Ana Sayfa Blog Sayfa 2419

Almanya’da aşırı sağcı Afd yükseliyor, Yeşiller kilit rol oynayacak

Almanya’nın Saksonya ve Brandenburg eyaletlerinde düzenlenen seçimlerde aşırı sağcı AfD’nin yükselişi dikkat çekti. Saksonya’yı Başbakan Merkel’in partisi Hıristiyan Demokratlar, Brandenburg’u da Sosyal Demokratlar ‘oy kaybederek’ kazandı. Her iki eyalette de oylarını yükselten Yeşiller Partisi, kurulacak yönetimlerde kritik önemde.

Almanya’nın doğusundaki iki eyalette pazar günü yapılan seçimlere, aşırı sağcı ve göçmen karşıtı Almanya için Alternatif’in (AfD) yükselişi damga vurdı. Saksonya eyaletinde Başbakan Angela Merkel’in partisi Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU), Brandenburg’da Sosyal Demokrat Parti (SPD) zaferle çıktı. Ancak iki parti de oy kaybı yaşarken, AfD her iki eyalette de sandıktan ikinci çıktı. Mayıs’ta yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde büyük zafer elde eden Yeşiller ise Saksonya’da oy oranlarını yüzde 8,6’ya, Branderburg’ta ise yüzde 10.8’e yükseltti.

DW Türkçe’ye göre, Saksonya’da CDU 7,3 puan kayıpla oyların yüzde 32’ini alarak birinci parti çıktı. Eyalette CDU’nun koalisyon ortağı SPD ise oy kaybederek yüzde 7,7’de kaldı. Sosyal Demokratlar bugüne dek hiçbir eyalette bu kadar düşük oy almamıştı. Bu sonuçla, CDU-SPD koalisyonu eyalet parlamentosunda çoğunluğu kaybetti.

AfD’nin Saksonya’daki başarısı sevinç gösterileriyle kutlandı.

AfD ise Saksonya’da bugüne kadar bir eyalet seçiminde en iyi sonucunu aldı. Oylarını 17,8 puan artıran partinin oranı yüzde 27,5’e yükseldi. Yeşiller Partisi’nin oyları yüzde 8,6’ya yükselirken, Sol Parti oyların yüzde 10,4’ünü aldı. Hür Demokrat Parti (FDP) ise yüzde 4,5 ile yüzde 5’lik seçim barajını aşamadı. Saksonya’nın CDU’lu Başbakanı Michael Kretschmer, seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmesinde AfD’nin oylarını artırmasına rağmen yeniden hükümeti kurma görevi aldıklarını belirtti ve bunun “gerçekten iyi bir gün” olduğunu söyledi.

Yeşiller Brandenburg’da şimdiye kadar aldıkları en yüksek oy oranına ulaştı: Yüzde 10.8

Brandenburg’da ise SPD 5,7 puan oy kaybetmesine rağmen, yüzde 26,2 ile eyalet seçimlerinde en çok oyu alan parti oldu. Bu, SPD’nin bu eyalette aldığı en düşük oy oranı olarak kaydedildi. Eyalette oylarını 11,3 artıran AfD ise yüzde 23,5 ile seçimlerden ikinci parti olarak çıktı. 7,4 puan oy kaybına uğrayan CDU yüzde 15,6 ile sandıktan çıkan üçüncü güç oldu. Eyalette SPD’nin koalisyon ortağı Sol Parti de yüzde 7,9’luk oy kaybı ile oyların yüzde 10,7’sini aldı. Yeşiller bugüne kadar Brandenburg eyaletinde aldıkları en iyi sonuçla yüzde 10,8 oy aldı. Oyların yüzde 4,1’ini alan FDP bu eyalette de barajı aşamadı.

Hükümeti kurmak için Yeşiller’in kapısı çalınacak

Son yıllarda girdiği her seçimde oylarını arttırmayı başaran AfD’nin başarısı aynı zamanda diğer partilerin ağır yenilgisi olarak yorumlanıyor. Sonuçlara göre, Almanya’nın birleşmesinden bu yana CDU’nun “kalesi” olan Saksonya eyaletinde ve SPD’nin “kalesi” Brandenburg’da hükümeti kurmak zor olacak. Saksonya’da CDU’lu Michael Kretschmer, Brandenburg’da ise SPD’li Dietmar Woidke eyalet başbakanları olarak, seçimden sonra AfD ile koalisyona gitmeyeceklerini açıkladı. Brandenburg’da SPD’nin Yeşiller ve Sol Parti ile üçlü koalisyon kurması bekleniyor. Saksonya’da ise CDU’nun SPD’yle bulunduğu koalisyonu devam ettirmeye oyları yetmiyor. Bu durumda CDU’nun üçüncü ortak olarak Yeşiller’i de ikna etmesi gerekiyor.

AfD: Kalmak için geldik

Öte yandan AfD, her iki eyalette de oylarını artırarak, ikinci parti konumuna yükselmesini “büyük bir başarı” olarak nitelendirdi. Brandenburg eyaletinde AfD’nin liste başı adayı Andreas Kalbitz, “Kalmak için geldik” açıklamasında bulundu. Ancak her iki eyalette de CDU ve SPD, AfD ile koalisyona gitmeyeceklerini açıklamıştı.

Andreas Kalbitz. 

Sonuçlar Almanya’nın doğu eyaletleri ile batı eyaletlerinde yaşayan insanların siyasi olarak ayrışmasının ve bölünmüşlüğünün kanıtı olarak yorumlanıyor. Bundan kısa bir süre önce açıklanan bir ankete göre, AfD yüzde 23 oy oranıyla Almanya’nın doğusundaki beş eyalette en güçlü parti konumunda. AfD’yi yüzde 22 ile Hristiyan Demokrat Parti, yüzde 14 ile Sol Parti, yüzde 13 ile Yeşiller ve yüzde 11 ile Sosyal Demokrat Parti izliyor. Almanya’nın batı eyaletlerinde ise anket sonuçları farklı bir siyasi tablo ortaya koyuyor. Buna göre CDU yüzde 27 ile birinci parti konumunda. Bunu yüzde 25 ile Yeşiller, yüzde 13 ile Sosyal Demokrat Parti izliyor. Seçimler olması halinde AfD’nin Batı Almanya’da alacağı oy oranı ise yüzde 12.

Sıra Thüringen’de

Almanya’da bu yılın son eyalet seçimi 27 Ekim’de Thüringen’de yapılacak. AfD, kamuoyu araştırmalarına göre bu eyalette yüzde 24’le iktidardaki Sol Parti ile kafa kafaya yarışıyor. AfD’nin Thüringen örgütü başkanı Björn Höcke, göçü durdurmak için Almanya sınırlarının derhal kapatılmasını talep ediyor. Berlin’deki Yahudi Soykırım Anıtı‘nı “utanç anıtı” olarak niteleyen Höcke, Hitler döneminde kullanılan siyasi propaganda diliyle tanınıyor.

