Birleşmiş Milletler (BM) 25 Ekim 2018 tarihinde gerçekleştirdiği basın toplantısıyla Japonya’da hükümetin Fukuşima Nükleer Felaketi nedeniyle evlerini hatta kentlerini terk etmek zorunda kalan insanları geri çağırma kararını gözden geçirmesini talep etti. [1] Zira 2011 yılının Mart ayında meydana gelen 9 şiddetindeki deprem ve peşisıra tsunami ile başlayıp bugün de devam etmekte olan radyoaktif kirlilik Japonya hükümetini tahliyeler ve tazminatlarla karşı karşıya getirdi ve çözemediği problemleri yok saymaya sevk etti. Ancak, ilk olarak 1990’lardan itibaren Uluslararası Radyolojik Koruma Komisyonu (ICRP) tarafından Dünya genelinde 1 Milisievert(Msv)[2] kabul edilen yıllık sınır doz standartını 20 Msv’e yükseltmek suretiyle Fukuşima’dan tahliye edilenlerin tazminat istemesinin önüne geçmeye çalışan hükümet, aslında radyasyonun yüksek olduğunu da peşinen kabul etmiş oldu.
Geçen yıl itibariyle tazminat ödemelerini de keserek Tokyo 2020 Olimpiyat oyunları ile imajını düzeltme yolunu tercih eden hükümet için ekonomiyi canlandırmak öncelikli. Dolayısıyla insanların psikolojik olarak rahat hissetmesi ancak Fukuşima’yı terk eden yurttaşların evlerine geri dönmeleri ile mümkün. Terk edilen, yıkılan ve kontamine olan evlerinin yerine yeni ev inşa etsinler diye yurttaşlarına teşvikler de sunan hükümet, bölgedeki okulları da açıyor ki, aileler çocukları için endişelenmesin. Hükümetine güvenen aileler okullar açılıyorsa bölge güvenlidir şeklinde düşünüyor. Oysa 20 Msv, ICRP’ye göre yalnızca nükleer santralde çalışan işçilerin 1 yıl içinde maruz kalabileceği üst sınır ve 5 yıl için de bu doz kümülatif olarak 100 Msv’i geçmemeli. Oysa evlerine geri çağrılan bölge sakinleri dönmeleri halinde bir başka felaket olmadıkça evlerini terk etmezler ve onlarca yıl orada yaşayabilirler. Dahası geri çağrılanlar içinde çocuklarla hamile kadınlar var ve tahliyelerin yapılmış olduğu terk edilen bölgede yer yer hot spot olarak tanımlanan yüksek radyoaktif parçacıklara da rastlanıyor. Ayrıca radyoaktif izotopların yarılanma ömürlerinin türüne göre on yıllarca hatta yüz yıllarca devam etmesi sözkonusu. [3]
Bununla birlikte Fukuşima’da sağlık sorunlarının büyük miktarda arttığına dair haberler geliyor. Örneğin nükleer felaket başlamadan önce milyonda bir görülen çocukluk çağı tiroit kanseri vakaları nükleer felaketin yedinci yılında 500 kat artmış durumda. Zira nükleer felaketin başlamasıyla tıbbi kayıt altına alınmış olan 380 bin çocuk içinde tiroit kanseri tanısı ve şüphesi bulunan çocuk sayısı bugün 200’e ulaştı.
Yine geçen haftalarda, haberleştirdiğimiz gibi, Fukuşima eyaletine bağlı Minamisoma Hastanesi’nde 2010 ile 2017 yıllarına ait 70 bin hastaya ait kayıtlar niceliksel olarak karşılaştırıldığında genel olarak yetişkinlerde görülen tiroit kanserinde 29 kat , lösemi vakalarında ise 10 kat artış olduğu anlaşılıyor. Diğer kanser vakalarında da yaklaşık 3-10 kat arası bir artış tespit edilmiş bulunuyor. Raporda dikkat çeken bir nokta ise hasta nüfusu içinde kadınlara ait kanser vakalarının üç kat daha fazla olduğunun görülmesi. [4]
Aynı doz radyasyona maruz kalan her erkek çocuğa karşılık 2 kız çocuk kanser
Radyasyonun çocukları daha fazla etkilediği ve kanser gibi hastalıklara yol açtığı bilinir, fakat kadınların daha fazla risk altında olduğuna işaret eden bilimsel yayın nedense duyulmamıştır. Diğer bir deyişle radyasyon konusunda düzenleyici yasaların çocuk ve kadınların sağlığını göz ardı ettiğini ortaya koyan çok az bilimsel çalışma bulunmaktadır.
