Ana Sayfa Blog Sayfa 283

TTB Merkez Konsey üyeleri görevden alındı

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi‘nin görevden alınması talebiyle açılan davanın karar duruşması Ankara Dışkapı Adliyesi’ndeki  görüldü. Başka Şebnem Korur Fincancı dahil olmak üzere tüm yönetimin görevden alınmasına karar verildi.

TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) yönelik ifadeleri nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma kapsamında ‘terör propagandası yapmak’ iddiasıyla 27 Ekim 2022 tarihinde tutuklanmıştı. Yedi yıl altı aya kadar hapis istemiyle açılan dava, Ankara 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ‘yetkisizlik’ kararı verilerek İstanbul’a gönderilmişti.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, ayrıca TTB Merkez Konseyi ve Fincancı’nın kuruluş amaçlarına aykırı faaliyette bulundukları iddiasıyla görevlerine son verilmesi ve yerlerine yenilerinin seçilmesi talebiyle davaname hazırlayarak, Ankara 31’inci Asliye Hukuk Mahkemesi’ne göndermişti.

Duruşmaya görevden alınmaları istenen TTB Merkez Konsey üyeleri ve avukatlarının yanı sıra milletvekilleri, sendika temsilcileri, meslek örgütü yöneticileri ile CHP, HEDEP, TİP‘ten milletvekilleri katıldı.

Mahkeme, kararında, TTB Kanunu ek 2. maddesine göre; bir ay içinde yeniden seçime gidilmesine; büyük kongre üyeleri arasından 5 kişilik heyetin görevlendirilmesine hükmetti. Bu kişiler şöyle: Konya Tabip Odası Başkanı Bahadır Öztürk, Malatya Tabip Odası Başkanı Mustafa Sezai Demirel, Erzurum Tabip Odası Başkanı Muhammed Çağatay Engin, Samsun Tabip Odası Başkanı Ömer Fazıl Çadır, Denizli Tabip Odası Başkanı Fazıl Necdet Ardıç. 

Göreve getirilen beş odadan Malatya, Denizli ve Samsun tabip odaları geçtiğimiz günlerde yayımlanan “TTB ve tabip odalarının yönetsel süreçlerine müdahalenin son bulmasını talep ediyoruz” başlıklı bildiriye imza atmıştı.

Görevden alınan üyelerin isimleri ise şöyle: TTB Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı, TTB İkinci Başkanı Ali İhsan Ökten, Genel Sekreter Vedat Bulut, üyeler Nursel Şahin, Onur Naci Karahancı, Kazım Doğan Eroğulları, Alican Bahadır, Ahmet Karer Yurtdaş, Adalet Çıbık, Aydın Şirin ve Lütfi Tiyekli.

Korur- Fincancı: TTB’den bizi söküp atmaya hiç kimsenin gücü yetmez

Mahkeme kararıyla görevden alınan TTB Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı ise kararı şöyle değerlendirdi: “Bu mücadele bitmez. Daha önce de söylemiştik, mücadele TTB’nin adıdır. TTB’den bizi söküp atmaya hiç kimsenin gücü yetmez. Biz her zaman TTB içinde emek vermeye devam ederiz. Gerekirse yeri sileriz, gerekirse deprem bölgesinde yükleri taşırız, gerekirse de üretiriz, halk sağlığı sorunlarını hep beraber dile getiririz. Bu görevimizin başındayız. Bu mücadeleyi sürdüreceğimizi, bu mücadelenin de Türk Tabipleri Birliği içinde, o çatının altında olacağını bilmenizi istiyoruz” dedi.

TTB’nin sosyal medya hesabından yapılan açıklamada ise, karar kesinleşene Merkez Konsey’in göreve devam edeceği vurgulandı:

“Siyasi iktidar eliyle egemen kılınmak istenen hukuksuzluk rejimi bir meyvesini daha vermiş; Türk Tabipleri Birliği’ni hedef alan davada, bir yıldan bu yana süregelen hukuksuzluklar silsilesi Merkez Konseyi üyelerinin görevden alınması ile sonuçlanmıştır.

Altını kalın çizgilerle çiziyoruz: Türk Tabipleri Birliği için dünden bugüne değişen hiçbir şey yoktur. Merkez Konseyi karar temyizde kesinleşene kadar görevinin başındadır. Eşitlik yoksa, özgürlük yoksa, demokrasi yoksa, adalet yoksa, sağlık yoksa; mücadele haktır! Ve mücadele, Türk Tabipleri Birliği’nin adıdır.”

[COP28] Gelişmekte olan ülkeler için kayıp-hasar fonunda uzlaşma sağlandı

İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 28. Taraflar Konferansı (COP 28) başladı. İklim Zirvesi’nin ilk gününde gelişmekte olan ülkelere yardım amaçlı kayıp ve hasar fonu açıklandı.

Ülkeler, daha yoksul ülkelerin iklim çöküşünün etkileriyle baş etmelerine yardımcı olmak amacıyla kayıp ve hasar fonunun faaliyete geçirilmesi konusunda  anlaşmaya vardı. Uzlaşma haberi delegeler tarafından ayakta alkışlandı.

Söz konusu fonun oluşturulması, iklim görüşmelerinde uzun süredir bir engel oluşturuyor ve konferansın ilk gününde varılan anlaşma, konferansın kapanışına kadar resmi olarak onaylanmayacak olsa da, pek çok delege tarafından memnuniyetle karşılandı.

Kayıp ve hasar finansmanı sözleşmesine ilişkin bazı önemli noktalar şöyle:

  • Dünya Bankası dört yıl süreyle geçici ev sahibi olacak ve fonun gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin temsil edildiği bağımsız bir sekreteryası olacak.
  • Fonun 2030 yılına kadar yılda en az 100 milyar dolar olması konusunda anlaşmaya varılırken, gelişmekte olan ülkeler gerçek ihtiyaçların halihazırda yıllık 400 milyar dolara yakın olduğunu söylüyor. Yakın zamanda yapılan bir çalışmaya göre , iklim değişikliğinden kaynaklanan kayıp ve hasarların maliyeti 2022’de yaklaşık 1,5 trilyon dolar .
  • Fona yapılan ödemeler gönüllü olacak ve gelişmiş ülkeler katkıda bulunmaya “davet edilecek”, zorunlu olmayacak
  • Gelişmekte olan tüm ülkeler, en az gelişmiş ülkelere ve gelişmekte olan küçük ada devletlerine minimum yüzde tahsisi ile fondaki kaynaklara doğrudan erişme hakkına sahip olacak.

Dünya Kaynakları Enstitüsü Başkanı ve CEO’su Ani Dasgupta, kayıp ve hasar fonunun en karanlık anlarında insanlara bir cankurtaran halatı olacağına dikkat çekti:  “Fon, ailelerin felaketlerden sonra evlerini yeniden inşa etmelerine, mahsulleri yok olduğunda çiftçilere destek vermelerine ve yükselen denizler nedeniyle kalıcı olarak yerlerinden edilenlerin yerlerini değiştirmelerine olanak sağlayacak. Bu sonuç zorlu bir mücadeleydi ancak ileriye doğru atılmış açık bir adımdır.”

Climate Action Network International küresel siyasi strateji başkanı Harjeet Singh ise, fonun başarısının ihtiyaç sahiplerine akmaya başlama hızı ve ölçeğine bağlı olacağını kaydetti: “Dünya liderlerini COP28’de yalnızca başlangıç ​​maliyetlerini karşılamak için değil aynı zamanda fonu doldurmak için de önemli katkıları duyurmaya çağırıyoruz. Savunmasız ülkelerdeki insanlar, 2030 yılında iklim bağlantılı zararlarla 580 milyar dolara varan zararlarla karşı karşıya kalacak ve bu sayı artmaya devam edecek.

“Artık sorumluluk, finansal yükümlülüklerini iklim krizindeki rolleriyle orantılı bir şekilde yerine getirme sorumluluğundadır; bu kriz, temel olarak onlarca yıldır süren sınırsız fosil yakıt tüketimi ve küresel güneye yeterli iklim finansmanının sağlanamamasından kaynaklanmaktadır. ”

ABD: En zengin ve en büyük kirletici olarak katkısı düşük

Hem dünyanın en zengin ülkesi hem de en büyük kirleticisi olan ABD’nin  kayıp ve hasar fonuna yaptığı nispeten önemsiz katkı ise eleştirildi.

ABD, kayıp ve hasar fonu için 17,5 milyon dolar, okyanustaki ada ülkelerine odaklanan Pasifik Dayanıklılık Tesisi için 4,5 milyon dolar ve iklim krizinden etkilenen ülkelere teknik destek sağlayan Santiago Ağı için 2,5 milyon dolar açıkladı.

Japonya ayrıca ana kayıp ve hasar fonu için 10 milyon dolar taahhüt etti. Halihazırda yaklaşık 300 milyon doları bulan bu önemli taahhütler, diğer zengin ülkeler üzerindeki fona katkıda bulunma baskısını artıracak.

