Ana Sayfa Blog Sayfa 123

AİHM’in iklim kararı, insan hakkı ihlallerine işaret ediyor

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nin (AİHM) İsviçre‘den açılan bir davadaki kararı, ülkelerin iklim eylemsizliğinin, insan haklarını ihlal ettiği görüşünü güçlendiriyor. Aslında dava, 64 yaş ve üzeri 2 bin 500’den fazla İsviçreli kadından oluşan bir grup olan İklim Korumadan Sorumlu İsviçreli Yaşlı Kadınlar (Verein Klima Seniorinnen Schweiz) tarafından önce İsviçre mahkemelerinde açılmıştı.

İsviçre mahkemelerinde sonuç alamayan İsviçreli yaşlı kadınlar, yılmadı ve davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni taşıdı. Küresel iklim değişikliğine bağlı hastalık ve ölüm riskinin yaşlı insanlarda, çoğu insandan daha fazla olduğunu ve sıcaklıkların arttığı göz önüne alındığında İsviçre’nin sera gazı emisyonlarını azaltmak ve 2015 Paris Anlaşması hedeflerinin karşılanmasına katkıda bulunmak için çok az şey yaptığını savundular. Onlara göre kesinlikle İsviçre hükümeti bunu yaparak onları; vatandaşlarını koruma görevini ihlal ediyordu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önce davayı kabul etti. Sonra; dava için 9 Nisan’da çığır açıcı bir karar verdi:

‘Devletler vatandaşlarını iklim değişikliğinin tehditlerinden ve zararlarından korumakla yükümlüdür’.

Fotoğraf: Christian Hartmann / Reuters

Kararda bu bağlamda hakimler, İsviçre’nin iklim eyleminin yetersiz olduğunu belirtti. Bu, uluslararası bir insan hakları mahkemesinin ilk kez insan haklarının korunmasını küresel ısınmayı hafifletme görevleriyle ilişkilendirmesi ve iklim yasası ve politikasının insan hakları bağlamında işlemediğini kesin olarak açıklığa kavuşturması anlamına geliyor. Kararın dünya çapında artık iklim korumanın seyrini değiştirmesi kaçınılmaz.

AİHM’deki davada çok sayıda avukat görev aldı. Onlara göre bu karar Avrupa Konseyi‘nin 46 üye ülkesi için emsal teşkil edecek ve dünya çapında iklim değişikliği davaları için bir referans noktası olacak. Hukukçulara göre kararın merkezinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin (AİHS) 8. maddesi yer alıyor.  8. Madde özel hayat ve aile hayatı hakkını düzeliyor.

Çoğu yasadan farklı olarak insan hakları, yetkililerin yeni tehditler karşısında bu hakların korunmasını güvence altına alabilmesi için açık uçlu olacak şekilde formüle edilmiş… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin hakimlerine göre, iklim değişikliği öyle bir tehdit ki, geleneksel çevresel tehlikelerden farklı olarak ‘rekabet halindeki hususların değerlendirilmesinde hatırı sayılır bir ağırlık taşımalı’. Ayrıca mahkeme, ülkelerin ‘iklim değişikliğinin mevcut ve potansiyel olarak geri döndürülemez gelecekteki etkilerini hafifletebilecek düzenleme ve önlemleri benimsemesi ve uygulamada etkili bir şekilde uygulaması’ gerektiğine de karar verdi. Belirli yıllar veya sera gazı açısından yüzde indirimleri öngörmeyen karar, bir ülkenin uyumlu olduğunu nasıl gösterebileceğini ise ortaya koyuyor.

Mahkeme kararına göre ülkeler karbon nötrlüğüne ulaşmak için bir zaman çizelgesi ve hedefler, sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik yollar ve ara hedefler belirlemelidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi karara göre ‘tedbirlerin zamanında, uygun ve tutarlı bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Hükümetler ayrıca hedeflere uyduklarına dair kanıt sunmalı ve hedefleri düzenli olarak güncellemelidir’.

Sonuçta AİHM yargıçları bire karşı 16 oyla İsviçre’nin bu şartları karşılamadığını tespit etti. Peki karar sonrasını İsviçre ne yapmalı? Federal Konsey‘den parlamentolara ve federal, kanton ve belediye düzeyindeki hükümetlere kadar hem yürütme hem de yasama organları kesinlikle karara göre hareket etmeli… Bilimsel olarak sağlam, yasal olarak bağlayıcı ve gerekli azaltımları sağlayabilecek zaman çizelgelerine sahip bir sera gazı bütçesi ve emisyon düşürme yolları bulunmalı… Yetkililerin iklim değişikliğinden en çok etkilenen insanların ihtiyaçlarına daha duyarlı olmaları ve onların görüşleri doğrultusunda hareket etmenin yollarını bulmaları gerekiyor. Şimdilik karara İsviçre’de verilen tepkiler umut verici değil. Birçok İsviçre gazetesi, siyasetçi ve yorumcu, ‘yabancı’ yargıçların yerel iklim politikası hazırladıklarını‘, bunu ‘tehlikeli’ olarak nitelendiriyor.

Oysa 50 yıl önce İsviçre, gönüllü olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ye taraf olmayı taahhüt etmişti. Mahkemenin vurguladığı gibi, ‘demokrasi, hukukun üstünlüğünün gerekleri göz ardı edilerek, seçmenlerin ve seçilmiş temsilcilerin çoğunluğunun iradesine indirgenemez. Dolayısıyla yerel mahkemelerin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin görev alanları bu demokratik süreçleri tamamlayıcı niteliktedir”.  Üstelik öncesinde İsviçre yerel mahkemelerinin konuyla ilgili karar verme şansı vardı ancak bunda başarısız oldu. Üstelik ekonomiyi yavaşlatma korkusuyla onlarca yıldır anlamlı emisyon azaltımlarından kaçınan İsviçre hükümetinin de çok az şey yaptığını biliniyordu. Klima Seniorinnen sayesinde politika yapıcılar artık hangi düzeyde korumayı garanti etmeleri gerektiğini biliyor ve emisyon bütçelerine ilişkin en ileri çalışmalara başlama zorundalar.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu karar ile artık ülkeler yasal olarak vatandaşlarını iklim değişikliğinden korumakla yükümlü… Hükümetler bunu yapana kadar, küresel iklim değişikliğinin sonuçlarından yaşlılar gibi en çok acı çekenler, temel haklarına saygı gösterilmesi konusunda ısrar etmek ve hatta hukuksal mücadeleye devam etme zorunda kalacaklar.

