Ana Sayfa Blog Sayfa 1956

İçişleri Bakanı Soylu’nun hedef gösterdiği Barış Atay saldırıya uğradı

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun sosyal medya üzerinden hedef gösterdiği Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Barış Atay İstanbul Kadıköy’de bir grubun saldırısına uğradı.

TİP tedavisi Haydarpaşa Numune Hastanesi‘nde devam eden Atay’ın sağlık durumunun iyi olduğunu belirterek  “Gün içinde Süleyman Soylu tarafından hedef gösterilen Genel Başkan Yardımcımız Barış Atay, bu gece ‘kimliği belirsiz’ bir grubun saldırısına uğramıştır. Barış yoldaşımızın sağlık durumu iyidir” ifadelerini kullandı.

Saldırının sorumluluğunun Süleyman Soylu’ya ait olduğunun belirtildiği açıklamada “İçişleri Bakanlığına Saray tarafından atanmış, ikbali tek adamın iki dudağının arasında olan bir bürokratın görevi seçilmiş milletvekillerine hakaret etmek değildir. İstifa etmeyi bile beceremeyen İçişleri Bakanı haddini bilmelidir” denildi. 

Soylu ne demişti?

Batman’da 18 yaşındaki İpek Er’e cinsel saldırıda bulunarak intihara sürükleyen uzman çavuş Musa Orhan‘ın serbest bırakılmasına karşı büyük bir tepki doğmuştu.

Soylu ise Musa Orhan’ın tutuklanması için yapılan kampanyanın amacının “HDP milletvekilinin ve diğer PKK’lıların yaptıklarının üstünü örtmek” olduğunu iddia etmişti.

İçişleri Bakanı’na tepki gösteren Atay, sosyal medyada “Sen bir seri tecavüzcüyü korudun, kolladın. Hayatın boyunca her fırsatta yüzüne vurulması, asla unutmaman için uğraşacağız” dedi.

Bunun üzerine Atay’ın bahsi geçen paylaşımını alıntılayan Soylu,  “Benden ‘tecavüzcü kollayıcı’ olmaz da Senden tam tecavüzcü olur…” mesajını paylaşarak Atay’ı hedef gösterdi.

 

Samela Sateré Mawé: The smoke of the fires prevent us from breathing [Climate Generation Talks-11]

Samela Sateré Mawé is a 23 year old Fridays For Future indigenous climate activist from Manaus, capital of Amazonas. Samela, of the Sateré Mawé indigenous ethnic group , is the first member of her family to attend university, where she studies biology. She is one of the 16 activists involved in the SOS Amazonia.

I would like to thank to Valentina Ruas from FFF Brasil for her time and effort for the Portuguese-English translation to make this interview possible.

Atlas: I imagine you have lived the consequences of climate crisis for a long time but please tell us how you became a climate activist

Samela: I became a climate activist since I entered college in 2015, but this has been accentuated since 2019, when I took part in my first climate strike and in 2020, when I got to know Fridays for Future and when I started to help the activists of Fridays for Future Brazil in their SOS Amazônia campaign.

… with the pollution that reaches our rivers and communities and the changing of climate itself, because we can’t predict anymore when will be the rain and drought seasons, besides the smoke of the fires that impairs our breathing.

Photograph: Raphael Alves

‘We can’t predict the seasons anymore’

How has climate change affected the Amazonas community in the last few years?

Climate change has been affecting indigenous peoples in a lot of ways, for example with the pollution that reaches our rivers and communities and the changing of climate itself, because we can’t predict anymore when will be the rain and drought seasons, besides the smoke of the fires that impairs our breathing. However, climate change is affecting everyone, not only indigenous populations.

‘Indigenous lands are the most preserved areas’

What are the government’s policies towards indigenous peoples and their lands?

Brazil has 13% of its territory formed by demarcated indigenous lands, but the current government is trying to review this percentage, which means that this land can be unmarked in the future. This is a great impasse that we are waging, because the demarcated areas are the most preserved, so not marking them or reviewing the ones that already exist can be a big problem due to the climate crisis.

People are still prejudiced, don’t respect our territory and invade it, don’t respect our cultures, want to impose their ideology as if their beliefs or gods were more important than ours, kill several indigenous peoples because of the land they want to invade in order to do illegal mining, to hunt and deforestate.

Photograph: Raphael Alves

‘People are invading and killing’

We have seen decades of destruction of your land and the violation of human rights in Manaus. Do you have any protection laws to secure the way you live? What do you think is the biggest issue?

In the Brazilian Constitution there is the article 231, which in theory guarantees the right of indigenous people to their cultures, lands and way of life, but that’s not what we see in practice, because the Constitution is not respected.

People are still prejudiced, don’t respect our territory and invade it, don’t respect our cultures, want to impose their ideology as if their beliefs or gods were more important than ours, kill several indigenous peoples because of the land they want to invade in order to do illegal mining, to hunt and deforestate. So yes, there is a non-municipal law and a national article, but they don’t protect the way we live and are not taken into account.

… we need to be respected, as well as our lands, beliefs and cultures, and we need to be consulted in every decision…

‘We need to be consulted in every decision’

If you had a microphone on a world stage, what would you ask of people involved – be it activists, scientists, etc – working on the issues of the climate crisis, land tenure and human rights?

If I had the opportunity to speak at a place where important people could hear me, I would say that we need to be respected, as well as our lands, beliefs and cultures, and we need to be consulted in every decision, being it for example the construction of a highway that crosses our land or the construction of a hydroelectric plant placed in our rivers. I would say that people need to hear us, because we have a lot to tell.

You are a biology student at the moment. What do you want to do in the future?

Nowadays I study Biology at the Manaus’ State University, and in the near future I want to do a master’s degree in education or in the biological area, and finally graduate so that somehow I can contribute to help my people.

Food aid within the SOS Amazonia campaign

You are one of the climate activists involved in the SOS Amazonia campaign. How has Covid-19 affected your people and what is the situation at the moment?

I’m one of the activists working in the campaign, which is already in its second stage, aiming to install internet and medical care for indigenous people of Purus and Upper Negro River, but I’m from a community in Manaus. Covid-19 directly affected my community because we basically live depending on crafts, so with the social isolation and the closure of stores we were not able to commercialise the crafts anymore, being helpless towards this  situation, lacking money to buy food, medicines, etc, besides some people getting infected by Covid-19.

There were no deaths though, we treat ourselves with traditional medicine, using herbs, teas and ointments, and we are currently producing masks for our own protection and as a form of income. This was the way we found to protect ourselves and also other people.

Samela Sateré Mawé: Yangınlar nefes almamızı engelliyor [İklim Kuşağı-11]

Samela Sateré Mawé, Amazonas’ın başkenti Manaus‘tan 23 yaşındaki Fridays For Future yerli iklim aktivisti. Sateré Mawé yerli etnik grubundan olan Samela, ailesinde ilk defa üniversiteye giden bir biyoloji öğrencisi.

Bu röportajı mümkün kılan Portekizce-İngilizce çevirisine ayırdığı zaman ve emeği için FFF Brezilya’dan Valentina Ruas‘a teşekkür ederim.

Atlas: Uzun süredir iklim krizinin sonuçlarıyla birlikte yaşadığını düşünüyorum ama lütfen bize nasıl bir iklim aktivisti olduğunu anlatır mısın?

Samela: 2015’te üniversiteye başladığımdan beri bir iklim aktivistiyim, ancak 2019’da ilk iklim grevime katıldığımda daha da bu konunun üzerinde durmaya başladım ve 2020’de Fridays for Future’ı tanıdığım ve Fridays For Future Brezilya aktivistlerine SOS Amazônia kampanyasında yardım etmeye başladığımdan beri bu daha da belirginleşti.

“…topluluklarımıza ulaşan kirlilik ve iklimin kendisinin değişmesi, çünkü artık nefes almamızı engelleyen yangın dumanlarının yanı sıra yağmur ve kuraklık mevsimlerinin bile ne zaman olacağını tahmin edemiyoruz.”

Fotoğraf: Raphael Alves

‘Mevsimlerin ne zaman olacağını bilemiyoruz’

İklim değişikliği Amazonas topluluğunu son birkaç yılda nasıl etkiledi?

