Ana Sayfa Blog Sayfa 2420

WWF: Gelecek nesillere balık için hepimize sorumluluk düşüyor

WWF-Türkiye, balık sezonunun açılmasıyla dolayısıyla  yaptığı açıklamada, balıkçılıkta sürdürülebilirliğin sağlanması için; aşırı avlanmanın önlenmesi, uygun av araçlarının ve yöntemlerinin kullanımın sağlanması ve yasa dışı, kayıt dışı ve kural dışı balıkçılık faaliyetlerinin önlenmesi gereğine dikkat çekti.

WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) dün başlayan yeni balık sezonu ile ilgili bir açıklama yayımladı. Açıklamada, dünya genelinde balık nüfuslarının yüzde 33’ünün aşırı avlandığına, yüzde 59’unda limitlerin sonuna gelindiğine ve son 10 yıl içinde deniz balıkçılığının düşüşe geçen bir grafik izlediğine dikkat çekildi. Örgüt, gidişatın böyle sürmesi halinde, iklim değişikliği, kirlilik, aşırı avcılık gibi nedenlerle deniz ekosistemlerinde devam eden bozulma da hesaba katıldığında, dünyanın benzeri görülmemiş bir balıkçılık kriziyle karşı karşıya kalabileceği uyarısında bulundu.

Sürdürülebilirliğin önemi

Balıkçılıkta sürdürülebilirlik, bugün avlanan balık miktarını belli bir düzeyde tutarak bir sonraki dönemde de avlanabilecek balık bulunmasını garanti altına almak ve stokları bu şekilde yönetmek anlamına geliyor. Bu bağlamda, sürdürülebilir balıkçılık yalnız ekonomik değil, ekolojik ve sosyal içeriğe de sahip bir kavram. Zira balık, dünyada milyarlarca insan için yaşamsal öneme sahip bir besin kaynağı.

BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO, 2008) tarafından yayımlanan Balıkçılık Raporu’na göre, dünyada 3 milyar insan, protein ihtiyacının en az yüzde 15’ini deniz balıklarından karşılıyor; bu veri, özellikle gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanlar için bir protein kaynağı olarak balığın önemini ortaya koyuyor.

Sorumlu tüketim

Balıkçılıkta sürdürülebilirliğin sağlanması için; aşırı avlanmanın önlenmesi, uygun av araçlarının ve yöntemlerinin kullanımın sağlanması ve yasa dışı kayıt dışı ve kural dışı balıkçılık faaliyetlerinin önlenmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra, deniz ürünlerinin sorumlu tüketimi (doğru zamanda, doğru türlerin, doğru miktarda ve büyüklükte) konusunda halkın bilgilendirilmesi ve teşvik edilmesi, gerek balık stoklarının ve gerekse balıkçılıkla geçinen insanların ekonomik sürdürülebilirliği açısından önem taşıyor.

Deniz ürünleri rehberi

WWF’in Deniz Ürünleri Rehberi’nde hangi deniz ürününün, nasıl tüketilebileceği anlatılıyor:

Sertifikalı deniz ürünleri alın: Balığınızın sürdürülebilir balıkçılardan veya akuakültürden geldiğini gösteren MSC, ASC veya organik etiketli ürünleri tercih edin.

Etiketleri okuyun: Avrupa Birliği’nde aldığınız ürünün tam adını, nereden geldiğini, nasıl yakalandığını ve üretildiğini bilmek yasal hakkınız. Eğer etikette bu bilgiler yazmıyorsa, satıcınıza sorun. Eğer yanıt alamazsanız o ürünü satın almayın.

Yavru balık yemeyin: Belli bir boydan küçük balıklar henüz olgunluğa erişmemiş ve ürememişlerdir. Balıkçınıza aldığınız balığın yetişkin olup olmadığını mutlaka sorun, siz de kontrol edin. Böylece balıkların üremesine fırsat tanımış olursunuz

Çeşitliliği tadın: Deniz ürünlerini tüketirken çeşitliliğe dikkat etmek deniz kaynaklarının üzerindeki baskının daha dengeli dağılmasını sağlar. Biyolojik çeşitlilik ekosistemleri güçlendirir. Tüketiminizi çeşitlendirmek hem eğlencelidir hem de denizlere yardım eder!

Pasinli: Yasa dışılıkla etkin mücadele önemli

Yıllardır denizlerdeki canlı yaşamın korunması ve denizel kaynakların sürdürülebilir kullanımı için ilgili taraflarla işbirliği içinde çalışmalar yaptıklarını belirten WWF-Türkiye Genel Müdürü Aslı Pasinli şunları söyledi:

“Ülkemizde son yıllarda artış gözlenen yasa dışı, kayıt dışı ve kural dışı balıkçılık faaliyetleri, denizel kaynaklarımızı tehdit ederken balıkçılık sektörünü olumsuz etkiliyor ve halkın yeterli miktarda, sağlıklı su ürünlerine erişebilmesini engelliyor. Yasa dışı balıkçılık ile daha etkin mücadele için gerekli yasal düzenlemelerin ivedilikle hayata geçirilmesi, sektörün tüm paydaşları tarafından her platformda talep ediliyor. Bunun yanında, her yıl çok sayıda deniz canlısı (deniz kaplumbağaları, deniz memelileri, kuşlar, kıkırdaklı balıklar) balıkçıların av araçları tarafından tesadüfi olarak avlanmakta ve zaman zaman da bu av araçlarına verdikleri zararla balıkçıların maddi kayıp yaşamasına neden olmaktadır; denizlerimizi kirleten plastik atıklar balıklarla birlikte soframıza geri dönüyor.

‘Birlikte çözüm aramalıyız’

Doğal kaynakların sürdürülebilirliği ve binlerce yıllık balıkçılık mesleğinin gelecek nesillere aktarılması, tüm paydaşları kapsayan bir “ortak yönetim” modeliyle mümkün olabilir. Başta balıkçılık sektörü olmak üzere, kamu, bilim dünyası ve STK’lar olarak el ele verip ortak sorunlara birlikte çözüm aramalıyız.”

 

İsrail-Lübnan gerginliği çatışmaya döndü, İsrail sivillere ‘evden çıkmayın’ uyarısı yaptı

25 Ağustos’tan bu yana Hizbullah ile İsrail arasında yaşanan gerilim, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde karşılıklı saldırıya dönüştü. Dün füzeler kullanıldı. İsrail yönetimi, sivillere ‘evden çıkmayın’ çağrısı yaptı.

İsrail-Hizbullah geriliminde, tansiyon yükseldi. İsrail’in Lübnan ormanlarına yangın bombası atmasının ardından Hizbullah bir İsrail aracını vurdu.İsrail de Lübnan tarafındaki Marun el-Ras köyündeki Hizbullah hedeflerini vurarak karşılık verdi. Reuters’e göre, İsrail ordusu, Lübnan sınırı boyunca 4 kilometre derinlikte yaşayan sivillere “evinizden çıkmayın” uyarısında bulundu.