Almanya ayrıca kayıp ve hasar fonuna 100 milyon dolar yatıracağını duyurdu.  Birleşik Krallık da fon için 40 milyon ve finansman düzenlemeleri için 20 milyon sterlin olmak üzere 60 milyon sterlin (75 milyon dolar) açıkladı.

Kayıp ve hasar finansmanı düzenlemelerinin kabul edildiğinin duyurulmasının hemen ardından, görüşmelere ev sahipliği yapan Birleşik Arap Emirlikleri ise  fona 100 milyon dolar bağışta bulundu.

Power Shift Afrika direktörü Mohamed Adow şunları söyledi: “İlk finansman taahhütleri açıkça yetersiz ve ele aldıkları ihtiyacın ölçeğiyle karşılaştırıldığında okyanusta bir damla olacak. Özellikle ABD’nin açıkladığı miktar Başkan Biden ve John Kerry açısından utanç verici. Bu,  sadece bunun nasıl bir başlangıç ​​olması gerektiğini gösteriyor.

Fonun nasıl işleyeceğine ilişkin kurallar üzerinde anlaşmaya varılmış olmasına rağmen, zor bir son tarih yok, hiçbir hedef yok ve ülkeler bu fona ödeme yapmak zorunda değil; bütün mesele zengin, yüksek düzeyde kirlilik yaratan ulusların iklimden musdarip savunmasız toplulukları desteklemesi.

ABD ve diğer zengin ülkeler fonun Dünya Bankası‘nın ev sahipliğinde yapılmasını istiyordu. Bu konuda anlaşmaya varıldı, ancak geçici olarak ve yalnızca şeffaf ve erişimi kolay bir şekilde işlediği sürece, Dünya Bankası’nın bilmediği bir şey bu. Görev için uygun olmadığı ortaya çıkarsa, işi yapmak için ayrı bir kuruluş kurmamız gerekecek.”

Kayıp ve hasar” terimi, BM tarafından ilk kez 2007 Bali Eylem Planı‘nda kullanıldığından beri şiddetli bir şekilde tartışılıyor ve özellikle iklim krizinin olumsuz etkileriyle mücadele eden savunmasız ülkeler ve kişiler tarafından güçlü bir şekilde talep ediliyor.

Dubai’de Pan Afrika İklim Adaleti İttifakını temsil eden 23 yaşındaki Grace Louis, Güney Sudan’daki Toposa kabilesinden. Fotoğraf: Nina Lakhani/ Guardian.

Greenpeace Ortadoğu ve Kuzey Afrika İcra Direktörü Ghiwa Nakat,  iklime bağlı kayıp ve zarardan mustarip topluluklar için her katkının önemli olduğuna dikkat çekti: “Ev sahibi ülkeden beklediğimiz türde bir liderlik bu ve diğer ülkeleri de aynı yolu izlemeye çağırıyoruz. Zengin gelişmiş ülkeler yeni fona büyük katkılarda bulunmalı ve çevreyi kirleten endüstrilere de bunun bedelini ödemelidir. Eğer COP28 başkanlığı, fosil yakıtların aşamalı olarak durdurulmasına ilişkin bir uzlaşma anlaşmasıyla bunun üzerine inşa edebilirse, COP28 gerçekten de tarihi bir olay olacak.”

Mısır‘da geçen yıl yapılanCop27‘nin başlangıcında, kayıp ve hasar fonunun gündemde bile olmadığını hatırlatan Christian Aid‘in küresel savunuculuk lideri Mariana Paoli de bunun gelişmekte olan ülke müzakerecilerinin kararlılığının bir kanıtıdır” olduğunu söyledi ve eleştirilerini şöyle sıraladı:

“Dünya Bankası’nın fonun geçici ev sahibi olması gelişmekte olan ülkeler için endişe verici. Savunmasız toplulukların fonlara kolay ve doğrudan erişebilmesini ve tüm operasyonun Dünya Bankası’nın normalde çalıştığından çok daha fazla şeffaflıkla yürütülmesini sağlamak için bu sürecin yakından incelenmesi gerekiyor. Bunlar ülkeler arasında kabul edilen koşullardı ve bunlara uyulmadığı takdirde ayrı bir düzenlemeye ihtiyaç duyulacak.

Fonun dolduğunu görmemiz artık hayati önem taşıyor. İklim krizine en az katkıda bulunan insanlar halihazırda iklim kayıplarından ve zararlarından acı çekiyor. Bu maliyetleri karşılamak için mali destek beklemek zorunda kaldıkça adaletsizlik de artıyor. Cop28’de, halihazırda taahhüt edilmiş olan yeniden paketlenmiş iklim finansmanının yanı sıra, kayıp ve hasar fonuna yönelik önemli yeni ve ek para taahhütlerini de görmemiz gerekiyor.”

[İklim Masası] COP28’den neler beklemeliyiz?

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Dr. Ezgi Ediboğlu Sakowsky‘nin kaleme aldığı ve COP28’den nelerin beklenebileceğine ilişkin değerlendirmelerine yer verdiği makalesini yayımlıyoruz. 

*

Bugün (30 Kasım) başlayan ve 12 Aralık’a kadar devam edecek olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP 28/28. Taraflar Konferansı), petrol ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri’nde  (BAE) düzenlendiği için eleştirilerin hedefi olsa da, iklim değişikliğiyle mücadele konusunda önemli gelişmelere gebe.

COP28’e damga vurması beklenen konular arasında, ilk defa bu sene yayınlanacak olan Küresel Durum Değerlendirmesi Raporu; artırılmış yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği hedefleri; fosil yakıtlardan çıkış tartışması ve iklim finansmanı ile ilgili süregelen sorunlar yer alıyor. Ayrıca tarım sektörünün emisyonlarının azaltımı konusunun ilk kez iklim değişikliği bağlamında tartışılacak olması da ilgi çeken başlıklar arasında.

[COP28’e doğru] Dünya fosil yakıtlardan vazgeçme konusunda anlaşabilir mi?
cop28
Fotoğraf: Peter Dejong / AP

Gereken azaltım yüzde 43, öngörülen azaltım ise yalnızca yüzde 2

Her beş senede bir yayınlanması öngörülen Küresel Durum Değerlendirmesi raporlarının ilki, COP 28’de tamamlanacak. Bu rapor, iklim değişikliğiyle mücadelede ulusal olarak değil, küresel olarak ne kadar aşama kaydedildiğini, sera gazı emisyonlarının azaltımı, iklim değişikliğinin etkilerine uyum, iklim finansmanının sağlanması gibi farklı başlıklardaki mevcut durumu tespit etmeyi hedefliyor. Bu raporla amaçlanan, mevcut durumu devletlere netlikle göstererek daha ciddi hedefler belirlemelerini sağlamak.

Nitekim Eylül ayında yayınlanan, Küresel Durum Değerlendirmesi’nin teknik raporu, 1.5°C hedefinden çok uzakta olduğumuzu ortaya koyuyor. Yine bu yıl sunulan ulusal katkı beyanları sentez raporuna göre ise, bütün hedefler uygulansa dahi 2030 yılında emisyonlar 2019 yılına göre yalnızca yüzde 2 azalacak. Oysa Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) bilimsel analizine göre, küresel ısınmayı 1.5°C ile sınırlandırmak için, 2030 yılında kadar emisyonların yüzde 43 oranında azalması gerekiyor. 

Rapor, büyük bir netlikle, enerji sektörünün karbonsuzlaşma zorunluluğunu ifade ediyor. Peki bu mümkün mü?

 [COP28’e doğru] Dubai’deki BM İklim Zirvesine kimler katılıyor?

Fosil yakıtlardan çıkış ve enerji hedefleri, en can alıcı konular

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı, 2030’a kadar yenilenebilir enerji hedeflerini üç kat, enerji verimliliği hedeflerini ise iki kat artırma ihtiyacını açıklamıştı. Londra merkezli haber ajansı Reuters‘ın haberine göre, dünya ekonomisinin yüzde 85’ini temsil eden devletler, COP28 öncesi bir araya gelerek yenilenebilir hedeflerini üç katına çıkarmak üzerine anlaştı. Anlaşmaya varanlar arasında ABD, Avrupa Komisyonu ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) de bulunuyor. Bu anlaşmanın, fosil enerji ve özellikle kömür yatırımlarını azaltmayı da hedeflediği belirtiliyor.

BAE’nin devlete bağlı fosil yakıt şirketinin, hem yenilenebilir hem de fosil yakıt yatırımlarını artıracağı açıklamasını da yakın zaman önce yapmış olması, bu konuda şüphe yaratan unsurlardan sadece biri. Fosil yakıtlardan çıkış hususu COP28’de ciddi anlamda tartışıldığında, BAE’nin nasıl bir tavır takınacağı belirleyici olacak. Fosil yakıt üretimi ekonomilerinde büyük pay sahibi olan Rusya ve Suudi Arabistan gibi başka ülkelerin de fosil yakıtlardan çıkışı onaylamadıkları, duyumlar arasında yer alıyor.