İklim değişikliği yerli halkları pek çok şekilde etkiliyor, örneğin nehirlerimize ve topluluklarımıza ulaşan kirlilik ve iklimin kendisinin değişmesi, çünkü artık nefes almamızı engelleyen yangın dumanlarının yanı sıra yağmur ve kuraklık mevsimlerinin bile ne zaman olacağını tahmin edemiyoruz. Ancak iklim değişikliği sadece yerli halkı değil herkesi etkiliyor.

‘En çok korunan bölgeler yerlilere ait’

Hükümetin yerli halklara ve topraklarına yönelik politikaları nelerdir?

Brezilya, sınırları belirlenmiş yerlilere ait topraklardan oluşan alanın yüzde 13’üne sahip, ancak mevcut hükümet bu yüzdeyi gözden geçirmeye çalışıyor, bu da bu toprakların gelecekte işaretlenmeyebileceği anlamına geliyor. Bu, yaşadığımız büyük bir çıkmaz, çünkü sınırları belirlenmiş alanlar en çok korunan bölgelerdir, bu yüzden onları işaretlememek veya mevcut olanları gözden geçirmek iklim krizi nedeniyle büyük bir sorun olabilir. 

Fotoğraf: Raphael Alves

‘İşgal ediyor ve öldürüyorlar’

Manaus’ta onlarca yıldır toprağınızın tahrip edildiğini ve insan haklarının ihlal edildiğini gördük. Yaşama şeklinizi güvence altına almak için herhangi bir koruma yasanız var mı? Sizce en büyük sorun nedir?

Brezilya Anayasası’nda teorik olarak yerli halkın kendi kültürlerine, topraklarına ve yaşam tarzlarına sahip olma hakkını garanti eden 231. madde var, ancak pratikte gördüğümüz bu değil, çünkü Anayasaya saygı gösterilmiyor. İnsanlar hâlâ önyargılı, bölgemize saygı duymuyor ve işgal ediyorlar, kültürlerimize saygı duymuyorlar, sanki inançları veya tanrıları bizimkilerden daha önemliymiş gibi ideolojilerini empoze etmek istiyorlar. Yasadışı madencilik yapmak, avlanmak ve ormansızlaştırmak için istila etmek istedikleri topraklar yüzünden yerli halkı öldürüyorlar. Yani evet, bir yasa ve ulusal bir kanun maddesi mevcut, ancak yaşama şeklimizi korumuyorlar ve dikkate almıyorlar.

, topraklarımıza, inançlarımıza ve kültürlerimize olduğu kadar saygı gösterilmesi gerektiğini ve her kararda danışılmamız gerektiğini söylerdim…

‘Danışılmamız gerekiyor’

Dünya sahnesinde bir mikrofonun olsaydı, iklim krizi, toprak kullanım hakkı ve insan hakları konularında çalışanlardan – aktivist, bilim insanı vb. – ne sorardın?

Önemli insanların beni duyabileceği bir yerde konuşma fırsatım olsaydı, topraklarımıza, inançlarımıza ve kültürlerimize olduğu kadar saygı gösterilmesi gerektiğini ve her kararda danışılmamız gerektiğini söylerdim.

Örneğin arazimizden geçen bir otoyolun inşası veya nehirlerimize yerleştirilmiş bir hidroelektrik santralinin inşası gibi. İnsanların bizi duyması gerektiğini söyleyebilirim çünkü anlatacak çok şeyimiz var.

Şu anda biyoloji öğrencisisin. Gelecekte ne yapmak istiyorsun?

Şimdi Manaus Eyalet Üniversitesi’nde Biyoloji okuyorum ve yakın gelecekte eğitim veya biyoloji alanında yüksek lisans yapmak ve sonunda mezun olmak istiyorum, böylece bir şekilde halkıma yardım etmeye katkıda bulunabileyim.

SOS Amazonia kampanyasında dağıtılan gıda yardım paketleri

 SOS Amazonia kampanyasına dahil olan iklim aktivistlerinden birisin. Covid-19 halkını nasıl etkiledi ve şu anda durum nedir?

Purus ve Yukarı Negro Nehri‘nin yerli halkına internet ve tıbbi bakım kurmayı hedefleyen, halihazırda ikinci aşamasında olan kampanyada çalışan aktivistlerden biriyim, ancak Manaus’ta yaşayan bir topluluğun üyesiyim. Covid-19 doğrudan topluluğumu etkiledi çünkü temelde el sanatlarına bağlı yaşıyoruz, bu nedenle sosyal izolasyon ve mağazaların kapanmasıyla el sanatları ticaretini artık yapamıyoruz. Bu durum karşısında çok çaresiz kaldık.

Birçok insana Covid-19 bulaşmasının yanı sıra, yiyecek, ilaç vb. alacak paramız yoktu. Yine de ölüm olmadı, kendimize şifalı otlar, çaylar ve merhemler kullanarak geleneksel ilaçlarla tedavi sağlıyoruz ve şu anda kendi güvenliğimiz için ve bir gelir biçimi olarak maskeler üretiyoruz. Kendimizi ve diğer insanları korumak için bulduğumuz en iyi yol buydu.

Atıksız ev mümkün mü?

Son zamanlarda tüm dünyada önemli sayıda insan, ev yaşamında sıfır atığın mümkün olabileceğiyle ilgili blog, video kanalı ya da diğer sosyal medya hesaplarından çeşitli paylaşımlarda bulunuyor. Hepsinin ortak noktası sıfır atıklı bir hayat sürmenin mümkün olması. Peki, gerçekten de öyle mi? Gelin bunun üzerine biraz beyin jimnastiği yapalım.

Plastik ambalaj: Atıksız yaşamanın mümkün olup olmadığını tartışmadan önce bazı işe yarayacak bilgilere ihtiyacımız var. Öncelikle doğada atık olmadığını tüm canlıların ürettiği “atıkların” başka canlılar için bir besin kaynağı olduğunu hatırlatalım. Bu temel bilginin yanında bazı başka bilgilere de ihtiyacımız var. Bunların başında her yıl artmakta olan plastik üretim miktarı geliyor. Bu bilgi önemli çünkü üretilen toplam plastiğin önemli bir kısmı ambalajlı ürünler için kullanılıyor. Örneğin şu rapora göre, Türkiye’de 2020 sonuna kadar 8.9 milyon ton plastiğin üretileceği ve bunun da %40’a yakının ambalaj olacağı tahmin ediliyor.

Bu değerlerin ne anlama geldiğini, herhangi bir marketin yiyecek içecek reyonlarına bakarak anlayabilirsiniz. Sadece sıradan marketlere değil, atıksız yaşam için önerilerde bulunanların sıklıkla başvurduğu organik ürün satılan dükkânlarda da durumu anlamanıza yarayacak görüntüler mevcut. Poşet içerisinde satılan organik bakliyatlar, ya da vakumlanmış poşette ve polistiren köpük tabak üzerinde satılan organik tavuk!

Hane halkı geliri: Diğer önemli veri de ücretli çalışanların aylık kazançlarının asgariliği ve bunların tüm çalışan popülasyon içerisindeki oranı. Hane halkı işgücü istatistiklerine göre asgari ücretlilerin oranı %22 iken, DİSK-AR’a göre bu oran yaklaşık %35’ler seviyesinde. Yani toplumun önemli bir kısmı kıt kanaat geçiniyor.

Mesafe: Bir diğer önemli bilgi de gıdanın üretildiği yer ile tüketildiği yer arasındaki mesafe. Büyükşehirlerdeki sebze ve meyvenin önemli bir kısmı başka illerden taşınıyor. Bu taşıma esnasında önemli oranda karbon salımı söz konusu. Yani ülkenin kuzeyindeki bölgelerde yaşıyorsanız çoğu meyve sebzeniz güneyden, güneyindeki bölgede yaşıyorsanız da çoğu başka ihtiyacınız da kuzeyden geliyor.

İçme suyuna erişim: Diğer bir bilgi de musluktan içilebilir su akan şehir sayısının bir elin parmaklarını geçmediği gerçeği. Bu durumda ya pahalı arıtma cihazlarıyla suyunuzu içilebilir hale getireceksiniz ya da ambalajlı su içeceksiniz. Gerek ambalajlı su tüketimindeki artış gerekse de plastik ambalaj üretimindeki artış ikinci durumun daha yaygın gerçekleştiğinin kanıtı.

