Ana Sayfa Blog Sayfa 238

Araştırma: Yetersiz kar yağışı su varlıkları için risk oluşturuyor, yazın kuraklık kapıda

Değişen kar yapısı, su kıtlığından kapanan kayak merkezlerine kadar geniş kapsamlı sonuçlar doğuruyor.

Yeni çalışma, insan kaynaklı iklim değişikliğinin Kuzey Yarımküre‘deki kar yapısını etkilediğini ve en az 31 ayrı nehir havzasında kar yığınında belirgin düşüşler olduğunu doğruluyor.

Araştırmacılar, bir bölge tüm kış boyunca ortalama eksi 8 santigrat dereceye kadar ısındığında, karın hızla erimeye başladığı bir devrilme noktasına ulaştığını tespit etti.

Dartmouth College‘da coğrafya profesörü olan ve çarşamba günü (10 Ocak) Nature dergisinde yayınlanan çalışmanın yazarlarından Justin Mankin, şu açıklamada bulundu:

Bu eşiğin ötesinde herkesin uçurumdan aşağı yuvarlandığını görüyoruz.”

Su kaynakları tehlikede

Yerdeki toplam kar kütlesinde meydana gelen azalmalar, su kaynağı olarak ilkbaharda eriyen karlara bağımlı olan yerler için ciddi sonuçlar doğuruyor.

Bu hafta ABD‘ de de meydana gelen şiddetli fırtınalar sonucunda çok fazla kar yağdı, ancak şu anda yerde bulunan kar kış boyunca dayanmayabilir. Avrupa ve Asya ülkelerinde de henüz yeterli yağış yok.

Kısa vadede iklim değişikliği, artan yağışlar nedeniyle kar fırtınalarından daha fazla kar oluşmasına neden olabilir, ancak daha yüksek sıcaklıklarla birlikte bu kar muhtemelen daha hızlı eriyecek.

Araştırmacılar, 1981’den 2020’ye kadar her yıl mart ayında ne kadar kar kaldığını incelemek için 160’tan fazla nehir havzasından elde edilen verileri inceledi. Bu alanların yaklaşık yüzde 20’sinde, insan kaynaklı iklim değişikliğine atfedilebilecek, net kar miktarı düşüşleri tespit ettiler.

ABD’nin Kuzeydoğu ve Güneybatısı, Avrupa‘nın büyük bölümüyle birlikte kar kütlesini en hızlı kaybeden bölgeler arasında yer alıyor.

Bu değişimler dünya genelinde eşit ya da doğrusal değil. Hava sıcaklıkları yükselse bile, başlangıçta daha soğuk olan yerler kış boyunca suyun donma noktasını(0 santigrat derece) çok fazla kar kütlesi kaybedecek kadar aşmayabilir.

Ancak bir bölgede kış ortalaması eksi 8 santigrat dereceye ulaştıktan sonra kayıplar katlanarak artıyor.

Kuraklıklar şiddetlenebilir

Dr. Mankin’in grubunda doktora öğrencisi ve çalışmanın başyazarı olan Alexander Gottlieb, konuyla ilgili şunları söyledi:

Bu sınırın ötesindeki her bir derecelik ısınma, giderek daha fazlasını götürüyor.”

Amerika’nın batısının büyük bölümündeki karlar, tarihsel olarak kış aylarında suyu depolayan ve talebin en yüksek olduğu ilkbahar ve yaz aylarında serbest bırakan donmuş bir su deposu görevi görüyor.

Kış boyunca kar birikmediğinde, yaz aylarında yaşanan kuraklıklar daha da şiddetlenebilir.

Yıllık Kaliforniya kar kütlesi araştırması üyeleri 2024’ün ilk haftası Kaliforniya’daki Phillips İstasyonu’nda ölçümler yaptı. Fotoğraf: Andrew Nixon / California Su Kaynakları Departmanı / AP

Bay Gottlieb ve Dr. Mankin, son 40 yılın kar kütlesi modellerini yeniden yapılandırmak için mevcut kar kütlesi, sıcaklık ve yağış verilerini birleştirdi.

Bazı yerler için kar kütlelerinin doğrudan ölçümleri mevcut olsa da, daha geniş alanları kapsamak için bilim insanlarının boşlukları hesaplanmış tahminlerle doldurması gerekiyor.

Araştırmacılar ayrıca, küresel ısınmayı denklemden çıkarmanın önemli ölçüde farklı sonuçlar verip vermeyeceğini görmek için aynı dönemde iklim değişikliğinin olmadığı varsayımsal bir dünyada kar kütlesi modellemesi yaptılar.

İnceledikleri nehir havzalarının 31’inde ya da toplamın yaklaşık yüzde 20’sinde bu durum gerçekleşti; bu da iklim değişikliğinin etkisinin bu bölgelerde açık olduğu anlamına geliyor.

Genel olarak bu nehir havzaları, araştırmacıların belirlediği eksi 8 santigrat derecelik devrilme noktasının ötesinde ısındı.

Fazla nüfusa sahip olan bu bölgeler için Gottlieb, “Daha fazla ısınmayla birlikte, bu yüksek nüfuslu nehir havzalarının giderek daha fazlası bu sınırın ötesine itilecek” dedi.

Bu makalenin çok iyi araştırılmış olduğunu ifade eden ve çalışmada yer almayan Salem Eyalet Üniversitesi coğrafya profesörü Stephen Young tarafından geçen yıl yayınlanan ayrı bir çalışmaya göre, küresel yıllık kar kütlesi 2000 yılından bu yana yaklaşık yüzde 5 oranında azaldı.

Kar kütlesini incelemek su kaynağı için potansiyel sonuçları ortaya çıkarmak açısından faydalı olsa da, başka bir soruna da ışık tutuyor:

Albedo etkisiyle beyaz kar, güneş ışığını atmosfere geri yansıtırken, daha koyu, açıkta kalan zemin güneş ışığını emiyor. Dolayısıyla, kar kütlesi yerde hiç kar kalmayacak kadar azaldığında, bir geri besleme döngüsü gezegeni daha da fazla ısınmasına sebep olacak.

Can Atalay için Meclis Başkanı Kurtulmuş’la görüşen sekiz partiden ortak bildiri

Anayasa Mahkemesi‘nin (AYM) hak ihlali kararına rağmen tahliye edilmeyen Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay için Meclis’te olağanüstü toplantı talep eden siyasi partiler, taleplerinin reddedilmesinin ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Numan Kurtulmuş ile görüştü.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Saadet Partisi (SP), Demokrat Parti  (DP) ve Demokrasi ve Atılım Partisi‘nin (DEVA) yaptığı toplantı çağrısının reddinin açık bir hukuk ihlali olduğunu vurgulayan partililer, derin bir demokrasi krizi yaşandığını belirtti.

Meclis Başkanı’nın tutumuna da gepki gösterilen ortak açıklamada sekiz partinin  hukuki-demokratik tepkilerini dillendirmeyi sürdüreceği vurgulandı.

CHP’li Günaydın: Halkın iradesine karşı çıkılıyor

Parti temsilcilerinin görüşmenin ardından düzenlediği ortak basın toplantısında konuşan  CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, yargı krizinin başka bir boyut kazandığını söyleyerek “Meclis’i toplamamak halkın iradesine karşı çıkmak anlamına gelmektedir” dedi.

