Ana Sayfa Blog Sayfa 2924

[Babil’den Sonra] Karanlığın rengi aslında beyazdır

Bu hafta Açık Radyo (94,9) Babil’den Sonra programımda çok sevdiğim iki arkadaşımı, iki kardeş müzisyeni konuk ettim. Birkaç hafta önce yarım asrı birkaç yıl önce geride bırakan ikizlerin yeni yaşlarını Açık Radyo’dan dinlettiğim bir şarkıyla kutlamıştım. Programda onlarla hayata dair muhabbet edip, müziklerinden örnekler dinlettik. Programı canlı olarak dinleyemediyseniz buradan dinleyebilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=GJ66PT8u798&feature=youtu.be

Selim ve Kerim’in yaşamı gerçek bir inat hikâyesi. Çok küçük yaşlarda görme yetilerini kaybetmelerine rağmen ailelerinin de yaratıcı desteğiyle, hiçbir zaman bıkmadan, usanmadan, her an güzel olan şeylerin peşi sıra gitme cesaretini gösterip, hayata sıkı sıkı sarılarak bütün zorlukları birlikte aşmışlar ve “karanlığın renginin aslında beyaz olduğunu” yaşamlarıyla kanıtlamışlar.

Yarım asrı geçen yaşam hikâyelerine çok şey sığdırmışlar: Bu uzun hikâyede hukuk fakültesinden dönemin birincisi ve ikincisi olarak mezun olmak, master ve doktora yapmak; yıllar sonra konservatuvarda yarı zamanlı şan eğitimini başarıyla tamamlayıp ikinci bir mesleğe, müziğe adım atmak; korolar-orkestralar kurmak, bir müzik albümü yapmak;  İngilizceyi kendi çabalarıyla öğrenmek, yazılar yazmak var. Hatta yaşam hikâyelerini anlattıkları bir de kitap yayımladılar. Bu hikâyede öğretmenlik yapmak ve körleme satranç sporunda ustalık seviyesine yükselmek ve daha birçok şey var.

Belki de görmek körleştiriyor da bizleri. İmajlar dünyasında yaşıyoruz ve her gün milyonlarca imaj gözlerimizin önünden hızla akıp geçiyor ve algılarımızı yönlendiriyor, dağıtıyor. Selim ve Kerim çoğu zaman görenlerin körleştiği bir dünyada, gözleriyle göremeseler de yüreklerinin gözüyle, akılları ve diğer bütün duyularıyla hayatı algılamanın ve değiştirebilmenin en güzel örneğini verdiler.

Bugün de yaşadığımız dünya ve ülkemiz zor ve karanlık günlerden geçiyor. Selim ve Kerim dün olduğu gibi bugün de yaşadıklarıyla, şarkılarıyla bizlere her şeye rağmen ‘karanlığın renginin aslında beyaz’ olduğunu, ‘zamana aldırmadan, korkmadan, usanmadan aşkın hala mümkün olduğunu’ yaşamı güzelleştirmek için her birimizin her zaman yapabileceği birçok şeyin olduğunu hatırlatıyorlar.

Onlar için doğan her yeni gün, yaşamlarının sonrası için yeni, ışıklı bir ilk gün anlamına geliyor. Erken bir saatte yeni güne büyük bir aşkla,  umutla ve yaşama sevincinin coşkusuyla “merhaba” diyerek başlıyorlar. Hala okuyacakları yüzlerce kitap, çalışacakları yüzlerce satranç partisi, dinleyecekleri-söyleyecekleri binlerce şarkı, yapılacak işleri var. “Yeter ki insan olarak kalalım, hayatı sevmekten vazgeçmeyelim ve 24 saati dolu dolu yaşamaya çalışalım…” diyorlar.

Bu haftadan başlayarak Selim Altınok‘un yazılarını Yeşil Gazete’nin hafta sonu ekinde yer alan GÖZLEM köşesinden okuyabileceğiz.

Sağ olsunlar, var olsunlar…

 

Ercüment Gürçay

Tasarım 2 – Melih Aşanlı

Tasarım  aslında yeniden ele almak olarak düşünülebilir ve çeşitliliği karşılaştığı problemler ile ihtiyaçlar kadar değişken olabilen düşünsel ve pratik bütüncül bir eğilimdir.

Her bir problem klasik çözümlerin dışında alternatiflerinin doğmasını sağlayan tasarım besinleri aslında. Bu insanların düşündüğünün aksine sadece bizlere has bir özellik değil. Doğanın her parçasında muhteşem çözüm önerileri ve tasarım harikaları görmek mümkün.

Bizlerin özelliği ise görsel düşünce tekniğini kullanmak, bu bizlerin ilkel dürtüsüdür. Bebeklere bakarsak, buldukları ilk fırsatta bir kalem alıp çizmeye renklerin ve formların dünyasına girmeye çalışırlar. Avcı hayvan bebeklerinin, oyun oynarken avcılık yapma pratikleri gibidir. İnsan bebeği, kendini dünyanın tasarım harikası yaşamına hazırlıyordur. Tabi günümüzde o bebek büyürken şehirleri ve insan tarafından üretilmiş yapılı çevreyi görerek büyüyecek ve görsel dünyası sınırlanarak, beslenemeyecek ve çelimsiz kalacaktır.

Bizler bebeğin bu hareketini genellikle anlamsız bebek eylemi oldunu sanarak bir çok konuda olduğu gibi üstünde fazla düşünmeyiz. Oysa bozulmamış orijinal insan canlısının en iyi analizi yine insan bebekleridir. Onların dünyası renkler, formlar ve inovasyon ile dolu zengin bir karmaşadır.

İnovasyon diye tutturduğumuz şu günlerde, kimsenin aklına tasarım odaklı düşünce metotları gelmez. İnovasyon, yeniden ele alınıştır. Yani bir keşif değil, tekrar düzenleme ve amacına uygun gözden geçirme, dönüştürme işidir. Eldekini kullanarak yenilikçi çözümlere ulaşmaktır.

Bir konuda görsel ve tasarım odaklı düşünme yöntemlerini kullanacaksak, işimiz oldukça zordur. Atacağımız ilk adım samimiyettir. Türkiye’de bizlerin başarısız olmasının en önemli sebeplerinin başında da bir çoğumuzun samimiyetsizliği gelir. İnsanlar genellikle samimi olmadığı için tasarım odaklı düşünemez ve problemlere çare bulmak yerine daha fazla problem üretir.

Samimiyet, gerçek ihtiyaç ve isteklerin dile getirilmesidir. Birilerinin kırılmaması için susan bir zihin samimi olamaz, samimiyet zevklerin ve taleplerin özgürce ifade edilmesidir. Bu bilmezliğin ve  yetmezliğin de ifade edilmesi gerçeğidir.

Genellikle bizde bilmeyen adam yoktur, herkes bilir, hem de her konuyu bilir, fikir sahibi olmakla bilgi sahibi olmak karıştırılmıştır. Anlamadım diyen bir insana da rastlayamazsınız, hepimiz çok hızlı anlarız. İki tip halinde insana yaşamda oldukça sık rastlarız. Bir bölümümüz her şeyi bilir, çok hızlı anlar, siz giderken o geliyordur. Ne söyleseniz bu tipler o söylediğiniz her ne ise yıllar önce onu yiyip içmiş bitirmiş hazmetmiştir.

Diğer tip ise hiç bir şeyi bilmiyordur. Onlar anlamazlar, kafaları çalışmazlar, biz cahiliz der hiç bir şeyle ilgilenmez, yediği yemek öleceği güne kadar önünde olsun ona yeter.

Bu iki tipe de laf anlatmak, mümkün değildir. Konuşmanın süresi ve yöntemi sonucu etkilemez. Biri ne bildiği ile ilgilenmezken diğeri ne bilmediği ile ilgilenmez. İlgi açısından sonuç değişmez.

