Ana Sayfa Blog Sayfa 26

Zonguldak ve Bartın’da aşırı yağış ve fırtına çevre felaketine yol açtı

Zonguldak ve Bartın‘da aşırı yağışlar ve fırtına, merkez ve çevre ilçelerde sele yol açtı. Sellerin ardından her iki ilde de kilometrelerce uzunluğundaki sahil ve deniz kıyısı ağırlıklı olarak plastikler olmak üzere çöplerle doldu.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü, 2 Ekim hava durumu raporunda Kastamonu, Bolu, Sinop, Bartın, Düzce, Zonguldak ve Karabük dahil yedi il için kuvvetli sağanak ve fırtına uyarısı yapmıştı.

Zonguldak Valiliği, devam eden yağışlar ve oluşabilecek riskler nedeniyle hamile  ve engelli kamu personeline idari izin verdi, okullar tatil edildi.

Alaplı ilçesinde de Merkez Camii’nin şadırvanı şiddetli yağışlar nedeniyle sular altında kaldı.

Fırtına ve sağanak yağış özellikle Zonguldak limanında tahribata neden olurken, selin ve güçlü rüzgarın etkisiyle sahil çöp yığınları ile doldu. Tonlarca plastik, deniz yüzeyini görmeyi zorlaştırdı, evsel çöp yığınları, ağaç dalları, kıyıya ve TOKİ tarafından yapılan ahşap platforma vurdu.

Sahil kordon boyu esnafı, dereye bariyer yapılmasını gerektiğini, bu durumun tekrarlanacağını ifade ediyor.

Yeşil NoktaKaradeniz’de 500 metrekarelik alandan tıbbi atıklar dahil 2 bin 500 atık çıktı
Yeşil NoktaTrabzon’da 30 kilo çöp toplandı: Çöplerin yüzde 81’i plastik ve türevleri 
Yeşil NoktaKaradeniz’de yaşam, kirlilik, avcılık ve yabancı türlerin tehdidi altında

Fotoğraflar: Mustafa ÖZDEMİR

Bartın Irmağı’nda su seviyesi 3 metre yükseldi

Bartın’da da etkili olan yağış sonrası kent merkezinden geçerek Karadeniz’e dökülen Bartın Irmağı‘nda su seviyesi, 3 metre yükseldi.

Orduyeri Mahallesi‘nde gezi teknelerinin bağlandığı iskele ile Çağlayan piknik alanı sular altında kaldı.

Bölge araç ve yaya trafiğine kapatılırken, İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü, polis ve belediye ekipleri de taşkın riskine karşı ırmak boyunca kontrollerini sürdürüyor.

Irmağın yükselmesi ile Kabagöz, Akçalı, Tabanözü, Epçiler, Hasanlar, Alibaş, Fırınlı ve Sipahiler köylerinin Bartın ile bağlantısını sağlayan köprü trafiğe kapatıldı. Ulaşım alternatif yollardan yapılıyor.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü‘nün verilerine göre; 24 saatte Bartın kent merkezine 115 kilogram, Amasra ilçesine 130 kilogram, Kurucaşile ilçesine 50 kilogram ve Ulus ilçesine 64 kilogram yağış düştü.

Yeşil Nokta[Yeşil Gazete Karadeniz’de] Bartın’da sele karşı bir garip camlı önlem
Yeşil Nokta‘Sel sularına camlı önlem’ projesine karşı Bartınlılar bir araya geldi
Yeşil NoktaBartın Irmağı kıyısına ‘taşkın’ gerekçesiyle çekilen sete karşı kent halkı bir kez daha sokakta
Yeşil NoktaBartın Üniversitesi kentteki taşkın ve su kıtlığı risklerine karşı harekete geçiyor

Yağışlar sonrasında Bartın kent merkezindeki Güzelcehisar, Kaman, Gömü, Gözpınar ve Tarlaağzı köylerine yollarda heyelanlar meydana geldi. Özel İdare ekipleri, iş makineleri ile temizleme çalışması yaptı.

Bartın kent merkezinde aralıklarla sağanak etkili olurken, Bartın Irmağı’nın sürüklediği çöpler mavi bayraklı İnkumu Plajı’na taşındı.

Dalgalar ile 3 kilometrelik sahile taşınan pet şişeler, ev aletleri, odun parçaları ve hastane atıklarından oluşan kumsalı kapladı. Kuvvetli rüzgarın etkili olduğu İnkumu’nda dalgaların etkisiyle çöpler, sahil kenarındaki işletmelerin önüne kadar yaklaştı.

Her iki ilde de belediyeler iki günlük sahilleri basan çoğu plastik ve tıbbi atık olan çöpleri temizlemeye çalışıyor.

İnkumu tatil beldesinde yoğun yağış sonrasında Güzelcehisar köyü civarında, yaklaşık 100 metre yükseklikten düşen su şelale oluşturdu.

Amasra ilçesinde ise rüzgarın hızı saatte 80 kilometreye ulaştı. Amasra Büyük Liman‘da çok sayıda balıkçı, fırtınanın dinmesini bekliyor.

Isınan sular aşırı hava olaylarını tetikliyor

Türkiye’nin pek çok bölgesi gibi Karadeniz Bölgesi‘nde de geçen yaz normalin üzerinde sıcaklıklar ve yağış azlığı yaşandı. Denizdeki ısınma ise 2C’yi buldu.

İklim değişikliğinden kaynaklı bu sıcaklık, belli bölgelerde aşırı hava olaylarına yol açıyor.  Normal hava döngülerinde sıcak hava atmosferde nem, su buharı ve yağış oluşturuyor. Sıcaklıklar yoğunlaştıkça atmosferdeki buhar da artıyor. Bu yüzden yağışlar da şiddetleniyor.

Yeşil Nokta‘Karadeniz’deki kirliliğin en büyük sebebi iklim değişikliği’
Yeşil Noktaİklim krizi: Karadeniz’de ısınma derinlere ulaşmaya başladı
Yeşil NoktaRapor: Karadeniz’deki aşırı yağışların sebebi insan kaynaklı iklim krizi
Yeşil NoktaKaradeniz iklim krizinin etkilerine ne kadar hazır: Esmahanım Köyü örneği

Kanun Hükmü, Özgür Portakal’da da yasaklandı

Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile mesleklerinden uzaklaştırılan kişileri konu alan “Kanun Hükmü” belgeselinin Antalya’da düzenlenen Özgür Portakal Film Günleri kapsamında gösterimi de yasaklandı.

Antalya Valiliği, 3 Ekim perşembe akşamki gösterimden hemen önce yönetmen Nejla Demirci‘ye tebligat göndererek, belgeselin gösteriminin yasaklandığını bildirdi.

Valiliğin tebligatında belgeselin, “‘milli birlik ve beraberliği zedeleyici’, halkın farklı özelliklere sahip bir kesimini diğer kesime karşı ‘kin ve düşmanlığa tahrik eden’, provokatif nitelikte bir yapım olduğu” ve bu nedenle “riskli ve tehlike arz ettiği” öne sürüldü. Ayrıca örgütlerin KHK’lar üzerinden belgesel çekerek propaganda ve algı oluşturma faaliyetlerine devam ettiği ve “mağdur edebiyatı” yaptığı iddia edildi.

15 gün boyunca filme ilişkin eylem, etkinlik, gösterim de yasak

Yasaklama gerekçeleri arasında, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Filmlerini Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulu’nun, filmin “içeriğinde kamu düzeni, küçüklerin ve gençlerin ruh sağlığının korunması ve Anayasa ilkeleri doğrultusunda ticari dolaşıma ve gösterime sunulmasının uygun olmadığı” yönündeki kararı da yer aldı.

Antalya sınırları içinde uygulanacak yasak kararında, “farklı kesimler arasında gerilim yaratılmasının önlenmesi, halkın huzur ve güvenliğinin, genel ahlakın ve başkalarının haklarının korunması” gibi gerekçelerle 2 Ekim 2024’ten 16 Ekim 2024’e kadar, “Kanun Hükmü” belgeseliyle ilgili yapılacak her türlü eylem, etkinlik ve gösterim de yasaklandı. Ayrıca, “yürüyüş, basın açıklaması, oturma eylemi, pankart asma” gibi diğer protesto faaliyetlerine aynı süre zarfında izin verilmeyeceği belirtildi.