Demokrasi/ demos ve kratos üzerine

Türkiye’de demokrasi var mı?

Ve demokrasi ile gerçekten ilgileniyor muyuz?

İlgileniyorsak, nasıl bir demokrasiyi savunuyoruz ve bu savunuyu gerçekleştirmek/ genişletmek için ne yapıyoruz?

Belki daha özel sorular da sormalıyız: Demokrasinin ekolojiyle ilişkisi nedir?

Demokrasi olmaksızın da ekolojik bir çaba/ mücadele içinde olabilir miyiz, hatta ekoloji savunmasını demokrasi olmaksızın, daha disiplinli mi yaparız? Demokrasinin kentlerle ilişkisi nedir? Demokrasinin kent yönetimiyle ilişkisi nedir? Demokrasi olmasa, kentlerin yönetimi daha etkili ve düzenli, standartlara daha mı uygun olurdu?

Aynı soruları belki şöyle de sorabiliriz: Kentlerdeki yozlaşmaları, kentsel rant hırsıyla mülk sahibi sınıfların kentlerdeki düzensizliklerini/ plan çarpıtmalarını vb. daha kolay denetim altına alabilir miydik? İklim değişikliğine karşı alınması gereken önlemlerin uygulanması/ denetlenmesi daha mı etkili olurdu? Ama bu soruları yanıtlamadan önce, “nasıl bir demokrasi?” ya da “nasıl bir despotizm/ otoriteryanizm var aklımızda?” türü sorularını belirlemek gerekecek?

Önce demokrasi üzerinde genel bir yaklaşımla duracak olursak, tanımda karşılaşabileceğimiz zorluklar ve belirsizlikler hemen ortaya çıkacaktır. Son haftalarda burada, sık sık “katılımcı demokrasi” terimiyle karşılaştınız. Ve hala “katılımcı demokrasinin” (ve yerel demokrasinin/ belediye demokrasilerinin vb.) ne olduğu ve bu tür bir demokrasinin nasıl geliştirilebileceği/ ne tür yararlar beklenebileceği konusunda, yanıtlanamamış yüzlerce soru var. Şimdi ise, sorunu biraz daha güçleştirecek ve belirsizleştirecek bir biçimde, “demokrasi” nedir ve kentlerin, ekolojik sorunların, Türkiye’nin, hatta yer yüzündeki bütün ülkelerin ve halkaların geleceği bakımından, demokrasi konusundaki eğilimler ve beklentiler neler olabilir türü bir soru beliriyor karşınızda.

Düşündüğümüzde, Türkiye’de demokrasi konusunun, geçekten kavramın içerdiği anlamlar bakımından pek fazla bir merak ve tartışma olmadığı anlaşılıyor. Demokrasi tartışmasını, sanki daha çok siyasi iktidar, siyasi partiler ve kurumsal yapılar/ devlet/ cumhuriyet vb. çerçevesinde düşünüyoruz. Ama gündelik yaşam, insanlar arasındaki ilişkiler, hatta insanlarla çevremizdeki diğer canlılar, şeylerle ilişkimiz bakımından pek fazla düşünmüyoruz. Demokrasi üzerine çalışanlar, hatta bunu kişiliğinin bir parçası olarak düşünenler de var elbette. Buna rağmen, toplumsal yaşamda ve toplumsal tarihimizde kavram biraz eğreti biçimde, kendi gerçek değerinin pek azını kapsayacak kadar önemseniyor.

İllüstrasyon: Sam Chivers

Demokrasi, “cumhuriyet” /cumhuriyet rejiminin değeri kadar çok tartışılmıyor. Ama demokratik olmayan bir cumhuriyetin neden bu kadar önemseniyor olduğunu anlamak da, oldukça zor. Demokrasi Osmanlı’nın son döneminde siyasi tartışmaya girmişti, ama oldukça güçsüz bir biçimde… Cumhuriyet kurulurken de, üzerinde durulan bir kavram olmadı. Bir temsilciler meclisinin kurulmuş olması ve “cumhurun” orada temsil ediliyor olması yeteri kadar önemli ve büyük bir değişik olarak kutsandı. Ama temsilcilerle-cumhur arasındaki ilişkiler nasıl kurulacak ve onlar nasıl temsil edilecekler, bu temsilcilerle devlet/ devletin diğer kurumları nasıl ilişkilenecekler ve güçleri arasındaki dengeler nasıl kurulacak, bunları belirleyecek anayasa nasıl (ve kimler tarafından) yazılacak, sistem nasıl ilerleyecek, değişen yaşam ve ihtiyaçlara göre cumhuriyet sistemi hangi güçler tarafından geliştirilecek vb. türü soruların yanıtı, üzerinde durulan konular değildi.