Günyadın, özetle şunları söyledi:

“Muhalefet partileri olarak Meclis’in 9 Ocak’ta toplanması çağrısı yapmıştık. Meclis Başkanı toplanmasının uygun olmadığını iletti. Dayanak olarak da Anayasa’nın 93. maddesi ve İçtüzüğü gösterdi. Ancak bunlar tam da olağanüstü toplanma nedenleridir. Meclis Başkanının burada takdir yetkisi yoktur. Numan Kurtulmuş görüşmede yazılı olarak ilettiği görüşlerini aktardı. Kararlı tavrımızı sürdüreceğimizi belirtiyoruz.”

Günaydın’ın ardından söz alan TİP Genel Başkanı Erkan Baş ise “Bundan sonraki her türlü hukuksuzluğa karşı birlikteliğimiz korumaya, mücadele etmeye devam edeceğiz” dedi.

Ortak bildiri: Keyfiyete sessiz kalmayacağız

İYİ Parti hariç diğer muhalefet partileri görüşme sonrası yayımladığı ortak bildiri ise şu şekilde:

“Anayasa’nın 153. maddesinin açık hükmüne rağmen Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamamakta direnen Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin tutumu çerçevesinde gelişen olaylar ve açıklamalar nedeniyle, süreç bir yargı krizi olmaktan çıkmış ve derin bir demokrasi krizine dönüşmüştür.

14 Mayıs 2023 tarihinde halkın iradesiyle milletvekili seçilen Can Atalay, Anayasa Mahkemesi’nin hakkında verdiği iki karara rağmen Silivri Cezaevi‘ndedir. Ortaya çıkan bu durum, yargının yasama erkine müdahalesi olmakla kalmayıp aslında Türkiye’de yaşanan politik gerçekliğin bir yansıması olarak, yürütmenin ve tek adam rejiminin tahakkümü ile erkler ayrılığının ortadan kaldırılması, tüm yurttaşlarımızın kişi güvenliği hakkının yasal güvencelerinin keyfi uygulamalara açık hale getirilmesi anlamını taşımaktadır.

Yukarıda tanımlanan olayları ele alarak görüşmesi ve kendi gündemine hakim olan TBMM’nin tutumunun belirlenmesi amacıyla, sekiz partinin temsilcilerinin yeter sayıda imzasıyla, Meclis’in olağanüstü toplanması istemiyle hazırlanan dilekçe, 5 Ocak 2024 tarihinde TBMM Başkanlığı‘na sunulmuştur. Buna karşın Meclis Başkanı imzasıyla 9 Ocak 2024 tarihinde tarafımıza ulaşan yazıda, Anayasa, İç Tüzük ve Meclis teamüllerine aykırı olarak, talebimiz reddedilmiştir.

Bilindiği üzere, TBMM 2023 yılında son mesaisini 27 Aralık 2023 tarihinde tamamlamış ve çalışmalara 16 Ocak 2024 tarihine kadar ara vermiştir. Bu fiili duruma karşın, Meclis’in tatil ya da ara verme kararı bulunmadığı yönünde bir görü ileri sürülerek Meclis’in toplanmasının reddedilmesi, her şeyden önce hukukun genel ilkelerine ve iyi niyet kuralına aykırıdır. Dahası, 2 Ocak 2020 tarihinde benzer bir durumda TBMM, dönemin Meclis Başkanı tarafından toplantıya çağrılmış ve toplantı gerçekleştirilmiştir.

TBMM’de temsil edilen sekiz siyasi partinin grup başkanları, grup başkan vekilleri ve yeter sayıda milletvekilinin imzasıyla verilen söz konusu talebimiz karşısında, Meclis Başkanının takdir yetkisi değil, bağlayıcı yetkisi bulunmaktadır. Buna karşın Meclis Başkanının bu talebimizi reddetmesi, Anayasa’nın 93, İç Tüzük’ün 7. maddelerinin ihlali yanında, TBMM teamüllerinin çiğnenmesi ve bu alanda tamamen keyfiyetin hakim kılınması anlamını taşımaktadır. Somut durumdan çok öte, Meclis Başkanının ortaya koyduğu bu tutumla, bundan böyle ülkemizin karşılaşacağı önemli gelişmeler karşısında, TBMM’nin olağanüstü toplanarak ülke gündemine müdahale gücü tartışmaya mahal bırakmayacak bir hale getirilmektedir.

Bizzat Başkanı tarafından Meclis’in etkisizleştirme ve işlevsizleştirme çabalarının, mevcut iktidarın tutumundan ayrı değerlendirilemeyeceğinin farkındayız. Bu bağlamda ifade etmek isteriz ki, Meclis Başkanı; haklı, hukuka ve kamu yararına uygun taleplerimizi üzerinden siyasi karar üstünlüğü kurma durumundan kendisini çıkarmalıdır ve Meclis’in hukukunu korumalıdır.

Aşağıda imzası bulunan ve farklı siyasi müktesabatlara sahip olan sekiz siyasi partinin temsilcileri olarak, bu açık hukuksuzluğa ve keyfiyete sessiz kalmayacağımızı ve hukuki-demokratik tepkilerimizi her türlü platformda seslendirme kararında olduğumuzu kamuoyuna duyururuz.”

 

Verilere göre Avrupa’nın en kirli havasını soluyan Türkiye’de kritik ay aralık

Hava kirliliğinde Avrupa ülkeleri arasında ilk sırada yer alan Türkiye‘de havanın en kirli olduğu ay aralık olurken, İstanbul‘da ise şubat ayı oldu.

2022’den 2023’e kadar 2 buçuk milyondan fazla Dyson hava temizleyicisi tarafından toplanan iç mekan hava kalitesi verilerinin analiz edildiği Küresel Hava Kalitesi Bağlantılı Veri projesinde kirlilik; gaz, partikül ve kirleticilere ayrılarak, günler, aylar, mevsimler ve tüm yıl boyunca trendlerin profili çıkartıldı.

İstanbul’da iç mekan  dışarıya kıyasla daha kirli

Buna göre, P.M2.5 değerleri incelendiğinde, çoğu ülkede iç mekan hava kirliliği dış mekan hava kirliliğine kıyasla daha yüksek durumda.

Türkiye’de ise genel olarak iç mekan hava kirliliği dış mekan hava kirliliğinden daha düşükken, İstanbul’da tam tersi bir durum söz konusu: İç mekan havası dış mekan havasından daha kirli.

Türkiye, Avrupa’nın havası en kirli ülkeleri arasında yer alıyor. Bu proje, çok sayıda veriden yola çıkarak iki tür kirleticiye odaklanıyor: PM2.5 ve Uçucu Organik Bileşikler (VOC’ler).

PM2.5, tipik bir insan saçının 1/25’i kadar olan 2,5 mikron çapındaki partikülleri ifade ediyor. Bu partiküller çıplak gözle görülemiyor ama solunabiliyor.

Kaynaklar arasında; odun sobaları, gazlı pişirme ve ısıtma sistemleri, polenler, evcil hayvan tüyleri ve toz bulunuyor.

VOC’ler ise, temizlik veya yemek pişirme gibi faaliyetlerin yanı sıra deodorant ve vücut spreyi, mum, mobilya ve döşeme gibi ürünlerden yayılabilen benzen ve formaldehit gibi gaz kirleticileri ifade ediyor.

hava kirliliği
Fotoğraf: DHA

Kış en kirli mevsim

İstanbul, araştırmadaki şehirler arasında en yüksek P.M2.5 değerlerine sahip 10’uncu şehir olarak sıralanıyor

Veriler, kış döneminin küresel olarak en kirli mevsim olduğunu gösteriyor.

