Ana Sayfa Blog Sayfa 2711

10 Ekim! Gülümsemenin öldürüldüğü tarih…

Her zamanki aceleci tavrımla davranarak evden erken çıkıp Gar’a doğru yola koyulsaydım; o korkunç ortamın daha yakından tanığı olacaktım; belki de olayın içinde kalacaktım. Fakat o gün geç çıktım; bir sebepten de biraz yolumu uzatınca yolda duydum patlamayı. “Gar’da bir patlama olmuş. Yaralılar varmış.” Ses duymamıştım. Ankara’da patlamaların sesi duyulur. Ankara insana böyle bir tecrübe kazandırdı. O an ses duymamıştım. Ses duymadığım için, ya ufak bir patlama ya da seyyar satıcıların birinin tüpü falan diye düşünmüştüm.

Patlama haberini duyduğumda tam olarak Kocatepe Cami’nin oradaydım. Yani Ankara için tepe sayılabilecek bir noktada. Gar ise daha çukurda kalıyordu. İnmeye başladım. İndikçe Twitter’dan gelen haberler daha kötüleşiyordu. “1 kişi hayatını kaybetmiş, 3 yaralı varmış!” Kızılay’a geldiğimde işin ciddiyeti ortaya çıkmaya başlamıştı.

10 Ekim, Ankara’da en iyi duyurulan mitinglerden biriydi. Tüm duvarlarda 10EA yazıyordu. 10 Ekim – Ankara! Barış isteği ile toplanacaktı tüm Türkiye’den insanlar. Ülke 7 Haziran Seçimleri ile nefes almıştı. Fakat bu nefes bazılarına biraz fazla gelmişti. Oksijen bazen çarpar ya. Ülkeyi de çarpmıştı. AKP ve CHP bitmek bilmeyen ve sonucu belli koalisyon görüşmelerine girmişti. MHP ısrarla hükumet olmamakta direniyordu. HDP ise 7 Haziran’dan sonra içine çekildiği şiddet sarmalından kendisini geri tutamıyordu. 20 gün sonra tekrar seçim vardı ve o seçime bir korku iklimi ile girmek de birilerinin işine geliyordu. “Millet kaosu seçti. Hayırlı olsun!” diyenler millete kaosu gösterip; 1 Kasım’da kaostan vazgeçmeleri gerektiğini iyice anlatmak istiyordu.

Kızılay’a geldim. Gar’ın yönünden ağlayan, şoka girmiş insanlar geliyordu. Tanıdık yüzler de vardı içlerinde. İşte orada 10 Ekim dediğimde zihnime kazınan anlardan birini yaşadım. Arkadaşlarımızın çantalarından insan parçaları temizledik. Saçlarından, ceketlerinden… Gar’dan gelen herkes korkunç durumdaydı; bizler ise olayı anladıkça yavaş yavaş batıyorduk. Twitter’dan sürekli kan istekleri geliyordu. Bilenler bilir, Ankara Gar’ı Ankara’nın hastanelerine çok yakındır. Yaralıların oralara gittiğini söylediler. Ne kadar olunabiliyorsa o kadar organize olduk. Gittik.

Çok acayip bir durumdu. Bir kaç saat önce bir patlama yaşanmış, sonradan öğreneceğiz ki 103 kişi hayatını kaybetmiş, daha çok insanı yaralasın, daha çok insanı öldürsün diye hazırlanmış bomba düzeneği yüzünden onlarca yaralı var ve herkes şokta. Sadece barış istendiği için böyle bir şey yaşanmasını zaten kimse kabul edemiyordu. “Bunu nasıl yaparlar? Bu nasıl bir ülke?” Kimse ne yapacağını bilmiyordu. Hastanelerin girişinde üç, dört kişi girenleri aramaya çalışıyordu mesela. O kadar kibar, o kadar üzgün, o kadar çaresizce ama bir şeyler yapmaya çalışarak.

Hatırladığım hastaneden hastaneye gittiğimiz. “Orada kan ihtiyacı yokmuş.” “Şurada şu gruba ihtiyaç varmış.” Günün sonuna doğru, hastanelere listeler asılmaya başlandı. Yaralı listeleri, ölü listeleri. Anadolu’nun bir yerinden gece şarkılarla çıkan gülen gözler şimdi saçma bir hastane camında şanslıysa yaralılar listesinde bir satır olmuştu. Şöyle bir sahne düşünün. Yürüyorsunuz, çok öfkelisiniz. Çok üzgünsünüz. Gözyaşınız burnunuzun ucunda ve böyle yüzlerce insansınız. Ağlayan biri görünce sarılıyorsunuz ve ağlıyorsunuz. Kızan birinin öfkesine ortak oluyorsunuz. Kimin kim olduğunun bir önemi yok. İslam Devleti mensubu katilin Türkiye’de ve Ankara’da rahatça dolaştırdığı bombanın içinden dağılan bilyeler için kimin kim olduğunun önemi olmadığı gibi; kimin elini tuttuğunuzun da önemi yok.

10 Ekim 2015 çok önemli bir tarih. 103 kişinin öldürüldüğü, bu ülkenin en büyük terör saldırısı olduğu için değil sadece. Bu ülkenin aydınlık yüzlerini hedef alıp sindirdiği ve sokaktan silmeye başladığı için de önemli bir tarih. Gezi ile açan çiçeğin; 15 Temmuz sonrasında KHK’larla ve yaratılan yeni rejimle ezilip yok edilmesine giden sürecin en keskin dönemeci olduğu için de önemli. İstendiğinde nasıl bir sistemli katliam ile karşı karşıya bırakılabileceğimizi bize göstermesi açısından önemli bir tarih.

Sonrası… Sonrası hep daha kötü oldu. Bu ülkenin insanları, orada ölen insanlar için yapılan saygı duruşuna tepki gösterdiler. Katilleri ve katillerin zihniyetine sahip çıktılar. Hesap tabii ki ortada kaldı. İnsanların acılarını yaşamalarının, tepkilerini göstermelerinin önüne geçildi. Üzerinden üç sene geçti. Hala o şoktan çıkamadık. Hala kendimize gelemedik.

İklim krizi dur durak bilmiyor: Florida en yıkıcı kasırgaya hazırlanıyor

İklim krizi dünya çapında yangınlar, seller, kasırgalar, fırtınalar ile etkisini her geçen gün daha fazla hissettiriyor. ABD’nin Florida eyaleti, bugün (10 Ekim Çarşasmba) öğle saatlerinde kıyı şeridini vurması beklenen “on yıllardır görülen en yıkıcı” kasırgaya hazırlanıyor.

ABD Ulusal Kasırga Merkezi, saatte 193 kilometreye ulaşacak olan rüzgar hızıyla Florida eyaleti kıyılarına yaklaşmakta olan Michael Kasırgası’nın şiddetinin 3. kasırga seviyesine çıkarıldığını açıkladı.

ABD Ulusal Hava Servisi, bu hızdaki rüzgarların sağlam inşa edilmiş evlerin bile çatılarına ve duvarlarına zarar verebilecek boyutta olduğunu belirtiyor.

Bu nedenle Federal Acil Durum Yönetim Kurumu Başkan Yardımcısı Jeff Byard, gazetecilere yaptığı açıklamada, Florida eyaltinde 500 bin kişinin tahliye ile karşı karşıya olduğunu söyledi.

