonlar kısmından bulunduğunuz şehir ve ilçeyi seçiyorsunuz. Tüm Monitörler kategorisinden de partikül madde (PM10) ve kükürtdioksit oranını (SO2) seçtikten sonra günlük/aylık/haftalık ya da periyodik olarak rapor oluşturabiliyorsunuz.

11 Ocak 2018 tarihli Esenyurt ve Şile’deki hava kalitesi ölçüm istasyonlarından ulaştığımız verileri değerlendirmek üzere Yeşil Gazete yazarlarından Halk Sağlığı uzmanı Dr. Ümit Şahin’e sorduk.

“Bu grafik dün İstanbul Esenyurt’ta görülen saatlik hava kirliliğini gösteriyor. Bu verileri İstanbul’un değişik ilçelerindeki 30 civarında istasyon için takip edebilirsiniz. En tehlikeli kirletici PM10‘dur çünkü hem akciğerin derinliklerine nüfuz edebilecek kadar küçüktür (10 mikron ve altı parçacıklar bunlar), hem de üzerinde kurşun gibi ağır metalleri ve tek başlarına ölçülmeyen diğer kirleticileri taşırlar. Yani bu partiküller sadece karbondan ibaret değil.

Önceki gün Esenyurt’ta geceyarısı, sabahın erken saatleri ve öğleden sonra PM10 düzeyi çok yükselmiş. Bu durum hem trafikteki yoğunluk, hem ısınma ve diğer amaçla kullanılan (mesela sanayi olabilir) fosil yakıt kaynaklarıyla, hem de havanın durgun olduğu saatlerle veya inversiyon yaşanmış olup olmadığıyla  ilgili. PM10’un burada görüldüğü gibi neredeyse 200 mikrograma yaklaşmış olması çok tehlikeli. Özellikle kalp ve akciğer hastalığı olanlar, çocuklar, yaşlılar ve benzeri risk gruplarının bu kadar kirli hava soluduklarında hastalanma ya da hastalıklarının ağırlaşması riski artar.

Ayrıca en temiz görünen Şile’de bile PM10’un sınır değer kabul edilen 50 mikrogram civarında olduğuna dikkatinizi çekerim. Şile’de bile hava hiç temiz değil aslında. Hava bu kadar kirliyken yetkililerin hiçbir açıklama yapmaması, halkı uyarmaması, önlem almaması akıl alır gibi bir şey değil. Ne bekliyorlar bilmiyorum. İstanbul’un Tahran’a veya Yeni Delhi’ye dönmesini mi?”

 

Türkiye’de Android işletim sistemi kullanıcıları bulundukları şehrin hava kalitesini ölçmek için “Nefesiniz Cebinizde” uygulamasını ücretsiz buraya tıklayarak ücretsiz indirebilir.  

Türkiye’de IOS işletim sistemi kullanıcıları bulundukları şehrin hava kalitesini ölçmek için “Nefesiniz Cebinizde” uygulamasını ücretsiz buraya tıklayarak indirebilir. 

‘Türkiye’de hava kirliliği nedeniyle her yıl 32 bin kişi ölüyor’

Türkiye’de 81 ilden 53’ü hava kirliliğinde sınıfta kaldı!

 

Merve Damcı – Yeşil Gazete 

Ekolojik uygulamalara keyifli bir giriş – Buket Atlı & İnanç Mısırlıoğlu

Şehirde Ekolojik Uygulamalar Atölyesi’nin her buluşması heyecanla başlıyor. Yepyeni hayatlar, deneyimlerle tanışacak ve içimizdeki güzellikleri yeni insanlarla paylaşacak olmanın heyecanı.

Ve hazırlıklar başlasın! İki gün önceden içi özenle karbonat, gliserin, sabun rendesi, ekolojiye dair kitaplar ve takas için getirilen malzemelerle doldurulan bavullarını baş köşeye yerleştiriliyor. Ardından yereldeki üreticilerden alınan bademler, ekşi mayalı ekmekler atıştırmalık köşesine konuluyor. Kağıt bandı da unutmayalım ki herkes kendi adını yazabilsin kupasına, boşuna bardak kirlenmesin çok kere.