‘Kanun Hükmü’ geçen seneki Altın Portakal festival yönetimi tarafından ‘haklarında soruşturma açıldığı, tehdit aldıkları’ gerekçesiyle seçkiden çıkarılmış; tepkiler üzerine tekrar gösterim programına alınınca, Kültür ve Adalet bakanlıkları “terör propagandası” suçlaması yapınca bir kez daha gösterimden kaldırılmıştı. 

19.Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin Ankara programında açılış filmi olarak belirlenen belgesel, Çankaya Kaymakamlığı tarafından da gösterime bir saat kala yasaklanmıştı.

‘Sansür uygulamalarına sessiz kalmayacağız’

Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi, yeni yasaklamaya dair bir açıklama yayımlayarak, belgeselin henüz hiçbir yerde gösterilmediğine ve hakkında herhangi bir dava açılmadığına dikkat çekti:

“İki KHK mağdurunun hak arayışlarını konu alan Nejla Demirci’nin yönettiği “Kanun Hükmü” henüz hiç bir yerde gösterilmemiş, hakkında herhangi bir dava açılmamış bir belgesel olmasına rağmen, bir kez daha kendilerini yargının yerine koyan mülki idare amirleri tarafından yasaklanmış oldu.

Hukuk tanımayan ve ifade özgürlüğümüzü gasbeden bu kararı kınıyor, devletin hoşuna gitmeyen her konuyu hasıraltı etmeye, resmi söylemle uyuşmayan her sesi susturmaya çalışan sansür uygulamalarına sessiz kalmayacağımızı bildiriyoruz,

Etkinliklerimizi yakından takip eden, duyurulduğu anda filmi merak edip bizi arayan idarecilere belgesel sinemaya gösterdikleri ilgi için teşekkür etmek isterdik, ancak görevlerini hatırlatmak zorunda kalıyoruz:

Toplumun huzurunu asıl bozacak olan, yüz binlerce insanın hayatını kökten etkilemiş hukuk dışı uygulamaların konuşulup tartışılmasını engellemek, sinemacıları ve filmleri susturmaktır. Yetkilerinizi bizi susturmak için değil, filmlerimizi gösterip kamuyu yakından ilgilendiren konuları tartışabileceğimiz güvenli ortamlar sağlamak için kullanın.”

AB Komisyonu ‘ormansızlaşmayı önleme’ yasasını 12 ay erteledi, yeşil gruplar öfkeli

Avrupa Komisyonu, ormansızlaşmayı önlemek için tasarlanan yeni yasanın 12 ay ertelendiğini açıkladı.

AB yasama organları tarafından 2022’de kabul edilen ve AB ülkeleri tarafından Haziran 2023’te benimsenen Ormanların Yok Edilmesini Önleme Yönetmeliği, tedarikçilerin soya, sığır eti, kahve, palmiye yağı, kauçuk, kakao, deri ve mobilya gibi ahşap ve türevleri gibi mallarının, yakın zamanda çiftlikler ve plantasyonlar için ormanları soyulmuş bölgelerden tedarik edilmediğini onaylamasını gerektiriyor.

30 Aralık’ta yürürlüğe girmesi beklenen düzenlemeye uyulmaması durumunda üreticilerin AB pazarlarında satış yapmasına izin verilmeyecekti.

Erteleme kararına ilişkin Birlik’in ABD ve Brezilya da dahil olmak üzere iş dünyası ve tarım lobileri ile AB’nin önemli ticaret ortaklarının itirazlarına “boyun eğdiği” değerlendirmesi yapıldı.

Komisyon, şirketlere ve uygulayıcı makamlara dün kuralların uygulanmasını kolaylaştırmak için “ek açıklık” sağlayacak bir rehber yayımladığını duyurdu, ertelemenin “hiçbir şekilde yasanın amaçlarını veya özünü sorgulamadığını” belirtti.

AB yürütme organı, ilgili ülkelerin çoğuyla yapılacak “yoğun diyaloglar” sonucunda 30 Haziran 2025 tarihine kadar ek mevzuat önerecek.

Avrupa Parlamentosu Üyesi Pascal Canfin‘e (Fransa/Renew) göre erteleme, ormansızlaşma riski altında olan emtia üreten ülkelerin ve özellikle Brezilya ve Endonezya‘daki tarım işletme devlerinin “yoğun lobi faaliyetlerine” bağlanıyor.

Von der Leyen, testereyi kendisi de kullanabilirdi

Yeşil NoktaAmazon’dan bir kuraklık ve ormansızlaşma manzarası: İnekler, toz ve duman…
Yeşil Nokta‘Brezilya’da ormansızlaşma en geç iki yılda tarihi seviyelere düşebilir’
Yeşil NoktaAmazon havzasındaki yasa dışı faaliyetler ormansızlaşma tehdidi yaratıyor
Yeşil NoktaOrmansızlaşmayla mücadele ve doğayı koruma politikaları bir yılda iki katına çıktı
Yeşil NoktaOrmansızlaşma artıyor: Her yıl İsviçre büyüklüğünde ormanlık alan yok oluyor
Yeşil NoktaKolombiya’da ormansızlaşma tarihsel olarak en düşük seviyeye ulaştı
Yeşil NoktaOrmansızlaşmayla mücadele Yerli toplulukların güçlendirilmesiyle mümkün olacak
Yeşil NoktaDünyanın en büyük karbon yutağı olan Kongo Havzası’nda ormansızlaşma bir yılda yüzde beş arttı


Parlamento ikiye bölündü

Yasaya karşı, Komisyon Başkanı Von der Leyen’in de üyesi olduğu Avrupa Parlamentosu’ndaki en büyük grup olan muhafazakar Avrupa Halk Partisi (EPP), haziran ayındaki AB seçimlerinin hemen ardından erteleme için yoğun bir çaba başlatmıştı.

Parlamentonun Çevre Politikası Sorumlusu Alman Milletvekili Peter Liese, yönetmeliğin 30 Aralık 2024’te yürürlüğe girmesinin sorumsuz bir kaos yaratacağını öne sürdü: “Başvuru koşullarının çoğu net değil ve birçok üçüncü ülke haklı olarak şikayet ediyor. Örneğin Latin Amerika‘daki küçük çiftçilerin çok daha fazla desteğe ihtiyacı var ve bürokratik olmayan bir uygulama sağlamalıyız. ”

Almanya Gıda ve Tarım Bakanı Cem Özdemir de gecikmeyi memnuniyetle karşılayarak, Avrupa şirketlerine, işletmelere, üye ülkelere ve üretim ülkelerine “yeterince hazırlık yapmaları” için zaman tanınmasının büyük önem taşıdığını söyledi; ancak “yasanın içeriğinin dokunulmadan kalması gerektiğini” vurguladı.

Sorumlu orman yönetimini teşvik eden ve şirketleri gerekli uyumluluk gereklilikleri konusunda yönlendiren Almanya merkezli Orman Yönetim Konseyi de (FSC), karardan etkilenen tüm işletmecileri, bunu bir taahhüt azalması olarak görmemeye çağırarak, Avrupa’da ormansızlaşmanın olmadığı bir pazar için “tam desteğini” yineledi.

 

Hak savunucularından kent hayvanları için yarın AYM önüne çağrı

Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nden tatile girmeden hemen önce, tüm tepki ve itirazlara rağmen hafta sonu ve sabahlara kadar çalışılarak geçirilen; sokakta yaşayan hayvanların toplatılmasını ve öldürülmesini içeren “katliam yasası”na karşı hak savunucularının mücadelesi ve tepkileri devam ediyor.

Anayasa Mahkemesi‘nin “esastan görüşmeye” karar verdiği CHP’nin itiraz başvurusu sırada beklerken, 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü‘nde yaşam hakkı savunucuları bu kez AYM’nin önünde toplanacak.

