Ana Sayfa Blog Sayfa 2693

Binlerce aktivist Hambach Ormanı ağaçları için direnişte

Almanya’da 12 bin yıllık Hambach Ormanı’nın kalan kısmındaki ağaçların kurtarılması için binlerce kişinin katılımıyla protesto eylemleri düzenlendi.

Tehdit altındaki Hambach ormanında kalan 200 hektarlık alandaki ağaçların kurtarılması talebiyle gösteriler düzenlendi. Ormanın, Alman enerji firması RWE’nin linyit madenini genişletmek için yok edilmesi planlanıyor.

Yaklaşık 5 bin kişinin katılımıyla Hambach Ormanı’nda iki ayrı noktada düzenlenen gösterilerde, eylemciler “kömür ocaklarına derhal son verilmesi” çağrısı yaptı.

Polis, gösterilerin barışçıl geçtiğini kaydetti

Perşembe günü (25 Ekim) Hambach Ormanı yakınlarındaki Düren tren istasyonuna gelen yaklaşık bin gösterici istasyondan ayrılmayı kabul etmeyince polisle karşı karşıya gelmişti.

Gösteri için organize edilen bir tren, yolculuğuna Prag’dan başlamış, Viyana’dan ve çok sayıda Alman şehrinden de eyleme katılmak isteyen göstericileri alarak Düren’e varmıştı.

12 bin yıllık ormanın şu ana kadar yüzde 90’ı yok edildi. Çevreciler ise geri kalan yüzde 10’luk kısmı kurtarmak için beş yıldır ağaçlara kurdukları evlerde yaşıyorlardı. Ekim ayı başında geri kalan ağaçların kesilmesini protesto eden aktivistlerin bulunduğu son ağaç evin de tahliye edilmişti. Ancak Almanya Çevre ve Doğayı Koruma Birliği’nin (BUND) açtığı davadan ağaçların kesilmesine ilişkin yürütmeyi durdurma kararının çıkmasıyla polis ormandan çekilmiş ve aktivistler üç ağaç evi yeniden inşa etmenin yanı sıra yeni barikatlar da kurmuşlardı.

 

(Yeşil Gazete)

Et yemeyi neden bıraktım? – Melis Alphan

Bu yazı artigercek.com sitesinden alındı

Bir daha asla hiçbir hayvanın etini tüketmeme kararını aniden verdim.

“Bir film izledim, hayatım değişti” derler ya?

Benim hayatımın değişmesi için bir fragman yetti.

Temmuz sonunda bir pazar sabahı, sarsıcı bir şeyin gelmekte olduğunu hissederek bastım ‘Oynat’ tuşuna.

Endüstriyel hayvancılığın maskesini düşüren belgeselin 4 buçuk dakikalık fragmanı sona erdiğinde, artık et yememeye karar vermiştim.

Bu kararı birkaç dakikada alsam da, şüphesiz yıllardır kafamda pişirdiğim bir düşünceydi. Farkında olmadan, kendimi bugüne hazırlıyordum galiba.

İnsanın her zaman, her koşulda ve her konuda tutarlı olması çok zor. Bu, erişmesi epey güç bir ideal. Ama işte, kimi tutarsızlıklar da insanı kendinden soğutuyor; ortadan kaldırmak gerek.

“Bazı hayvanlar sevilir, bazı hayvanlar yenir” düşüncesiyle hayvanları hem sevip hem de yiyor olmak bana göre, hayattaki en büyük tutarsızlığımdı ve beni kendimden soğutuyordu.

Bir köpeği veya kediyi evlat gibi sevip bir koyunu nasıl yiyebiliyordum mesela? Benim gözümde neden köpek sevilmeye, koyun yenmeye layıktı?

Bugüne kadar yediğim tüm hayvanlar gözümün önünden geçti.

Koyun, tavuk, balık, hindi…

Bıldırcın, ördek, tavşan, antilop… Farklı farklı coğrafyalarda önüme gelen hiçbir et için “Yemem” dememiştim.

Bugüne kadar dünyanın etini yemiştim. Belki de bu yüzden kararım ani oldu. Yeterince vakit kaybetmiştim.

İnsan dünyanın efendisi, hayvan hizmetkârı

Fragmanını izlediğim, Chris Delforce’un ‘Dominion’ belgeseli insanların hayvanları istedikleri gibi kullanmaya hakları olduğu fikrine meydan okuyor. İnsanlığın bu üstünlük kompleksinin onun aynı zamanda en karanlık ideolojilerini tamamladığını, ırkçılık, cinsiyetçilik ve türcülük arasındaki benzerlikleri fark ettiriyor.

İnsanlığın kendini dünyanın efendisi, hayvanları da hizmetkârı gibi gördüğünü, hayvanları sömürdüğünü kimse inkâr edemez.

İnsanların hayvanları kendinden ne kadar aşağıda gördüğünü–eylemleri bir yana- en başta dili ele veriyor. Hakaret ederken ‘hayvan, öküz, ayı, domuz, çakal’ sözcüklerinin sıklıkla kullanılması tesadüf değil elbette.

Endüstriyel hayvancılık dünya üzerindeki en vahşi ve sırlarla dolu sektörlerden biri.

Avustralya’da domuzculuk sektörünün gerçek yüzünü ortaya çıkaran, Delforce’un 2015’teki ilk belgeseli ‘Lucent’in gösterime girmesinin ardından, yönetmenin evini polis basmış, evin altını üstüne getirmişti.

Ama onu susturamadılar. Delforce bu kez de, drone’lar ve gizli kameralar yardımıyla bir öncekinden daha da sarsıcı olan ‘Dominion’u çekti.

Kendimle yüzleşmem için ‘Dominion’un fragmanı bile yetti.

İhtiyacım olduğu için değil, zevkim için et yediğimi iyice idrak ettim.

Eti artık canım istemiyor mu, diye sorarsanız…

Kıymalı makarnanın kokusunu aldığımda canım çekiyor çekmesine. Ama ben et yemeyi tadını sevmediğim veya et yemekten bıktığım için bırakmadım. Benimkisi, politik ve ahlaki sebeplerle verilen bir karardı.

