Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Ormancılıkta 150 yıllık gerileme: Devlet ormancılığından mültezim ormancılığına U dönüşü-2

0

Yazının birinci bölümünde ormancılığı 1980’li yıllara kadar getirmiştim. 1937 yılında başlayan ve ülke ormanlarının korunmasında büyük rolü olan devlet ormancılığı 1980’lere kadar bir şekilde korunabilmişti. Şimdi sonrasına bakalım.

Özel sektörün önünde engel olarak görülen ne varsa kaldırmayı ve özel sektörü baş tacı yapmayı temel alan neoliberal politikalar Türkiye’de her ne kadar 24 Ocak (1980) kararları ile başlamış olsa da, 12 Eylül darbesinin ardından oluşan antidemokratik koşullar neoliberalizmin gelişip serpilmesinde büyük rol oynadı. Elbette bu süreç mülkiyet ve işletmecilik açısından devlet egemenliğinde olan ormancılığı da gözüne kestirmişti.

İlk adımlar

Neoliberalizm, 6831 Sayılı Orman Yasası’nın 6’ıncı maddesini değiştirmekle işe başladı. O madde “Devlet ormanlarına ve Devlet ormanı sayılan yerlere ait her çeşit işler Orman Genel Müdürlüğünce yapılır” şeklindeydi. Aslında yapılan değişiklik çok basitti; cümlenin sonuna sadece “ve yaptırılır” ibaresi eklendi. Böylelikle ormancılık çalışmalarının OGM tarafından özel işletmelere yaptırılmasının önü açılmış oldu. Aslında daha önce de ormancılık işlerinde müteahhitlerin görev alması söz konusu olabiliyordu. Ancak Orman Yasası’nın 40’ıncı maddesine göre bu, ancak işin yapılacağı bölgenin civarında yaşayan orman köylülerinin ve onların kurduğu kooperatiflerin işgücünün yeterli olmaması ya da yapılacak işin uzmanlık gerektirmesi durumlarında söz konusu olabiliyordu.

İkinci adım ise devlet tarafından işletilen orman ürünleri sanayisi (ORÜS) tesislerinin satışı oldu. Bu tesislerin kimileri özel sektör tarafından kurulmuş ve daha sonra OGM tarafından satın alınmıştı. Çoğunluğu ise doğrudan OGM tarafından kurulmuş olanlardı. 1969 yılında ilk kez kurulan Orman Bakanlığına bağlı olarak Orman Ürünleri Sanayii Genel Müdürlüğünün kurulması ile Türkiye’nin daha az gelişmiş bölgelerinde orman ürünleri işleyen atölyeler, fabrikalar kuruluyor, üretim yapılıyor ve toplum kalkınmasına destek olunuyordu. Üstelik 1991 yılına kadar ORÜS sürekli kâr ediyordu. 1983 yılında bir kamu iktisadi teşebbüsü (KİT) yapılan bu kurum, 1986 yılında çıkarılan 3291 sayılı yasa ile özelleştirilecek KİT’ler arasına konuldu. 1992 yılında Kamu Ortaklığı İdaresine devredilen ORÜS 1993 yılında anonim şirkete dönüştürüldü ve 6 Haziran 1994 tarihli Kamu Ortaklığı İdaresi duyurusu ile ORÜS’ün tesisleri satışa çıkarıldı.

Dikili ağaç satışları bu süreçte atılan bir diğer önemli adım olarak tarihte yerini aldı. 1996 yılında OGM tarafından yayımlanan 5038 Sayılı Genelge ile uygulanmaya başlanan dikili ağaç satışı, adından da anlaşılacağı üzere ağaçların OGM tarafından dikili haldeyken satışının yapılması ve satın alan işletmenin ormana girerek üretim yapması olarak tanımlanabilir. Oysa daha önce, ormanda üretim civar orman köylüleri ve onlar tarafından kurulan kooperatifler tarafından yapılmakta ve ürünler depoya kadar taşınmakta; bu ürünlerin piyasaya arzı OGM tarafından yapılmaktaydı. Yanlış anlaşılma olmaması için her iki yöntemin de hâlâ uygulandığını ve her iki yöntemde de kesilecek ağaçların OGM personeli tarafından belirlendiğini söyleyeyim. Dikili ağaç satışı yönteminin pek çok sakıncası bu zamana kadar yapılan bilimsel araştırmalarla ortaya konulmuş olmasına rağmen –ki, detaylarına bu yazıda girmeyeceğim- dikili ağaç satışı yönteminin toplam odun üretimi içindeki payı sürekli arttı. Örneğin, 2000 yılında yapılan toplam endüstriyel odun üretiminin (11 milyon 599 bin m3) yalnızca %1,9’u (222 bin m3) dikili ağaç satışı yöntemiyle yapılmışken, 2019 yılında yapılan toplam endüstriyel odun üretiminin (23 milyon 95 bin m3) %37,6’sı (8 milyon 685 bin m3) dikili ağaç satışı yöntemiyle yapıldı.