ABD Başkanı Donald Trump, Florida’nın tamamında olağanüstü hâl ilan etti ve böylece bölgeye federal yardım yapılmasının önünü açmış oldu. Trump, Salı günü muhabirlere yaptığı açıklamada, “Yaklaşan kasırgaya karşı hazırlıklıyız” dedi.

Kasırganın Çarşamba günü öğle saatlerinde Florida eyaleti kıyılarına ulaşması bekleniyor.

Hafta sonu Orta Amerika ülkelerini vuran kasırganın burada 13 kişinin yaşamını yitirmesine yol açtığı bildiriliyor.

Kasırganın Meksika Körfezi kıyılarını vurmasının ardından, ABD’nin doğu kıyılarına doğru ilerlemesi bekleniyor.

 

(Yeşil Gazete)

 

Hayatımız asla eskisi gibi olmayacak ! – Özlem Akarsu Çelik

Bu yazı gazeteduvar.com.tr sitesinden alındı

Ankara Garı önünde toplanan binlerce kişiyle birlikte “Emek, Barış, Demokrasi” sloganı atarken bir anda paramparça olan bedenlerin altında kalan ve katliamdan tesadüf eseri canlı kurtulan bir arkadaşım o güne dair tek bir yorum yaptı, “Bu katliama tanıklık eden hiç kimsenin hayatı eskisi gibi olmayacak”… Bir daha da katliama dair ağzını açmadı.

Haklıydı. Sadece katliama tanık olanların değil hiç kimsenin hayatı eskisi gibi değil üç yıldır. Bunu söyleyen arkadaşımın geçmişinin bugününden parlak olmadığını, tüm çocukluğu boyunca ailesinin hem devletin hem de sivil faşistlerin sayısız saldırısına maruz kaldığını belirtmem gerekiyor. Onun, detaylı tarif etmekten özenle kaçınarak ima ettiği, o alandaki vahşetin ruhlarda bıraktığı ve asla kapanmayacak derin yaraydı. Bombanın öldüremedikleri, hayatta kalmış olmanın mahcubiyetiyle yaşamakla cezalandırılmıştı sanki.

Geçen yıl eylül ayının son günleriydi. Ankara’da, hayatta birbirine yakın duran pek çok tanıdığımın gittiği bir mekânda buluştuk Lisa Çalan’la. Bizim için özel bir akşamdı. Lisa, uzun zamandır hayalini kurduğu protez bacaklara kavuşmak için beklediği haberi almış, ameliyat için Avustralya’ya gidişi kesinleşmişti.

5 Haziran 2015’te IŞİD’in, HDP’nin Diyarbakır mitingine koyduğu bomba, Lisa’nın yaslandığı çay tezgâhının altında patladı ve Lisa iki bacağını kaybetti. Çok kereler ameliyat oldu ama tarifi mümkün olmayan acılar çekiyordu ve doktorlar ameliyatların biteceğine dair bir garanti veremiyordu. Direniyordu Lisa. Cesurca mücadele ediyordu. Avustralya’ya yapacağı umuda yolculuğun arifesinde ise keyfine diyecek yoktu. Masada, Diyarbakır’dan ona sürpriz yapmak için gelmiş dostları da vardı.

Hep birlikte neşe içinde yemeğimizi yerken o an çıkaramadığım, tanıdık bir yüz yaklaştı masamıza. Yanı başımızdaki masada tek başına oturuyordu bir süredir. Dalgındı, hüzünlüydü, insanı delip geçen bakışları vardı. Lisa’nın tekerlekli sandalyesinin yanında durdu ve “Affedersiniz, 10 Ekim yaralısı mısınız?” diye sordu. Lisa, “Hayır” dedi, “5 Haziran Diyarbakır, HDP mitingi yaralısıyım.” Genç kadın: Ben de Güvenpark saldırısında öldürülen 16 yaşındaki Destina Peri Parlak’ın annesiyim…

Hamileliğinin ikinci ayında eşini kaybeden, dünyaya getirdiği kızına Destina Peri adını koyan ve tek başına büyüttüğü evladı elinden alınan bir anne vardı karşımızda. Devrimci bir kadındı. TAK(Teyrêbazên Azadiya Kurdistan-Kürdistan Özgürlük Şahinleri) adlı örgütün, 13 Mart 2016’da, Ankara’nın göbeğinde gerçekleştirdiği bombalı saldırıda hayatını kaybeden 36 sivilden biriydi Destina Peri.

Hacer Parlak, Güvenpark saldırısı davasına, kendisinin tabiriyle “muhalif basın”ın da ana akım medyanın da ilgi göstermediğini anlattı. Yanımda, genç yaşında iki bacağını kaybetmiş, sağlık sorunlarıyla boğuşan, evinden çok hastanede yaşayan ve o halde 5 Haziran saldırısının tüm duruşmalarını takip etmeye çalışan bir kadın, karşımda ise evladını kaybetmiş bir anne… Hacer Parlak, buluşacağı arkadaşı gelince masasına döndü. O beş, on dakika bana bir ömür gibi geldi.

Boğazımızda bir yumrukla oturuyorduk. Bir anda tanıdık bir ses işitip arkamıza baktık. Tek kollu kahramanımız Veli Saçılık gelmişti. Kendisine plastik mermi ve biber gazı yağdıran polise sırtını dönerek yere çöktüğü, polislerin silahlarını ateşlemeye devam ettiği o anı ölümsüzleştiren fotoğrafındaki mavi montu vardı üzerinde. Eşi Solmaz Saçılık da yanındaydı. Polis, Yüksel Caddesindeki “İşimi Geri İstiyorum” eylemleri sırasında Veli Saçılık’ın ampute omuzunu kırmış, eşi Solmaz Saçılık ona desteğe gitmiş ama o da polisin saldırısına uğramıştı. “Veli’nin sargısı çıkana kadar onu yalnız bırakmayacağım” diyerek eylem alanında eşinin yanından ayrılmıyordu.

Ortam giderek daha da ağırlaşıyor diye düşünürken gözlerinin feri kaçmış bir genç geldi masamıza. Aysel Tuğluk’un annesinin Ankara’daki mezarını kepçeyle açarak cenazeyi topraktan çıkarmayı hedefleyen faşist güruhun saldırısı altında Hatun Tuğluk’u defnedildiği yerden çıkarıp ailesine teslim eden HDP’li gençlerden biriydi. Bu alçak saldırı birkaç hafta önce gerçekleşmişti ve delikanlı, gülümsemesini kaybetmişti.

Bu kadarı bana fazla diyerek herkesle vedalaştım ve mekândan ayrılmak üzereyken kapıda, içeri girmek üzere olan onlarca barış bildirisi imzacısı akademisyenle karşılaştım. Ayaküstü bir sohbete koyulduk. Uzunca bir masaya oturdular. Ortamdaki hüzün uzak mesafeden bile hissedilebilirdi.
Bir gecede, birkaç saat içinde gerçekleşen bu karşılaşmalar bana çok ağır geldi. İşini kaybetmiş onlarca insan; işini geri istediği için polisin her türlü saldırısına maruz kalan, tek kolunu devletin aldığı bir adam; iki bacağını kaybetmiş genç bir kadın; 16 yaşındaki kızını kaybetmiş bir anne; cenazeyi defnettiği topraktan çıkarmak zorunda kalan bir delikanlı… Kalbime tarifsiz bir ağrı saplandı. Herkesle vedalaşarak mekândan ayrıldım ve ağlayarak evin yolunu tuttum.