Demokrasi, daha çok II. Dünya Savaşı ertesinde değişen dış koşullar ve siyasi partiler düzeyinde ve çalışan/ emekçi sınıfların dışındaki tabakalar arasındaki çıkar çatışmalarında işlevsel olacak biçimde geldi Türkiye’nin gündemine. Böyle olunca da, topluma göre biraz yabancı ve çalışan sınıfların ihtiyaçlarının dışında, pek anlamlı ve işlevsel olmayan, biraz gereksiz bir kavram gibi girdi ülkenin siyasal yaşamına. Bu nedenle Türkiye’deki “demokrasi mücadeleleri” de, 1960’lara kadar, toplumsal olmaktan çok siyasi partiler arası bir çekişmenin terimi gibi kullanıldı. 1961 Anayasası ve arkasından gelen toplumsal gelişmeler, düşünce ve basın özgürlükleri/ grev, açık havada toplanma ve yürüyüşler/ boykot ve işgaller gibi bazı demokratik araçların kullanımını sıklaştırdı ve geliştirdi. Ancak bir kavram olarak demokrasinin yeteri kadar sık ve kapsayıcı bir biçimde tartışıldığını ve Türkiye toplumlarının bu kavramı hak ettiği biçimde özgül olarak benimsediğini/ geliştirebildiğini söylemek, oldukça zor…

Dünyanın diğer ulusları/ halkları ya da kamuoyu tarafından daha ciddi tartışmalar oldu mu ve oluyor mu, bunu söyleyebilmek oldukça güç olsa da, 1945 sonrası “demokratik” bir patlama olduğu ve dünyanın bir çok ülkesinin (bu arada Türkiye’nin de) gelişen bir akıma kapılır gibi, demokratik formlara doğru geliştirilen siyasi sistemler kurmaya başladığı görülebilir. Evet bazı ülkelerde demokrasi tartışması çok ciddi mücadelelerle gelişti ve o ülkelerin toplumları, demokrasinin kendi ülkelerinde nasıl işlevsel olabileceği, kurumları/ kuralları ve demokrasi düşmanlarına karşı nasıl korunabileceği üzerinde, düşünsel ve eylemli bir emek harcadılar.

Ancak bugüne geldiğimizde, ne yazık ki nerdeyse bütün dünyada, demokrasi bir saldırı altında. “Toplumlar demokrasilerini gerçekten koruyabilecekler mi, yoksa demokrasi düşmanları tarafından yenilerek, daha otoriter ve daha milliyetçi/ savaşçı bir dönem mi geliyor?”, “devletlerinin birliği/ bekası uğruna yoksullukları, özgürlüklerden uzaklaşmayı ve düpedüz ezilmeyi göze alarak, sağlam devlet/ hükümet yapılarını tercih mi edecekler?” türü endişeler, giderek artıyor.

Trump’un kazanabileceği seçimler, Avrupa’nın bir çok ülkesinde, neredeyse bir karikatür kadar gülünç ve düşündürücü iktidarlar, Almanya başta olmak üzere her seçimde güçlenen neo-faşist ve Nazi partiler, belki hiçbir zaman tanışmadığı demokrasiden uzaklaşan Putin Rusya’sı ve Çin Halk Cumhuriyeti, nerdeyse ırkçı bir rejime dönüşen “dünyanın en büyük demokrasisi” Hindistan ve Latin Amerika ülkelerinde, Afrika’daki gelişmeler, elbette Türkiye (…), insanı gerçekten, demokrasinin geleceği bakımından korkutuyor.

Demokrasi çok kırılgan ve güç inşa edilir, güç yaşatılabilir, güç geliştirilebilir bir kavram. Dünya demokrasi tarihine bakıldığında çok büyük kopmalar, demokrasi arayışının hemen hemen hiç olmadığı bin yıllar, bazı yerlerde çok küçük denemeler ve parlamalar vb. dışında, çok silik bir izlek görüyoruz. Demokrasinin Yunan site devletlerinde geliştiğini düşünüyoruz, ama çok daha eski ve doğu toplumlarının geliştirdiği demokratik formlar, yönetim biçimleri vb. henüz, incelenmeyi bekliyor. Eğer 12. Yüzyıl’da Kuzey Endülüs’teki “cortes”leri ve 13. Yüzyıl başındaki Magna Carta’yı saymazsak, 18. Yüzyıl’ın son çeyreğindeki Fransız ve Amerikan devrimlerine kadar büyük bir kopma ve unutuluş ile karşılaşıyoruz. 19. Yüzyıl’da kuramsal ve eylemli bir coşku var, yine de II. Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında, dünyada ancak bir düzineden az demokrasi var.

Demokrasi ve demokrasi tarihi ile daha çok ilgilenmeye gerçek bir gereksinim var. Demokrasinin geleceği ve olası açılımları bakımından, bütün dünya toplumları gibi bizlerin/ özellikle çocukların ve genç kuşakların tartışmanın içine daha çok girebilmesi, çok yaralı olacak. Demokrasi düşmanlarının geliştirdiği tartışmayı Türkiye’de ve Dünya’da, her gün izliyoruz. İnsanlığın uğradığı en büyük felaketleri yaratan ve milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan büyük savaşların yaratıcısı diktatoryal özlemler, bu defa nükleer silahları da kuşanmış olarak, yavaş yavaş sahneye çıkmaya başlıyor…

John Keane’nin 2022’de, bu konuda yazdığı kitap (Kısa Demokrasi Tarihi/ Say Yayınları), Türkçede yayınlandı. Yazarın Türkçede başka kitapları da var. Gerçi internetten de bir çok bilgiye ulaşılabilir. Keane, yukarıdaki tartışmaları ilerletebilmek bakımından yararlı olabilecek nitelikte bir yazar/ düşünür ve tartışmanın gelişmesinde, daha çok başvurmamız gerekecek gibi…

Yeşil Tarifler’de bu hafta hardal yapmayı öğreniyoruz!

Yeşil Tarifler’de bu haftanın tarifi hardal! Tomris Karakartal’ın mutfağında hardalın faydalarından acı-tatlı dokunuşlarına kadar pek çok ipucu öğreneceksiniz.

Yalnızca dört malzemeyle hardal yapmaya hazır mısınız? Malzemelerinizi hazırlayın, yalnızca dört dakikada enfes bir hardalınız olacak.