O halde bu bilgiler ışığında düşündüğümüzde atıksız bir evin mümkün olabileceğini söyleyebilir miyiz? Bana sorarsanız bir hobi olarak evet! Ancak çözüm önerisi olarak hayır! Atıksız yaşamaya dair yapılan önerilerle atıksız bir hayat mümkün ancak yeteri kazancınız ve üretim yapabildiğiniz alanınız varsa! Aksi takdirde ancak biraz daha az atık üretimi konusunda bir ilerleme kaydedilebilirsiniz. Çünkü atıksız bir hayat sürmeniz sadece sizin tek başınıza karar verip gerçekleştirebileceğiniz bir karar değil.

Organik beslenme kolay mı?

Bir kere ambalajlı ürün tüketmeye zorlanmanız söz konusu. Hayır, ambalajsız ürün tüketelim derseniz, o zamanda da büyük şehirlerden kırsala göç etmeniz gerekecek! Yoksa o ambalajsız ürünler size doğru gelmeli. Daha henüz ambalajsız ürünlerin kalitesine değinmedim. Çünkü açıkta satılan ürünlerin kalitesi konusunda Türkiye’nin sicili pek parlak değil (Ambalajlılarda da çok parlak sayılmaz).

Organik beslenelim, hem tarım kimyasalları olmasın hem de sağlıklı yaşayalım diye düşünürseniz şayet karşınıza organik tarımın kilometrelerce ötede gerçekleştiği gerçeği çıkıyor. Her yanı beton ve asfalt olan büyük şehirlerin ne içinde ne de çeperinde organik tarım olamaz. Hadi ondan vazgeçtiniz poşetsiz ambalajsız sebze meyve tüketelim derseniz ve bu amaçla pazara giderseniz bu sefer de karşınıza o sebze meyvenin kilometrelerce öteden geldiği gerçeği çıkacak. Belki siz poşet ya da ambalaj kullanmamış olacaksınız ancak o ürünler sizin önünüze gelene kadar tonlarca karbondioksit atığını üretmiş olacak bile!

‘Hobi olarak’ atıksız yaşamak

Amacım içinizi karartmak değil, sadece hobi faaliyetlerinin sorunun çözümü gibi sunulması yanılgısından biraz olsun sizi uzaklaştırmaya çalışmak. Çünkü bu hobi faaliyetleri üzerinden geliştirilen algıyla sorunun asıl kaynağı olan aşırı ve doğa düşmanı üretim/tüketim tarzı maskelenmeye çalışılıyor. Tıpkı plastik üreticilerinin atıksız denizler için kurulan bir organizasyona sponsor olup günahlarını STK’ları kullanarak hafifletmeye çalışması gibi. Çünkü o zaman sürdürülebilirliğe katkı sağladığını iddia ederek daha fazla kar etme arzusunu da büyütebilecek. Vatandaşa çöp toplatma kampanyası düzenleyen, plastik ambalajlı üründen başka ürün satmayan küresel şirketler de benzer bir şey yapıyor. Böylelikle sorunun nedeninin bilinçsiz vatandaş olduğu algısı pompalanabiliyor. Kendileri de bu işten sıyrılabiliyor. Kendilerine destek olmaya meraklı “uzmanlar” da bolca mevcut zaten.

Atıksız evler için önerilen diğer bir şey de kullanılan çeşitli ekipmanların yerine konulan ikame ürünler. Hepsi birbirinden güzel ve kullanışlı olan bu ürünlerin ortak noktaları ise pahalı olmaları! Çünkü maliyet yüksek ve iddiaları da yüksek ücreti hak ediyor. En azından üreticileri öyle düşünüyor. Birkaç örnek vermek gerekirse, içerisinde plastik vb. kullanılmayan diş fırçalarının tanesi 15 TL’den başlayan fiyatlara sahip. Oysaki her yerde mantar gibi biten marketler zincirlerinde plastik diş fırçalarını 2 TL’ye bulmak mümkün. Dar gelirli bir aile sizce hangisini tercih eder?

Benzer durum mutfak gereçlerinde de mevcut, banyodaki diğer ekipmanlarda da. Kimi ürünlerde fiyat farkı 10 kata kadar çıkabiliyor. Nasıl ki organik ürünlerle beslenmek köyde/çiftlikte/vb. yaşamıyorsanız ciddi bir gelir gerektiriyorsa, atıksız yaşamak da önemli bir gelir gerektirebiliyor. Ancak burada değinmeden geçemeyeceğimiz bir gerçek daha var o da düşük ücretin beraberinde düşük tüketimi zorlaması! İşte bu yüzden aslında asgari ücretli farkında olmadan minimum atıkla yaşıyor denilebilir. Ancak ne yazık ki bu durum çevre ya da atıkla ilgili bir farkındalığı kendiliğinden ortaya çıkartmıyor. Nasıl ki zengin ve imkanı olanlar daha bilinçli olmuyorsa yoksul olanlar da daha bilinçli ya da bilinçsiz olmuyor.

En uygulanabilir öneri: Kompost

Bir diğer atıksız ev önerisi ise kompost. Yani gıda atıklarının kıymetli gübreye dönüştürülmesi işi! Çoğu insan imkânları dâhilinde bunu gerçekleştirebiliyor. Özellikle bahçesi olan ya da evinde uygun boş alan olanlar çıkan organik ürünleri kompost haline getirip sonra da bu kompostu bitkilere gübre olarak verebiliyor. Bunun birçok örneğine şahit oldum. Belki de atıksız ev önerilerindeki en uygulanabilir öneri bu denilebilir. İlla bitki yetiştirip bu kompostlarla da o bitkileri beslemek zorunluluğunuz yok. Herhangi bir yeşil alanda da bu kompostları değerlendirme imkânı söz konusu.  Ayrıca kent bostanları ya da apartman bahçeleri gibi alternatifler için de oldukça güzel gübre kaynakları. Hem böylelikle çeşitli ürünlere de yerelde erişebilme imkânını güçlendiriyor.

Ancak burada da bu uygulamaları yapabileceğimiz yeteri alan var mı sorunsalı karşımıza çıkıyor. Maalesef ki çoğu yerde bu uygulamaları gerçekleştirmek imkânsıza yakın halde. O durumda da devreye belediyeler giriyor. Onun için de ciddi vizyon gerekli. Aslında bu, belediyelerin yapması gereken asli bir iş! Ancak şu ana kadar bu uygulamayı yapabilen vizyon sahibi bir belediyeye rastladığımı söyleyemem. Asgari hizmetler için bile vizyona ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde yaşıyoruz ne de olsa.

Geri dönüşüm atıksızlık değil

Ambalajlı ürünlerin nasıl dayatıldığından bahsettik ama tekrar söylemekte fayda var. Birçok market ve mağaza siz istemeseniz bile peynirinizi, zeytininizi ve diğer gıdalarınızı, açıktan da alsanız size plastik ambalaj içerisinde veriyor. Bunun yanında, bulaşık deterjanından, banyo jeline, temizlik ekipmanından tıraş bıçağına kadar her şey plastik ambalaj içerisinde. Ambalajsız aldığınız ürünler bile size getirilene kadar tek kullanımlık ambalajlarla taşınıyor. Bunun plastik, kâğıt ya da teneke olmasının bir önemi yok. Sonuçta üretilen bir atık söz konusu! Siz de bunları satın alınca o ambalaj ve karbondioksit atığına ortak olmuş oluyorsunuz. Bunu yapamayıp tekil ambalajlı ürün alıp o ürünün ambalajlarını ayrıştırıp geri dönüşüm kutusuna atmanızın da bir önemi yok!

Geri dönüşüm atıksızlık değil, aksine atığın sürekliliğini sağlamaktadır. Çünkü henüz bu çöpleri (organik olanlar hariç) doğaya tekrar atık bırakmadan dönüştürebilen bir teknoloji yok. Ne yazık ki böyle! O sebeple bu tür atıksız yaşam kararlarını alırken bu durumların bilincinde hareket etmekte fayda var.

Sonuç olarak her ne kadar atıksız yaşamak mümkün olmasa da daha az atıkla yaşamak mümkün. Ürüne özel tekil ambalajlı ürünlerdense toplu olarak ambalajlanmış ve ağırlık usulü satılan ürünleri tercih etmek ve evinizden götürdüğünüz çok kullanımlık kapları kullanmak sahip olduğunuz atık ayak izinizin diğer tüketicilerle paylaşılmasına neden olacaktır ki bu da tek tek ambalajlanmış ürün tüketmekten daha faydalıdır.