“4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü’nü kutlayamıyoruz” diyen hayvanseverler ve hak aktivistleri AYM’ye eylem öncesi şöyle seslendi:

“Hayvanların katledilmesine yönelik yasaların çıkarıldığı bir ülkede yaşamanın utancını hissediyoruz. Yasanın çıktığı günden bu yana onlarca hayvan katledildi. Anayasa Mahkemesi’nin kararını geciktirdiği her gün, yeni bir hayvan cinayeti demektir. Bu çağrımız, bir acının ortaklığı değil, bir direnişin sesidir: Katliama ortak olmamak için, bu yasağın derhal iptal edilmesini talep ediyoruz.

Artık yeter! AYM Yasayı iptal et!”

Yasanın ikinci ayında en az 46 saldırı

Yasanın çıkarıldığı günden bu yana, iki ay içinde Türkiye’nin her kentinde sokak hayvanlarına yönelik sistematik işkence ve katliam ise “Komşunum Nöbetteyim” grubu tarafından derlendi.

Buna göre, eylül ayında Türkiye’nin çeşitli illerinden basına ve sosyal medyaya yansıyan ayrıca Komşunum Nöbetteyim ihbar gruplarına iletilen sokakta yaşayan hayvanların yaşam hakkını ihlal eden en az 46 saldırı tespit edildi.

Hak savucuları, “5199 Sayılı Kanun’un değişen 17 maddesi, sokakta yaşayan hayvanları öldürerek ve hapsederek popülasyon kontrolü sağlayacağını ileri sürüyor ancak sonuçlar ortada: Bu yasa yalnızca hayvanlara yönelik şiddeti arttırıyor! “Kısırlaştır, aşılat, yerinde yaşat” demeye devam ediyoruz. Bu yasa geri çekilecek” dedi.

Aktivistlerin, eylül ayı boyunca, sokakta yaşayan hayvanlara yönelik -yalnızca- medya ve sosyal medyaya yansıyan yaşam hakkı ihlallerine dair video, görüntü ve detaylar şöyle

  1. 1 Eylül, Konya, Akşehir Belediye Başkanı “sahiplendim” dediği köpekleri belediye arazisinde zincire bağlı tuttuğu ortaya çıktı.
  2. 1 Eylül, İstanbul, Başakşehir’de bir sitede çalışan güvenlik görevlisi Özgür K. bir kediye işkenceyle öldürdüğü güvenlik kameralarınca tespit edildi.
  3. 2 Eylül, Aydın Büyükşehir Belediyesi, sebepsizce boğma tasmayla ve işkenceyle barınağa alındığı kısır, küpeli köpeği öldürdü. 
  4. 3 Eylül, Aydın Söke Belediyesi, veteriner olmadan köpekleri uyuşturucu iğneyle usulsüz şekilde topladığı videoları paylaşıldı.
  5. 4 Eylül, Zonguldak, Devrek Belediyesi veteriner olmadan köpekleri uyuşturucu iğneyle usulsüz şekilde topladığı köpek ölmek üzereyken bulundu.
  6. 5 Eylül, Konya Karatay Belediyesinin içinde ağaç dahi olmayan, elektrik, su, operasyon odası olmayan kaçak barınağı tespit edildi.
  7. 6 Eylül, Kocaeli, Susurluk Barınağı’nda çok dar ve sağlıksız alanda çok sayıda köpeğin tutulduğu, önlerinde mama ve su kaplarının olmadığı tespit edildi.
  8. 9 Eylül, Ordu, Fatsa’da polisin tartıştığı bir vatandaş emniyete götürüldü. Emniyete götürülürken vatandaşın arabasında kalan köpeğini çıkarılmasına polis izin vermedi. Köpek arabada havasızlıktan yaşamını yitirdi
  9. 10 Eylül Gölbaşı Belediyesi, Toplama
  10. 11 Eylül, Adıyaman, Yavru Kedi Zehirleme
  11. 11 Eylül, İncirliova Belediyesi, Toplama
  12. 11 Eylül, Tokat/ Zile Cezaevi Lojmanı, Köpek Darp
  13. 12 Eylül Afyon Belediyesi, Gece Toplama 
  14. 12 Eylül Ankara Belediyesi, Toplama
  15. 12 Eylül, İzmir, Zehirleme
  16. 12 Eylül Nevşehir, Elleri bağlı bir şekilde yavru köpek mezarlığa terk
  17. 12 Eylül, Kırşehir, Silahla Yaralama
  18. 12 Eylül, Kütahya, Kanuna Aykırı Toplama
  19. 12 Eylül, Nevşehir, Yaşlı Köpek Zulüm Edilerek Barınağa Alma
  20. 14 Eylül, Adana, Katliam
  21. 16 Eylül, Ankara, Toplama
  22. 16 Eylül, İstanbul, Kedi Katliam
  23. 16 Eylül, İstanbul, Toplama
  24. 16 Eylül, Manisa, Kedi Katliamı
  25. 16 Eylül, Ankara, Barınaktan Çıkarılan Hayvan 
  26. 16 Eylül, Kırıkkale, Tarım ilacı nedeniyle inek yaşamını yitirdi. 
  27. 16 Eylül, Erzurum, Toplama
  28. 17 Eylül, Zonguldak, köpek çenesi kırıldı.
  29. 20 Eylül, Burdur Barınak
  30. 21 Eylül, Ankara Çankaya Seyranbağları’nda bir binanın bodrum katında iki kedinin boynu ve ayakları kesilerek öldürüldü
  31. 22 Eylül, Konya barınağına sürekli hayvan toplayıp, usulsüz şekilde istiflediği bildiriliyor.
  32. 22 Eylül, Konya, yavru kediye defalarca şiddet uygulanıyor.
  33. 23 Eylül, İstanbul, yemek ve su verilmeyen, zincirle bağlanan ve ağızlık takılmış yavru köpek.
  34. 24 Eylül, Çorlu’da belediye işçisi köpek boğazlıyor. 
  35. 24 Eylül, Zonguldak Devrek Yılanlıca köyünde Ş.B. İsimli şahıs 5 aylık yavru köpeği vurdu
  36. 25 Eylül, Ankara, Ankara, Ayrancı’da yakılarak öldürüldü.
  37. 26 Eylül, Tekirdağ, veteriner hekim olmadan usulsüz toplama. 
  38. 26 Eylül, Mardin, zifte bulanan üç köpekten biri yaşamını yitirdi.
  39. 26 Eylül, Kars belediye barınağına ait usulsüz görüntüler.
  40. 27 Eylül, Kocaeli, belediye barınakta tuttuğu 800 köpeğin üzerine haşere ilacı sıktı.
  41. 27 Eylül, Artvin, belediye barınaklarında köpeklerin maması yok, “yaşam alanları” mevzuata uygun değil, hayvanlar hastalık ve uyuz içinde.
  42. 27 Eylül, Ankara, iki yavru köpek ağaca bağlanarak terk edilmiş
  43. 28 Eylül, Ankara, 8 köpek zehirlendi.
  44. 28 Eylül, Bursa, kargo çalışanı köpeği bilerek ezdi ve yoluna devam etti.
  45. 29 Eylül, Trabzon, Köpekler barınaktan kaçmaya çalışıyor.
  46. 29, Eylül, Amasya, 25’i havasızlıktan ölen 100’e yakın köpek dağ başına bırakıldı.

Afrika: Zenginlerin yarattıkları iklim krizinin bedelini ödeme zamanı geldi

 

Yazar: Hilda Flavia Nakabuye*

Çeviri: Eylül Deniz Yaşar

 *

Dünya kritik bir dönemeçte. İklim değişikliği sadece geleceğe yönelik bir tehdit değil, şu an burada ve hayatları mahvediyor. Rekor kıran sıcak dalgalarından sellere ve toprak kaymalarına kadar, gezegen bize görmezden gelemeyeceğimiz kadar açık sinyaller gönderiyor.

Ancak Küresel Güney’deki pek çoğumuz için bu kriz yeni değil. Bu sorunda neredeyse hiç payımız olmamasına rağmen yıllardır gündelik bir gerçeklik olarak hayatlarımızı etkiliyor.