O günü yazmayı her düşündüğümde başka kalpleri ağrıtmayayım diye vazgeçtim. Ama bugün yazmam gerektiğini hissettim.
Evet, Türkiye tarihinin en kanlı katliamıdır 10 Ekim Ankara Garı katliamı. Barış, emek, demokrasi talebiyle yürümek isteyen 103 insan vahşice öldürülmüştür.

5 Haziran 2015 HDP’nin Diyarbakır Mitingi, 20 Temmuz 2015’te Suruç’ta IŞİD’in katletmesine göz yumulan gençler, 10 Ekim 2015 Ankara Garı ve ardından sivillerin de hayatını kaybettiği Merasim Sokak saldırısı ile ölenlerin tamamının siviller olduğu Güvenpark saldırısı…

Merasim Sokak saldırısında, Genelkurmay’da sivil memur olan annesiyle birlikte yaralanan 4.5 yaşındaki Buse iki gözünü kaybetti ve bugün ilkokula annesiyle gidiyor. Çünkü geçirdiği beyin ameliyatı nedeniyle halen risk altında.

Sur’da, Cizre’de ölen yüzlerce genç… Kürt coğrafyasında panzerlerin veya akreplerin öldürdüğü onlarca çocuk… Polisin sırtından vurduğu Kemal Kurkut…Ve daha niceleri…

Arkadaşımın dediği gibi hayatımız bir daha eskisi gibi olmayacak.

10 Ekim Katliamında hayatını kaybedenleri anmak için Ankara Garı önünde buluşmak isteyenlere ilk iki yıl izin vermedi polis. Aileleri yerlerde sürükledi, gaz sıktı, hepsinin yarasını kanattı. Bu yıl aynı muameleyi görmemeleri için onları yalnız bırakmayalım.

10 Ekim 2015’teki “Emek, Barış, Demokrasi” mitinginin çağrıcıları olan DİSK, KESK, TMMOB ve TTB ile 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği’nin şu çağrısına kulak verelim,

“Emek, Barış ve Demokrasi fikri, 10 Ekim’de bizlerden koparılan arkadaşlarımızın en büyük düşüydü. Bizler bu düşün peşinde koşmaya, arkadaşlarımızın düşünü gerçek kılmak için mücadele etmeye devam edeceğiz.

Bu kararlılığımızı göstermek, arkadaşlarımızın anısına sahip çıkmak ve katliamı bir kez daha kınamak için bugün saat 10.04’te ellerimizde karanfillerimizle Ankara Garı önünde, Emek-Barış-Demokrasi Meydanı’nda buluşacağız. Sadece Ankara’da değil Türkiye’nin dört bir yanında gerçekleştirilecek anma etkinliklerine tüm halkımızı davet ediyoruz.”

Özlem Akarsu Çelik – Gazete Duvar

Duvara karşı yüz üç can… 10 Ekim 2015 Ankara – Leyla Alp

Bu yazı t24.com.tr sitesinden alındı

Yüzyıllar önce İbni Haldun “Coğrafya kaderdir” demiş. Coğrafya kederdir. Coğrafya gözyaşıdır, Coğrafya, ahı yerde kalan annedir, hayalleri yarım kalan çocuk, kucaklanılamayan arkadaş. Bu ülkede coğrafya acı, tarih kahırdır…

En küçüğü 9 yaşında Veysel olan 103 insanın parçalanarak öldüğü katliamın üzerinden tam üç yıl geçti.  10 Ekim 2015’de onlarca insanın bombalarla katledildiğini öğrendiğimizde dünya eskisi gibi “dönmez, dönemez”  denmişti… Dönüyor…  “Bu katliamın sorumluları hesap verecek” denmişti. Vermedi… Vermiyor…

Bütün bunların yerine, bütün bunlar yetmezmiş gibi bir unutma duvarı örülüyor önümüze… Biz sustukça yükseliyor o duvar. Biz geri adım attıkça kalınlaşıyor… Biz sustukça duvar üstümüze kapaklanıyor. Ezildikçe eziliyoruz…

10 Ekim’den sonra da bombalar birbiri ardına patlamaya devam etti. Bizim kalbimiz patlamadı. Bizim kalbimiz durmadı, dünya da öyle. Her gün bir çizgi daha geçildi. Bir eşikten daha geçtik. Bir acı eşiğinden daha.  Biz mi acıya alıştık yoksa acı mı bize akran oldu anlayamadık. Yorulduk… Beynimiz acıdı, yüreğimiz acıdı… Ama yaşamaya devam ettik.   Azaldık… Azaldıkça duvara dayandık. Duvara dayandıkça azaldık. Duvar güçlü geldiği için yükselmiyordu oysa biz dağınık olduğumuz için yükseliyordu.  Toparlanamadık. Ayırdık birbirimizi… Ayrıldık… Ayrıldıkça azaldık. Azaldıkça daha çok yaralandık.

10 Ekim’de 103 insan göz göre öldürüldü… “Unuttuk” demiyorum ama daha az hatırlar olduk…

Kitaplara sarılarak uyuyan Gülbahar Aydeniz’i unutturmaya çalışıyorlar…

“Ankara’da, Meclis’te göreceksiniz beni” diyen  Muhammet Zakir Karabulut’un hayalini unutturmak istiyorlar…

Ali İsmail Korkmaz’ın fotoğrafını kucaklayan Ali Deniz Uzatmaz hatırımıza hiç gelmesin istiyorlar…

Kızına ‘Ölürsem fotoğrafımı sen taşırsın’ diyen Abdullah Erol’dan hiç bahsetmeyelim istiyorlar.

Yoksul çocukları okutmayı kafasına koyan Günay Doğan’ı bilmeyelim istiyorlar…

Eren Akın’ın ağız dolusu gülüşünü, Ata Önder Atabay’ın inadını,  Berna Koç’un kalabalık kimsesizliğini, Veysel Atılgan’ın henüz dokuz yaşında olduğunu hepsini unutalım istiyorlar… 10 Ekim 2015 gününü… 10 Ekim 2015 günü patlayan bombayı. Barış pankartlarına sarılan cenazeleri. Kopmuş bacakları, parçalanan bedenleri… Kanı, feryatları, hastane önünde bekleyen anaları, poşetlerle verilen cansız bedenleri… Yitip giden onca insanı… Düşlerini unutalım istiyorlar, gülüşlerini…

Tanımadığımız, iki çift lafın belini kırmadığımız, gözlerinin içine bakmadığımız, yolda sokakta hiç karşılaşmadığımız ve hiç karşılaşamayacağımız insanlarla biz kardeş olduk bilmiyorlar… Bir kez bile sarılmadığımız insanları hasretle kucaklıyoruz anlamıyorlar…

O boşluk dolar sanıyorlar… Hasret biter… O acı diner sanıyorlar… O öfke yerini dinginliğe bırakır… O hesap kapanır sanıyorlar…

O hesap kapanmaz… O acı bitmez… O boşluk dolmaz…

Daha adını söylerken gözleri dolan Kasım Otur’un eşi Songül nasıl unutur sevdalısını.

Kokusu gitmesin diye yemenisi bile hiç yıkamayan Dilan Sarıkaya’nın annesi vazgeçer mi kızından. Kokusundan…

“Bir daha Ankara’ya gitmem” diyen Berivan Mehmet Hayta’yı aklından çıkarabilir mi?