Şehirde de doğal ve sağlıklı yaşama adım atmak istiyorsunuz ama nereden başlayacağınıza karar veremiyor musunuz? Kendinizi çok zorlamadan, dert etmeden elimizden geldiğince değiştirebileceklerimiz nelerdir? Gelin birbirimize ilham olalım! Hem deneyimlerimizi paylaşalım, doğanın döngülerini ve şu anda yaşadığı sorunları konuşalım, hem temiz gıdaya nasıl erişebiliriz bunları keşfedelim, hem de biraz da uygulama yaparak hemen bugün hayatımızı değiştirmenin ne kadar kolay olduğunu deneyelim ve hep birlikte zehirsiz ve pratik kozmetik ve temizlik ürünleri tarifler yapalım dedik.

Şehirde Ekolojik Uygulamalar Atölyesi nedir? 

Üç kadının uzun yıllardır ekolojik alanda biriktirdiği deneyimlerle ortaya çıkan Atölye, yeni deneyimlerle büyüyor. Doğaya olan ayak izlerini azaltmak için farklı patikaları izlerken yıllardır çalıştığı kurumsal bir şirketten ayrılıp çobanlık yapmaya, arıcılık yapmaya başlayan Zeynep Mataracı, anne olduktan sonra çocuğuna ve kendisine kimyasallardan arınmış bir hayat kurmanın yollarını arayan İnanç Mısırlıoğlu ve mezun olduktan sonra bankacı olmak istemiyorum ve doğayı koruyabileceğim işler yapmak istiyorum derken ekoloji aktivizmi yapmaya başlayan Buket Atlı’nın yolları 2016 yılında kesişti.

Doğanın ritmine uygun bir şekilde yaşamak için ille de kırsalda yaşamaya veya emekli olup bir yere yerleşeceğimiz günün gelmesini beklemeye gerek yok, şehirde de doğayı keşfedip yapılabilecek çok fazla şey var! Mesela çoğu evin bahçesinde yeni dünya (malta eriği) ağacı var aslında. Ya da kapalı denizlerde nadir bulunan tepeli karabatakları Kadıköy’de her gün vapura binerken görmek mümkün ama biz nedense hep onlara bakmadan geçip sonra akşam belgesellerde kuşları izlemeyi tercih ediyoruz.

Aslında keşfeden çocuk gözleri ile bakmak istersek, şehirde de hem canlı hayatı çeşitliliği bakımından hem de doğaya daha az zarar vererek yaşayabilmek anlamında pek çok hazine bizi bekliyor. Bütün bunları hem eğlenerek hem de birbirimizden ilham alarak konuşabilsek ne güzel olur diyen 3 arkadaşın çabaları ile Şehirde Ekolojik Uygulamalar Atölyesi doğdu.

Atölyelerde hangi sorulara cevap bulmaya çalışılıyor? 

Jpeg
  • Dünyanın içinde olduğu ekolojik krizin nedenleri neler? Şehir yaşamının karmaşası içinde sürekli tüketen tarafta olmak istemiyorsak neler yapabiliriz? Sadece kişisel hayatımda bir şeyler yapmak bu gidişi durdurmaya yeterli olur mu?
  • Sağlıklı gıdaya hangi yollardan erişebiliriz? Temizlik malzemeleri gerçekten temizliyor mu? Yoksa kirletiyor mu? Doğaya zarar veren bize iyi gelir mi?
  • Kokusundan bile etkilendiğimiz ürünleri vücudumuza sürmeli veya evimizi temizlemeli miyiz? Pratik önerilerle alternatif olarak yapabileceklerimiz neler?

Atölyede yapılan çalışmalar nelerdir?

Atölyenin ilk kısmında dünyadaki canlılık tarihini keyifli bir etkinlikle öğreniyoruz ve ardından ekolojik ayak izinin ne olduğunu, nasıl azaltılabileceğini konuşuyoruz. Bunun için de iki ana başlıkta olan çözümleri inceliyoruz, temiz ve besleyici gıdaya erişim ve hem bizleri hem de doğayı zehirlemeyen temizlik & bakım ürünleri yapımı.