Bunun yanında yerel ürünlerin tercihi de sizi daha az atıklı yaşayan biri haline getirecektir. Çünkü yerelden alınan ürün, daha az mesafe kat ederek size ulaşacaktır. O sebeple kent bostanı ve apartman/balkon bahçeciliği işini ciddiye alsak iyi ederiz. Sözün özü, plastik üreticileri kârlarından vaz geçmedikçe, ambalajlı birçok çeşit ürünü (çoğu neredeyse aynı) piyasaya süren şirketler ambalaj modellerini yeniden kullanıma uygun hale getirmedikçe, yerel yönetimler ve merkezi yönetimler plastiksiz yaşamı destekleyerek ve her türlü atık potansiyeli taşıyan eşyalara sınırlama getirmedikçe atıksız yaşama tercihimiz bir hobi olmaktan öteye geçemeyecektir.

Taylandlı üreticiler pirincin karbon ayak izini azaltmak için harekete geçti

Yazan: John Reed

Yeşil Gazete için çeviren: Eren Yılmaz

***

Tayland’ın pirinç üretiminde öncü bölgesi Suphanburi’de yaşayan çiftçi Rampha Khamhaeng, çeltik tarlaları için yeni tarım yöntemini ilk duyduğunda ikna olmamıştı: Görünüşe göre bu yöntem, hem su kullanımı hem de sera gazı emisyonlarını azaltmayı vadediyordu.

“Dönüşümlü ıslatma ve kurutma” adı verilen yöntem, geleneksel uygulamalarla tamamen ters düşüyor, çünkü Taylandlı üreticilerin halihazırda kullandıkları uygulama, büyüme mevsimi boyunca tarlaların su altında tutulmasını gerektiriyor.

Bu yeni yöntem ayrıca su altındaki tarlada bitki artıkları ve diğer organik maddelerin çözünürken doğaya saldığı metan miktarını da azaltmakta. Metan gazı, küresel ısınmanın artmasında önemli bir etken ve pirinç üretimi bu gazın salımında hayvancılıktan sonra ikinci en büyük tarımsal kaynak.

Rampha Khamhaeng “Dürüst olmak gerekirse en başta inandırıcı gelmedi” diyor. Giydiği sarı t-shirt’ün üzerinde Tayland hükümeti ile ortaklaşa “Sürdürülebilir Pirinç Platformu” pilot uygulamasına sponsor olan GIZ (Alman Uluslararası İşbirliği Kurumu) logosu var. “Deneyince gördüm ki gerçekten işe yarıyor – en iyi yöntem bu.”

Uygulanan yöntemin onun için çevreci olmasının dışında başka olumlu yanları da var. Khamhaeng bu uygulamayla hem zamandan hem de tarlasına su pompalamak için kullanmak zorunda kaldığı dizel yakıta harcadığı paradan tasarruf ettiğini ifade ediyor. Suphanburi dâhil altı bölgede 100.000 haneye ulaşmayı hedefleyen “Thai Rice NAMA” projesi, eylemciler ve hükümetlerin pirincin iklim değişikliğine etkisini azaltmak için yürütülen çalışmanın bir parçası.

Standartları belirlemek

Konuyla ilgili Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü kıdemli araştırmacısı ve Vietnam temsilcisi Bjoern Ole Sander, “Küresel boyutta pirinç üretimi, sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 1,5’ini oluşturuyor – bu oran tüm hava ulaşımı emisyonlarıyla aynı miktarda”diye konuşuyor.  Hindistan ve Tayland’dan sonra dünyanın en büyük pirinç ihracatçısı olan Vietnam, Paris İklim Anlaşması kapsamındaki taahhütlerine düşük karbonlu pirinç üretimini de eklemiş durumda.

Fakat pirinç yetiştiren ülkelerdeki çiftçileri ve hükümetleri sektörün çevresel ve diğer alanlardaki maliyetlerini dikkate almak konusunda ikna etmek zaman alıyor. Pirinç ticareti, uluslararası düzeyde diğer gıda ürünlerinde olduğu gibi işlemiyor:  Ülkede kalan mahsulün oranı, kahve ya da buğday gibi ürünlere oranla çok daha yüksek. Sonuç olarak, işçi hakları ve çevre ile ilgilenen grupların ilgisi yetersiz kalıyor.

Sulak arazi: Taylandlı bir çiftçi pirinç topluyor. Tarlanın uzun süre su altında kalması, yayılan metan miktarının da artması anlamına geliyor. © Saravut Vanset / Solent News / Shutterstock

GIZ bünyesinde çalışan tarım ve gıda uzmanı Suriyan Vichitlekarn, “Kakao ve kahve gibi diğer ürünlerde daha gelişmiş bir sürdürülebilirlik standardı var” diyor: “Pirinç sektörü için yaklaşık 10 yıl öncesine kadar hiçbir standart yoktu.”

Sürdürülebilirliğin, şirketlerin ve hükümetlerin gündemlerinde üst sıralara yerleşmesiyle birlikte, pirincin karbon ayak izi de gündem başlıklarından biri haline geliyor. Dünya nüfusu ile birlikte pirinç talebi de artıyor ve bu ürünün yıllık su tüketimi ve gaz emisyonları, tarım ürünleri arasında en yüksek oranlardan birine sahip.

GIZ’in bu sektördeki ilk girişimi, iyi tarım uygulamaları ve standartlarını teşvik etmek için Tayland, Vietnam, Filipinler ve Endonezya‘yı içeren Better Rice Initiative Asia adlı bir projeyle olmuştu.

Bugünkü projenin ismi Thai Rice Nama ve bu projenin çıktıları su tasarrufu, biyolojik çeşitlilik, işçi güvenliği ve çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılmasına kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilirlik endişelerini içeriyor.

Alternatif ıslama ve kurutmanın yanı sıra, bu projede daha düz çeltikler üretmeyi sağlayan lazerli arazi tesviyesi gibi uygulamaların kullanılması da teşvik ediliyor. Bu uygulamalar çiftçilerin hem su hem de gübre kullanımlarını azaltmalarına imkân sağlıyor.

Küçük tarlalar, büyük resim

Tayland hükümeti için bu uygulamanın odak noktası sürekli iş imkânları yaratmak ve ülke için daha kârlı şekilde gıda üretmek. Ancak, çoğunluğu kadın olan çiftçiler için öncelik kendi geçim kaynaklarını sağlamak.

Bir başka Suphanburi çiftçisi olan Sawanee Phorang, lazerle arazi tesviyesini duyduktan sonra YouTube’da uygulamaları izlemeye başladı; uygun imkanlar oluştuğunda da kendi tarlasında denemeye gönüllü oldu.

Daha yeşil tahıl: Pirinç çiftçileri mahsullerini çevre dostu tarım uygulamalarının yaygınlaştırılması için çalışılan Kuzey Tayland’da hasat ediyor. /AFP

Sawanee çiftlik masraflarını kaydettiği bir deftere göz gezdirerek, “Bu yöntem yakıt maliyetimi yüzde 50 azalttı,” diyor. Kendisi, dört kişilik bir ailenin geçiminden sorumlu ve pirinç tohumu satmak, pirinçten tatlılar ve erişte yapmak gibi birçok farklı yöntemle geçimini sağlıyor.

Bu uygulama, geçen yılki olağan dışı şiddetli kuraklıktan sonra Tayland’da iklim değişikliğinin daha keskin bir odak noktasına geldiği bir süreçte ilerliyor.

Suphanburi’deki çiftçiler, kendi faaliyetleriyle değişen iklim arasında bağlantı kurmakta zorluk çekmiyor. Sawanee, “Çiftçiler olarak etkimiz az belki, ama iklim değişikliğiyle mücadelede yer almak istiyoruz” diye konuşuyor: “Tüketiciler, yetiştirdiğimiz pirinci tüketme konusunda endişe etmemeli ve çevre iyileşmeli.”

Makalenin İngilizce orijinali

[Çocuklar için Yeşil Kitaplar] Ceplerinize yaşamın tohumlarını doldurun!

Dünyanın doğal kaynakları hızla tükeniyor. Kendi kendine değil tabii. Başta su, toprak, hava, bitkiler ve hayvanlar olmak üzere onları, kendilerini yenileme fırsatı bulamadan tüketen biz insanlarız. Dünyanın limiti sınırlı, insanların açgözlülüğü sınırsız. O kadar ki gezegenimizi yiyip bitirdiğimizin pekâlâ bilincinde olsak bile, gidişata seyirci kalıyoruz.