Öte yandan Çin ve Hindistan gibi sera gazı salımları yüksek ülkelerin tavrı ise merak konusu. Örneğin, Çin’in kömür yatırımları devam ediyor. Bu konunun, COP 28’in en çok tartışılan meselesi olması bekleniyor ve bahsi geçen anlaşmanın COP 28’e damgasını vurması kesin gibi.

[COP28’e doğru] Eski dünya liderleri, petro-devletlerin gelirlerinden 25 milyar dolar vergi talep ediyor
[COP28’e doğru] İklim zirvesi öncesi enerji dönüşümünü hızlandıracak yol haritası belirlendi

cop28

Anlaşmanın COP28’de şeffaflık kazanması sonucunda, Türkiye’nin bu anlaşmadaki yeri de belli olacak. Ulusal Enerji Planı altında elektrik sistemini 2035’e kadar ciddi anlamda karbonsuzlaştırmayı öngören Türkiye, kömüre hâlâ yatırım yapması ve doğal gaza olan ihtiyacı sebebiyle eleştiriliyor. Bu Plan aynı zamanda güneş enerjisi kapasitesinin ciddi ölçüde artırılmasını öngörüyor; yeterli olmasa da rüzgar ve batarya teknolojilerini içeriyor ve nükleer vurgusunu artırıyor. Hem yenilenebilir enerji hem de kömür yatırımlarının artırımını planlayan Türkiye’nin, yenilenebilir hedeflerini üç katına çıkaracak bir anlaşma altında yer alması, ‘Kömürden çıkışa doğru bir adım olabilir mi?’ sorusunu gündeme getirebilir.

BAE’nin tutumu endişe konusu

Çevreci aktörler ise bu anlaşmanın COP 28 kararının bir parçası olmasına ve – gerçekleşse dahi – etkili olacağına bel bağlamıyorlar. Her şeyden önce, BAE gibi fosil yakıtlar ile özdeşlemiş endüstriye sahip bir ülkenin COP 28’e ev sahipliği yapması, endişelere neden oluyor. COP 28’in başkanlığını yürüten Dr. Sultan Al Jaber’in aynı zamanda BAE devletinin petrol (Abu Dabi Ulusal Petrol Şirketi , ADNOC) ve yenilenebilir enerji (Masdar) şirketlerinin CEO’su olması, durumu daha da olumsuz etkiliyor.

Bu kaygılar, BBC’nin bu hafta yayınlanan bir haberiyle iyice alevlendi: Buna göre BAE, COP 28’i, diğer devletlerle petrol anlaşmaları yapmak için kullanmayı planlamıştı. Bütün bunlar bir araya geldiğinde, yenilenebilir enerji hedeflerini üç kat artırma planlarına BAE’nin önderlik etmesi, anlaşmaya olan inancı sarsıyor.

Sera gazı emisyonlarının aslan payından sorumlu olan enerji sektörünün durumu, iklim değişikliğiyle mücadelede çok ciddi bir mesele. COP 28 ise bu düğümün tartışılacağı yer olacak.

[COP28’e doğru] Belgeler sızdırıldı: Ev sahibi BAE iklim görüşmeleri sırasında petrol anlaşmalarını teşvik etmiş

cop28

Gelişmiş devletler yıllık 100 milyar dolar sözünü tutmuyor

Küresel Durum Değerlendirmesi raporunun altını çizdiği bir diğer önemli mesele ise iklim finansmanına duyulan ihtiyaç. Gelişmekte olan devletler, iklim değişikliğiyle mücadelede azaltım ve uyum hedeflerini uygulayabilmek için ciddi bir bütçeye ihtiyaç duyuyor. Örneğin, BM Çevre Programı’nın yaptığı bir çalışma, gelişmekte olan devletlerin yalnızca uyum için ihtiyaç duyduğu finansmanı 2030’a kadar yıllık 160-340 milyar dolar, 2050’ye kadar ise 315-565 milyar dolar olarak hesaplıyor.

İklim değişikliği rejimi altında, Küresel Çevre Fonu, Yeşil İklim Fonu, Adaptasyon Fonu, En Az Gelişmiş Ülkeler Fonu gibi gelişmiş devletlerin finansman aktarması gereken fonlar bulunuyor. Geçen yıl aralarına Kayıp ve Zarar Fonu da eklendi. Bütün bu fonlar altında gelişmiş devletlerin verdiği en cömert taahhüt ise ilk kez 2009’da verilen yıllık 100 milyar dolar sözü. Bu karar, 2010 ve 2015’te tekrar edildi ve 2025’e kadar uzatıldı. Ancak yapılan bir çalışma, iklim finansmanının arttığını fakat  yıllık 100 milyar dolar sözünün tutulmadığını gözler önüne seriyor. Dahası, aynı çalışma, 2025’e kadar gelişmekte olan devletlerin 1 trilyon dolarlık yatırıma ihtiyacı olduğunu ifade ediyor. Henüz yıllık 100 milyar dolar taahhüdün tutulmadığı bir ortamda, 2025 ve sonrası için yeni bütçe tartışmaları hem COP 28’de hem de COP 29’da önemli yer tutacak.

Bu bağlamda yaşanan olumlu bir yenilik, gelişmiş devletlerin yanı sıra gelişmekte olan devletlerin de finansmana katkı sunmaya başlaması. Mesela Çin de ikili anlaşmalar yoluyla iklim finansmanına destek vereceğini ifade etti.

[COP28’e doğru] Bonn İklim Görüşmeleri sona erdi: Eğer gemi batarsa hep birlikte batarız
cop28
Bir katılımcı Bonn’daki görüşmeleri izliyor – Fotoğraf: UN Climate Change

Tarım sektörü kaynaklı emisyonlar ilk kez masada

COP 28’de yaşanması beklenen bir diğer önemli gelişme, gıda sektörüne ilişkin. Gıda sektörü emisyonları ulusal katkı beyanlarında yaygın olarak yer almıyordu fakat Gıda ve Tarım Örgütünün (GTÖ) 2019’da dikkat çektiği gibi, sadece süt ve süt ürünleri sektörü bile toplam tarihsel emisyonların yüzde 3.4’ünden sorumlu. Öyle ki, bu sektörün havacılık sektöründen fazla salım yaptığını ifade eden haberler yapılıyor. 

Gıda sektörünün bunca zaman küresel emisyon tartışmalarından görece kaçabilmesini ise sektörün Gıda ve Tarım Örgütü’ne kurduğu ciddi baskı ile açıklayabileceğimize yönelik çok ciddi iddialar bulunuyor. Şöyle ki, eski bir GTÖ çalışanı, gıda emisyonları üzerine 2006’dan beri çalışıldığını fakat endüstrinin GTÖ üzerinde çok ciddi baskı kurmasından dolayı sonuçların sabote edildiğini ve şeffaf bir şekilde açıklanmadığını iddia ediyor. Yani 10 yılı aşkın süre, ta ki 2019’a kadar, GTÖ’nün endüstri tarafından manipüle edilmesi devam etmiş ve et ve süt endüstrisi çıkarlarını koruyabilmiştir.

COP28’de, amacı gıda sektörü emisyonlarının tüm ulusal katkı beyanlarında yer almasını sağlamak olan ve adına Gıda Sistemleri Deklarasyonu denen bir politika belgesinin devletlere imzalatılması hedefleniyor. Gıda sebebiyle metan gazı salımının yüksek olması bu adımı ayrıca kıymetli kılıyor. Fakat özellikle de hayvancılık endüstrisinin çok ciddi lobi faaliyeti için COP28’e geleceği biliniyor. Yani her alanda olduğu gibi, COP28, bu konuda da tartışmalı geçeceğe benziyor.

cop28
Fotoğraf: AP Photo/Martin Meissner

Dr. Ezgi Ediboğlu kimdir?

Dr. Ezgi Ediboğlu, İstanbul Üniversitesi‘nde Hukuk lisans derecesini tamamladıktan sonra çevre hukuku alanında avukatlık yapmış ve Marmara Üniversitesi’nde Kamu Hukuku Yüksek Lisans programına katılmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı’ndan yüksek eğitim için burs aldıktan sonra Marmara Üniversitesi’ndeki eğitimini askıya alarak Birleşik Krallık’a taşınmış ve burada Aberdeen Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Yüksek Lisans ve Doktora çalışmalarını tamamlamıştır.

Yüksek eğitiminde ana olarak Birleşmiş Milletler iklim değilikliği rejimi ve çevreye duyarlı teknolojilerin transferinin olası hükümetler arası yöntemlerine odaklanmıştır.

Doktora sonrası iki yıl kadar Türkiye’de akademisyenlik yapmış ve aynı zamanda 2021/22 Mercator – İPM Araştırmacısı olarak İstanbul Politikalar Merkezi bünyesinde ‘İklim Değişikliğiyle Mücadelede Teknolojik Yol Haritası: Türkiye İçin Bir Öneri’ adlı projesini yürütmüştür.