Bununla birlikte araştırmada yer alan tüm ülkeler en kirli zamanlarını kış aylarında yaşıyor. Araştırmaya göre, Türkiye için hava kirliliğinin en yüksek olduğu ay aralık, İstanbul için şubat ayı.

İstanbul’un yıllık ortalama PM2.5 seviyesinin Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) yıllık maruziyet kılavuzunun dört katı olduğu görülüyor.

Ulusal ortalama veriler, aralık ayında DSÖ kılavuzunun 5,5 katına ulaşırken; İstanbul iç mekan hava kalitesi verilerinde şubat ayında DSÖ maruziyet kılavuzunun 5 katına ulaşıyor ve aralık, ocak ve mart aylarında neredeyse 5 katı buluyor.

Hava temizleyicilerden 2022 yılı boyunca elde edilen verilere küresel olarak bakıldığında, ülkeler ortalama PM2.5 seviyelerine göre sıralandığında bazı şaşırtıcı sonuçlar ortaya çıkıyor. İncelenen tüm ülkelerde iç mekan PM2.5 yıllık ortalamalarına bakıldığında, DSÖ yıllık maruziyet kılavuzunun (5 µg/m3) pek çok ülke tarafından aşıldığı görülüyor.

Ülkelerin P.M 2.5 değerleri yıllık olarak incelendiğinde Türkiye; Hindistan, Çin, BAE, Güney Kore, Romanya, Meksika, Hong Kong SAR, İtalya, Polonya ile birlikte en yüksek değerlere sahip 10 ülke arasında yer alıyor ve dünyada 3. sırada konumlanıyor.

Türkiye, aynı zamanda Avrupa ülkeleri arasında en yüksek P.M 2.5 değerine sahip ülke konumunda bulunuyor.

Avrupa’da Türkiye’yi Romanya (6.), İtalya (9.) ve İspanya (14.) takip ediyor.

PM2.5’in aksine, yıllık VOC seviyeleri en yüksek olan ülkeler Avrupa ülkeleri olarak görülüyor. Avusturya listenin başında yer alırken onu Romanya, Almanya, İsviçre, Polonya ve Türkiye takip ediyor. İtalya 8. ve İrlanda 10. sırada yer alıyor.

Ortalama yıllık PM2.5 için üst sıralarda yer alan Tayland, BAE, Tayvan, Malezya, Hong Kong SAR ve Güney Kore gibi birçok ülke, yıllık VOC seviyelerine bakıldığında listenin ilk yarısında yer almazken, ABD, Fransa, İspanya ve Danimarka daha üst sıralarda yer alıyor.

Benzer şekilde, Avrupa şehirleri de diğer bölgelere kıyasla iç mekanlarda yüksek VOC seviyelerine maruz kalıyor.

Münih en üst sırada bulunan şehir olurken onu Pekin, Köln, Berlin ve Viyana takip ediyor.

Sadece Pekin hem yıllık PM2.5 hem de VOC için ilk beş şehir arasında yer alırken, Delhi, İstanbul, Şangay ve Mexico City her iki kirletici türünün ortalama seviyesi için ilk onda yer alıyor.

İç mekan VOC seviyeleri sıralamasına göre ilk 10 Avrupa ülkesi Avusturya, Romanya, Almanya, İsviçre, Polonya, Türkiye, Hindistan, İtalya, Çin ve İrlanda olarak ortaya çıkıyor.

Kirliliğin en yoğun olduğu saatler

İncelenen 37 ülkeden 30’unda, iç mekân PM2.5 seviyeleri akşam ve gece saatlerinde en yüksek seviyeye ulaşırken; bu da insanların çoğunun işte, okulda veya başka bir yerde olmak yerine evlerinde geçirdikleri zamana denk geliyor.

Bu nedenle, hava temizleyicilerden alınan veriler, bu daha uzun ve daha kirli dönemin evlerde PM2.5’e maruz kalmanın artmasına neden olabileceğini gösteriyor.

Küresel olarak en yoğun saatler çoğu coğrafyada akşam 18.00 ile gece yarısı arasında yer alırken Güney Doğu Asya‘da (Tayland, Filipinler, Hindistan) en kirli saatler sabah 7.00 ile öğlen arasına denk geliyor.

Güney Kore ve Meksika, sırasıyla gece yarısı ile sabah 7.00 ve sabah 9.00 ile öğleden sonra 15.00 arasında en yüksek kirlilik seviyelerinin görüldüğü diğer iki önemli istisna oluyor.

Tipik 24 saatlik dönemde, bazı coğrafyalar günün yüzde 50’sinden fazlasını Dünya Sağlık Örgütü’nün PM2.5 için tavsiye ettiği günlük maruziyet kılavuzunun (15 µg/m3) üzerinde geçiriyor. Bu ülkeler arasında Çin, Hindistan, Güney Kore, Meksika, BAE ve Türkiye bulunuyor.

Şangay, Pekin, Shenzhen, Delhi, Mumbai, Viyana, Mexico City, Dubai ve İstanbul’daki evlerin tümü de 2022 yılı boyunca 24 saatlik sürenin yüzde 50’sinden fazlasını DSÖ kılavuzlarının üzerinde geçiriyor.

Berlin, Roma, Milano, Madrid ve Polonya ve Romanya’daki ulusal ortalamanın tamamı, bir günün bir kısmını günlük PM2.5 maruziyeti için DSÖ kılavuzlarını aşarak geçirdiğini gösteriyor.

Cumhuriyet’in ilk termik santrali için ‘Müzeye dönüştürülsün’ kampanyası

Türkiye Cumhuriyet’nin ilk termik santrali olan ve bakımsızlıktan çürümeye terk edilen ÇATES A binasının müze haline getirilmesi için kampanya başlatıldı. ,

Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı (ZOKEV) ve Prof. Dr. Hakan Kutoğlu‘nun girişimleriyle koruma altına aldırmayı başardıkları endüstri mirası yapının change.org’da başlatılan kampanya ile “Enerji Müzesi” niteliğinin sağlanmasını talep ediliyor.

48 yıl hizmet verdi

Endüstrileşme sürecinin ve elektrik enerjisinin tarihine dair önemli bir tarihsel simge olan Işıkveren (ÇATES A) Santrali, uzun süren mücadele sonunda yıkımdan kurtarılmıştı. 

Zonguldak kömür havzasında üretilen ve ticari niteliği olmayan düşük kalorili kömürlerden elektrik elde etmek amacıyla projelendirilen Işıkveren (ÇATES A) Santrali, Türkiye’nin Silahtarağa’dan sonra ikinci, Cumhuriyet Dönemi’nin ise ilk termik santrali olarak, 27 Kasım 1948’de açıldı. Toplam 64.500 Kwh gibi o zaman göre çok büyük kapasiteye sahip santral, başta İstanbul, Kocaeli ve Sakarya olmak üzere, Batı Karadeniz ve Marmara bölgelerinin enerji ihtiyacını karşıladı. Ülkenin sanayileşmesi kadar, enterkonnekte sisteminin kurulmasına da katkı sunan santral, 1991’de ekonomik ömrünü tamamladığı gerekçesiyle kapatıldı.