Atölye sırasında belki de en güzel olan şeylerden birisi ise birlikte uygulama yapabiliyor olmak. Kimi zaman sirke, diş macunu, çamaşır makinesi deterjanı, yüzey temizleyici, deodorant veya leke çıkarıcı gibi zehirsiz temizlik ve kişisel bakım malzemeleri üretiyoruz. Katılımcılarımızdan gelen en güzel yorumlardan birisi, ‘bunları yapmayı yetiştirebilecek miyiz diye kaygılanıyordum ama ne kadar kolaymış hemen yapıverdik’ şeklindeydi. O kadar zehirsiz malzemeler yapmışken, katılımcıların ürünlerden biraz yanlarına alıp eve götürebilmeleri ve deneyebilmeleri için küçük külahlar da hazırlanıyor veya herkese evden kap getirmesi söyleniyor.

İstanbul, Ankara ve diğer illerde de talebe göre atölyeler yapan ekibin takvimlere kaydedilebilecek en güncel atölyesi 28 Ocak 2018’de saat: 14.00-17.00’de Circuit İstanbul’da gerçekleştirilecek. Detaylı bilgiye burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Bu yazı ilk olarak ecoana.com/ da yayınlanmıştır

 

 

Buket Atlı

 

 

 

 

İnanç Mısırlıoğlu

Yine seçimden medet ummak – Cengiz Aktar

Bu yazı ahvalnews.com sitesinden alındı

Demokrasinin kadavrasından geriye seçme ile seçilme hakkı kaldı, o da herkes için değil…

Ve seçim bitkini Türkiye yine iştahla seçim konuşuyor.

İktidar, muhalefet, toplum… herkes seçimin ehemmiyetine kanaat getirmiş.

Yakından bakalım: Rejimin meşruiyet kalesi “aziz millet”in verdiği oy.

Muktedir, içeride ve dışarıda bütün söylem ve icraatını aldığı oya dayandırıyor.

Bütün itirazları bu meşruiyetle bertaraf ediyor.

O yüzden seçim çok önemli; önündeki yerel, parlamenter, başkanlık, bütün seçimleri kazanmak hedefiyle kolları sıvamış durumda.

Hiçbir şeyi şansa bırakmama kararı almış ve gözünü karartmış görünüyor.

AKP teşkilâtında yaptığı ve yapacağı ameliyatlarla tabanı güçlendirmeye çalışıyor.

KHK marifetiyle yeni atanan Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasından bazıları yakında YSK’ya üye atanacak, böylece YSK tamamen rejimin kontrolü altına girecek.

Yine KHK marifetiyle sandık güvenliği rejim lehine ve tarafsızlık aleyhine yeniden tasarlandı.

Seçim Kanunu’nda yapılacak değişikliklerle seçim bölgeleri rejim lehine “düzeltilecek”.

Siyasi Partiler Kanunu’nda yapılacak değişikliklerle partilerin malî disipline ve cumhuriyetin temel ilkelerine uyup uymadığına ilişkin denetim Yargıtay’dan rejimin kontrolündeki YSK’ya geçecek. Bu denetim sayesinde seçime girebilecek partiler üzerinde oynanacağından ve seçilme hakkının iğdiş edileceğinden şüphe yok.

Siyaseten rejim, HDP’yi seçimden men etmek için herşeyi seferber ediyor.

İyi Parti de manevra ve ameliyatların hedefinde.

CHP, güçlü belediyelerine yöneltilen ve süreceği anlaşılan operasyonlarla, diğer taraftan fezlekelerle iyice köşeye sıkıştırılıyor.

Unutmayalım ki, erken veya zamanında, seçimler büyük ihtimalle OHAL’de cereyan edecek ve sırf bu, seçimlerin âdil ve özgür olmaması için yeterli.

OHAL kalkmış olursa da rejim OHAL’e ihtiyacı olmayacak kadar bekasını garantiye almış demek olacak.