 

Bolsanaro Amazon’u resmen yakıyor ama Macron da suç ortağı – Asad Rehman *

Geçen akşam Fransız cumhurbaşkanı “Evimiz yanıyor” diye tweet atmıştı. Halbuki fosil yakıt ve endüstriyel tarım ödenekleri konusundaki sicilini göz önüne alarak biraz pişmanlık göstermeliydi

Sao Paolo şehrini dumanıyla örten ve hiddeti uzaydan bile görünür hale gelen Amazon yangınları üçüncü haftasına girerken, #AmazonFires (AmazonYangınları) adlı küresel ölçekte trendleşen hashtag, dünyanın geciken ilgisini ortaya çıkardı. Brezilya’daki ormansızlaşmanın kaydını tutan Ulusal Uzay Araştırmaları Enstitüsü (INPE) sadece ocaktan itibaren yaklaşık 3 bin 445 km² yağmur ormanının yok olduğunu saptadı. Bu rakam, yok oluşun bir önceki yıla göre yüzde 40 arttığını gösteriyor.

Yangınlar aynı zamanda Fransa Cumhurbaşkanı Macron’la Brezilya Devlet Başkanı Bolsonaro arasındaki polemiği de tetikledi. Amazon yangınlarını uluslararası bir kriz olarak nitelendiren Macron Twitter hesabından şöyle konuşmuştu: “Kelimenin tam anlamıyla evimiz yanıyor. Amazon yağmur ormanları, yani gezegenimizdeki oksijenin yüzde 20’sini üreten akciğerlerimiz, alevler içinde.” Macron bunun ardından, yangınların Biarritz’de gerçekleşecek GD toplantısında gündeme alınması çağrısında bulunmuştu. Sonradan Almanya Başbakanı Angela Merkel’in de desteğini alan bir çağrıydı bu.

Donald Trump’ı aratmayan bir dilsel jimnastik becerisiyle Bolsonaro, Macron’u “sömürge zihniyetiyle” Brezilya’nın içişlerini karıştırmak ve sansasyon yaratmakla suçladı.

Çevre haritasını ‘değiştiren’ Çevre Bakanı

Öte yandan tarım için daha fazla alan yaratmak amacıyla kasten başlatılmış yangınların, güçlü şirketlerin çıkarlarını destekleyen ırkçı bir başkandan cesaret bulanlar tarafından çıkarıldığına hiç kuşku yok. Sonuçta bu, seçilmeden önce bir keresinde “Brezilya süvarilerinin yerlilerin kökünü kurutan Amerikalılar kadar başarılı olamaması çok yazık” diyen ve o zamandan beri yerli halkları “hayvanat bahçesindeki hayvanlarla” karşılaştıran bir adam.

Arkasında tarım endüstrisi, ordu ve evanjelik kiliselerden oluşan güçlü bir koalisyonla seçimleri kazanan Bolsonaro, yerli topraklarının korunmasını bırakma sözünü yerine getirmek için kollarını sıvadı. Brezilya lideri bu korumanın, ülkenin doğal kaynaklarının ekonomik kalkınmasını engellediğini görüşünde.

Görevde olduğu şu kısa sürede önde gelen bir bilim insanını ormansızlaşmaya karşı uyarıda bulunduğu için kovdu ve itibarsız bir siyasetçiyi -2018’de madencilik şirketlerine fayda sağlamak için bir çevre haritasını değiştirmekle suçlanan Ricardo Salles‘i- yeni çevre bakanı olarak atadı. Başkan bununla da kalmayarak, Brezilya’nın ötekileştirilmiş kesimlerine, yani hem yerlilere hem de Afro-Brezilya kölelerin soyundan gelenlere karşı, “bir santimetre bile yerli toprağı” kalmayacağını söyleyerek bilfiil savaş açtı.

Fakat Brezilya’nın yerli halkları; Bolsonaro’nun faşist rejiminin desteklediği gerici ve şiddet eğilimli endüstriyel tarım lobisi ile temsilciliğini Macron’un yaptığı, Amazon ve halkı için eşit derecede yıkıcı bir tehdit oluşturan küresel neoliberal elit arasında seçim yapmak zorunda kalmamalı.

Geçen yüzyılda Amazon’un 5’te biri, yaklaşık 780 bin km², Brezilya’da ya kesildi ya da yakıldı. Bilim insanları Amazon’un 5’te birinin daha kaybedilmesinin, bir geri beslemeyi tetikleyeceğini, yani Amazon’u uçtan itibaren kurutacağını, dolayısıyla “dünyanın akciğerleri”nin resmen öleceğini ve aynı zamanda bunun, bölgeyi evi bilen yerli halkların bilfiil soykırımı anlamına geleceği yönünde uyardı.

İklim ve eşitsizlik krizi el ele

G7 liderleriyse, Amazon’un tahribatına tanıklık eden masum seyirciler değil. Amazon’un tahribatını körükleyen onların neoliberal politikaları. Gezegenimizi ve üzerindeki halkları kar uğruna kurban eden, sadece iklim krizini değil, aşırı sağın ve faşist liderlerin -Bolsonaro’nun yanında Trump, Modi ve daha birçoğunun- yükselişine sebep olan eşitsizlik krizinin müsebbibi; kontrolsüz tekelci iktidar, devlet kontrolünün ve düzenlemelerin kaldırılması ve de bu başarısız neoliberal ekonomi deneyinin bütün diğer başat özellikleri.

Amazon yangınları Bolsonaro’nun olduğu kadar endüstriyel tarım sektörünün de sorumluluğunda. Gıda ürünlerinde küresel bir ticaret yarattıkları için, dünya genelindeki habitatların tahribatını körüklediler. Üstelik bu gıda ürünlerinin çoğu, en zengin ülkelerin yurttaşlarını beslemeye yöneldi.

Bu şirketler sadece Brezilyalı siyasetçilerin politikalarını etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda bazı G7 ülkelerinin başkentlerinde oturuyor. Tıpkı fosil yakıt şirketleri gibi siyasetçilerimizi esir almış durumdalar ve böylece ticaret anlaşmalarından sağlayacakları kazancı, gezegenimiz pahasına garantiye alıyorlar. Ve yaklaşanın bir işareti olarak, kendi ticaret bakanımız Conor Burns bu hafta Brezilya’da, bir “Brexit-sonrası ticaret anlaşması” sağlamak umuduyla Bolsonaro’ya yanaştı. Bu anlaşma, iklim ya da orman korumasından bahsetmiyor bile.

Eğer Macron iklim krizi konusunda ciddiyse, o ve diğer G7 liderleri şimdiye kadar çoktan fosil yakıt şirketlerine ve endüstriyel tarım sektörüne verdikleri ödenekleri kesmiş ve 2030’a kadar sıfır karbon emisyonu taahhüdünde bulunmuş olurdu.  Amazon yanarken G7 liderlerinden gelen bütün boş laflar bir şovdan ibaret.

Ne faşist sağın ne de neoliberal merkezin çevre krizimize sunacağı bir yanıt yok. Tek umudumuz; gerçek suçluların sadece Amazon’daki yangınları çıkaranlar değil, aynı zamanda bankalarımızda, şirketlerimizde ve süper marketlerimizde oturup bu bozuk gıda sisteminden kar sağlayanlar olduğunu göstermesi gereken halkta.

(*) Küresel adalet kuruluşu War on Want’ın yönetici müdürü.

(Independent Türkçe’den alınmıştır.)

Büyük Set Resifi’nin durumu ‘kritik’

Barındırdığı binlerce türle dünyadaki yaşamı destekleyen Büyük Set Resifi, 2016 ve 2017’deki ‘ağarma’ olayları sonucunda canlılığının yarıya yakın kısmını kaybetti. Bilim insanları uyardı: İklim değişikliğine yönelik küresel adım atılmalı.