İçindeki makine aksamı hurda fiyatına satılan santralin binası o tarihten beri kaderine terk edildi. ZOKEV’in kültür varlığı olarak tescil edilip koruma altına alınması için başlattığı çalışmalar ve Prof. Dr. Hakan Kutoğlu’nun Zonguldak Kent Konseyi başkanı olduğu dönemde yaptığı girişimlerin sonucunda tarihi santral “endüstri mirası” olarak tescillenmişti. 

Buranın ülkenin enerji müzesi olması için de çaba harcayan Prof. Kutoğlu, şimdi de bu maksatla bir imza kampanyası da başlattı. 

“Türkiye Endüstri tarihinin ‘anıt eserlerinden’ biri olan ÇATES A (Işıkveren) binasına sahip çıkıp Enerji Müzesi haline getirmesini milletimiz adına talep ediyoruz. Zonguldak’ta yer alan Çatalağzı Termik Santrali (ÇATES A) Türkiye’de Cumhuriyet döneminde inşa edilmiş ilk termik santraldir. Tarihi değeri olan ve endüstri mirası niteliğinde bir yapı olarak koruma altına alınmalı, restore edilerek Enerji Müzesi olarak yeniden işlevlendirilmelidir.”

“İklim krizinin anlatıldığı bir ‘Enerji Müzesi’ mümkün!” diyen Kutoğlu, “Bu anlamda enerji müzesi niteliği sağlanmalı ve aynı zamanda çağımızın gerçeği olan iklim krizini de kapsayacak ve eğitici-öğretici fonksiyonları da içinde barındıracak şekilde düzenleme yapılmalıdır” dedi. 

‘Zonguldak, hikayesini endüstri yapılarıyla anlatır’ 

TMMOB Mimarlar Odası Zonguldak Temsilcisi Ece Bakioğlu da kent belleğinin saklı kalmasına büyük katkı sağlayan en büyük parametrelerden birinin mimari yapılar olduğuna dikkat çekti:

“Bu yapılar sayesinde geçmişi ile bir arada yaşayabilen kent bir kimlik kazanır.  Zonguldak da  sivil ya da kamusal mimarlık örnekleri ile değil endüstri yapıları ile hikâyesini anlatır, bu anlamda Türkiye’deki nadir şehirlerdendir. Zonguldak’ta, şehrin var oluş nedeni olan sanayi ve kömüre ait kentsel hafıza gün geçtikçe yitirilmektedir. Fiziksel ve sosyolojik oluşumda ciddi etkileri olan fabrikalar, santraller, işletmeler, maden ocakları, onlara ait idari yapılar ve lojmanlar yok olmaktadır. Işıkveren Santrali’nin bir enerji müzesi olarak gelecek nesillere aktarılmasını önemli buluyoruz. Artık kullanım özelliğini yitirmiş, gün geçtikçe yok olan bu santral yapısının yeniden doğru işlevler ile topluma kazandırılması kentsel hafızayı güçlendirmek, kentin mimari kültürünü korumak ve endüstri mirasını turizme kazandırmak için önemli bir atılım olacaktır.”

Bugünkü sanayileşmiş Türkiye’nin Zonguldak’a borcu var’

Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı  Başkanı Kürşat Coşgun da kampanyaya destek verdi:

Işıkveren Santrali’nin kültür varlığı olarak tescil edilmesi için ZOKEV olarak çok çaba sarf ettik. Şimdi bir endüstri mirası olarak koruma altında olan yapıya enerji ve iklim müzesi olarak işlev kazandırılmasını çok önemli buluyoruz. Bunun maliyetinin ne olacağı düşünülmemeli bile. Bu memleket, ülkesini kalkındırmak, enerjisini temin etmek için 5 binden fazla evladını yerin altında şehit verdi. Bugünkü sanayileşmiş Türkiye’nin, kendini var eden Zonguldak’a çok borcu var. Bu proje aynı zamanda bu borcun ödenmesi için atılacak bir adım sayılmalıdır,” 

Zonguldak Çevre Koruma Derneği Başkanı Ahmet Öztürk ise, “Işıkveren Santrali’nin bir sanayi ve iklim müzesi olması fikrini yürekten destekliyorum. Fosil yakıtların iklime olan etkisinin henüz bilinemediği zamanlarda kurulan o santral, aynı zamanda iklim krizine karşı üretilecek çözümlerin tartışıldığı bir merkez de yapılmalıdır. Bence tüm termik santraller müzelere dönüştürülmelidir. Herkesi bu kampanyayı desteklemeye çağırıyorum” diye konuştu. 

İmza için: change.org/catalagzimuze

İsrail’in ‘soykırım’ suçlamasıyla Adalet Divanı’nda yargılanmasına başlandı

Güney Afrika Cumhuriyeti‘nin İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD/ICJ) açtığı “soykırım” davasının ilk duruşması  bugün (11 Ocak) Lahey’de başladı. Yarın da duruşmaya devam edilecek.

Bugünkü ilk duruşmada Güney Afrika devletinin hukuk ekibi adına açılışta söz alan avukat Adila Hassim, İsrail’in Yahudi Soykırımı‘ndan sonra kabul edilen 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi‘ni ihlal ettiğini, “soykırım tanımına uyan sistematik eylemlerde” bulunduğunu söyledi.

‘Gazze’yi yok etme niyeti en üst seviyelerde görülüyor’

Filistin halkının İsrail tarafından 1948’den bu yana sistematik biçimde ve zorla mülksüzleştirildiğini, yerinden edildiğini ve parçalanarak sömürgeleştirildiğini belirten Hassim, Güney Afrika’nın devam eden Nekba’yı (yerinden etme, sürgün) tanıdığını vurguladı.

İsrail’in Filistinlileri, uluslararası alanda kabul edilmiş olmasına rağmen geriye dönüş hakkından mahrum bıraktığını; ayrımcı yasalar, politikalar ve uygulamalardan oluşan kurumsal bir rejim kurarak Filistin halkını apartheid’a maruz bıraktığını belirten Güney Afrikalı avukat, “On yıllardır yaygın ve sistematik biçimde devam eden dokunulmazlık, İsrail’i Filistin’deki insan hakları ihlallerini tekrar etmek ve yaygınlaştırmak konusunda cesaretlendirdi” diye konuştu.

Hassim, Gazze’yi yok etme niyetinin İsrail devletinin en üst seviyelerinde görüldüğünü vurguladı ve bunun kanıtları arasında Filistinlilerin hayatta kalmak, gıda ve su bulmak için sığındığı hastanelerin, camilerin ve kiliselerin de bombalanması; İsrail’in tahliye rotası üzerinde kaçmaya çalışan kişilerin de hedef alınması; toplu mezarların oluşmasına yol açacak sayıda insanın öldürülmüş olmasını sıraladı.

‘Nesillerdir var olan yüzlerce aile yeryüzünden silindi’

Güney Afrika’nın ‘suçlamasında’ İsrail’in 7 Ekim sonrasındaki sadece ilk üç hafta boyunca her hafta başı 6 bin bomba kullandığı, Filistinliler için güvenli olduğunu belirttiği güney Gazze’ye de en az 200 kez yaklaşık 900 kiloluk bombalar attığı, 1800’den fazla Filistinli ailenin çok sayıda üyesini kaybettiği, nesillerdir var olan yüzlerce ailenin geride hiçbir ferdinin kalmadığı belirtilerek, yeni doğan bebeklerin bile öldürüldüğü vurgulandı.