Yine de bütün bu hukukî görünümlü tedbirler yetersiz kalırsa daha önceki seçimlerde alenen yapıldığı gibi yaygın hileye, o da yetmedi rejimin gayriresmî kolluk kuvvetlerine başvurulabilir.

İstihbaratı güvenilir olan İyi Parti günlerdir bu konuyu işliyor.

Yerel seçimlerde rejimin hedefi azamî sayıda belediyeyi almak. Ancak, hapse atılan, görevlerinden alınan belediye başkanları hatırlanacak olursa memlekette düne kadar nisbeten özerk bir alana sahip olmuş yerel yönetimden bahsetmek zaten mümkün değil.

Milletvekili seçimlerinde hesap, iki partili, zayıf bir CHP muhalefetinden ibaret ve tamamen Saray’ın kontrolünde olacak bir meclis.

Başkanlık seçiminde hesap fiilen yürürlükte olan başkanlık sisteminin “aziz millet meşruiyeti” kazanması.

Bütün bu çabaya rağmen yine de seçimlerin kaybedilmesi hissiyatı oluşursa rejim darbe, terör saldırısı, savaş vs… bir bahane üreterek bunları yaptırmaz ve memleketi halihazırda olduğu gibi yönetmeye devam eder.

Unutmayalım ki muktedirin siyasî tahayyülünde seçim, sadece kendisi (ve atadığı seçilecekler) tarafından kazanılırsa meşrudur. 7 Haziran 2015 bunun mühürlü tescilidir.

Muhalefete dönecek olursak, HDP muazzam baskı altında. ‘Rehine’ Selâhattin Demirtaş eşbaşkanlıktan feragat etti. Parti, tutuklu belediye başkanı ve vekilleriyle kolu kanadı kırık halde ayakta kalmaya çalışıyor.

CHP, İyi Parti, Saadet seçim mühendisliği peşindeler. CHP ve İyi Parti iktidara geldiklerinde yapacakları işleri anlatmaya başladılar bile.

Ancak “sahaların” kenarında dolaşan adayların hiçbiri Erdoğan için tehlike arz etmiyor. Nedenleri: adayların zayıf kişiliği, etraflarında oluşacak uzlaşmanın imkânsızlığı ve dolayısıyla programlarının “Erdoğan karşıtlığı”ndan ibaret olması.

Kimilerini heyecanlandıran “anti-faşist cephe”nin veya yeniden canlandırılan “Hayır Bloku”nun bir siyasî karşılığı yok. Blok yüzde 50 filan değil, 25+10+10+5 benzemezden oluşuyor.

7 Haziran 2015 bunun da mühürlü tescilidir.

Blok 7 Haziran’ı “kazandı”, akabinde dağıldı!

Buradan topluma bakacak olursak, reisiyle bütünleşmiş yığınların ve tabii sermayenin rejimle bir derdi yok.

Diğer cenahta toplumsal muhalefet içerisinde giderek yaygınlaşan bir “seçimle değişim” rüyası mevcut. Hani şu “hele bi iktidara gelelim de bakın nasıl oluyo” hezeyanı.

Sorunlara hep başkan seçilerek, tepeden çarelerle çözüm arama hastalığı.

Geçenlerde Bekir Ağırdır Medyaskop’ta “İstanbul Hepimizin” programında seçimden bahsetmeden önce içinde bulunduğumuz çöküşün nedenleri ve ne istediğimiz üzerine kafa yormamız gerektiğini derli toplu anlatıyordu.

İnsanların “neden bu hâle geldik” ve “nasıl bir yönetim istiyoruz” konularında düşünmeye niyeti yok, mecali de yok.

Bir seçim mucizesiyle sorunların çözülebileceği, mazideki güzel günlere dönüleceği, muazzam boyutlardaki kurumsal yıkımın ve toplumsal çürümenin hızla düzeleceği kanaati yaygın.

