Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Coğrafya ne zaman kader olur ?

0

Sürekli değişen sosyal ilişkiler ve inşalar ağının kendini tekrarlayarak gerçekleştirdiği mekan olan coğrafya, üzerinde yaşayan halkların varlığına sirayet eden olayların deterministik yaklaşımlarla  tartışılmasına da vesile olur. Dünya genelinde karar süreçlerine erişimi varoluşçu bir bakış açısıyla  insancıllık üzerinden ele alırsak, dünyadaki bütün canlılar için insanın kural koyucu otorite olması, ona yaşamın sınırlarını tayin eden çerçeveyi çizme yetkinliğini verir. Diğer taraftan sürekliliğin esas olduğu bir güç olarak devletin karşısındaki yurttaş bireyin yaşam hakkı ise, yasalara göre biçim alır. Dolayısıyla kanunlarla tanınmayan hakların getirilerine “fıtrat” diyenler de çıkabilir.

Çernobil nükleer felaketi 36 yılın ardından hala gündemi belirleyecek kadar ölümü ya da hastalıklarla yaşamayı dayatıyor. Radyoaktif mağduriyetin sonuçlarını son dönem çalışmalara ait bilimsel verileri baz alarak tartıştığımız bu yazı, ülkemizde tüm canlıların geleceğini birbirine mıhlayacak bir kaderdaşlığın oluşmaması için yıllardır verilen direnişe bir küçük katkı girişimi olarak düşünülebilir. Zira ülkemiz, siyasi iktidarın yasama ve yargı süreçlerini kontrol altına almak suretiyle itirazları yok saydığı ortamda, biri inşa, diğeri ÇED aşamasında bulunan iki nükleer santral projesi ile nükleer yakıt çubuklarının bu coğrafyadan içeri girmesinden itibaren sonraki nükleer felaketlerin güçlü adaylarından biri olacak.

‘Radyoaktif patlama, işgal gibi’

Radyoaktif mağduriyetleri kadere eşitleyen şey kuşkusuz radyoaktif  yayılımın  tüm canlılar için nesiller boyu sürecek hastalıkların müsebbibi olmasıdır ve bilindiği gibi felaketin meydana geldiği tarihte doğmamış olanlar dahi bu etkiden ari değildir. 2012 yılında Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanan Çernobil Halk Mahkemesi‘ni Türkçe’ye kazandırmış olan Umur Gürsoy, eserin önsözünde radyoaktif patlamayı işgalle özdeşleştiren bir ifade kullanır ve “işgal olduğunda annesinin karnında olanlar ve işgalden sonraki 0-6 yıl içinde doğanlar en çok etkilenenlerdi” diye tanımlar bu durumu.[1]

Nitekim Nükleer Savaşa ve Silahlara Karşı Uluslararası Hekimler (IPPNW)tarafından 2011 yılında yayımlanarak Alper Öktem‘in Türkçeye kazandırdığı rapora göre de Avrupa genelinde beş bin civarında bebek ölümü, 10 bin civarında doğum anomalisinden bahsedilmektedir. Kurulma nedenleri arasında nükleer enerjinin dünya genelinde yaygınlaştırılması bulunan  IAEA‘nın raporlarında 100-200 bin civarında düşük vakasıyla sınırlı tutulan veriler, IPPNW araştırmacılarına göre sadece Çernobil bölgesinde 12,000 – 83,000 çocuğun, dünya çapında 30 bin -207 bin çocuğun yapısal bozukluklarla doğduğuna ve düşük oranlarının IAEA tarafından küçük gösterildiğine işaret etmektedir.

Öte yandan düşük doz radyasyona maruz kalınması bile genetik olarak bu hastalıkların kader gibi yaşanmasına neden olabilir. Nitekim Ukrayna‘da 1987-1992 arasındaki verilere göre endokrin sistem hastalıklarında 25 kat, sinir sistemi hastalıklarında altı kat, dolaşım sistemi hastalıklarında 44 kat, sindirim organı hastalıklarında 60 kat, cilt ve ciltaltı hastalıklarında 50 kat , kas-iskelet sistemi ve fizyolojik disfonksiyonlarda 53 kat artış  olduğunu göstermekte ve felaketin canlılarda yarattığı tahribatın büyüklüğüne dair önemli fikir vermektedir. Maalesef benzer bir durum 2011 yılında meydana gelen Fukuşima nükleer felaketinin ardından da görülmektedir. Daha önceki yazılarımızda normal şartlarda milyonda 1 çocukta görülen çocukluk çağı tiroit kanseri ve şüphesine tekabül eden vakalarda 500 kat  artış olduğuna işaret etmiştik. Bu konuda American thyroid.org tarafından 2016 yılında yayımlanan bilimsel makale Fukuşima coğrafyasında tiroit kanseri teşhisi konmuş olan 6-18 yaş arasındaki çocukların sayısının yüz bin çocukta 37 olduğunu göstermektedir ki ABD’deki oranın 0,54 çocuk olduğu belirtilmektedir. Altını çizmek gerekirse, çocukluk çağı tiroit kanseri normalde milyonda bir görülen hastalıktır ve bu kanser türündeki artışın tek nedeni bilimsel olarak endüstriyel radyoaktiviteye bağlanmaktadır.