Beyrut’ta İsrail İHA’ları düştü

25 Ağustos’ta Lübnan, Hizbullahı’nın kalesi olarak nitelendirilen Güney Beyrut semalarında uçan iki İsrail İHA‘sını düşürmüştü. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, İsrail İHA’larının kamikaze saldırısı gerçekleştirdiğini söyleyerek bunun 14 Ağustos 2006’dan bu yana İsrail’in gerçekleştirdiği ilk eylem olduğunu açıklamıştı. Nasrallah, İsrail İHA’larının bundan böyle düşürüleceği tehdidinde de bulundu.

İsrail’in Suriye saldırıları da sürüyor

Aynı gece Suriye‘nin başkenti Şam’da İsrail uçakları Hizbullah hedeflerine saldırdı ve iki örgüt üyesini öldürdü. Bir gün sonra ise Lübnan’ın doğusundaki Bekaa‘da bulunan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi mevzilerine hava saldırısı gerçekleştirildi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, geçen perşembe Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “İran ve Hizbullah’a ait hassas füze projesinin bir bölümünü ortaya çıkardıklarını ve söz konusu projeyi akamete uğratmakta kararlı olduklarını” dile getirse de Nasrallah bu iddiayı yalanladı.

İsrail sınıra asker yığıyor

Tansiyonun yükselmesi üzerine İsrail Lübnan sınırına askeri sevkiyat yaptı. Lübnan’ın resmi haber ajansı LNA, İsrail tarafından, Bestara ve Cebel er-Ras bölgesindeki ormanlara yangın bombası atıldığı duyuruldu. Bombanın ardından söz konusu bölgelerde çıkan yangınların, çevrede ikamet eden vatandaşlar tarafından söndürüldüğü belirtilen haberde, “İsrail’in, Lübnan tarafından ülkeye bir sızıntı olmasını önlemek amacıyla ormanları ateşe vermeye çalıştığı” ifadesine yer verildi.

Netanyahu: Orduya hazır ol emri verdim 

İsrail Başbakanı  Netanyahu, Lübnan sınırındaki gelişmelere göre ülkesinin atacağı adımlara karar vereceğini söyledi.  İsrail Başbakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, Netanyahu dün öğleden sonra Lübnan sınırında İsrail ordusu ile Hizbullah arasında çatışmaya dönen gerginliğe ilişkin değerlendirmelerde bulundu.  İsrail ordusuna, “her türlü senaryoya hazırlıklı olması” emrini verdiğini dile getiren Netanyahu, “Gelişmeler ışığında bir sonraki adımlara karar vereceğiz” ifadesini kullandı.

Öte yandan İsrail ordusu, Hizbullah tarafından atıldığı belirtilen tanksavarlar nedeniyle ölen veya yaralanan olmadığını açıkladı.

Açıklamada ayrıca, “Lübnan’dan İsrail tarafına tanksavarların atıldığı belirtilen noktaların da aralarında bulunduğu hedeflere 100’den fazla havan topu atıldığı ve savaş uçaklarının da bazı bölgeleri vurduğu” ifade edildi.

Muhalefetten Netanyahu’ya tepki 

İsrail ana muhalefet partisi Mavi-Beyaz İttifakı‘nın önde gelen isimlerinden milletvekili Yair Lapid, Hizbullah’ın İsrail tarafına düzenlediği tanksavar atışlarıyla ilgili Netanyahu’yu suçladı.  Lapid, Twitter hesabından paylaştığı mesajında, İsrail ordusunun, komşu ülkelere düzenlediği saldırılara ilişkin açıklama yapmama geleneğinin Netanyahu döneminde son verildiğini belirterek, “İsrail’in kuzeyindeki çocukların sığınaklarda olmasının tek bir nedeni var. Çünkü Netanyahu seçimlerden dolayı belirsizlik politikasını ihlal etti. Ne zaman ki başbakan güvenlik pahasına politik oyunlar oynarsa sonucu bu olur” cümlelerini kullandı.

İsrail ordusu, Lübnan’dan İsrail tarafına bir dizi tanksavar atışı yapıldığını, buna karşılık verildiğini ve bazı hedeflerin vurulduğunu duyurmuştu.

Sosyolog Immanuel Wallerstein hayata veda etti: Bu bir son, bu bir başlangıç

Dünyanın en önemli sosyal bilimcilerinden biri olan ABD’li Immanuel Wallerstein 89 yaşında hayatını kaybetti.

Dünya sistemleri analizi ve merkez-çevre teorisi ile bilinen sosyolog Immanuel Wallerstein 89 yaşında yaşama veda etti. Wallerstein, bilim hayatı boyunca Tarihsel Kapitalizm, Bildiğimiz Dünyanın Sonu, Liberalizmin Sonu gibi önemli çalışmalarıyla dünya sosyal bilim literatüründe hatırı sayılır bir yer elde etti.

Wallerstein, Columbia Üniversitesi’nden 1951 yılında lisans, 1959 yılında doktora diploması aldı. Aynı üniversitenin Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi oldu. 1955-1970 döneminde başlıca araştırma alanı Afrika’ydı. 1961’de Africa: the Politics of Independence adlı çalışması, 1967’de ise Africa: the Politics of Unity adlı çalışması yayımlandı.

1968 yılında Columbia Üniversitesi’ndeki reform hareketine etkin bir biçimde katıldı. 1971 yılında Montreal’de McGill Üniversitesi’nde görev aldı.

1976’dan sonra  New York eyaletindeki Binghamton Üniversitesi‘nde sosyoloji profesörlüğü yaptı ve Fernand Braudel Ekonomi, Tarihsel Sistemler ve Uygarlık Araştırmaları Merkezi’nin müdürlüğünü yürüttü.

Temel yapıtı niteliğindeki Modern Dünya Sistemi adlı kitabını üç cilt halinde 1974, 1980 ve 1989 yıllarında yayımladı. “Dünya sistemleri analizi” olarak bilinen bu anlayış ve çalışma tarzı mevcut kapitalizm analizlerine geniş bir bakış açısı ve tarihsellik boyutu getirdi.

1994-98 tarihleri arasında Uluslararası Sosyoloji Derneği başkanlığını yapan yazarın Türkçedeki eserleri şunlar:

Jeopolitik ve Jeokültür (İz, 1993), Sosyal Bilimleri Düşünmemek (Avesta, 1999), Geçiş Çağı, Dünya Sisteminin Yörüngesi, 1945-2025 (Hopkins ile birlikte, Avesta, 2000), Güncel Yorumlar (Aram, 2001), Ütopistik ya da 21. Yüzyılın Tarihsel Seçimleri (Avesta, 2001), Dünya Sistemleri Analizi: Bir Giriş (Aram, 2004), Modern Dünya Sistemi 1, 2 (Bakış, 2004, 2005), Avrupa Evrenselciliği (Aram, 2007).

500’üncü yorum: Bu bir son; bu bir başlangıç

Wallerstein, son yazısını kişisel blogunda 1 Temmuz 2019 günü yayınlamıştı. Tanınmış sosyologun“Bu bir son; bu bir başlangıç” başlıklı son makalesi şöyle:.

“İlk yorumum 1 Ekim 1998’de, Binghamton Üniversitesi’ndeki Fernand Braudel Center (FBC) tarafından yayımlandı. Yorumlarımı istisnasız her ayın biriyle on beşinde yazdım. Bu 500. ve son yorumum olacak

Kendimi bu yorumları tamamen düzenli bir şekilde yazmaya adadım. Fakat hiç kimse sonsuza dek yaşamıyor ve artık benim de bu yorumlara daha fazla devam etme imkanım kalmadı. Bir süre önce kendime 500’e ulaşınca bırakacağımı söyledim. Beş yüz yaptım ve bırakıyorum.