Yaptığınız/denediğiniz yeşil tarifleri bizlerle paylaşmayı unutmayın! Yorumlarda buluşalım.

Yurttaş Denizli’de JES patlamasına tepkili: ‘Acil müdahale talep ediyoruz!’

Denizli‘nin Sarayköy ilçesinde, 29 Nisan’da jeotermal enerji santralinde (JES) yaşanan patlama sonrası, çevreye yayılan zararlı kimyasallara karşı Büyük Menderes İnisiyatifi, eylem düzenleyerek yetkililere acil müdahale çağrısında bulundu.

Büyük Menderes İnisiyatifi’nin aktardığına göre, patlama sonucu serbest kalan hidrojen sülfür, karbondioksit gazı ve ağır metaller içeren akışkanlar, bölgedeki hava, su ve toprağı ciddi şekilde kirletiyor. Sarayköy – Babadağ yolunun Gerali ve Sakarya Mahalleleri yakınlarında gerçekleşen patlamanın etkisiyle çevre sakinleri, sağlık ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerden dolayı kaygı duyuyor. İnisiyatif, patlama sonucu çıkan kimyasalların yerel tarım alanlarına ve su kaynaklarına zarar verdiğini ve bu durumun insan sağlığını tehdit ettiğini belirtti.

Denizli’deki eylemde konuşan DEM Parti Sarayköy İlçe Yöneticisi Mehmet Taşçı, “burada bir ekokırım suçu işleniyor” dedi.

Büyük Menderes İnisiyatifi, patlamanın olduğu günden bu yana çevresel zararların sürekli olarak arttığını ve gerekli önlemlerin alınmadığını vurgulayarak, hükümet ve yerel yetkililerden somut adımlar atılmasını talep ediyor. Platformun avukatı Yağmur Yalçın’ın okuduğu basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı:

Bugün ülkemizde enerji tüketimindeki payı yüzde 3,4, üretimindeki payı yüzde 5 olan JES’ler mutlaka sorgulanmalıdır. Patlama öncesi mevcut halleri dahi bereketli Ege topraklarını yok etmekte olan, bölgede üretimi yapılan ve halkın büyük bir oranda geçim kaynağı olan incir, zeytin vb. birçok ürünün rekoltesinin düşmesine neden olan, ayrıca yapılan araştırmalara göre artan kanser vakalarıyla da ciddi halk sağlığı sorunlarına neden olan bu kurulu ve hali hazırda kurulması planlanan JES’lerin Ege Bölgesi başta olmak üzere tüm ülke coğrafyasından sökülmesi doğa, canlı yaşamı ve kamu yararı için elzemdir.

Platform, TBMM‘ye çevre kirliliğini ve ekolojik yıkımları önleyecek bir “yurttaş ekokırım yasası”nın hazırlanması için de çağrıda bulundu. İnisiyatif aynı zamanda, yaşananlarla ilgili olarak kamuoyunun doğru ve zamanında bilgilendirilmesini istiyor ve bu sürecin yakın takipçisi olacaklarını belirtiyor.

Denizli’de madenden çıkan kayalar bir köyü tehdit ediyor: Bakana sunulan sorular ise yanıtsız
Gediz Deltası’nı tehdit eden jeotermal projesine dava açıldı

Denizli Sarayköy’de ne olmuştu?

Denizli’nin Sarayköy ilçesinde, 29 Nisan 2024 Pazartesi günü, bir jeotermal enerji santrali (JES) için yapılan sondaj çalışması sırasında büyük bir patlama meydana geldi. Yerin 850 metre altında gerçekleşen bu patlama, hidrojen sülfür gazı başta olmak üzere çeşitli gazların serbest kalmasına neden oldu. Bu gazlar, yeraltı suyunu da beraberinde sürükleyerek yüzeyde metrelerce yükseklikte fışkırmalar yarattı. Olay sonucunda çevreye yayılan sülfürlü su ve gazlar, bölge halkında büyük endişe yarattı.

Sondaj sırasında açığa çıkan hidrojen sülfür gazının yoğun koku yapması ve çevreyi beyaz bir örtüyle kaplaması, yerel halkın yaşam kalitesini ciddi şekilde etkiledi. AFAD ve itfaiye ekipleri bölgeye sevk edilerek, çıkan gazların yanma riski taşımadığını belirledi. Ancak, yüksek gaz basıncı nedeniyle kuyuya müdahale edilemedi ve basıncın düşmesi beklenirken, aralıklarla kuyuya beton dökülerek durdurma çalışmaları yapıldı.

Denizli’de JES sondajı sırasında meydana gelen patlamada, 11 gündür çevreye hidrojen sülfür yayılıyor

Patlamanın ardından Sarayköy Cumhuriyet Savcılığı tarafından ‘Çevrenin Taksirle Kirletilmesi’ suçundan soruşturma başlatıldı. Soruşturma kapsamında, çevreye yayılan gazların etkileri hakkında bilirkişi raporları istendi. Bölge halkı ise sürekli artan koku ve çevresel etkilenme nedeniyle kuyunun bir an önce kapatılmasını talep ediyor. Vatandaşlar, yetkililerden net açıklamalar ve kesin çözümler bekliyor.

AB’den kritik iklim politikaları çağrısı: ‘Güçlü önlemlerden başka çaremiz yok’

Avrupa Birliği‘nin İklimden Sorumlu Komisyon Üyesi Wopke Hoekstra, yaklaşan Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde politikacıların iklim krizini bir ayrışma aracı olarak kullanmalarına karşı çıktı. Hoekstra, iklim politikalarının geniş ekonomik faydalar sağlaması gerektiğini vurgulayarak, Avrupa‘nın güçlü sera gazı azaltım önlemlerini sürdürmekten başka çaresi olmadığını belirtti.