Bu çalışmalardan biri Ulusal Bilim Akademisi tarafından 2006 yılında yayımlanan harici radyasyonun biyolojik etkileri olduğuna dair bir rapordur. Rapor tarihte radyoaktif kontaminasyonun yaşandığı Japonya, Ukrayna, Beyaz Rusya, Rusya, İskoçya, Avustralya, Kazakistan, Moğolistan ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gibi ülkelerde 18-65 yaş aralığında yaşamını kaybetmiş kadın ve erkek nüfus karşılaştırıldığında kanserden ölenlerin %50 daha fazla oranda kadınlar olduğunu ortaya koymaktadır. O zamanki çalışmada henüz benzer etkiyi yapıp yapmadığı anlaşılamayan dahili radyasyona maruz kalmanın etkisi ile ilgili daha sonraki araştırmalarda da benzer bir sonuç alınmıştır.[5]
Radyasyonun etkileri üzerine araştırmalar yapan Nükleer Bilgi ve Araştırma Merkezi (NIRS)‘nden Mary Olson Birleşmiş Milletler için gerçekleştirdiği Sivil Toplum ve Nükleer Silahsızlanma başlıklı araştırmada radyasyonla tanıştığımız ilk büyük olay olan Hiroşima Atom Bombası’nın mağdurları yani “hibakuşalar” üzerine yapılmış olan eski araştırmalarda radyasyonun olumsuz etkisinin üstünün nasıl örtüldüğünden bahseder. Ancak 2006 yılında Hiroşima ve Nagasaki’nin 100 bin mağduru üzerinde yapılan incelemeler atom bombalarının atıldığı tarihte 5 yaşından daha küçük olanların 2006’da kanser olduğunu, bu oranın kadınlar aleyhine iki kat daha fazla olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışma özetle radyoaktiviteye maruz kaldığı 1945 tarihinde 5 yaşından küçük olan her erkek çocuğa karşılık o tarihteki 2 kız çocuğun kanser hastası olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer bir deyişle bir erkek çocuğu yetişkin erkeğe göre 5 kat daha fazla kanser ihtimali bulunurken kız çocuğu 10 kat daha fazla kanser olma özellikleri gösteriyor. [6]
Nükleer riskleri nükleer zincir içerisinde değerlendirebilirsek bu zincirin her bir halkasında radyasyona maruziyet söz konusu olduğu için benzer bir tehlikenin varlığından bahsedilebilir. Nitekim radyoterapi ve onkoloji alanında da kanser hastalarının tedavisinde kadın ve erkeklerin radyolojik duyarlılığının farklı olması nedeniyle bireysel risklerin eliminasyonu için radyasyon dozlarının ayrı ayrı tayin edilmesi gerektiği 2016 yılındaki bilimsel olarak ortaya konmuştur. [7]
Yine 2017 yılında 135 ülke için imzaya açılan Birleşmiş Milletler Nükleer Silahlanmayı Yasaklama Anlaşması’nda da radyasyona maruziyet konusunda cinsiyet farklılıklarının göz önünde bulundurulması gerektiği açıkça şu maddede görülmektedir: “Nükleer silahlanmanın felaketle sonuçlandığının bilinciyle radyoaktif kirliliğin sınıraşırı etkileri olması nedeniyle insan çevresel, sosyoekonomik ve çevresel, gıda ve güvenlik boyutlarında bir çok sorun yaşayacaktır. Bu nedenle bugün ve gelecek nesiller için özellikle kadınlar ve kız çocukları için iyonize radyasyon mağduriyet yaratacaktır.”
Kanser dışındaki hastalıklarda da kadınlar daha kırılgan
Radyasyonun zararı genel olarak kanser ve lösemi olarak bilinse de bağışıklığı azaltması ve kalp hastalıklarının yanı sıra radyasyonun düşüklere, doğumsal anomalilere ve diğer mutasyonlara neden olması da kadınların daha fazla risk altında olduğunu gösteriyor. Özellikle gelişmekte olan embryo hücresinin hasara uğraması hamilelik süreçlerinin ani düşüklerle sonuçlanmasına neden olabilir. [8] Radyasyonun kanser ve diğer hastalıklara yol açan etkisinin kadınlarda daha yüksek olmasının nedeni üreme hücrelerinin radyasyondan daha fazla etkilenmesiyle ilişkilendiriliyor.