Bu sebepten dolayı tasarımcılarda işlerini yapmakta oldukça zorlanırlar. Tasarım odaklı düşünme biçimi belirli kimselere has, gökten zembille düşmüş bir yetenek değildir. Bir düşünme metodudur. Sanatçılıkla, tasarımcılıkla ilgili olmak zorunda değildir. Herkes bu düşünce metodunu kendi yaşantısında uygulayabilir. Bir problem yada soruna yaklaşmanın yöntemleri vardır. Bunlardan ilki ve en önemlisi empatidir.

Empati yargı ve sorgulamaya girmeden sadece karşı tarafı dinlemekle başlar. Amaç yönlendirme ve çözüm bulma değil tanışmadır. Bu tanışmanın oranı ve süresi ortaya atılacak çözümün ya da fikrin kalitesini doğrudan etkiler. Empati kurmanın ileri bir derecesi karşındaki gibi hissetmek, görüş ve ihtiyaçlarının gerçekliğine inanmak ve onun bulunduğu şartlara hakim olarak ona hak vermektir. Haksız olan bir problem yoktur. Bu bir fabrikada çıkan ekeltrik kaçağı için de aynıdır. Aşırı yüklenme, yanlış kullanım, ya da kötü işçilik gibi gerçek olan haklı sebeplerden yanmaya başlayan bir kablo vardır. Kabloyu suçlayarak ya da doğası dışında davranmasını bekleyip yanmamasını söyleyerek bir yere varılamaz. Aynı yöntem insanlar için de değişmez. Empati kuramama ülkemizde oldukça sık yapılan bir yanlıştır. Bunlardan en ortada olanı, önceleri batı kültürü empoze edilmeye çalışılan ve başlarılı olmayan uygulamaların tamamı ile günümüzde arap kültürü empoze edilmeye çalışılmasıdır. Yaşam dinamikleri değerlendirilmeye alınmadan uygulanmaya çalışılacak her yöntem kısa sürede etkisini yitirir ve yok olur. Empati aynı zamanda ilişki kurma ve inanma ile de alakalıdır. İnanç yapılacak işe, işin yapıldığı kişiye ve getirilen çözüm önerisine de inanmayı gerektirir.

Doğru bir tanışmadan sonra bütünsel bir profil oluşturulabilir. Fazlalıklar atılıp yaklaşım yalınlaştırılır. Zortlukları tespit edilir, aşamaları belirlenir, aşamaların sonuda varılabilecek hedef bulunur ve yol haritası çıkarılır. Bir evin inşa sürecinden, bir halk oylamasına kadar işin ne olduğunun bir önemi olmaksızın bu basamaklar uygulanır. Bu aşama tanımlama aşamasıdır. Hiçbir şeyi tanımadan tanımlayamayız. Siyasi partilerin anket çalışmaları buna en iyi örnektir.

Artık elimizde yol haritası belirlenmiştir ve o yolda yürüyeceğimiz yol arkadaşımızı tanıyoruzdur. Yolda karşılaşmamız muhtemel zorlukları da önceden kestirebiliriz. Tüm bu verileri önümüze koyarak fikir bulma aşamasına geçebiliriz. Fikirler ancak böyle bulunur. Şarap eşliğinde, mum ışığında ancak müşterinize ya da sorununuza kur yapabilirsiniz. Tasarım yapmak fantastik ve romantik süreçleri içinde ne yazık ki barındırma. Bilimsel ve psikolojik bir çok süreç ve süzgeci vardır.

Elimize aldığımız fikirlerimizi masa başında oturup birbirimize anlatarak paylaşmamız o fikirlerin doğru olduğu anlamına gelmez. Elimizdeki tüm verileri kullanarak bulduğumuz fiklirleri ayağa kaldırmamız gerekir. Çeşitli maket çalışmaları, çizimler, görsel sunumlar, storyboardlar ile geldiğimiz aşamanın ete kemiğe bürünmesi gerekir. Uygulaması yapılamayan bir fikir ya da tasarım zaten tasarım da değildir, fikir de. Bu aşama prototip aşamasıdır. Uygulama aşaması tüm çalışmanın bir kez daha süzgeçten geçtiği bir aşamadır. Fazlalıklar atılır ve konuya daha derinden odaklanma sağlanır.

Son aşama ise elle tutulur hale getirdiğimiz ve çok sevdiğimiz işimizi sahaya çıkarmaktır. Ürettiğimiz fikrin ya da nesnenin çalışabiliriliği burada sorgulanır. İyi bir ürün sağlıklı bir uyum ile çalışan bir üründür. Son kez sorunların gözden geçirildiği, eksiklerin ve eklemelerin tespit edildiği aşama yorucu ve sinir bozucu olabilir. Bu aşamadaki bir değişiklik süreci baştan başlatacaktır. Tembellik yapıp işten kaçma aşaması bu aşamadır. Tüm aşamalardan sağlıklı bir şekilde geçmiş iş artık bütüncül olduğundan son aşamadaki işten kaçmalar genellikle farkedilmezler. Ancak süreç içinde mutlaka arıza verir ve sistemin doğru çalışmamasına neden olurlar.

Tasarım eyleminin sadece düşünce metodunun ana başlıkları bunlardır.

Bu yazı harmoniaekotopya.blogspot.com.tr/ den alınmıştır

 

Melih Aşanlı

[Arada bir] Ağlayan ardıç – Yaşar Özürküt

Bu yazımızda, yakında yitirdiğimiz, tek şiirli bir şairi tanıtacağız ve de şiirine konu olan ardıç ağacına göz atacağız.

Tek şiir deyince, tek kitaplı (Hasretinden Prangalar Eskittim) değerli ozan Ahmet Arif geldi aklıma. Oğlu Filinta ile yapılan bir söyleşiyi dinledim geçen gün. Şiirlerini kâğıda yazmazmış. Tek kitabını da, matbaada banta okumuş, çözüp kitabı basmışlar. Yeni bir kitap yapmasını söyleyen oğluna: ”Haftaya İstanbul’a gideceğim. Orada banta okurum… Dinleyip yeni kitabı yaparlar” demiş. Ve ömrü bir haftaya yetmemiş. Yazılmamış şiirlerini de birlikte götürmüş.

Bu tek şiirli ozanımız Hikmet Uysal‘ı tanıtalım öncelikle… Şimdi Amerika’da, Seattle’de yaşayan Değerli Dostlarım Sedat ve Mustafa Uysal’ın amcalarıdır Hikmet Uysal. Yakında 93 yaşında yitirdiler Hikmet Amcayı…
Mustafa Uysal’ın kaleminden tanıyoruz:

“Ereğli yakınlarında İvriz köyüne yakın arazide bir okul açılır ve adına “İvriz Köy Enstitüsü” derler.
Hadim’in Aşağıhadim köyünde yaşayan Hikmet de duyar okulun açıldığını. Köy çocukları içindir bu okullar… Artık İvriz’dedir, diğer köylerden gelen çocuklarla birlikte. Yeni bir eğitim ordusu yetişecektir Köy Enstitülerinden.

Uzatmayalım. Aşağıhadimli Hikmet Uysal, İvriz’den sonra da enstitünün sağlık bölümünü okur ve sağlık memuru olarak göreve başlar ve uzun süre köylerde, şehirlerde çalıştıktan sonra günü gelince emekli olur…

Uzun yaşam serüvenini, Konya’da bir hastane odasında, 93 yaşında “Elveda güzelim dünya/ve merhaba kâinat” diyerek bu dünyadan çekip gider. Amcam Hikmet Uysal’ın yazdığı tek şiirinin hikâyesidir bu.