Ve öyle büyük bir çaresizlik hâkim ki Erdoğan’ın yerine kim olursa olsun oy vermeye razı yığınlar var. Erdoğan karşıtlığı tek başına bir siyaset olabilirmişçesine…

Ne yüzyıllık ahlakî çöküşten, ne toplumun en az yarısının neden faşizmi arzuladığından, ne Kürd meselesinin çözümünden, ne AB fırsatının geri gelmeyecek şekilde kaçtığından, ne doğa-insan-hayvan-kent-kültür üzerindeki muazzam baskı ve tahribattan, ne yeni toplumsal kontratın ne olacağından bahseden var.

Bunlardan vazgeçtim, rejimin darbeye teşebbüs edileceğinden önceden haberli olduğu haberleri ya da Zarrab ifşaatı bile pek kimseyi ilgilendirmiyor.

Buna mukabil mütemadiyen umudu kaybetmeme uyarıları dinliyoruz.

Oysa mesele, umudu kaybetmek veya kaybetmemekten öte, o umudu seçime bağlayıp temel sorgulamaları yine atlamak.

Rejim bu umut dünyasından memnun. Bir defa gayrimemnunların gazını alıyor, sürdürmek zorunda oldukları berbat hayatın sonunun iyi olacağı hayallerini sıcak tutuyor.

Diğer taraftan, seçim umuduna bel bağlayanlar oyunu muktedirin koyduğu kurallara göre oynadıklarının farkında değiller.

Bunun en dramatik örneği başkanlık dayatması. Referandumdan önce ve sonrasında hileler konuşulduğu günlerde birkaç kişi anayasa değişikliği ve referandum oldubittisinin kabul edilmemesi gerektiğini söylerdi.

Unutuldu gitti, kim başkan olsunu konuşuyoruz.

AKP seçimle geldi, rejim seçimle gitmeyecek.

Giderse başta muktedir olmak üzere tüm yetkililer Yüce Divanlık olur, bu kadar net.

Üstelik Suriye içsavaşındaki rolleri nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi yargısı her zaman diri bir ihtimal olarak tepelerinde duracaktır.

Rüyadan uyanmakta ve temel soruları biran evvel sormaya başlamakta fayda var.

Cengiz Aktar –  Ahval

[İzmir’de bu aralar] 14-30 Ocak 2018 – Naime Sürenkök

Merhaba, ben Naime, Yeşil Gazete’nin hem bir okuyucusu, hem yeri gelince gönüllü çevirmeni, hem de gönüllü yazarıyım. Size İzmir’de olan etkinliklerden haberdar etmek ve kaçırdıktan sonra “Yaa, niye haberim olmadı, kesin giderdik” deme pişmanlığından kurtarmak için bu aralar olan benim de gitmeye niyetlendiğim etkinliklerden haber vereyim bakalım.

***

* 14 Ocak 2018: Homemade Tales Ev Buluşmaları

Homemade Tales konsepti çok çok ilginç ve büyüleyici… Anlatacak hikayesi olan, olmayan bir grup insan, sıcacık bir ev ortamında biraraya geliyor. Ben geçen sene buna gitmiştim bir kez (buydu di mi Argın??) , ve çembere en yakın deneyimimdi, eşsizdi… Bir de Abraxas Hikaye Anlatıcısını daha önce dinlemediyseniz çok etkileneceksiniz, daha önce dinlediyseniz daha da çok etkileneceksiniz. Bu dünyadan olmadığını, ama nereden geliyorsa çok güzel bir yerden geldiğini düşündüğüm bir insan kendisi!!! Bu sefer pazar akşamı bir maniniz yoksa buyurunuz: facebook etkinlik sayfası

***

* 22 Ocak 2018: Portİzmir4 Güncel Sanat Trienali / En Kötü İş

AASSM’den bir etkinlik koymadan olmaz, hep Alsancak, Karşıyaka filan derken AASSM kendi başına bir sürü güzel etkinliklerle dolu bir mekan. 22 Ocak 2018’deki etkinliğin tanıtımından bir cümle koysam o günü hatırlar mıyız:

“Dağı it, nefesini bırak!
Şansın varsa belki ellerini tanırsın.
Hafızamın en büyük iş kazası…
İnsanlığımın en büyük utanç yapbozu…”