Guardian‘ın aktardığına göre Hoekstra, sağ kanat partilerin kamuoyu yoklamalarında iyi sonuçlar almasının, Yeşiller ve sosyalist partilerin aleyhine olabileceğini belirterek, bu durumun Avrupa’da çiftçi protestoları ve sağ partilerin artan anti-yeşil söylemleriyle kesiştiğini dile getirdi. Buna rağmen, AB’nin ekonomik olarak gelişebilmesi için iklim kriziyle mücadele politikalarının odak noktası olması gerektiğini savundu.

Avrupa’daki çiftçi protestolarının iklim kriziyle nasıl bir ilişkisi var?
Çiftçi protestoları Avrupa’nın başkentinde

Hoekstra, “İklim eylemlerini sürdürmek zorundayız. Yolculuğumuza devam etmeli, hızımızı artırmalıyız. Gelecek komisyonun ana gündemi bu olmalı: sürekli iklim eylemi, sera gazlarını azaltma ve geçmişten daha fazla, aşırı hava olaylarına uyum ve adil bir geçiş üzerine odaklanmalıyız” dedi.

Hoekstra, fosil yakıtlardan çıkış politikalarının ekonomik sonuçları üzerinde daha fazla durulması gerektiğini, özellikle enerji fiyatları, işgücü piyasası ve sanayi rekabeti üzerindeki etkilerinin altını çizdi. “Geleceğimizin üç temel direği var: iklim eylemi, şirketlerimiz için rekabetçilik ve insanlarımız için adil bir geçiş. Bunlardan birini diğerleri olmadan sağlayamayız; tek boyutlu bir çözüm işe yaramaz” şeklinde konuştu.

İklim politikaları
Wopke Hoekstra, Fotoğraf: Ronald Wittek / EPA

Hoekstra, politikacıların başarılı olabilmesi için, fosil yakıt bağımlı sektörlerdeki işlerini kaybedecek kişilere yeniden eğitim sağlanması, düşük karbon teknolojisinin faydalarının yayılması gerektiğini ve böylece Avrupa için parlak bir geleceğin, istihdamın, yeniden eğitimin ve herkes için gelecekte bir payın garanti altına alınabileceğini vurguladı.

Emisyonları artırmaya devam eden ülkelere ‘sert çıkılacak’

Hoekstra, ayrıca, sera gazı emisyonlarını artırmaya devam eden ülkelerle, özellikle de Çin ile sert bir tutum benimsemeye hazır olduğunu belirtti. “Çinlilerin kendi ülkelerinde yenilenebilir enerjiye geçiş konusundaki çabalarını takdir ediyorum. Ancak yeni kömür santralleri inşa etme fikirleri konusunda bu kadar hevesli değilim” dedi.

Çin, AB ve ABD’deki güneş paneli üretim endüstrilerini, uluslararası pazarlarda ucuz fiyatlarla dökme yapılan fazla ürünleri üreterek yok etmekle suçlanıyor. Hoekstra, Çin’i bu konuda doğrudan eleştirmekten kaçındı, ancak şunları söyledi: “Avrupa’da, Avrupa politikasının temel taşlarından birini, yani eşit şartlar sağlanmasını savunmamız gerektiği konusunda geniş bir fikir birliği var. Son birkaç yılda büyük bir darbe alan, en yenilikçi ve en ileri güneş endüstrisi, Avrupa’nın büyük bir ayak izine sahipti. Bu, Çinlilerle konuşmamız gereken bir konu.”

Almanya’da aşırı sağ saldırıların odak noktası iklim politikaları
G20 ülkeleri iklim politikalarında toplumsal cinsiyet eşitliğini gözetmiyor
“Büyük devletlerin iklim politikalarına güvenilmez” – Levent Kurnaz

AB, belirli yüksek karbonlu malların, örneğin çimento, gübreler ve bazı metallerin ithalatında uygulanacak bir yeşil tarife üzerinde çalışıyor. Bu, kömür bağımlısı ve yüksek emisyonlu ülkelerden yapılan ithalatları cezalandırmayı ve şirketlerin daha gevşek iklim kurallarından yararlanmak için başka ülkelere taşınmasını caydırmayı amaçlıyor, bu sürece “karbon sızıntısı” deniyor. Karbon sınır düzenleme mekanizması (CBAM) ilk aşamaları yerinde olmasına rağmen, şirketler henüz ücretlendirilmiyor.

Hoekstra şöyle devam etti: “Bu, belirli bir ülke veya şirkete yönelik değil. Amacımız, herhangi bir karbon sızıntısı görmemek ve eşit bir oyun alanı yaratmak, adil olan bu. Avrupalı şirketlerden karbon ayak izlerini önemli ölçüde düşürmelerini istiyoruz. Ancak küresel bir dünyada yaşıyoruz ve Avrupalı şirketlerin ya iflas etmeleri ya da kuralların daha gevşek olduğu başka yerlere taşınmaları, Avrupa şirketleri ve vatandaşları için ve iklim için son derece zararlı olurdu.”

CBAM’ın 2026’ya kadar tam olarak işler hale gelmeyeceği, ancak Hoekstra’nın söylediğine göre, şimdiden “öngörülebilir” bir etkisi var. Hoekstra, “Çinlilerle yaptığım görüşmelerde, aynı zamanda Latin Amerika ve Afrika‘daki bazı dostlarımızla da, karbon piyasalarının tam ve merkezi olduğunu görmek inanılmaz. Ve bu, dünyayı daha doğru bir hızda ayarlayacak bir araç olacak” diyerek açıkladı.

Akdeniz foklarına iyi haber: Mordoğan’daki kaçak iskele yıkılıyor

Karaburun‘un Mordoğan Ayıbalığı Mevkii‘ndeki kaçak iskelenin yıkımına dair yazışmalar, 2023 yaz başından bu yana gündemi meşgul ederken İzmir Büyükşehir Belediyesi, iskelenin yıkımını üstlenerek bölgenin doğal dokusunu koruma altına alma kararı aldı. Sualtı Araştırmaları Derneği (SAD) ve Karaburun Yerel Fok Komitesi, yıkım işleminin bir an önce gerçekleştirilmesi gerektiğini söylüyor.