Yorumlarımın özel bir formatı var. Yazılanların daha sonra bir başka yazar tarafından değiştirilebildiği bloglar değiller. Aksine yorumlarımın kalıcı ve asla değişmez olması beklenir.

Yorumların net bir formatı var. Bazen bir numaralı yorumda olduğu gibi, başlığı temasıdır. Ama çoğunlukla konu başlığa şu şekilde denk düşer.

Yorumların açılışı, okuyucunun dikkatini çeken birkaç kelime ve bunların sonunda konulan bir soru işareti veya iki nokta üst üste ile yapılır. Bunun ardından yorumun gönderme yaptığı somut referansları açıkladığım bir nevi altyazı yer alır. Bu da genellikle beş altı kelimeden oluşur.

Tüm yorumlar çevrilebilir ve olabildiğince çevrilmesini de istiyorum. Çeviriler katı bir formata sahiptir. Yeni çevirilerin ilk 1000 kopyasının haklarını ücretsiz olarak veriyoruz. Böylece, çevirilerin masraflarının karşılanması amaçlanıyor. Fakat bundan sonra yorumların çevirileri birtakım kurallara uymak zorundadır. Aslına sadık kalarak çoğaltılması gereken yorumlar üzerinde bir ekleme veya çıkarma yapılamaz. Bunu sağlamak adına yeni bir çeviri teklifi sunan kişiye şöyle cevap verilir.

Öncelikle, bir yorumun çevirisi daha önce yapılıp yapılmadığını kontrol ederiz. Halihazır yapılmış bir çeviri varsa, teklif sahibine ilgisi için teşekkür eder ve çevirinin daha önce yapıldığını bildiririz. Ayrıca, ona tamamlanan çevirinin yerini de belirtiriz. Tıpkı İngilizcesinde yorumun tek bir versiyonunun bulunduğu gibi, yorumun herhangi bir dile ancak bir çevirisi yapılabilir. 500 yorumun tamamının çevrildiği tek bir dil var. Bu dil Mandarin Çincesidir. Ayrıca, çevirmen her zaman aynı kişi olmuştur. Kendisi düşünceme oldukça aşina eski bir öğrencimdir. Yorumların çeşitli sayıları başka dillere de çevrilmiştir, fakat tamamının mevcut olduğu tek dil Mandarin Çincesidir

Uzun zamandan beri, yorumlar kar amaçlı yayınlar tarafından satın alınabiliyor. Agence Global isimli acentamla anlaşmaya varabilirler. Bu vesileyle bu düzenlemeyi gerçekleştiren herkese teşekkür ediyorum.

Yorumun konusuna karar veren ve çevirinin özgünlüğünü garanti eden tek kişi benim. Bir arşivdeki tüm yorumlar ve tüm çeviriler, kişinin bize düzenli olarak yazıp yazmamasından veya basitçe bu seferlik ilgilenen biri olup olmadığından bağımsız olarak herkes tarafından kullanılabilir. Bu yorumlar bir yorum topluluğunun daimi üyeleridir. Bu, şu anki yorumlamanın sona erdiği duygusudur.

Önemli ve ilginç bir o kadar da bilinmez olan gelecektir. Modern dünya sisteminin yapısal krizi nedeniyle 1968 kompleksinin dönüşümlü bir kullanımının birisi ya da bir grup tarafından gerçekleştirilmesi mümkündür fakat kesin olduğunu söyleyemeyiz. Muhtemelen çok zaman alacak ve yorumların sona erdiği noktaya kadar devam edecek. Bu yeni aktivitenin nasıl şekil alacağını tahmin etmek zor.

Bu yüzden, dünya yollardan daha ileri gidebilir. Ya da olmayabilir de. Geçmişte de işaret ettiğim gibi, en can alıcı, en zorunlu mücadele sınıf mücadelesidir, burada sınıfı çok geniş bir tanımla kullanıyorum. Gelecekte hayatta kalacak olanların yapabilecekleri kendileri ile mücadele etmektir ki bu değişim gerçek bir değişim olsun. Bunu hala düşünüyorum ve bence dönüşümsel değişimi sağlama ihtimalimiz 50-50, fakat yalnızca 50-50.”

Wallerstein, 1998’de başlayıp her ayın 1’i ile 15’inde kesintisiz olarak yayımlanan ‘Yorum’ adını verdiği makalelerine, 1 Temmuz 2019’da bu yazıyla son verdi.

1 Eylül Barış Günü’nde ‘yasağa rağmen’ kayyım protestosu

1 Eylül Dünya Barış günü nedeniyle tüm Türkiye’de yapılan mitinglere, aleyhte slogan ve pankartlar yasaklanmasına rağmen, kayyım protestoları damgasını vurdu. İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre üç kişi gözaltına alındı.

1 Eylül Dünya Barış Günü kapsamında bugün Türkiye’nin 40 ilinde 60 etkinlik gerçekleştirildi.

İstanbul‘da Kartal meydanında düzenlenen mitinge CHP ve HDP milletvekillerinin sıra birçok sivil toplum kuruluş da destek verdi. Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nin önünde bir araya gelenler, alana yürüyüş düzenleyerek girdi. Kalabalık “Amed halkı yalnız değildir”, “Van halkı yalnız değildir” ve “Mardin halkı yalnız değildir”, “Kadın yaşam özgürlük”, “Kayyım kaç kaç kaç kadınlar geliyor” ve “Savaşa hayır” sloganları attı.

Mitingde, İçişleri Bakanlığı’nca görevden uzaklaştırılan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ün mektubu okundu: “Bugün çok istememe rağmen hakkımdaki davalar nedeniyle imza vermem gerektiği için aranızda bulunamıyorum. Bu gün barış mücadelesi için alanlarda olan her birimiz biliyoruz ki barış, adalet, eşitlikle özgürlük gelecek. İradesine sahip çıkan, kayyumlara teslim etmeyen halkın kararlılığı inadı, örgütlü duruşu ve mücadelesi ile gelecek. Hem ülkemizde hem de bölgemizde çatışma ve savaşa karşı barışı örgütleyeceğiz.”

Ankara: Barış direnişle gelecek

Başkent’te Tandoğan Meydanı’nda düzenlenen mitinge katılan binlerce kişi, kayyımların halk iradesine darbe olduğunu vurgulayarak, “Barış direnişle gelecek” dedi. Ortak metni okuyan DİSK Ankara Bölge Temsilcisi Tayfun Görgün, “Bugün barış mücadelesi her zamankinden daha değerlidir. Çünkü bu coğrafyada barış sözcüğü suç olarak görülürken, savaş sözcüğü kutsanmaktadır” ifadelerini kullandı. Ankara Emek ve Demokrasi Güçleri’nin düzenlediği mitinge, Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilleri Filiz Kerestecioğlu, Mithat Sancar, CHP Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya ile çok sayıda siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcisi katıldı.

Olaysız geçen miting Ankara Müzik Kolektifi’nin müzik dinletisi ve çekilen halaylarla sona erdi.