Türkiye’de bulunduğu sürede çalışmalarına Türkiye’nin iklim değişikliği rejimi altındaki durumunu da eklemiştir. Konu hakkında çalışmaya KAHİP ve kurucu üyelerinden biri olduğu Gıdanın Durumu Derneği gibi sivil toplum kuruluşları ile devam etmektedir.

2023 yılının başlarından beri Max Planck İnovasyon ve Rekabet Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olarak çalışmaktadır.

Uzmanlık Alanları: Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Rejimi; Çok Taraflı Çevre Anlaşmaları; Teknoloji Transferi; Uluslararası Çevre Hukuku; Uluslararası Örgütler Hukuku

MİT tırları davasında yeniden yargılanan Erdem Gül için üç yıl dört aya kadar hapis cezası istendi

Yargıtay‘da bozulan ‘MİT tırları’ davasında yeniden yargılanan Adalar Belediye Başkanı ve eski Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Erdem Gül hakkındaki mütalaa açıklandı.

‘Basın özgürlüğünün devlet sırlarının açıklanmasının önlenmesi amacıyla sınırlanabileceği’ yönünde mütalaa veren savcı, ilk yargılamada hakkında düşme kararı verilen Gül’ün “Terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme” suçlamasıyla üç yıl dört aya kadar hapisle cezalandırılmasını talep etti.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi‘ndeki duruşmaya, tutuksuz yargılanan Gül ve avukatları katıldı. Duruşma son savunma için ertelendi.

Esas hakkındaki mütalaada savcı, ‘FETÖ’nün yöneticilerinden olduğu belirtilen Emre Uslu‘nun talimatıyla 1 Ocak 2014 tarihinde Hatay, Kırıkhan‘da ve 19 Ocak 2014’te Adana, Ceyhan’da MİT sorumluluğunda olan tırların silah kullanmak suretiyle ve MİT mensuplarına darp ve şiddet uygulanarak durdurulduğu, tırdaki malzemelerin devletin iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken nitelikte olduğu halde aranmak istendiğini söyledi.

Durdurulan tırlardaki malzemelerin kamera kaydı ve fotoğraf çekiminin ‘örgüt mensuplarınca’ yapıldığı, dönemin soruşturma makamları ve kolluk görevlilerinden başka kişilerin görüntülere ulaşma yetkisinin bulunmadığı belirtilerek Adana Sulh Ceza Hakimliği‘nce 14 Ocak 2014’te yayın yasağı konulduğu hatırlatılan mütalaada İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliği tarafından 29 Mayıs 2014 tarihinde haber içeriklerine erişimin engellenmesine de hükmedildiği, yayın yasağına rağmen bu görüntülerin yayınlandığı belirtildi.

‘FETÖ-PDY’nin maçları doğrultusunda, kamu yararı bulunmadığı halde…’

Savcı, Gül’ün ‘devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından devlet sırrı niteliğindeki bilgileri FETÖ/ PDY örgütünün nihai amaç ve stratejisi doğrultusunda, hiçbir kamu yararı bulunmadığı halde yayınlayarak “Terör örgütünün hiyerarşisine dahil olmaksızın terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme” suçunu işlediği iddiası’yla bir yıl sekiz aydan üç yıl dört aya kadar hapisle cezalandırılmasını istedi.

Mütalaaya karşı savunma için süre isteyen Gül ve avukatlarına süre veren mahkeme, duruşmayı erteledi. Duruşma çıkışında basın mensuplarının soruları üzerine Erdem Gül, “Bir tek kelime söyleyeceğim: Gazetecilik suç değildir” dedi.

Ne olmuştu?

Adana ve Hatay’da, Ocak 2014’te durdurulan MİT tırlarına ait görüntülerin yayınlanmasına ilişkin İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada 15 Mayıs 2019 tarihinde CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu hakkında “Silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım” suçundan ceza verilmesine yer olmadığına hükmedilmişti. Erdem Gül hakkında ise “Soruşturmanın gizliliğini ihlal” suçlamasıyla zaman aşımı nedeniyle davanın düşürülmesine karar verilmişti. Karar  İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nce (BAM) onanmasına rağmen, İstanbul BAM Cumhuriyet savcısı ve Berberoğlu’nun avukatının itiraz etmesi üzerine dosya bu kez Yargıtay’a gönderildi.

Dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesi, her iki sanık hakkında yerel mahkemenin kararının bozulmasına karar verdi. Bozma kararında milletvekili dokunulmazlığını kaybeden Enis Berberoğlu’nun yeniden seçildiği ve halen milletvekili olarak görev yaptığı hatırlatıldı ve dokunulmazlığı tekrar kazandığı belirtildi.

Erdem Gül yönünden ise “Örgüte yardım” ya da “Örgüt adına suç işleme” suçundan da cezalandırılması gerekip gerekmediği tartışılmadan delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek eylemin sadece “Soruşturmanın gizliliği ihlal” suçunu oluşturduğu ve Basın Kanunu’nun 26/1 maddesinde öngörülen 4 aylık süreden sonra davanın açıldığı ve düşme kararı verildiği ifade edildi.

Yargıtay’ın bozması sonrasında Enis Berberoğlu ve Erdem Gül, 13 Eylül 2023’de İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden hakim karşısına çıkmış; mahkeme CHP’li Enis Berberoğlu yargılamanın durmasına, Gül hakkındaki dosyanın ise ayrılmasına karar vermişti.

Kent savunucusu, mimar Tezcan Karakuş Candan Çankaya Belediye Başkanlığına aday oluyor

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, CHP’den Çankaya Belediye Başkanlığı’na aday oldu. Candan adaylık için görevinden istifa etti.

Artı Gerçek – TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) Çankaya Belediye Başkanlığı için aday adaylığını açıkladı. Karakuş Candan, Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanlığı’ndan aday olmak için istifa etti. Odada yeni görev dağılımı ise ilerleyen günlerde yapılacak.

Aday olup seçilirse Çankaya’nın ilk kadın ve mimar belediye başkanı olacak

Karakuş Candan, istifa dilekçesinde şunları söyledi:

“Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı olarak, Cumhuriyet’in Başkentinin korunması, sağlıklı kentleşme politikaları ve nitelikli mimarlık mücadelesinde, bana vermiş olduğunuz sorumluluğu her hal ve şart altında bayrağı yere düşürmeden onurla taşıdım. Atatürk Orman Çiftliği mücadelesinden Kaçak Saray’a, Saraçoğlu Mahallesi’nden, İller Bankası’na kadar Cumhuriyetin mimarı mirasını koruma ve daha iyi bir mimarlık ve sağlıklı kent mücadelesinde verdiğiniz destek en büyük enerjimdi, öyle de olmaya devam edecek. Mücadele hepimizi büyüttü, Anadolu’nun her köşesinde, sokağın her metrekaresinde verdiğimiz mücadele bizi halkla buluşturdu, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde birlikte yarattığımız başarı öyküsünü oluşturdu.

Bugüne kadar bana verilen görevlerden, sorumluluklardan kaçmadım, kaçmam da. Yerel yönetimlerde sorumluluk alma iddiasını ortaya koymam gerektiğine dair pek çok yerden, meslektaşlarımdan, halktan gelen taleplerle bu yerel yönetim seçimlerinde gösterilen teveccüh bana verilen yeni bir görevdi.

Bu görev meslek ortamımız adına, 1970’li yıllarda Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanlığı’nın ardından toplumcu belediyeciliğin Ankara’daki temsilcisi olan Vedat Dalokay’dan sonra yeni bir deneyim olma potansiyelini içeriyor. Bunu denemekten uzak durmak olmazdı. Bu nedenle onurla taşıdığım Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanlığı’ndan, Cumhuriyet’in 100. yılında Cumhuriyet’in kalesi Çankaya’ya, Çankaya Belediyesi’ne, ilk kadın ve ilk mimar belediye başkanı olmak için ayrılıyorum.”

Tezcan Karakuş Candan kimdir?

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin Başkanlığını bugüne dek yürüten Tezcan Karakuş Candan, Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesinden 1989 yılında mezun oldu. 1990–1991 yılında ODTÜ bina bilgisinde yüksek lisansa devam etti. 2013 yılında Ankara Üniversitesi Latin Amerika Çalışmalarında yüksek lisansını tamamlayarak Latin Amerika Uzmanı oldu. Ankara Üniversitesi Kent ve Çevre Bilimlerinden, doktora dersleri aldı. Anadolu Üniversitesinde Radyo Televizyon programcılığı bölümüne devam ediyor.

Çankaya Yerel Gündem 21 Genel Sekreterliği, Tarihi Kentler Birliği koordinatörlüğü yaptı. Dünya Sağlık Örgütü, Çankaya Sağlıklı Kentler Proje ofisinde görev aldı. Çankaya Belediyesinde TÜBİTAK Bilim ve Toplum Projeleri kapsamında birlikte Küçük Kara Balık’la Bilim ve Sanata Yolculuk Projesini yürüttü. TÜBİTAK Sivil Mimari Bellek Projesinde araştırmacı olarak yer aldı. Çankaya Belediyesi Toplumsal Dayanışma Merkezleri sorumluluğunu üstlendiği dönemde çok sayıda proje üretti ve yürütücülüğünü üstlendi.