Üstelik söz konusu olan sadece hayvanlar da değil…

Endüstriyel hayvancılık hava kirliliğinin, kaynakların tükenmesinin, iklim değişikliğinin önde gelen nedenlerinden. En basitinden, et de yiyen birini bir yıl boyunca doyurmak için gereken arazi, bir vejetaryeni doyurmak için gereken arazinin 6 katı. 226 gramlık bir hamburger köftesi için sığıra verilen samanın üretiminde 3 bin 500 litre su harcanıyor.

Et hala bir tabu

Et yememeye başladıktan sonra, çok kısa bir süre içinde, ‘ortamlarda’ insanlarla bu konuda tartışmamam gerektiğini öğrendim. Vegan hareketin etkisiyle son dönemde eskisi kadar dokunulmaz olmasa da, et hâlâ bir tabu.

Siz neden et yemediğinizi anlatmaya kalktığınızda, epey bir insan üst perdeden size neden et yemeniz gerektiğini, sağlıklı olanın bu olduğunu, 7.5 milyar insanı doyurmanın endüstriyel hayvancılık dışında bir yolu olmadığını ve eğer doğru şekilde yapılırsa endüstriyel hayvancılığın hayvanlara asla zarar vermediğini dikte ediyorlar. Ve susmuyorlar. Sonunda siz susuyorsunuz. Siz susunca onlar tartışmadan galip çıktıklarını düşünüyorlar.

Herhangi bir tabuyu tartışmaya açtığınızda ne oluyorsa onlar oluyor işte.

“Endüstriyel hayvancılık ‘doğru’ yapılırsa…” diye başlayan cümleleri duyunca insanın aklına Adorno’nun önermesi geliyor: “Yanlış hayat doğru yaşanmaz.”

Düşünen ve hisseden canlıların sömürülmesi ve öldürülmesi ‘doğru yöntemlerle’ ve ‘acısız şekillerde’ yapılınca yanlış doğruya dönüşmüyor.

Bir hayvanın yeşil geniş arazilerde özgürce dolaşıp güzel bir hayat yaşadıktan sonra ‘insanca’ kesilip tabağıma geldiğini bile bilsem, artık bana yetmiyor.

Daha az kötücül olması bir eylemin kötücül olmadığı anlamına gelmiyor.

40 yıla yakın süre et yemiş biri olarak, et yiyenleri yargılayabilecek son insanımdır.

Ama bırakmak isteyene de hararetle tavsiye ederim; insan kuş gibi hafifliyor.

Melis Alphan – Artı Gerçek

Zak Kostopoulos: Hakkaniyet, cezasızlık ve ölmeyi hak etmek

Uyarı: Bu yazıda link verilen görüntüler ve içerik şiddet içermektedir.

Geçtiğimiz ay LGBTİ+ ve HİV pozitif aktivisti, drag performans sanatçısı Zak Kostopoulos’un Atina’da öldürüldüğü Yeşil Gazete de yayımlanan Nikolaos Stelya’nın Duvar Gazetesi’nden haberi ile duyuldu.

21 Eylül gecesi, Yunan basını kuyumcuyu soymaya çalışan bir hırsızın öldüğünü yazdı. Paylaşılan video görüntülerinde hırsız olduğu iddia edilen kişinin, kuyumcudan kaçmaya çalışırken kimliği belirlenemeyen iki kişi tarafından tekmelerle dövüldüğü gösteriliyordu. Cumartesi Günü bu kişinin LGBTİ+ ve HİV aktivisti, drag queen Zachie Oh olarak da bilenen Zak Kostopoulos olduğu ortaya çıktı. Yunan basını Zak’in uyuşturucu madde etkisinde olduğu, bıçak taşıdığı ve kuyumcuyu soymaya çalıştığı dedikodularını yaymaya başladı. Ana akım medya Türkiye’de de “travesti terörü” olarak bilinen hegemonik anlatısını devreye sokmuştu. Hemen ardından muhafazakar medya “AİDS hastası bu sapkının” kaşındığını ve bu muameleyi hak ettiğini yazdı.

Saldırı görüntüleri Zak’in linç edildiğini, polisin müdahale etmediğini ve LGBTİ+ ve HİV pozitiflere yönelik şiddetin meşrulaştırıldığını ortaya koyuyor. Aslında Türkiye’nin de komşusuna yabancı olmadığı, LGBTİ+ cinayetlerinde faillerin haksız tahrik indirimi arkasına sığınması gibi… Pazar Günü sosyal medyada Zak’in bir kafede çıkan kavgadan kaçarken kuyumcuya sığındığı iddia edildi. Zak’i linç eden kişilerden biri aynı gün sorguya alındı ve şartlı tahliye edildi. İkinci kişinin çarşamba günü kimlik tespiti yapıldı ve aşırı sağ gruplarla bağlantısı olduğu ortaya çıktı. Buna rağmen ikinci kişi de şartlı tahliye edildi. Bahsi geçen ikinci kişinin 19 Mayıs’ta faşist grupların saldırısına uğrayan Selanik Belediye Başkanı Yiannis Boutaris için Twitter’dan “Hainleri Pontuslular s..tiği zaman, işte böyle görünürler. Bunun gibilerin sonu da böyle olur, dikkatli olsunlar.” yazması tesadüf olmamalı.