Güney Afrikalı avukat, aralarında Başbakan Benjamin Netanyahu, Savunma Bakanı Yoav Gallant ve İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog‘un da bulunduğu üst düzey yetkililerin Filistinlileri “İsrailoğullarının düşmanı Amaleklere” benzeten, “insansı hayvanlar” olarak niteleyen açıklamalarını da hatırlattı.

Avukat Tembeka Ngcukaitobi de, “İsrail’in Gazze’de Filistinlilere karşı soykırım niyeti var. Bu, askeri saldırının hayata geçirilme biçiminden açıkça anlaşılıyor. Bu niyet, düşmanın sadece Hamas olmadığı, aynı zamanda Gazze’de Filistinlilerin hayatının dokusuna işlediği inancına dayalı” dedi.

Duruşma canlı yayınlanıyor

Soykırım davasının bugünkü duruşmasında, Güney Afrika’nın Gazze’deki saldırıların durdurulması için ihtiyati tedbir talepleri dinlenecek. Yarınki duruşmada ise İsrail heyeti savunmasını yapacak. Tarafların hazır bulunduğu salonda halka açık yapılan duruşma, canlı olarak yayımlanıyor.

Güney Afrika, 29 Aralık’taki yazılı başvurusunda, mahkemeden İsrail aleyhine 9 ihtiyati tedbir kararına hükmedilmesini talep etmişti. Bunlar arasında İsrail’in, Gazze’deki askeri operasyonları derhal durdurması, Filistinlilere yönelik soykırımın önlemesi için gerekli tedbirleri alması, yerlerinden edilenlerin evlerine dönerek yeterli gıda, su, yakıt, tıbbi ve hijyen malzemeleri, barınak ve giysi dahil olmak üzere insani yardıma erişimlerini sağlaması, soykırıma karışanların cezalandırılmaları için gerekli adımları atması, soykırımın delillerini muhafaza etmesi ve verilen tedbirleri uyguladığına ilişkin Divan’a düzenli rapor sunması yer alıyor.

Lula da destekledi

Breziya Dışişleri Bakanlığı da dün (10 Ocak, ülkenin Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı (UAD) önünde İsrail’i Filistin’de soykırımcı eylemlerle suçlama başvurusunu desteklediğini resmen duyurdu.

Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva, başkent Brasília‘da Filistin büyükelçisi Ibrahim Alzeben’i kabulünde  7 Ekim 2023’teki Hamas saldırılarına Brezilya’nın hemen kınama getirdiğini yineledi. Ancak, bu tür eylemlerin İsrail’in sivil halka karşı ayrımsız, tekrarlanan ve orantısız güç kullanımını haklı çıkarmadığını vurguladı.

Brezilya Devlet Başkanı, ateşkese, Hamas’ın rehinelerinin serbest bırakılmasına ve sivilleri korumak için insani koridorların oluşturulmasına yönelik kişisel çabalarını vurgulayarak, uluslararası insancıl hukukun açık ihlallerine karşı, Güney Afrika’nın UAD’daki eylemini desteklediğini açıkladı.

Brezilya’nın yanı sıra, Türkiye, Ürdün, Bolivya, Venezuela, Malezya ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi birçok ülke ve örgüt, Güney Afrika’nın İsrail’e karşı başlattığı hareketi destekliyor.

BM Raportörlerinden de soykırım suçlaması

Birleşmiş Milletler (BM) Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese ve Konut Hakkı Özel Raportörü Balakrishnan Rajagopal da İsrail’i Gazze’de sivilleri aç ve evsiz bırakarak soykırım suçu işlemekle suçladı.

Filistin Özel Raportörü Albanese, X hesabından, Gazze’deki nüfusun yüzde 45’inin şiddetli açlık çektiğini belirterek, bazı bölgelerde 10 aileden 9’unun hiçbir şey yemeden bir günü geçirdiğine işaret etti: “Bu durum soykırım suçlamalarını ağırlaştırıyor çünkü aç bırakmak yoluyla fiziksel yıkım sağlanabilir. İsrail, bunun abartı olduğunu söylüyor. O halde neden medya mensupları ve insan hakları gözlemcileri Gazze’ye giremiyor?”

BM Konut Hakkı Özel Raportörü Rajagopal da X hesabından İsrail’e seslenerek, “Eylemler kelimelerden daha önemlidir. Ateşi kesin ve ordunuzu hemen geri çekin. Rehinenin serbest bırakılması için pazarlık yapın. İnsani yardım malzemelerine derhal izin verin. İşgale son verin. Yarın UAD önünde bunları üstlenmeyi kabul edin” dedi.

 

Hataylıların tepkisine rağmen CHP Lütfü Savaş’ta ısrarcı

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Sözcüsü Deniz Yücel, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın yeniden aday gösterilmesine ilişkin gelen tepkilere ilişkin “Hatay Büyükşehir Belediye başkan adayımız Lütfü Savaş’tır. Geri çekilmesi gibi bir durum söz konusu değildir” açıklamasında bulundu.

CHP dünkü Parti Meclisi (PM) toplantısının ardından 242 seçim bölgesinde adaylarını belirledi. Adana’da Zeydan Karalar, Mersin’de Vahap Seçer, Aydın’da Özlem Çerçioğlu, Hatay’da Lütfü Savaş, Eskişehir’de Ayşe Ünlüce, Tekirdağ’da Candan Yüceer‘i aday gösterildi.

Ankara, Etimesgut’ta ise Erdal Beşikçioğlu, aday gösterildi.

6 Şubat depremlerinin yıktığı Hatay’da yeniden Lütfü Savaş’ın aday göstermesi Hatay halkı başta olmak üzere büyük tepki çekti. Tepkilerin ardından CHP’den de ilk açıklama geldi. Parti Sözcüsü Deniz Yücel, bugün bir gazetecinin sorusu üzerine yaptığı açıklamada Savaş’a sahip çıktı:

“Hatay Büyükşehir Belediye Başkan adayımız; partimizin yetkili kurulları büyük bir titizlikle gerekli incelemeleri, değerlendirmeleri yaptıktan sonra adaylaşmıştır. Geri çekilmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Hatay’da büyük acılar yaşandı, insanlarımız yakınlarını kaybettiler. Bu yaraların, bu yıkımın tamir edilmesi konusunda; CHP, Büyükşehir Belediye Başkanımız gereken her türlü özveriyi, fedakarlığı göstermiştir. Bundan sonra da gösterecektir. Depremin akabinde, partimiz Hatay ile İstanbul Büyükşehir Belediyemizi eşleştirmiş; Maraş ile Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Osmaniye ile İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin eşleştirmiş ve tüm imkanları seferber ederek bu yaraların sarılması konusunda gereken her türlü çalışmayı yapmıştır. Bundan sonra da yapacaktır.”

Lütfü Savaş da sosyal medya hesabından şu açıklamada bulundu:

“İlk Genel Başkanı Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk olan partim Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, yeniden Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olarak ilan edilmekten büyük onur duydum.

Başta Sayın Genel Başkanım Özgür Özel olmak üzere, kıymetli MYK ve PM Üyelerimize, Milletvekillerimize, Hatay İl Başkanımız Hakan Tiryaki ile İlçe Başkanlarımız ve Yöneticilerimize, Kadın ve Gençlik Kollarında görevli kardeşlerime ve değerli Partililerimize teşekkürlerimi sunarım.