Mordoğan Ayıbalığı Mevkii, Karaburun-Ildır Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi içinde yer alıyor ve bölge, Akdeniz foklarının nadir yavrulama ve yaşam alanlarından biri.

SAD ve Karaburun Yerel Fok Komitesi’nin raporlarına göre, iskele için herhangi bir izin, tahsis veya kiralama hakkı bulunmuyor. İlgili yasal mevzuata göre, yapılan iskele ve benzeri yapılar için ruhsat alınması gerektiği halde, bu yapı için gerekli izinlerin alınmadığı tespit edilmişti. Ulaştırma Bakanlığı da iskelenin bakanlık izni olmadığını teyit etti.

Mordoğan

İzmir Büyükşehir Belediyesi, kaçak iskelenin yıkımını gerçekleştirecek ve bu süreç, bölgenin ekolojik dengesinin korunması adına önemli bir adım olarak değerlendiriliyor. Ayrıca, Mordoğan Ayıbalığı Mevkii’nin “Kesin Korunacak Hassas Alan” olarak ilan edilmesi için çalışmalar yürütülüyor.

Sualtı Araştırmaları Derneği ve Karaburun Yerel Fok Komitesi tarafından yapılan ortak açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden, Akdeniz Foku’nun en önemli habitatlarından biri olan Mordoğan Ayıbalığı Mevkii’ndeki kaçak iskelenin yıkım işlemini bir an önce gerçekleştirmesini, Çevre Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğü’nden de Karaburun-Ildır Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi Yönetim Planları sürecinde Mordoğan Ayıbalığı Mağarası denizel ve karasal alanını “Kesin Korunacak Hassas Alan” olarak ilan etmesini bekliyoruz.”

Fokların yaşam alanına kurulan iskele için ‘kanuna aykırı’ tespiti: Kaldırılmalı

Türkiye ısınıyor: Dünyanın en sıcak yazı kapıda

Avrupa Orta Vadeli Hava Tahminleri Merkezi‘nin (ECMWF) raporlarına göre, 2024 Nisan ayı Türkiye‘de kaydedilen en sıcak Nisan ayı oldu. Sıcaklıkların ülke genelinde normalin dört derece üzerinde seyredeceği öngörülürken, önümüzdeki dönemde ‘en sıcak yaz’ın yaşanacağı da kesinleşti.

Copernicus İklim Değişikliği Servisi tarafından yayınlanan verilere göre de Nisan 2024, dünya çapında kaydedilen en sıcak Nisan ayı olmuştu.

İstanbul Teknik Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Barış Önol, ECMWF’nin sezonluk tahminlerini temel alarak DHA’ya yaptığı açıklamalarda, Nisan ayındaki sıcaklık artışlarının sadece Türkiye ile sınırlı kalmadığını, dünya genelinde de benzer bir eğilimin gözlendiğini belirtti.

Nisan’da yine ‘en sıcak Nisan’ rekoru kırıldı
İklim krizi ve El Nino etkisiyle ‘Sıcaklığa bağlı can kayıplarında artış yaşanabilir’
Asya’da El Niño etkisiyle sıcaklık rekorları kırılıyor

Özellikle Kuzey Yarıküre‘de sıcaklıkların mevsim normallerinin üstünde seyrettiği, bu durumun gelecek aylarda da devam edeceği vurgulandı. Mayıs, Haziran ve Temmuz ayları için yapılan tahminler, özellikle Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya‘nın büyük bölümlerinde sıcaklık rekorlarının kırılacağını öngörüyor.

Prof. Dr. Önol, “2024 Nisan ayı Türkiye’de ölçülmüş en sıcak nisan olarak yaşandı. Sıcaklıklar neredeyse ülkenin tamamında normallerin 4 derece üzerinde rekor düzeyde gerçekleşti. Bu kadar geniş bir alan için çok ciddi değerler. Ve çok sıcak bir yaz kapıda” diye uyardı.

en sıcak yaz

Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nin verileriyle birlikte tüm veriler, dünya genelinde sıcaklıkların artmaya devam ettiğini ve iklim değişikliğiyle mücadelede daha fazla eylem gerektiğini bir kez daha ön plana çıkarıyor.

Özellikle Avrupa‘da sıcaklık artışlarının daha belirgin ve değişken olduğu, ancak yoğun gözlem kapsamı sayesinde verilerin güvenilirliğinin yüksek olduğu belirtiliyor. 2023 yılının, kaydedilen en sıcak takvim yılı olarak tarihe geçtiği ve bu eğilimin yakın gelecekte de devam etmesinin muhtemel olduğu vurgulanıyor.

İklim değişikliği Türkiye’nin göçmen kuşlar haritasını da değiştiriyor

Türkiye‘de gözlemlenen göçmen kuş popülasyonlarında son yıllarda dikkat çekici değişiklikler yaşanıyor. Uzmanlar, ülkemizde daha önce üreme kaydı bulunmayan kuş türlerinin görülmeye başlandığını belirtiyor.

Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ornitoloji Araştırma Merkezi’nden Doç. Dr. Kiraz Erciyas Yavuz, göçmen kuşları, mevsimsel göçlerini ve değişen iklim koşullarına adapte olma süreçlerini AA’ya anlattı. Yavuz, “Göçmen kuşlar, genellikle üreme alanlarındaki sıcaklık düşüşleri nedeniyle daha elverişli bölgelere göç ederler. Bu süreç, kuşların hem fizyolojik hem de morfolojik olarak uzun mesafelere dayanıklı hale gelmelerini gerektirir” dedi.