Öte yandan Çernobil nükleer felaketinin tanığı olarak dünyaya adını duyuran Svetlana Alexievich Nobel Ödülü’nü aldığı Çernobil’den Sesler adlı eserinde, 485 köyün saatler içinde yaşanmaz hale geldiğinden ve bugün hala Beyaz Rusya’da 800.000’i çocuk olmak üzere iki milyon kişinin radyoaktif  bölgelerde yaşadığından bahsetmektedir. Bu toprakların ne kadar radyoaktif olduğuna dair bir fikir vermek için, 100 bin kişinin ancak nükleer test sahasında maruz kaldığı dozun 1.480 kat daha yüksek radyasyon düzeyinin hakim olduğu bölgelerde yaşadığı söylenebilir. Nitekim 1990 ve 2000 yılları arasında, bölgede yetişkinlerde rastlanan tiroid kanseri vakalarında yüzde 1.600 artış meydana gelmiştir. [3]

Korunanlar ve gözden çıkarılanlar…

IPPNW raporuna göre felaketten sonra Beyaz Rusya genelinde 12 bin kişide tiroid kanseri gelişirken Beyaz Rusya’nın Gomel kentinde 50 binden fazla çocukta yaşamları boyunca tiroid kanserinin gelişeceği tespit edilmiştir. Ayrıca  Çernobil nükleer felaketi nedeniyle ebeveynleri yüksek doz radyasyona maruz kalmış çocukların dünyaya sağlıklı gelme oranı 1996’da %81’den %30’a düşmüştür. Hatta raporun yazıldığı yıllarda Avrupa’da çocuklarda yükseldiği anlaşılan tip I diyabet hastalığı da yine Çernobil’le ilişkilendirilmektedir.

Peki  Beyaz Rusya’nın Gomel kentinde 132 kilometre mesafedeki Çernobil’den daha yüksek kanser oranlarına rastlanmasının nedeni nedir? Tarihçi bilim insanı Kate Brown 2019 yılında yayımlanan Çernobil Rehberi, Hayatta Kalmanın El Kitabı (Chernobyl Guide, A Manuel For Survival) adlı eserinde SSCB‘ye ait askeri güçlerin müdahalesinden bahseder. Buna göre, radyoaktif yağmur bulutlarının Moskova’ ya ulaşmadan önce yağdırılması için gümüş iyot yüklenen uçaklar devreye sokularak Belarus‘un Gomel kenti semalarına gönderilmiştir. Gomel’de yaklaşık yarım milyon insan dört saat sonra üzerlerine radyoaktif yağmurun yağdırılacağından habersiz ve merakla  arkalarında sarı dumanlar bırakarak hemen üstlerinde cirit atan SSCB’ye ait uçakları izliyordur. Böylece SSCB’de Hidrometeroloji uzmanlarının 1941 den beri yağmur yağdırma teknikleri üzerine yaptığı çalışmalar  Moskova’yı radyoaktif mağduriyetten koruyarak “ilk meyvesini” verir. [3]

Çernobil nükleer felaketinin başlaması kimlerin yaşamaya  kimlerin ölmeye bırakılacağının egemenin uhdesinde olduğunu bir kez daha bize göstermiştir. Hiroşima‘dan, Marshall Adaları’na oradan Fukuşima’ya uzanan geniş bir tarihsel izleği takip eden  mağduriyetler silsilesi Çıplak Hayatlar yazımızda da Arkhangelsk bölgesinde Rusya’nın deniz üstünde gerçekleştirdiği nükleer tatbikatlar nedeniyle radyoaktiviteye maruz kalan, böylece suç teşkil etmeden öldürülebilen fakat kurban edilemeyen şeklinde tanımladığımız Nenoksa halkı gibi Beyaz Rusya halkının da gözden çıkarıldığını göstermektedir. Çernobil’in etrafındaki 30 kilometre yarıçaplı alan içinde S.S.C.B askerleri tarafından Ukrayna topraklarında 90 bin kişi kurtarılırken tesisin üç kilometre ötesindeki Beyaz Rusya topraklarında yalnızca 20 bin kişinin tahliye edilmiş olması da bu kötülüğün bir parçasıdır. Öyleyse kader olan coğrafya mıdır gerçekten? Yoksa bir halka zulüm etme yetkisini kendinde gören egemene tabi olmak mı? Biz kime haktır sağlıklı yaşamak diye düşüne duralım, Türkiye‘de Akkuyu NGS‘nin sahibi olan Rusya devletinin başkanı Vladimir Putin, 2006 yılında  radyoaktif bulutları Beyaz Rusya coğrafyasının üzerine kovalayan hava kuvvetlerinden Cyclone-N Tugayı komutanı Alexander Grushin‘e Rusya topraklarını radyasyondan korumadaki rolüne istinaden bir madalya verir. [4]

