Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Avrupa İlaç Ajansının (EMA) kararının ardından AB Komisyonu’nun izniyle Pfizer’in Belçika’daki tesislerinde üretilen aşıların AB üyelerine dağıtımının birkaç gün içinde başlayacağını söyledi.
AA’nın aktardığına göre Von der Leyen, aşılamaların 27, 28 ve 29 Aralık tarihlerinde bütün AB ülkelerinde başlayabileceğini duyurdu.
Düşük gelirli ülkelere temin için yardımcı olunacak
EMA’nın ABD merkezli ilaç şirketi Moderna‘nın geliştirdiği aşının onayı hakkındaki kararı da 6 Ocak’ta vereceğini aktaran von der Leyen, AB olarak düşük gelirli ülkelere aşı temini konusunda yardımcı olacaklarını söyledi.
EMA, ABD merkezli ilaç şirketi Pfizer ile Almanya’daki biyoteknoloji firması BioNTech’in Covid-19’a karşı geliştirdiği “BNT162b2” adlı aşının AB’de pazarlanmasını geçtiğimiz gün onaylamıştı.
Salda Gölü Koruma Derneği, Burdur‘un Yeşilova ilçesinde yer alan Salda Gölü‘nde yürütülen Millet Bahçesi inşaatı hakkında bir açıklama yayınladı.
İnsanların sokağa çıkmasının sınırlı olduğu pandemi döneminde inşaat çalışmalarının hız kazandığı belirtilen açıklamada proje tanıtımında söylenen “bir çivi bile çakmayacağız” sözlerinin ise unutulduğu belirtildi.
‘Beyaz kumlar üzerine ahşap bina yapıldı’
Süren inşaat hakkında bilgilerin de paylaşıldığı açıklamada “Beyaz Adalar’da dokuz adet ahşap bina beyaz kumların üzerine yere özel matkaplarla deldikleri yerlere, çelik kazıklar üzerine yapıldı. Yapılan binalar, daha önce kepçe ve kamyonlarla kumlarını başka biryere taşıyıp, sonra geri getirip el arabası ve tırmıklarla düzelttikleri beyaz kumların çevresine sıralanmışlar” denildi.
Bu durumun büfelerden ve kafateryalardan tuvalete veya mescite gidenlerin beyaz canlı yapıdaki kumulların üzerinden geçileceği anlamına geldiği belirtilen açıklamada “Beyaz kumları ezmeye, toz etmeye devam edecekler” ifadeleri yer aldı.
Halk plajı denilen bölgede de Millet Bahçesi projesinde gösterilenden çok fazla bina yapıldığı söylenen açıklamada binaların uzaklığının ise gölün kıyı kenar çizgisinden kırk-elli metre uzaklıkta olduğu belirtildi.
Arjantin‘de 14 yaşındaki Florencia Romano‘nın sosyal medya üzerinden tanıştığı erkek tarafından öldürülmesinin ardından Arjantinli kadınlar pek çok kentte yönetimi protesto etmek için sokaklara döküldü. Kadınlar polisi kadın cinayetlerine ve kadına şiddete kayıtsız kalmakla suçluyor.
Acil yardım hattı 911’e telefon edilmesine rağmen Romano’nun kurtarılamadığı yolunda haberlerin basında yer almasının ardından cinayetin yaşandığı Mendoza kentinde protesto için bir araya gelen yüzlerce kadın, adalet sarayını ateşe verdi.
33 yaşındaki Pablo Ramón Arancibia ve 27 yaşındaki eşi Micaela Méndez cinayetle suçlanıyor.
Türkiye Radyo Televizyon Kurumu‘na (TRT) ait Ulus Yerleşkesi ve Harbiye‘deki İstanbul Radyosu‘nun tarihi binası depreme dayanıksız olduğu iddiasıyla boşaltılıyor. Basın Yayın İletişim ve Posta Emekçileri Sendikası (HABER SEN) ise konuyla ilgili TRT Genel Müdürlüğü‘nden bir açıklama bekliyor.