Detaylar için buraya göz atabilirsiniz

***

* 23 Ocak 2018: Homeros Gıda Topluluğu Buluşması

Bunu geçen sefer de yazmıştım ama yine yazıyorum, gıda en önemli konu. Bornova’da değilseniz, Urla’daki BİTOT, ya da Bostanlı’daki GETO grubuna bakınabilirsiniz. Nedir peki gıda topluluğu? Yerel üreticilerden adil ve temiz gıda almanızı sağlayan bir kanal, hem de güzel muhabbet, bol bol renkli sevgi dolu gıdalar ve insanlar… Bornova’daki Nazım Hikmet Kültür Evi’ndeki buluşmamıza sırf gelip yorum yapmak, bir çay içmek için bile uğrayıverin. Grubumuza katılmak için de buradan buyrun.

***

* 24 Ocak 2018: İzmir’de bir erkek çemberi

Cinsiyetim sebebiyle negatif ayrımcılığa uğruyor ve bu etkinliğe gelemiyorum. Gelemediğim için de detaylarına bakasım gelmedi, zaten Emre (Ertegün) yaptığı ve gidemiyor olduğum için üzüldüm, ama gidebilecek %49 (erkeklerin dünyadaki oranı buydu sanırım) buradan bakabilir:

***

* 30 Ocak 2018: Film: Djam (2018)

Tony Gatlif film yapar da sevilmez mi? Bilenler buradan sonra okumasa da olur:) Çingenelerin hayatını bu kadar renkli bu kadar güzel anlatan bir de Kusturica var, ama ben Tony Gatlif’i geç keşfetmiş olan biri olarak, aranızda benden de geç kalmışlar varsa, ne yapıyoruz? Bu filme hep beraber gidiyoruz. “Ben pek ikna olmadım, kim bu Gatlif?” diyenleriniz birkaç filmini izleyebilir. Mesela Gadjo Dilo, mesela Exils.. Daha zaman var, kendiniz karar verin, gelirseniz orada görüşürüz:)) Detaylar ise burada.

Şimdilik benden bu kadar, ama yazıların devamı gelecek, siz her şeyi toplu görmek isteyen okuyucularımız için bir de takvim yaptım, kendisi de burada:

Siz de İzmir’de yer almasını istediğiniz etkinlikleri bu haberin altına veya Facebook sayfasına yorum olarak yazın, ekleyelim.

 

 

Derleyen: Naime Sürenkök

Bildiğimiz her şeyin sonu…- Murat Sevinç

Bu yazı diken.com.tr sitesinden alındı

AYM, uzun süre sonra ilk kez, bir AYM nasıl karar vermeliyse öyle karar verdi.

Tutuklu yargılanan iki akademisyen/yazar Mehmet Altan ve Şahin Alpay, haklarındaki tutuklama tedbirinin ‘Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı’ ile ‘İfade ve basın özgürlükleri haklarının’ ihlali olduğu iddiasıyla bireysel başvuru yaptı.

Başvuru, Genel Kurul’a geldi. Birkaç hafta önce o berbat Selahattin Demirtaş kararını veren Genel Kurul, bu kez nasıl olduysa, doğru karar verdi. Hayret!

Kararda doğal olarak, “Temel hah ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması” başlığını taşıyan 15.maddeye; “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlığını taşıyan 13.maddeye; “Kişi hürriyeti ve güvenliği” başlığını taşıyan 19.maddeye; “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığını taşıyan 26.maddeye ve “Basın hürriyeti” başlığını taşıyan 28.maddeye atıflarla, tutukluluğun söz konusu hükümlere aykırı olup olmadığını inceledi.

Tutukluluk halinin devamı için gerekli koşullardan olan ‘Suç işlendiğine dair güçlü belirtinin yeteri kadar ortaya konulmadığına,’ ‘kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı’ yanında, ‘ifade ve basın özgürlüklerine’ ölçüsüz bir müdahale olduğuna hükmetti. Nihayetinde AYM, Anayasa’nın 19., 26. ve 28. maddelerinin ihlal edildiğine karar verdi. Altı üye karşı oy kullandı.