Küresel ısınmanın etkileri, kuşların göç yolları ve zamanlamaları üzerinde belirgin bir etki yaratıyor. Yavuz, “Son yıllarda, kuşların göç zamanlamalarında erken başlangıçlar ve geç ayrılmalar gibi değişiklikler gözlemliyoruz. Bu durum, bazı türlerin yeni üreme alanlarına ve daha kısa göç rotalarına yönelmelerine neden oluyor” şeklinde konuştu.

Kuşlar, ekosistemler için hayati öneme sahip. Tozlaşma, tohum yayılımı ve zararlı böcek kontrolü gibi doğal süreçlerde kritik roller üstleniyorlar. Ayrıca, kuş gözlem turizmi gibi ekonomik faaliyetlere de katkı sağlıyorlar.

Göçmen kuşların yaşam alanları korunmalı

Yavuz, Türkiye’de artan göçmen kuş çeşitliliğine dikkat çekerek, “Kap kumrusu, ak yanaklı Arap bülbülü ve ibibik toygarı gibi türler artık ülkemizde üremeye başladı. Ayrıca, kış göçmeni bazı kuş türleri artık ülkemizde kışlamaya da başladı” bilgisini paylaştı.

Göçmen kuşlar

Göçmen kuşların korunması için yaşam alanlarının korunmasının ve restorasyonunun büyük önem taşıdığını vurgulayan Yavuz, “Yasa dışı avcılık, gece aydınlatmaları ve bina tasarımlarının kuş dostu hale getirilmesi gibi önlemler alınmalı” önerisinde bulundu. Ayrıca, iklim değişikliği ile mücadelede bireysel ve toplumsal düzeyde alınacak tedbirlerin önemi üzerinde durdu.

Sardunya Adası’nda göçmen kuşlar için midye kabuklarından adacık yapıldı
BM: Göçmen kuşlar plastik kirliliğine karşı çok savunmasız
ABD’de göçmen kuşların ölümünden şirketler sorumlu tutulmayacak

Deniz seviyesinin yükselmesi, yangın rejimlerindeki değişiklikler ile bitki örtüsü ve arazi kullanım değişikliklerinin kuşları dolaylı olarak etkileyeceğini ifade eden Yavuz, göçmen kuşların karşılaştığı diğer sorunları, bazı tarımsal uygulamalar, sanayi ve kentleşme kaynaklı habitat değişiklikleri, ışık kirliliği, yüksek binalara, rüzgar türbinlerine ve enerji hatlarına çarpma, yasadışı avcılık ve zehirleme gibi durumlar şeklinde sıraladı.

Göçmen kuşların korunması için yaşam alanlarının korunmasının ve restorasyonunun önem taşıdığını dile getiren Yavuz, şu tavsiyelerde bulundu:

“Yasa dışı avcılığın kontrol altına alınması, gece aydınlatmalarının azaltılması ve bina tasarımlarının kuş çarpmalarını önleyici şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Uzun vadede küresel iklim değişikliğini yavaşlatmak için adaptasyon kararlarının uygulanması ve bireysel olarak karbon ayak izlerinin azaltılması da önemli.”

Valilik on bin metrekarelik orman alanına saray yapmayı uygun gördü

Adana‘nın eski, İzmir‘in ise şimdiki valisi olan Süleyman Elban’ın, 10 bin metrekarelik ormanlık alanın ortasına, barajın kenarına 15 milyon TL’ye saunalı ve spor salonlu villa inşa ettirdiği ortaya çıktı. Adana’nın yeni valisi Yavuz Selim Köşger ise villanın çevre düzenlemesi ve peyzajı için 25 milyon TL harcadı.

BirGün’den İsmail Arı’nın aktardığına göre; Emekliler 10 bin TL, asgari ücretliler ise 17 bin TL ile hayata tutunmaya çalışırken sadece AKP’lilerin değil bürokratların saray ve lüks araç sevdası gündemden düşmüyor. Bunun son örneklerinden birine de Adana Valiliği imza attı.

İzmir Valisi Süleyman Elban, 10 Haziran 2020 ile 15 Ağustos 2023 tarihleri arasında Adana Valisi olarak görev yaptığı dönemde kendisi için bir yavru saray inşa edilmesine karar verdi.

18 Ağustos 2022’de “Adana Vali Konağı Yapım İşi” adı altında düzenlenen ihaleyle villanın inşaatı için 15 milyon TL harcandı. Yavru sarayın inşa edileceği alan olarak ise imar planı bile olmayan Seyhan Barajı’nın kıyısındaki 10 bin metrekarelik ormanlık alan seçildi.

Kaynak: EKAP
Kaynak: EKAP

Jandarma Genel Komutanlığı tarafından kullanılan arazi, dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum tarafından Adana Valiliği’ne tahsis edildi. Ağaç katliamı yapılarak hızla inşa edilen yaklaşık 15 odalı yavru sarayın içinde ise yok yok.

Kaynak: EKAP
İhale sözleşme bilgileri – Kaynak: EKAP

Giyinme için ayrı soyunma için ayrı odalar, sauna, fitness salonu…

Vali Elban, valilik bütçesinden inşa ettirdiği villasına Ayous (abachi) ağacından sauna, fitness salonu, kahvaltı odası, çalışma odası ve çok sayıda yatak odası yaptırdı.

İki katlı villada asansörün de yer aldığı ve ayrıca her yatak odasının özel banyosu olduğu da görüldü.

Geniş bir terası olan, hatta en az altı banyonun yer aldığı lüks villada bir oda giyinme bir başka oda ise soyunma odası olarak inşa edildi.

Ancak skandallar bununla da sınırlı kalmadı. Lüks villayı inşa ettiren Süleyman Elban’ın İzmir Valisi olarak atanmasının ardından yeni Adana Valisi Yavuz Selim Köşger yavru saraya taşındı.