HABER SEN konuyla ilgili yaptığı açıklamada boşalan binalarda çalışanların TV8‘den kiralanan binalara taşınacağını söyledi. Ayrıca, sendika TRT Genel Müdürlüğü‘ne ilettikleri taşınmayla ilgili sorularına cevap alamadıklarını belirterek, yaşananları dile getirmek ve kamuoyunun dikkatini çekmek için 23 Aralık Çarşamba günü 12.30’da TRT İstanbul Radyosu Harbiye binası önünde basın açıklaması yapacaklarını duyurdu.
İletişim Başkanlığı’na verileceği söylentisi
2012 yılında radyo binasının Birleşmiş Milletler‘e verilmeye çalışıldığının da hatırlatıldığı açıklamada, şimdi de İletişim Başkanlığı‘na verileceğini dair bir söylentinin olduğu vurgulandı:
Bu binalarda yapılacak güçlendirme büyük bir özen ve planlama ile yapılmalı; süreç şeffaf bir şekilde yürütülmeli ve güçlendirme sonrası kesinlikle asıl işlevlerine dönmelidir. Oysa süreç pek çok soruyu beraberinde getiriyor. Üstelik her on yılda bir Radyo Binası’na göz dikildiği de düşünülecek olursa kaygımızın büyüklüğü daha net olarak anlaşılacaktır. 2000 yılında bina, otel yapılmaya; 2012 yılında ise Birleşmiş Milletlere verilmeye çalışıldı. Şimdi de İletişim başkanlığına verileceği söylentisi var.
‘Gidip döneceğiz…’
Açıklamada binalarını vermeyecekleri belirtilerek şu ifadeler kullanıldı:
Biz TRT Haber-Sen emekçileri binalarımızı daha önce vermedik şimdi de vermeyeceğiz. Çünkü bu binaların harcında Mesut Cemil’in, Zeki Müren’in, Muzaffer Sarısözen’in, Nida Tüfekçi’nin nefesi var. Muhabir, spiker, teknisyen, kameraman arkadaşlarımızın teri var. Usta çırak ilişkisi, yayın namusu var. Stüdyolarda çınlayan alkış sesi var. Gecemiz- gündüzümüz,
bayramımız, yılbaşımız, evde bıraktığımız hasta çocuğumuz var. Sizin ve bizim çocukluğumuz, gençliğimiz, yaşlılığımız var. Toplumsal belleğimiz var.
Radyo Evimiz… Radyo sesimiz… Radyo, geçmişimiz geleneğimiz.
Gidip döneceğiz…”
HABER SEN’İN TRT Genel Müdürlüğü’ne ilettiği sorular ise şöyle:
TRT’nin binaları hangi tarihte hangi deprem testine tabi tutulmuştur?
Binalardaki risk nedir?
Raporlar hangi kurumdan alınmıştır?
Güçlendirme ve tadilat süreci nasıl yürütülecek, ne zaman tamamlanacaktır?
Tadilat süresince taşınılacak Ayazağa’daki Digitürk’e ait bina hangi koşullarla kiralanmıştır?
Bu binanın depreme dayanıklılık raporu var mıdır? Dere yatağındaki bu yapı sel riskine karşı test edilmiş midir?
Pandemi koşullarına uygun mudur?
Niçin tadilat süreci iki binada aynı anda başlamıştır?
Cevaplanması gereken en önemli soru güçlendirme sonrası geri dönülecek midir?
Dünyanın en önemli fosil alanlarından birinde bulunan kemiklerden elde edilen kanıtlar, öncüllerimizin yüzbinlerce yıl önce aşırı soğukla ve yiyecek kıtlığıyla kış boyunca uyuyarak baş etmiş olabileceklerini gösteriyor.
Bilim insanları, ilk insanların fosilleşmiş kemiklerindeki lezyonların ve diğer hasar belirtilerinin, kış uykusuna yatan diğer hayvanların kemiklerinde kalanlarla aynı olduğunu belirtiyor. Bu kanıtlar, seleflerimizin o dönemdeki şiddetli kışları metabolizmalarını yavaşlatarak ve aylarca uyuyarak geçirdiklerini ve böylece hayatta kalabildiklerini gösteriyor.