Diyarbakır: Diz çökmedik

HDP’nin Diyarbakır’daki İstasyon Meydanı’nda düzenlediği mitinge, HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, HDK Eş Sözcüsü Sedat Şenoğlu, DTK Eşbaşkanı Berdan Öztürk, ESP Eş Genel Başkan Yardımcısı Beycan Taşkıran, HDP’li vekiller, Kürt partilerin temsilcileri, TJA ve Barış Anneleri Meclisi üyeleri, beyaz tülbentli anneler, kadın örgütleri ve çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcisi katıldı.

Burada konuşan ESP Eş Genel Başkan Yarımcısı Beycan Taşkıran, HDP’li belediyelere atanan kayyumlara tepki göstererek, “Kürt halkını çökertmekten bahsedenlerin, çöküşünü izliyoruz. Bu yüzden direnişinizi selamlıyoruz. Figen Yüksekdağ’ı, Selahattin Demirtaş’ı, Sebahat Tuncel’i unutturmayacağız. Özgür, eşitlik, barış idealimizin günüdür. Kutlu olsun” dedi.

7 Haziran seçiminin ardındaki dönemi işaret eden Taşkıran, “Diz çökmedik. Biz diz çökmeyenlerin evlatları olarak, Kürt kadınları olarak, Kürdistan’da ve Türkiye’de onurlu barış için mücadelemizin önemli girdaplarından birindeyiz. Kayyım saldırılarıyla irademiz gasp edildi. Faşizm, sizin iradeniz yok diyor. Biz yıllardır direnerek, irademizin varlığını ortaya koyduk. Bundan sonrada mücadele ederek, ortaya koyacak” diye konuştu.

Mızraklı: Seçmen iradesi hiçe sayıldı

İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Selçuk Mızraklı, yaptığı konuşmada özetle şunları söyledi: “Seçmen iradesi hiçe sayıldı. Mızrak çuvala sığmadı, Mızraklı onları boşa çıkardı. Yetmedi, televizyon kanallarında ‘Dağa para gönderiyorlar’ diyor. Yalan söyleyenin, iftira atanın Allah bin kere belasını versin. Ama bizden önceki kayyumların neler heba ettiğini bir dakikalık görüntü ile ipliğini pazara çıkardık. Çıkmışlar, talimat aldılar diyorlar. Biz talimat alırız; halktan alırız. Buradaki gençlerden, kadınlardan, çocuklardan talimatımızı alırız. Bizler sözümüzü tuttuk. Biz kent konseylerini kurduk, kadınlarla, gençlerle bu işin istişaresini yaptık. Sokakta gezdik, etrafımızda onlar gibi binlerce koruma olmadan. Bizim sığındığımız tek yer sizin yüreğinizdir.

Temelli: Bu sokaklar bizim, asla vazgeçmeyeceğiz

HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli de konuşmasında “Kayyum duyuyor musun bizi, korkaklar o beton bariyerlerin arkasına saklanarak bu kenti yöneteceklerini sanıyorlar ama bu kent bu sokaklar bizim asla vazgeçmeyeceğiz” ifadelerini kullandı.

Van ve Dersim’de platformlar

Van‘da, KESK, DİSK, Türk Tabipler Birliği (TTB), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ile birlikte 20’ye yakın sivil toplum kuruşu ve siyasi partinin oluşturduğu Van Demokrasi Platformu, 1 Eylül Dünya Barış Günü Mitingi düzenledi.  Kazım Karabekir Caddesi’ndeki Musa Anter Parkı’nda düzenlenen mitinge, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Genel Başkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven, KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik, Van milletvekilleri ve sivil toplum örgütleri üyeleri üyeleri katıldı. HDP’li milletvekilleri ve yerlerine kayyım atanan Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanları Bedia Özgökçe Ertan ile Mustafa Avcı halkı selamladı. Selamlama ardından konuşan Özgökçe, “Halkın meşru gördüğünü kimse gayrimeşru göremez” dedi

Tunceli’de de Seyit Rıza Meydanı‘nda açıklama yapıldı. Açıklama öncesi Sanat Sokağı’nda bir araya gelen grup, buradan açıklamanın yapılacağı meydana yürüyüş düzenledi.  Dersim Emek ve Demokrasi Güçleri adına yapılan açıklamada kayyum atamalarına tepki gösterildi.

Mersin’de İHD’den dayanışma konseri:

İnsan Hakları Derneği Mersin Şubesi, 1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla dayanışma konseri düzenledi. Şarkıcı Rojda ve Cevdet Bağca’nın sahne aldığı konsere aralarında Halkların Demokratik Partisi (HDP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Emek Partisi (EMEP), Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve birçok sivil toplum örgütleri temsilcilerinin de bulunduğu konsere yüzlerce yurttaş katıldı.

Açılış konuşmasını İHD Mersin Şube başkanı Hakkı Demir yaptı. Demir, ülkede yaşanan hak ihlallerine vurgu yaparak, çatışma ve savaş sürecinin bir an önce son bulması gerektiğini belirtti. Demir, aynı zamanda savaşın diyalog ve barış sürecine evrilmesinin önemine vurgu yaptı.

CHP liderinden mesaj

Öte yandan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla hazırlanan videoda Şair Nazım Hikmet’in, Davet şiirinden “Yaşamak, bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” dizelerini okudu.

 

Birlik ve beraberlik çağrısında bulunan Kılıçdaroğlu, videoda 1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla şu mesajı verdi: Biz biriz, biz bütünüz, biz vatanseveriz, biz bayrağımızı seviyoruz. Biz insanımızı seviyoruz, biz insanlarımız arasında hiçbir ayrım yapmıyoruz. Biz görüşü ne olursa olsun, kimliği ne olursa olsun bütün insanlarımızı kucaklıyoruz. Biz toplumda gerginlik istemiyoruz. Biz kavga istemiyoruz. Biz kendi ülkemizde huzur içinde, barış içinde yaşamak istiyoruz.

İçişleri Bakanlığı: Üç  gözaltı

İçişleri Bakanlığı, Türkiye genelindeki 60 etkinlikte üç kişinin gözaltına alındığını duyurdu ve etkinliklere katılımla ilgili bir açıklama yayımladı: Etkinlikler kapsamında yapılan açık hava toplantılarına Diyarbakır’da 5 bin kişi, İstanbul’da 2 bin 800 kişi, İzmir’de 2 bin kişi, Van’da bin 400 kişi, Ankara’da 500 kişi, Hakkari’de 200 kişi, Mardin’de 200 kişi, Tunceli’de 130 kişi, Ağrı’da 100 kişi katılmıştır. Etkinlikler kapsamında, bir ilde düzenlenen basın açıklamasında 3 kişi yakalanmıştır. Diğer illerde gerçekleştirilen etkinlikler olaysız bir şekilde sona ermiştir.

Greta Thunberg, BM önünde ‘iklim grevi’nde

İklim krizine karşı tüm dünyaya yayılan gençlik eylemlerinin sembol ismi İsveçli aktivist Thunberg, her cuma gerçekleştirdiği ‘’Fridays For Future’ grevini, bu kez İklim Zirvesi’ne katılmak üzere gittiği New York’ta,  BM Genel Merkezinin önünde yaptı.