Duvarlarda asılı kalan fotoğraflar unutturmaz, tarih unutturmaz… Coğrafya kederdir unutturmaz… Masumiyet unutturmaz…

Dava dosyaları, mahkeme tutanakları, yerini bulmayan adalet ne söylerse söylesin; 10 Ekim 2015 bu ülke tarihinin en büyük acılarından biridir… Bombalarla parçalanan, mezarlarına yarım konan insanların binlerce tanıdığı ve tanığı var… Ellerinde pankartları, dillerinde barış türküleri vardı…

Leyla Alp – t24.com.tr

Not: 10 Ekim’de hayatını kaybedenlerin yakınlarının anlatımlarıyla yazılan hikâyelerine http://101015ankara.org ulaşabilirsiniz. Unuttuğunuz için demiyorum. Bir kez daha anmak, hatırlamak ve hatırlatmak için…

Plastik atıklarda ilk üç şirket: Coca-Cola, Pepsi ve Nestlé – Break Free From Plastic saha çalışması raporu

Break Free From Plastic küresel hareketi plastik kirliliği saha çalışmalarında tespit ettiği başlıca şirketleri bugün yayınlanan raporunda açıkladı. Plastikten Kurtul olarak da tercüme edilebilecek Break Free From Plastic hareketi, dünyadaki plastik kirliliğini sonlandırmak için 1.279 örgütün bir araya geldiği bir küresel bir hareket. Küresel plastik kirliliğine bütüncül olarak yaklaşan Break Free From Plastics hareketi, çareden ziyade önleme odaklanarak ve etkin çözümler sunarak, sistemik bir değişim gerçekleştirilmesi gerektiğini savunuyor. Plastik kirliliğinden piyasaya plastik paketleme malzemelerini (çoğu zaman gereksiz ve bir kullanımlık) pompalayan şirketlerin sorumlu tutulmasını isteyen Break Free From Plastic hareketi, 42 ülkede gönüllülerle yaptıkları temizlik çalışmalarında topladıkları plastik atıkların markalarını tespit etti (brand auditing), ve çalışma sonuçlarında en yüksek plastik kirliliğine sebep olan şirketlerin isimlerini açıkladı. Listede yer alacak şirketler için en az 10 ülkede, 100’ün üzerinde plastik parça bulunması kriterleri uygulandı. Break Free From Plastic’in 2018 çalışmaları sırasında toplanan plastik atıkların yüzde 14’ü liste başındaki ilk üç şirkete ait: Coca-Cola, Pepsico ve Nestlé.

Görsel: Break Free From Plastic

2018 yılında Break Free From Plastic hareketinden yaklaşık 10.000 gönüllü, 6 kıtada, 42 ülkede, 239 temizlik çalışmasında 18.851 parça plastik topladı. Bu plastik atıkların yüzde 65’inden fazlasında ürün markası görünüyordu. Toplanan plastik atıklar markalara ve bu markaları üreten şirketlere göre kataloglandı. En büyük plastik kirleticileri Coca-Cola, PepsiCo, Nestlé, Danone, Mondelez International, Procter & Gamble, Unilever, Perfetti van Melle, Mars Incorporated, ve Colgate-Palmolive olarak belirlendi. (Yazının sonunda bu şirketlerin sitelerine girerek derlediğim, Türkiye’de sattıkları ürün/markaların listesini bulabilirsiniz.) İlk üçte Coca-Cola, Pepsico ve Nestlé yer alırken, Coca-Cola ürünlerine 42 ülkenin 40’ında ve 239 temizlik çalışmasının yüzde 75’inde kıyılarda, parklarda ve sokaklarda Coca-Cola ürünlerine rastlandığı bildirildi.

Plastik kirliliği krizini durdurmak şirketlerin sorumluluğu

Foto: Nipe Fagio, Tanzanya

Rapor, şirketlerin ürünlerinin yaşam döngüsü boyunca yarattıkları etkinin ve ambalajlarının sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Break Free From Plastic’e göre, şirketler ve markaların plastik kirliliğine sundukları çözümlerin birçoğu, küresel geri dönüşüm oranlarının düşük olmasına rağmen, ambalaj toplama ve geri dönüşüme odaklanıyor. Şirketlerin bu “çöp” ve “temizlik” mesajları bireysel tüketiciyi plastik kirliliğinden sorumlu olduğuna ikna ediyor, oysa sorumluluk sürdürülebilir çözümler ve sistemler geliştirmesi gereken kurumsal kirleticilerin. Bireysel tüketiciler çoğu zaman imkansız seçeneklerle karşı karşıya kalıyor, zira modern hayatta “plastiksiz” yaşam neredeyse imkansız. Rapor, bireysel tüketiciler bu durum karşısında suçluluk duyarken, şirketlerin ambalajlarının yarattığı kirlilikten hemen hemen hiç sorumlu tutulmadığını ve bireylerin derhal şirketlerden gıda, içecek ve kişisel bakım ürünleri için plastik içermeyen ambalaj ya da çok kullanımlık ambalajlar talep etmelerini gerektiğini hatırlatıyor. Özetle, plastik kirliliği krizini durdurmak şirketlerin sorumluluğu.

Bu krizden geri dönüşümle çıkamayız – şirketler plastik ambalajlara ihtiyaç duyulmayan bir sistemi hayata geçirmek zorunda

Raporda yer verilen bazı bilgiler bu krizden sadece geri dönüşümle çıkamayacağımızı ortaya koyuyor:

  • Küresel plastik üretimi yılda 320 milyon metrik ton[1]
  • 1950’lerden bu yana toplam 8.3 milyar metrik plastik üretildi.
  • Kısa süre önce yayınlanan bir araştırmaya göre, 8.3 milyar metrik tonun sadece yüzde 9’u geri dönüştürüldü, yüzde 12’si yakıldı ve geri kalan yaklaşık yüzde 80’i çöp alanları, denizler ya da doğaya dağıldı.[2]
  • Plastik üretimin önümüzdeki on yıl içinde yüzde 40 artması bekleniyor.[3]

Break Free from Plastic, şirketleri derhal aşırı ambalajla yapmayı durdurmaya, ürün dağıtım sistemlerini atığı azaltan ya da tamamıyla ortadan kaldıran bir şekilde yeniden tasarlamaya ve doğaya pompaladıkları plastik kirliliğinin sorumluluğunu almaya çağırıyor.  

Break Free From Plastic saha çalışmaları

Foto: Zero Zbel, Fas

Break Free From Plastic’in ilk küresel Brand Audit (Marka Denetimi/Tespiti) çalışması 2017’de Filipinler’in Manila Koyu’nda Freedom Island isimli adada yapıldı. Gönüllülerle yapılan ve sekiz gün süren bu çalışmada toplam 54.260 plastik parçası toplandı. Nestlé, Unilever, Endonezya şirketi PT Torabika Mayora ve bazı Filipinli şirketler en büyük plastik kirleticiler listesine girdi. Bir sonraki çalışma Mayıs 2018’de Hindistan’da 15 şehirde yapıldı. 15.000 gönüllü 72.721 plastik parçası topladı. En büyük kirletici listesinin başını çeken ilk üç şirket Pepsico, Perfetti Van Mall ve Unilever oldu.