“Günlerden bir gün öğretmenimiz sınıfı kırlara götürdü. Hepimiz köy çocuğuyuz. Davar sürüsü gibi dağıldık yamaç araziye. Kepirin üzerinde bir ardıç ağacı gördüm. Cebimden kurşun kalemimi ve küçük defterimi çıkardım ve yazmaya başladım. Sonra okula dönünce öğretmenime gösterdim. Çok beğenmişti… Başka şiir denemelerim de oldu ama yaşayan tek şiirim AĞLAYAN ARDIÇ oldu. 

AĞLAYAN ARDIÇ
Yüksek bir kepirin üstündesin sen
Dalların kurumuş kocaman ardıç
İhtiyar değilim gencim ben desen
Kuşlar da konmuyor dalına ardıç.

Hiç yaprağın yok ki ciğerin olsa
Hicranlı kâinat sararsa solsa
Göğün fırtınası esse kudursa
İhtiyar olsan da yıkamaz ardıç.

Göğsünü germişsin seher yeline
Üstünde derenin coşkun seline
Bir odun olmuşsun köylü evine
Dedemden daha çok yaşlısın ardıç.

Senden ilham aldım geldim yanına
Oturdum mukaddes kuru dalına
Kepirin üstünde yüce şanına
Masum Hikmet’ini kabul et ardıç.”

Köy çocuğu olmama karşın, ardıç ağacını ve özelliklerini fazlaca bilmiyordum. Bu konuda bildiğim tek şey, ağaçların üremesinin ardıç kuşlarıyla olduğu idi… Bizim yörede ‘Karatavuk’ ya da ‘Cırrık kuşu’ denilen ardıç kuşları, ağacın tohumlarını yiyerek, dışkısıyla toprağa bırakıyor. Bu tohumlar uzun bir süreçte, toprakta filiz veriyor. Ardıç ağaçlarının üremesinin tek yolu bu.  Bir şiirle tanıtılan ardıç ağacının yaşam serüvenini, Dr. Mehmet UHRİ çok güzel öykülendirmiş. Olduğu gibi aktarıyorum:

“Ankara da işim uzamıştı. İstanbul’a dönüş için aldığım biletimi değiştirmem gerekiyordu. Öğle arasında Sıhhiye’deki otobüs yazıhanesine gidip biletimi erteletmek için acele ediyordum. Kalabalıkta koşarken çarpıştık o yaşlı adamla. Sendeledi, elindeki büyük sepette bulunan tahta kasık, masalar yola saçıldı. Sanırım Belediye zabıtasından kaçıyordu. Heyecanlanmış, rengi solmuş, nefes nefese kalmıştı. Sakinleşmesi için koluna girip yol kenarındaki banka oturmasını sağladım. Savrulan kasık ve maşaları toplayıp ben de yanına oturdum. Sepetten dağılanları yerine dizip, bir yandan da;

-Bırakmıyor şu Belediye zabıtaları üç kuruş para kazanalım, eve katkımız olsun diyerek söyleniyordu.

Tahta kaşıkları sepete koyarken yardım etmek istedim.

-Dur hele, Şimşir ve Ardıç olanları diğerlerine karıştırma diyerek bana engel oldu.

-Hepsi tahta kaşık işte ne fark eder?

-Olur mu beyim? Şimşir ve Ardıç ile Ihlamur, Gürgen bir olur mu?

-Bilmem… Görsem ağaçlarını bile tanımam herhalde. Ne fark var aralarında?

-Ardıç, Şimşir sert ağaçtır, kolay bırakmaz kendini isleyesin. Zordur Ardıç’tan kaşık çıkarmak ama, evladiyeliktir, senelerce kullanırsın. Ihlamur, Gürgen ise yumuşaktır, kolay islersin ama çabuk yumuşar, dayanmaz.

Sivas’ın Hafik ilçesinde çiftçilik yaparken sağlık sorunları nedeniyle kızının yanına Ankara ya yerleşmiş. Evin geçimine katkısı olsun diye tahta kaşık ve maşa yapıp işportada satıyormuş. Ardıç ağacının zor bulunduğundan yakındı. Elindeki maşayı eliyle okşayarak;

-Ardıç kuşu (Halk dilinde Cirrik kuşu, Karatavuk) ağacını terketti, bir araya gelmeleri çok zor artık… dedi.

Anlamamış gözlerle bakmış olacağım ki açıklama yapma ihtiyacı duydu.

-Beyim Ardıç kuşunu bilmez çoğumuz. Ardıç ağacı yabanidir, öyle tohumundan üretemezsin, çelikleme ile de olmaz. Ağacın üremesi meyvelerinin Ardıç kuşu tarafından yenilip pisliği ile atılmasına bağlı. Ağacın tohumu ancak o zaman filizlenebilir hale gelir.

-Yani bu kuş olmazsa Ardıç ağacı üreyemiyor, öyle mi?

-Evet, aynen öyle. Bunlar birbirine mahkûm sevdalılardı.

-Peki, sonra ne oldu, kuşlar mı azaldı?

-Kuşlar azalmadı hatta çoğaldılar bile. Ama şehirler büyüdükçe çöplükleri de büyüdü. Kuşlar Ardıç ağacının meyvelerini yemektense çöplükten beslenmenin daha kolay olduğunu keşfettiler. Ardıç kuşu ağacını unuttu, şimdi kentlerin, kasabaların çöplüklerinde yaşıyorlar. Ardıç ağaçları ise kayboluyor gözümüzün önünden. Herkes Ardıç kuşu gibi, zahmet çekmektense kolay geçinmenin, kolay yaşamanın yolunu arıyor, ardına bakmıyor. Bu yüzden şehirleri seçiyorlar. Biraz paran olsun, emek vermeden yaşayıp geçip gitmek mümkün bu şehirde.

-Ne var bunda, şehirler hep böyle?

Sustu bir süre. Kafasını sağa sola sallayıp kendi kendine söylendi.
Bir süre daha konuşmadan oturduk o bankta. Ardıç ağacından yapılmış bir çift kaşık almak istedim. Gazete kâğıdına sarıp uzattı. Söylediği fiyattan fazla para vermek istedim, ederinden fazlasını almadı. İpini omuzuna atıp sepeti kucakladı, helalleştik. Ağır adımlarla yürüyerek şehrin kalabalığında gözden kayboldu.”

Dr. Uhri’nin, uzun anlatımını, Hikmet Uysal dört kıt ‘alık şiiriyle aktarmış bize. Peki, neden ardıç ağacı için yazmış bu tek şiirini de; doğadaki başka ağaçlar için yazmamış diye meraklandım. İnceledikçe, araştırdıkça öğrendim ki, ardıç ağacı sıradan bir ağaç değil. Şundan ki, bir kere üreme özelliğiyle, kendine özgü bir yapısı var. Ardıç kuşu olmasa, nesli tükenecek ardıç ağacının. Uzun ömürlü ve çok dayanıklı bir ağaç. Ayrıca, meyveleri, yaprakları şifa kaynağı… Bazı kültürlerde, kutsal bir ağaç olarak kabul ediliyor. Geçmişte veba salgınında, ilaç olarak kullanılmış. Oltu taşı olarak bildiğimiz taşların, ardıç tohumlarının fosilleşmesi sonucu oluştuğu ayrı bir iddia… Sonuç olarak, özellikleri saymakla bitmeyen bu ağacı, dört kıt ‘alık tek şiiriyle bize aktaran Hikmet Uysal’ı saygıyla, takdirle ve son dörtlüğü ile anarak noktalıyoruz ARADA BİR’i.

Senden ilham aldım geldim yanına
Oturdum mukaddes kuru dalına
Kepirin üstünde yüce şanına
Masum Hikmet’ini kabul et ardıç.

 

Yaşar Özürküt

 

Almanya’da koalisyon görüşmelerinde Türkiye’ye sarı ışık

Almanya’da Yeşillerin de içinde olacağı üçlü koalisyon ihtimalinin ortadan kalkması üzerine dönülen büyük koalisyon arayışında sona yaklaşıldı.