Ben Ugandalı’yım; küresel karbondioksit (CO2) emisyonuna yüzde 0.02’den daha az katkısı olan ve iklim değişikliğinin etkilerine karşı en savunmasız 36’ncı ülke… Bir çiftlikte büyüdüm ve -su basan yollar ve çamur kaymaları gibi değişen hava koşullarının olumsuz etkilerinin beni okula gitmekten nasıl mahrum bıraktığını ilk elden gördüm.

Bir zamanlar güvenle tarlalarımızı ektiğimiz sezon; artık yağmurların hiç yağmayacağını mı yoksa önüne çıkan her şeyi silip süpürecek şekilde mi yağacağını hesaplamaya çalıştığımız bir tahmin oyununa dönüştü.

Bizim çiftliğimiz kurtulmayı başaramadı. Bölgemdeki diğer pek çok çiftlik de öyle. Ve sonuçta kaybedilen sadece çiftliğimiz değildi; geçim kaynağımız, gıda güvenliğimiz ve benim için bütün bir eğitim yılıydı.

‘Bu sadece iklim krizi değil, bir sosyal adalet krizi’

Beni en çok hayal kırıklığına uğratan şey, kaynaklar ve biyoçeşitlilik açısından zengin bir kıta olan Afrika‘nın, bizim yaratmadığımız bir krizin yükünü sırtlamaya devam etmesi. Halkımız, dünyanın en zenginlerinin emisyonlarının ve eylemlerinin bedelini kendi hayatları ve gelecekleriyle ödüyor.

Oxfam’a göre, en zengin yüzde 1’lik kesim, insanlığın en yoksul üçte ikisi kadar gezegeni ısıtan emisyon yayıyor ve onların neden oldukları ısınma 1.3 milyondan fazla ölüme neden olmaya yetiyor. En zenginler, bedeli ödeyenlerin en yoksullar ve ön saflarda yer alan topluluklar olduğu gerçeğine kayıtsız kalmaya devam ediyor.

UNICEF, dünya genelinde kız çocuklarının her gün 200 milyon saatlerini su bulmak için harcadığını açıkladı. Bir anlığına düşünün: 200 milyon saat. İklim krizi bu yükü daha da ağırlaştırıyor.

Su kaynakları kurudukça, kız çocukları su bulmak için çok daha uzun mesafeler yürümek zorunda kalıyor ve eğitimden, yani en temel insani ihtiyaçlarını temin etme fırsatından vazgeçmeleri gerekiyor. 2030 yılına kadar, su güvensizliğinin küresel olarak 700 milyon insanı yerinden etmesi bekleniyor – bunların çoğu kız çocukları ve kadınlar. Bu sadece bir iklim krizi değil; bir sosyal adalet krizi.

Afrika, yok denecek kadar az karbon ayak izine rağmen iklim felaketlerinin ön cephesinde yer alan coğrafya olurken fosil yakıt endüstrisi rekor kârlar elde etmeye devam ediyor.

Bu sistem adaletsizlik üzerine kurulu. Azınlığın faydalandığı, geri kalanlarımızın ise acı çektiği bir sistem. Güçlülerin istediği kadar kirletebildiği ve bunun bedelini yoksulların ödediği bir sistem.

Ancak bu, böyle olmak zorunda değil.

‘Çözüm elimizin altında, harekete geçmek için siyasi irade gerekiyor’

Uganda’da örgütleniyoruz. İklim adaleti talep etmek ve toplulukların sadece hayatta kalmakla kalmayıp kendini geliştirebildiği sürdürülebilir bir gelecek için mücadele etmek üzere Fridays for Future Uganda‘yı kurdum. Ve yalnız değiliz. Dünyanın dört bir yanında, “Make Rich Polluters Pay” (“Çevreyi Kirleten Zenginlerden Hesap Sorun”) gibi hareketler iklim krizinden sorumlu olanların -fosil yakıt devleri ve ultra zenginlerin- hesap vermesi çağrısında bulunuyor.

Çözümler elimizin altında, ancak harekete geçmek için siyasi irade gerekiyor. Şu anda New York‘ta Vali Kathy Hochul‘un masasında güçlü bir emsal teşkil edebilecek bir yasa tasarısı duruyor. “İklim Değişikliği Süper Fonu Yasası” büyük fosil yakıt şirketlerini eyaletteki iklim zararları için kendileri düşen adil payı ödemeye zorlayacak bir yasa olacaktır. Vali Hochul bu yasayı geçirme ve iklim krizinin faturasının sıradan insanlara yüklenmesinin önüne geçme gücüne sahip. Dünya genelinde benzer aksiyonlar alınmasına ihtiyacımız var.

ABD de dahil Küresel Kuzey‘den devlet liderleri, bu Kasım ayında Bakü‘de düzenlenecek COP29‘da, iklim finansmanı için ultra zenginlerin ve fosil yakıt şirketlerinin vergilendirilmesini de içeren yeni bir hedef üzerinde mutabık kalmalı. Emisyonları iklim krizini körükleyen zengin ülkeler yeni bir adım atmalı ve bu konuda öncü olmalı. Çevreyi kirleten zenginlerin neden oldukları yıkımın bedelini ödeme zamanı geldi.

Artık daha fazla bekleyemeyiz. İklim krizi şimdi ve burada. Bu krizi en az besleyenler bu krizin faturasını en acı şekilde ödeyenler. Sorumlulardan hesap sormalı ve yaşadığımız kayıp ve zararların bedelini ödemelerini talep etmeliyiz.

Bizim istediğimiz gelecek eşitlik üzerine kurulu – yenilenebilir enerjinin ekonomilerimize güç verdiği, kız çocuklarının su için kilometrelerce yürümek yerine sınıflarında olabildiği ve Uganda’nın da New York’un da ötesindeki tüm toplulukların gelişebildiği bir gelecek.

Sizi harekete geçmeye çağırıyorum. Bunun pek çok yolu var. Bunlardan biri, “Make Rich Polluters Pay” kampanyasına imza vererek sesinizi yükseltmek. İklim adaleti sadece bir talep değil, bizim hakkımız. Birlikte, herkes için daha iyi, daha adil bir gelecek inşa edebiliriz.

*

(*) Hilda Flavia Nakabuye Ugandalı bir iklim ve çevre hakları aktivisti ve Fridays for Future Uganda’nın kurucusu. 

Makalenin orijinali için tıklayın

 

 

Türkiye, açık denizlerin biyoçeşitliliğini korumayı amaçlayan BM anlaşmasını imzaladı

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, New York‘ta düzenlenen BM Genel Kurulu toplantıları sırasında, “Ulusal yetki alanı dışındaki alanlarda deniz biyolojik çeşitliliğinin korunması ve sürdürülebilir kullanımına ilişkin Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi”ni imzaladı.

TBMM’ye sunularak onaylanmasının ardından Türkiye de taraf olacağı sözleşme ile açık denizlerin korunması ve sürdürülebilir kullanımı konusunda yasal sorumluluklar üstlenecek ve karar alıcı ülkelerden biri olacak.

Uluslararası deniz hukukunun temel ilkelerinden biri olan “açık denizlerin özgürlüğü” ilkesi gereği açık deniz alanları, tüm ulusların erişimine açık ve küresel ortak alan olarak kabul ediliyor. Ancak dünya okyanuslarının üçte ikisini oluşturan açık denizlerin şu anda yüzde 1’den azı koruma altında.

Yeşil NoktaAçık denizlerde biyoçeşitliliğin korunması konusunda anlaşma sağlandı
Yeşil NoktaOkyanuslar için bir zafer: Açık Denizler Antlaşması Birleşmiş Milletler’de imzalandı
Yeşil NoktaAçık Denizler Anlaşması’nı ilk onaylayan ülkeler Şili ve Palau oldu

Daha önce net ve kapsamlı bir koruması olmayan açık denizler, BM’de 19 Haziran 2023’te imzalanan söz konusu anlaşmayla korunma statüsüne alınmıştı.

İlk olarak Şili ve Palau‘nun imzaladığı anlaşma, açık denizlerin başta iklim değişikliği olmak üzere çeşitli tehditlere karşı korunması amacıyla gerekli hukuki altyapıyı sağlıyor; hiç bir ülkeye ait olmayan uluslararası sularda denizel biyoçeşitliliğin korunması amacıyla deniz koruma alanları kurmanın, alan bazlı yönetim arazları uygulanmasının ve önerilen faaliyetler için çevresel etki değerlendirmeleri yapmanın önemini vurguluyor.