Ertesi gün çıkan adli tıp otopsi raporunda, Zak’in ölüm nedenin elde olan veriler ışığında henüz belirlenemediğini, toksikolojik ve histolojik inceleme sonuçlarının beklendiğini ifade edildi. Perşembe günü ortaya çıkan görüntüler 8 polis memurunun Zak’e kelepçe takmak için orantısız şiddet kullandığını gösteriyor. Olay yerine çağırılan polis, yerde baygın halde yatan Zak’e tekme atıyor, copla vuruyor ve sürüklerken küfür ediyor. Bu arada başında bandaj olan Zak’in vücudundan kanlar akmaya devam ediyor ve her tarafta kan olduğu gözüküyor. Bir noktada polislerden biri Zak’in bedeninin üzerine düşüyor. Zak yerde yatarken kollarından tutan polisler onun üzerine basıyor. Neden olduğu anlaşılamayacak bir şekilde polislerden biri Zak’in boğazına ayağıyla bastırırken diğeri de Zak’e yaklaşıp bir yumruk atıyor. Aynı görüntülerde polislerden birinin “Gel, kelepçeleri tak” bir diğerinin “ellerinden, ellerinden çek” ve üçüncü bir polisin “Gel! S..tiğimin, tanrı karşıtı” diye bağırdığı duyuluyor.

Cuma günü, Yunanistan Kamu Düzeni Bakanlığı ve Yunan Polisi video görüntülerinin ortaya çıkmasıyla, ilgili polisler hakkında disiplin soruşturması başlatıldığını duyurdu.  Aynı gün sonuçlanan polis incelemesi, Zak’in elinde olduğu iddia edilen bıçakta, Zak’in parmak izine rastlanmadığını ortaya çıkardı. Çarşamba günü yayınlanan, kuyumcunun yakınlarında bulunan bir mağazanın kapalı devre kamera görüntüleri, kaldırımda üç kişinin zorbalığına uğrayan Zak’in kuyumcuya sığındığı gösteriyor.

ABD doğumlu olan Zak’in kamusal alanda linç edilerek öldürülmesi ve polis tarafından işkenceye maruz kalması LGBTİ+, HİV ve insan hakları örgütleri dışında kamuoyunda ciddi bir tepki çekmedi. Yunanistan yetkilileri de hala soruşturmaya yönelik nihayi bir açıklama yapmış değiller. ABD vatandaşı olan Zak ile ile ilgili ABD’li yetkililerden ise hiçbir açıklama gelmedi. Mevcut bilgiler cinayetin nefret saiki ile gerçekleştiği ve polisin cinayeti önlemek bir yana, kasti olarak Zak’e kötü muamelede bulunduğunu gösteriyor. Avrupa’da muhalif kesimlere karşı aşırı sağ örgütlerin saldırıları her geçen gün artıyor. Avrupa Parlementosu 25 Ekim Perşembe Günü Avrupa’da Yükselen  Neo-Faşist Şiddet başlığıyla kabul ettiği önergede Zak’i linç eden kişilerden birinin aşırı sağ gruplarla olan bağlarına yönelik iddiaya dikkat çekti, Zak’in maruz kaldığı kötü muamele ve ölümününe yol açanların adalet önünde hesap vermesi gerektiğini vurguladı. Ölümünden bir ay sonra, Zak’in annesi Yunanistan Başbakanı’na yazdığı mektupta oğlunu katledenlerin hakkaniyetle cezalandırılmalarını istediğini yazdı. Türkiye’den 12 LGBTİ+ örgütü ortak kaleme aldıkları metinle Zak için adalet istedi ve Yunan yetkilileri tarafsız ve adil bir soruşturma yürütmeye çağırdı.

Kaynaklar

https://www.thepressproject.gr/article/134723/Distortions-and-cover-ups-in-the-Zak-Kostopoulos-case

http://www.ekathimerini.com/232906/article/ekathimerini/news/forensic-report-on-death-of-lgbtq-activist-inconclusive

http://www.ekathimerini.com/233027/article/ekathimerini/news/police-open-probe-on-officers-conduct-during-arrest-of-activist

https://news.artnet.com/art-world/greek-arts-community-denounces-death-of-activist-zak-kostopoulos-1362913

https://greece.greekreporter.com/2018/09/26/greek-jeweler-released-on-bail-over-death-of-gay-activist/

http://www.keeptalkinggreece.com/2018/09/27/zak-kostopoulos-police-violence-video/

 

 

 

O. Russell

Brezilya’nın Trump’ı Bolsonaro seçimleri kazandı

Brezilya’da, devlet başkanlığına Sosyal Liberal Partinin (PSL) adayı aşırı sağcı Jair Bolsonaro seçildi.

Ülkede 7 Ekim’de yapılan devlet başkanlığı seçiminin ilk turunda, adayların yeterli oy çoğunluğuna erişememesinin ardından düzenlenen ikinci tur oylamasında, halk pazar günü sandık başına gitti.

PSL’nin adayı aşırı sağcı Bolsonaro, resmi olarak ilan edilmeyen sonuçlara göre, oyların yüzde 55,2’sini alarak seçimin galibi oldu.

İşçi Partisi’nin (PT) adayı Fernando Haddad ise oyların yüzde 44,8’ini aldı.

Geçmişte Brezilya ordusunda yüzbaşı olarak görev yapan Bolsonaro’nun, yolsuzlukla ve suçla mücadele konusundaki sert söylemleri, kendisini seçim anketlerinde en popüler aday haline getirmişti.

Ülkesinin 1964 – 1985 yılları arasında askeri diktatörlükle yönetilmesine atıfla o günlerden övgüyle söz eden Jair Bolsonaro, seçim zaferinin ardından yaptığı açıklamada, demokratik değerlere saygı göstereceğini ancak Brezilya’nın yönünün değişeceğini dile getirdi.

Aşırı sağcı lider ayrıca, devlet başkanı yardımcısı ve bazı bakanlıklar için de emekli generalleri aday göstereceğini kaydetti.

“Sosyalizm, komünizm, popülizm ve aşırı solla flörte devam edemeyiz” diyen Bolsonaro, yolsuzluğun ve rüşvetin ortadan kaldırılacağı sözü verdi.

Konuşmalarında sık sık ABD Başkanı Donald Trump’a olan hayranlığını dile getiren aşırı sağcı lideri, seçim sonuçlarının netleşmesinin ardından Trump arayarak tebrik etti.

Beyaz Saray Sözcüsü Sarah Sanders, Trump ve Bolsonaro arasında gerçekleşen telefon görüşmesine ilişkin açıklama yaptı.