Alman Hristiyan Birlik (CDU/CSU) ve Sosyal Demokrat (SPD) partileri arasında koalisyon görüşmelerine geçilmesi yönünde başarı ile sonuçlanan görüşmelerde bütçe, vergi ve göç politikaları en çok tartışılan konular oldu. Anlaşma metnine göre ülkeye gelecek mülteci sayısının yıllık 220 bin ile sınırlandırılması planlanıyor.

Mutabakat metninde Türkiye başlığı

Bununla birlikte siyasi partilerin ön görüşmelerde üzerinde uzlaştığı çerçeve belgesinde Türkiye ile ilgili özel bir maddenin bulunması dikkat çekti. CDU, CSU ve SPD’nin internet sayfalarında yer verdiği metinde Türkiye’nin çok yönlü ilişkilerin olduğu önemli bir müttefik ve komşu olduğu belirtiliyor.

Metnin devamında ise “Demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarının durumu kötüleşti. O nedenle AB üyelik müzakerelerinde hiçbir yeni faslın açılmaması ve görüşülen hiçbir faslın da kapatılmamasını istiyoruz” ifadeleri kullanıldı.

Belgede ayrıca Türkiye yükümlülüklerini yerine getirene kadar vize mecburiyetinin kaldırılmayacağı ve Gümrük Birliği’nin genişletilmeyeceği de belirtildi. Öte yandan Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin durdurulması yönündeki taleplere belgede yer verilmedi.

Yeni hükümet için ilk adım

Siyasi parti liderlerinin Cuma sabahı düzenlediği ortak basın toplantısında Başbakan Angela Merkel “istikrarlı bir hükümet kurma amaçlı koalisyon görüşmelerine götüren yolun açıldığını” söylemişti.

SPD lideri Martin Schulz da “mükemmel sonuçlar elde ettiklerini ve Almanya’nın yenilenmesi ve birliğinin korunması” için çalışacaklarını belirterek “Avrupa’yı yeniden büyük projeye dönüştürmek için Almanya Federal Cumhuriyeti’ni ekonomik ve siyasi olarak güçlü yapmak için bir araya gelme kararı aldık” diye konuştu.

24 Eylül genel seçimlerinde SPD’nin tarihinin en kötü sonucunu aldıktan sonra koalisyona katılmayacaklarını açıklayan ancak Yeşillerin de yer alacağı üçlü koalisyon denemesinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine eski koalisyon ortağı Merkel ile yeniden masaya oturmak zorunda kalan Genel Başkan Martin Schulz, 21 Ocak’taki olağanüstü kongreye kadar parti tabanını ikna turlarına başlayacak.

SPD’nin koalisyon müzakarelerine katılıp katılmayacağına 21 Ocak’ta Bonn’da yapılacak parti kongresinde karar verilecek.

( Deutsche Welle, Euronews,Yeşil Gazete)

[Gözlem] Beethoven yaşasaydı- Selim Altınok

Radyoda klasik müzik dinliyordum, piyano çalıyordu. Besteciyi tahmin etmeye çalıştım, 19. hatta belki 20. yüzyılda yaşamış bir ustanın eseri gibi geldi bana. Parça bitti ve radyo spikeri konuşmaya başladı. “Mozart’ın Fantezisini dinlediniz”… Şaşırdım doğrusu, çalan müzik bugüne dek duyduğum eserlerinden çok farklı. Demek Mozart kendi tarzının dışında müzikler de bestelemiş. 1756 yılında dünyaya gelen ve Wiena klasiklerinin başında sayılan Mozart’ın müziği böyle modern sesleri de içerebiliyor demek!

Kısacık yaşamına altı yüzden çok eser sığdıran bestecinin yenilik aradığı bir anında, kendi dönemini aşarak yazdığı, gözünü sonraki çağlara diktiği bir eser. Doğumunun üzerinden 250 yıldan fazla geçmiş. O günlerde elektrik yok, bilgisayar yok. Bırakın bunları, belki kâğıt kalem bile zor bulunuyor. En azından bugünkü kadar kolay elde edilebilecek ucuz bir şey değil. Mozart yazıyor da yazıyor. Üstelik besteledikleri tek sesli şarkı ya da melodiler de değil. Her biri yarım saatlik konçertolar, senfoniler, birkaç saatlik operalar. Bilmem bir senfoninin notalarını gördünüz mü? Abartmıyorum bir kitap!  Konservatuvardayken öğrenci orkestrası Mozart’ın 40. senfonisini çalışıyordu, notaları elime vermişlerdi, klasik müzik bestecilerinin her bir eseri gerçekten kitap boyutundan. Mozart ya da Vivaldi, Beethoven ve daha niceleri… Yüzlerce kitap yazmışlar aslında.

Günümüzün bestecileri bu işi bilgisayar başında çok daha kolay hallediyor. Önünüzdeki dijital piyanodan bastığınız tuşlar, isterseniz keman, çello, flüt ya da klarnet sesi veriyor. Bilgisayarınızın hoparlöründen duyabiliyorsunuz. Çaldığınız her sesin notası ekranınıza düşüveriyor. Tüm sesleri ardı ardına kaydedip birlikte dinleyebiliyorsunuz. Senfoni orkestrası bilgisayarınızın içinde ve siz ne isterseniz onu çalıyorlar. Bestelediğiniz bölümleri beğenmediğinizde anında silip düzeltebiliyorsunuz. Ne güzel değil mi? Bu imkânların hiçbiri eskiden yoktu. Kadim zamanların bestecilerinin tek lüksü bir piyano idi. Çoğu zaman bir çalgı aleti bile kullanmazlardı. Tüm sesleri içlerinde duyarak, kalplerinde hissederek bestelerdi onlar. Çoğunun kurumsal düzenli bir gelirleri yoktu. Bir prensin ya da soylunun desteğini alabilenler mutlu azınlıktı. Meşhur “Mevsimler” keman konçertoları dizisinin bestecisi Vivaldi öldüğünde yoksuldu ve kimsesizler mezarlığına gömüldü. O dönemde kayıt teknolojisi olmadığı için, eserlerinin plaklarından, kaset ve CD’lerinden gelir sağlamaları da söz konusu değildi.

J.S. Bach bestelerini yetiştirmek için akşam ve gece saatlerinde nota yazmaktan görme yetisini kaybetmişti. Bach, ünlü ozan Goethe’nin ziyaretine yol parası olmadığından yürüyerek gitmişti. Üstelik bu şehirlerarası bir yolculuktu! Beethoven ise hepimizin bildiği üzere, uzun yıllar bestelerini hiç duymadan yapmıştı. Dokuzuncu senfonisini yönetirken finalde patlayan alkışları duyamamış, ancak yüzünü seyircilere dönüp selam verdiği anda salondaki coşkunun farkına varabilmişti. Bugün olsaydı acaba sağırlığına neden olan hastalık önlenebilir miydi? Daha uzun yaşayıp daha çok eser yazabilir miydi? Bunu bilemiyoruz ama günümüz şartlarında, o dönemdeki kadar eser besteleyebileceğinden de emin değiliz. Napolyon’a sinirlenip ona ithaf ettiği senfonisinin adını değiştiren üstat bugün yaşasaydı daha nelere kızardı acaba? Sosyal medyanın iletişim bombardımanından payını alıp gününün birkaç saatini sanal dünyada mı heba ederdi yoksa? Bu soruların cevabını da bilemiyoruz. Her devrin koşulları ve insanları kendi yerinde kalsın en iyisi. Biz yüzyıllara yayılan müzik mirasını insanlığa bırakan tüm bestecilere şükranlarımızı sunalım bir kez daha ve gitgide katlanılması zorlaşan bu dünyada, yaşamamızı kolaylaştıran müziğe sarılalım. Sıkı sıkı sarılalım!