Bir tarafta gözü doymadığı için dünyanın kaynaklarını büyük bir vurdumduymazlıkla talan etmeye devam edenler var, diğer tarafta gözü yemediği için gidişata dur diyemeyenler. Gözü yiyen azınlığın gücü yetmediği sürece, değil çocuklarımıza daha yaşanılası bir dünya bırakmak onlara yaşanılabilir bir dünya bırakıp bırakmayacağımız bile meçhul.

Kendi kuşağımızdan umudu kestiğimizden mi biliyorum, ama gezegenimiz alarm verdikçe çevrecilik, doğayı ve hayvanları korumak, sürdürülebilirlik, iklim krizi gibi doğrudan yetişkinlerin sorumluluk alanına giren konular çocuk kitaplarında giderek daha geniş yer bulmaya başlıyor. Bu elbette iyi, çünkü çocukların, onlara nasıl bir dünya bıraktığımızı öğrenmeye hakkı var. Tıpkı, küçük omuzlarına yıktığımız sorunları sorgulama ve bizden hesap sorma hakları olduğu gibi.

Son hayvanın kürkünü yüzdüğünde… 

Çocuklara yönelik “dünyayı hayal etmelerine ve sorgulamalarına yardım edecek kitaplar” yayımlamak üzere Rue du Monde yayınevini kuran Alain Serres’in yazdığı, İtalyan ressam, illüstratör ve fotoğraf sanatçısı Silvia Bonanni’nin resimlediği, Türkçe çevirisi Yapı Kredi Yayınları’ndan (YKY)  çıkan Gezegenimizi Yiyip Bitirdiğimizde, adının da açık ettiği gibi epey sert bir kitap. Bir Kızılderili deyişinden hareketle yazılmış kısacık öykünün her cümlesi üç nokta ile bitiyor. Üç noktanın boş bıraktığını ise büyük boy kolajlar dolduruyor.

Eriyen buzul sularında boğulan penguenler; koca koca ağlarda balıklar; sıranın son ağaca geldiği kesilmiş bir orman; çanta, çizme, kürk olarak insanları süsleyen derisi yüzülmüş hayvanlar; trafikte sıkışmış arabalarda burnunu kapatan insanlar; tabağındaki parayı kaşıklamaya çalışan çocuk … Tüm bu çarpıcı olduğu kadar da irrite edici illüstrasyonlar küçük okuru, ilgili sayfalarda yer alan soruların yanıtlarını keşfetmeye teşvik ediyor.

Sahi, son hayvanın kürkünü yüzüp son ağacı kestiğimizde, temiz havayı sonuna kadar tüketip hiç temiz su bırakmadığımızda ne olacak?

Alain Serres.

“Bize kala kala… Para kalacak! İyi de para yenmez ki! Bize kala kala… Altın kalacak! İyi de altın solunmaz ki!” diyen yazar, belli ki korkunç gerçeği çocuk okurdan saklama niyetinde değil. Hayır, durumun vahameti anlaşılsın istiyor. Kitabı sertleştiren ve onu benzerlerinden daha güçlü, daha sahici, daha işlevsel kılan da bu. Dediğim gibi, çocukların, onları nasıl bir dünya beklediğini öğrenmeye hakkı var. Peki, bir yandan gezegenimizi yiyip bitirmeye devam ederken, çocuklarımıza sadece bir enkaz değil, bu enkazı diriltme sorumluluğu da devretmek ne kadar hakça?!

Belli ki yazar, umudu “cepleri yaşam tohumlarıyla tıka basa dolu son bir çocuk”a yüklerken, küçük okurlarına cesaret aşılayarak öykünün (ya da gerçeğin) ağırlığını biraz yumuşatmayı tercih etmiş. Benim de umudum, bu kitabı ebeveynleriyle okuyan çocukların, daha şimdiden duyarlılık geliştirip sorumluluk üstlenmelerinden yana kuşkusuz. Ama, gözlerini tıpkı Bonanni’nin kolajlarındaki kız gibi koca koca açıp, “Hani, yaşam tohumlarım? Onları bana ne zaman vereceksiniz? Nasıl olur da benim için saklamazsınız? Ceplerimi nasıl dolduracağım, şimdi?!” demelerini de bekliyorum, doğrusu…

*

Alain Serres 1956 yılında Biarritz’de doğdu. İlk kitabı 1982 yılında “La Farandole” yayınevi tarafından yayınlandı. Daha sonra çeşitli yayınevlerinden 50’ye yakın kitabı yayınlandı. Serres 1996 yılında çocuklara yönelik, “dünyayı hayal etmelerine ve sorgulamalarına yardım edecek kitaplar” yayımlamak üzere Rue du Monde yayınevini kurdu.

Silvia Bonanni  1972 yılında Milano’da doğan İtalyan ressam, illüstratör ve fotoğraf sanatçısı, Accademia di Belle Arti di Brera’da öğrenim gördü. Resimlediği yirmiden fazla çocuk kitabı birçok dile çevrildi.

 

Petrol boru hattı projesi Afrika’nın kalbini derinden yaralıyor

Yazan: Fred Pearce

Yeşil Gazete için çeviren: Şehnaz Güven

***

Alaska petrol boru hattının tropikal bir versiyonunu hayal edin. Sadece daha uzun.  Kritik fil, aslan ve şempanze yaşam alanlarından ve 12 orman rezervinden geçerek Afrika’nın en büyük gölünü çevreliyor ve Hint Okyanusu‘na ulaşmadan önce 200’den fazla nehir ve binlerce çiftliği geçiyor. Eğer Exxon Valdez felaketinin bir benzeri burada yaşanırsa, ham petrol Afrika’nın en çok biyolojik çeşitliliğe sahip mangrov ve mercan resiflerinden bazılarının bulunduğu devasa bir alana saçılacak.

İşte böyle bir proje, Afrika’nın kalbindeki yeni petrol sahalarından dünyaya petrol taşımak için inşaata hazır. Bu proje, East African Crude Oil Pipeline (Doğu Afrika Ham Petrol Boru Hattı) olarak biliniyor.

Petrol talebinin serbest düşüşte olduğu ve fiyatların dibe vurduğu küresel bir salgının ortasında, dünya petrol üretimini artırmak için tuhaf bir zaman gibi görünebilir. Ancak petrokimya endüstrisi her zaman tükenen rezervlerin yerini alacak yeni rezervler aramakta. Uganda ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti arasındaki sınırın iki yakasını oluşturan Albert Gölü kıyılarında keşfedilen iki petrol sahası şu anda mevcut, en büyük ve en ucuz yeni rezervler arasında. Bu petrol sahaları, Alaska’nın Prudhoe Körfezi sahasının yaklaşık yarısı kadar; tahmini 6 milyar varil içeriyor.

China National Offshore Oil Corporation (Çin Ulusal Açık Deniz Petrol Şirketi) ve Fransız şirketi Total‘in 500 kuyu açmayı planladığı Kingfisher ve Tilenga petrol sahalarında inşaat çalışmaları başladı. Altyapı için şimdiden, tahmini dört milyar dolar harcandı ve petrol yatağı olan toprakları istimlak edip çok cüzi tazminatlar ödeyerek yerli toplulukları düşman edindiler.

Ancak petrolün dış dünyaya ulaştırılması için kuyular hala bir boru hattına ihtiyaç duyuyor. Şirketler bunu yapmak için Albert Gölü’nden Tanzanya‘nın Hint Okyanusu’ndaki Tanga limanına kadar 1450 km uzunluğunda, dünyanın en uzun ısıtılmış petrol boru hattını planlıyor.  Boru hattı günde 216.000 varil ham petrol taşıyacak. Petrolün kükürt oranı düşük olduğu ve aksi takdirde boru içinde katılaşacağı için, 50 santigrat dereceye (122 derece Fahrenheit) kadar ısıtılması gerekecek.

STK’ler yakıldığında petrolün karbon ayak izinin kabaca Danimarka‘nınki kadar olacağını ve binlerce çiftçinin topraklarını kaybedeceğini tahmin ediyor.”

Şirketler, petrol sahaları ve boru hattı için yerel, çevresel ve sosyal sorunları çözdüklerini ve çevresel ve sosyal etki değerlendirmelerinin 20 milyar dolarlık projeye temiz bir sağlık raporu verdiğini iddia ediyorlar. Boru hattı projesini yöneten Total, 58.000 kişiye danıştığını ve “taşınmak zorunda kalan sakinlerin sayısını en aza indirmek” için bir yol seçtiğini iddia ediyor.