Avustralya’daki Büyük Set Resifi’nin gelecek görünümünün küresel ısınma ve bölgesel kirlilik nedeniyle “kötü”den “çok kötü” duruma gerileyerek “kritik seviyeye” ulaştığını ortaya koyan yeni bir resmi rapor yayımlandı. Beş yıllık ‘Büyük Set Resifi Görünümü 2019 Raporu’na göre, bu doğa harikasına uzun vadeli tehdit oluşturan küresel iklim kriziyle birlikte resifin geleceğini kurtarmak için acilen ulusal ve uluslararası adımlar atılması gerekiyor.

Okyanuslarda yaşayan canlıların en büyük yaşam alanının giderek bozulması; kaplumbağaların, balıkların ve deniz kuşlarının doğal yaşam alanlarının büyük ölçüde zarar görmesiyle sonuçlandı. 2016 ve 2017 yıllarında mercanların peş peşe ağarması, küresel ısınmanın deniz sıcaklık dalgalarını artırmasıyla yaklaşık 345 bin 500 kilometrekarelik yapının yarısının ölmesine yol açtı.

Independent’te yer alan ve “mevcut küresel ısınma hızı gelecek nesiller için sağlıklı bir resifin bırakılmasına izin vermeyecek” yazan raporda “resifin uzun vadeli geleceğini iyileştirme fırsatının şu anda mevcut olduğu” vurgulandı. Raporun yazarları “Resif ekosisteminin ve mirasın bozulmasını yavaşlatmak ve iyileştirmeyi desteklemek noktasında iklim değişikliğini ele almak maksadıyla ciddi küresel eylemlerde bulunmak; son derece önemli. Bu tür adımlar resifte ve havzasında yerel yönetimlerin etkisini büyük ölçüde artıracak ve tamamlayacak dedi.

Rapor, Avustralya’daki sera gazı salımının son 7 yıldaki en yüksek seviyesine çıktığı zamanda yayımlandı.

Resifin karşı karşıya olduğu diğer büyük tehditler arasında kıyı bölgesinin gelişimi, tarıma bağlı çevre kirliliği ve yasa dışı balık avcılığı da bulunuyor. Rapor, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Büyük Set Resifi’nin görmeye devam ettiği zarar ve bozulmayı gözler önüne seren üçüncü belge. Son yıllarda öldürülen veya şiddetle ağaran mercanların gördüğü zarar da raporda ele alınan konular arasında.

UNESCO’nun ‘tehlike altındakiler’ listesine girebilir

Büyük Set Resifi Deniz Parkı Otoritesi Başkanı Ian Poiner “Etkilerin zaman içerisinde ve genişleyen bir alanda birikmesi, buranın resife bağımlı topluluklar ve endüstrilerin etkileriyle verdiği zararlardan kurtulma kabiliyetini azaltıyor. Büyük Set Resifi’nin genel görünümü çok kötü” diye konuştu. .

Parkın baş bilim insanı David Wachenfeld de yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Deniz sıcaklıklarının kademeli artması ve denizlerdeki sıcak dalgalar gibi aşırı durumlar resife bir bütün olarak en hızlı zarar veren tehditleri ve en büyük riski teşkil ediyor. İklim değişikliğine yönelik küresel adım atılması kritik. BM Dünya Miras Komitesi 2017’de mercan ağarma hadiseleri hakkındaki endişelerini dile getirmişti. Bu son yayımlanan rapora göre, resif önümüzdeki yıl UNESCO tarafından ‘tehlike altındakiler’ listesine dahil edilebilir.”

Avustralya Çevre Bakanı Sussan Ley ise son yıllardaki tufan ve mercan ağarma hadiselerinin yol açtığı zarardan sonra resifin durumundaki gerileme karşısında şaşkın olmadığını söyledi. Hükümetin “dünyaca önemli resifte direnç çalışmaları yaptığını” belirten Ley, ülkesinin Paris Anlaşması’nda belirttiği gibi sera gazı salımını da yüzde 26 gerileterek 2030’a kadar 2005’teki yüzde 28 azaltma taahhütüne bağlı kaldığını söyledi. Ley “Buranın dünyadaki en iyi yönetilen resif olduğunun altını çizmek isterim” ifadelerini kullandı.

Sydney Morning Herald’a “Büyük Set Resifi ölmedi… çok yaşa resif” (The Great Barrier Reef is not dead…long live the reef” başlığıyla görüş yazısı yazan Ley şunları söyledi: “Küresel ısınmadan dolayı resifin öldüğünü duyurmadığımız sürece mutlu olmayacaklar var. Tıpkı olağan dışı hiçbir şeyin olmadığını iddia etmek isteyenler gibi.

 

‘Büyüme’ sevdalısı erkekler, iklim aktivisti kızlara karşı -Melis Alphan

16 yaşındaki iklim aktivisti Greta Thunberg’e yönelik, aşırı sağ cepheden yetişkin erkeklerin saldırıları artsa da, Greta’nın etkisi okyanusları aşıyor.

15 yaşındaki Greta Thunberg, geçtiğimiz yıl “Siyasetçilerin iklim değişikliğine odaklanmasını ve bu sorunu gerçek bir kriz olarak ele almasını istiyorum” diyerek, Stockholm Parlamentosu önünde iklim için ilk okul grevini başlattı. O günden sonra her cuma okulu asarak, hükümetin iklim krizine yönelik yetersiz eylem planlarına karşı parlamento önünde oturma eylemi yaptı. Kısa sürede, dünyanın her yerinden çocuklar Greta’nın çağrısına yanıt verip bulundukları yerde iklim için okul grevini başlattılar.

İklim krizine karşı esaslı bir eyleme geçmeyen liderlere “Ev ödevimiz sizin pisliğinizi temizlemek” diyen Greta, Nobel Barış Ödülü’ne de aday gösterildi.

Pek çok zirveye katılmak için okuldan bir yıl izin alan Greta, 23 Eylül’de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin İklim Zirvesi’ne (UNSG) giderken, iklim krizine katkısından ötürü uçakla seyahat etmeyi reddetti. 15 Ağustos’ta İngiltere’nin Plymouth Limanı’ndan yola çıktı. 18 metrelik yarış yelken teknesi Malizia II ile Atlantik’in iki yakasını geçerek, 5 gün önce New York’a vardı.

Bir çocukla bile alay eden aşırı sağcı erkekler

Seyahat boyunca, internetin ve sosyal medyanın barındırdığı zorbalıktan Greta da payına düşeni aldı. Greta okyanusun coşkun dalgalarında ilerlerken, akıl sağlığına veya yaşına yönelik saldırılar da sertleşti. Aşırı sağcı erkeklerin tepkileri başı çekiyordu. Avustralyalı iklim inkârcısı Andrew Bolt, Herald Sun adlı gazete için kaleme aldığı yazıda, Asperger sendromuna atıfta bulunduğu Greta’nın ‘çok sorunlu’ olduğunu belirterek, “Siyasetçilerin, iş insanlarının, Papa’nın ve gazetecilerin bu kadar çok ruhsal bozukluğu olan bir kız çocuğuna ruhani lider muamelesi yaptığına inanamıyorum” dedi.

Greta, Bolt’a şöyle yanıt verdi: “Bilimin yolunda ilerleyen biz çocuklara yönelik bu nefret kampanyalarının sürmesine izin verilmesini ‘çok sorunlu’ buluyorum. Yetişkinler nerede?”