The Guardian‘dan Robin Mckie‘nin aktardığına göre, sonuçlar, Kuzey İspanya’da Burgos yakınlarındaki Atapuerca‘da Sima de los Huesos adlı bir mağarada yapılan kazılara dayanıyor. Geçtiğimiz otuz yılda, birkaç düzine insanın fosilleşmiş kalıntıları, Atapuerca’daki çukurun orta kısmını oluşturan 50 metrelik kuyunun dibindeki tortulardan kazındı. Mağarada, binlerce diş ve kemik parçası bulan araştırmacılar, bunun aslında bir toplu mezar olduğunu düşünüyor. Söz konusu fosiller, 400.000 yıldan daha eskilere dayanıyor ve muhtemelen erken Neandertallerden veya onların öncüllerinden geliyor.
L’Anthropologie dergisinde yayımlanan makalede, bölgede ilk kazı yapan ekibi yöneten Juan-Luis Arsuaga ve Yunanistan’daki Trakya Democritus Üniversitesi‘nden Antonis Bartsiokas, burada bulunan fosillerde, kemik büyümesinin her yıl birkaç ay değiştiğine dikkat çekerek, mevsimsel farklılıklar bulunduğunu belirtiyor.
Bu da, ilk insanların sınırlı yiyecek ve yeterli vücut yağı depolarıyla aşırı soğuk koşullarda uzun süre hayatta kalmalarına yardımcı olan metabolik bir duruma sokarak kendilerini korumaya aldığını gösteriyor: “Kış uykusuna yatıyorlar ve bu da kemik gelişimindeki aksaklıklar olarak ortaya çıkıyor.”
Diğer memelilerdeki lezyonlarla tutarlı bulgular
Araştırmacılar bu fikrin kulağa bilimkurgu gibi gelebileceğini kabul ediyor, ancak Afrika lemuru ve diğer lemur türleri gibi primatlar da dahil olmak üzere birçok memelinin bunu yaptığına dikkat çekiyorlar. Arsuaga ve Bartsiokas, “Bu, böyle bir hipometabolizmanın genetik temeli ve fizyolojisinin insanlar da dahil olmak üzere birçok memeli türünde korunabileceğini gösteriyor” diyor.
Sima Mağarası’ndaki insan kemiklerinde bulunan lezyonların paterni, mağara ayıları da dahil olmak üzere kış uykusundaki memelilerin kemiklerinde bulunan lezyonlarla da tutarlı. Yazarlar, “Kış uykusu stratejisi, soğuk koşullar nedeniyle bir mağarada aylar geçirmek zorunda kaldıkları için, hayatta kalabilmeleri bakımından tek çözüm olabilirdi” diye konuşuyor.
Ayrıca Sima çukurunda kış uykusundaki bir mağara ayısının ( Ursus deningeri ) kalıntılarının da bulunduğuna işaret eden araştırmacılar, insanların da zor koşullarda hayatta kalmak için ayılarla aynı şeyi yaptıkları önermesini inandırıcı kıldığına vurgu yapıyor.
Neden Simalılar?
Yazarlar karşıt argümanları da incelemiş. Inuit ve Sámi halkının, – eşit derecede sert, soğuk koşullarda yaşasalar da – kış uykusuna yatmadıkları biliniyor. Peki neden Sima mağarasındaki insanlar?
Arsuaga ve Bartsiokas cevabı yağlı balıkların ve ren geyiği yağının İnuit ve Sami halkına mensup kişiler için kışın yiyecek sağlaması ve böylece kış uykusuna yatma ihtiyacını ortadan kaldırması olarak veriyor. Yarım milyon yıl önceki Sima sahasında ise aksine, yeterli yiyecek bulunmuyor: “İberya’nın kuraklaşması o zaman Sima halkına sert kış boyunca yeterince yağ açısından zengin yiyecek sağlayamazdı ve bu da onları mağarada kış uykusuna sokabilir.”
Acımasız kışlarla karşı karşıya kalan bir Neandertal ailesine ait müze sergisi. Fotoğraf: Nikola Solic / Reuters.