Bu rapor ise, Dünya Çevre Günü (5 Haziran) ve Dünya Temizlik Günü (15 Eylül)6 başta olmak üzere 6 kıtada, 42 ülkede yapılan 239 temizlik çalışmasında 10.000’inin üzerinde gönüllü tarafından bulunan plastik atıkların marka tespitini içeriyor. Gönüllüler saha çalışmaları kapsamında temizlik alanlarını belirledi, o alandaki tüm atıkları topladı, atıklarının sayımını yaptı ve her bir parçanın üretici/markası, ürün türü (gıda, kişisel bakım, ya da ev ürünleri) ve ambalaj türünü (HDPE, PET, PVC, PP, PS, çok tabakalı plastikler, tek tabakalı plastikler ve diğerleri) kayıt altına aldı. Gönüllülerin bildirdikleri veriler daha sonra bu rapor için gözden geçirildi, temizlendi ve teyit edildi.

Temizlik ve marka tespit çalışmalarının yapıldığı ülkeler ve çalışma sayısı ise şöyle: Amerika Birleşik Devletleri (70), Avustralya (5), Avusturya (2), Bangladeş (1), Birleşik Krallık (5), Brezilya (1), Çekya (2), Demokratik Kongo Cumhuriyeti (1), Ekvator (1), Endonezya (5), Fas (29), Filipinler (1), Güney Afrika (3), Güney Kıbrıs (1), Güney Kore (2), Hırvatistan (3), Hindistan (2), Hong-Kong (4), İrlanda (1), İspanya (6), İsviçre (1), İtalya (11), Jamaika (1), Kamerun (1), Kanada (9), Kenya (2), Letonya (1), Lübnan (3), Macaristan (1), Maldivler (1), Malezya (1), Meksika (16), Nijerya (1), Portekiz (2), Rusya Federasyonu (3), Senegal (1), Slovenya (12), Şili (1), Tanzanya (22), Tayland (1), Yunanistan (1), ve Vietnam (2).

Break Free From Plastic, bu raporda birçok tüketim maddesi markasının yer almadığını, hatta bunların belki de raporda yer alanlardan daha fazla plastik kirliliği yaratıyor olabileceğini, bu raporun belirli şirketlerle ilişkilendirilebilecek kesin bir miktar belirleme çalışması olarak tasarlanmadığı ve dünyadaki plastik üreticileri ve kurumsal markaların ürettikleri plastik atıkların temsil eden bir örnekleme olmadığını da belirtiyor.

İsmi geçen şirketlerin Türkiye’deki ürünleri/markaları:

Coca-Cola: Coca-Cola, Fanta, Sprite, Schweppes, Capy, Fuse Tea, Damla, Powerade, Gladiator, Sensun

Pepsico: Pepsi, Lipton Ice Tea, Tropicana, Frulo, Yedigün, 7Up, Rockstar, Gatorade, Doritos, Lays, Cheetos, Ruffles, Rocco, Cerezza

Nestlé: Nestlé çikolata ürünleri, Polo, Nestlé Purina hayvan maması, Nesquik, Nestle Salep, Nestle Sıcak Çikolata, Nesfit kahvaltılık gevrek, Nestlé Coffee-Mate, Nescafé, Nespresso, Maggi bulyon ve yemek harcı, Alaçam Su, Erikli Su, Nestlé Pure Life.

Danone: Danone Kefir, Danone Yoğurt, Danone sütlü atıştırmalıklar, Danissiomo, Danette, Activia

Mondelez International: Barni, Bubblicious, Falım, First, Jelibon, Olips, Milka, Oreo, Toblerone, Topitop, Misbon, Tofita, Poptip, Tipitip, Şıpsevdi, Kent

Procter & Gamble: Alo, Ariel, Braun, Fairy, Febreze, Gilette, Gilette Venus, Head & Shoulders, İpana, Oral-B, Orkid, Pantene, Prima, Rejoice, Tampax, Vicks

Unilever: Axe, Cif, Domestos, Dove, Hellman’s mayonez, Knorr, Lipton, Lux, Magnum, Omo, Rexona, Signal, Tony & Guy, Vaseline, Yumoş, Algida, Calvé, Carte d’Or.

Perfetti van Melle: Mentos, Vivident, Big Babol, Chupa Chups, Brooklyn, Center Fresh.

Mars Incorporated: Evcil hayvan mama markaları (Pedigree, Whiskas, Nutro, Greenies, Sheba, Cesar, Iams, Eukanuba), M&M, Wrigley’s, Snickers, Twix, Altoids, Big Red, Bounty, Galaxy, Hubba Bubba, Juicy Fruit, Life Savers, Mars, Milky Way, Orbit, Extra, Freedent

Colgate-Palmolive: Colgate, Palmolive, Protex, Speed Stick deodorant, Ajax Fabuloso, Hacı Şakir, Hills evcil hayvan maması

***

[1] Statista, 2018. “Global plastic production from 1950 to 2016 (in million metric tons).”

https://www.statista.com/statistics/282732/global-production-of-plastics-since-1950/

[2] Geyer, Jambeck, Law, 2017. “Production, use, and fate of all plastics ever made.”

Scientific Advances.

[3] CIEL, 2017. “How Fracked Gas, Cheap Oil, and Unburnable Coal are Driving the Plastics Boom”. https://www.ciel.org/reports/fuelingplastics/

Kaynaklar:

https://www.breakfreefromplastic.org/globalbrandauditreport2018/

Zero Zebl: http://www.zerozbel.ma/

Nipe Fagio: http://www.nipefagio.co.tz/

 

Bu yazı aysebereket.wordpress.com/ dan alınmıştır

 

 

Ayşe Bereket

twitter.com/aysebereket

Bu yıl altıncısı düzenlenen Engelsiz Filmler Festivali İstanbul’da başladı

Bu yıl altıncı kez düzenlenen Engelsiz Filmler Festivali’nin ilk konukları, Engelsiz Yarışma bölümünde yer alan “İşe Yarar Bir Şey” ve “Kelebekler” filmlerinin yönetmen ve oyuncuları oldu.

İşe Yarar Bir Şey filminin yönetmeni Pelin Esmer ile Kelebekler filminin yönetmeni Tolga Karaçelik ve başrol oyuncularından Tuğçe Altuğ, filmlerinin gösterimleri ardından İstanbullu seyircilerle buluştular.

Boğaziçi Üniversitesi Sinema Salonu’nda (SineBu) yoğun ilgiyle gerçekleşen gösterimlerin sonrasında gerçekleşen söyleşilerde konuklar, festivalde olmanın mutluluklarını dile getirirken, izleyicilerin sorularını da yanıtladılar.

Pelin Esmer: “Sinemanın interaktif olduğunu düşünüyorum.”

Engelsiz Filmler Festivali’nin ilk yılına “Gözetleme Kulesi” filmiyle katılan Esmer, festivalin halen devam ediyor olmasının kendisi için büyük mutluluk olduğunu ifade etti.

Filmi farklı bir açıdan, sadece dinleyerek algılamak için kendisinin de bir kısmını sesli betimleme ile takip ettiğini dile getiren Esmer, söyleşiyi işaret diline çeviren Neslihan Kurt’a; İzleyicilerin işaret diliyle filmi izlerken bir yandan filmi takip etmeleri zor olmuyor mu?“ diye sordu. Neslihan Kurt işaret dilini takip eden kişilerin görsel algılarının daha farklı olduğunu söyleyerek soruyu yanıtladı.