Trump’ın, Bolsonaro’yu seçim zaferi için tebrik ettiğini belirten Sanders, “İki lider de ABD ve Brezilya halkının yaşamlarını geliştirmek için yan yana çalışacaklarına dair güçlü bir taahhütte bulundular.” ifadelerini kullandı.

(Euronews)

 

Almanya: Hessen’de iktidar koalisyonu düşüşte, Yeşiller yükselişte

Almanya’nın Hessen eyaletinde yapılan yerel seçimde koalisyon ortakları hüsrana uğradı. Merkel’in partisi Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ağır kayıp verdi. CDU, koalisyon ortağı Sosyal Demokratlarla birlikte 10 puan kaybetti. Seçimlerin kazananı oylarını önemli oranda artıran Yeşiller ve ırkçı AfD partileri oldu. Gçetiğimiz haftalarda Bavyera’da çıkan sonuçlar Hessen seçimlerinde de tekrarlanmış oldu.

Almanya’nın Hessen eyaletinde düzenlenen bölgesel seçimde Almanya Başbakanı Angela Merkel’in partisi CDU yüzde 28, koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti (SPD) ise yüzde 20 civarında oy aldı. Yeşiller yüzde 19,5 oranında oy toplarken sağ popülist Almanya için Alternatif (AfD) yüzde 12,5, Sol Parti yüzde 6,5, Hür Demokrat Parti (FDP) ise yüzde 7,5 oranında oy aldı.

Merkel’in partisi seçimin galibi olsa da Hessen’de beş yıl önce yapılan seçimlere kıyasla elde ettiği sonuç CDU için ağır bir kayıp anlamına geliyor. CDU, geçen seçimlere kıyasla yaklaşık yüzde 10 oranında oy kaybetmiş görünüyor. Federal hükümette CDU’nun koalisyon ortağı olan SPD de bir önceki seçime kıyasla yaklaşık 10 puan oy kaybetti.

Seçimlerde aldığı bu oy oranı, CDU için aynı zamanda Hessen’de 1966 yılından bu yana elde ettiği en kötü sonuç.

Hessen’deki seçimlerin kazananı ise Yeşiller ve AfD oldu. Yeşiller yüzde 19,5 ile Hessen’de tarihi bir başarı elde etti. Yeşillerin 2013 yılında seçimde kazandığı oy oranı yüzde 11,1’di. Yeşillerin oy oranını artırmasındaki en önemli etken liste başı adayı 47 yaşındaki Yemen kökenli Tarık el Wazir’in popülaritesi oldu.

AfD de eyaletteki oy oranını artırarak eyalet meclisine girmeyi başardı. Böylece AfD Almanya’daki 16 eyalet meclisinin tamamında temsil edilmiş olacak. AfD Hessen’de 2013 yılındaki seçimlerde yüzde 4,1 oranında oy alarak yüzde 5 barajını aşamamıştı.

Yaklaşık 4 milyon 400 bin seçmenin sandık başına çağrıldığı Hessen’deki seçimler Almanya’nın federal siyaseti açısından önem taşıyordu. Hessen’de CDU’nun oy kaybetmesi Merkel açısından yenilgi anlamına geliyor. Başarılı bir sonuçla rahatlamayı uman Merkel’in bu sonuçla birlikte federal düzeydeki pozisyonunu zayıflamış oldu.

 

(DW)

Suudiler Yemen’de de boş durmuyor

Suudi Arabistan’ın 2015 Mart ayından beri Husileri dağıtmak için havadan bombaladığı Yemen’de yaşanan insanlık krizi gün geçtikçe derinleşiyor.

Birleşmiş Milletler’e (BM) göre Yemen hükümeti ve Husiler arasında dört yıldır devam eden savaş ülkeyi “dev bir açlığın” eşiğine getirdi. BM yaşanması “an meselesi” olan açlık krizinden ülke nüfusunun neredeyse yarısına tekabül eden 14 milyon kişinin etkileneceğini söylüyor.

Euronews’tan Berat Gökkuş’un haberine göre BM İnsani Yardım Genel Sekreter Yardımcısı Mark Lowcock konuyla ilgili yaptığı açıklamada kapıdaki açlık krizini “Bu alanda çalışan uzmanların tüm kariyerleri boyunca görmüş olmaları mümkün olmayacak kadar büyük” şeklinde niteledi.

BM’e göre 2015’ten bu yana devam eden iç savaşta çoğu sivil olmak üzere 10 bin kişi hayatını kaybetti.  İnsan hakları savunucusu örgütler bu rakamların çok daha fazla olduğunu iddia ediyor.

Uluslararası Af Örgütü, gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetiyle dünya gündemine oturan Suudi Arabistan yönetimine silah satan batılı devletleri Yemen’de yaşanan dramı göstererek bu durumdan vazgeçirmeye çağırıyor.

Af Örgütü’nün Fransa şubesi sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda “Yemen’de sivillerin katledildiğini” de dile getirerek Fransa’yı Suudi Arabistan’a silah satmaktan vazgeçmeye çağırıyor.

Almanya, Kaşıkçı olayının ardından Suudi yönetimine silah satışını durdurduğunu açıklasa da Avrupa Birliği’nin önemli ülkelerinden Fransa’nın Cumhurbaşkanı Emanuel Macron silah satışının durdurulmasını istemenin “demagoji” olduğunu dile getirdi.

BM bu hafta içinde Yemen’de savaşan taraflara “insani yardımlar için ateşkes” çağrısı yapsa da ne İran tarafından desteklenen Husiler ne de Riyad ve müttefiklerinden henüz olumlu bir yanıt gelmedi.

Yemen’le sınırı olan Suudi Arabistan önderliğindeki müttefikler ülkenin hava sahasını kontrol ediyor. Husiler ise başkent Sana’a ve Yemen’in kuzeyi ile batısındaki önemli bölgeleri ellerinde bulunduruyor.

(Euronews)

İstanbul’da Suriye zirvesi:Yıl sonuna kadar anayasa komitesi

Suriye’de çözüm arayışı için, Türkiye, Rusya, Fransa ve Almanya’nın katılımıyla İstanbul’da bir dörtlü zirve düzenlendi.