Çankaya Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü kadrosunda çalışırken, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin verdiği kent mücadelesinden kaynaklı, hukuka aykırı biçimde İçişleri Bakanlığı tarafından 6 Eylül 2022 tarihinde devlet memurluğundan ihraç edildi.

Çeşitli üniversitelerde ders veren, yerel yönetimler, kentleşme, sosyal mimarlık, kamusal alanlar, kentsel toplumsal hareketler, yerel yönetim kampanyaları konularında çok sayıda makale ve proje üreten Karakuş Candan’ın “Neoliberal Laboratuvar: Şili, Türkiye ile benzerlikler farklılıklar kıyaslar” adlı bir kitabı bulunuyor.  Atatürk Orman Çiftliği mücadelesinin anlatıldığı “Kaçak Saray” kitabının yazarlarındandır.

Tezcan Karakuş Candan, Ankara’da özellikle Atatürk Orman Çiftliği’nde yapılmak istenen imar projeleri ve tarihi Saraçoğlu Mahallesi’nin “dönüştürülmesi” gibi pek çok “kent suçu”na karşı verdiği hukuk mücadeleleriyle biliniyor.

 

 

Türkiye’nin yüzde 75’i kalıcı kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya

İklim değişikliğine neden olan kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtların kullanımında yaşanan artış küresel ortalama sıcaklıklarda yükselişe neden olurken bu durum aşırı hava olaylarını, sel felaketlerini ve kuraklığı beraberinde getiriyor. Türkiye de bu durumdan en çok etkilenen ülkelerden biri. Küresel ısınma faktörüne bu yıl El Nino etkisinin eklenmesiyle tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de aşırı hava olayları meydana geldi.

Türkiye’de 2023 su yılı yağış miktarı normal değerlere göre yüzde 6 düştü. Uzmanlar yağışların azalmasıyla meteorolojik kuraklık tehdidinin büyüdüğü uyarısında bulundu. Ayrıca Türkiye’nin 4’te 3’ünün kalıcı kuraklığa sürüklendiği bildirildi.

[İklim Masası] İnsan kaynaklı iklim değişikliği Türkiye’de kurak alanları artıracak 
[İklim masası] Türkiye’de tarım kuraklık ve aşırı sıcaklar nedeniyle tehlike altında
IPCC raporundan Türkiye için kuraklık, toprak kayıpları ve kırılganlık çıktı
kuraklık
Fotoğraf- Ümit Bektaş : Reuters

AA’dan Yeşim Yüksel’in aktardığına göre; Türkiye’de yaz mevsimi ortalama sıcaklığı, 1991-2020 yaz mevsimleri ortalaması olan 24 dereceyi 0,7 derece aşarak 24,7 derece ölçülürken, son 53 yılın en sıcak 7. yazı ve son 53 yılın en sıcak ikinci ağustos ayı yaşandı.

Sıcaklıkların mevsim normallerinin üzerine çıkması ve yeterli yağış miktarına ulaşılamaması ise mevcut kuraklık sorununu büyüttü.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre, 1 Ekim 2022-30 Eylül 2023 dönemini kapsayan 2023 su yılında yağış miktarı, 1991-2020 yılları baz alınarak hesaplanan ve normal değerler olarak belirlenen 573,4 milimetrenin yüzde 6 altına gerileyerek 540,4 milimetre ölçüldü.

Fotoğraf: DHA

Kuraklık: En çok düşüş Marmara’da

Su yılı yağış miktarı normali 670 milimetre olan Marmara Bölgesi’nde 2023 yılında normaline göre yüzde 25 azalmayla 505,8 milimetre yağış kaydedildi. Su yılı yağış miktarı en çok azalan bölge Marmara Bölgesi oldu.

Marmara Bölgesi’nin ardından yağış miktarında en fazla düşüş Akdeniz Bölgesi‘nde yaşandı. Normali 665,1 milimetre olan Akdeniz’deki yağış miktarı, 2023 su yılında yüzde 15 azalmayla 567 milimetreye geriledi.

Normali 533,9 milimetre olan Güneydoğu Anadolu Bölgesi‘nde yağış miktarı yüzde 13 azalarak 465,9 milimetre, normali 604,77 milimetre olan Ege Bölgesi‘nde yağış miktarı yüzde 4 düşüşle 578,3 milimetre olarak hesaplandı.

Doğu Anadolu Bölgesi’nde, 2023 su yılı yağış miktarı normali olan 537,3 milimetrenin yüzde 2,81 altında, 522,2 milimetre ölçülürken İç Anadolu Bölgesi‘nde 2023 su yılı yağış miktarı 395 milimetreyle, normal seviye kabul edilen 402,2 milimetrenin yüzde 1,79 altında gerçekleşti.

2023 su yılı yağış miktarında, normaline göre artış kaydedilen tek bölge Karadeniz oldu. Normali 697 milimetre olan Karadeniz’de 2023 su yılı yağış miktarı, yüzde 6 artışla 741,9 milimetre olarak kayıtlara geçti.

Türkiye’de kuraklık krizi büyüyecek
İspanya’dan Türkiye’ye tehlike çanları çalıyor
Kuraklık krizi: Suları çekilen İstanbul barajlarında hayvanlar otluyor

‘Kuraklık vücuda yayılan bir kanser hücresi gibi’

Meteoroloji uzmanı ve İstanbul Aydın Üniversitesi Anadolu Bil Meslek Yüksekokulu Müdür Yardımcısı Öğretim Üyesi Dr. Güven Özdemir, kuraklığı, belirti göstermeden yavaşça ilerleyip vücuda yayılan bir kanser hücresine benzeterek “Kuraklık, bir doğa felaketidir yani depremden daha tehlikelidir çünkü kalıcıdır. Deprem olur ama sonra yaralar sarılır, yine o yaşantıya devam edilebilir fakat kuraklık maalesef öyle değil” ifadelerini kullandı.

Sera etkisine yol açan metan, karbondioksit ve karbonmonoksit gazlarının atmosferdeki fazlalığının ve dünya nüfusunun hızla artmasıyla doğan enerji açığının karşılanması için kullanılan fosil yakıt ve petrol türevlerinin dünyanın sıcaklığını artırdığını belirten Özdemir, yağış düzenlerinin bu değişimlerden etkilenmesi sonucu iklim krizinin ortaya çıktığını kaydetti.

İklim değişikliğinin, meteorolojik parametreler üzerindeki olumsuz etkisinden bahseden Özdemir, “Meteorolojik kuraklık gelmeye başladı yani ülkemizde olduğu gibi yağışlar azalmaya başladı. Arkasından hidrolojik kuraklık geliyor. Göllerimizdeki, nehirlerimizdeki ve barajlarımızdaki suyun ve yer altı sularının hızla azalması da üçüncü olarak tarımsal kuraklığı tetikliyor. Bu bir döngü, bu döngüyü değiştirmek lazım” diye konuştu.

Uzmanlardan kuraklık uyarısı
Fotoğraf- Ümit Bektaş : Reuters

‘Türkiye’nin yaklaşık 4’te 3’ü kalıcı kuraklığa doğru gidiyor’

İklim değişikliği sonucu ortaya çıkan aşırı hava olayları dolayısıyla Türkiye’nin hemen her bölgesinde kuraklık etkilerinin hakim olduğunu vurgulayan Özdemir, şöyle devam etti:

“İstanbul haricinde diğer bölgelerde de susuzluk tehlikesi başladı. Sadece Karadeniz’in doğusu, Karadeniz’in kıyı bölgeleri, Marmara’nın Karadeniz’e kıyı bölgeleri kısmen susuzluk çekmiyor ama o bölgelerde de sera etkisi ve iklim değişikliğinden dolayı kuvvetli yağışlar, hortumlar, sel baskınları oluşabiliyor. Tabii ki bunlar da araziye ve o bölgeye zarar verebiliyor ama diğer bölgelere baktığınızda susuzluk had safhada. Türkiye’nin yaklaşık 4’te 3’ü kalıcı kuraklığa doğru gidiyor.”

Türkiye’deki tatlı suyun yüzde 70’inin tarımda, yüzde 20’sinin sanayide, geri kalan yüzde 10’luk kısmının da bireysel ihtiyaçlarda kullanıldığı bilgisini paylaşan Özdemir, kuraklıktan en fazla etkilenen tarım sektöründe tercih edilen vahşi sulamadan vazgeçilerek modern sulama sistemlerine geçilmesi tavsiyesinde bulundu.