 

 

Selim Altınok

[Patili Günler] Köpek için hazırlık – Duygu Er

Bazen, hayat size küsmüş gibi gelir, bulutlar sanki üzerinize binmiş ve size kıpırdayacak yer kalmamış gibi hissedersiniz. Bazen, çevrenizdeki her bir kimseyi o veya bu sebeple, isteyerek yahut istemeyerek uzaklara göndermiş olursunuz, kendiniz dahi kendinize fazla gelirsiniz bazen. İşte tam da bu esnada, sizi o yataktan çıkarıp dışarı çıkmaya zorlar 4 pati 1 kuyruk. Siz dışarı çıkarsınız, temiz hava tanecikleri burnunuzdan içinize süzülüverir, ciğerlerinize doğru yol alırken ruhunuz tedavi olmaya başlar. Depresyonda olan, yalnız olan, mutsuz olan, harekete ihtiyacı olup da hareket etmeyen insanlara tedavi amacı ile köpeklerin öneriliyor olması esas olarak bu nedenledir. Öyle durumlar olur ki; gözleriniz olur köpekler, elleriniz, evladınız olur, meslektaşınız, ortağınız, can yoldaşınız ve hangi sebeple olursa olsun hayatınıza kattığınız değer olur. Hayatınıza böyle bir değer katmaya karar verdiğinizde yeni basamakları adımlamanın heyecanını yaşamaya başlarsınız, peki ama henüz yarı yolda bitap düşmeden, olanaklarınız dahilinde kalarak üstelik ailenizin yeni bireyi köpeğinize nasıl hazırlanmalısınız?

İşte size birkaç ipucu.

Öncelikle bilmeniz gereken birkaç nokta var; bebekler, çocuklar, astım hastaları, alerji hastaları köpeklerle yaşayabilirler, yalnızca birtakım kurallar uygulanmalı birlikte yaşam konusunda. Bu sebepler hayatınıza bir köpek sokmayı etkilemediği gibi hali hazırda patili evlatlarını terk etme gerekliliğini kimse için yaratmamalıdır.

Meşhur; “tüy döküyor mu?” sorusunun cevabını da paylaşmış olayım peşinen; hiç dökmediği söylenen köpeklerin dahi tüy dökümleri vardır, mevsimsel olur, döngüsel olur ama olur. Köpeklerin tüy dökümünü oluşturan çeşitli etkenler olduğu gibi, tüy sorunu ile mücadelenin de çeşitli yöntemleri vardır. 1 yaşından küçük köpekler için akılları kurcalayan “tuvalet eğitimi var mı?” sorusunun yanıtı ise şöyle; her köpek 1 yaşına kadar ne kadar öğrendiği iddia edilse dahi kasıtlı ya da kasıtsız tuvaletini yapabilir yahut kaçırabilir. Öncelikle fizyolojik gelişimi tamamlanmadığı, henüz kasları tam olarak çalışmadığı için de meydana gelebilecek bu davranış beklenen ve normaldir. Üstelik mekân değiştiren ve psikolojisi bozulan hayvanın davranış değişikliği de olabilir. Çözümü; eğitim ve psikolojik destekten geçer, kısa bir süre için zor gözükse de bahsedilen geçici bir süreçtir.

Diğer bir nokta; bir köpeğin ailenize katılmasının yarattığı maddi yükümlülüğün, bir bireyin ailenize katılmasının getirdiği maddi yükümlülüğe yakın, kimi zaman daha az, kimi zaman daha fazla olduğudur. Yaşam biçimlerinizin yeni bir yapılanmaya gireceği ise doğrudur. Ancak tüm bu zorluklar ve yükümlülükler bir köpek değil, aslında bir bireyle de hayatınıza girebilecek sıradan şeylerdir. Hayatınız, köpek öncesi döneminize kıyasla kötüleşmeyecek, aksine güzelleşecektir. Dönemsel zorlukların gelip geçici olduğunu aklınızdan çıkarmamak alışma döneminde en temel güç kaynağınızı oluşturmalıdır.

Birçok köpek sahibinin köpeklerinin hayatlarına girmesine müsaade etmelerinin akabinde yaptıkları ilk hamlenin birçok köpek gereci almak olduğunu gözlemledim. Yataklar, taraklar, mamalar, oyuncaklar, giysiler, tasmalar, şampuanlar, parfümler, mama ve su kapları… evcil hayvan gereçleri için sektöre katkı listesi böyle uzuyor. Aynı zamanda neredeyse herkesin köpeğin eve gelmesinden sonra boş yere masraf yapmış oldukları gerçeği ile yüzleşmelerine şahitlik ettim.

Soru: Siz ne aldınız?

Evinizin dekoruna uyacak, gözünüze en rahat ve aynı zamanda derli toplu gelen yatağı.

Soru: O ne yaptı?

Alınan yatakta yatmadı. Yerde veya koltukta yatmayı tercih etti. Sonra öğrendiniz ki sizin göz zevkiniz ve onun konfor tercihi aslında başka başkalarmış, sonuçta onun konforuna hizmet eden yeni bir yatak daha aldınız.

***

Soru: Hangi mamayı aldınız?

Satıcının önerdiği en güzel mamayı.

Soru: O ne yaptı?

Mamayı ağzına sürmedi. Geldi önce bir kokladı, sonra burnunu çevirdi gidip yine kenara kıvrıldı. Ardından yiyeceğini düşündüğünüz başka bir düzine daha mama satın aldınız.

***

Soru: Siz ne aldınız?

Satıcının önerdiği tarağı.

Soru: O ne yaptı?

O tarakla kendini taratmadı. Tarattıysa da o tarak aslında ihtiyacınız olan karışıklık açma tarağı değilmiş. Sonra gidip ihtiyacınızı doğru karşılayacak bir tarak daha aldınız.

***

Soru: Siz ne aldınız?

Şampuan ve parfüm, en güzel kokanlarını elbette!

Soru: O ne yaptı?

Alerji oldu, bütün gece kaşındı. Soluğu veterinerde aldınız, onlar yerine şunları kullanmanız önerildi. Onları da aldınız.

***

Soru: Siz ne aldınız?

Gördüğünüz en tatlı oyuncakları.

Soru: O ne yaptı?

Ruhu olgun o köpeğin, oyuncakların yüzüne bakmadı, sizinle oynamayı hep oyuncaklara tercih etti. Sonra bir gün bozuk parası yetmediği için para üzerini minik plastik bir topla ödeyen seyyar satıcının verdiği o top, sizin hayatınızın oyuncağı oldu.

***

Soru: Siz ne aldınız?

Güzel, boyutuna uygun bir bel tasması (bunu çevrenizdeki tüm köpeklerde görüyordunuz ve tüm köpek sahipleri de bunu öneriyordu size, kararınızdan emindiniz)

Soru: O ne yaptı?

Bel tasmasını takınca kıpırdayamadı, felç geçirmiş gibi kalakaldı ve dünyanın en mutsuz köpeği oldu adeta. Hemen bir boyun tasması daha satın aldınız.

Peki yapılması asgaride yeterli ve/veya gerekli olan şeyler nelerdi?