Köşger de 31 Ocak 2024’te yok artık dedirten bir ihale düzenledi. Bu ihaleyle de 15 milyon TL’ye inşa edilen “valilik sarayının” çevre düzenlemesi ve peyzaj uygulaması için 25 milyon TL daha harcandı.

İhale sözleşme bilgileri - Kaynak: EKAP
İhale sözleşme bilgileri – Kaynak: EKAP

Böylece Adana Valiliği koltuğunda oturan iki vali de yavru sarayları için 40 milyon TL’lik harcamaya imza attı.

BirGün’ün ulaştığı Vali Süleyman Elban da Yavuz Selim Köşger de konuya dair bir açıklama yapmadı.

‘Üç ayda doğal afetler 45 milyar dolar kayba yol açtı’

Analitik veriler ışığında risk, emeklilik ve sağlık konularında global deneyimi ve yerel ihtiyaçlara uygun çözümleri ile 120’den fazla ülkede hizmetler sunan  Aon‘un hazırladığı 2024 yılı 1. çeyreğine ait Küresel Doğal Afetler Raporu‘nun sonuçları yayımlandı. Rapora göre 2024’ün ilk çeyreğinde meydana gelen bazı önemli afetler nedeniyle toplam ekonomik kayıplar 45 milyar doların üzerine çıktı.

Doğal afetlerin artan sıklık ve şiddetinin küresel çapta neden olduğu ekonomik kayıpları ortaya koyan rapora göre, bu rakam 21. yüzyılın ilk çeyrek ortalaması olan 59 milyar dolarlık ve 2023’ün ilk çeyreğindeki 149 milyar dolarlık kayıplardan daha düşük gerçekleşti.

aon doğal afetler rapor
Kaynak: Aon – 2024 yılının ilk çeyreğinde en fazla ekonomik kayba neden olan ilk 5 küresel afet

Yılın ilk çeyreğinde sekizi ABD‘de ikisi Güney Amerika‘da ve ikisi Asya‘da olmak üzere bir milyar doların üzerinde etki yaratan olay sayısı 12 oldu.

İlk çeyreğin en maliyetli doğal afeti, 1 Ocak’ta Japonya‘yı vuran ve tahminlerine göre 17 milyar doların üzerinde zarara yol açan Noto depremi olurken bu depremi mart ayı ortasında ABD’nin bazı bölgelerini etkileyen şiddetli konvektif fırtınalar takip etti.

Şubat ayı başlarında ağırlıklı olarak Çin‘i etkileyen şiddetli kış koşulları da en maliyetli doğal afetler arasında yer aldı.

Bölgelere göre bakıldığında ise Asya-Pasifik bölgesi, büyük ölçüde Noto depreminden de kaynaklanan toplam 20 milyar dolarlık zararla küresel ekonomik kayıpların en büyük bölümünü oluşturdu.

Türkiye ve Suriye‘deki yıkıcı depremlerin olağanüstü kayıplara yol açtığı bir önceki yılın aksine, EMEA bölgesinde (Avrupa, Orta Doğu ve Afrika) ise 2024’ün ilk çeyreğinde yaklaşık 2 milyar dolarlık ekonomik kayıp meydana geldi.

Amerika kıtasındaki kayıplar da ortalamaya yakın seyretti ve bölgedeki en büyük kayıplar Brezilya’da devam eden kuraklıktan kaynaklandı.

Çin
Çin

Sigorta hasarlarında başı şiddetli fırtınalar çekti

2024’ün ilk çeyreğinde doğal afetlerden kaynaklanan küresel sigorta kayıplarının en az 17 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. Bu rakam 2000 yılından bu yana 16 milyar dolar olan ortalamanın biraz üzerinde.

ABD’deki şiddetli konvektif fırtınalar ve kış şartları ilk çeyrekte küresel sigortalı hasarların çoğunu oluşturdu. Japonya’daki Noto depreminden kaynaklanan toplam kaybın ise henüz başlangıç aşamasında olsa da 1 milyar dolar aşabileceği belirtiliyor.

Japonya – Fotoğraf: The Yomiuri Shimbun

En ölümcül olay Noto depremi oldu

Doğal afetler sonucu dünya genelinde bin 500’den fazla kişi hayatını kaybetti. En ölümcül olay 245 kişinin öldüğü Noto depremi olurken bunu ocak ayında Demokratik Kongo Cumhuriyeti‘nde 240 kişinin ölümüne neden olan seller ve şubat ayında Şili‘de 131 kişinin ölümüne neden olan orman yangınları izledi.

Ayrıca bu yılın ocak ayının ortalarında, ölümcül kış şartları ve 48 eyaletin çoğunda görülen soğuk hava olayları ABD’de 70’ten fazla kişinin ölümüne neden oldu. Bu da 21. yüzyılda ABD’de yaşanan en ölümcül kış mevsimlerinden biri olarak kayıtlara geçti.

Japonya – Fotoğraf: The Yomiuri Shimbun

‘Yaklaşan sıcak havalar sigorta hasarlarını daha da arttırabilir’

Raporun bulgularını değerlendiren Aon Türkiye Eş CEO’su Ferhan Özay, “Küresel çapta sigorta hasarlarının en az 17 milyar dolara ulaşmasını beklediğimiz bir çeyrek dönem oldu. Bu dönemde, toplam varlıkların sigorta ile korunmayan bölümü yaklaşık toplam hasarın yüzde 64’ü seviyesinde. Şiddetli konvektif fırtınalar özellikle ABD’de daha fazla sigorta kapsamına alındığından afetlerden kaynaklı sigortalı hasarları da arttı. Öte yandan okyanus sıcaklıklarındaki aşırı anomalilerin devam etmesi ve yılın ilerleyen dönemlerinde gelişmesi beklenen La Niña nedeniyle ortaya çıkabilecek yeni afetler bu hasarları daha da artırma potansiyeli taşıyor” dedi.