Parsel parsel ihaleye çıkarılan ormanlar dönemi

Ve tabii söyleye söyleye dilimizde tüy biten akıl dışı orman tahsisleri konusu da var. Artık okuyucularımın ezberlediğini sandığım 6831 Sayılı Orman Yasası’nın 16, 17 ve 18’inci maddeleri ile 2634 Sayılı Turizmi Teşvik Yasası’nın 8’inci maddesi Türkiye ormanlarını tehdit eden en büyük sorun haline çoktan geldi. Başlangıçta, yani 1956 yılında toplum yararı için yapılması zorunlu olan ve ormanda yapılması dışında seçenek olmayan tesisler için düşünülen yasa maddeleri son yıllarda o kadar çok değiştirildi ki, ormanlarda otelden maden ocağına, su ürünleri üretim tesisinden termik santrale, çöplükten üniversiteye kadar aklınıza gelen gelmeyen pek çok işletmenin kurulması olanaklı hale geldi.

Artırıyoruz diye böbürlenip durduğumuz orman alanlarımızın yaklaşık 750 bin hektarı (7 milyar 500 milyon metrekaresi) bu tür tesisler tarafından işgal ediliyor, fakat orman envanterine baktığımızda, oraları da orman alanı olarak saymaya, toplam orman alanı içerisine bu 750 bin hektarı da eklemeye devam ediyoruz. Korkarım ki, bu gidişle 750 bin hektarı öpüp başımıza koyacak hale geleceğiz.

Bu noktada, orman alanlarında yapılacak turizm yatırımları için Temmuz 2021’den itibaren değişen duruma da kısaca vurgu yapmak lazım. Hatırlanacaktır, büyük orman yangınları devam ederken, 28 Temmuz 2021’de Resmi Gazetede yayımlanan Turizmi Teşvik Kanunu değişikliği ile orman alanının turizm şirketlerine tahsisinden o alanlarda yapılacakların planlanmasına kadar her konuda tek yetkili Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkili kılınmıştı. Böylelikle ormancılık örgütü baypas edilmiş ve gözünü ormanlara diken turizmcilerin yüce emellerinin önüne nadiren de olsa çıkabilecek engeller bütünüyle ortadan kaldırılmıştı. Bu da yetmemiş ve daha önce örneği görülmedik şekilde, Kültür ve Turizm Bakanlığı farklı illerdeki orman alanlarını parselleyip turizm tesisi yapılmak üzere ihaleye çıkarmış, bunun üzerine ben de bu köşe de 4 Eylül 2021 tarihinde ‘Parsel parsel ihaleye çıkarmışlar!’ başlıklı bir yazı yayımlamıştım.

Diğerleri ve kutumuzdan çıkan yeni sürpriz: Millet Ormanı

Bu kadarla kalır mı hiç! Son yıllarda, özellikle lif-levha endüstrisinin baskısıyla odun üretim rakamlarının ormanların devamlığını tehlikeye atacak düzeyde artmış olması;[1] 2/B uygulaması yetmiyormuş gibi, Orman Yasası’na 2018 yılında eklenen Ek-16’ıncı madde ile yeni orman alanlarının orman sınırları dışına çıkarılmaya başlanması;[2] orman içi mesire yerlerinin tabiat parkına çevrilmesi yoluyla korunan alan miktarı artırılıyormuş gibi yapılarak, özel ve yandaş girişimcilerin orman alanlarında işletme kurması ve halkın ormanının sırtından para kazanması,[3] özel ağaçlandırma gerekçesiyle her geçen gün daha fazla kişi ve kuruluşun ormanlarımıza sokulması[4] ve daha neler neler.