Tarihin en büyük depremlerinden olan 6 Şubat depremleriyle gerçekleşen afette yaşadığımız acı kayıplar ve büyük yıkımlar her birimizi tarifsiz üzüntüye boğmuş, bununla beraber yeniden toparlanma ve ayağa kalkma azmimize, çalışmamıza çok büyük güç vermiş, tüm renklerimizle dayanışmamızı ve şahsi meselemiz Hatay’a olan bağlılık ve aidiyet duygumuzu doruğa taşımıştır.

Şehrimizde zor şartlarda yaşamaya devam eden ve şehir dışında olup kalbi Hatay’da atan tüm hemşehrilerime söz veriyorum, yaşadığımız tüm acılara rağmen kadim şehrimizde yine aynı sofralarda tüm renklerimizle buluşacağız. Önümüzdeki tek hedef, bilimin ışığında, yüksek azimle, yorulmadan bir ve bütün olarak şehrimizi güvenle geleceğe taşımak olacaktır.”

Hataylılar tepkili

Savaş’ın yeniden aday olması özellikle depremin etkisinin hala sürdüğü, enkazın hala kaldırılamadığı ve çadırlarda yaşamın sürdürüldüğü Hatay’da yurttaşların tepkisine neden oldu. Sosyal medya uygulaması X’te (Twitter) tepkiler şöyle dile getirildi:

 

 

 

 

 

İspanya’da kuraklık 11. yüzyıldan kalma batık kiliseyi ortaya çıkardı

İspanya‘nın batık köyü Sant Romà de Sau‘daki bir kilise, gölet sularının çekilmesi sonrası yeniden ortaya çıktı.

60 yıl önce Barselona şehrine su sağlayan Sau göletini oluşturmak için sular altında kalan kilisenin üç katlı kulesinin sadece üst kısmı genellikle su yüzeyine çıkıyordu.

‣ Kuraklık: İznik Gölü’nde sular yüzlerce metre çekildi

Euronewsin aktardığına göre, 11. yüzyıldan kalma bina, kuru topraklarda sağlam bir şekilde duruyor ve ‘kuraklık turistlerinin’ ilgisini çekmeye başladı.

Göleti sık sık ziyaret eden Sergio Iberico, “Su seviyesinin bu kadar düşmüş olması inanılmaz. Burada kürek çektiğimi ve su seviyesinin kilise kulesinin penceresinde olduğunu hatırlıyorum” diyor.

Sau göletindeki mevcut su seviyeleri kapasitenin sadece yüzde 6’sında. Geçen yıl bu zamanlarda ise su seviyesi yüzde 19 civarındaydı ve Ocak ayı ortalaması genellikle yüzde 90’ın üzerindeydi.

Göletin yakınında yaşayan Antonio Rodriguez, düşen su seviyelerinin kendisi ve ailesinin endişelenmesine neden olduğunu ifade etti ve ekledi:

Su tükeniyor. Su kullanımımı zaten kısıtlıyorum, sadece gerekli olanı kullanıyorum ama suyumuz tükeniyor.”

Sant Romà de Sau’daki kilise, ülkenin karşı karşıya olduğu daha büyük bir kuraklık acil durumunun sadece bir işareti.

‣ Bodrum’da kuraklık: Barajların dip seviye suları kullanılırsa ekolojik sistem zarar görür

Kuraklık su faturalarını ve gıda fiyatlarını artırıyor

İspanya’nın uzun süreli kuraklıktan en çok etkilenen bölgeleri, her ikisi de önemli tarım ve gıda üretim alanları olan Endülüs ve Katalonya.

Katalonya’da kuraklık üç yıldır devam ediyor ve bölgenin su kaynaklarının sadece yüzde 17’si kalmış durumda. Bu rakamın yüzde 16’ya düşmesi halinde Katalonya hükümetinin olağanüstü hal ilan etmesi ve hanelerin su kullanımına daha sıkı kısıtlamalar getirmesi gerekecek.

‣ [İklim masası] Türkiye’de tarım kuraklık ve aşırı sıcaklar nedeniyle tehlike altında

Yüzme havuzları kullanımı için ek ücret talebi

Su faturaları şimdiden arttı ve tarım için su kullanımı kısıtlandı. Parklar artık sulanmıyor, fıskiyeler kurudu ve özel yüzme havuzlarının doldurulmasına izin verilmiyor.

Bölgedeki bazı spor salonları yüzme havuzlarını kullanmak için ek ücret talep etmeye başladı, bazıları ise tamamen kapattı.

Zeytinyağının fiyatı rekor seviyede

Kuraklığın etkisi ülke genelinde meyve, sebze ve zeytinyağı fiyatlarındaki artışa da yansıyor. Özellikle zeytinyağının fiyatı geçen yıla kıyasla yüzde 50’den fazla artarak rekor seviyeye ulaştı. Birçok İspanyol mağazası şişelere güvenlik etiketi koymaya başladı.

‣ [İklim Masası] Türkiye’nin ‘zeytin kentleri’nde verim 50 yıl önceki seviyelere geriledi

 

tuzdan arındırma tesisi
Bir işçi Barselona’daki Avrupa’nın en büyük tuzdan arındırma tesisinde deniz suyunu filtrelere taşıyan boru hattının üzerinde yürüyor. Fotoğraf: Emilio Morenatti / AP

Tuzdan arındırma kuraklık sorununu çözebilir mi?

Barselona aynı zamanda yakındaki Akdeniz‘den tatlı su üreten Avrupa‘nın en büyük tuzdan arındırma tesisine de ev sahipliği yapıyor.

Tesisin sözcüsü Laia Hernandez Lloret, tesis olmasaydı bölgede en az altı ay önce sıkı su kısıtlamaları ve olağanüstü hal uygulanıyor olacağını vurgularken, milyonlarca turist ve Barselona sakininin yeterli suya sahip olamayacağını ifade ediyor.

Şu anda tam kapasiteyle çalıştıklarını ve daha fazla suyu tuzdan arındıramayacaklarını belirten Llobregat tesisinin müdürü Carlos Miguel şu açıklamada bulundu:

100 litre tuzlu sudan 45 litre tatlı su elde ediyoruz. Şu anda bu tuzdan arındırma tesisi Barselona’nın ihtiyacı olan tatlı suyun yaklaşık yüzde 20’sini üretiyor.”

Deniz suyunu tatlı suya dönüştürmenin tek başına İspanya’nın kuraklık sorununu çözmesi pek mümkün değil.

Çok yavaş, pahalı ve çok fazla enerji tüketiyor. Bu enerji yenilenebilir kaynaklardan gelmediği sürece, tuzdan arındırmanın neden olduğu kirlilik de su kıtlığına katkıda bulunan iklim değişikliğini hızlandıracak.

Yine de sorun devam ederken İspanya, en çok etkilenen Endülüs ve Katalonya bölgelerinde iki yeni tuzdan arındırma tesisi planlıyor.

Araştırma: İklim krizi bebeklerin doğum ağırlıklarını etkiliyor olabilir

Yeni bir çalışma, iklim krizinin bebeklerin doğum ağırlıklarını etkileyebileceğini ortaya koyuyor. Özellikle hamileliğin son dönemlerinde soğuk veya sıcak stresine maruz kalmak, gebelik yaşlarına göre bebeklerin çok büyük veya çok küçük doğmalarına yol açabilir.

Doğum ağırlığı çocuğun gelişimini ve hayatta kalma şansını etkileyebilir. Ayrıca yetişkinlikte hastalık ve rahatsızlıklara karşı kırılganlıklarının da göstergesi olabilir.