Sözleşmeyi bugüne kadar 104 ülke imzaladı, bunlardan 13’ü meclislerinde onaylayarak taraf oldu. Yürürlüğe girmesi için 60 ülkenin meclisinde onaylayarak taraf olması gerekiyor. BM 2025 yılında gerekli taraf ülke sayısının tamamlanmasını hedefliyor.

Kirleten öder anlayışı

Açık denizleri, milyarlarca insanın hem gıda kaynağı hem de insanlığın ürettiği atıkların büyük çoğunluğunun nihai durağı olarak nitelendiren Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Levent Bilgili, anlaşmanın “kirleten öder” yaklaşımını benimsediğini aktardı:

“Anlaşmanın önemi, ulusal yetki alanlarının dışında kalan ve adeta kaderine terk edilmiş olan açık denizlerin sürdürülebilirlik ilkelerine göre yönetilmesine yönelik ortaya konulan iradede yatıyor. İlk hedef temiz okyanuslar olurken, balık popülasyonunun sürdürülebilir kılınması yani gelecek nesillerin de balık yiyebilmesinin garanti altına alınması ve karbon tutma kapasitesi sebebiyle küresel ısınmaya karşı elimizdeki en büyük silahlardan birisi olan okyanusların genel ekosistem sağlığının korunması da diğer hedefler. Bu amaçla, anlaşmada düzenli olarak çevresel etki değerlendirmesi yapılması öneriliyor.”

‘Açık denizler alarm veriyor, uluslararası işbirliği şart’

Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Deniz ve İçsu Kaynakları Yönetimi Bölümü Deniz Biyolojisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Bayram Öztürk de “Açık denizler sözleşmesi, deniz ve okyanusların korunması konusunda yeni bir devir açıyor çünkü 2030 yılında denizlerin yüzde 30’unun korunması için yasal altlık oluştu. Ayrıca deniz koruma alanları ve yönetimi sözleşme kapsamına girdi” dedi.

Açık denizlerde denetimsizlik nedeniyle yasa dışı balıkçılık, kirlenme ve zehirli atık bırakma gibi zararlı faaliyetlerin arttığını vurgulayan Öztürk, bu suların balıkçılık, madencilik, yatçılık, gemicilik ve genetik materyal toplama faaliyetlerinin zararlarına karşı korunması gerektiğini vurguladı:

“Açık denizlerde gezen göçmen organizmalar var, balinalar, köpek balıkları, kaplumbağalar, kuşlar gibi. Bu canlıların korunması için işbirliği şart çünkü bunlar A, B ya da C ülkesine ait değil. Bu açıdan açık denizlerin ve biyolojik çeşitliliğin korunması, sularınızda bulunan göçmen türlerin korunması açısından önemli. Ne yazık ki beslenmemiz için yaşamsal öneme sahip olan su canlıları okyanuslarda hızla azalıyor. Küresel boyutta dünya balık stoklarının yüzde 31’i aşırı avlanmış, yüzde 26,3’ü ise tehlike altında. Bunun önlenmesi, deniz ve okyanusların sürdürülebilir yönetimi için daha büyük çaba sarf edilmesi gerekiyor.”

Öztürk, Türkiye’nin özellikle Akdeniz‘in korunması konusunda daha çok çaba göstermesi ve Avrupa Birliği ülkeleriyle işbirliği yapması gerektiğine dikkat çekti; “Tabii Atlantik ve  Pasifik okyanuslarındaki konularda da olup bitenleri takip etmesi ve inisiyatifler geliştirmesi gerekebilir, zaten sözleşmenin imzalanmasındaki amaçlardan birisi de bu” dedi.

Deştinliler’den festival: Çimentocuları nasıl yendiğimizi dünya görsün istedik

Muğla’nın Menteşe ve Yatağan ilçelerine bağlı Bayır ve Deştin mahallelerinin ortak sınırı olan Tekağaç mevkisinde kurulmak istenen entegre çimento fabrikasına verilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu raporunu ve Menteşe Belediyesi’nin verdiği ruhsatı iptal ettiren bölge halkı, zaferlerini bir festival düzenleyerek kutladı.

Deştin Çevre Platformu, Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) Menteşe Meclisi ve Bayır Çevre Komitesi tarafından,  28-29 Eylül’de düzenlenen 1. Uluslararası Deştin Kültür ve Doğal Yaşam Festivali’nde halk ve örgütler verdikleri mücadeleyi selamladı.

Gündem Fethiye‘den Hülya Çetinkaya ve Burak Necip Başar‘a konuşan bölge halkı ve STK temsilcileri festivali değerlendirdi. 

‘Kitap yazsak bitmez, yaptığımız iş büyük’

Festivale Türkiye’nin farklı noktalarından ve yurtdışından destek olan çevre dostlarına ve belediyeye teşekkür eden Deştinli Arzu Özdemir, “Yaşam alanlarımız, toprağımız, suyumuz için çok uğraştık. Bu uğraşmanın sonunda kazandık. Kazanınca da bir festival etmeyi düşündük” dedi.

Bundan sonraki süreçte imar planlarının iptal edilmesi için mücadele edeceklerini belirten Özdemir, “Söyleyeceğimiz çok şey var. Kitap yazsak bitmez ama geriye döndüğümüzde yaptığımız iş büyük. Şu anda mutluyuz. İnşallah daha mutlu oluruz” ifadelerini kullandı.

Doğa talanın durmayacağını dile getiren Özdemir, Nerede talan biz oradayız. Direncimizi devam ettireceğiz. Daha da güçlü olacağız” diye konuştu.

‘Üretmediğimiz gün, tükendiğimiz gün olur’

Deştinli Ayşe Duran da hem yetiştirdikleri Deştin fasulyesinin hem de bölgede yetişen tarım ürünlerinin var olabilmesi için Deştin Çayı’ndan ve bölgedeki su kaynaklarından akan temiz suyun önemine dikkat çekti: “Üretmezsek, yetiştirmezsek tükeniriz. Yetiştirmediğimiz gün, üretmediğimiz gün tükendiğimiz gün olur.”

Deştin Çevre Platformu Eş Sözcüsü Haluk Özsoy ise neden böyle bir festival yapmaya gerek duyduklarını şöyle anlattı:

“Aslında biz fabrikanın kapısına kilit vurdurduğumuzda, mühürlettiğimiz anda kutlamalarımızı yapmıştık kendi içimizde. Davullu zurnalı kutlamalardı ama oturduk ve düşündük. Bu sadece bizim zaferimiz değil. Bir sürü örgüt bize destek verdi, Türkiye’den bir sürü insan destek verdi, yurtdışından arkadaşlarımız bizim bu mücadelemizi paylaştılar. Dolayısıyla biz sadece bizim kutlamamızın yeterli olmadığına kanaat getirdik ve büyük bir festival yapmak istedik. Festivalimize Topraksız Köylü Hareketi’nden arkadaşlarımız geldi. Brezilya’dan Amazonlar‘da yaşayan Guajajara kabilesinden yerli arkadaşlarımız geldi destek vermeye. İngiltere’den İskoçya’dan, Not 1 More’dan arkadaşlarımız geldi. İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmir’den, çeşitli yerlerden dostlarımız geldi ve hep birlikte bu kazanımı ve çimentocuları nasıl yendiğimizi, hem bütün dünya görsün istedik hem de bu kazanımı hep birlikte kutlamak istedik.”

Topraksız Köylü Hareketi (MTS) aktivistlerinin kendilerine bayraklarını hediye ettiklerini anlatan Özsoy, “Bu özel bir durumdur. Dünyada çok az direnişe bayrak vermişlerdir onlar. O bayrağın yükümlülüğü biraz fazladır. Biz de onlarla kendimizi yoldaş direniş, kardeş direniş olarak ilan ettik” dedi.

Özsoy bundan sonra öncelikle söz konusu alana tekrar, farklı şirketlerin böyle bir tesis yapmasının önüne geçmek için alanı sanayi tesisi olarak niteleyen imar planlarını iptali için mücadeleye devam edeceklerini söyledi.

