Köşe Yazıları

[Okuya Okuya Köreldim! – 3] Okullar düşünmeyi öğretir mi?

0


Bu yazı ilk olarak birartibir.org/ da yayınlanmıştır

Ölçülemeyen, ama inanmak konusunda herkesin fazlasıyla hazır olduğu bir argüman bu. Öncelikle “düşünmek nedir” sorusu üstünde durmak istiyorum.

Öğrenciler, benim sınavlarımın zor olduğunu söyler. Hakikat payı olabilir; çünkü ayırıcı sorular sormaya gayret ederim. 100 puan üzerinden 60-70 alabilmek için temel bilgi seviyesi kâfidir. Yani basitçe, verileni geri isterim. Geri kalan sorularda ise bildiklerini bir başka meseleye aktarmalarını beklerim. Yani hâlihazırda öğrendikleri ile (teori olur, somut veri olur) bilmedikleri ya da daha az bildikleri bir olayı açıklamaları gerekir. Buna transfer denir. Sınıfın döküldüğü soru tipi budur. Üstelik bunu bu şekilde soracağımı da önceden bilirler. 

Akıl yürütmek göründüğünden çok daha zor aslında. Şöyle bir deney yapılmış: Üniversite okuyan kişilere çözüm yolu aynı olan iki mesele arka arkaya okunuyor. Biri askeriye, diğeri tıp hakkında. Cevabıyla beraber okunan ilk soru, kabaca şu: Bir kaleye giden farklı yollar var, hepsi mayınla kaplı. Askerler topluca gönderildiğinde mayınlar patlıyor. Komutan o yüzden askerleri küçük gruplara bölüp kalenin önünde buluşturuyor, kaleyi öyle fethediyor. İkinci soru: Bir urun lazerle alınması gerekiyor. Ancak tek bir noktadan lazer kullanıldığında aradaki doku ve damarlar zarar görüyor. Doktor ne yapabilir? Arka arkaya okunan bu iki sorunun sonunda, doğru akıl yürütenlerin oranı yalnızca %30. Daha fenası, %10’luk bir grup ilk çözümü duymadan da doğru cevabı verebilmiş (aktaran Caplan 2018 s. 51). Geri kalan %70 ise bağlantı kuramamış. 

Farklı tarifler mümkün; ama düşünmek derken ben burada akıl yürütmeyi kastediyorum. Farklı olayları birbirine bağlayabilme becerisi de diyebiliriz. Zeka ile aralarında son derece yüksek bir korelasyon var; dolayısıyla okulda bu ne derece öğretiliyor, hesaplamak ve birbirinden ayırmak kolay değil. 

Haydi bu şekilde düşünmek zor diyelim, fakat en azından belli iddiaları bilimsel prensiplere dayanarak test edebilme, sorgulayabilme yeteneği öğretiyor olmalıyız. Bundan da çok emin olmamak lâzım. Arizona Üniversitesinde yapılmış bir başka deneyi aktarayım: Öğrencilerden şu ifadeyi değerlendirmeleri istenmiş: “Daha sağlıklı yemeklerle beslenmeliyiz; çünkü psikolojik yardım almak zorunda kalanların çoğunun yeme düzenleri bozuk.” 

Öğrencilerden beklenti, buradaki sebep sonuç ilişkisini ters çevirebilmeleri, yani “kötü beslenenler psikolojik sorunlar yaşıyor diyorsunuz, ama psikolojik sorun yaşayanların yeme düzenleri de bozulmuş olabilir”, diyebilmeleri. Yahut mesela bir kontrol grubundan bahsedebilmeleri. Deneyi yapanların ağzından aktarıyorum: 

Sonuçlar şok ediciydi. Lisede ve üniversitede en az altı yıl laboratuvar dersi alan, ileri derecede matematik görmüş yüzlerce öğrenci, dergilerde-gazetelerde çıkan gündelik bir meseleyi, metodolojik olarak sorgulayacak kadar dahi akıl yürütemedi. (…) Sadece %1’lik bir kısım, iyi derecede bilimsel yeterliliğe tekabül eden cevaplar verebildi. Çoğunluk, başka faktörlerin olabileceğini yahut başka gruplarla kıyaslama yapılması gerektiğini tümüyle göz ardı etti. Soruya, “sağlıklı beslenmenin zararı olmaz ki” diye yanıt verdiler. (Leshowitz 1989 s. 1160, çeviri bana ait). 

Hemen her tartışmada karşımıza çıkan safsatalar, klişeler, ilgisiz çıkarımlar ve komplocu açıklamalar, okula giden bunca insana düşünmeye dair ne öğretildiği konusunda şüphe uyandırıyor. Buna rağmen okullara dair ele aldığım bu gerekçeler sorgulanmadan kabul görebiliyor. Okulların ciddi bir kültürel hegemonyası var; kırmak çok zor. 

Ancak yine de okullarda düşünmeyi destekleyen ve zenginleştiren bazı unsurlar da var. Örneğin kişiler farklı alanlar hakkında ne kadar bilgi sahibi olurlarsa, bağlantı kurma ihtimalleri o kadar artıyor. Yani mesela tıp okumuş bir sosyolog, sadece sosyoloji okumuş birinden çok daha farklı ilişkileri görebiliyor. İki alana da yeni açılımlar getirme ihtimali artıyor. Dolayısıyla farklı alanlar (ülkeler, dönemler, teoriler, disiplinler, diller…) hakkındaki bilgi, düşünmenin önemli bir parçası. Okullarda öğretilebilir olan daha çok bu. Tabi öğretilenlerin çoğu unutulmasa, insanların ilgileri ve şevkleri kırılmasa… Açıkçası biz, düşünmeyi öğretmekten ziyade, önceden verilmiş bazı yönergelerin takip edilebilmesini bekliyoruz. Zaten böyle olmayan sorularda, öğrencilerin ezici çoğunluğu başarısız oluyor. Yıllarca “soru tipi” ezberleyen nesiller yetiştirdik. 

Şu ana kadar meslek konusundan hiç bahsetmedim. Zira okullar tartışmasız bir şekilde insanların iş bulmasını sağlıyor. Dolayısıyla kimseye “okullara gitmeyin, tamamen gereksiz” diyemem. Burada birkaç farklı husus birbiri üstüne binmiş durumda; ister istemez karışıyor. O yüzden önce okullarla ilgili girişte yazdığım iddiayı (israf kapısı ve vakit kaybı) açıp, farklı ölçeklerde farklı doğruların olduğunu ileri süreceğim. Yani bir sonraki bölümde iddiam şu: Kişiler için faydalı olan, toplumun geneli için faydalı olmayabilir. 

Kaynaklar 

Caplan, Bryan 
2018 The Case Against Education: Why the Education System Is a Waste of Time and Money. 

Leshowitz, Barry
 
1989 It Is Time We Did Something about Scientific Illiteracy. American Psychologist 44(8): 1159–1160.

Bu yazı ozanoyunbozan.blogspot.com/ dan alınmıştır

1 – Okullar oyun alanını eşitler mi?

2 – Okullar ufuk açar mı?

.

Sezai Ozan Zeybek

You may also like

Comments

Comments are closed.