İngiltere’de aşırı sağcı aktivist David Vance ise ‘kıyamet günü tarikat lideri’ ilan ettiği Greta’nın karbondioksiti gözle göremeyeceğini söyleyerek “Tekneyle New York’a gideceğine, belki de gözlükçüye gitmeliydi” dedi. Vance, Greta’nın ABD seyahatinde Trump’la görüşmenin zaman kaybı olacağını söylediği videoyu ise “Ukala bir çocuğun huysuzluğu” sözleriyle paylaştı.

Koca koca adamların 16 yaşındaki bir kız çocuğuna yönelik bu ve benzeri saldırıları bir yana, en kalleşçe öne atılan Brexit’in finansörlerinden Aaron Banks oldu. Greta’nın tekneyle yola çıktığı anı gösteren bir tweet’i “Ağustos ayında garip tekne kazaları olur” sözleriyle paylaşan Banks’e tepkiler gelmekte gecikmedi. Banks küçük bir çocuğa ‘bela okuduğu’ için özür dilemediği gibi, “Bu bir şakaydı. Siz solcuların hiç espri anlayışı yok” dedi.

Greta’nın etkisi okyanusları aşıyor

Geçtiğimiz günlerde The New Republic’te, iklim inkârcıları ile anti-feminist aşırı sağ arasındaki ilişkiye dair araştırmalardan söz eden bir yazı yayımlandı. Bu yazıda sözü geçen 2014 tarihli bir araştırmaya göre, “iklim inkârcıları için doğa değil, onların biçimlendirdiği erkekliğin hakimiyetindeki modern sanayi toplumu tehdit altında.”

Bu, dünyayı doğa ve insan için ikiye bölen bir bakış açısı. Tüm doğal kaynakları sömürmeye ve hayvanları keyfince hizmetinde kullanmaya kendinde hak gören bu zihniyetin aklında ve dilinde tek bir sözcük var: “Büyüme.”

ABD’de yapılan bazı araştırmalar, iklim biliminin ve aktivizminin kadınlarla özdeşleştirildiğini, kadınların iklim krizine daha duyarlı görüldüğünü ortaya koyuyor. İklim krizine karşı mücadeleyi sahiplenerek hareketin sembolü haline gelen Greta da şüphesiz bu algıyı besliyor.

Bir kız çocuğunun azim ve kararlılıkla yürüdüğü bu yolda, çocuğa saldırmaktan bile utanmayan gerçeklikle bağı kopmuş bir grup erkeğin ne dediği de çok önemli değil. Zira bugün Greta’nın aşırı sağcılar tarafından en fazla hedef alındığı Almanya’da bile her üç kişiden biri Greta sayesinde iklim krizine bakışlarının değiştiğini söylüyor.

(Artı Gerçek’den alınmıştır.)

 

RTÜK denetimi başlıyor, hedefte fişlenen basın kurumları var

RTÜK Üyesi İlhan Taşcı, bu hafta başlayacak ‘denetimde’, ilk hedefin gazetecileri fişleyen SETA’nın raporunda yer alan basın kuruluşları olduğunu söyledi.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), internet ortamında radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayınları bu hafta başından itibaren denetlemeye başlayacak. RTÜK’ün CHP’li Üyesi İlhan Taşcı, denetim kapsamındaki ilk hedefin BBC Türkçe, Deutche Welle, Amerika’nın Sesi gibi yabancı kuruluşlar olduğunu söyledi. Söz konusu yönetmeliğin Saray’da bir yıl beklediğini belirten Taşçı, SETA’nın gazetecileri fişleyen raporunun “işaret fişeği” olduğunu belirtti.

RTÜK’ün internet yayınları üzerindeki denetimine ilişkin raporu 2018 yılının Eylül ayında Cumhurbaşkanlığı’na gönderilmişti. Fakat yönetmelik bir yıl sonra 1 Ağustos 2019 tarihinde Resmi Gazete‘de yayınlandı. Yönetmelik gereği internet yayıncılarına RTÜK’ten lisans almaları için verilen süre 1 Eylül’de doldu. Dolayısıyla RTÜK, bu hafta itibariyle itibaren interneti denetlemeye başlayacak. Muğlak bırakılan ibareleri nedeniyle hangi tür yayını nasıl kapsadığı, RTÜK’ün hangi içerikleri sakıncalı bulacağı tartışmalı olan yönetmeliğin ilk uygulaması merakla bekleniyor.

İlk hedef yabancı basın kuruluşları 

Evrensel’den Birkan Bulut’a konuşan RTÜK’ün CHP kontenjanından seçilen üyesi  Taşcı, RTÜK’ün radarına ilk olarak video, görüntü içerikli haberlere ağırlık veren BBC Türkçe, Deutche Welle, Amerika’nın Sesi, Independent, Rus Sputnik Ajansı ve Euronews gibi yayıncıların takılacağını söyledi. Taşçı şöyle konuştu: “Çünkü iktidara Türkiye’deki medyanın yüzde 95’ini kontrol etmek de yetmiyor. Türkiye’de adım adım kurgulanan çok kanallı tek sesli yayıncılığı, Türkçe yayın yapan yabancı merkezli yayıncı kuruluşlar bozuyor.” Yabancı merkezli yayıncıların bugüne kadar Türkiye’de karşılaşmadıkları bir durumun da yaşanacağını anlatan İlhan Taşcı, “Eskiden Türkiye’ye yönelik haberleri nedeniyle kimi zaman muhatapları savcılardı. Ancak bundan sonra siyasi irade ile muhatap olmak zorunda kalacaklar. RTÜK, Demoklesin Kılıcı gibi üzerlerinde sallanacak” dedi.

‘Denetimden kaçmak için Saray kulisi’

Haber kuruluşlarının yanı sıra abonelikle sistemiyle dizi, film, televizyon hizmeti veren internet platfomlar da RTÜK’ün denetimi kapsamında. RTÜK Üyesi İlhan Taşcı, kimi ulusal ve uluslararası yayıncı platformların patronları ve üst düzey yöneticilerinin kapalı kapılar ardında kimi görüşmeler yaptığını söyledi. Taçcı, “Anlaşılan o ki, kimi isteğe bağlı yayıncılar gelinen noktayı hala tam okuyamamış. Platformlar ile aboneleri arasındaki ara formüllerle internet denetiminden ‘kurtulacaklarını’, en azından belli bir düzeyde tutacaklarını, RTÜK radarına takılmama ayrıcalığını elde ederek, eski yayınlarını sürdürebileceklerini sanıyorlar” diye konuştu.

Ayder’de salıncaklar gitti, otel ve otopark geliyor

Rize’deki Ayder Yaylası’na kaçak şekilde kurulan salıncaklar kaldırıldı. Kaymakam Vekili Bayram Sağır, salıncakların Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla kaldırıldığını söyledi. AKP’li Avcı, yaylaya otel ve otopark inşaatına başlayacaklarını söyledi.

Rize’nin Çamlıhemşin ilçesindeki turizm merkezi Ayder Yaylası’nda kaçak yapılan salıncaklar kaldırıldı. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nün yıkım ihalesinin ardından 25 salıncak ile kaçak ve ruhsatsız yapılarla ilgili Doğa Koruma Milli Parklar Müdürlüğü ve İl Özel İdaresi tarafından çalışma başlatıldı. Durumun yapı ve salıncak sahiplerine tebligatla bildirilmesinin ardından 12 kişi salıncaklarını kendisi kaldırdı.