  • Evde âtıl durumda bulunan, kırıldığında zarar vermeyecek bir maddeden üretilmiş hatta mümkünse kırılmayan, içine su/mama konulabilecek ve köpeğin rahatlıkla yiyip içebileceği 2 adet mutfak kabı: bu köpeğinizin yeme içme alışkanlığı konusunda siz fikir edinene dek ihtiyacı karşılayacaktır.
  • Eski ama temiz bir yastık: özellikle sağı solu ve arkası kapalı bir yere koyduğunuz yastık köpeğinizin köpek yatağı kullanma alışkanlığı olup olmadığını, varsa şayet; yatma şekillerinden korunaklı mı yoksa yayvan bir yatak mı tercih ettiğini anlamanızı sağlayacaktır.
  • Eski ama temiz bir havlu: sokağa çıkıp geldikten sonra ayaklarını yıkadığınız köpeğinizi kurulamanız gerekecektir.
  • Mama kalitesinin iyi, besin değerlerinin tam olduğunu araştırdığınız değişik markalardan mama numuneleri: Böylelikle hangi mama tipinde yoğunlaşmanız gerektiğini en az masrafla öğrenebileceksiniz.
  • İlk zamanlar için bir bel, bir boyun tasması ve sabit gezdirme kayışı edinmeniz faydalı olacaktır. Kullanmak istediğiniz uzatma tasmaları, süslü tasmalar, köpeğinizin hangi biçimi sevdiği belirlendikten sonra zevkinize ve kullanma becerinize göre şekillenebilecektir.
  • Yeni gelen köpeklerin büyük çoğunluğunda tuvalet problemi görülür, bu nedenle hasta altı bezlerinden temin ederek hazırda bulundurmanızda fayda vardır. Gezdirme poşetlerini de unutmamak gerekir elbette.

Böylece ihtiyaçları asgari karşılıklarla gidererek tek seferde doğru alışverişi yapabilecek deneyimi edinebilirsiniz. Tüm bunların yanında almanız gereken önlemler listesi ise şöyle:

  • Ortalıkta duran elektrik kablolarını toparlamalı ve mümkünse elektrik bağlantılarını kesmelisiniz.
  • Köpeğinizin erişebileceği yükseklikte bitki bırakmayın.
  • Klozetinizin kapağını her daim kapalı tutun.
  • Köpeğinizin erişebileceği yükseklikte gıda/ilaç/temizlik malzemesi bulundurmayın.
  • Köpeğinizin yaşam alanında, ev kokusu/oda parfümü bulundurmayın.
  • Köpeğinizin kemirdiğinde küçük parçalara bölerek yutabileceği yumuşak plastikleri erişemeyeceği yerlere kaldırın.
  • Koşarken çarpıp kırabileceği cam ve türevi nesnelerinizi kaldırın veya zarar görmeyecek/vermeyecek bir köşeye çekin.
  • Döşemelik veya perdelik kumaşlarınızda köpeğinizin tırnağının takılabileceği gözenekli bir doku varsa köpeğinizin zarar göremeyeceği şekilde önleminizi alın.

Aldığınız önlemlerde; evinize bir bebeğin geldiği düşüncesi ile hareket etmeniz kararlarınızı ve müdahalelerinizi her zaman için kolaylaştıracaktır. Sevgiyle kalın.

 

 

Duygu Er

[2017’nin filmleri] Size göre farklı, bize göre sıradan kafalar* – Ateş Alpar

Benim için 2017 vizyonunun en iyi filmleri, içinde güneş tutulması olan filmler olabilir..

 

* Kare (The Square, Ruben Östlund)

Christian, Stockholm’de bir modern sanat galerisinde çalışmaktadır ve projelerinden biri de The Square olarak adlandırılan alandır. Bu alan büyük bir toplumda farklı katmanlardan, farklı sosyal sınıflardan gelen insanların küçük bir yansımasıdır ve Christian ziyaretçileri insanlara güvenmeli mi güvenmemeli mi sorusu ile iki farklı yoldan birini seçmeye davet etmektedir ve bu soru bizi tüm film boyunca takip eder.

Politik ve sosyal bir çerçevede inceleyen bir film.

* Ay ışığı (Moonlight, Berry Jenkins)

İnsan ilişkileri ve insanın kendini keşfetmesi hakkında zamansız bir film. Film, genç siyahi bir adamın çocukluğundan yetişkinliğe kadar Miami’nin zor bir mahallesinde, hayatta kendine yer edinme savaşını ve büyüme hikayesini anlatıyor.

Eşcinsellik ve siyahi dünyanın anlatamadığı ”kıvrımlar’… derinden gelen bir hikaye.

* Hizmetçi (Hand Maiden, Park Chan-Wook)

Kendisine büyük bir miras kalmış asilzade Hideko, onun servetine göz dikmiş bir dolandırıcı Fujiwara, dolandırıcı tarafından tutulmuş, hizmetçi görünümlü yankesici Sook-hee ve asilzadenin velisi ve amcası Kouzuki etrafında gelişen bir hikaye. Film, Sarah Waters’ın romanı Fingersmith (2002)’in modern bir uyarlaması olarak Park Chan-wook tarafından uyarlandı.

Film, Sarah Waters’ın romanı Fingersmith (2002)’in modern bir uyarlaması olarak Park Chan-wook tarafından uyarlandı.

* Toni Erdman (Maren Ade)

Toni Erdman yoğun bir film yoğun bir karakter

Uluslarası bir danışmanlık şirketi için Bükreş’te çalışan Ines işi ve kariyerinden başka bir şey düşünmeyen hırslı bir iş kadınıdır. Memleketi Almanya’ya doğum günü için kısa süreliğine döndüğünde uzun süredir görmediği babası Winfried ile karşılaşır. İlerlemiş yaşına rağmen yaptığı yersiz şakalar ve tavırlarıyla adeta cuk gibi bir karakteri olan Winfried, kızıyla biraz daha fazla zaman geçirmek için ondan habersiz Bükreş’e gider. Kısa bir ziyaret olarak başlasa da, kızının yaşadığı manasız hayattan dolayı endişe duyan baba, burada kızını hem neşelendirmek, hem de kaybettiklerini hatırlatmak için biraz daha kalmaya karar verir. Baba kızı bundan sonraki süreçte birbirinden absürt olaylar beklemektedir.

* Kalp Atışı Dakikada 120 (120 battements par minute, Robin Campillo)

Bir zamanlar bizzat Act-Up Pariste görev almış olan yönetmen Robin Campillo, Cannesda izleyiciler kadar eleştirmenlerden de övgü alan yeni filminde, 1990ların başında AIDSe karşı farkındalık yaratmaya çabalayan bu aktivist örgütün hikâyesini anlatıyor.

Cannes ana yarışma jürisinin başındaki Pedro Almodovarın en çok etkilendiği ve hatta basın toplantısı sırasında gözyaşlarını tutamadığı Kalp Atışı Dakikada 120, duygusal yoğunluğu oldukça yüksek, yaralayıcı ve zihinlere kazanan sinemasal anlar yaratıyor.

* Koca Dünya (Reha Erdem)

Film doğanın içinde her daim ışığıyla yeniden doğuyor.

Ormanın derinliklerinde yaşamaya başlayan kardeşler için vahşi doğada hayatta kalmaya çalışmak, bir yandan da para kazanmak çok ağır bir yük olacaktır.

* Kaygı (Ceylan Özçelik)

Arkadaşlarından uzaklaşarak sürekli geçmişini düşünmeye başlar. Anne ve babasının bir kaza sonucu değil de çok farklı bir şekilde hayatlarını yitirmiş olabilecekleri olasılığı, beynini günden güne daha çok kurcalayan bir konu haline gelecektir.

* Benim Varoş Hikâyem (Yunus Ozan Korkut)

Size göre farklı, bize göre sıradan kafalar.*

Adana’nın Ceyhan bölgesinde, arka sokaklarda yaşayan insanların hayat hikayelerini anlatan belgesel seyirciyi nispeten unutulmuş yok sayılmış, kendi hâlinde hayatlarla tanıştırıyor.

* İşe Yarar Bir Şey – Pelin Esmer

Yolculuk sırasında tanıştığı genç hemşire adayı Canan’ın (Öykü Karayel) hikayesi oldukça ilgisini çeker, nitekim Canan, hayatına son vermeye karar vermiş tekerlekli sandalyeye mahkum Yavuz’a (Yiğit Özşener) yardım etmeye gitmektedir. Bu ziyaret, Canan’ın olduğu kadar Leyla’nın da hayatını etkileyecektir.