Ancak yerel STK’ler ve çevresel ve sosyal etki değerlendirmeleri yapan  uluslararası uzmanlar aynı fikirde değil. Boru hattının ve üretim tesislerinin çevresel risklerinin çok büyük olduğunu ve topluluklarla yapılan istişarelerin Oxfam-Uganda’dan Gerald Byarugaba’nın “kutu işaretleme (box-ticking)”* dediği şeyden biraz daha fazlası olduğunu söylüyorlar.

Doğu Afrika Ham Petrol Boru Hattı, batı Uganda’daki Albert Gölü’nden Hint Okyanusu’ndaki Tanzanya’nın Tanga limanına kadar 900 mil uzanacak.
Harita: YALE ENVIRONMENT 360 / Kaynak: Total

Yale Environment 360, Hollanda hükümeti tarafından kurulan bağımsız bir kuruluş olan Hollanda Çevresel Değerlendirme Komisyonu (NCEA) tarafından yürütülen etki değerlendirmelerini gözden geçirdi. Değerlendirmelerin çevre sorunları hakkında sorgusuz sualsiz, olumlu ve olumsuz etkileri dengelemede önyargılı, arazi mülkiyeti konusunda “belirsiz” ve boru hattı durumunda “amaca uygun olmadığını” ortaya çıkardı.

WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) Uganda, 2017 raporunda, boru hattının Uluslararası Kırmızı Liste‘de yer alan ve tehdit altındaki türler olan;  filler, aslanlar ve şempanzelerin yaşadığı “önemli biyolojik çeşitlilik ve doğal habitatlarda önemli ölçüde bozulmaya, parçalanmaya ve kaçak avlanmanın artmasına neden olacağı” konusunda uyarıda bulundu. 2017 raporunun yazarı WWF Norveç’ten Paolo Tibaldeschi, yeni petrol hattı hakkında, “Bölgede planlanan diğer boru hatlarından daha büyük çevresel ve sosyal risklere sahip” dedi: “Daha uzun ve Victoria Gölü yakınlarındaki engebeli ve sismik bir bölgeyi ve kıyıya kadar birçok biyolojik çeşitlilik habitatı geçiyor. 

Ulusal Park’ta petrol kuyusu

Uganda’da şempanze, su aygırı ve timsah popülasyonları, petrol yataklarının bulunduğu Albert Gölü çevresinde risk altında olacak. Total, gölün kuzeydoğu kıyısındaki Murchison Şelaleleri Ulusal Parkı‘nın içindeki Tilenga petrol sahasında 32 kuyu kazmayı planlıyor.

Hollanda’daki Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’nden Romie Goedicke, “Milyar dolarlık bir petrol projesinin ideal konumu değil” diyor. Yine de, Uganda hükümeti ve ortaklarının “biyolojik çeşitliliğe yönelik tehdit konusunda görünüşte ilgisiz” olduğunu söylüyor.

NCEA’nın Albert Gölü’nün doğu kıyısında yaptığı analiz, Kingfisher Projesi‘nin 90 yıldır korunan ve büyük bir şempanze popülasyonuna sahip olan 400 kilometrekarelik Bugoma Ormanı‘nın geleceğini riske atacağını söylüyor. Bugoma Ormanı, boru hatları, yollar, bir havaalanı ve projede çalışmaya gelecek ve muhtemelen ekin yetiştirmek ve odun kömürü için ağaç keserek araziyi temizleyecek olan göçmenlerin istilası riskiyle karşı karşıya.

Fransız petrol devi Total’in 32 kuyu açmayı planladığı Uganda’nın Murchison Falls Ulusal Parkı’ndaki filler. YASUYOSHI CHIBA / AFP 

Gölün güneyinde ise daha fazla şempanze, 88 kilometrekarelik Taala Orman Koruma Alanı’nı geçen boru hattıyla yüzleşecek. NCEA, şu anda Uganda’nın balık avının yüzde 30’unu sağladığını söylediği göldeki balıkların geleceğini de “kasvetli” olarak değerlendiriyor.

’61 santim’in yaratacağı büyük tahribat

Tanzanya’da sınırın ötesindeki boru hattı, dünyanın son beş ‘küllü kırmızı kolobus maymunu’ popülasyonundan birinin yanı sıra hipopotamlar, filler, zebralar ve tur şirketlerinin hak iddia ettikleri dağ gorillerini içeren Biharamulo av rezervini de ikiye bölecek; daha doğuda, kuş yaşamı ile tanınan ve mevsimsel olarak sular altında kalan otlak bir alan olan Wembere Bozkırı’nı 32 kilometre boyunca geçecek. WWF, rezervlerin dışında 510 kilometrekarelik fil habitatının muhtemelen bozulacağını söylüyor.

61 cm (24 inch) genişliğindeki boru hattı, yolculuğunun çoğu boyunca 2 metreye kadar derine gömülecek, ancak manzaradaki izi yine de büyük olacak. Birincisi, rota boyunca 80’den fazla kontrol istasyonuna ihtiyaç duyacak: Pompalama, basıncı yönetmek, olası sızıntıları izole etmek ve yağı ısıtmak için. Ayrıca Total, boru hattının üzerindeki 30 metre genişliğindeki arazi koridorunun binalardan, ağaçlardan ve mahsullerden uzak tutulmasını, yani temizlenmesini, istiyor. Bu da çiftlikleri, ekosistemleri ve yabani hayat göçünü kesintiye uğratacaktır.

Yaban hayatı yaşam alanı ve çiftçiliğe verilen rahatsızlığın yanı sıra, ek bir tehdit de petrol sızıntılarından kaynaklanan kirlilik.

Boru hattı yolculuğunun üçte biri boyunca Afrika’nın en büyük gölü ve Nil‘in bir kaynağı olan Victoria Gölü’nün drenaj havzasından, kıyı şeridine yakın 33 km de dahil olmak üzere, geçecek. WWF, göle petrol sızıntısı tehlikesinin deprem riskiyle arttığını söylüyor. 2016 yılında, 5.6 büyüklüğünde bir depremde burada, 20 kişi hayatını kaybetti ve en az 900 bina yıkıldı.

NCEA, boru hattının tahmini 230 nehri geçmesinden özellikle endişe ediyor. Boru hattının nehir yatağındaki açık hendeklerden nehirleri geçme amacını sorguluyor. Bunların, boru hattını açığa çıkaran ve “özellikle sulak alanlarda önemli olumsuz etkilere” neden olan erozyon riski taşıdığını söylüyor.

Yerel topluluklar belirsiz bir geleceğe doğru yerinden ediliyor

Ancak en büyük kirlilik riski, 300 metre uzunluğa kadar tankerlerin yükleneceği, Tanzanya’daki Tanga limanı yakınlarındaki Chongoleani yarımadasında, boru hattının okyanus terminali civarında olabilir. WWF, “Petrolün taşınması, mangrov ve mercan resifleri üzerinden gerçekleşecek, karmaşık kıyı ortamları petrolü geri dönüştürme ve temizliğini çok zorlaştıracak” diyor. WWF, özellikle yakındaki iki deniz koruma alanına – Kenya sınırındaki Pemba-Shimoni-Kisite rezervi; ve mercan resifleri, dugongları, yunusları ve deniz kaplumbağaları ile tanınan Tanga Coelacanth deniz parkına dikkat çekiyor.

Petrol sahaları ve boru hattı, yerel toplulukları da tehdit ediyor. NCEA, Çin tarafından işletilen Kingfisher sahasının, yerel toplulukların balık ve yakacak odun gibi doğal kaynaklara büyük ölçüde bağımlı olduğu “küçük, önceden izole edilmiş bir alanda” inşa edileceğini söylüyor. Ayrıca şirketin, ortak otlak alanlarının ve su kaynaklarının kaybı için toplulukları tazmin etmeyi planlayıp planlamadığına ilişkin etki raporu da net değil ve yerel halk ile Kongolu göçmen işçiler arasında etnik gerginlikler olabileceği konusunda da NCEA uyarıda bulunuyor.

Boru hattının üçte ikisi tarım arazilerinden geçecek. Toplam, 9.500 ila 14.500 çiftliğin sadece Tanzanya’daki inşaattan etkileneceği tahmin ediliyor.