Birleşmiş Milletler’in düzenlediği İklim Zirvesi‘ne katılmak için Britanya’dan açıldığı sıfır karbondioksit salımlı yelkenliyle Atlantik Okyanusu‘nu geçerek New York‘a giden İsveçli aktivist Greta Thunberg, iklim krizine karşı mücadele için başlattığı grev eylemlerine burada da devam etti.

Thunberg, ABD’deki ilk iklim protestosunu BM Genel Merkezi önünde yaptı.

Yüzlerce genç aktivist ve öğrenci de ellerindeki ”Siz yetişkin gibi davranmayacaksanız, biz davranacağız”, ”Deniz seviyeleri yükseldikçe biz de yükseliyoruz.” yazılı dövizlerle BM binası önünde Thunberg’e destek için protesto gösterisine katıldı.

Greta Thunberg, New York’ta 23 Eylül’de başlayacak BM İklim Zirvesi’ne katılacak.

Thunberg, Ağustos 2018’de İsveç’in iklim değişikliği konusunda harekete geçmesini sağlamak için parlamento önünde oturma eylemleri başlatmış, 16 yaşındaki aktivist “Fridays For Future” eylemleri ile Avrupa’da iklim değişimine karşı yapılan öğrenci eylemlerinin sembolü haline gelmişti.

Britanya Johnson’a karşı ayakta

‘Anlaşmalı veya anlaşmasız’ Brexit hedefiyle parlamentoyu beş hafta askıya alan Başbakan Johnson, ülke genelindeki gösterilerle protesto edildi.

Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson‘ın ‘anlaşmalı veya anlaşmasız’ Brexit hedefiyle, parlamentoyu askıya alma kararı Cumartesi günü ülke genelinde protesto edildi.

Londra‘nın yanı sıra Manchester, Liverpool, Birmingham, York ve Belfast dahil çok sayıda şehirde Brexit karşıtları sokağa çıktı.

BBC’nin haberine göre, parlamento tatili ile ilgili konuşan Başbakan Johnson, kararın arkasındaki gerekçeyi, “Avrupa Birliği’ndeki dostlarımız, anlaşmasız ayrılığın parlamentoda engellenebileceğini düşündüğü sürece, arzu ettiğimiz anlaşmayı elde etme olasılığımız azalır” sözleriyle savunmuştu. Londra’da Başbakanlık ofisi çevresindeki protestoda Johnson, aralarında “Diktatör” kelimesinin de geçtiği çok sayıda pankartla protesto edildi.

Brexit yanlıları da yürüdü

Gösterinin duyurusunun yapıldığı Facebook sayfasında ise “Darbeyi durdur, demokrasiyi savun” sloganı ile gösteriye katılım çağrısı yapıldı. Londra’daki protestoyla aynı anda Brexit yanlısı küçük bir grup da yoğun güvenlik önlemleri arasında yürüyüş yaptı.

Başbakan Boris Johnson’ın askıya alma kararı planlanladığı gibi devreye girerse Avam Kamarası 23 iş günü tatil olacak. Johnson, milletvekillerinin anlaşmasız Brexit’i engellemek için yapacağı bir hamlenin “anlaşmasız ayrılık ihtimalini artıracağını” savunuyor.

Bu arada muhalif milletvekilleri, Brexit’in yeniden ertelenmesi de dahil bazı önerge seçeneklerini görüşüyor.

 

İmamoğlu’ndan Diyarbakır’da ‘dayanışma’ ziyareti: Size güç olmak için buradayız

Batman’da bir düğüne gitmek üzere çıktığı yolculukta Diyarbakır’a uğrayan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu, görevden alınan belediye başkanları Ahmet Türk ve Selçuk Mızraklı ile bir araya geldi. Üç başkanın ortak mesajı; demokrasi ve adalet oldu.

Söz verdiği Cihan Yaşar’ın Batman’daki nikah şahitliğini yapmak için çıktığı yolculukta ilk durağı Diyarbakır olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Mardin ve Diyarbakır‘da görevlerinden alınarak yerlerine kayyım atanan Ahmet Türk ve Selçuk Mızraklı ile Kayapınar Belediye Başkanı Keziban Yılmaz’ın makam odasında bir araya geldi. Mızraklı, “Buraya gelmeniz bu anlamda bizim için bir ışıktır” derken, İmamoğlu, “Bu süreci bir fırsata döndürmeliyiz” mesajı verdi. Türk de, “Birileri ne der hesabı yaparsak, demokrasiyi kuramayız” dedi.

Eşi Dilek İmamoğlu ile belediye binasına yoğun ilgi ve izdiham nedeniyle zorlukla girebilen İmamoğlu’nu, Mızraklı ve Yılmaz karşıladı. Görüşmede ilk sözü alan Mızraklı şunları söyledi: “Aslında ‘Türkiye zor bir dönemden geçiyor’ sözü, her mülakata başlarken çok da kurduğumuz bir cümle; ama hiç kurmak istemeyeceğimiz günlerin gelmesi gerekiyor. Bunun için de yaşadıklarımızın bir bir ortadan kalkması gerekiyor. Türkiye’nin temel meselelerini çözen, umudu büyüten bir yargı olsun. Hakikaten insanların yarına daha kıvançla baktığı günlere ulaşmak için vereceğimiz mücadele var. Zor bir süreç dedik. Açıkça demokratik siyasete bir darbenin yapıldığı anları yaşıyoruz.”

‘23 Haziran bizim umudumuzu da büyüttü’

Taleplerinin yerel anlamda gelişkin bir demokrasi olduğunu söyleyen Mızraklı şöyle devam etti: “Sizlerle beraber buralarda buluşmak gerçekten bize kıvanç veriyor. Zor günlerin bir araya gelişleri çok değerlidir, unutulmazdır. Hafızalara önemli bir kazımadır. 23 Haziran’dan önce İstanbul’da umut ve azim birikmişti. Demokrasiye, demokrasinin güçlendirilmesine ilişkin, kayyım dönemi dediğimiz bir duruma rağmen oradan güçlü bir çıkışı gerçekleştirdiniz. Bu, bizdeki umudu da büyütmüştü. Ama 19 Ağustos, 17 Ağustos 99 depreminden sonra siyasette bir deprem yaşattırdı. Bunların yaşanmayacağı bir Türkiye için, toplumun kutuplaştırmayı değil kucaklaşmayı güçlendirdiği yarınlar için, bu ülkede herkesin daha umutlu, mutlu olacağı yarınlar için beraber yürüyeceğiz. Gelişiniz bizim için bu anlamda bir ışıktır, güçtür, değerdir.”

‘Her zorluk bir fırsat doğurur’

İmamoğlu ise Eşimle beraber bu seyahatte bulunmaktan büyük keyif aldığımızı belirtmek isterim. Tabi biz buraya daha keyifli gelmek isterdik. Sizi, Büyükşehir Belediyesi’nde ziyaret etmek isterdik; ama nasip olmadı. İnşallah bir dahaki sefere…” diye konuştu. Konuşmasında “Aslında her zorluk bize başka bir fırsat da doğurabilir” diyerek geleceğe ilişkin umutları işaret eden İmamoğlu, şunları söyledi: “Bunu yaşadık. 31 Mart ve 23 Haziran’daki süreçte bize, bu ülkeye, demokrasiye yaşatılan bir nevi darbenin, ülkeye başka bir fırsat kapısı açtığını hep beraber hissettik. Ahmet Bey, tam bir tecrübe abidesi. Birçok zorluğu yaşamış bir başkanımız. Kıymetli bir siyaset adamı. Şuradaki atmosferi de bir kaynaşma olarak görüyorum. Bu bir siyasi kaynaşma değil. İstanbul’daki seçimde siyasi bir seçim olmaktan çıkmıştı zaten 23 Haziran’da. Bizim bu kaynaşmayı, vicdanda bir buluşmaya, hak, hukuk, adalet arayışında bir buluşmaya dönüştürmemiz lazım.”