 

Ateş Alpar

2017’nin dizileri – Irmak Keskin

2017’nin dizilerine kısaca bir göz atalım istedik. Geçtiğimiz sene dizilerinden öznel bir derleme ile…

***

The Marvellous Mrs. Maisel

http://www.imdb.com/title/tt5788792

Miriam evli, mutlu, çocuklu ve komediyen olmak isteyen bir kocaya sahip, ev hanımı, ‘ideal’ bir
kadınken, ne oluyor da bir anda kendini sahnede ve insanları kahkahalara boğarken buluyor
kendini?

Wisdom of the Crowd

http://www.imdb.com/title/tt6522758

Bir elin nesi var, iki elin sesi var ne de olsa… Süper zengin bir yazılımcının kızı öldürülürse,
çözümü bir app yaratıp insanlara katilini buldurmak olacaktır tabii. Aynı zamanda başka cinayetlerin
çözülmesine de yardımcı olur yarattığı app. Güvenilmeyen sistem ve kişisel adaletlerden
bahsederken, kod dünyasının cinsiyetçiliğine de değinmeden geçmiyor dizi üstelik.

Me Myself&I

http://www.imdb.com/title/tt6477194

Kaç tane bizden var? Her yaştaki biz aynı mıyız? Alex’in yaşamının üç ayrı dönemine tanıklık
ederken hem güleceğiniz, hem de kendinizi düşüneceğiniz, hangi aşkı nerede unuttuğunuzu
fark edeceğiniz, biraz da o iş olmamıştılardan sıyrılacağınız, sıradan bir hayatın hikayesi Me,

Myself& I, uyku öncesinde çok da iyi gidiyor üstelik.

Disjointed

http://www.imdb.com/title/tt5884792

Arka plandaki gülme efektlerinden nefret edenlerden misiniz? O zaman bu dizi sizin için değil,
üzgünüm. Bol gülmeli, tripli, dumanlı bir dizi arıyorsanız, işte buldunuz! Aile şirketi olarak bir
kanabis dükkanı hayal eder misiniz? Her karakterin şahsına münhasır hallere büründüğü, kimi
zaman abartılı olabildiği, kafası güzel bir dizi için, buyurun buradan alalım sizi.

Harlots

http://www.imdb.com/title/tt5761478

Aile şirketi olarak kanabis dükkanını beğenmediyseniz, 18. yüzyılda bir genelev patroniçesi
Margaret Wells ile tanıştıralım sizi. Entrika, dram, ahlaksızlık (ahlak ne ayol!) dolu bu dizi ile
seks işçilerinin bir zamanlar ki hikayelerine tanıklık edeceksiniz, üstelik de gerçek olaylardan
esinlenmiş dizi.

Legion

http://www.imdb.com/title/tt5114356

Öyle sıradan dizilerden sıkıldınız mı? Azıcık kafanız karışsın, biraz gersin, bir tutam da fantastik
bir şeyler mi olsun içinde? O zaman Legion tam olarak aradığınız dizi! Bir şizofren her şeyi
kafasında mı kuruyor, yoksa bütün olanlar gerçek olabilir mi aslında, peki gerçek ne?

A Series of Unfortunate Events

http://www.imdb.com/title/tt4834206

Kötü bir gün mü geçirdiniz? Baudelaire kardeşlerin evlerinin yanmasının ardından başlarına
gelecek bütün olaylar, aslında hiç bir günün o kadar da kötü olamayacağını düşündürecek.
Lemony Snicket’in kitaplarından uyarlanan dizi fantastik hikayelere sürükleyecek sizi.

The Gifted

http://www.imdb.com/title/tt4396630

X-men bile dağılmış şekerim, ne olacak bu mutantların hali? E her “normal” olmayan kendisini
saklayacak mı yani? Ya sıradan bir görüntün yoksa başına ne gelecek? Mutantların insanlarla
mücadelesini izleyeceğimiz ve insanın vahşiliği ile mutantların hayatta kalma çabalarına tanıklık
edeceğimiz dizide tabii ki de gene çaktırmadan insanlık yüceltilecek, ama olsun, kıskançlık
işte bunlar hep…

Gypsy

http://www.imdb.com/title/tt5503718

Terapistine her şeyi anlatıyor musun? Ona güveniyor musun? Peki ya o bir sosyopatsa? İşler
ne kadar korkunçlaşabilir ki… Bir terapistin manüpilasyon hikayelerinden oluşan dizide kendinizi
bolca sorgularken bulacaksınız. Güven eksikliği yaratabilir bir izleme önerisi olduğunu da
eklemeden geçmeyeyim.

Atypical

http://www.imdb.com/title/tt6315640

Otistik bir gencin hayata karışma deneyimini izleyeceğiniz Atypical’da, Sam’in bir “kız arkadaş”
edinirse bağımsızlaşabileceğini sanan ailesi, kendi sorunlarıyla başa çıkmaya çalışan terapisti,
hayatını otistik çocuğu üzerine kurmuş anne, kendi halinde baba, yalandan bir kız arkadaş
ve şahsına münhasır bir arkadaş ile bakalım neler oluyormuş… Tabii, aslında varolan
dünyanın ve şehirlerin otistikler için ne kadar zor bir parkur olduğunu da gözler önüne seriyor
dizi.

Midnight, Texas

http://www.imdb.com/title/tt5464086

“Keşke daha fazla paranız olsaydı, aslında güzel hikaye” diye yorumladığım ve gerçekten özel
efektlerinin biraz daha iyi olmasını arzuladığım Midnight, Texas, falcılar, büyücüler, vampirler,
kiralık katiller, ruhlar, melekler, şeytanlar, iblisler dünyasının kapılarını aralıyor…

Philip K. Dick’s Electric Dreams

http://www.imdb.com/title/tt5711280

Her bölümünde farklı hikayelerden oluşan dizi, en basit ve sıradan, tabii bunlar kendi içindediğer
bölümlere kıyaslayarak öyle kalıyor, bölümlerinde bile sizi bir oraya, bir buraya savuracak.
Sylvia Plath Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı’nı fantastik, bilim kurgu kategorisinde
yazsaydı böyle de bir dizi çıkardı işte, öyle bir şey…

The Sinner

http://www.imdb.com/title/tt6048596/

Mini TV dizisi olarak çıkan The Sinner, Cora’nın sıradan hayatının bir gün kumsalda çocuğuna
elma soyduğu bıçakla bir anda katile dönüşmesiyle başlıyor, aslında öldüren o muydu, yoksa
bir nefs-i müdafa mıydı bu olay? Katil kim? Tabii say say bitmez kadrosu da izlenmeye değer
kılıyor diziyi.

Ve tabii ki 2017 doğumlu olmayan dizi bonusu:

Grace&Frankie

http://www.imdb.com/title/tt3609352

Bir de 2017’de veda etmiş gibi yapan, ama bizi bırakmayacağını umduğumuz dizi bonusu:

Sense8

http://www.imdb.com/title/tt2431438

 

Irmak Keskin

İran – ABD nükleer anlaşması şimdilik uzatıldı

ABD Başkanı Donald Trump, İran ile nükleer anlaşmayı son bir kez daha uzatmaya karar verdi.

Trump’ın imzalayacağı feragat ile İran’a uygulanan yaptırımların 120 gün daha ertelenmesi söz konusu olacak.

2015 yılında ABD’nin eski başkanı Barack Obama döneminde imzalanan anlaşma ile İran’ın uranyum zenginleştirme programının 2025 yılına kadar ertelenmesi kararı alınmıştı.

Ancak Beyaz Saray bu sürenin sonsuza dek gitmesini istiyor.

BBC’nin haberine göre Trump yönetiminden bir yetkili eğer 120 gün içinde anlaşmada bir değişiklik yapılmazsa ABD tek taraflı olarak anlaşmadan çekileceğini açıkladı.

Trump uzun zamandır eleştirdiği anlaşmadan çekilebileceğini aktarmıştı.