İtirazlar kar etmediğinde ne yapmalı?

Yukarıda anlatılanlara ek olarak Çernobil’den kuş uçuşu 1000 kilometre mesafede olsa da radyoaktif bulutlarla yıkanmış olan bu topraklarda 2006 yılında TTB tarafından gerçekleştirilen Çernobil Kazası Sonrası Çernobil ve Kanser araştırmasının kanser vakalarındaki artışın araştırmaya muhtaç olduğunu işaret etmesine rağmen, 36 yıldır bu ülkede devlet eliyle bir tane bile resmi araştırmanın yürütülmediğinin altını çizelim. Bu gerçeği bilip yıllardır artan kanser vakalarına bağlı olarak ölülerini toprağa verenleri, hastalıklarla sürünenleri görerek direnenler, nükleer tesislerin faaliyete geçeceği  tarihe her geçen gün yaklaşılırken hukukun yok edildiği bu coğrafyada çaresizlik içinde.

İnsanların kaderini eline alması için Mersin ve Sinop‘taki nükleer santral projelerinin bu coğrafyada istenmediğine, Çernobil felaketinin 36. yıl anmasında da bildik yöntemlerle bir kez daha dikkat çekildi. Fakat basın açıklamaları uzun zamandır tarihe not düşmekten ibaret. Hukuk sisteminin etkisizliğinin, atılan taşın kurbağaya değmemesinden farksız olduğu bu sistemde, en son Sinop projesi için verilen ÇED onayının iptal edilmesi için açılan dava da kaybedildi. Ne hukukun ne kanunların esamesinin okunduğu bir dönemde Sinop NGS ÇED iptal davasının Akkuyu NGS sürecinde deneyimlenen siyasallaşan yargı sürecinden tek farkı haklı ve gerekçeli muhteşem savunmalı itirazların daha hızlı bir şekilde yok sayılmasıydı.

Oysa  daha önce Şirketsiz ÇED’e referans reaktör  yazımızda açıkladığımız gibi hangi şirketin hangi reaktörü kuracağının bile belli olmamasıyla doğuştan arızalı bu proje için hazırlanarak onaylanan ÇED raporu bilirkişilerin incelemesine göre, acil durum tahliye şartlarının uygunsuzluğundan tesisin kurulacağı sahanın heyelan riski teşkil etmesine, hakim rüzgarların  radyasyon yayılımı halinde kent nüfusunun yaşadığı bölge üzerine tesir edeceği gibi nedenlerle projenin fizibilitesinin dahi uygun olmadığını göstermektedir. Kaldı ki projeyi yapan taraf olan davalılar dahi haksızlıklarını ÇED’i yeterince iyi hazırlamadıkları yönündeki beyanlarla örtüp yeniden ÇED hazırlama önerisiyle projenin iptal edilmesinin önüne geçmeye çalışmıştır.

Hal böyleyken şimdi başa dönüp soruyu tekrar soralım, gerçekten coğrafya mıdır kader olan? Yoksa kaderini eline alma cesareti göstermeyip yazgısını kendisi yazamayan halklar mı?

*

[1] Umur Gürsoy, (2012). Çernobil Halk Mahkemesi. Çevre, sağlık ve İnsan Hakları Etkileri Duruşmaları, Yeni İnsan Yayınevi
[2] Aleksiyeviç, Svetlana. Çernobil’den sesler: Bir nükleer felaketin sözlü tarihi.” (2006).
[3] Kate Brown, Manual for survival: A Chernobyl guide to the future. Penguin UK, 2019. s 38-40
[4]  Tabii Grushin dahil bu görevi yerine getiren askerlerin de akut radyasyona maruz kalmış olarak kanser ve türevi çeşitli hastalıkların mağduru olduğunu belirtelim.

(Bu yazı Sivil Sayfalar’da da yayımlanmıştır.)

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.