AYM bunu yaparken hem kendi geçmiş kararlarına, hem de AİHM kararlarına/içtihatlarına dayandı.

Kararları uzun uzadıya anlatmayacağım. Birini, Mehmet Altan hakkında olanın pdf versiyonunu buraya bırakıyorum. İlgilenenler okuyabilir. İşinizi kolaylaştırmak için: Tutukluluğun hukuki olmadığına dair itiraz, 94’üncü paragraf, AYM’nin değerlendirmesi 103’üncü paragrafta başlıyor.

Kararın yayımlanmasının ardından, Türkiye ileri demokrasinin temsilcileri, AYM kararını yerden yere vurdu. İnsan evladının aklına gelebilecek her konuya ilişkin doğumla kazanılmış bir bilgi birikimine sahip olan AKP’liler, karar hakkında anayasa hukuku ve bireysel başvuru yargılaması ile bağı olmayan açıklamalar yaptı. AYM’nin yerindelik denetimi yaptığını iddia ettiler. AYM, suçlamayı ve suçlamaya dayanak olan delilleri ele almadan, bir ihlal olup olmadığına nasıl karar verebilir? Bu sorunun yanıtını biz ölümlüler değil, yalnızca AKP’liler biliyor!

Kararın ardından tutukluların serbest bırakılması gerekiyordu. Ağır ceza mahkemesi, serbest bırakmadı. Bence bir gereklilik olmamasına karşın, diyelim ki ‘gerekçeli kararı’ görmek istedi. AYM gerekçeli kararı hızla yayımladı.

Bu aşamada, iki başvurucunun derhal tahliye edilmesi gerekiyordu. Olağan bir hukuk/yargı düzeninde.

Çünkü Anayasa’nın “Anayasa mahkemesinin kararları” başlıklı 153.maddesinin son fıkrası şöyle der: “Anayasa Mahkemesi kararları…  yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”

Yasama, yürütme ve yargı organlarını.

Yargı organlarını.

Tahliye edilmediler.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi (kendisi bir yargı organıdır) AYM’nin kararını değerlendirdi. Evet, değerlendirdi.

Ağır Ceza Mahkemesi, AYM’nin mahkeme dosyasının esasına girerek ‘görev gaspı’ yaptığına hükmetti. Evet, hükmetti.

Ağır Ceza Mahkemesi, AYM’nin bireysel başvurularda karar verme yetkisinin sınırlarını tespit etti. Evet, tespit etti.

Ağır Ceza Mahkemesi, sonunda, tutukluluk haline ilişkin herhangi bir karar verilmesine yer olmadığı sonucuna vardı.

2018 yılının Ocak ayında, Anayasa’nın açık hükmüne rağmen bir Ağır Ceza Mahkemesi, AYM kararını sorguladı ve direndi! Askıya alınmış bir anayasanın, hangi maddesinde ne yazıyor olduğunun bir değeri kalmadı kuşkusuz.

AYM’nin bir OHAL KHK’si ile kapatılması gerektiğini, bunu hak ettiğini yazdım birkaç kez. Gerek kalmadı artık!

Anayasa’nın, Cumhuriyet’in niteliklerini sayan ikinci maddesinde yer alan ‘demokratik hukuk devleti’ ifadesi, güzel, çok değerli ve gerekli bir amaçtı. Yazık oldu.

‘Bir eşik daha aşıldı’ uyarısının dahi anlamı kalmadı sanırım.

Allah, derse girip anayasa anlatmak zorunda kalan aklı başında, dürüst meslektaşlarımıza sabır versin.

Ve geçmiş olsun…

Çok önemli bir rapor: OHAL KHK’lerinin büyük çoğunluğunun OHAL’in ilan nedeniyle ilgisiz olduğuna dair hazırlanmış hakikaten müthiş bir rapor. Buraya bırakıyorum.

Emeği geçen beş arkadaşımızın eline sağlık.