Halihazırda imar planlarının iptali için açılmış bir davanın olduğunu dile getiren Özsoy, en fazla iki ay içinde bekledikleri sonucu almayı umduklarını belirtti:

“Umarım iki ay sonra balyozlarla bir poz vereceğiz ve ‘Siz mi yıkacaksınız biz mi yıkalım?’ şeklinde bir kampanya başlatacağız. Bu yaza kadar bu kazulet yapıyı, ormanın içinden temizlemiş olmayı umuyoruz.”

[İklim Masası] Zenginlerin karbon ayak izi, tahminlerden çok daha yüksek

Karbon ayak iziniz, hem dünyanın hangi ülkesinde yaşadığınıza hem de gelir seviyenize bağlı olarak büyük farklılık gösteriyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) yaşayan birinin karbon ayak izi, ortalama bir Nijeryalı’nın karbon ayak izinden yaklaşık 13 kat daha büyük.

Öte yandan dünyanın farklı ülkelerinden 125 milyarder, dünya nüfusunun daha düşük gelirli yüzde 90’lık kısmında yer alan herhangi birinden bir milyon kat daha fazla emisyona sebep oluyor.

Bu eşitsizlik, ülkeler özelinde de oldukça belirgin. Örneğin ABD’de en fazla gelire sahip %1’lik kesimden birinin karbon ayak izi, en az gelire sahip %50’lik kesimden birine kıyasla 1,388 kat daha büyük.

Ancak yeni bir çalışma, ülke içindeki karbon ayak izi eşitsizliğinin yeterince anlaşılmadığına ve büyük ölçüde azımsandığına işaret ediyor.

Nature Climate Change’de yayınlanan ve ABD, Danimarka, Hindistan ve Nijerya’dan 4,000 kişinin katılımıyla yapılan yeni bir çalışma, bu ülkelerin tamamında zenginlerin (en yüksek gelire sahip yüzde 10’luk ve yüzde 1’lik kesimin) karbon ayak izinin gerçekte olduğundan çok daha düşük tahmin edildiğini ortaya koydu. Gerçeklik ve tahminler arasındaki en büyük uçurum, ABD’de ve Danimarka’da gözlendi.

‘Zenginler, davranış değişikliği gerektirmeyen çözümlere eğilimli’

Araştırmanın bir diğer önemli bulgusu, desteklenen iklim politikalarının da gelir düzeyine göre farklılık göstermesi oldu. En yüksek yüzde 10’luk gelir grubundan katılımcılar; kullanımın fazla olduğu dönemlerde elektrik fiyatını artırmak veya kırmızı ete vergi ilave etmek gibi politika önerilerini daha yüksek oranda destekledi.

Çalışmanın yazarlarından Kopenhag İşletme Okulu (Copenhagen Business School) İşletme Bölümü Öğretim Üyesi Kristian S. Nielsen’a göre daha varlıklı kesimler, davranışlarını değiştirmelerini gerektirmeyen çözümleri daha çok benimsiyor:

‘Nihayetinde bu yatırımları yapabilecek paraları var ve paranız olduğu sürece bunlar çok zor değil. Oysa yaşam tarzında değişiklik gerektiren şeyler, örneğin daha az uçmak, pek de isteyecekleri bir şey değil.”

Eşitsizliğin önemli bir ekonomik tartışma olduğuna dikkat çeken Nielsen, katı bir karbon bütçesine sahip olduğumuz iklim değişikliği çerçevesinde, eşitsizliğin ciddi bir adalet sorunu yarattığını vurguluyor: “Şu anda bazı insanlar, hafta sonu Dubai’de alışverişe gitmek, büyük bir eve sahip olmak veya başka türlü amaçlar için, bu sınırlı bütçeden çok büyük bir pay alıyorlar. Bunun adil olup olmadığını konuşmak, tartışmak önemli.”

Nielsen’a göre karbon ayak izi eşitsizliğine dair farkındalığı artırmak, daha fazla insanın iklim politikalarını desteklemesini sağlayabilir ve özellikle en zengin kesimin tüketimini düzenleyecek uygulamaların önünü açabilir.

Hem ülkeler hem sınıflar arası farklar büyük

Kristian S. Nielsen’in konuya dair değerlendirmesi şöyle:

“Karbon ayak izi, birer birey olarak tüm faaliyetlerimiz sonucunda sebep olduğumuz sera gazı emisyonları olarak tarif edilebilir. Bu, günlük hayatta kullandığımız tüm ürünleri ve hizmetleri kapsar; enerji, ulaşım, gıda tüketimi veya uçakla seyahat gibi.

Ve gördüğümüz kadarıyla bu konuda ülkeler arasında oldukça büyük farklar var. Yani Nijerya’daki ortalama bir insan, ortalama bir Danimarkalıdan çok daha küçük bir karbon ayak izine sahip.

Ancak farklar burada bitmiyor; her ülkenin kendi içinde de yüksek gelirli insanların daha yüksek karbon ayak izine sahip olma eğiliminde olduğunu görüyoruz. Gelir skalasında nerede olduğunuza bağlı olarak bu ayak izi bazen çok yüksek olabiliyor.

Son 10 yılda bu eşitsizliği inceleyen pek çok bilimsel makale yayınlandı. Ancak konunun araştırılmamış olan bir yönü vardı: İnsanlar bu eşitsizliğin ne ölçüde farkında? Biz de çalışmamızda buna bakmak istedik ve birbirinden çok farklı dört ülke seçtik: Nijerya, Hindistan, ABD ve Danimarka.

Daha düşük gelirli bir ülke olarak Nijerya’yı dahil ettik. Hindistan, düşük ve yüksek gelirli grubun arasında bir yerde kalıyor, fakat aynı zamanda çok yüksek bir eşitsizlik seviyesine sahip. ABD ve Danimarka ise iki yüksek gelirli ülke. Bu ikisi bazı yönlerden çok benzese de farklı eşitsizlik seviyelerine sahip. Örneğin Danimarka genellikle çok eşitlikçi bir ülke kabul edilir ama orada bile karbon ayak izlerinde oldukça fazla eşitsizlik olduğunu görüyoruz.

Zenginlerin karbon ayak izi sanıldığından çok daha büyük

“İnsanlar, düşük gelir gruplarının karbon ayak izini olduğundan az ya da fazla tahmin edebiliyorlar. Fakat söz konusu en yüksek yüzde 10luk dilim ve özellikle de en üst yüzde 1lik dilimdeki insanlar olduğunda, bu kişilerin karbon ayak izleri gerçekte olduğundan çok daha düşük tahmin ediliyor.

Tespit ettiğimiz en önemli şey, özellikle ABD’de ve Danimarka’da, karbon ayak izi eşitsizliğinin gerçekte olduğundan çok daha küçük zannedilmesi oldu. Bence bunun bir nedeni, özellikle ABD’de, mutlak farkların gerçekten çok büyük olması. Bu yüzden insanların gerçek farkı öngörememesi anlaşılır. Ancak Hindistan’da ve Nijerya’da da durum farklı değil.

Zenginler, satın alabilecekleri iyileştirmeleri tercih ediyor

“Tahminlerimizden biri, karbon ayak izi eşitsizliği ne kadar küçümseniyorsa iklim politikalarına desteğin de o denli düşük olacağı yönündeydi. ABD ve Hindistan’da bunu destekler sonuçlara ulaşamadık. Danimarka ve Nijerya’da ise böyle bir durum var gerçekten.

Genelde ise desteklenen iklim politikalarının gelire bağlı olarak farklılık gösterdiğini görüyoruz. Daha varlıklı kişiler, kendileri açısından çok fazla davranış değişikliği gerektirmeyen teknolojik çözümleri daha çok seviyor. Diyelim ki enerji verimliliği iyileştirmeleri veya ev yalıtımı ya da elektrikli bir araç almak. Nihayetinde bu yatırımları yapabilecek paraları var ve paranız olduğu sürece bunlar çok zor değil. Oysa yaşam tarzında değişiklik gerektiren şeyler, örneğin daha az uçmak, pek de arzu ettikleri bir şey değil.