‘Size güç olmak için buradayız’

Cumhuriyet ve demokrasi vurgusu yapan İmamoğlu, hukukun üstünlüğüne ve millet iradesine  inancını ifade ederek,” Bunun mücadelesini bir arada verebilmeliyiz” dedi.İmamoğlu, demokrasi ve birlik vurgusu yaptığı konuşmasını şöyle bitirdi: Burada olmamızın sebebi size güç olmak; ama daha ötesinde, kendimiz aynı yerde görüyoruz. Bana soruyorlar, ‘Yarın sizin belediyenize de kayyım atanır mı’ diye. Ben kendi adıma, hiç kaygı duymam. Sizlerin de bu kaygıyı zerre kadar duyduğunuzu düşünmüyorum. Duyduğumuz kaygı, ülkenin demokrasisine verilen zarar. Halbuki demokrasi güçlensin, siz hizmet yarışı yapın, ondan sonra bu coğrafyadaki tüm sorunları aşarız. Bir an önce size yapılan bu yanlıştan dönsünler. Yani size yapılan haksızlık Türkiye’nin demokrasisine yapılmıştır..”

‘Kayyım’ın bedelini sandıkta öderler’

Diyarbakır, Van ve Mardin’deki belediyelere kayyım atanmasına geniş verdiği açıklamasında İmamoğlu şu ifadelere yer verdi: “Kendi iradesini milletinkinden üstün görme gafletine düşenler bunun bedelini sandıkta en ağır şekilde öderler. Seçilmiş belediye başkanlarının soyut, kamu vicdanını ikna etmekten uzak sebeplerle görevden alınıp kayyım atanması da ne yazık ki gaflettir delalettir.”

Vatandaşın seçme ve seçilme hakkının önünde engel çıkarmanın demokrasi dışı arayışlar içindeki kesimleri güçlendirmekten başka bir işe yaramayacağını vurgulayan İmamoğlu şöyle devam etti:“Bazı seçmen kitlelerini, siyasi partileri ve seçilmişleri diğerlerinden ayrı tutmak farklı kurallar uygulamak kabul edilmez. Bu çok tehlikeli bir ayrımcılık. Ne yazık ki Diyarbakır, Van ve Mardin belediye başkanları ve seçmenlerine yönelik tavırda böyle bir ayrımcılık gözler önüne seriliyor. Bu hepimizi çok üzüyor.”

‘Demokratik değerler etrafında buluşmak zamanı’

İmamoğlu’nun ardından konuşan Ahmet Türk’ün ifadeleri ise özetle şöyle: “Sayın Başkan, demokratik değerler etrafında buluşmanın zamanıdır. Eğer bizler, insan hakları ve hukuki değerlerin etrafında buluşamazsak maalesef vahim bir noktaya geleceğimizi ifade etmek isterim. Sayın Kılıçdaroğlu da ifade etmişti, sürekli patlamış bir araba, bunu durdurmak için önünde hep birlikte set olmamız gerekiyor. Kürt halkıyla Türk halkı, iradesini bütünleştirmiştir ve birlikte yaşama kararını vermiştir. Ama birileri demokrasinin bütün olanaklarını ortadan kaldırmaya yönelik farklı bir çalışma içerisindedir. Bu sadece Türkiye’de değil, ırkçı ve milliyetçiler, dünyanın her yerinde düşmanlar yaratarak, toplumu bölerek, birilerini hain ilan ederek kendi iktidarlarını sürdürmeye çalışırlar. Bugün Türkiye’de gördüğümüz tablo maalesef bu.”

‘Birileri ne der diye düşürsek…’

Demokratik dayanışmayı esas alan yaklaşımlara karşı hemen bir set konulduğuna dikkat çeken Türk, şöyle devam etti: “Örneğin biz, adalet yürüyüşünde karşıladık. ‘Hayırlı olsun’ demek için gittik. Ama her gün bölücülerle kol kola diye toplumu halkı farklı bir noktaya çekmeye çalıştılar. Şimdi de bunu yapacaklardır. Kürtlerle diyalog kurmak, demokrasi güçleri ile diyalog kurmak Türkiye’deki siyasetçiler açısından gerçekten kullanılmaya müsait bir söylem. Biz, demokratik bir Türkiye yaratmak istiyoruz. ‘Birileri ne der’ diye düşünürsek asla ve asla demokrasiyi kalıcı hale getiremeyiz. Bence tam zamanı.”

‘Milletçe sarılın birbirinize, her şey çok güzel olacak’

Cevaben bir anısını anlatan Ekrem İmamoğlu “Burada da vardır, bizim Karadeniz’de de var. Baba, oğluyla çok samimiyet kurmaz. Mesela eşimle evleniyoruz. 24 yaşındayım. Babamla ilk defa sarıldık birbirimize o gece. Babama dedim, ‘Sana sarılmak ne kadar güzelmiş.’ Ben de diyorum ya; vallahi milletçe sarılın birbirinize, her şey çok güzel olacak. Vallahi çok güzel olacak. Yani ‘Sarılmak ne kadar güzel bir şeymiş’ diyeceğiz. İnsanların, vatandaşların birbirine sarılmasını sağlamak lazım” diye konuştu.

Konuşmaların ardından Kayapınar Belediye Başkanı Yılmaz, İmamoğlu’na, Tahir Elçi’nin yakınlarında öldürüldüğü ‘Dört Ayaklı Minare’yi tasvir eden seramik bir tablo takdim etti. İmamoğlu da Yılmaz’a, kendi makam odasında asılı bulunan Mustafa Kemal Atatürk’ün vatandaşın sorununu dinlerken resmedildiği tabloyu hediye etti.

Tahir Elçi’nin mezarını ziyaret etti

İmamoğlu, Diyarbakır’da Kasım 2015’te cinayete kurban giden eski Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin mezarını da ziyaret etti. Eşi Dilek İmamoğlu’yla birlikte çiçek bırakıp dua ettiği Elçi’nin kabri başında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, “Ne yazık ki bugün Tahir Elçi’nin kabri başındayız. Haince bir saldırıyla kaybettiğimiz çok değerli bir insan, aktivist. Aynı zamanda baro başkanlığı yapmış Diyarbakır ve ülkemiz için çok değerli bir insanı kaybettik” dedi.

Diyarbakır’da kent sokaklarında gezen ve esnaf ziyaretlerinde bulunan İmamoğlu, öğle yemeğini, kentin simgelerinden biri olan ciğercide yedi. İmamoğlu’na burada poşu hediye edildi.