Newcastle‘daki Northumbria Üniversitesi’nden adli antropolog Patrick Randolph-Quinney, “Bu çok ilginç bir argüman ve kesinlikle tartışmayı teşvik edecek” dedi: “Ancak Sima’da bulunan kemiklerde görülen varyasyonlar için başka açıklamalar da var ve herhangi bir gerçekçi sonuca varmadan önce bunların tam olarak ele alınması gerekiyor. Sanırım bu henüz yapılmadı. ”
Londra’daki Doğa Tarihi Müzesi’nden Chris Stringer ise ayılar gibi büyük memelilerin aslında kış uykusuna yatmadıklarını, çünkü büyük vücutlarının çekirdek sıcaklıklarını yeterince düşüremediğini belirtti. Ayılar, bunun yerine uyuşukluk olarak bilinen daha az derin bir uykuya giriyor.
Stringer’e göre, böyle bir durumda Sima halkının insan büyüklüğündeki beyinlerinin enerji talepleri çok büyük kalacak ve böylesi bir uyuşukluk sırasında onlar için ek bir hayatta kalma sorunu yaratacaktı. Tarihçi, “Yine de bu fikir, Sima halkının, Neandertallerin ve Denisovanların genomlarını, kış uykusu fizyolojisiyle bağlantılı genetik değişikliklerin belirtileri açısından inceleyerek test edilebilecek büyüleyici bir fikir” diye ekledi.
Sayıştay’ın Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı 2019 Yılı Denetim Raporu‘na göre Rize‘de yapılması planlanan ve 19 milyon 533 bin 333 liraya mal olması beklenen Çay Çarşısı Güdümlü Proje‘nin kıyı kanununa aykırı olduğu ortaya çıktı. Projenin yapılması planlanan dolgu alanın da Rize Belediyesi tarafından Ticaret Borsası‘na verildiği öğrenildi.
ANKA‘nın haberine göre, 23 Temmuz 2018 tarihinde başvurusu yapılan ve 14 milyon 649 bin 999 liraya mal olan projenin 24 ayda yüzde 75’lik kısmının tamamlanması öngörülüyordu.
Ancak, Sayıştay denetçileri projeyle ilgili ‘Yerinde yapılan denetimde öncelikle projenin gerçekleştirileceği alana gidilmiş, Kasım 2019 tarihi itibariyle proje kapsamında henüz herhangi bir faaliyete başlanmadığı görülmüştür’ değerlendirmesinde bulundu.
Hukuka aykırı tahsis
Sayıştay denetçileri, Rize Belediyesi’nin proje için kendisine verilen 10 bin 45,57 metrekarelik sahil dolgu alanının da hukuka aykırı olarak Rize Ticaret Borsası’na tahsis edildiğini saptadı. Sayıştay denetçilerinin raporlarında şu ifadeler yer aldı:
Bu itibarla projenin yapılacağı dolgu alanı arazi ile ilgili yer tahsisinde sorun bulunduğu gibi bu alan üzerine yapımı öngörülen yapılar da Kıyı Kanunu hükümlerine aykırılık teşkil etmektedir. Kalkınma Ajansları Proje ve Faaliyet Destekleme Yönetmeliğinin ‘Güdümlü Proje Destekleri’ başlıklı 28’inci maddesinin beşinci fıkrasının ç bendine göre ‘Uygulanmasında mülkiyet, izin, imar, ortaklık ve benzeri hukuki ve teknik engeller bulunan projelerin desteklenmemesi gerekmektedir.”
Kararları genel sekreter aldı
Denetçiler, yönetim kurulu kararıyla alınması gereken kararların genel sekreter tarafından alındığını belirledi:
Genel Sekreter ‘olur’u ile bu nitelikli düzenleyici işlemleri uygulamaya sokmak karar organının iradesi dışında işlem yapma ve yetki aşımı sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle, bu nitelikli düzenleyici işlemlerin usule uygun şekilde ve Yönetim Kurulu kararı ile yürürlüğe konulması gerektiği değerlendirilmektedir.”