2 saat 45 dakika süren ve Suriye ve ABD’nin uzaktan izlediği zirvede, İdlib mutabakatı ve bölgedeki son gelişmeler ele alındı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ev sahipliğinde düzenlenen zirveye Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’in yanı sıra BM Suriye özel temsilcisi Steffan de Mistura da katıldı.

Zirvede, 17 Eylül’deki Soçi zirvesinde varılan İdlib mutabakatının işleyişi, Fırat’ın doğusu ve Menbiç’teki gelişmeler, Suriye’deki siyasi süreç, kalıcı çözüm arayışları, mülteciler, insani yardımların ulaştırılması, anayasa komisyonun olşuturulması ve savaş sonrası yıkılan şehirlerin yeniden imarı gibi başlıklar masaya yatırıldı.

Zirvenin ardından dört liderin katılımıyla düzenlenen basın toplantısında ve zirveyle ilgili açıklanan bildiride, Suriye’de yürürlüğe konan ateşkesin ve militan gruplara karşı mücadelenin sürmesi gerektiğine vurgu yapıldı.

Ülkenin geleceğine dair kararı Suriyelilerin alacağının altının çizildiği zirvenin en somut çıktısı yıl sonuna kadar anayasa komitesinin kurulması hedefi oldu.

Liderler zirveden sonra yaptıkları açıklamalarda Suriye’de çözümün sadece askeri yollarla değil, diplomatik bir şekilde çözüme ulaştırılabileceğini söyledi.

İnsani yardımın genişletilmesi gerektiğine vurgu yapılırken Suriyelerinin evlerine geri dönüş sürecinin Birleşmiş Milletler gözetiminde gerçekleştirilmesi gerektiği aktarıldı.

Aynı zamanda mültecilerle ilgili bir uluslararası konferansın düzenleneceği duyuruldu.

( BBC, Yeşil Gazete)

Yılan merdiveni – Metin Münir

Bu yazı t24.com.tr sitesinden alındı

Yüzmekten döndükten sonra bahçede duş alır, ıslak mayo ve havluları kurutmak için dallara asarım.

Dün bir havluyu toplamak üzere elimi uzatmıştım ki omzuma ağır bir şey indi ve üstümden kayarak yere düştü.

Bacağımın yanından bir yılanın süratle kıvrılarak kaybolduğunu gördüm. Bu, o kadar çabuk oldu ki ne yılanın rengini ne de cinsini anlayabildim.

Kazalardan sonra da böyle olmalı, diye düşündüm ardından bakarken: Bir an her şey normalken birinci ve ikinci anlar arasında bir uçurum olduğunun farkına varır insan.

Yılan, kolumun uzunluğunda, besili ve sağlıklı, tam ve mükemmel bir yaratıktı.

Çok korkmuştu, belli.

Yabani bir yaratık için bir insana, ona dokunacak kadar yakın olmasından daha korkutucu bir şey yoktur. Yabani bir yaratık için bir insana, ona dokunacak kadar yakın olmasından daha korkutucu bir şey yoktur, çünkü yeryüzünde insan kadar vahşi, acımasız bir canlı bulunmamaktadır.

Bu nedenledir ki yabani bir hayvan, insan görür de kaçmazsa ya ölüdür ya da ölüme yakındır, derler.

Benim herhangi bir şey hissedecek zamanım olmadı, belki biraz şaşırmak dışında, her şey çarçabuk oldu ve bitti.

Yılanın kuş veya fare avlamak için ağaca tırmandığını biliyordum, ama ilk defa bir tanesinin yere inmesi için merdiven olmuştum.

Birkaç gün önce ağaçları budamak için evime gelen bir çiftçi, tarlaya ne ekerse fareler tarafından yendiğinden şikâyet etmişti.

“Zehir koyuyorum ama fayda etmiyor,” dedi.

Koyduğu zehrin yılanları, kuşları ve diğer yaratıkları da zehirlediğini, yağmurda eriyerek ektiği bitkilerin kökleri vasıtasıyla emilip bu yolla insanlara da geçtiğini biliyor muydu, sormadım.

İnsanların doğa ile ilişkilerinde sadece kendilerini düşündüklerini öğrendiğim için artık bu tür sorular sormuyorum.

“Yılanları öldürmeseydiniz zehir koymanıza gerek olmazdı,” dedim.

Teorik olarak, daldaki yılan elimi uzatınca beni ısırıp zehirleyebilirdi, ama ısırmayıp kaçmayı tercih etti. Bunun, onun açısından, mantıklı bir nedeni var.

Yılanın zehir biriktirmesi uzun zaman alır. Zehri, öldürdükten sonra yutabileceği hayvanlara karşı kullanmak ister. Öldürse bile yiyemeyeceği için insanı ısırmaz. Tekrar zehir biriktirinceye kadar aç kalabilir.

Aç veya tehdit altında değilse yılan ısırmaz.

İnsanın varlığını hissederse saklanıp siner, farkında olmadan yanından geçip gidersiniz.

Yılan keyif olsun diye de ısırmaz.

Zevk için öldüren tek canlı insandır.

O sabah topladığımız zeytinleri sıktırmaya gidecektik. Belki sonra yüzerim diye eşyalarımı almak istemiştim.

Yolda yılanla karşılaşmamı düşündüm. Omuzum ağırlığını, bacağım kaymasını hatırlıyordu ve bu anı hafızama korkunç değil ilginç bir rastlantı olarak kaydedilmişti.

Yılanla ben aynı bahçeyi paylaşan ama ayrı hayatlar yaşayan, birbiri hakkında fazla bir şey bilmeyen iki yaratıktık. Aslında böyle dememem lazım, çünkü yılanlar belki gizlendikleri yerlerden beni gözlüyorlar ve beni benim onları tanıdığımdan daha iyi tanıyorlar.

Beni ısırsaydı da yılana kızmazdım ve yılanlara ilişmeme kararımdan dönmezdim. Ben nasıl insanlığımı yapıyorsam o da yılanlığını yapıyor olacaktı.