‘Türkiye su kıtlığına doğru sürükleniyor’

2023 su yılı yağış döneminde yeterli yağışın düşmediği Türkiye’nin su kıtlığına doğru sürüklendiği değerlendirmesini yapan Özdemir, şunları söyledi:

“Su stresi çeken bir ülkeyiz ama yavaş yavaş su kıtlığına gidiyoruz. O yüzden muhakkak su yönetim sistemi ülkemize en iyi şekilde yerleştirilmeli, yeşil binalar oluşturulmalı. Her binanın mutlaka su deposu olması gerekiyor. Yani her evin yağmur sularını depolaması ve bir İstanbul barajı kadar su biriktirilmesi gerekiyor ki o barajlarımız bizlere yeterli gelsin. Çünkü İstanbul’a bir yılda verilen su miktarı 1 milyar 103 milyon metreküp halbuki barajlarımızın tam kapasitesi 868 milyon metreküp. Demek ki bir kısmını dışarıdan taşımak zorundayız. İstanbul’un nüfusu giderek artıyor, sonunu göremiyorsunuz.”

Fotoğraf- Ümit Bektaş : Reuters

Özdemir, Türkiye’de olası bir susuzluk senaryosuyla karşı karşıya kalındığında uyuz gibi bulaşıcılığı yüksek hastalıkların özellikle büyük metropollerde hızla ortaya çıkabileceği, yeni bir salgınla karşılaşılabileceği ve bundan en çok çocukların, hamilelerin ve kronik hastalığı bulunanların etkilenebileceği uyarısını yaptı.

Güney Kore’de köpek eti yasağına karşı yetiştiriciler sokağa döküldü

Köpek etinin yenmesini resmen yasaklamaya hazırlanan Güney Kore’de, köpek yetiştiren yaklaşık 200 çiftçi başkent Seul’deki başkanlık ofisinin önünde eylem düzenledi. Yüzlerce yıllık tartışmalı geleneğin yasaklanmamasını isteyen çiftçiler ile polis arasında çatışma çıktı.

Çiftçiler, içinde kafeste tutulan köpeklerin bulunduğu kamyonlarla başkanlık ofisinin önündeki yolu kesmek istedi. Battaniyelerle kapalı kafesleri inceleyen polis üç kişiyi gözaltına aldı.

Eylemi düzenleyen grubun temsilcisi Ju Yeong-bong, siyasetçilerin bir sektörü kapatmaya veya insanların ne yiyeceğine karışma hakkı olmadığı görüşünü dile getirerek, bazı ülkelerde köpek etinin hâlâ yendiğini söyleyerek yasağın getirilmemesi gerektiğini savundu.

Güney Kore’de köpek yemek yasaklanıyor

Kore Köpek Eti Çiftçileri Derneği, ayrıca Seul’deki hükümet simgelerinin ve milletvekilli evlerinin yakınına 2 milyon köpeğin serbest bırakmayı planladıklarını da açıkladı.  

Derneğin başkanı Joo Young-bong geçen hafta bir radyo programında “Çiftçilerin muhalefetinin ne kadar büyük olduğunu sorarsanız, yetiştirdiğimiz 2 milyon köpeği serbest bırakmaktan bahsediyoruz” dedi,  

Genç Koreliler de yasağın yanında

Kore Yarımadası’nda köpek eti yemek, yaz sıcağına karşı faydalı olduğu inancıyla yüzlerce yıllık bir gelenek. Ancak yurt dışından yöneltilen eleştirilerin yanında,  genç Koreliler de bu geleneğe karşıt. Uzmanlar, köpek etinin artık daha çok yaşlılar tarafından tüketildiğini ve belirli restoranlarda servis edildiğini söylüyor.

Hükümet yetkililerine göre de ülkede binden fazla yetiştirme çiftliği ve 34 mezbahanın yanı sıra köpek eti sunan yaklaşık 1.600 restoranın bulunuyor. Sektör temsilcileri, sayıların çok daha büyük olduğunu ve tahmini 3.500 çiftliğin ve 3.000 restoranın yasağın uygulanması durumunda kapanma riskiyle karşı karşıya olduğunu söylüyor.

Human Society International tarafından yaptırılan 2023 Nielsen anketine göre , Güney Korelilerin yüzde 86’sı artık köpek eti yemek istemiyor, yüze 57’si köpek eti tüketiminin yasaklanmasını destekliyor. Geçtiğimiz yıl Gallup Kore’de yapılan bir ankette de ankete katılanların %64’ünün köpek eti tüketimine karşı olduğunu gösterdi. Ankete katılanların sadece yüzde sekizi son bir yıl içinde köpek yediği söyledi. Bu oran, 2015’te yüzde 27 seviyesindeydi.

Yasak kararı ise Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol’un hükümeti tarafından, üç yıllık bir geçiş süreci çerçevesinde ve işlerinden olacak kesimlere mali destek vaadiyle geçen hafta açıklanmıştı. Parlamentoda çoğunluğu oluşturan muhalefet partileri de karara destek verdi.

Çiftçiler ise ilgili yasanın hazırlanması sürecinden dışlandıklarını ve kendilerine vaat edilen mali desteğin yeterli olmadığını savunuyor.

Köpek eti yenmesine açıkça karşı çıkan ve sokak köpeklerini sahiplenmesiyle bilinen first lady Kim Keon Hee de, yasağın geri çekilmesini isteyen çiftçilerin hedefinde.

51 milyon nüfuslu Güney Kore’de altı milyondan fazla evde evcil hayvan olarak köpek bulunuyor

Gazze’de ‘insani ara’ uzatıldı, Guterres kalıcı ateşkes istedi

İsrail ordusu, Gazze Şeridi’ndeki “insani ara”nın bitmesine dakikalar kala yaptığı açıklamada aranın uzatıldığını duyurdu. Söz konusu aranın kaç günlüğüne uzatılacağına ilişkin bilgi ise verilmedi.

Açıklamada, “Arabulucuların çabaları doğrultusunda esirlerin serbest bırakılmaya devam edilmesi ve çerçeve (mutabakatı) şartlarına uygun olarak operasyonlara ara verme (süreci) devam edecek” denildi.

Hamas ise insani aranın bir gün uzatılmasına karar verildiğini duyurdu. Ateşkesin mimarlarından Katar da bunu doğruladı.

ABD’den diplomatik baskı

Öte yandan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, daha fazla rehinenin serbest bırakılması ve Gazze’ye daha fazla yardım girmesi için ateşkesin uzatılması görüşmelerde bulunmak üzere çarşamba gecesi İsrail’e gitti.

CIA ve Mossad direktörleri William Burns ve David Barnea da Katar hükümetiyle ateşkesi daha da uzatmayı amaçlayan görüşmeler yaptı. Görüşmelere Mısırlı istihbarat şefi Abbas Kamel de katıldı.

14 rehine ve 30 tutuklu serbest bırakıldı

Ateşkesin uzatıldığının açıklanmasından saatler önce İsrail askeri radyosu 10 İsrailli ve 4 Taylandlının Gazze’deki Kızılhaç’a teslim edildiğini açıkladı. Katar,  grupta ABD ve Almanya vatandaşlarının bulunduğunu da açıkladı.

Aralarında Ahed Tamimi‘nin de bulunduğu 30 Filistinli tutuklu ve hükümlü de İsrail tarafından serbest bırakıldı.

Hamas da İsrailli yetkililere rehinelerden üçünün daha önce İsrail’in Gazze’ye yönelik bombardımanında öldürüldüğünü bildirdi ve bu kişilerin isimlerini 32 yaşındaki Shiri Bibas ve iki oğlu dört yaşındaki Ariel ve 10 aylık bir bebek olan Kfir olarak verdi. IDF Bibas ailesiyle ilgili iddiayı araştırdığını açıkladı ve Hamas’ı “zalimce ve insanlık dışı” davranmakla suçladı.

Guterres’den kalıcı ateşkes ve çözüm çağrısı

Bu arada Orta Doğu’daki durumu görüşmek üzere New York‘taki BM Genel Merkezi’nde toplanan BM Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) bilgi veren Genel Sekreteri António Guterres, 7 Ekim’de Hamas’ın “Aksa Tufanı” harekâtıyla başlayan savaşta bugüne kadar verilen kayıpları özetledi.

Guterres İsrail tarafında 33’ü çocuk bin 200’ü aşkın, Filistin tarafında ise üçte ikisinden çoğu çocuk ve kadın 14 bini aşkın insanın öldüğünü bildirdi. Guterres,  İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonlarında öldürülen çocuk sayısını], Genel Sekreter olduğundan bu yana herhangi bir çatışmanın herhangi bir tarafında bir yıl içinde öldürülen toplam çocuk sayısından çok daha fazla olduğuna dikkat çekti; tarafları başta çocuklar olmak üzere sivillerin korumaya ve uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerine uymaya çağırdı.

Hamas’ın esir takası anlaşması kapsamında 29’u kadın, 31’i çocuk toplam 60 esiri serbest bıraktığını ifade eden Genel Sekreter,  “Aynı süre zarfında anlaşma dışındaki 21 esir daha serbest bırakıldı. Bu memnuniyet verici bir başlangıç olsa da tüm rehineler derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılmalıdır. Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin onları ziyaret etmesine izin verilmelidir. Anlaşma kapsamında ayrıca çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 180 Filistinli tutuklu ve hükümlü İsrail hapishanelerinden serbest bırakıldı.” dedi.