Projede yer alması planlanan yapılar ise şunlar:
30 metre yüksekliğinde ve 1.944 m2 kapalı alana sahip Çay Müzesi ve Sinema
1.860 m2 kullanım alanlı Restoran Binası
6 adet ve her biri 70 m2 kapalı alana sahip Çay Tadım ve Sunum Alanları
15’i 12 m2 ve 7’si 9 m2 kapalı alana sahip 22 adet Çay Tanıtım ve Satış Alanları
84 m2 kapalı alana sahip Yöresel Ürünler Pazarı
462 m2 kapalı alana sahip İdari Bina
800 m2 kapalı alana sahip Bodrum Kat ve Ortak Alanlar
Artvin Yusufeli ilçesinde yer alan Demirdöven, Yaylalar ve Altıparmak köylerinde yaşayan yurttaşların daha önce üç kez kovduğu ERARİ hidroelektrik santral (HES) şirketi jandarma eşliğinde on gün önce başlattığı çalışmalara devam ediyor.
Şantiye hazırlıklarına başlayan şirket, dozerlerle çalışmalarını sürdürüyor. Yurttaşlarının yaşananlara karşı hukuksal mücadeleleri sürerken şirket şantiye alanını açmak için dozerlerle çalışmaya başladı. Demirdöven köy muhtarı Hafız Aslan Peker ERARİ HES şirketinin yaptığı çalışmaları görüntüledi.
‘Jandarma işini yapıyor, şirket katliamını’
Muhtar Peker, “Şirket yasa tanımaz bir şekilde çalışmalarını sürdürüyor. Bizim avukatlarımız AKP ve MHP oylarıyla Artvin il genel meclisi İmar komisyonunda onaylanan HES projesine karşı açacağımız davanın çalışmalarını tamamlamış durumdalar” ifadelerini kullandı.
İmar komisyonunda kabul edilen ancak daha neyin nasıl olacağı konusunda bir karar açıklanmadan ve taraflara herhangi bir şey tebliğ edilmeden şirketin çalışmalara başladığını belirten Peker, “ERARİ A.Ş hukuksuz bir şekilde yaşam alanlarımızı katletmeye devam ediyor. Jandarma çalışma yapan şirketi korumaya devam ediyor bizlerin vadiye girmesine müsaade etmiyor, hafta içi Jandarma nöbete devam etti hafta sonu ise zaten çıkma yasağı var. Kısacası Jandarma işini yapıyor şirket de katliamını” dedi.
‘Çaresiz şekilde katliamı seyrediyoruz’
Peker konuşmasına “Şirket dozeri dağları delmeye ormanları katletmeye devam ediyor. Şu ana kadar ne kadar ağaç katlettiğini söylemek mümkün değil yani kalbimize girdiler doğanın kalbindeler görüntülerde görülüğü gibi kırıp dokuyorlar vicdanlar sızlıyor ancak anlaşılıyor ki onların vicdanlarında sızlama yok” sözleriyle devam etti.
“Su için Tüneller mı açmaya çalışıyorlar sorusuna ise muhtar Peker “Şimdilik doğanın kalbine saldırmış durumdalar görüldüğü gibi dağ taş demeden ilerliyorlar. Ne yaptıklarını neden bu dağa saldırdıklarını da anlamış değiliz” sözleriyle cevap verdi.
Peker, son olarak “Yazıktır günahtır vicdansızlıktır bu yapılanlar yaşam alanlarımızı yok ediyorlar. Bizler de çaresiz bir şekilde seyretmekten başka bir şey yapamamamızın üzüntüsünü yaşıyoruz bunlar yargı sürecini de beklemiyor kırıp döküyorlar yazıklar olsun” ifadelerini kullandı.
Ne olmuştu?
Geçen aylarda Artvin’in Yusufeli ilçesine incelemelere bulunmak üzere gelen Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, aracından iner inmez yanına gelen Demirdöven Köyü Muhtarı Hafız Aslan Peker’in HES tepkisiyle karşılaşmıştı.
Peker, Bakan Adil Karaismailoğlu’nun yanına giderek “Sayın Bakanım, Demirdöven Köyü ve Yaylalar Köyü sınırları içerisindeki Yamaç Tipi HES projesini köylülerimiz istemiyor. Şu an bölgeye konuşlandırılan şirketin şantiyesi yaşam alanlarını tahrip etti. Erarı firmasının hiçbir izni olmamasına rağmen bu alanda nasıl durabiliyor? Bu mera alanı bahse konu şirkete yani HES firmasına usulsüz tahsis edilmiştir. Yaşananlardan il başkanımız ve milletvekilimizin de haberi var. Biz köylüler olarak burada HES istemiyoruz. Bu projenin iptal edilmesini talep ediyoruz” demişti.