NCEA’ya göre, binlerce hane halkı “ekonomik olarak yerinden edilme” tehlikesiyle karşı karşıya.

Albert Gölü kıyısındaki Kingfisher petrol sahasındaki bir test sondaj sahasında ham petrol konteynerleri. YASUYOSHI CHIBA / AFP 

Haberler iyi değil. Uganda’da 13 köyden 7.000 kişi, Albert Gölü’nün doğu kıyısındaki Hoima bölgesinde, petrol sahaları için ekipmanla uçacak bir havaalanı da dahil olmak üzere altyapıya yol açmak için topraklarını kaybetti. Reuters, 2018’de tarlalarından vazgeçmeleri gereken öfkeli çiftçilerle röportaj yaptı. 20 çocuğu ve çok sayıda torunu olan ve 22 dönümlük çiftliğine güvenen 73 yaşındaki James Mubona, “Bu topraklar alındığında nereye gideceğimi bilmiyorum” dedi. Sürülenlerin çoğu, şimdi bir yeniden yerleşim köyünde beton evlerde yaşıyor. Sıkışık koşullardan, yeni tarlalarına uzun yürüyüşlerden ve hayvanlarına yer olmadığından şikayet ediyorlar.

Diğerleri arazi değerlemesi yapan, tüm binalarını belgelemeyen ve onlardan değerleme formlarını kurşun kalemle doldurmalarını isteyen yerel müteahhitler tarafından nakit tazminat konusunda aldatıldıklarını iddia ediyorlar. Ocak ayında, Total’in bulunduğu Fransa’nın Nanterre kentindeki bir mahkeme, Fransız ve Ugandalı STK’lerin şirket aleyhine açtığı ve şirketin, işi müteahhitlere bırakma konusundaki “tedbir yükümlülüğünü” ihlal ettiğini iddia eden bir davayı reddetti. Total, acentelerinin eylemlerinden sorumlu olmadığını savunarak yüklenici politikasına bağlı kaldı.

Boru hattına ‘çevre sertifikası’

Sarsıntılı bir başlangıcın ardından, iki petrol sahası ve boru hattının kullanıma hazır olduğu söyleniyor. Uganda’nın yeni enerji bakanı Mary Goretti Kitutu, ilerlemeye ve ülkeyi Sahra altı Afrika’nın beşinci en büyük petrol üreticisi yapmaya istekli. Ocak ayında, Tanzanya çevre bakanı Mussa Azzan Zungu boru hattına çevre sertifikası verdi.

Finansman da sağlam görünüyor. Geçen ay, Afrika Kalkınma Bankası, STK’lerin projeye fon sağlamayı planladığını iddialarını reddederek, yenilenebilir enerji projelerini desteklemeye kararlı olduğunu öne sürdü. Ancak iki kilit yatırımcı, Japon Sumitomo Mitsui Bank ve Güney Afrika merkezli Standard Bank halen projeye destek veriyor.

Uganda Devlet Başkanı Yoweri Museveni (ortada), Tanzanya Dışişleri Bakanı Augustine Mahiga (sağda) ile 2017 yılında Doğu Afrika Ham Petrol Boru Hattı’nın temelini atma töreni sırasında. GAEL GRILHOT / AFP 

Şirket ortakları arasındaki bir anlaşmazlık, Total’in petrol rezervlerini 14 yıl önce keşfeden Birleşik Krallık şirketi Tullow Oil‘i satın almasıyla nisan ayında sona erdi. Bu ay, Tanzanya Enerji Bakanı Medard Kalemani, satın alma işleminin ardından şirketlerin projeye devam edecek nihai yatırım kararının (FID), boru hattının inşaatının Nisan 2021’de başlaması için zamanında verilebileceğini duyurdu. Hat, 2024’te ham petrolü tüm dünyaya ulaştırmaya başlayacak.

Düşük küresel petrol fiyatı, son engel olabilir. Ancak endüstri analistleri, devam eden düşük petrol fiyatlarının bile bir engel olma ihtimalinin düşük olduğunu söylüyorlar. Albert Gölü çevresindeki petrol yüzeye yakın ve bölgedeki sondaj koşulları kolay, bu da üretim maliyetlerini alışılmadık derecede düşük yapıyor – Tilenga petrol sahası için varil başına sadece 20-25 dolar. Devlet boru hattı tarifeleri eklendiğinde bile, Norveç merkezli danışmanlar Rystad Energy, Tilenga petrolünü en ucuz ve kıtadaki en büyük yeni petrol projesi olarak derecelendirdi.

Bir yerel haber bülteni olan East African Business Week‘in nisan ayı sonlarında bildirdiğine göre proje “çok rekabetçi” olmaya devam ediyor. “Total, Covid-19 salgını ve petrol talebinin ve fiyatlarının düşmesi ışığında harcamaları önemli ölçüde kısma eğilimini takip ederken, projenin ekonomisi onu yakın gelecekte FID alma olasılığı en yüksek olanlardan biri yapıyor.”

Hiçbiri çevreciler için sonucu değiştirmiyor: Fiyatı ne olursa olsun, fosil yakıt rezervlerinin daha fazla geliştirilmesi Paris İklim Anlaşması’yla bağdaşmıyor. STK’lerin mart ayında Afrika Kalkınma Bankası’na gönderdiği bir mektubun belirttiği gibi, “Şu anda işletilen petrol ve gaz sahalarındaki rezervler, kömür olmasa bile, dünyayı 1,5 C derecenin ötesine taşıyacaktır.”

*

*Box-ticking: “Bir şeyi sadece yapman gerektiğini söyleyen bir kural olduğu için yapma.” Bu yazıda, yerlilerle yapılan görüşmelerine fazla kaynak ve efor harcamadan, ciddiye almadan yapıldığını belirtmek istiyor.

Makalenin İngilizce orijinali

Laura Kasırgası ABD’ye ulaştı: Altı kişi öldü, yüzlerce ev yerle bir oldu

Amerika Birleşik Devletleri’ni vuran Laura Kasırgası, Louisiana eyaletinde altı kişinin ölümüne, su taşkınlarına ve birçok binanın ise yerle bir olmasına sebep oldu. Yetililer, kasırga karaya çıktığında şiddetinin dördüncü seviyedeki ‘felaket’ boyutunda olduğunu söyledi.

Eyalet sağlık bakanı Perşembe günü yaptığı açıklamada dört kişinin evlerinin üstüne devrilen ağaçlar, bir kişinin bindiği teknenin batması ve başka bir kişinin ise jeneratörün neden olduğu karbon monoksit zehirlenmesi sebebiyle hayatını kaybettiğini duyurdu.

Kimya fabrikasında yangın

Westlake’te yer alan bir kimya fabrikasında ise kasırga sebebiyle yangın çıktı. Yangından 24 saat sonra dahi fabrikadan çıkan klor gazı çevreye yayılmaya devam etti.

Louisiana, Teksas ve Arkansas’ta en az 867 bin ev ve işyeri Perşembe öğleden sonra elektriksiz kaldı.

https://twitter.com/TheScoopUSA/status/1299078054321553410

‘Beklediğimizden daha az etkili’

Vali John Bel Edwards düzenlediği basın toplantısında kasırganın beklediklerinden daha az etkili olduğunu ancak buna rağmen çok fazla hasara yol açtığını söyledi. Edwards, “Bu, Louisiana’da karaya inen en güçlü fırtınaydı. Yaşamı tehdit eden koşullar devam ediyor” dedi.

Laura Kasırgası ABD’ye ulaşmadan önce vurduğu Haiti ve Dominik Cumhuriyeti’nde 23 kişinin ölümüne sebep olmuştu.

Ulusal Kasırga Merkezi günler öncesinden yaptığı uyarıda kasırganın şiddetini artırarak ilerlediğini söylemiş, Teksas ve Louisiana yarım milyondan fazla kişi için tahliye kararı çıkarılmıştı.

Arkansas’ta sel tehlikesi

Ulusal Kasırga Merkezi yaptığı açıklamada Teksas ve Lousiana’da etkili olan Laura Kasırgası’nın yön değiştirerek Perşembe öğleden sonra güney Arkansas’a geçtiğini ve 24 km/sa hızla kuzeydoğuya ilerlediğini söyledi.

Kasırganın Arkansas’ın iç kısımlarında yağış uyarısı veren merkez, sel taşkınlarına karşı dikkatli olunması gerektiğini söyledi.