VATANDAŞLAR HANGİ DAVRANIŞ DEĞİŞİKLİKLERİNİN ETKİLİ OLDUĞU KONUSUNDA YANILIYOR 

 

İnsanlar, karbon ayak izlerini azaltmak için duş alırken daha az su kullanmak, geri dönüşüm yapmak, plastik tüketimini en aza indirmek gibi çeşitli yöntemlere başvuruyorlar. Fakat özellikle son beş yıl içinde, bu gibi davranışların iklim üzerindeki etkisinin abartıldığını gösteren pek çok makale yayınlandı.

 

Spektrumun diğer ucunda ise örneğin vegan beslenmek veya kırmızı et tüketmemek ya da daha az uçakla seyahat etmek gibi aktiviteler yer alıyor. Oldukça etkili olan bu eylemlerin karbon ayak izini azaltmadaki rolü ise azımsanıyor.

 

Bu da şu anlama geliyor: Eğer bu tür bir yanlış algı varsa, gerçekten harekete geçmek isteyen insanlar bazen yanlış yerden başlayabiliyorlar.

 Davranış değişiklikleri zenginler için daha kolay

“İklim değişikliğinde payı daha yüksek olan kişilerin, diğerlerine göre daha çok sorumluluk üstlenmesi gerekiyor.

Bazı insanlar gerekli değişiklikleri yapmakta zorlanabiliyorlar; altyapı mevcut olmayabiliyor veya başka türlü sorunlar çıkabiliyor. Genelde gördüğümüz şey, ne kadar zengin olursanız, birçok davranış değişikliğinin o denli kolay hale geldiği.

Her zaman şu örneği veririm: Örneğin düşük gelirliyseniz ve beslenme düzeninizi değiştirmek istiyorsanız, öncelikle yeni yemekler pişirebilmek için yemek yapma becerilerinizi geliştirmeniz gerekir. Yeni tarifler, yeni baharatlar, yeni malzemeler ile besleyici yemekler hazırlayabilir hale gelmelisinizdir. Öte yandan gelir seviyeniz yüksekse, doğrudan bir yemek programı satın alabilirsiniz. Bu durumda gerekli tüm malzemeler, tariflerle birlikte evinize gönderilir. Daha da zenginseniz, her şeyi yapması için özel bir şef tutarsınız. Yani bu bir çeşit spektrum.

Bu daha teknik meseleler için de geçerli. Örneğin evinizdeki enerji verimliliğini artırmak için çeşitli sübvansiyonlar var. Ancak bunlardan kimin faydalandığına baktığımızda burada bile bir eşitsizlik olduğunu görüyoruz. Bir sübvansiyona nasıl başvuracağını öğrenmek, vergi iadesi almak, bunun için gerekli kararları verebilmek çok karmaşık olabilir. Karmaşıklık da bir tür engeldir.

Sınırlı karbon bütçesinin adil paylaşılması gerekir

“Eşitsizlikler söz konusu olduğunda bazıları ‘zenginlerin ne kadar parası olduğundan kime ne,’ diyebiliyor çünkü nihayetinde paraya sınırlı bir kaynak gözüyle bakılmıyor. Ama söz konusu iklim olduğunda durum farklı.

Küresel ısınmayı engellemeye yönelik hedeflerde görülebileceği gibi, sınırları tam anlamıyla belli olan bir karbon bütçemiz var. Ve şu anda bazı insanlar, hafta sonu Dubaide alışverişe gitmek, büyük bir eve sahip olmak veya başka türlü amaçlar için, bu sınırlı bütçeden çok büyük bir pay alıyorlar. Bunun adil olup olmadığını konuşmak, tartışmak önemli. Benim bu konuda bir fikrim var ve adil olduğunu düşünmüyorum. Ancak bu mutlaka tartışılması gereken bir konu.

Eşitsizliğe dair farkındalık artışı, iklim politikalarına desteği artırabilir

 “İnsanları bu eşitsizlik hakkında bilgilendirdiğinizde, iklim politikasına desteğin genel olarak artacağı söylenebilir. Örneğin, en zengin yüzde 1’lik, yüzde 10’luk veya yüzde 20’lik kesimlerin davranışlarını düzenleyecek politikalara destek artabilir.

Tabii ideoloji ve siyasi inançlar da önemli. Veya bir gün kendiniz de ilk yüzde 10’luk dilime gireceğinizi düşünüyorsanız, bu tür politikaları istemeyebilirsiniz. Ancak bir bütün olarak düşünüldüğünde görmeyi beklediğim şey, eşitsizliğe dair farkındalığı artırmanın, iklim politikalarını destekleme konusunda daha fazla insanı harekete geçirebileceği.”

Kedilere kezzap ve asit döken saldırgana sekiz yıl hapis cezası

İstanbul‘un Eyüpsultan ilçesinde, sokakta yaşayan kedilere kezzap ve asit dökerek öldürdüğü ve yaraladığı gerekçesiyle yargılanan Murat Özdemir, sekiz yıl üç ay hapis cezasına çarptırıldı.

İstanbul 60. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki yargılamada sanık hakkında, “bir ev hayvanını veya evcil hayvanı kasten öldürme” ve “bir ev veya evcil hayvana işkence etmek, zalimce muamelede bulunmak” suçlarından ceza verildi.

Murat Özdemir, çok sayıda kediyi kezzap ve asit gibi kimyasal maddeler dökerek öldürdüğü ve yaraladığı iddiasıyla geçen yıl tutuklanmıştı. Hakkında 10 buçuk aydan 7 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan ve tutuksuz yargılanan Özdemir, bugünkü karar duruşmasına katılmadı.

Hak savunucularının ve İstanbul Barosu Hayvan Hakları Merkezi’nden avukatların katıldığı İstanbul 60. Asliye Ceza Mahkemesi‘ndeki duruşmada saldırganı üst sınırdan cezalandıran hakim, “bir ev veya evcil hayvanı kasten öldürme” suçundan, bu saldırıyı birden fazla hayvana karşı gerçekleştirmesine de dikkate alarak artırımla dört yıl altı ay hapse çarptırdı.

Özdemir “bir ev veya evcil hayvana işkence etmek veya acımasız veya zalimce muamelede bulunmak” suçundan, yine bu saldırıyı birden fazla hayvana karşı gerçekleştirdiği için cezada artırım uygulayarak üç yıl altı dokuz ay hapis cezası ile cezalandırdı.

Yeşil NoktaKedileri kezzapla yakan saldırgan hakkında yakalama kararı çıktı
Yeşil NoktaKedileri asit dökerek katleden Murat Özdemir için yedi yıla kadar hapis cezası istendi
Yeşil NoktaKedilere kezzap ve asit döken kişiye para cezası

‘Ceza üst sınırdan verildi, yatarı var’

Odatv‘ye konuşan İstanbul Barosu Hayvan Hakları Merkezi Üyesi Hafize Hilal Koçak, bu cezanın, hayvan haklarına yönelik suçlarda verilen diğer cezalardan farklı olarak yatarı olduğuna dikkat çekti. Koçak buna rağmen suçlunun, infaz kanunu ve tutukluluk süresi göz önünde bulundurularak sekiz yıldan daha düşük bir süre hapis yatacağını belirtti.

6 dakika boyunca tekmelenerek öldürülen ‘Eros’ kedinin davasını hatırlatan Koçak, kararın emsal niteliğinde olduğunu belirtti: “Eros davasındaki cezada alt sınırdan uzaklaşılmamıştı, bunun üzerine indirim yapıldı. Ancak bu davada hem indirim yapılmadı hem de cezada üst sınıra yaklaşıldı.”

Özdemir’in tutuksuz yargılanma sürecini de eleştiren Av. Koçak, “Sanığın bir yerleşim yeri yoktu, evsiz gibi hayat sürüyordu. Tutuklu yargılanması gerekiyordu. Tutuklu yargılanmadığı için süreç uzadı, 3-4 duruşma sekteye uğradı” diye konuştu.

Eyüpsultan'da kedilere 'asitli' vahşete hapis... Avukat Odatv'ye değerlendirdi: Emsal karar - Resim : 5

Ne olmuştu?