Gazze halkının dünyanın gözleri önünde büyük bir insani felaket yaşadığını belirten ve “Gözlerimizi başka tarafa çevirmemeliyiz” diyen Guterres, konuşmasının sonunda kalıcı ateşkes ve kalıcı çözümü bir kez daha vurguladı.

“Ateşkesin uzatılması için yoğun müzakereler yürütülüyor ki bunu memnuniyetle karşılıyoruz. Ancak gerçek bir insani ateşkese ihtiyacımız olduğuna inanıyoruz. Birleşmiş Milletler kararları ve uluslararası hukuk temelinde, İsrail ve Filistin’in barış ve güvenlik içinde yan yana yaşayacağı iki devletli bir çözümün sağlanması yönünde kararlı ve geri dönülmez bir şekilde ilerleyerek bölge halklarının nihayet bir umuda sahip olmasını sağlamalıyız. Başarısızlık Filistinlileri, İsraillileri, bölgeyi ve dünyayı sonu gelmeyen bir ölüm ve yıkım döngüsüne mahkum edecektir”

BM tesislerine yapılan saldırılara da değinen Genel Sekreter, Gazze Şeridi’ndeki tüm evlerin tahminen yüzde 45’inin hasar gördüğünü ya da yıkıldığını da bildirdi: “Bugün BM bayrağı altında güvenli bir yer arayan 1 milyondan fazla sivili barındıran Birleşmiş Milletler tesislerinin dokunulmazlığına vurgu yapmak istiyorum. UNRWA Gazze Şeridi’ndeki tüm tesislerinin koordinatlarını çatışmanın tüm taraflarıyla paylaşmaktadır. Ajans, 82 UNRWA tesisini etkileyen 104 olayı doğrulamıştır. Bu olayların 24’ü kararın kabulünden bu yana meydana gelmiştir. UNRWA okullarında barınan toplam 218 yerinden edilmiş kişinin öldüğü ve en az 894 kişinin yararlandığı bildirilmiştir.”

Guterres Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıların başlamasından bu yana 111 BM personelinin hayatını kaybettiğini de söyledi.

‘Su ve elektrik hizmeti yeniden sağlanmalı’

Konuşmasında Gazze Şeridi’nde su ve elektrik hizmetlerinin yeniden sağlanması gerektiğini vurgulayan BM Genel Sekreteri “Gıda sistemleri çöktü ve özellikle kuzeyde açlık yayılıyor.  Barınaklardaki sıhhi koşullar dehşet verici. Az sayıda tuvalet ve kanalizasyon taşkınları halk sağlığı için ciddi bir tehdit oluşturuyor.  Çocuklar, hamile kadınlar, yaşlılar ve bağışıklık sistemi zayıf olanlar büyük risk altında. Gazze’nin gıda, su, yakıt, battaniye, ilaç ve sağlık malzemeleri de dahil olmak üzere insani yardımların derhal ve sürekli olarak arttırılmasına ihtiyacı var.”

Guterres, Refah Sınır Kapısı’nın insanî yardımların ulaştırılması konusunda yeterli kapasiteye sahip olmadığını da belirterek Kerem Şalom da dahil , diğer geçiş kapılarının açılmasını da istedi.

Borsa devlerinin 2023 İklim karnesi açıklandı: Gidilecek daha çok yol var

İklim İçin 350 Derneği ve Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA), Borsa İstanbul’da işlem gören ilk 30 şirketin (BIST 30) iklim karnelerini inceledi. İlki geçtiğimiz sene yayımlanan “BIST 30 Firmalarının Görünümü” adlı raporun 2023 verileri, şirketlerin iklim krizi ile mücadele yolunda attıkların adımların halen gerekli seviyeye ulaşmadığını gözler önüne serdi.

Raporda, hem işlem hacmi hem de piyasa değeri en yüksek 30 şirketin oluşturduğu BIST 30’da yer alan bankacılık harici 26 şirketin iklim değişikliğine yaklaşımı beş kriterde değerlendirildi:

  • Fosil yakıt varlıklarıyla/yatırımlarıyla etkileşim seviyesi
  • “Net-Sıfır” için hedef tarih
  • Karbon ayak izi ve “Karbon Nötr” için hedef tarih
  • Temiz enerji yatırımları ve enerji verimliliği uygulamaları
  • ESG (Çevresel, Sosyal, Yönetişimsel) ve benzer derecelendirmeler

Yüksek ve ciddi yüksek riskli şirket oranı yüzde 38

Önceki yıla göre, raporda incelenen şirketlerin ESG karnelerinde iyileşme görülürken, kriterlerin tamamı göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin en büyük şirketlerinin halen Türkiye’nin 2053 Net-Sıfır Hedefi’ne ulaşabilme yolunda gerekli adımları atmadıkları görüldü.

2022 yılında BIST 30 Endeksi’nin (Bankacılık hariç) yüksek ve ciddi yüksek riskli şirket oranı yüzde 44 ve düşük riskli şirket oranı yüzde 8 iken, 2023 yılında yüksek ve ciddi yüksek riskli şirket oranının yüzde 38 ve düşük riskli şirket oranının da yüzde 19 olduğu tespit edildi.  Bu kapsamda, üç şirket (SASA Polyester, Türk Telekomünikasyon, Vestel Elektronik) orta risk grubundan düşük risk grubuna; iki şirket ise (BİM, Pegasus) yüksek risk grubundan orta risk grubuna yükseldi. Hektaş ise yüksek risk grubundan, ciddi risk grubuna geçerek gerileme kaydeden tek şirket oldu.

Çiftçi: Şirketlerin uzun vadeli stratejileri eksik

Çalışmada şirketlerin karbon emisyonları konusunda aynı performansı ortaya koyamadıkları görüldü. . Buna göre 10 şirketin 2022 yılına göre Kapsam-1 emisyonları artarken sadece yedi  şirketin emisyonları azaldı. Dokuz şirket ise emisyonlarını raporlamadı.

SEFIA Finansal Araştırmalar Direktörü İbrahim Çiftçi, çalışmalarıyla ilgili şunları söyledi:

“Her ne kadar ESG skorlarında bir takım iyileşmeler olsa da, maalesef geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl yaptığımız değerlendirmede de şirketlerin 2053 yılına yönelik ülke hedefini destekleyecek şekilde belirlenmiş veya kamuoyu ile paylaşılmış bir plana sahip olmadıkları gözlemlenmiştir. Bu durum, şirketlerin uzun vadeli sürdürülebilirlik stratejilerini oluşturmadaki eksikliklerini ortaya koymaktadır. Analizimiz, bu organizasyonların iklim değişikliği ile mücadele stratejilerini ve iş planlarını şeffaflık ilkeleri çerçevesinde detaylı bir şekilde açıklamalarının gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu araştırma çerçevesinde öne çıkan bir diğer konu ise, firmaların uzun vadeli hedeflerin ötesinde, özellikle kısa vadeli ara hedefler paylaşmasının gerekliliğidir. Artan sayıda şirketin net-sıfır hedefi olması olumlu bir gelişmeyken bu hedefe hangi yolla ulaşılacağının paylaşılması hedefin gerçekçiliği ve inanılırlığını destekleyecektir. İlerleyen süreçlerde gerçekleştirilecek araştırmaların daha karşılaştırılabilir bir veri setinin analiz edilmesi yoluyla, daha somut çıktılara ulaşabileceğine inanıyoruz.”

16 şirketin net-sıfır hedefi yok!

Raporda, Türkiye’nin 2053 yılına kadar net-sıfır sera gazı emisyonlu bir ekonomiye ulaşma taahhüdü paralelinde, 2022 yılı itibariyle, BIST 30’da yer alan ve bankacılık dışı sektörlerde faaliyet gösteren 26 şirketten 16’sının net-sıfır hedefi için herhangi bir tarihi olmadığına, 15 şirketin ise karbon-nötr olma yolunda bir hedef tarih paylaşmadığı kaydedildi.  Bu şirketlerden 11’inin ise her iki hedef tarihi de bulunmuyor.

Çalışma için mercek altına alınan bir diğer konu da şirketlerin “Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması” kapsamında yaptıkları hazırlık ve çalışmalar oldu. Türkiye’nin AB’ye olan ciddi ihracat hacmi göz önüne alındığında, SKDM uygulamasından en çok etkilenecek ülkelerden biri olması bekleniyor. Bu bağlamda, raporda incelenen 26 şirketten 9’unun (Aksa Enerji, Aselsan, Hektaş, Koza Altın, Koza Anadolu Metal, Pegasus, TAV Havalimanları, Türk Hava Yolları, Türk Telekom) SKDM kapsamında herhangi bir faaliyeti bulunmadığı görüldü.  Diğer 16 şirketin ise takip etmekten, etki analizleri yapmaya ve fizibilitelerine karbon fiyatı dahil etmeye uzanan geniş bir kapsamda SKDM’ye hazırlandıkları dikkat çekti.