İmamoğlu, kentin simgesi olan ciğercide ızgaranın başına da geçerek ciğer pişirdi. Yemekten sonra Diyarbakır sokaklarında dolaşan İmamoğlu, vatandaşların yoğun ilgisiyle karşılaştı. 1979’dan beri Trabzonspor taraftarı olduğunu belirten Diyarbakırlı bir esnafa da üzerinde imzasının olduğu bir Trabzonspor forması gönderme sözü verdi.

Batman’da horon

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Diyarbakır’daki ziyaretlerinin ardından, Batman’a gitti. Batman il girişinde yüzlerce kişinin karşıladığı ve kalabalık yüzünden aracından zorlukla inen İmamoğlu, CHP seçim otobüsü üzerinden konuşma yaptı. Batman’a bir düğüne katılmak için geldiğini söyleyen Ekrem İmamoğlu, bugün Diyarbakır’daki ziyaretlerine değindi.

İmamoğlu daha sonra 23 Haziran seçimleri öncesinde karşılaştığı Cihan Yaşar’dan, “Seçim günü Batman’da düğünüm vardı, oy vermek için ertelettim” sözlerini duyunca, düğününe katılma sözü verdiği Cihan-Ceylan Yaşar çiftinin Batman’daki düğünlerine katıldı. Salona eşi Dilek İmamoğlu ile birlikte giren İmamoğlu, horon sürpriziyle karşılaştı. Önce Yaşar çiftini tebrik eden İmamoğlu, folklor ekibiyle horon oynadı. İmamoğlu, horondan sonra da gelin, damat ve yüzlerce davetli ile birlikte halay çekti.

Çiftin nikahını Batman Belediye Başkanı Mehmet Demir kıyarken, şahitliklerini İmamoğlu ile birlikte CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Fatma Köse yaptı.

Yine Araklı, yine sel ve heyelan

Trabzon’un Araklı ilçesinde dün gece etkili olan sağanak yağış, birçok yerde sel ve heyelanlara yol açtı.  Bir taş ocağında yaşanan heyelan sonrası Araklı-Bayburt karayolu ulaşıma kapandı. Can kaybı yok.

Şiddetli yağış dün gece Trabzon‘un Araklı ilçesinde etkili oldu. Şiddetli yağışın ardından sel ve heyelanlar yaşanırken, ilçenin Çankaya-Dağbaşı mahallesinde evleri su bastı. Haziran ayında, yine aynı ilçede yaşanan büyük sel ve heyelan felaketinde 10 kişi hayatını kaybetmiş; 8 köy, 150 dekarlık fındık ve çay alanında hasar oluşmuştu.

Yine aynı ilçede, dere yatağına yapılan birçok evin zarar gördüğü selde evlerde bulunan vatandaşlar son anda kurtuldu. Mahalle yolundan geçen derenin debisi yükseldi.

Derenin verdiği tahribat sonucu mahalleye giden yol ulaşıma kapandı, birçok ev kullanılamaz hale geldi.

Sabah saatlerinde ise Çiftepınar mahallesi mevkiinde bulunan taş ocağında meydana gelen heyalan sonucu kapanan Araklı-Bayburt yolunda ulaşım kontrollü sağlanıyor.

Hong Kong’da tansiyon yükseldi

Hong Kong’ta 13 haftasını dolduran gösterilerde, polisin tavrı sertleşiyor. ‘Pekin aleyhine faaliyet gösterenlerin’ Çin’e iadesine  itiraz etmek için başlayan gösterilerde talepler de değişti. Göstericiler demokratik seçimlerin yapılmasını ve Pekin’in desteklediği Başkan Carrie Lam’ın istifasını istiyor.

Çin‘e bağlı özel idari bölge statüsündeki Hong Kong‘da polis ve göstericiler bir kez daha karşı karşıya geldi. Daha fazla demokrasi talebiyle eylem yapan göstericilere güvenlik güçleri, biber gazı ve tazyikli su ile müdahale etti. Polisin, göstericileri daha kolay ayırt etmek için mavi renkte bir su kullandığı belirtiliyor.

DW Türkçe’nin haberine göre, resmi binaların yakınlarında barikat kuran ve bazı noktalarda ateş yakan göstericilerin de polise molotof kokteyli fırlattığı aktarılıyor. 13 haftadır süren gösteriler kapsamında bugün yapılan eylemlere güvenlik gerekçesiyle polisten izin çıkmamıştı. Yasağa rağmen on binlerce kişi sokağa döküldü.

Çin’in Hong Kong’ta tamamen demokratik seçimlere izin vermeme kararı almasının 5’inci yıldönümü dündü.  Karar, 2014’te Şemsiye Hareketi olarak bilinen ve 79 gün boyunca devam eden eylemlere neden olmuştu.  Cumartesi günkü eylemler öncesi polis, Şemsiye Hareketinin lideri Joschua Wong ve Agnes Chow‘u gözaltına almıştı. İki lider kısa bir süre sonra serbest bırakıldı.

Göstericilerin talepleri

Hong Kong’da Haziran ayından bu yana, Pekin yönetimi aleyhine faaliyet göstermekle suçlanan kişilerin Çin’e iadesine itiraz etmek üzere başlayan ve 13 haftadır kesintisiz süren gösteriler sırasında 900’den fazla kişi gözaltına alındı. Göstericiler, hükümetin ‘iadeyi askıya’ alma kararından tatmin olmayıp, tamamen rafa kaldırılmasını; demokratik seçimlerin yapılmasını ve Pekin’in desteklediği Başkan Carrie Lam‘ın istifa etmesini istiyor. Eylemciler Haziran’dan bu yana polisin eylemcilere uyguladığı şiddetin soruşturulmasını da talep ediyor.

Hava olaylarının şiddetindeki değişim, iklim değişikliğinin bir sonucudur

‘Bundan 50 sene sonra bir petrol şirketi mutlaka bir mahkemede ‘siz karbondioksit salan bir ürünü üretip satarak bu kasırganın oluşmasına ve bu kasırganın da 100.000 kişinin evsiz kalmasına neden oldunuz’ suçlamasıyla karşı karşıya kalacak.’

Bilim konusunda bir şeyi çok iyi anlamamız gerekir: Bilim insanı çoğu konuda %100 emin değildir. %99 emin olduğunda %99.9 emin olmak için çaba gösterir. Siz “emin misin?” diye sorduğunuzda karşınızda iki şapkası olan bir insan vardır. Bilim insanı olan şapkasını giydiğinde “kesin emin değiliz, ama belirsizliği azaltmaya çalışıyoruz” cevabını verir. Gündelik yaşam şapkasını takacak olursa da “tabii ki eminiz” diyecektir. Mesela bir asansöre bindiğinizde o asansörün sizi sağ salim üst kata çıkartacağına emin misiniz? Şüphe ediyor olsanız zaten merdivenleri yürüyerek çıkardınız. Ama bu, dünyadaki asansörlerin hiç arıza yapmadığı ve yapmayacağı anlamına da gelmiyor. Bu nedenle teknik olarak “%100 eminim” demeseniz de gündelik anlamda “eminim” diyerek asansöre binersiniz.