İran ise  eğer ABD anlaşmadan çekilirse bundan ötürü yas tutmayacaklarını açıklamıştı.

İran çok uzun zamandır nükleer çalışmalarının barışçıl amaçlarla yürütüldüğünü söylüyor.

 

(BBC)

Demirtaş: Benim şu an Binali Yıldırım kadar dokunulmazlığım var

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla yargılandığı dava kapsamında bugün ilk kez hakim karşısına çıktı.

“97 duruşmadır ilk kez hakim karşısına çıkıyorum”

Savunmasına, “Avukatlarıma, buraya gelen ve dışarıda bekleyen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Hem dokunulmazlık hem sorumsuzlukla ilgili ciddi usulsüzlük iddialarımız var. Bunların tutanağa geçmesini istiyoruz.” sözleri ile başlayan HDP Eş Genel Başkanı, “Duruşmada sanık sıfatıyla tutuksuz olarak yargılanıyor olmama rağmen tutukluluk koşullarında savunma yapıyorum. 14 aydır ilk defa hakim karşısına çıkıyorum. Bugüne kadar 20’den fazla dava dosyasında tek bir defa bile hakim karşısına çıkmadım. İlk defa hakim karşısında doğrudan savunma yapıyorum. Üçü mahkemeniz tarafından olmak üzere toplam 97 duruşma yapıldı. Bunların çoğu ya gıyabımda gerçekleşti ya da SEGBİS dayatması yapıldı. 20 civarında SEGBİS ifadesi alınması dayatıldı.” dedi.

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş savunmasına şu şekilde devam etti:

“Bir milletvekilinin yargılanabilmesi için dokunulmazlığının usule uygun kaldırılması gerekir. İncelemenin de savcılık ve mahkeme tarafından yapılmış olması lazım. Şimdiye kadar açılan hiçbir kovuşturmada mahkeme bu denetimi yapmadı. Maalesef AYM’ye başvuru da yetersiz, imza nedeniyle usulden reddedildi ve dokunulmazlığın geçici olarak kaldırılmasını düzenleyen anayasa değişikliği hayata geçti.

“Dokunulmazlık Fransa’dan gelen 230 yıllık bir müessesedir”

Anayasanın ilgili maddesinde “Meclis’in kararı olmadıkça” denir. Yani dokunulmazlık ancak bir yasayla kaldırılır. Anayasa değişikliği ile kaldırılamaz. Eğer hakkımızda bir Meclis kararı olmadan dokunulmazlık kaldırılma işlemi gerçekleşmişse bir Meclis kararı olmadığı için dokunulmazlığın kaldırılması usulüne uyulmamıştır. İkincisi, dokunulmazlık hususu iç tüzükte de düzenlemiştir. TBMM iç tüzüğü normlar hiyerarşisi açısından anayasaya denk bir metindir. O nedenle Meclis iç tüzüğünde yapılmamış her işlem anayasaya aykırıdır. Bizlerin dokunulmazlıkları kaldırılmadan önce hangi işlemlerin yapılacağı iç tüzükte de açıkça kayıtlıdır.

Neden bu kadar detaylı düzenlenmiştir dokunulmazlık hususu? Parlamenterler herhangi bir yargısal baskı altında kalmasın diye. Yürütmenin baskısıyla uyduruk soruşturmalarla meşgul edilmesin diye. Tezkereler TBMM’yi meşgul etmesin diye tüm aşamalar sıralanmıştır. İkinci nedeni ise milletvekillerin dokunulmazlığının kaldırılması sırasında kendisini savunma hakkı verilmesidir. Dokunulmazlık Fransa’dan gelen 230 yıllık bir müessesedir. Milletvekili kendiliğinden bile bu haktan vazgeçemez.

Yapılması gereken işlem şuydu; her bir milletvekilinin her bir fezlekesinin karma komisyona sevk edilmesi, hazırlık komisyonu oluşturulması, hazırlık komisyonunun her milletvekilini dinlemesi, soruşturma ciddi midir bakması ve en önemlisi bu fezleke dokunulmazlıklara dair bir eyleme dair mi yoksa kürsü dokunulmazlığına dair mi?

3-4 farklı savunma fırsatı sunulmuştur milletvekillerine. Genel Kurul’da da milletvekillerinin savunma hakkı vardır. Her fezleke için süre konulmaksızın, savunma yapılabilir. Amaç kamuoyunun gözü önünde milletvekili neyle suçlanıyor alenileşsin, milletvekili yargı huzuruna çıkacaksa kamuoyu bu konuda bilgi sahibi olsun. Yine her fezleke için savunma hakkı yargılamanın ilk aşamasıdır. Yani savunma hakkı burada başlamaz Meclis’te başlar. Dolayısıyla savunma hakkımız ihlal edilmiştir. Yine iç tüzüğe başvurulmuş olsaydı her milletvekili başvuru hakkına sahip olacaktır. Düzenleme anayasa değişikliği ile yapıldığı için 110 vekille AYM’ye başvuru gerekecekti ve yapılan değişikliğin anayasaya aykırı olduğu, savunma hakkının ihlal edildiği şeklinde AYM’ye ya da yerel mahkemeye başvuracaktık. Önümüzdeki tek imkan yerel mahkemenin bu durumu ciddiye alarak AYM’ye götürmesidir.

“Benim şu an Binali Yıldırım kadar dokunulmazlığım var”

Bir milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılırken dönem sonuna kadar kaldırılır. Kaç fezlekeden dokunulmazlığı kaldırılacaksa dönem sonuna kadar kaldırılır. Milletvekili yargı mercine gittiği aşamada dokunulmazlığı olmaması lazım. Eğer dokunulmazlığı varsa yargı mercileri hiçbir işlem yapamaz. Bu nedenle dönem sonuna kadar kaldırılır. Kaldırılmamışsa ciddi bir hata vardır. Burada bir ucubelik var. Biz 83. maddenin tümden kaldırılmasını istiyoruz. Ama iktidar milletvekilleri kendilerinden korktuğu içini HDP’li milletvekillerini hedef göstererek açık bir siyasi sistem tesis ettiler ve yanlış tesis ettiler. Size sormak istiyorum; benim şu anda dokunulmazlığım var mı yok mu? Dokunulmazlığım var. Binali Yıldırım kadar dokunulmazlığım var. Örneğin mahkemeye hakaret etsem yapabileceğiniz tek işlem fezleke düzenleyip Meclis’e yollamak. Ben şuradan kaçmaya çalışsam kimse bana dokunamaz. Dokunulmazlığı geriye doğru kaldırdılar. Dokunulmazlık geleceğe doğru kaldırılır.

Bana ve arkadaşlarıma alelacele, uyduruk, hukuk tarihi açısından da siyasi tarih açısından da rezil bir düzenleme yaptılar. Bunu da Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop Meclis kulislerinde itiraf etti. Biz bunun anayasaya aykırı olduğunu biliyoruz ama Genel Başkan istedi biz de alelacele bir şey yaptık dedi.

Bu tür uyduruk iddianamelerle muhatap olmayalım diye dokunulmazlık var. Eğer anayasaya aykırı bir işlem tesis edilmişse bunun denetlenmesi lazım. Bunun denetlenmesinin biricik yolu da sizin bu durumu Anayasa Mahkemesi’ne götürmenizdir.

Bir başka husus: Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanlığı seçiminde 3 adaydan biriyim. Böyle bir dosyada asliye ceza hakimi ne yapsın? Bu kadar ağır yükün ağır cezalara, asliye cezalara atılmaması lazım. Nasıl MİT müsteşarı, Genelkurmay Başkanı, yüksek yargıda yargılanıyorsa, Milletvekillerinin de üst mahkemelerde yargılanmasına dair AYM’ye konuyu taşımanızı talep ediyorum. Bu konuda ara kararınız açıklandıktan sonra savunmamıza devam edeceğim.”

 

(Bianet)