Geri kalan 13 salıncak ise jandarma kontrolünde yıkım ekibi tarafından söküldü. Doğa Koruma ve Milli Parklar ekipleri ise salıncaklar nedeniyle zarar gören alanda çimleme çalışması yaptı. Salıncakların yanı sıra alanda bulunan masa, sandalye ve iki seyyar büfe kaldırıldı.

Talimat Erdoğan’dan

Yıkım çalışmalarını Çamlıhemşin Kaymakam Vekili Bayram Sağır da takip etti. Sağır yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son Rize gezisinde “Ayder’in eski güzel günlerine kavuşabilmesi adına salıncakların kaldırılması talimatı verdiğini” söyledi.

Ayder’in fotoğraflardaki gibi yeniden şekillenmesi için çalışma yürüttüklerini ifade eden Sağır, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızın bu yönde çalışması ve valiliğimiz koordinatörlüğünde sabah itibarıyla çalışmalara başladık. Vatandaşlarımıza tebligat yapılmıştı. Dün bazı vatandaşlarımız kendileri söktü. Henüz kendisi sökmeyen vatandaşlarımızın salıncaklarını Çevre Şehircilik ve İl Özel idare ekipleri ile yıkımına başlamış olduk” diye konuştu.

Otel ve otopark yapılacak

AKP  Rize Milletvekili Muhammed Avcı, Ayder Yaylası’nda otel ve otopark inşaatına başlayacaklarını söylemişti. Yayladaki salıncaklar sökülmeye devam edilirken bölgede incelemelerde bulunan Avcı, “Ayder’de bir dönüşüm başlatıyoruz. Otopark ihalesi ve otel yapılmaya başlanacak. Dönüşüme tabi tutulacak binaların yapı çalışmalarına başlanacak” ifadelerini kullandı.

Istrancalar’daki madenin ‘kapasite artırımı’ için 17 bin ağaç daha kesilecek

Istrancalar Ormanı’ndaki proje alanı tamamen ormanlık alanı, alanın yakınında ise buğday ve ayçiçeği tarımı yapılıyor. Kırklareli Kent Konseyi Çevre Meclisi Başkanı Göksel Çidem, “Milenyum çağında Istrancalar’da taş devri yaşanıyor” dedi

Istranca Ormanları onlarca maden ocağı tarafından tahrip ediliyor. Istrancalar’ın en eski köylerinden Çukurpınar da maden ocağı tehdidi altında. Şirket maden ocağında genişleme ve kapasite artırımı için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvurdu. Bakanlık, projenin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecini başlattı. Proje için alanda yaklaşık 17 bin ağaç kesilecek. Kırklareli Kent Konseyi Çevre Meclisi Başkanı Göksel Çidam, “Gelecek nesillerin yaşam alanlarını ve yaşam hakkını yok etmeye kimsenin hakkı yok. Onlar bunu hak etmiyor” dedi.

Cumhuriyet‘ten Hazal Ocak‘ın haberine göre,Çukurpınar köyü yakınlarında Özberce Madencilik İnşaat Nakliye San. ve Tic. Ltd. Şti. “Dolomit Ocağı Kapasite Artışı ve Kırma-Eleme Tesisi” projesi için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ilk olarak 2017 yılında başvurdu. Şirket hazırladığı dosyada 2006 yılında kalker ocağı için 17.52 hektarlık alanda 14 bin 580 ton üretim kapsamında “ÇED Gerekli Değildir Kararı” aldığını anımsattı. Daha sonra alanı 17.52 hektardan 51.4 hektara genişletmeyi planladığını ancak 51.4 hektarlık alanın 11.93 hektarlık kısmının Kırağı Kayrak Kalesi 1. dereceden arkeolojik sit alanı ve orman gençleştirme sahası içerisinde kalmasından dolayı söz konusu alandan çıkarılmasının istendiğini anlattı. Şirket dosyada “Bu talep doğrultusunda 51,4 hektarlık proje alanı revize edilerek 39.17 hektar olarak düzenlenmiştir” denildi.

16 bin 752 ağaç

Proje kapsamında ocak üretim faaliyetleri, 39.17 hektarlık alan içerisinde belirlenen 4.3 hektar ve 19.5 hektar büyüklüğünde iki adet ocak sahasında açık işletme yöntemi ile basamaklarda gevşetme patlatması yapılarak gerçekleştirilmesi planlanıyor. Söz konusu arazi “Ormanlık alan” vasfında ve meşe ağaçları var. Alanının 640 metre batısında Çukurpınar köyü var. Proje alanın doğu ve kuzey kesimi tamamen ormanlık sayılan alandan oluşuyor alanın güney kesiminde ise buğday ve ayçiçeği tarımı yapılıyor.

Ayrıca proje dosyasında ocak, kırma eleme tesisi, stok alanları, şantiye alanı ve benzeri için 28.3 hektar alan içerisinde ağaç kesimi olacağı belirtildi. Dosyada “Yapılan hesaplamalara göre faaliyetlerin sürdürüleceği alanlarda yaklaşık 16.752 adet adet ağaç kesimi söz olacaktır. Kesimi söz konu olacak ağaçların büyük çoğunluğu (15 bin 815 adet) bozuk meşedir’ ifadeleri yer aldı. Şirket, kesilecek ağaç sayısının beş katı kadar ağaç dikimi yapılacağını ifade etti.

“Milenyum çağında taş devri yaşıyoruz”

Çidem, “Milenyum çağında Istrancalar’da taş devri yaşanıyor. Proje alanından etkilenecek, doğal ve kültürel varlıklar, orman, su, insan ve köy var. Hepsini yok edecek, dinamitlerin patlayacağı taşocağı açılmak isteniyor. İnsaf” dedi.

‘Dorian gibi çok kasırga çıkacak, insanlar okyanus kıyılarından uzaklaşmalı’

Şiddeti giderek artan Dorian Kasırgası’nın, karaya ulaştığı Bahama Adaları’ndan sonnra, ABD’nin Georgia ve Güney Karolina eyaletlerini vurması bekleniyor. Her iki eyalette de acil durum ilan edilirken, iklim bilimci Prof. Kurnaz uyardı: Bu tür kasırgalarda, iklim değişikliği büyük etken. Özellikle Trump yönetiminin iklim değişikliğini umursamaz tavrından destek alan ve okyanuslara çok yakın bölgelerde yaşayan kişiler büyük tehlike altında.

Kategori 5 şiddetine yükselen Dorian Kasırgası, Bahama Adaları’nın kuzeybatısını vurmaya başladı. Amerika Ulusal Kasırga Merkezi’ne göre Dorian bölgeyi şu ana kadar vuran en güçlü kasırga. Hızı saatte 280 kilometreyi buluyor. Kasırgaların şiddeti 1’den 5’e kadar sıralanıyor ve 5 en şiddetli kasırga anlamına geliyor.

Dorian’ın Büyük Abaco Adası ve çevresiyle, Büyük Bahama Adası’nda da etkili olması bekleniyor. Yetkililer bazı adalardaki havaalanlarını ulaşıma kapattı.  Bahamalar Başbakanı Hubert Minnis, Abaco ve Büyük Bahamalar’da yaşayan halka ana karaya gelmeleri çağrısında bulundu. Cumartesi günü düzenlediği basın toplantısında evlerin, yapıların yeniden yapılabileceğini ancak hayatların geri gelmeyeceğini kaydeden  Minnis, 73 bin insanla 21 bin evin tehlikede olduğunu kaydetti. Tahliye işlemlerinin ardından Büyük Bahamalar’da yaklaşık 30 turistin kaldığı belirtiliyor.