Söyleşinin devamında İşe Yarar Bir Şey’in dünyada ve Türkiye’deki festival yolculuğunu anlatan Pelin Esmer, bu yolculukta bambaşka insanlarla tanıştığını, her yerde farklı dokunmalar olduğunu, bunun da kendisini sinema yapmaya devam etmeye ittiğini söyledi. Esmer, filmin sonunu neden seyircilere bıraktığına dair gelen sorulara; “Benim açımdan bir son vardı ama aslında bu önemli değil, sizin bu salondan çıkarken soracağınız soruları baştan elimine etmiş olacaktım. Filmlerimin sonunu size bırakmayı, sizin de oyuna katılmanızı seviyorum. Sinemanın interaktif bir şey olduğunu düşünüyorum, kendiniz açısından istediğiniz gibi yönlendirmenizi istiyorum. Yolculuklarda hayatımıza dokunan, bir daha görmeyeceğimiz karakterler beni heyecanlandırıyor.” diye yanıt verdi.

Oyuncu Tuğçe Altuğ, seyircilere işaret diliyle: Merhaba!“ dedi

Engelsiz Yarışma“da yarışan “Kelebekler” filminin söyleşisine trafik nedeniyle geç kalan oyuncu Tuğçe Altuğ işaret diliyle “Geç kaldığım için özür dilerim” diyerek seyircilerle selamlaştı.

İki yıl önce “Sarmaşık” filmiyle Engelsiz Festival’e katılan ve Engelsiz Yarışma’da “En İyi Film” ödülünü alan Tolga Karaçelik, bu yıl da “Kelebekler” filmi ile Festival’in yarışma seçkisinde izleyicilerle buluştu. Kelebekler’in çıkış sürecini anlatan Karaçelik, filmi 2012 yılında amcasını kaybettikten sonra oluşturmaya başladığını ifade etti. Aynı zamanda bir şair olan amcasının kendisini edebiyatla tanıştırdığını ve hayatında hep çok önemli bir yere sahip olduğunu söyledi. Karaçelik, “Bana iyi gelsin diye yazdım, üç kardeşin filmi oldu. Filmin ilk versiyonundan insanlara da iyi gelen kısmı kaldı.” dedi.

Filmin müzikleri ve şarkılarının filme nasıl dahil olduğunu anlatan Karaçelik, bazı sahnelerde müzikten yola çıktığını, sahnelerin müziğin üzerine kurgulandığını dile getirdi. Seyircilerden filmde muğlak kalan kısımlarla ilgili gelen soruya ise “Aile olmanın doğası konuşulmayan hikayelerden geçer. Herkes birbirini anlar, ne söyleyeceğini bilir ama bunun hakkında konuşmaz. Bu onların yaşadığı başka bir zamana aittir. Geçmişle ilgili her şeyin bilinmediği filmleri seviyorum, filmlerimde de bu dili kullanıyorum.” diye yanıt verdi.

Söyleşinin devamında filmde rol aldığı sahne için ne hissettiği sorulan Karaçelik, gündelik hayatında benzer karakterleri sürekli gözlemlediğini ve yazmış olduğu karakterin kendisinde filmde oynama arzusu yarattığını dile getirdi. Karaçelik kendisinin oynadığı sahnenin çekimlerinde, yönetmen koltuğuna da filmin başrol oyuncularından Bartu Küçükçağlayan’ın oturduğunu söyledi.

Festival programında yer alan film ve yan etkinlerin görme ve işitme engelli sinemaseverlerin erişimine uygun olarak sunulmasının yanı sıra fuaye alanlarında engelli bireylerin hayatlarına sanal gerçeklik deneyimiyle tanık olunduğu festival, 8-10 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesi Sinema Salonu (SineBu), 12 – 14 Ekim tarihleri arasında Eskişehir’de Taşbaşı Kültür ve Sanat Merkezi (Kırmızı Salon), 17 – 21 Ekim tarihleri arasında ise Ankara’da Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi ve Goethe-Institut Ankara’da sinemaseverleri ağırlayacak.

6. Engelsiz Filmler Festivali sinemaseverleri otizm dostu gösterimlere davet ediyor

Engelsiz Filmler Festivali 6. kez sinemaseverlerle buluşmaya hazırlanıyor

 

(Yeşil Gazete)

Termik santraller çocukların zekâ düzeyini düşürüyor

Temiz Hava Hakkı Platformu, İngiltere’de yapılan yeni çalışmalar sonucunda; hava kirliliğinin olumsuz etkilerinin anne karnında bile görülmeye başladığının tespit edildiğini açıkladı. Dünyada hava kirliliğinin sağlık etkilerine dair yapılan araştırmaların sonuçlarını gündeme taşıyan uzmanlar, çocukların anne karnında ve erken bebeklik dönemlerinde hava kirliliğine yetişkinlere oranla daha fazla maruz kaldıklarına ve bu dönemde soludukları kirli havanın zekâ düzeyi üzerinde olumsuz etkilere yol açtığına dikkat çekti.

Tıpta uzmanlık dernekleri, hekim örgütleri, çevre alanında çalışan vakıf ve dernekleri bir araya getiren platformun uzmanları; mevcut hava kirliliğinin azaltılması ve yeni kirlilik kaynaklarının ortaya çıkmasının engellenmesi için gerekli önlemlerin acilen alınması konusunda yetkililere çağrıda bulundu.

Termik santraller çocukların zekâ düzeyini etkiliyor

Temiz Hava Hakkı Platformu yaptığı açıklamada, çocukların anne karnında ve erken bebeklik dönemlerinde sinir sistemi toksinlerine çok duyarlı olduğuna dikkat çekti. Bu kapsamda Çin’de yapılan pek çok araştırmada, gebelik süresince fosil yakıtlardan kaynaklanan hava kirliliğine maruz kalan annelerin çocuklarında zekâ düzeylerinin daha düşük olduğu saptandığı belirtildi.

Kömürlü termik santrallerin sadece havayı değil arsenik, berilyum, bakır, civa, krom vb. maddeler ile toprağı da kirlettiğini hatırlatan uzmanlar, anne karnında civaya maruz kalmanın çocukların zeka düzeylerini etkileyebildiğinin bilim dünyasında kabul gördüğünü vurguladı ve çarpıcı bir örnek verdi:

“Çin’in Tongliang, Chongqing şehrindeki kömür yakıtlı santralin kapatılması, yeni doğan bebeklerin göbek kordonu kanlarındaki organik zehir düzeylerinin düşmesini sağlamış, aynı dönemde bölgedeki çocukların zihinsel gelişmelerinde, motor ve dil yetilerinde olumlu gelişmeler gözlenmiştir.”

Hava kirliliği plasentaya nüfuz ediyor

Hava kirleticileri ile artan bebek ölümleri, düşük doğum ağırlığı ve erken doğum arasında doğrudan bir ilişki olduğu artık bir sır değil. Basın açıklamasında THH Platformu uzmanları, İngiltere’de Queen Mary Üniversitesi araştırmacılarının Eylül ayında yapılan Uluslararası Avrupa Solunum Derneği Kongresi’nde sonuçlarını sunduğu yeni bir çalışmayı şu açıklamayla yorumladı.