Ve benim yılanlara zarar vermeme konusundaki anlaşmam kendimledir, yılanlarla değil. 

Metin Münir – t24.com.tr

Galler’de kurulması planlanan nükleer santral projesine karşı imza kampanyası

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği (IPCC) Çerçeve Sözleşmesi çerçevesinde hazırlanan 2018 yılına ait 1,5°C Küresel Isınma Özel Raporuna göre halihazırdaki 1°C derecelik küresel ısınmanın sonuçları, aşırı hava olayları, yükselen deniz seviyeleri, Arktik deniz buzlarının erimesi ve diğer değişimler olarak şimdiden yaşanıyor.

Daha önceki yazımızda ayrıntılı olarak açıkladığımız gibi iklim değişikliği koşulları nükleer santraller açısından da geri dönülmesi mümkün olmayacak riskleri beraberinde getiriyor. Ancak 1,5 derece sınırının aşılmasıyla deniz sularının yükselmesi gibi risklere rağmen Birleşik Krallık tarafından kuzey kutbuna coğrafi olarak yakınlığı bulunan Galler’de bir nükleer santral kurulması planlanıyor. Adı Wylfa Newydd Nükleer Santral Projesi olan bu yatırımın gerçekleştirilmesi için Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May ve  Japonya Başbakanı Shinzo Abe  bir uluslararası anlaşma imzalamış ve 2 reaktörüyle 2.700 Megawatt kapasitede olması öngörülen nükleer santralin kurulması için Hitachi Şirketi görevlendirilmişti.

Japonya’da hükümet 2011 yılında Fukuşima’da nükleer felaketin başlamasını izleyen bir yıl içinde tüm nükleer santrallerin devreden çıkarılması kararı alarak güvenlik standartlarını yükseltmek durumunda kaldı. Yeni standartlara uyması ümit edilen çalışabilir durumdaki 43 reaktörden ise yalnızca 5’i tekrar açabildi. Bu durumdaki Japonya son üç yıldır yüzünü yurt dışı projelerine çevirerek kullanamadığı nükleer teknolojisini yurt dışına pazarlama çabası içinde. Nitekim Türkiye ile de 2013 yılında Sinop’ta bir nükleer santral kurulması için Türkiye Hükümeti ile uluslararası anlaşma yapılmıştı. Henüz yer lisansı alınmamış olan proje için Sinop İnceburun’da 650 binden fazla ağaç kesildi.

Dünyanın başka yerlerinde de benzer projelerin ölümcül sonuçları bulunduğu aşikar. Tüm bu projelerin yalnızca bugün için değil gelecek nesillerin de yaşam hakkını ihlal ettiğini öngörmek zor değil. Bu nedenle bu projelere tüm zamanlar adına karşı çıkmak önem taşıyor. Zira nükleer santraller bütün bir nükleer zincirin küçük bir halkasıdır. Zinciri oluşturan bu halkalar uranyumun yerin altından çıkarılmasından atıkların bir yerlerde bekletilmesine kadar uzar. Kaldı ki dünya genelinde henüz nükleer atıkların nihai olarak depolanabileceği bir sistem kurulmuş değil. Tüm bu süreçler birbiriyle ilişkili ve aynı havuzdan beslenmekte.

Friends of the Earth Japan (FoE Japan) ve Galler’deki anti nükleer sivil hareket adına “People Against Wylfa B (PAWB) Wylfa Newydd Nükleer Santral Projesi’nin durdurulması için aşağıda paylaştığımız bir karşı kampanyayı başlattı. Kampanya, Birleşik Krallık ve Japonya hükümetlerinin Hitachi – Wylfa Newydd nükleer santral projesini durdurmasına yönelik olarak Japonya Başbakanı Abe ile Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May’e bir çağrı niteliğinde.

Wylfa Newydd Projesi, Hitachi’nin iştirak şirketlerinden Horizon Nükleer santrali tarafından geliştirildi ve projenin bugünkü maliyeti bugün 30 milyar dolar. Bu meblağın da gösterdiği üzere hükümetlerin desteğini almadan projenin ilerlemesi imkansız. Fukuşima Nükleer Felaketi nedeniyle evlerini, kentlerini terk etmek zorunda kalmalarına rağmen artık tazminat da alamayan insanlar çeşitli maddi zorluklar içindeyken bu maddi kaynakların nükleer santral yatırımlarına ayrılması ,se bir başka büyük sorun teşkil ediyor. Nükleer santralin yapılmak istendiği bölge aynı zamanda doğal yaşamın tam göbeği ve Avrupa Birliği yasaları tarafından koruma altında.

Tüm bu nedenlerle aşağıda tarafımızdan Türkçeleştirilerek paylaşılan bu dilekçenin dünya halklarına ulaşması ve imzalanması önemli. Sizler de aşağıdaki metni okuyarak ilgili linklerin içinden dilekçeyi imzalayabilir ve dilekçeyi yaygınlaştırabilirsiniz.

Japonya Başbakanı Shinzo Abe’ye
Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May’e
Hitachi Şirketi CEO’su Toshiaki Higashihara’ya

Wylfa Nükleer santral Projesini durdudurun!

Bireyler ve sivil toplum örgütleri olarak imzaladığımız bu dilekçelerle sizden Galler Bölgesi’nin Anglesey Adasındaki Hitachi Nükleer Santral Projesini durdurmanızı istiyoruz. Anglesey Adası Kuzey kutbunun el değmemiş bir doğa parçasıdır ve Avrupa Birliği yaslarının koruması altındadır. Ada Galler Bölgesinin kültürünü ve dilini taşır. Nükleer Santral Projesi bütün bu değerleri alt üst edecektir.

Bir nükleer santral kazası meydana gelirse Anglesey Bölgesini de aşan bir kirliliğin meydana gelmesi , insanların evlerini, doğal ortamlarını yitirmesi ve yerel ekonominin büyük zarar görmesi kaçınılmazdır.