Peki hiç sorgulamaya diğer taraftan başladınız mı? Yani “asansör doğal olarak güvenlidir ve ben asansöre güvenerek binerim, dolayısıyla asansörün güvenli olmayacağını düşünen biri bana bunu kanıtlamalı, o kanıtlayana kadar ben güvenli olduğuna inanırım” yaklaşımı, neden doğal yaklaşımımız değil? İnsan hayatında genelde hep bu ikilem yaşanır ve biz kendimiz için doğal olan düşüncenin tehlikeli olandan sakınmak olduğunu düşünürüz. Bundan dolayı da bize gereken söz konusu “şeyin” tehlikeli “olmadığının” kanıtlanmasıdır.

Yönlendirilmiş sorular, zorunlu yanıtlar

Ne yazık ki bu genel yaklaşım ekonomik sistemin baskılarıyla çökmeye başlamıştır. Ekonomik sistem bazen tehlikeli olduğu apaçık ortada olan bir şeyden kazanç elde etmeye devam etmek istediğinden bizim o şeyin tehlikeli olup olmadığını araştırmamızı bile istemez. Araştırdığımızda da bizi “bu şeyin tehlikeli olduğuna emin misiniz?” şeklinde bir araştırma sorusuna mecbur bırakır. Bu araştırma şekli geçen yüzyılın ortalarında tütün kullanımı konusunda açık bir şekilde ortaya konmuştur. Eldeki tüm veriler tütün kullanımının sağlığa zararlı olduğu yönünde olmasına rağmen tütün endüstrisi bütün gücüyle “tütünün sağlığa zararlı olduğuna emin değilsiniz” sloganına sarılmıştır. Mahkemede görüşüne başvurulan bir bilim insanına “tütünün sağlığa zararlı olduğuna %100 emin misiniz?” sorusunu sorduğunuzda buna verilecek bilimsel cevap “%100 emin değiliz” olacaktır. Ama bu sorunun gündelik cevabı “eminim”dir.

Oysa burada insanın ölümüne neden olabilecek kadar ciddi bir sorundan bahsediyoruz. Öyleyse soruyu neden böyle soruyoruz? Tütün mamullerini üreten kimsenin, ürettiği ürünün insan sağlığına %100 zararsız olduğunu kanıtlaması gerekmiyor mu? İşte burada kapitalist sistem sizin soruyu bu şekilde sormanıza izin vermiyor. Biri size diyor ki “gel şu uçurumdan atlayalım” ve siz “ölmeyeceğimize %100 emin misiniz?” yerine “ölme ihtimalimizin %100 olduğuna emin misiniz?” diye sorabiliyorsunuz ancak. Cevap “ölme ihtimaliniz %100 değil” olduğunda da siz buna güvenerek atlıyorsunuz. Bunun aptalca göründüğüne eminim ama ne yazık ki içinde yaşadığımız düzen bizi çoğu kez bu durumda bırakıyor.

Bilim insanlarının ikilemi

İklim değişikliğinin bilimsel nedenleri alanındaki çalışmalar aslında 1896 yılında sona erdi. Svante Arrhenius (Greta Thunberg’in büyük büyük büyük amcası) atmosferdeki karbondioksit miktarını iki katına çıkartacak olursak dünyanın ortalama sıcaklığının da 5-6 derece artacağını bilimsel olarak ortaya koydu. Bundan sonra bilimsel konuşacak herhangi bir tanığı mahkeme sandalyesine oturtacak olsanız “atmosfere saldığımız karbondioksidin dünyayı ısıtacağına emin misiniz?” sorusuna vereceği cevap “evet” olacaktır. Bundan dolayı bu soru artık mahkemede sorulabilirliğini yitirmiştir.

Peki mahkemeye neden bu kadar taktık? Çünkü bundan 50 sene önce tütün sektörü kullanıcıların sağlık sorunlarından kolayca kaçabilirken bugün artık durum tam tersine dönmüştür. Bugün de kömür, petrol ve doğalgaz üreticileri sorumluluktan kolayca kaçarken 50 sene sonra durum tersine dönecektir. Bugün mahkemede “Antalya’da görülen hortumun iklim değişikliği nedeniyle meydana geldiğine emin misiniz?” sorusu sorulduğunda bilim insanları mecburen “tam emin değiliz” demek zorundadır. Ama burada bilim insanlarının asıl cevabı “eminiz” olmalıdır. Yalnız fosil yakıt sektörü sorunun oluşturulma şeklini kontrol altına aldığından başka türlü cevap vermek mümkün değildir. Bu iklim bilimi ile fosil yakıt üreticileri arasında yürütülen gizli bir savaştır ve çoğu iklim bilimci de bu savaşta normal bilimsel düşünceyi kullanarak kolayca tuzağa düşürülmektedir. Bunun en önemli nedeni sorunun sorulma şeklidir. Tehlikeli bir durumla karşı karşıya kaldığımızda o tehlikeyi yaratması neredeyse kesin olan bir olgu karşısında hala “bu olgunun tehlikeyi yarattığına emin misiniz?” diye sormak yerine “bu olgunun tehlike yaratmadığına emin misiniz?” diye sorulacak olsa bilim insanları çok daha rahatlıkla cevap verebilecek durumda olacaklardır.

Bundan 50 sene sonra bir petrol şirketi mutlaka bir mahkemede “siz karbondioksit salan bir ürünü üretip satarak bu kasırganın oluşmasına ve bu kasırganın da 100.000 kişinin evsiz kalmasına neden oldunuz” suçlamasıyla karşı karşıya kalacaktır. Bu suçlamadan kurtulmanın tek yolu “bu kasırganın iklim değişikliği nedeniyle oluştuğunu kanıtlayamazsınız” savunmasıdır. Bu savunma da hukuktaki “suçlu bulunana kadar suçsuzdur” düşüncesinin bir karşılığıdır, yalnız bilim böyle çalışmaz.

Bilim der ki: İklim değişikliği dünya atmosferinin ısınmasına neden olur. Isınan atmosferdeki tüm moleküller bu ısıyı eşit biçimde paylaşırlar. Bu moleküllerin hareketlerinden oluşan hava olayları da bu moleküllerin her birinin hızına, yani ısı enerjisine bağlıdır. Siz bu ısı enerjisini artırdığınız zaman molekülün hızı değişecek, belki de bu değişim bundan bir ay sonra binlerce kilometre uzakta bir kasırganın şiddetlenmesine neden olacaktır. Buna “kelebek etkisi” denildiğini biliyorsunuz. Bundan dolayı da kanıtlanması gereken o kasırganın oluşumunda bu kelebeğin kanatlarını çırpmasının ya da bir molekülün hızının artmasının herhangi bir etkisi olamayacağıdır. Mahkemede “atmosferdeki tüm moleküllerin hızlarının az da olsa artmasının bu kasırganın oluşmasında bir etkisi olmadığına emin misiniz?” diye sorulduğunda bilimsel cevap “kesinlikle emin değiliz” olacaktır. Yani iklim değişikliğinin hava olaylarının oluşmasına etki etmediğini göstermeniz imkansızdır. Ama ne yazık ki kapitalist sistem sizi soruyu diğer yönden sormak zorunda bırakınca problemin ne derece büyük olduğunu görmekte zorluk çekiyorsunuz. Şimdilik şu bilin yeter: Hava olaylarının şiddetindeki değişim iklim değişikliğinin bir sonucudur.

(Yeşil Gazete)