 “Londra’da yaşayan, sigara içmeyen ve sezaryenle doğumu planlanan beş gebe kadının doğum sonrasında plasentaları elektron mikroskobuyla incelenmiştir ve hücrelerin bir kısmında ince karbon partikülleri olduğu belirlenmiştir. Bu sonuçlar, solunan havadaki kirletici maddelerin akciğerler yoluyla plasentaya girdiğini gösteriyor. Plasentayı etkileyen bu partiküllerin anne karnındaki bebekler üzerinde doğrudan etkilerinin olması kaçınılmaz.”

Çocuklar, yetişkinlerden yüzde 37’ye varan oranda daha fazla kirli hava soluyor

Alman çevre kuruluşu Deutsche Umwelthilfe’nin bu hafta açıkladığı araştırma ise, taşıtlardan kaynaklanan kirliliğinin çocukları yetişkinlerden daha fazla etkilediğini ortaya çıkardı. Bu kapsamda Almanya’da 6 şehirde 500 sokakta yaz ve kış aylarında bir ay süreyle çocukların ve yetişkinlerin kirlilik maruziyetini anlamak için bir çalışma yapıldı. Çalışma kapsamında çocuklar için yerden bir metreye kadar, yetişkinler için ise iki metreye kadar yükseklikte nitrojen dioksit (NO2) ölçümleri yapılmış ve ölçüm yerlerinin çoğunda, çocukların maruz kaldığı kirliliğin yüzde 37’ye varan oranda daha fazla olduğu saptandı.

Türk Nöroloji Derneği üyelerinden pediatrik nörolog Doç. Dr. Semih Ayta “Son araştırmalar hava kirliliğinin insan yaşamını anne karnından itibaren etkilemeye başladığını ve bu olumsuz etkilerin sadece dolaşım ve solunum sistemlerinde değil, sinir sistemi üzerinde de görüldüğünü çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Sanayi, ısınma ve trafik kaynaklı hava kirliliğinin azaltılması ve yeni hava kirliliği kaynaklarının oluşmasına izin verilmemesi için gerekli önlemlerin ivedilikle alınması gerekiyor” şeklinde konuştu.

“Gebe kadınlar hava kalitesi uyarılarını takip etmeli”

Türk Toraks Derneği Çevresel Sorunlar ve Akciğer Sağlığı Çalışma Grubu Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Nilüfer Aykaç konuşmasında, “Gebeliğin erken dönemlerinde partiküler maddeye maruziyetin göbek kordonunda  vücuda zararlı stres ürünlerini arttırdığı ve bunun sonucu olarak da plasenta gelişimini, implantasyonu önlediği ve anne karnındaki bebeğin  gelişim ve büyümesini olumsuz etkilediği gösterilmiştir. Ayrıca kromozomal ve yapısal anomalileri tetikleyerek anne karnında bebeğin kaybına neden olduğu ispatlanmıştır.  Karbon monoksit (CO), kükürt dioksit (SO2) ve partikül madde (PM) gibi hava kirleticilerin artan bebek ölümleri, özellikle doğum sonrası solunumsal ölüm, düşük doğum ağırlığı, bebeğin doğuştan anomali doğması (en sık  kalp-damar ve sinir sistemi anomalileri) ve erken doğum ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Özetle; kadınların gebelik süresince hava kirliliğinin olumsuz etkilerine maruz kalması, hem gebelik komplikasyonları, hem de çocukta meydana gelebilecek komplikasyonlar ve gelişme geriliği ihtimali sebebiyle özel bir önem arz eder. Çocukların hava kirliliğinden etkilenmeleri anne karnında başlamakta, başta akciğer olmak üzere pek çok organın gelişimini bozmaktadır. Bu sebeple hava kirliliğinin gebe kadınlar ve dolayısıyla gelecek kuşaklar üzerindeki etkisi düşünülerek bu riskin ciddiyeti değerlendirilmeli, acil önlemler alınmalıdır. Gebe kadınların hava kalitesi uyarılarını takip etmesi ve günlük yaşantısını buna göre düzenlemesi, hava kirliliğinin sağlığı tehdit ettiği durumlarda dış mekan faaliyetlerinden kaçınması gerekmektedir’ dedi.

Hava kirliliği bilişsel performansı düşürüyor: En çok etkilenen erkekler

Dünya Sağlık Örgütü: Yılda 7 milyon kişi hava kirliliğinden ölüyor

Hava kirliliği ölçüm verilerine erişim sorunu halk sağlığını tehdit ediyor

Türkiye’de Android işletim sistemi kullanıcıları bulundukları şehrin hava kalitesini ölçmek için “Nefesiniz Cebinizde” uygulamasını ücretsiz buraya tıklayarak ücretsiz indirebilir.  

Türkiye’de IOS işletim sistemi kullanıcıları bulundukları şehrin hava kalitesini ölçmek için “Nefesiniz Cebinizde” uygulamasını ücretsiz buraya tıklayarak indirebilir. 

Havanın ne kadar kirli olduğunun farkında mısınız? İşte İstanbul’un havası en kirli ve en temiz semtleri

Hava kirliliği sperm kalitesini düşürüyor, apandisit vakalarını artıyor

[Özel Haber] Marmaray için Yenikapı’ya getirilen yüzer termik santrala çevre örgütlerinden tepki: “İstanbul’da hava kirliliği artar”

İstanbul, Bursa ve Kırklareli’nde sağlığımızı tehdit eden hava kirliliği oranlarını inceledik

‘Türkiye’de hava kirliliği nedeniyle her yıl 32 bin kişi ölüyor’

 

(Yeşil Gazete)

Sağlık Bakanlığı: Hamile bırakılan çocuk sayısı 115 değil 158

Sağlık Bakanlığı, Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki “hamile çocuklar” ile ilgili rapor hazırladı. Bakanlık denetçisi Mustafa Kılınç’ın imzasını taşıyan 89/03 sayılı 84 sayfalık rapor, 2017’nin ilk 5 ayındaki hamile çocuk sayısının 115 değil 158 olduğunu ortaya koydu. Bu çocuklardan 37’si ise 15 yaşın altında.

Raporda 12 yaşında 1, 13 yaşında 5, 14 yaşında 11, 15 yaşında 20, 16 yaşında 71, 17 yaşında 50 çocuğun hamile olduğu tespit edildi. Ayrıca 158 çocuktan 34’ü için adli birimlere bildirimde bulunulduğu, kalan 124 çocuk için ise herhangi bir bildirimde bulunulmadığı belirtildi.

Dinçer Gökçe’nin Hürriyet’te çıkan haberine göre, raporda 2016’daki hamile çocuk sayısının ise bin 260 olduğu vurgulandı, 64’ünün 15 yaşın altında olduğu tespit edildi. Ayrıca anılan çocukların bir bölümünün Suriyeli olduğunun altı çizilerek, “Hangi ülke vatandaşı olursa olsun, olay ülkemizde gerçekleştiği için Türkiye Cumhuriyeti yasaları geçerlidir” denildi.

33 doktor kusurlu bulundu

Raporda, 2016 yılı genelinde hamile oldukları tespit edilen çocuklar ile ilgili işlemi yapan 38 doktordan 33’ü kusurlu bulundu.

Hamile olduğu tespit edilmesine karşın, hastanenin sosyal hizmet birimine bildirimde bulunmayan veya 15 yaşın altındaki hamile çocuklar ile ilgili adli vaka dosyası hazırlamayan doktorlar için ‘aylıktan kesme’, ‘kınama’ ve ‘puan kesme’ cezaları verildi.