7 Ağustos 2023’te, Eyüp Sultan Camisi çevresinde sokakta yaşayan 20 kedinin üzerine üzerine asit döküldüğü ihbar edilmişti. Emniyet müdürlüğü ekipleri, kimliğini belirledikleri Murat Özdemir’i gözaltına aldı ve ardından tutuklandı.

İlk duruşmada saldırgana 91 bin 80 lira idari para cezası uygulandı. İlk duruşmada sanık tahliye edilmişti.

ABD’de iklim krizi: Güneyde kasırga, güneybatıda sıcak dalgası

ABD’nin güneyinde, özellikle de Florida‘yı vuran Helena Kasırgası’nda ölü sayısı 150’yi geçerken, San Francisco kenti dün (1 Ekim) yılın en sıcak gününü yaşadı.

Ulusal Hava Durumu Servisi, güneybatı ABD’de sonbaharda rekor sıcaklıklar öngörüyor.

Kaliforniya eyaletinde birçok yerde sıcaklıklar 38C veya daha yüksek seviyelere ulaştı. Yetkililer ve yerel medya kuruluşları bölge genelinde aşırı sıcaklığa bağlı artan orman yangınkları, kapsamlı elektrik kesintileri olasılığı ve özellikle evsizler ve yaşlılar için sıcaklığa bağlı ölüm riskiyle ilgili uyarılar yaptı.

San Francisco Chronicle‘ın aktardığına göre Körfez Bölgesi’ndeki birçok şehirde ekim ayı için sıcaklıklar “normalin 25 derece üzerinde” kaydedildi ve Körfez Bölgesi’ndeki birçok devlet okulu sıcak nedeniyle açık hava spor müsabakalarını iptal etti. Kentte, 1 Ekim’de sıcaklıklar 33C olarak kaydedildi.

Arizona‘daki Phoenix‘de de üst üste sıcaklık rekorları kırıldı. Salı günü, en yüksek sıcaklık 45C civarında oldu. Kentte önceki on yıllarda kaydedilen ortalama yaklaşık 21C idi. Ancak  2024 yılında şimdiye kadar 43C’nin üzerinde sıcaklıkların olduğu 67 gün kaydedildi. Yazın başlarında da 38C’nin üzerinde sıcaklıkların kaydedildi üst üste 100 gün yaşandı.

Rekor sıcaklık, rekor ölüm

Rekor sıcaklıklar, beraberinde buna bağlı rekor sayıda ölümü getiriyor. Yerel halk sağlığı verilerine göre, bu yıl Phoenix’te 666’dan fazla ölüm sıcaklık kaynaklı oldu.

Kamu sağlığı verilerine göre ise ısı kaynaklı ölümlerin neredeyse yarısını evsiz insanlar oluşturdu; aşırı sıcaklardan mağdur olanların da yüzde 60’ı 50 yaşın üzerindekilerden oluştu.

Aşırı sıcakta, kaldırımlar ve asfalt ciddi yanıklara neden olabilecek kadar ısınabiliyor. Ancak Pheonix’te kaydedilen düzinelerce sıcaklık kaynaklı ölüm, muhtemelen maliyet endişeleri nedeniyle klimaların bozulduğu veya kapatıldığı evler de dahil olmak üzere iç mekanlarda kaydedildi.

Las Vegas Review-Journal’ın geçen haftaki haberine göre, yetkililer Las Vegas ve güney Nevada‘nın geri kalanında bu yıl en az 342 kişinin ölümünde sıcaklığın etkili olduğunu ve bunun şimdiye kadar kaydedilen en yüksek ölüm sayısı olduğunu söyledi .

Helene’de 40 trilyon galondan fazla yağmur yağdı: 150’den fazla ölü

Öte yandan ülkenin güneyi;Kuzey Carolina’nın batısı, Güney Carolina, Georgia, Tennessee, Florida‘da tüm kasabaları sular altında bırakan Helene Kasırgası’nın etkilerini aşabilmiş değil.

Kasırganın getirdiği aşırı yağış nedeniyle sel basan bölgede, ölü sayısı 150’yi geçti. Perşembe günü Florida’da karaya vuran ve güney ABD’ye 40 trilyon galondan fazla yağmur bırakan ölümcül 4. kategori fırtınanın ardından ekipler hâlâ diz boyu çamur ve enkazın içinde ilerlemeye çalışıyor.

Kuzey Carolina’daki yetkililer, Helene’nin yolları su altında bırakması ve cep telefonu kulelerine zarar vermesinin ardından izole kalan yüzlerce kişiye yardım ulaştırmak ve onlarla iletişim kurmak umuduyla Salı günü arama ve kurtarma çalışmalarına yeniden başladı . Salı günü Florida’dan Batı Virginia’ya kadar altı eyalette 1,7 milyondan fazla ev ve işyerine elektrik verilemedi.

Kuzey Karolina‘da, Broad Nehri ile Swannanoa Nehri’nin birleştiği Asheville civarındaki alan, üç gün boyunca 51 cm’den fazla yağış aldı. Bu zaman aralığında görülen bu miktardaki yağış, iklim değişikliğinden önce oluşturulan bir ölçüte göre 1.000 yılda bir görülen bir olay olarak kabul edilirdi.

AP‘ye konuşan Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’nin (Noaa) Alabama, Tuscaloosa‘daki su merkezi başkanı Ed Clark, “Bu astronomik miktarda yağış. Bu miktardaki su kurak batı eyaletlerine düşseydi, Powell Gölü ve Mead Gölü‘nü iki kez doldurmaya yetecek kadar olurdu” dedi.

40 trilyon galonluk hesaplama , Noaa’nın eski baş bilim adamı olan meteorolog Ryan Maue tarafından, uydular ve yer gözlemleriyle ölçülen 2,5 mil x 2,5 mil genişliğindeki ızgaralarda yapılan yağış ölçümlerini kullanarak yapıldı.

Daha sıcak ve daha ıslak fırtınalar

Maue, “Bu sadece mükemmel bir fırtına değildi, aynı zamanda yüksek rakımda toplanan muazzam miktarda yağmura yol açan birden fazla fırtınanın birleşimiydi. Bir dağa trilyonlarca galon yağmur bıraktığınızda, bunun aşağı inmesi gerekir” diye konuştu.

Kuzey Karolina eyalet iklim bilimcisi Kathie Dello ise, “Bu fırtınalar daha ıslak ve daha sıcak. Önceleri, tropikal bir fırtınanın Kuzey Karolina’ya doğru ilerlediği ve biraz yağmur ve hasara neden olduğu, ancak kıyametvari bir yıkıma neden olmadığı bir zaman olurdu” diye konuştu.

Federal Acil Durum Yönetim Ajansı (FEMA) yöneticisi Deanne Criswelle de, birincil etkeni insanların fosil yakıtları yakması olan iklim krizinin neden olduğu yüksek Meksika Körfezi su sıcaklıkları nedeniyle fırtınanın hızla yoğunlaştığını söyledi:

“Geçmişte kasırgaların yol açtığı hasara baktığımızda, öncelikle rüzgarın yol açtığı hasarla birlikte biraz da suyun yol açtığı hasar söz konusuydu. Ancak şimdi çok daha fazla su hasarı görüyoruz ve bunun iklim değişikliğinin bir sonucu olan sıcak suların bir sonucu olduğunu düşünüyorum.”

Bölgenin engebeli yapısı, suların hızla aşağıya doğru akmasına ve alçak rakımlı alanlarda birikmesine neden olarak sellerin daha tehlikeli olmasına yol açtı.

Yetkililer kasırganın verdiği zararı anlamanın haftalar alabileceğini söylüyor.

Memphis Üniversitesi’nde inşaat mühendisi olan Janey Camp, ise kentlerdeki altyapının iklim değişikliğine hazırlıklı olmadığına ve bu şekilde tasarlanmadığına dikkat çekti:

“Bu yaşadığımız, arazinin bu yağış seviyelerine dayanmaya elverişli olmadığı bir bölgedeki tarihi su baskını seviyeleri. Yerel altyapı 100 veya 500 yılda bir görülebilecek koşullar altında bile dayanıklı olacak şekilde tasarlanmadı. Maalesef, bu, başınıza gelebilecek en kötü durumlardan birini gösteren mükemmel bir fırtına.”