Artvin Yusufeli’nde Yaylalar (Hevek) ve Demirdöven (Zamman) köylerinin ortak merası olan arazide Hevek Çayı üzerinde HES yapmak isteyen Erarı Elektromekanik Enerji Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, köylerin tepkileri nedeniyle yıllardır yapamadığı santral için karantina günlerinde harekete geçmişti.
2015 yılında engel olunmuştu
Demirdöven Köyü sınırları içerisinde yapımı planlanan Damla HES ve Regratörü projesine yörede yaşayan Demirdöven, Yaylalar ve Altıparmak köyleri yıllardır karşı çıkıyorlar.
2014 yılında bölgeye gelen ve 2015 yılı ocak ayında HES için şantiye kurma çalışmalarına başlayan Erarı Elektromekanik Enerji Sanayi ve Ticaret Limited Şirketinin çalışmaları köylülerin direnişi ile karşılaşmıştı.
Şantiye alanında toplanan yaklaşık 500 köylü işletme binalarının yapımını engel olmuştu. Şirketin meraları kiralanmasına karşı köy muhtarlıkları tarafından davalar açılırken Yaylalar köylüleri kamyonları taşlayarak engel olmuşlardı.
Köylülerin kararlı direnişi sonrası şirket yaz aylarında araç gereçlerini alarak bölgeyi terk etmişti. Yaylalar köyünün HES’e karşı açtığı dava, yerel mahkemece reddedilmesine karşı Danıştay’a taşındı ve halen sürüyor.
Aydın’ın Efeler ilçesi Çiftlikköy Köyü’nde tamamı hazine arazisinden oluşan ve Çine Çayı, Büyük Menderes Nehri, Çine Barajı, Topçam Barajı’nın olduğu bölgeye Kuvars Kumu ve Feldspat Ocağı yapılması projesi için “ÇED Gerekli Değildir” kararı verildi.
Proje alanı için daha önce Aydın İl Çevre ve Orman Müdürlüğü tarafından Karayolları 2’nci Bölge Müdürlüğü adına 1,68 hektarlık alanda ‘‘Ariyet Ocağı’’ için 4 Ekim 2007 tarihinde “ÇED Gerekli Değildir” kararı verilmişti.
Birgün’den Aycan Karadağ’ın haberine göre Daha sonra Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 11 Mart 2020 tarihinde “ÇED Gerekli Değildir” kararı Karayolları 2’nci Bölge Müdürlüğü’nden Zeynal Acar’a devir edildi. Proje için “Ariyet Ocağı” ismi sorun yaratacağı gerekçesiyle “Kuvars Kumu ve Feldspat Ocağı’’ olarak değiştirildi.
Yerleşim yerine 770 metrede
Yeni hazırlanan projeyle, 1,68 hektar olan proje alanının 23 hektara çıkarılması ve üretim kapasitesinin 390 bin ton/yıl olması amaçlanıyor. Proje kapsamındaki toplam yatırım bedeli 750 bin TL olarak belirlendi.
Yapılması planlanan alanı Çiftlikköy Mahallesi’ne 770 metre, Savandere Mahallesi ve Boğaziçi Mahallesi’ne ise 780 metre uzaklıkta bulunuyor. Bölgedeki yurttaşlar ise tarım ve hayvancılıkla uğraşıyor.
Proje alanına yakın bölgede 770 metre yakınlığında Çine Çayı, 1.6 kilometre yakınlığında Büyük Menderes Nehri bulunuyor. Proje alanının hemen yanında ise Karagöz Deresi, isimsiz mevsimsel akışlı dereler ve kuru dere yatakları bulunuyor.
Proje alanına Topçam Barajı 14 kilometre uzaklıkta yer alırken, Çine Barajı ise 37 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Ayrıca proje alanın yakınlarında Koçarlı bölgesi Çakırbeyli Mahallesi Çine Çayı kenarında Adnan Menderes Müzesi yapımı sürüyor.