11 doktor içinse ‘kınama cezası’nın yanı sıra savcılığa suç duyurusunda bulunuldu. Raporda, haklarında suç duyurusunda bulunulan hastane personelleri arasında ise dönemin hastane başhekimi Ali Gedikbaşı ile sosyal hizmet uzmanları Nazlıcan Dilber ve Çiğdem Şenbil Kaba da yer aldı. Hakkında dava açılan dönemin hastane başhekim yardımcısı Akif Akça’nın da kusurlu olduğu kaydedilerek puan cezası verildi.

 

(Hürriyet)

Gazetecilere ve siyasetçilere operasyon: 9 ilde 151 gözaltı

Diyarbakır merkezli soruşturma kapsamında 151 kişi hakkında gözaltı kararı çıkartıldı.

İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre Diyarbakır, İstanbul, Van, Şırnak, Şanlıurfa, Batman, Mersin ve Mardin’de çok sayıda adreste aramalar yapıldı. Gece saat 01.00 sıralarında eş zamanlı başlayan ev baskınlarında Diyarbakır’da 80, İstanbul’da 3, Van’da 2, Şırnak, Şanlıurfa, Batman, Mersin ve Mardin’de de birer kişi gözaltına alındı. Toplam 9 ildeki yürütülen soruşturma kapsamında 151 kişi hakkında gözaltı kararı bulunuyor.

Gözaltına alınanlar arasında gazeteciler Abdurrahman Gök, Kibriye Evren ve Semiha Alankuş ile HDP Diyarbakır İl Eş Başkanı Mehmet Şerif Çamçı’nın da bulunduğu öğrenildi. Gazeteci Gök’ün evine uzun namlulu silahlarla baskın düzenleyen polisin, Gök ve ev arkadaşını yüzükoyun yere yatırdıktan sonra evde uzun süre arama yaptığı, kitaplarıyla fotoğraf makinesine el koyduğu belirtildi.

Gözaltına alınanların Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesi’ne götürüldüğü kaydedildi.

Abdurrahman Gök, öğrenci Kemal Kurkut’un vurulma anını görüntülemiş ve bu nedenle çeşitli tehditlere maruz kalmıştı.

İstanbul’da da gazeteci Semiha Alankuş evinden gözaltına alındı. Alankuş’un Diyarbakır’a getirileceği belirtildi.

Öte yandan HDP Diyarbakır il binası önünde zırhlı ve TOMA araçları duruyor.

İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, gözaltına alınan HDP üye ve yöneticilerine PKK irtibatı suçlaması yöneltildi.

Geçen haftadan bu yana devam eden polis baskınlarında, büyük çoğunluğu sosyal medya paylaşımları nedeniyle 150’nin üzerinde HDP’li gözaltına alınmıştı.

 

(Duvar)

Türkiye AİHM için uygun yargıç arıyor

Ankara AİHM yargıçlığı için Avrupa Konseyi’ne son olarak 3 Eylül 2018 tarihinde Selami Kuran, Necati Polat ve Esra Gül Dardağan Kibar’dan oluşan bir aday listesi gönderdi. Adaylar Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) AİHM Yargıçlarını Seçme Komisyonu’nda 27 Eylül 2018 tarihinde ayrı ayrı mülakattan geçti.

DW’den Kayhan Karaca’nın haberine göre Komisyon, mülakatlar sonucunda AKPM’ye “adaylar yetersiz bulunduğu için listeyi reddetme” tavsiyesinde bulundu. Ancak mülakatlar sonrasında listedeki üç adaydan sadece Selami Kuran’ın “yetersiz” bulunduğu ortaya çıktı. Özgeçmiş ve mesleki deneyim bakımından listedeki en kıdemli aday olan Prof. Selami Kuran’a mülakatta 10 üzerinden 4 notu verildiği öğrenildi. Bu notun büyük ölçüde Kuran’ın verdiği yanıtların içeriğiyle ilgili olduğu belirtiliyor. Bu yanıtların ne olduğu gizlilik nedeniyle açıklanmıyor. Diğer iki aday ise komisyondan “geçer” oy aldı. Komisyon buna rağmen tüm listenin “reddedilmesi” önerisinde bulundu.

Komisyon kimlerden oluşuyor?

Karar AKPM AİHM Yargıçlarını Seçme Komisyonu üyesi 20 Avrupalı parlamenter ve AKPM sekreteryasından üst düzey iki memur tarafından alındı. AKPM AİHM Yargıçlarını Seçme Komisyonu’na Hıristiyan Demokrat Grup üyesi Moldovalı parlamenter Valeriu Ghiletchi başkanlık ediyor. Türk yargıç adaylarıyla mülakatlara AKPM’deki Türk heyetinden sadece Serap Yaşar (AKP) katıldı.

Kuran adaylıktan çekildi

İki adayın “geçer” oy alması üzerine tüm listenin reddedilip yeni Türk yargıç seçim sürecinin yeniden başlatılarak çok ileri tarihe atılmaması için son günlerde yeni bir formül üzerinde çalışılmaya başlandı. Marmara Üniversitesi Kamu Hukuku Bölümü Milletlerarası Hukuk Anabilim Dalı Başkanı Prof. Selami Kuran, Türk yargıç seçimiyle ilgili nihai kararı verecek olan AKPM’nin bu sabah Strasbourg’da başlayan genel kurul toplantıları öncesinde AKPM Komisyonu ve Başkanlık Divanı’na dilekçe yollayarak adaylıktan çekildiğini bildirdi.

AKPM Kuran’ın adaylıktan çekilmesini dikkate alarak, Ankara’dan Kuran’ın yerine yeni bir aday tayin etmesini istedi. Böylelikle AİHM’ye yeni Türk yargıç seçme süreci, Ankara’nın  sunduğu son aday listesi reddedilmeden dondurulmuş oldu. Türkiye’nin sunacağı yeni listede Necati Polat ve Esra Gül Dardağan Kibar’a ek olarak yeni bir isim yer alacak. AKPM’de yeni Türk yargıç için seçimin Nisan 2019’da yapılması planlanıyor.

AİHM’de 2008’den bu yana görev yapmakta olan Türk yargıç Işıl Karakaş’ın görev süresi Nisan 2017’de sona ermişti, ancak o tarihten bu yana Ankara tarafından hazırlanan listelerdeki adaylar AİHM yargıçlığı için “ehil” bulunmadı. AİHM’ye yeni bir yargıç seçilmediği sürece Işıl Karakaş’ın görev süresi otomatik olarak uzuyor. Bu konudaki tek kriter 70 yaş sınırı.

AİHM yargıcı kriterleri

AİHM yargıcı seçilebilmek için 35-60 yaş diliminde olmak, AİHM’nin resmi dilleri olan Fransızca ve İngilizceden birini akıcı, diğerini en az orta düzeyde bilmek, hukuk fakültesinden veya hukuk bilgisi programlarına yer veren siyasal bilgiler ile iktisadi ve idari bilimler fakültelerinden mezun olmak, Türk hukuk sistemi ve uluslararası kamu hukuku bilgisine sahip olmak, herhangi bir mahkumiyeti bulunmamak, insan hakları alanında çalışma yapmış olmak, AİHM yargıçlığına seçilme halinde bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesiyle bağdaşmayan bir işle meşgul olmamak ve öğretim üyesi olanlar için en az doçent unvanı kazanmış olmak gibi kriterler aranıyor.

(Deutsche Welle)