Birleşik Krallık’ın da aynı Japonya’nın henüz bulmadığı  gibi radyaoktif atıklarla ilgili bir çözümü yoktur. Projenin gelecek nesillere radyoaktif atık problemi bırakması kabul edilemez.
kaldı ki yenilenebilir enerji kaynakları Galler Bölgesinde oldukça zengindir. Offshore rüzgar santrallerinden üretilen enerji Hitachi Nükleer Santrali’nin üreteceği enerji fiyatının yarısı kadardır. Üstelik Birleşik Krallık’ta enerji ye olan talep de düşmektedir. Nükleer santralin üreteceği enerjiye dolayısıyla nükleer santrale ihtiyaç yoktur .

Wylfa Nükleer santralinin maliyeti 30 milyar Dolar olduğu söylenmektedir. ve Hitachi’nin İngiltere ile Japonya Hükümetlerinden maddi destek istediği bilinmektedir. Hükümetlerin finansal kaynaklarını nükleer santral yatırımına yönlendirmeleri eğitim ve sağlık hizmetlerine aktarılan kaynakların kullanılması kabul edilemez.

Japonya’da Tokyo Elektirk Şirketi(TEPCO)’nin sorumlu olduğu nükleer santral felaketi nedeniyle bir çok insan evlerini , çocukluklarını geçirdiğ kentlerini terk etmek zorunda kaldı. Yerel halk ve ekonomi büyük tahribata uğradı. TEPCO ise finansal batağın içine düşmüş olarak hükümetin desteği ile ayakta duruyor. Kimse nükleer felaketi öngöremez. havanın, toprağın ve suyun radyoaktif  kontaminasyonu karşısında bir çözüm yok.

Lütfen bu gerçeği göz ardı etmeyin. Dünyada daha fazla nükleer atık oluşmasına izin vermeyin ve gelecek nesilleri düşünerek nükleer endüstriden çıkın!

• Bireysel imza dilekçesi

• Örgütler için imza dilekçesi

 

 

Haber: Pınar Demircan

(Yeşil Gazete=

Ey adalet, göster yüzünü! – Banu Güven

Bu yazı diken.com.tr/ den alınmıştır

Tam bir yıl olacak.

Memlekete en çok hayrı dokunan insanlardan Osman Kavala, 18 Ekim 2017’de gözaltına alındı, 1 Kasım’da tutuklandı. Ortada hala bir iddianame yok. Dolayısıyla bir duruşma tarihi de yok. Zaten suç da yok. Zorbalık var.

Kavala iktidarlara biat ederek servetine servet katan bir işadamı olmak yerine, elindeki imkanları demokratikleşmeden, kültürel zenginleşmeden ve barışmadan yana kullanmayı tercih etti. Dolayısıyla savaştan ve çatışmadan beslenenler ondan hoşlanmadı.

1980 darbesinin bilgiyi, özgür düşünceyi, bunların ifadesini ve paylaşımını engelleyen ortamında İletişim Yayınları’nı kuranlardandı. Demokratikleşme için zaruri olan sivil toplumun güçlenmesine öncü ve destek oldu. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu gibi birçok girişimin ilk imzacılarındandı.

Halkların yeniden elele tutuşup kendilerine reva görülenden farklı bir gelecek kurabileceğine inandı. Bu geleceğin sanatsal ve kültürel alanlarda daha çok ve ortak üretimle yaratılabileceğini düşündü; bu coğrafyada birbirine uzak kalanları buluşturan, birbiriyle konuşturan Anadolu Kültür’ü kurdu. Diyarbakır Sanat Merkezi, Kars Sanat Merkezi ve İstanbul’daki DEPO, bağımsız sanatçılar ve kültürel etkinlikler için değerli merkezler oldu. Yok olma tehlikesi altındaki her türlü mirası korumak amacıyla da Kültürel Mirası Koruma Derneği’ni kurdu. AB sürecinde Avrupa ve Anadolu’daki kentler arasında bağlar kuracak projeler geliştirdi.

Kavala savaş ya da deprem gibi felaketlerden etkilenen çocukların hayatını güzelleştirmek için de çalıştı. Bu amaçla atölyeler düzenlendi, kitaplar basıldı.

Eziyet

Anlayacağınız üzere, Osman Kavala bildiğiniz tarzda bir işadamı değildi. Bütün bu faaliyetleri de şirketlerinin prestij hanesine yazdırmak ya da vergiden düşmek için değil, iyi bir insan olduğu için yaptı. Toplumsal barışta, halklar ve kültürlerarası diyalogda, hak savunuculuğunda ve ortak yararda ısrar etti. Bu yüzden onun da hanesine eziyet düştü.

Bu eziyet gözaltıyla başladı. Kavala’yı, bir toplantı için gittiği Antep’ten dönüşünde, sanki İstanbul’da evi ve işi yokmuş, yeri yurdu belli değilmiş gibi, uçaktan inmeden gözaltına aldılar. İktidar medyasındaki haberlerde ballandırılarak adı geçirilen Alman Goethe Enstitüsü’nün bir toplantısından dönüyordu Kavala. Ama haberlerde bu saygın enstitünün Antep’in AKP’li belediyesiyle de ortak projeler yürüttüğü hiç belirtilmedi tabii. Bir kanalda Kavala’nın uçakta gözaltına alındığı haberi, onunla uzaktan yakından alakası olmayan başka bir işadamının bulanıklaştırılan görüntüsü eşliğinde veriliyordu.

Emniyet sanki yıllardır peşinde olduğu azılı bir suçlunun izini sonunda bulmuş gibi davrandı. Osman Kavala uçaktan alınıp oradan oraya götürülürken, eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra da yollarda onu arıyordu. Sonunda eşini Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Müdürlüğü’nde buldu.