ABD’de iki eyalette acil durum

Dorian Kasırgası’nın Bahamalar’ın ardından Florida kıyılarına ulaşması bekleniyordu. Ancak dün, yön değiştirdiği ve  Georgia  ile Güney Karolina eyaletlerini etkisi altına alacağı bildirildi.ABD Ulusal Kasırga Merkezi Dorian’ın milyonlarca kişiyi etkileyeceğini kaydetti. Georgia ve Güney Karolina’da acil durum ilan edildi ve tedbirler alınmaya başlandı. Florida Valisi Ron DeSantis de halktan gelişmeleri yakından takip etmelerini istedi ve “En az yedi günlük erzak biriktirin” dedi. Florida’ya komşu Georgia eyaletinin valisi Brian Kemp, hazırlıklar ve kurtarma çalışmaları için olağanüstü hal açıklaması yaptı.

Bölgede yaşayan halk da yaklaşan kasırgaya karşı hazırlık yapıyor. Amerikan basınına yansıyan haberlerde benzin istasyonları ve marketlerde uzun kuyrukların oluştuğunu gösteriyor. Yetkililer, Dorian’ın karaya ulaştıktan sonra yüklü miktarda yağış bırakarak ölümcül su baskınlarına yol açabileceğine dikkat çekiyor.

ABD Başkanı Donald Trump hafta sonu Polonya’ya yapacağı ziyareti iptal ederek kasırgayla ilgili gelişmeleri takip etmek üzere başkent Washington’da kalmaya karar vermişti. Bu arada Türkiye de, ABD’nin güneydoğu sahillerine doğru yaklaşan Dorian kasırgası nedeniyle Türk vatandaşlarını bölgeye seyahatten kaçınmaları yönünde uyardı.

Saffir-Simpson kasırga sınıflandırma metodolojisine göre Kategori 5 şiddetindeki kasırgalar karşılaşılabilecek en güçlü kasırga türü ve felaket boyutlarında hasara yol açabiliyorlar. Atlas Okyanusu‘nda oluşan kasırgalar, karaya ulaştıklarında hızlarını yitirmeye ve yavaşlamaya başlıyorlar. Ancak bir kasırga hiçbir kara parçasına temas etmeden uzun süre ilerlerse güç toplamaya devam ediyor ve şiddeti de artıyor.

Kasırga nedir, neden olur?

Boğaziçi Üniversitesi, Fizik Bölümü öğretim üyesi ve İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Direktörü Prof. Levent Kurnaz, kasırgaların nasıl çıktığını ve etki mekanizmasını Yeşil Gazeteye anlattı:

“Artık hepimiz hortumları gözümüzde canlandırabiliyoruz. Kasırgalar da aynı şekilde bir merkez etrafında dönen dev fırtınalardır. Yalnız hortumların çapı birkaç metre ile birkaç yüz metre arasında değişirken kasırgaların çapı bin kilometreden fazla olabilir. Kasırgalar sıcak okyanusların üzerinde oluşur ve ya karaya çıkınca ya da altlarındaki okyanusun suyu soğuk olduğunda dağılırlar. Bu kasırgalar saatte 10-20 kilometre gibi düşük bir hızla hareket ettikleri için etkilerini günlerce sürdürebilirler. Zararlarının önemli kısmı da buradan gelir. Mesela geçen seneki Harvey Kasırgası çok yavaş hareket ettiğinde getirdiği yağmur Houston bölgesinde önemli taşkınlara yol açtı. Düşünsenize, bir sağanak yağış geliyor ama birkaç saatte bitmeyip günlerce sürüyor. Ayrıca kasırgaların merkezlerinde de çok kuvvetli rüzgarlar vardır. Bu rüzgarın hızı “10 dakika sürekli esen rüzgar” birimiyle anlatılır. Çok kuvvetli bir kasırganın merkezine yakın bir yerde rüzgar 10 dakika boyunca en az saatte 240 kilometre hızla eser. Bu şiddette rüzgarların önünde çok az binanın durabileceği açıktır.”

İklim değişikliği büyük etken

Şiddeti en yüksek derece olan, kategori 5’e çıkan Dorian Kasırgası’nın sıcak okyanus suları üzerinde, saatte 10 km. hızla ilerlediğini anlatan Kurnaz, rüzgarın hızının 225 km. civarında olduğunu ve bu hızın arada 265 km’ye kadar ulaşabildiğine dikkat çekti. Prof. Kurnaz, iklim değişikliğinin, bu tür kasırgalarda önemli bir etki yaptığını vurguladı: “Bu kasırgalar enerjilerini altlarındaki sıcak okyanus suyundan aldıkları için iklim değişikliğinin ısıttığı okyanus suları bu kasırgaların hem çok daha şiddetli olmalarına, hem aniden şiddetlenebilmelerine, hem de kıyıya ulaştıklarında çok daha fazla yağış bırakmalarına neden oluyor. Deniz suyu sıcaklıkları da sonbaharın ortasına kadar düşmediğinden bu kasırgaların normalde ekim ayının sonuna kadar olan görülme zamanları, kasım ayına kadar uzamış durumda.”

Bu tür kasırgaların verdiği hasarı artıran bir diğer unsurun da artan insan nüfusu ile birlikte hasara açık yerleşimlerin sayısının artışı olduğunu belirten Kurnaz, “Özellikle Trump yönetiminin iklim değişikliğini umursamaz tavrından destek alan çoğu kişi hala okyanuslara çok yakın bölgelerde yaşıyor. Bu kasırgalar karaya yaklaştığında deniz seviyesini 10 metreye kadar yükseltebiliyor. Bu da deniz kıyısında olan evlerin önemli bir kısmının bacasına kadar sulara batması anlamına geliyor” dedi.

‘Okyanus’un batı kıyısından bahseden yok’

Dorian’ın şimdiden çok tehlikeli bir kasırga görüntüsü verdiği uyarısını yapan Prof. Dr. Levent Kurnaz, kişisel olarak üzüldüğü bir durumu da not etti: “Benim açımdan bir diğer üzücü durum da bu kasırganın ilerlediği yönde Kennedy Uzay Merkezi’nin olması. Her ne kadar artık fazla kullanılmasa da bu merkez senelerdir çoğu uzay çalışmalarına ev sahipliği yaptığından en azından duygusal bir anlam taşıyor.”

Prof. Kurnaz, dikkatlerden kaçan bir noktayı da hatırlattı: “Yalnız unutmamamız gereken son bir nokta daha var: Bu kasırgalar, ya da daha bilimsel adıyla tropik siklonlar sadece ABD’nin doğu kıyısında meydana gelmiyor. Pasifik Okyanusu’nun batı kıyısında, yani Endonezya ve Filipinler gibi daha zarar görmeye açık toplulukların yaşadığı bölgelerde, ya da Hint Okyanusu’nun kuzeyinde, yani Hindistan ve Bangladeş gibi nüfusun yoğun olduğu bölgelerde çok daha fazla can kaybına yol açıyor. Ancak batılı haber ajanslarının dikkati bu bölgelerde olmadığından daha az haber yapılıyor. Şimdiye kadar en fazla can kaybına yol açan tropik siklon 1970’de Bangladeş’i vuran Bhola Siklonu’ydu. 500 binden fazla insanın ölümüne yol açmış olan bu siklonun adını bile çoğumuz bilmeyiz. “

Amazon ormanları yangınında tarım endüstrisinin rolü

Hayvancılık için yakılan, yok edilen yağmur ormanları sera gazları için önemli ölçüde yutak alanı yok ederken, diğer yandan bu alanlarda kurulan büyük ölçekli hayvancılık çiftlikleri ve tarımsal üretim tesisleri önemli bir sera gazı kaynağı oluşturuyor.