İklim için 350 Derneği Türkiye Koordinatörü Efe Baysal,Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefini yakalayabilmesi için BİST 30 şirketlerinin karbonsuzlaşma çalışmalarını bir an önce başlatmaları gerektiğine vurgu yaptı:

“Türkiye’nin 2053 net-sıfır emisyona ulaşma hedefini yakalayabilmesi için şirketlerin hızlı bir emisyon azaltım politikası izlemesi gerekmektedir. Ne var ki BİST 30 firmalarının 2022 yılında da bu konuda gereken adımları atma konusunda halen gerekli hızda yol alamadıkları görülmüştür. İklim krizinden çıkışın ve Türkiye’nin 2053 hedefini tutturabilmesinin tek yolu en az karar alıcılar kadar şirketlerin de karbonsuzlaşma çalışmalarını bir an önce başlatmalarıdır. BİST 30 şirketlerine, bu konuda diğer şirketlere de örnek olacak ve yol gösterecek adımları hızla atmaları; Türkiye’nin 2053 hedefini tutturabilmesi için üzerlerine düşen sorumlulukları gerçekleştirmeleri çağrısında bulunuyoruz.”

Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Geçen sene yayımlanan İklim Değişikliği ve Sürdürülebilirlik Araştırması; BİST 30 Firmalarının Görünümü raporu için tıklayın. 

[COP28’e doğru] Zirvede eti ‘sürdürülebilir beslenme’ olarak sunma planları açığa çıktı

Guardian ve DeSmog tarafından görülen belgeler büyük et şirketleri ve lobi gruplarının, Dubai‘de düzenlenecek COP28 iklim zirvesinde eti “sürdürülebilir beslenme” olarak sunan ve et üretiminin çevre için faydalı olabileceğini öne süren bir iletişim planıyla politika yapıcılara ulaşmaya çalıştığını gösteriyor.

The Guardian‘ın aktardığına göre, dört sayfalık belgede Küresel Et İttifakı, üreticilerin çevresel açıdan sürdürülebilir gıda sistemlerinde kilit bir rol oynayabileceği ve sektörün sürekli olarak karbon dostu tarıma doğru ilerlediği iddia ediyor.

Bu argümanların birçoğu, hayvan otlatmanın karbon depolayabilen sağlıklı toprakların korunmasına yardımcı olabileceği fikrine atıfta bulunuyor. Bilim insanları toprakların uzun vadede karbon depolamak için güvenilir bir yol olmadığını ve çıkarılan karbonun kolayca geri alınabileceğini söylüyor.

Endüstri tarafından finanse edilen Küresel Et Birliği tarafından hazırlanan belgelerde, endüstrinin zirvede “bilimsel kanıtları” tanıtma arzusu vurgulanıyor. Birliğin üyelerinden, etin çevre için faydalı olduğu fikrini de içeren temel iletişim mesajlarına bağlı kalmaları isteniyor. Belgelerde şirketlere ve ticari gruplara “en fazla etkiye sahip olmanın” yollarından birinin “delegeleri kilit mesaj ve çözümlerle donatmak” olduğu söyleniyor ve bunların bir listesi sunuluyor.

Dosyalar, dünyanın en büyük et şirketi JBS‘nin, Küresel Süt Ürünleri Platformu ve Kuzey Amerika Et Enstitüsü gibi diğer büyük endüstri aktörleriyle birlikte zirveye “tam güçle” katılmayı planladığını gösteriyor.

Sızdırılan belgeler et sektörüne yönelik olsa da, süt ürünleri şirketlerinin de COP28’e “büyük bir heyet” göndermeyi planladıkları görülüyor. Süt endüstrisi, insan kaynaklı küresel emisyonların yüzde 3.4’ünden sorumlu ve bu oran havacılık sektöründen daha yüksek.

[COP28’e doğru] Belgeler sızdırıldı: Ev sahibi BAE iklim görüşmeleri sırasında petrol anlaşmalarını teşvik etmiş
Fotoğraf: Rula Rouhana / Reuters
Araştırma: Sadece et, süt ürünleri ve pirinç, 1,5 derece iklim eşiğinin aşılmasına neden olacak

Sığır eti üretimi kaynaklı emisyonlar neredeyse Hindistan’ın emisyonlarına eşit

The Guardian kısa bir süre önce sektörden gelen baskıların Gıda ve Tarım Örgütü‘nün sığırların sera gazı emisyonlarını arttırmadaki rolüne ilişkin raporlarının sansürlenmesine yol açtığını ortaya çıkarmıştı.

Bilim insanları, hızlı bir şekilde harekete geçilmediği takdirde, sadece tarımdan kaynaklanan metan salımı bile dünyayı sanayi öncesi seviyelerin 1.5C üzerine çıkaracağını ve bunun da dünyayı geri dönüşü olmayan bir iklim çöküşüne sürükleme riski taşıdığını belirtiyor.

Küresel olarak sığır eti üretiminden kaynaklanan emisyonların kabaca tüm Hindistan ulusunun emisyonlarına eşit olmasına ve bilimin emisyonları azaltmanın tek kesin yolu olarak beslenme şeklinde bir değişime işaret etmesine rağmen sızdırılan belgelere göre şirketlerin metan gazının azaltılmasının tartışıldığı etkinliklere katılımı teşvik ediliyor.

[COP28’e doğru] Dünya fosil yakıtlardan vazgeçme konusunda anlaşabilir mi?

Gıda endüstrisi kaçınılmazı geciktirmek için çeşitli taktikler uyguluyor

Miami Üniversitesi‘nde çevre bilimi ve politikası profesörü olan Jennifer Jacquet, şirketlerin çalışmalarını hızlandırdığını söylüyor:

“Eskiden geri adım atarken yakalanırlardı ama şimdi tamamen hazırlar.”

Zirvedeki şirketlere, onları temsil eden lobi grupları eşlik edecek. Bunlar arasında ABD’deki büyük et üreticilerini temsil eden ve 2022 yılında hala web sitesinde iklim değişikliğinin insan kaynaklı olup olmadığını sorgulayan Kuzey Amerika Et Enstitüsü de bulunuyor.

Kampanya grubu Changing Markets Foundation‘ın CEO’su Nusa Urbancic‘e göre “Gıda sektöründe emisyonları azaltmaya yönelik her türlü inandırıcı eylem, kaçınılmaz olarak üretilen toplam et ve süt ürünleri hacminde bir azalmaya yol açacaktır. Sektör bundan korkuyor ve kaçınılmaz olanı geciktirmek için çeşitli taktikler uyguluyor.”

[COP28’e doğru] COP28 sponsorlarının çoğu net sıfır hedeflerine imza atmamış

Hükümetler ve endüstri arasındaki yakın ilişkiler ele alınmalı

Brezilya‘dan sonra dünyanın en büyük ikinci ve üçüncü sığır eti ihracatçıları arasında olan Avustralya ve ABD’de bu endüstrilerin büyümesini destekleyen hükümetler güçlü bir ekonomik çıkara ve endüstrilerle yakın siyasi bağlara sahip.

Araştırmacılar, hükümet desteğinin hayvansal tarım endüstrisinin alternatifler üzerindeki gücünün devamını belirlemede önemli bir faktör olduğunu belirtiyor. Bu yıl yapılan bir çalışma, Avrupa Birliği‘nde et ve süt ürünleri çiftçilerinin yeni alternatif protein kaynaklarına kıyasla bin 200 kat daha fazla kamu fonu aldığını, ABD’de ise 800 kat daha fazla destek aldıklarını ortaya koydu.

Jacquet, hükümetler ve endüstri arasındaki yakın ilişkinin ele alınmasının, beslenme biçimlerinin iklim hedefleriyle uyumlu hale getirilmesi için çok önemli olduğunu söylüyor.

[COP28’e doğru] Dubai’deki BM İklim Zirvesine kimler katılıyor?

iklim

Açlık ve yetersiz beslenme gıda eksikliğinden kaynaklanmıyor

Endüstri, mesajlarında etin küresel güneydeki açlığın giderilmesindeki rolüne de yoğun bir şekilde atıfta bulunuyor ve “gıda güvensizliği ve yetersiz beslenmenin azaltılmasında kilit bir rol oynadığını” iddia ediyor. Ancak Birleşmiş Milletler‘e bağlı Dünya Gıda Güvenliği Komitesi, açlık ve yetersiz beslenmenin gıda eksikliğinden kaynaklanmadığını, bunun yerine erişim, dağıtım ve güçle ilgili sorunlara işaret ettiğini belirtiyor.

Belgelerde bitkisel gıdaları teşvik etmeyi amaçlayan Food4Climate “aşırı” olarak nitelendirilirken, COP28 başkanlığının çoğunlukla vegan bir menü seçmesinden duyulan hoşnutsuzluk da dile getiriliyor.

Bu durum, çok paydaşlı iklim girişimlerinde küçük ölçekli grupların bir kenara itildiği daha geniş bir eğilimi takip ediyor. Kısa süre önce yayınlanan bir rapor, dünyadaki gıdanın üçte birini üreten küçük ölçekli çiftçilerin iklim finansmanının sadece yüzde birini alabildiğini ortaya koyuyor.

[COP28’e doğru] COP28’in başarılı olması için ne yapılmalı?