 

Murat Sevinç – Diken

[Oğuz gidiyor] Kin Pun Sakhan’da – Oğuz Tan

Kyaikto Pagoda veya popüler ismiyle Altın Kaya (Golden Rock), Kyaikto (Çayto) merkezinden uzaktaymış. Altın Kaya’yı gösteren bir tabelaya veya etrafta dolaşan yabancı turistlere rastlamayışımdan anlamalıydım. Sabahleyin önce Kin Pun Sakhan kasabasına 15 km pedal çevirip, orada bisikletimi kilitledim, sonra 13 km boyunca, yükselen ormanlık arazideki patikadan yola yürüyerek devam ettim.

Yol boyunca karşılaştığım, bambudan yapılmış oyuncak, uzun namlulu tüfekler ve palaların üzerinde U.S.A, I love you, Rambo gibi yazılar var.

Yerel inanışlara göre şifa verici olduğuna inanılan objeler ve malzemeler.

Burmalı genç keşişlerle birlikte

Sıcak ve nemli havada serin ve gölge bir alan bulabildim.

Burmalı genç keşiş

Yerli bir baba ve oğlu.

Yerli bir anne çocuklarıyla.

Sepet ve hediyelik eşyalar üreten bir kadın.

Sıcak ve nemli bir günde, 3 saati aşan bir yürüyüşün ardından patikayı bitirdim ve tepedeki Altın Kaya’ya ulaştım. Altın Kaya, 7,3 m yüksekliğinde, tamamı altın varaklarla kaplanmış kocaman, tek parça kaya bloğundan oluşan bir pagoda. Bu kaya bloğu, başka bir kaya bloğunun tam da köşesinde, devrilmeden duruyor. Burmalılar için kutsal oluşu bir yana, kayanın koruduğu pozisyon, tabii ki basit fizik kurallarıyla açıklanabilir. Bir tür hac yolculuğu gerçekleştirerek Altın Kaya’ya ulaşan inançlı erkekler, yanlarında getirdikleri altın varaklarını kayaya yapıştırıyorlardı.

Altın Kaya.

Efsaneye göre; her yıl 3 kere, Kin Pun Sakhan’dan Altın Kaya’ya patikayı yürüyerek çıkan hacılar, mal varlığı ve sosyal itibar ile kutsanırlarmış. Kayanın etrafında asılı yüzlerce küçük zil de vardı. Rüzgâr estikçe, hepsi birden şıngırdıyordu.

Erwan ve Carla ile birlikte.

Altın Kaya’da Hollandalı Carla ve Kanadalı Erwan ile tanıştım. Onlar da bir gün önce, trende tanışmışlardı. Aramızda güzel bir iletişim kuruldu.

Kin Pun Sakhan’a, dimdik rampalardan inen, oldukça ilginç bir yolcu kamyonetinin kasasındaki oturaklarda, üç kişi döndük.

Kasabadaki bir guesthouse’da, Pann Myo Thu Inn’de konaklıyorlardı. Yemek yedik, içki içtik ve bütün akşamı birlikte geçirdik. Kadın sarhoş oldu ve odasına çekildi, sonra da adam. Gece yarışı olmuştu ve zifiri karanlıkta, 15 km yolu geri dönmeliydim. Bisikletimin yeterli bir aydınlatması vardı. Fakat işletmenin sahibi Burmalı adam, geri dönmemem için ısrar ediyordu. Anladığım kadarıyla, bunu ticari bir zihniyetle değil, koruyucu bir samimiyetle yapıyordu. Bölgenin geceleri çok tehlikeli olduğunu, başıma bir şey gelebileceğini söyledi. Binmek istiyordum bisikletime. Yine de atladım üstüne ve karanlıkta, kayıplara karıştım. Yolculuk benim açımdan oldukça keyifli geçmişti. Tam 1 ay sonrasında ise, çok yakın bir bölgede, bisikletiyle dünya turu yapan bir İspanyol’a kılıçlarla saldırıp parasını ve çantalarını çalmışlar ve vücudunda derin kesikler olan genç adam, tedavi için hemen ülkesine, İspanya’ya geri dönmüş.

Habere buradan göz atabilirsiniz.

Yolculuğuma ertesi sabah batıya doğru, Bago istikametinde devam ettim.

 

 

Oğuz Tan

Bisiklet gezgini