[İklim Masası] Sel felaketleri, en çok kadın ve çocukları etkiliyor
İklim krizinden etkilenen beş kişi anlattı

Soğuk ve sıcak stresi doğum ağırlığını nasıl etkiliyor?

Perth‘deki Curtin Nüfus Sağlığı Okulu‘ndan araştırmacılar tarafından yürütülen çalışmada, Batı Avustralya‘da 2000-2015 yılları arasında gerçekleşen 385 binden fazla gebelik inceleniyor.

Belirli koşullar altında insan vücudunun fizyolojik konforunu tanımlayan Evrensel Termal İklim Endeksi (UTCI) kullanılarak, sıcak veya soğuk strese maruz kalma durumuna bakılıyor.

Euronews’ten Angela Symons’ın aktardığına göre; araştırmada gebe kalmadan 12 hafta öncesinden doğuma kadar maruz kalınan sıcak ve soğuk stresinin doğum ağırlığı üzerinde herhangi bir etkisi olup olmadığı analiz ediliyor.

Çalışma örneklemindeki çocukların yüzde 9,8’i çok küçük, yüzde 9,9’u ise gebelik yaşına göre çok büyük doğuyor.

Araştırmacılar, hamilelik sırasında aşırı soğuk veya sıcak stresine maruz kalmanın anormal doğum ağırlığı riskini artırdığını tespit etti.

Araştırmacılara göre bunun nedeni, termal strese maruz kalmanın dehidrasyonu artırması ve fetal sağlığı olumsuz etkileyebilecek oksidatif stres ve sistemik enflamatuar yanıtları tetiklemesi olabilir.

Sıcak ve soğuk stresinden en çok kimler etkileniyor?

Araştırmada incelenen ortalama biyotermal maruziyet 8.1 ile 30C arasındaydı ve bu da UTCI ölçeğinde alt uçta hafif soğuk stresi ve üst uçta orta derecede sıcak stresi olduğunu gösteriyordu.

Bu sıcaklık ölçeğinin üst veya alt ucuna en çok maruz kalan yüzde 1’lik kesimde doğum ağırlığında değişiklik görülme olasılığının en yüksek olduğu belirtiliyor. Bu durumun özellikle hamileliğin son dönemlerinde sıcaklık stresine maruz kalanlar için geçerli olduğu bildiriliyor.

Beyaz olmayanlar, erkek doğumlar, 35 yaş ve üzeri gebelikler, kırsal bölgelerde yaşayanlar ve gebelik sırasında sigara içenler gibi belirli gruplar içinse risk daha da artıyor.

Bu bulgular, iklim değişikliğinin üreme sağlığı üzerinde yarattığı tehdide ilişkin giderek artan kanıtlara da katkıda bulunuyor.

İklim göçü: Türkiye iklim krizini ağır bir şekilde hissetmeye başladı

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nden Araştırma Görevlisi Mehmet Kadri Tekin, iklim değişikliği ve buna bağlı yaşanan göç hareketleriyle ilgili yaptığı araştırmada dikkat çekici bulgular elde etti.

Artıgerçek‘ten Şenol Balının haberine göre, 15 ayrı kentte çiftçiler, ziraat mühendisleri ve uzman çevrelerle yaptığı görüşmeler sonucu hazırladığı “Küresel İklim Değişiminin Göçler Üzerindeki Etkisi ve Türkiye’ye Dair Öngörüler” başlıklı doktora tezinde Tekin, iklim değişikliği kaynaklı göç hareketlerinin artacağını söyledi.

Hangi bölgede hangi iklimsel afetin yaşandığını ve bunun göç hareketlerini nasıl etkilediğini araştıran Tekin şunları ifade etti:

Kuraklık, sel ve yangın gibi farklı iklimsel afetlerden kaynaklı bir göç tepkisiyle karşılaştım.”

Türkiye’nin iklim değişikliğinin neden olduğu olayları ağır bir şekilde hissetmeye başladığını vurgulayan Tekin, ”Çiftçiler bunun sonuçlarını bariz hissediyor. Kurak iklim koşullarının hâkim olduğu yerlerde büyük bir verim kaybı yaşıyor. Bu, üretim konusunda da ciddi kaygılara yol açmış. Çoğu köylü veya çiftçi için üreticilik yapabilir pozisyonda değil” dedi.

Tekin, afetlerin kendini tekrar etmesinin ve ürün kaybının yaşanmasının insanlarda kaygı yarattığını ifade ederken, bazı insanların kaldığı yerde iş olanağı olsa da işi bırakma ve başka işe yönelme eğiliminde olduğunu, umudunu kesenlerin ise ülke içinde iş olanaklarının olduğu yerlere doğru hareket ettiğini açıkladı.

Göç eğiliminin en yüksek olduğu üç bölge

İç Anadolu Bölgesi ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi başta olmak üzere Türkiye genelinde göç eğilimi olduğunu ifade eden Tekin, iklim kaynaklı göçlerin ülke içiyle sınırla kalacağının tahmin edildiğini belirtti.

Türkiye’nin, iklim değişikliğine karşı en hassas bölgelerden birisi olan Akdeniz Havzası‘nda yer aldığı için daha yüksek düzeyde hissedildiğini söyleyen Tekin şunları söyledi:

Özellikle kuraklık, Türkiye’yi bekleyen en büyük iklimsel afet. Arazilerinin büyük bir bölümü kuraklık ve çölleşme tehdidi altında. İklim krizi ile beraber kuraklık, son yıllarda artış eğiliminde.”

Bu durumun, doğal olarak kırsalda yaşayan ve geçimi tarım ve hayvancılık faaliyetlerine bağlı olan insanları etkilediğini, göç potansiyelinin yüksek olduğu yerlerin kuraklık tehlikesinin olduğu bölgeler olduğunu açıklayan araştırma görevlisi Tekin, ”Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ile İç Anadolu Bölgesi ve diğer bölgelerin karasal iklimin hâkim olduğu kısımlarında; il ve ilçe merkezlerine veya iş imkânı olan diğer kentlere doğru bir göç eğilimi söz konusu” dedi.

Kuraklık çiftçiler için en büyük tehdit

Kuraklığın çiftçiler için en büyük tehdit durumu olduğunu ve iklim değişikliğinin doğrudan göç hareketlerine sebep olmadığı durumlarda, siyasal, ekonomik ve sosyolojik faktörlerin bir araya gelerek çarpan etkisiyle göç hareketlerini etkilediğini ifade eden Tekin şunları söyledi:

”2000’li yıllardan sonra ekonomik temelli göçlerin içinde iklim değişikliğinin, gizil bir güç olarak yer alıyordu. Bu tez için yaptığım görüşmelerde, söz konusu köylerde o dönemde de ciddi göçler yaşanmış. Verim kayıpları, sürdürülebilirdik gibi sorunlar yaşanıyor. Urfa’da görüştüğüm bir çiftçi, çiftçiliğin kumara dönüştüğünü söylemişti. Tehlikeli bir yere doğru gittiğini tanımlar nitelikte. Güneydoğu ve İç Anadolu Bölgesi’ndeki bazı çiftçiler ise ‘Burası Türkiye’nin Afrika’sı’ oldu’ demişlerdi. Bu ifadeler, kuraklığın onlar için ne ifade ettiğini ve nasıl bir tehdit unsuru olduğunu gösteriyordu.”