Gözaltı süresi, sanki gerçekten olağanüstü bir durum varmış gibi, OHAL kararnamesine dayanarak uzatıldı. Kavala ancak nezarethanedeki son gününde polis sorgusuna alındı. Sorgu öğleden sonra başlamıştı, savcılığa geceyarısı gönderildi. Ama savcıyı görmedi bile. Tutuklanma talebi mahkemeye iletilmek üzere hazırdı. Mahkeme de Osman Kavala’ya ağır müebbetlik bir değil, iki suç beğendi: ‘cebir ve şiddet kullanarak, Anayasa’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs’ ve ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs!’ Kavala 1 Kasım günü, bu tür soruşturmalardan alışık olduğumuz üzere, sabaha karşı 4’te tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Cemaat soruşturması kullanılıyor

Pekiyi yargının darbe karşıtı bir insanı bu suçlardan mahkum etme teşebbüsünün ardında nasıl bir soruşturma ve nasıl deliller vardı? Soruşturma gizli olduğundan pek az bilgiye sahibiz. Kavala’nın avukatlarının elinde gizli olan polis sorgusu ve alenileşen mahkeme kararının dışında, tutuklamaya itiraz, tahliye talepleri ve bunlara verilen cevaplardan başka bir belge yok.

Kavala’nın ‘kalkışma’ olarak nitelendirilen Gezi eylemlerinin yöneticisi olduğu iddiasının o zamanlar iktidarın eli kolu olan cemaatçi savcı ve polislerce ortaya atıldığını biliyoruz. 2013’te Kavala ve yakın çevresinin dinleyen Organize Suçlar Şube’nin eski müdürü Nazmi Ardıç bugün FETÖ davasında tutuklu olarak yargılanıyor. Dinlemeyi talep eden ve hatta uzatılmasını da isteyen eski savcı Muammer Akkaş da firari.

Anlaşılan bugünün emniyet ve yargısı, kumpaslarıyla nam salmış bu adamların soruşturma dosyasından yararlanmakta, onlarla işbirliği yapar hale düşmekte sakınca görmüyor. Bunu yaparken de aynı kumpasçılar tarafından izlenen ve karalanmaya çalışılan Osman Kavala’yı ‘FETÖ’cü’ ilan etmeye çalışıyor. Cemaat’in Gezi’nin ardında örgüt arayıp Kavala’yı bu senaryoya dahil etmeye çalıştığı bilinirken, Kavala’yı FETÖ’yle işbirliğiyle suçlamaya kalkışmak büyük saçmalık. Daha doğrusu kötü niyetlilik.

Avukatlar savcıyle zar zor görüşebilirken, polis sorgusunda konu edilmeyen iddia ve suçlamaları gazetelerden okuyorlar. Kavala’nın ABD’nin İstanbul başkonsolosluğunun tutuklu görevlisi Metin Topuz’la görüştüğü ya da darbecilikle suçlanan Henri Barkey ile 93,5 saat geçirdiği iddiaları gibi. Kötücül bir akıl harıl harıl çalışıyor. Kavala’nın iş yerini emniyet biliyor; Taksim’de. Taksim’in İstanbul’a gelenler için ideal bir konaklama bölgesi olduğu da herkesin malumu. Yani telefonları her gün, aynı anda ve birbirinden bağımsız olarak Taksim’den sinyal verebilecek milyonlarca kişi arasından Kavala ve Barkey seçiliyor. İşin ilginç tarafı, ne zaman iktidara yakın bir gazeteci “Kavala serbest kalabilir” diye yazsa, hemen ardından bu tür iddialar basına servis ediliyor.

Havada uçuşan tevatürün iddianameye dönmesi de zaman alıyor şüphesiz. Tek bir kişiyi, hele delil de yoksa, Kürt meselesinden FETÖ’ye, Gezi gibi kitlesel ve heterojen bir eylemin yöneticisi ve organizatörü olmaktan darbe işbirlikçiliğine kadar her bir şeyden sorumlu tutan bir iddianame üretmek kolay iş değil sonuçta.

AİHM cevap bekliyor

Avukatları Kavala’nın tutukluluğunun son bulması için Aralık 2017’de Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulundu. Ama aradan geçen 11 ayda Anayasa Mahkemesi’nden ellerine sadece evrakın teslim alındığına  dair bir belge geçti. Avukatlara bir dosya numarası bile verilmedi. Bunun üzerine Haziran 2018’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuruldu. Kavala’nın dosyasını öncelikli olarak görüşmeyi kabul eden mahkeme, Türkiye’den makul yargılama süresinin aşılması, tutukluluğa itiraz hakkının ihlâli, tutuklama tarihindeki delil durumu konularında savunma istedi. AİHM ayrıca Anayasa Mahkemesi’ndeki sürecin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin öngördüğü normlarla uyumlu olup olmadığını da sordu. Şimdi Ankara’nın bu konulardaki cevabını 19 Ocak’a kadar Strasbourg’a bildirmesi gerekiyor. Olası bir uzatma da hesaba katılırsa AİHM’in dosyayı ele alması şubatı bulabilir.

Avukatları bu süre içinde Kavala’nın serbest kalmasını istiyor. Ağustos sonunda Kavala’nın dosyasının ayrılarak tahliye edilmesini talep etmişlerdi. Bugüne kadarki talepleri bazen duruşmasız, bazen de kendilerine haber bile verilmeden yapılan duruşmalarda reddedilmiş olsa da, müvekkillerinin iş AİHM’e kalmadan tahliye edilmesini umuyorlar.

Osman Kavala da gözaltına alındığı günden beri ısrarla ve sabırla adaleti Türkiye’de bulmayı umuyor. Daha geçtiğimiz günlerde (Yıldıray Oğur’a mektubunda) “Özgürlüğüne yabancı kurumların daha fazla değer vereceğini ümit etmesi, insanın vatandaş olmaktan kaynaklanan özgüvenini ciddi biçimde yıpratıyor”demesi, adalete inancını kaybetmek istemediğini gösteriyor.

İddia makamı ne kadar uğraşırsa uğraşsın. Osman Kavala’dan darbeci çıkaramayacaklarına göre Osman Kavala’yı bir an önce cezaevinden çıkarmaları gerekiyor.

Bu yazı diken.com.tr/ den alınmıştır

 

 

Banu Güven