Dilerseniz yazıyı daha fazla uzatmadan OGM’nin son muhteşem icadı ile konuyu bağlayayım. OGM 20 Aralık 2021 tarihinde orman bölge müdürlüklerine gönderdiği bir yazı ile her ilde 2022 yılı içinde bir millet ormanı kurulması talimatını veriyor. Peki, nasıl olacak bu iş? Yani orman bölge müdürlükleri ormansız alanlarda yeni ormanlar oluşturup millet ormanı olarak mı düzenleyecek? Hiç olur mu öyle şey? Elimizdeki hazır doğal ormanlar ve o ormanların mesire yeri olarak ayrılmış kısımları ne güne duruyor? Dönüştürürüz mesire yerlerini millet ormanına, sokarız müteahhidi, işletmeciyi, yaptırırız mis gibi tesisleri, hem yandaşlar para kazanır hem de biz iş yapmış gibi görünürüz. Son iki cümledeki düşünceleri benim uydurduğumu sanıyorsunuz değil mi? Buyurun o halde, sözünü ettiğim OGM yazısının bir kısmını aşağıya aynen kopyalıyorum:

Isparta’da OGM’den tahsisi alınan 110 bin metrekarelik alanda ‘Millet Ormanı’ kurulacak.

“Bu  kapsamda;  zaman  kaybının  olmaması  gayesiyle tescili  daha  önceden  yapılmış, işletmeciliği kiralanmamış ve  içerisinde  yapı  ve  tesis  bulunmayanlar  öncelikli  olarak  değerlendirilmek  üzere ormanlarımızın  doğal  güzelliklerinin  sürdürülebilirliğini  sağlayacak şekilde bir adet mesire yeri o ilin ismini taşıyan Millet Ormanı adı ile bölge müdürlüklerince tesis edilerek hazır hale getirilecek ve bu şekilde yeni bir rekreasyonel alan kullanımı planlama anlayışı hayata geçirilmiş olacaktır.

Bahsedilen bu planlama ile millet ormanlarında aşağıda sıralanan tesisler halkımıza hizmet etmek üzere faaliyete geçirilebilecektir.

  • Alan tanıtım ünitesi
  • Bisiklet parkuru
  • Yürüyüş ve koşu parkuru
  • Spor alanları
  • Pergola
  • Oturma grupları
  • Kamelya[5]
  • Otopark
  • Yöresel ürünler satış ünitesi
  • Büfe

Sondaki ‘vb.’ye ayrıca dikkat çekmek isterim. Tesis listesinin ucu açık, sonu yok. Bir işletmeci sayılanlar dışında bir tesis yapmak isterse itiraz olmasın diye sanırım. Vb’den kim ne anlıyorsa artık. Okuyucular şunu merak edebilir: Mesire yerlerinde bunlar yapılamıyor muydu? Yanıt için OGM’nin 2013 yılında yayımladığı Mesire Yerleri Yönetmeliği’nin 5’inci maddesini ve özellikle bu maddenin 2, 3 ve 4’üncü fıkralarının okunmasını salık veririm.

Bu yazıyı da çok uzattım. Ne yapayım? Devlet ormancılığını (devrimini) yıkmak için sürekli yeni yol ve yöntemler keşfetmekte çok mahir bir ülke yönetimi var. Ve onun önünde bütün mesleki bilgi ve deneyimini arka plana atmaktan hiç rahatsızlık duymayan bir ormancılık örgütü. Anlatmak, bilgi vermek hem orman mühendisi hem de akademisyen olarak ahlâken ve vicdanen benim görevim. Nihai takdir elbette okuyucunun, halkın.

*

Not: Uludağ Milli Parkı’nın milli park statüsünden çıkarılarak alan başkanlığına dönüştürülmesi girişimi de yukarıda sıraladığım sürecin bir uzantısı olarak gerçekleşiyor. Bu girişimi yazımı tamamladıktan sonra inceleyebildiğim için, muhtemelen ilerleyen yazılarımda değinmek üzere, şimdilik bu notu düşerek konuyu saklı tutuyorum.

[1] Bu konuda detaylı bilgi için şu yazıma başvurulabilir. 
[2] Detaylı bilgi için şu yazıma başvurulabilir.
[3] Detaylı bilgi için şu yazıma başvurulabilir. 
[4] Detaylı bilgi için şu yazıma başvurulabilir.
[5] İlgili yazıdan olduğu gibi aldım. Kameriye demek istemişler ama OGM’nin çok bilgili uzmanları bir bitki türü olan kamelya ile kameriyenin farkını bilmiyorlar.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.