Kurak olan yerlerde göç eğilimi yüksek

Kuraklıkla beraber küresel afetlerin sıklığı ve şiddetinin artmasıyla önemli problemler yaşanacağını vurgulayan araştırma görevlisi Tekin, Türkiye’deki ekonomik krizin de insanları tedirgin ettiğini ve bu nedenle kurak olan bazı yerlerde göç eğiliminin oldukça yüksek olduğunu şu sözlerle aktardı:

Güney ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde bu daha belirgin bir şekilde. İnsanlar hem göç etmek istiyor hem de hayat pahalılığı nedeniyle kentlere göç etmekte zorlanıyor. Bir arafta kalma durumu. Ancak şu an kırsaldaki faaliyetlerin kendisini geçindiremeyeceği inanışı yerleşmiş durumda.”

Tarımsal suyun azalması kırsaldan kentsel alanlara göçleri tetikleyebilir

Türkiye’nin su zengini olmadığını kaydederken, bazı bölgelerde yeraltı sularında ciddi azalmaların olduğuna dikkat çeken Tekin, tarımsal amaçlı olarak yüzey ve yeraltı suları kullanıldığını şöyle ifade etti:

”Güneydoğu ve İç Anadolu Bölgeleri’nde bu sularda ciddi azalmalar var. Tarımsal üretim şekli de şu an sulamaya ihtiyaç hale gelmiş. Buğday veya arpa daha önce yağmur suları besleniyor ve bu yeterli geliyorken günümüzde bu üretimde de sulama yöntemleri kullanılıyor. Tarımsal suyun azalmasıyla beraber verim de düşecek. Bu da kırsaldan kentsel alanlara doğru orta yoğunlukta göçleri daha çok tetikleyecek. Doğu, Güneydoğu ve İç Anadolu Bölgeleri buradan en çok etkilenecek. Hedef bölgeler ise Karadeniz Bölgesi ile iş olanaklarının bölgeler olacak.”

Bilinçlenmeye ihtiyaç olduğunu dile getiren Tekin, su tasarrufuna ve kuraklığa dayanıklı ürünlere geçilmesi gerektiğine dikkat çekti.

IEA: Dünyanın yenilenebilir enerji kapasitesi 2023’te rekor hızda büyüdü

Uluslararası Enerji Ajansı‘na (IEA) göre, küresel yenilenebilir enerji kapasitesi 2023’te son 20 yılda kaydedilen en hızlı artışla, dünyayı on yılın sonunda önemli bir iklim hedefine ulaşma noktasına getirebilir.

IEA’nın rakamlarına göre, dünyadaki yenilenebilir enerji geçen yıl yüzde 50 artarak 2023’te 510 gigawatt’a (GW) ulaştı. 2023, yenilenebilir kapasitedeki artışın üst üste yeni bir rekora imza attığı 22. yıl oldu.

IEA, bu “olağanüstü” büyümenin, hükümetlerin Kasım 2023’te Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamında düzenlenen 28. Taraflar Konferansı‘nda (COP28) kabul edilen, fosil yakıt tüketimini önemli ölçüde azaltmak için 2030’a kadar yenilenebilir enerji kapasitesini üç katına çıkarma taahhüdünü yerine getirmeleri için “gerçek bir şans” sunduğunu da bildirdi.

IEA: Yenilenebilir enerji, üç yıl içinde dünyanın en büyük enerji kaynağı olacak 

Lider, Çin oldu

IEA’nın son raporu, güneş enerjisinin geçen yıl dünya çapında kurulan yeni yenilenebilir enerji kapasitesinin dörtte üçünü oluşturduğunu ortaya koydu.

Dünyadaki yeni güneş enerjisinin çoğu, 2020 ve 2021’de sübvansiyonların kesilmesine rağmen, geçen yıl tüm dünyanın bir önceki yıl devreye aldığından daha fazla güneş enerjisi kuran Çin‘de inşa edildi.

IEA, Avrupa, ABD ve Brezilya‘daki rekor büyüme oranlarının, yenilenebilir enerjiyi 2025 yılı başlarında küresel elektrik üretiminin en büyük kaynağı olarak kömürü geçme yoluna soktuğunu bildirdi.

Ayrıca 2028’e kadar yenilenebilir enerji kaynaklarının küresel elektrik üretiminin yüzde 42’sinden fazlasını oluşturacağı tahmin ediliyor.

Karbon emisyonlarının azaltılmasına yardımcı olmak üzere on yılın sonuna kadar küresel yenilenebilir enerjinin üç katına çıkarılması, enerji verimliliğinin iki katına çıkarılması, metan emisyonlarının azaltılması, fosil yakıtlardan uzaklaşılması ve ayrıca hem yükselen hem de gelişmekte olan ekonomiler için finansmanın artırılmasının yanı sıra, küresel ısınmanın önüne geçilmesi için tasarlanan beş ana iklim hedefinden biri olarak görülüyor.

‘Orada değiliz ama bir milyon mil uzakta da değiliz’

IEA Başkanı Fatih Birol söz konusu büyümeye ilişkin olarak “Yenilenebilir enerjinin tarihi ve muhteşem büyümesini görmek mükemmel bir haber” dedi.

Guardian‘ın aktardığına göre; Birol, raporun küresel yenilenebilir enerji kapasitesinin 2030’a kadar iki buçuk kat artma yolunda olduğunu göstermesine rağmen, COP28’in yenilenebilir enerjiyi üçe katlama hedefine henüz ulaşılmasının beklenmediğini de sözlerine ekledi.

Birol, “Orada değiliz ama bir milyon mil uzakta da değiliz” dedi ve ekledi:

“Ve hükümetler bu açığı kapatmak için gerekli araçlara sahip.”

Birol, ABD ve Avrupa’daki rüzgâr enerjisi geliştiricilerinin karşı karşıya olduğu hızla yükselen maliyetlerin sektörün uzun vadeli büyümesini engelleyeceği yönündeki endişelere ise bir önem atfetmedi. Ancak yüksek faiz oranları ve tedarik zinciri maliyetlerinin birleşimi, bazı geliştiricileri büyük açık deniz rüzgâr projelerini iptal etmeye zorlamış ve teknolojinin geleceğine ilişkin endişeleri artırmıştı.

Fatih Birol, “Ben maliyetlerdeki konjonktürel bir artışı, maliyetlerdeki yapısal bir artışla karıştırmamak konusunda çok dikkatli olurdum. Bugünkü konjonktürel maliyetler azalmaya başladıkça sektörde maliyetler düşmeye devam edecektir” dedi.

Ayrıca IEA, yükselen ve gelişmekte olan ekonomilerin finansmana erişim, yönetişimi güçlendirme ve yatırımcı riskini azaltmak ve yatırım çekmek için gerekli olacak sağlam düzenleyici çerçeveler oluşturma konusunda zorluklarla karşılaşacağını da bildirdi. Ek olarak bunların henüz mevcut olmadığı ülkelerde ise yeni hedefler ve politikalar oluşturmanın da karşılaşılacak zorluklardan bazıları olduğu belirtildi.

Son olarak IEA Başkanı Birol, “Bana göre uluslararası toplumun önündeki en önemli zorluk, birçoğu yeni enerji ekonomisinde geride kalan yükselen ve gelişmekte olan ekonomilerde yenilenebilir enerji kaynaklarının finansmanını ve dağıtımını hızla arttırmak. Üç katına çıkarma hedefine ulaşmadaki başarı buna bağlı olacak” dedi.