On güne yakın bir süreden beri Amazon Ormanları tüm dünyanın gözleri önünde yanıyor. Bu büyük yangından önce de yine aynı bölgede çok sayıda daha küçük yangınlar çıkmıştı. Uzmanlar daha 2019 yılı bitmeden bu yıl içinde bu bölgede çıkan ve Brezilya, Bolivya ve Paraguay’ı etkileyen yangınlarının sayısının 2018 göre %80 fazla olduğunu belirtiyorlar.

Amazon Yağmur Ormanları tüm dünya için önemli bir bölge; dünyanın akciğerleri olarak biliniyor. Çünkü 7 milyon km²’lik bu ormanlar küresel iklim değişikliğini yavaşlatma ve önleme açısından çok önemli bir sera gazı yutak alanı; yanması ile sadece yutak alanlar kaybolmuyor; önemli miktarda sera gazı atmosfere yeniden karışıyor. Amazonların diğer önemi ise biyo-çeşitliliğinden geliyor. 40 bin bitki ve 6 bin hayvan türüne ev sahipliği yapıyor ve uzmanlara göre bölgedeki biyo-çeşitlilik tüm dünyadaki karasal biyo-çeşitliliğin %25’ni oluşturuyor. Büyük bölümü dünyadan izole 1 milyonu aşkın yerli de yine Amazonlarda yaşıyor. Onların ormanlar içindeki yaşam alanları da bu son yangınla ciddi tehdit altına girmiş durumda…

En büyük zararı et ve hayvancılık sektörü veriyor

Peki, neden her yıl artan sayıda yangınlarla karşılaşıyor geleceğimiz için önemli olan bu bölge? Son yangınların birçok bölgede aynı anda başlaması, bir türlü söndürülememesi, yerel idarecilerin yangınlarla mücadele konusunda isteksizliği; yıllardan bu yana konuşulan bir iddiayı yeniden gündeme getirdi; yangınların arkasında tarım endüstrisinin olduğu artık daha yüksek sesle konuşuluyor. Bunun en önemli delili ise yangınların köylüler tarafından başlatılması ve yangınlarla bozulan orman alanlarının büyük bir hızla tarım alanlarına dönüştürülmesi, hatta bazı alanların büyük batılı tarım şirketleri tarafından kiralanması.  Amazon Watch adlı bir sivil toplum kuruluşuna göre bu yolla Amazon Yağmur Ormanları’na en büyük zararı et ve hayvancılık sektörü veriyor. Onlara göre bu alanda çalışan çok uluslu üç büyük şirket var ve bu şirketlerin bölgede büyük çiftlikleri var. Bu çiftliklerde yaptıkları hayvancılık sonucu elde ettikleri etleri ise zengin batı ülkelerine pazarlıyorlar. Yine örgüte göre ikinci büyük tehdit ise soya endüstrisi. Birçok batılı şirket Amazon ormanlarını tahrip ederek tarım alanı açan bölgesel üreticilerle işbirliği yapıyor. Hayvancılık ve soya sektörünün yanı sıra deri, kereste ve şeker endüstrileri de bölgede yıkımdan sorumlu*.

Kısa bir süre önce popüler bilim dergisi Nature’de Birleşmiş Milletler’e küresel iklim değişikliğine karşı hükümetler üstü bağımsız bilim insanları panelinin (IPCC) sunduğu küresel iklim değişikliği ile ilgili raporlarından birinin bir bölümü mercek altına alınmıştı. Tartışmaya açılan bu bölümde et tüketiminin küresel iklim değişikliği üzerindeki etkisi irdelenmiş ve fosil yakıtların tüketilmesinden sonra ikinci büyük sera gazı kaynağının hayvancılık sektörü olduğu vurgulanmıştı. Raporda CO₂’den 25 kat daha güçlü bir sera gazı olan metanın en önemli kaynağının büyük ölçekli hayvan yetiştiriciliğinin yapıldığı bu çiftlikler olduğu vurgulanmış ve diyetten etin çıkarılması veya azaltılması ile ilgili çeşitli senaryolar üzerinden ne kadar sera gazı azalımı yapılabileceği tartışılmıştı.

Köylüleri suçlamak anlamsız

Yaşanan Amazon yangınları bu tabloya yeni bir boyut getiriyor. Hayvancılık için yakılan, yok edilen yağmur ormanları sera gazları için önemli ölçüde yutak alanı yok ederken; diğer yandan bu alanlarda kurulan büyük ölçekli hayvancılık çiftlikleri ve tarımsal üretim tesisleri önemli bir sera gazı kaynağı oluşturuyor. Nature’in, IPCC’nin raporuna dayandırdığı makalesinde az veya hiç et tüketmeyerek yılda 8 gigaton CO₂ eşdeğeri sera gazı azaltımına kadar azaltım yapılabileceği ve 2015 Paris İklim Antlaşması hedeflerine ulaşım konusunda önemli adımlar atabileceğimiz teorisi ise yağmur ormanlarını yok eden son yangının alevleri arasında yok oluyor.

Brezilya, Bolivya ve Paraguay’ı etkileyen bu yangınların gerçek sorumlusu kesinlikle bu ülkelerdeki fakir köylüler değildir. Onları bu yangınlar sonucu ortaya çıkan tarım arazilerinde birkaç kuruş ücretle çalıştıran, ama kendileri yangınlarla açılan bu alanlardan yaptıkları inanılmaz karlarla zenginliklerine zenginlik katan çok uluslu batılı tarım endüstrisi şirketleridir. Tüm dünyada yağmur ormanlarını önemli ölçüde ortadan kaldıran bu yangınların gerçek sorumlusu bu ülkelerde üretilen et ve tarım ürünlerini tüketen ve günden güne bu ürünlere talebini artıran zengin ülkelerdir. Yangınlar nedeni ile bölge ülkelerine yaptıkları sadaka benzeri yardımlar bu ülkeleri sorumluluktan kurtarmaz. Güney Doğu Asya ülkelerinde palmiye yağı için yağmur ormanlarını da aynı zihniyet tahrip etmiş ve tahrip etmeye de devam etmektedir.

Ne yapılabilir? Bu ülkelerde üretilen ve artık herkes tarafından adı bilen çok uluslu tarım firmaları tarafından dünyaya dağıtılan et ve tarım ürünlerini tüketmemek; içinde palmiye yağı yer alan hiçbir gıda maddesini satın almamak bireysel tepkimizi göstermek açısından yararlı olabilir. Ama dünyamızı yıkımdan korumak için temel çözümü hedeflememiz; büyük çevre krizinin durdurulabilmesi gerekiyor. Çözüm ise kapitalist üretim ve tüketim ilişkilerinin terk edilmesinden geçiyor. Amazon Yağmur Ormanları yangınları tüm dünyada çevre ve sürdürülebilir yaşam sorunlarının temel kaynağının kapitalist üretim ve tüketim ilişkileri olduğunu bir kez daha göstermiştir. Kapitalist sistemin içinde bu sistemin neden olduğu çevre krizini çözmek mümkün değildir. Eğer bugün yaşadığımız çevre krizinin temel nedenlerini iyi kavrayamazsak ve gerçek çözümleri tartışamazsak bize daha çok Greta öyküleri dinletip seyrettirirler…

*Amazon Watch adlı sivil toplum örgütünün internet sayfasında konu ile ilgili çok sayıda rapor ve basın açıklaması bulunuyor:  https://amazonwatch.org/

Karabağlar halkı kömür madenine karşı tetikte: Talana izin vermeyeceğiz

MTA’nın Yatağan Termik Santrali’ne tahsis edilen ocaklarda kömür kalmadığı için Menteşe’deki Karabağlar Yaylası’nda yeni ocaklar açmak isteğini belirten Muğla Çevre Platformu üyeleri, “telafisi olmayan yıkım’a karşı mücadelelerinde destek bekliyor.