‘Doğa talanının bir aracı’
CHP Aydın Milletvekilli Süleyman Bülbül, konu hakkında yaptığı açıklamada, “Hiçbir plan, değerlendirme yapılmaksızın ülkemizin her yerine madenler, santraller açılıyor. Yapılmak istenen maden işletmesinin proje alanı 1,68 hektardı. Bu alanın 23 hektara çıkarılması için ÇED Gerekli Değildir Kararı verildi” dedi. Bülbül konuşmasına şu sözlerle devam etti:
Baştan savma verilen bu kararlar iktidar tarafından yıllardır şirketlere verilen tavizlerin, doğa talanının bir aracıdır. Masa üzerinde yapılan ÇED sürecini bile Bakanlık işletmek istemiyor, 23 hektarlık bir alanda yürütülmesi planlanan ve sulak alanlara yakınlığı ile dikkat çeken maden işletmesi için ÇED Gerekli Değildir Kararı veriyor.
Proje tanıtım dosyasında Çiftlikköy’deki bu maden işletmesi için çevrenin etkilenme oranının çok az olacağı söylenmiş. Ama ruhsat alanı Çine Çayına 750 metre, Büyük Menderese ise 1,6 kilometredir. Sulak alanlarımız, içme sularımız korunmuyor. Bu kadar yakın mesafede olan iki nehre tüm bu kirlilik taşınacak. Toprağımızın, suyumuzun kirletilmesine proje daha ekleniyor. Sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak bu kadar zor olmamalı.
Kamuoyunu yıllarca “demir kafes” olarak meşgul eden, Eskişehir yolu üzerinde Atatürk Orman Çiftliği alanında inşa edilen YDA Center binasına ilişkin yapılan ve yedi kez açılan dava sonucu iptal edilen plan değişikliği Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından yeniden kabul edildi. Bunun üzerine Mimarlar Odası Ankara Şubesi konuyu yeniden yargıya taşıdı.
Konuyla ilgili açıklama yapan Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “Atatürk’ün şartlı bağışı ve vasiyetine aykırı şekilde Atatürk Orman Çiftliği alanlarında yükselen bu kent suçunu yedi kez yargıya taşıdık, yedi kez yargı iptal kararı verdi” ifadelerini kullandı.
Planı onaylayanlar hakkında suç duyurusu
Candan, “Çeyrek yüzyıldır, hukuk ve bilim tanımayan bir yerel yönetim anlayışının rantsal uygulamalarının simgelerinden birisi haline gelen bu devasa yapıyı, yasallaştırmak için yapılan sekizinci plan değişikliğini onaylamak ve hangi gerekçe ile olursa olsun bu işleme yol vermek hukuk tanımazlıktır” eleştirisinde bulundu.
Planı onaylayan Belediye Meclisi üyeleri hakkında da Cumhuriyet Savcılığı’na 26 Kasım tarihinde suç duyurusunda bulunduklarını belirten Karakuş Candan, “Kent suçu süreci nerden gelirse gelsin, kimden gelirse gelsin, Gökçek’in kent suçlarının devamlılığını sağlayan her yaklaşıma dün olduğu gibi bugün de Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin tavrı çok nettir” dedi.
‘Ankara’nın Elm Sokağı Kabusu’
Candan projeye ilişkin ise “Orada yükselen yapı YDA Center değil, Kent Suçu Merkezidir. Demir kafes alanındaki bu rant süreci, bu kent suçu Ankara’nın Elm Sokağı Kabusu gibi olmuştur” ifadelerini kullandı.
YDA’nın inşaatı sürecinde de birçok hukuksuz yöntem kullanıldığını belirten Candan süreçle ilgili şu bilgileri paylaştı:
1983 yılında Gazi Üniversitesine Tıp Fakültesi yapılması için şartlı verilen AOÇ alanları hülle yoluyla YDA’ya peşkeş çekilmiştir. Dava konusu parsel ve bulunduğu alan 1/25000 ölçekli planda Atatürk Orman Çiftliği Koruma Amaçlı İmar Planı sınırları içerisinde Özel Planlama Bölgeleri ve Kentsel Servis Alanları arasında Raylı Toplu Taşım Hattı üzerinde Metro Destek Tesisi Alanıolarak tanımlanmakta iken ayrıcalıklı imar hakkı ve kişisel rant için Ankaralılardan gasp edilmiş, Atatürk’ün şartlı bağışı ve vasiyeti ihlal edilerek Gökçek döneminde, Büyükşehir Belediyesi ile YDA arasında imzalanmıştır. Bu protokol hukuksuzdur, geçersizdir.