 

 

Türkiye’de koronavirüs: 1.517 yeni tanı, 36 kişi hayatını kaybetti

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Türkiye’de koronavirüs nedeniyle son 24 saatte 36 kişinin daha hayatını kaybettiğini, 1517 yeni vaka tespit edildiğini açıkladı. Böylece toplam ölü sayısı 6 bin 245’e, vaka sayısı 265 bin 515’e yükseldi.

“Bugün 1.517 hastamız daha var. İyileşenlerin sayısı 1.000’den fazla. Aktif hasta sayımız da ağır hasta sayımız da artmaya devam ediyor. Bugün 36 CAN daha kaybettik. Hasta sayısını da can kayıplarını da azaltacak olan tedbirlere uyumdur.”

Türkiye’de ilk koronavirüs vakası 11 Mart’ta tespit edildi. O günden bu yana alınan önlemler kademeli olarak hafifletildi. 1 Haziran’dan itibarense “kontrollü normalleşmeye” geçildi. Normalleşme tablosu şu şekilde:

1 Haziran: 827 vaka, 23 ölüm (31.525 test)
2 Haziran: 786 vaka, 22 ölüm (32.325 test)
3 Haziran: 867 vaka, 24 ölüm (52.305 test)
4 Haziran: 988 vaka, 21 ölüm (54.234 test)
5 Haziran: 930 vaka, 18 ölüm (57.829 test)
6 Haziran: 878 vaka, 21 ölüm (35.846 test)
7 Haziran: 914 vaka, 23 ölüm (35.335 test)
8 Haziran: 989 vaka, 19 ölüm (39.361 test)
9 Haziran: 993 vaka, 18 ölüm (37.225 test)
10 Haziran: 922 vaka, 22 ölüm (36.521 test)
11 Haziran: 987 vaka, 17 ölüm (49.190 test)
12 Haziran: 1195 vaka, 15 ölüm (41.013 test)
13 Haziran: 1459 vaka, 14 ölüm (45.092 test)
14 Haziran: 1562 vaka, 15 ölüm (45.176 test)
15 Haziran: 1592 vaka, 18 ölüm (42.032 test)
16 Haziran: 1467 vaka, 17 ölüm (46.800 test)
17 Haziran: 1429 vaka, 19 ölüm (52.901 test)
18 Haziran: 1304 vaka, 21 ölüm (48.412 test)
19 Haziran: 1214 vaka, 23 ölüm (41.316 test)
20 Haziran: 1248 vaka, 22 ölüm (41.112 test)
21 Haziran: 1192 vaka,23 ölüm (40.496 test)
22 Haziran: 1212 vaka, 24 ölüm (41.413 test)
23 Haziran: 1268 vaka, 27 ölüm (42.982 test)
24 Haziran: 1492 vaka, 24 ölüm (53.486 test)
25 Haziran: 1458 vaka, 21 ölüm (52.303 test)
26 Haziran: 1396 vaka, 19 ölüm (51.198 test)
27 Haziran: 1372 vaka, 17 ölüm (45.213 test)
28 Haziran: 1356 vaka, 15 ölüm (48.309 test)
29 Haziran: 1374 vaka, 18 ölüm (51.014 test)
30 Haziran: 1293 vaka, 16 ölüm (50.492 test)

1 Temmuz: 1192 vaka, 19 ölüm (52.313 test)
2 Temmuz: 1186 vaka, 17 ölüm (49.714 test)
3 Temmuz: 1172 vaka, 19 ölüm (52.141 test)
4 Temmuz: 1154 vaka, 20 ölüm (48.248 test)
5 Temmuz: 1148 vaka, 19 ölüm (46.414 test)
6 Temmuz: 1086 vaka, 16 ölüm (52.193 test)
7 Temmuz: 1053 vaka, 19 ölüm (50.545 test)
8 Temmuz: 1041 vaka, 22 ölüm (49.302 test)
9 Temmuz: 1024 vaka, 18 ölüm (50.103 test)
10 Temmuz: 1003 vaka, 23 ölüm (48.787 test)
11 Temmuz: 1016 vaka, 21 ölüm (48.813 test)
12 Temmuz: 1012 vaka, 19 ölüm (45.232 test)
13 Temmuz: 1008 vaka, 19 ölüm (46.492 test)
14 Temmuz: 992 vaka, 20 ölüm (43.231 test)
15 Temmuz: 947 vaka, 17 ölüm (42.320 test)
16 Temmuz: 933 vaka, 21 ölüm (42.411 test)
17 Temmuz: 926 vaka, 18 ölüm (41.215 test)
18 Temmuz: 918 vaka, 17 ölüm (40.943 test)
19 Temmuz: 924 vaka, 16 ölüm (41.310 test)
20 Temmuz: 931 vaka, 17 ölüm (43.404 test)
21 Temmuz: 928 vaka, 18 ölüm (42.846 test)
22 Temmuz: 902 vaka, 19 ölüm (43.404 test)
23 Temmuz: 913 vaka, 18 ölüm (43.343 test)
24 Temmuz: 937 vaka, 17 ölüm (42.986 test)
25 Temmuz: 921vaka, 16 ölüm (43.312 test)
26 Temmuz: 927 vaka, 17 ölüm (40.016 test)
27 Temmuz: 919 vaka, 17 ölüm (45.283 test)
28 Temmuz: 963 vaka, 15 ölüm (47.412 test)
29 Temmuz: 942 vaka, 14 ölüm (45.712 test)
30 Temmuz: 967 vaka, 15 ölüm (43.236 test)
31 Temmuz: 982 vaka, 17 ölüm (46.492 test)

1 Ağustos: 996 vaka, 19 ölüm (44.846 test)
2 Ağustos: 987 vaka, 18 ölüm (40.287 test)
3 Ağustos: 995 vaka, 19 ölüm (41.301 test)
4 Ağustos: 1083 vaka, 18 ölüm (46.249 test)
5 Ağustos: 1178 vaka, 19 ölüm (53.842 test)
6 Ağustos: 1153 vaka, 14 ölüm (54.494 test)
7 Ağustos: 1185 vaka, 15 ölüm (56.726 test)
8 Ağustos: 1172 vaka, 16 ölüm (63.842 test)
9 Ağustos: 1182 vaka, 15 ölüm (61.446 test)
10 Ağustos: 1193 vaka, 14 ölüm (62.219 test)
11 Ağustos: 1183 vaka, 15 ölüm (61.716 test)
12 Ağustos: 1212 vaka, 18 ölüm (66.892 test)
13 Ağustos: 1243 vaka, 21 ölüm (66.892 test)
14 Ağustos: 1226 vaka, 22 ölüm (70.192 test)
15 Ağustos: 1256 vaka, 21 ölüm (67.214 test)
16 Ağustos: 1192 vaka, 19 ölüm (65.956 test)
17 Ağustos: 1223 vaka, 22 ölüm (74.846 test)
18 Ağustos: 1263 vaka, 20 ölüm (82.318 test)
19 Ağustos: 1303 vaka, 23 ölüm (87.223 test)
20 Ağustos: 1412 vaka, 19 ölüm (92.301 test)
21 Ağustos: 1203 vaka, 22 ölüm (92.227 test)
22 Ağustos: 1309 vaka, 22 ölüm (93.007 test)
23 Ağustos: 1217 vaka, 19 ölüm (80.302 test)
24 Ağustos: 1443 vaka, 18 ölüm (95.943 test)
25 Ağustos: 1502 vaka, 24 ölüm (98.231 test)
26 Ağustos: 1313 vaka, 20 ölüm (100.109 test)
27 Ağustos: 1491 vaka, 26 ölüm (106.111 test)
28 Ağustos: 1517 vaka, 36 ölüm (107.814 test)

Gül ve Düşün çocuk kitabının yazarı Musa Dinç tutuklandı

Bugün Aydın’daki evinde gözaltına alınan Musa Dinç işlemlerinin tamamlanmasının ardından adliyeye sevk edildi. “Çocuk, hayvan, ölmüş insan bedeniyle ilgili üretilen müstehcen yayınları yayınlamak” suçlamasıyla tutuklanan Dinç konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Bir masal üzerinden kıyamet kopartılıyor. Siz asıl hırsızlara, sapıklara bakın. Bir masal yüzünden toplumun ahlakı bozuluyorsa, ben toplumdan özür diliyorum” demişti. Yayınevi de kitabın piyasadan çekildiğini açıklamıştı.