Muğla’nın Menteşe ilçesine bağlı, üçüncü derece doğal sit alanı olması nedeniyle izinsiz çivi dahi çakılması yasak olan Karabağlar Yaylası, kömür madeni tehdidiyle karşı karşıya. Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA) tarafından kömür aramak için başlatılan sondaj çalışmasını, Düğerek Mahallesi’nde toplanan yüzlerce protesto etti. Vatandaşlar, Karabağlar yaylasının talan edilmesine izin vermeyeceklerini belirtirken, sondaj çalışmalarının bölge halkının yoğun tepkisi sonucu durdurulduğu belirtildi.

MUÇEP: Yatağan için linyit çıkaracaklar

Geçtiğimiz hafta sonu açılmak istenen madene karşı bir açıklama yapan Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) ise yöre halkını dikkatli ve uyanık olmaya çağıran bir açıklama yayımladı. “Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün (MTA) Karabağlar yaylalarında kömür arama faaliyetine karşı Muğla halkının gösterdiği tepki sonucunda Sece Mevkii’nde kurulmuş sondaj makinaları 29 Ağustos tarihinde sökülüp, alandan taşınmıştır. Bu sevindiricidir; ama, bizleri yanıltmamalıdır” denilen açıklamada şu bilgiler verildi:

“ *Yapılmak istenen sondaj çalışmaları MTA’nın 2019-33.13.04 özel kod numarası ile “EGE BÖLGESİ KÖMÜR ARAMA PROJESİ” adı altında yürüttüğü bir çalışmadır. Aranan/tetkik edilen başka bir maden değil “LİNYİT KÖMÜRÜ” dür.

*Bugüne kadar ne Menteşe Belediyesi’ne ne de Muğla Büyükşehir Belediyesi’ne yapılan çalışmalar hakkında herhangi bir bilgi verilmemiştir. AKP milletvekilleri hariç hiçbir milletvekili bilgiye ulaşamamakta, AKP yetkilileri ise bilgileri gizlemektedir.

*Bu bölge daha önce 2014-2016 yılları arasında taranmış ve 2016 yılında bugün karşı karşıya olduğumuz çalışmaların yapılması planlanmıştır.

*Şu ana kadar ulaşabildiğimiz bilgilere göre;

  • Akçaova’dan başlayıp Menteşe’nin Düğerek, Karabağlar ve Ortaköy mahallelerini içine alan ilk ruhsat alanı 6626,27 ha’dır ve 13 adet sondaj planlanmıştır.
  • Yaraş-Özlüce arasını kapsayan ikinci ruhsat alanı 4707,01 ha’dır ve 4 adet sondaj planlanmıştır.
  • Muratlar üzerinde yer alan üçüncü ruhsat 1370,35 ha’dır ve 5 adet sondaj planlanmıştır. Özetle, toplam 12703,58 ha’lık KÖMÜR ARAMA RUHSAT ALANI belirlenmiş ve toplam 22 adet sondaj planlanmıştır.”

Yatağan Termik Santrali’ne tahsis edilen kömür ocaklarında yeterli kömürün kalmadığı, Yatağan’a Milas’taki linyit ocaklarından kömür taşındığı belirten açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Bu durum, daha fazla sürdürülebilir ve “kârlı” değildir; ya termik santral kapatılacak ya da yeni kömür rezervleri bulunacaktır. Bu yüzden Menteşe’de yapılan kömür arama çalışmaları anlamlıdır.”

Santrale kömür temin etmek için 27 köyün tamamımı ya da bir kısım arazilerini içine alan 21. 800 ha’lık  kömür işletme ruhsat alanının 2.400 ha’lık kısmının açık ocak olarak tamamen kazıldığı belirtilen MUÇEP açıklamasında, bu alanların yaklaşık %40’ının orman alanı, anlamlı bir bölümünün verimli tarım arazisi olduğu kaydedildi; yok edilen alanların içinde beş köyün bulunduğuna dikkat çekildi.

Telafisi olmayan yıkım

Açıklamada, linyit işletmelerinin yarattığı tehdit de vurgulandı: “Linyit madeni işletmelerinin yarattığı su, hava ve toprak kirliliğine; çıkarılan linyitin çoktan emekli edilmesi gereken termik santrallerde yakılmasından kaynaklanan ekolojik yıkım da eklendiğinde, kömürden elektrik elde edilmesinin Hükümetçe enerji politikalarına gerekçe olarak sunulduğu gibi, hiç de “ucuz enerji” olmadığı ortadadır. Özelleştirme ile devredilen termik santrallerin ve kömür sahalarının neden olduğu yüksek ekolojik, sosyal ve ekonomik bedeller şirketlerin işletme maliyetlerine değil, doğrudan halkın sırtına yüklenmektedir. Bu üç santral son 35 yılda hiçbir şekilde telafisi olmayan doğa yıkımı, iklim değişikliğine yol açan sera gazı emisyonları, halk sağlığı bedeli ve 45.000 erken ölümden sorumludur.”

Muğla Çevre Platformu, ‘Kömürsüz Muğla’ için verdikleri mücadelede, tüm halkı, siyasi partileri, sivil toplum örgütlerini ve yerel yönetimleri birlikte tavır almaya davet etti.

‘İptal edilmeli’

Protestolara destek veren Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün de, kömür arama faaliyeti için ÇED gerekli değil kararı alındığını, ancak ÇED yapılırken kendilerine haber verilmediğini söyledi. MTA’nın 500 metre derinliğe inip sondaj yapmak istediğini anlatan Gürün, “Bu bölge SİT alanıdır ve çalışma yapmak için izin almaları gerekli. Ancak izinsiz kazı yapılıyor. Bu da hukuka aykırı bir olay” dedi. Sondaj çalışmalarının geçici olarak durdurulduğuna dikkat çeken Osman Gürün, ruhsatın tamamen iptal edilmesini istedi: “Biz burada herhangi bir kömür aramasına ve kazı yapılmasına tamamen karşıyız. Doğanın tahrip olmasına izin vermeyeceğiz. Gözümüz gibi koruduğumuz Muğla’mızın rant uğruna, kömür uğruna talan edilmesine kesinlikle müsaade etmeyeceğiz” dedi.

‘Çivi bile çakamazlar’

Menteşe Belediye Başkanı Bahattin Gümüş ise şunları söyledi: “Muğla’daki sivil toplum örgütlerini canı gönülden kutluyorum. Sondaj çalışması durdurulduysa, sizin gücünüzle durduruldu. Karabağlar Muğla’nın en güzel yeri ve SİT alanıdır. Bu yaylada çivi çakmak dahi yasak. Şuan yaptıkları iş kaçak. Ekiplerimiz tutanak tuttu ve kaçak olduğuna dair işlemi başlattık.”