‘Planda koruma alanı imar planı yok sayıldı’
Yapılan her sekiz planda da AOÇ Koruma Amaçlı İmar Planı sınırları ve alanından hiç söz edilmediğini ve kararlarına bakılmadığını belirten Candan, “Dava konusu parsel ve bulunduğu alanın, 1/25000 üst ölçekli planda Atatürk Orman Çiftliği Koruma Amaçlı İmar Planı (AOÇKAIP) sınırları içerisinde, Özel Planlama Bölgeleri (ÖPB) ve Kentsel Servis Alanları arasında, Raylı Toplu Tasım Hattı üzerinde Metro Destek Tesisi Alanı tanımında bulunduğu, şeklinde açıklamalarda bulunmuştur” dedi.
Candan konuşmasına “Sayıştay tarafından 2832 sayılı Kanunun gerekçesine ve tahsis amacına aykırılık tespit edilmiş ve 2011 yılı AOÇ Müdürlüğü Sayıştay raporu ile arazinin geri alınması gerektiği ifade edilmiş, ancak 2096 ada 30 parsel Büyükşehir Belediyesi mülkiyetindeyken, YDA firmasına satılmış olduğu ve alanın Büyükşehir Belediyesi’ne nasıl devredildiğinin bilinmediği son derece açık bir şekilde tespit edilmiştir. AOÇ arazilerini hülle yolu ile parsel parsel el değiştirmesine göz yuman tüm yerel ve merkezi kadrolar suç işlemiştir” sözleriyle devam etti.
Açıklama konuyla ilgili mücadelenin Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından devam ettirileceği sözüyle sona erdi.
Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları sözcüsü Nabila Massralı, Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı, hak savunucusu Osman Kavala‘nın tutukluluğunun devamı kararıyla ilgili bir açıklama yayımladı. Kavala’nın acilen serbest bırakılması çağrısı yapan Massralı, kararın, Türkiye’nin hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı taahhüdüne aykırı olduğunu kaydetti.
AB’den Türkiye’ye “Temel haklar konusunda somut ve sürdürülebilir ilerleme kaydetme çağrısı” yapılan açıklama şöyle:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bir yıl önce Osman Kavala’nın tutuklu yargılanmasının yeterli kanıt olmadan gerçekleştiğini, onu susturma ve diğer insan hakları savunucularını caydırma gayesi taşıdığı kararını vermişti.
Geçen hafta İstanbul’daki mahkemenin Osman Kavala’nın AİHM kararına rağmen tutukluluğunun kararına devam etmesi Türkiye’nin hukukun üstünlüğü ve masumiyet karinesi gibi temel haklara saygı taahhüdüne ters düşüyor.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi‘nin altını çizdiği üzere, Türkiye’deki yetkililer Kavala’nın süren tutukluluğuna dair şüpheleri kaldıramadı ve yeni bir soruşturmanın başlatılması AİHM’in 10 Aralık 2019 ‘daki hukuken bağlayıcı kararını ihlal etmeyi sürdürüyor.
Türk yargısını Avrupa Konseyi’nin önerilerini takip etmeye ve bahsedilen kararı uygulayarak Osman Kavala’yı bir aciliyet durumu olarak serbest bırakmaya çağırıyoruz.
Aday ülke ve Avrupa Konseyi’nin uzun süren bir üyesi olarak Türkiye acil bir şekilde temel haklar konusunda somut ve sürdürülebilir ilerleme kaydetmeli.”
Osman Kavala, derhal serbest bırakılmasına hükmeden AİHM kararına, iki kez tahliye ve bir kez beraat etmesine rağmen, hakkında yeni açılan ve casuslukla suçlandığı 15 Temmuz davası yüzünden 1.147 gündür Silivri Cezaevi‘nde tutuluyor.