Radyasyonun kadınlar üzerinde daha fazla tahribat yarattığına dair ilk araştırmalar ABD’nin 1945 yılında Hiroşima’ya Atom Bombası atmasından sonra 1950’de Dr. Alice Stewart tarafından yapılan araştırmanın sonuçlarına dayanmaktadır. Buna göre, aynı doz radyasyona maruz kalan erkeklere göre kadınlarda kanser vakalarına %50 daha fazla rastlanmaktadır. Diğer bir deyişle 2 erkeğe karşılık 3 kadının kanser olması söz konusudur. Devlet kurumları ise standartlarını toplum genelini ilgilendiren nükleer felaketler ve kontaminasyonların tespitinden önce ICRP’nin baz aldığı standartlara göre oluşturmuştur.
Radyasyon sınır dozları erkeklere göre belirlendi!
Radyumun bulunmasını izleyen süreçte iyonize radyasyona maruz kalan bilim insanlarının etkilenmesi nedeniyle 1920’lerde radyasyonun sınır dozları üzerine ilk değerlendirmeler başlamıştır. Radyasyon sınır değerleri ilk kez atom bombasının yapımı ve test süreci anlamına gelen Manhattan Projesi için bir araya gelen Amerikalı, Kanadalı ve İngiliz bilim insanları tarafından 1945-1950 yılları arasında tayin edilmiş, fakat bu sınır yıllık 44 Msv civarında tutulmuştur. Sınır dozların yüksek olmasının bir nedeni atom bombası ve denemelerine devam edilmesi iken, bir diğer nedeni de 1954 yılı itibariyle nükleer endüstrinin kurulmasının hedeflenmesiydi. Tüm bu zaman zarfında çalışmalarda görev alanların kanserden ölmesi bilim insanları için meseleyi tartışmalı hale getirmiştir.
Öte yandan sınır dozlarında dikkate alınan nüfus yalnızca 18-30 yaş aralığında ABD askeri ya da işçisinin baz alındığı beyaz ırktan erkekler olmuştur. Fakat ticari nükleer santraller kurulup atık problemleri ortaya çıktıktan ve nükleer santral kazaları meydana geldikten sonra 1990’lar itibariyle standartlar kamuoyunu kaçınılmaz olarak daha fazla ilgilendirmeye başlamıştır ve dünya genelinde yıllık 1 Msv’e indirilmiştir.
Sonuç olarak Fukuşima Nükleer Felaketi’nin başlamasıyla Japonya’daki hükümetin kendi bilim kurullarının izin verdiğini iddia ettiği şekilde sınır dozlarını 20 Msv seviyesine çıkarmasının, dünya genelinde ICRP tarafından tayin edilmiş olan yıllık olarak öngörülen 1 Msv sınır dozunun ihlali olduğu su götürmez bir gerçektir. Lakin, kanser hastaları için uygulanan radyasyon tedavilerinde kadın ve erkeklere göre farklı dozlar planlandığına göre nükleer santrallerden ve radyaoktif maddelerden yayılan radyasyonun etkisinin de cinsiyete ve yaşa göre farklılık gösterdiği aşikardır [9] Özetle, dünya standartlarında tolere edilebilecek doz olarak 1 Msv belirlendiyse bu dozun çocuk ve kadınlara göre aşağı doğru basamaklandırılması gerekir. Dolayısıyla ICRP’nin en son kabul ettiği 1 Msv dozun da çocuklar ve hamilelik çağı ve sonrasında kadınlar için tolere edilebilir bir doz olduğuna dahi artık şüphe ile yaklaşılmalıdır, zira uzmanlar düşük doz radyasyonun olmadığının da altını çizmektedir.
***
Son notlar
[1]https://www3.nhk.or.jp/news/html/20181026/k10011686691000.html?fbclid=IwAR1aLuvUhU6ztjrQCp1eARYaJcJcnWFek3Z6fCl8Y8D1DRrvVMmwmiXIL6A
[2] DOI:10.4103/0972-0464.111411
[3] http://saigaijyouhou.com/blog-entry-746.html
[4] https://yesilgazete.org/blog/2018/10/14/fukusimada-yetiskin-kanser-vakalarinda-da-artis-var/
[5] Table 12D-3 on page 312 of the BEIR VII report called “Lifetime Attributable Risk of Solid Cancer Incidence and Mortality.” The original is available on-line from the National Academy press at: http://www.nap.edu/openbook.php?record_id=11340&page=312
[6] https://s3.amazonaws.com/unoda-web/wp-content/uploads/2017/03/civil-society-2016.pdf
[7] http://dx.doi.org/10.1016/j.radonc.2016.02.03 4
[8] (3) Non-cancer health effects are documented in classic works of John Gofman, for instance Radiation and Human Health (Random House 1982) and digital documents available: http://www.ratical.org/radiation/overviews.html#CNR and Dr. Rosalie Bertell’s classic work “No Immediate Danger” Summer Town Books, 1986.
[9] https://www.radiologyinfo.org/en/info.cfm?pg=safety-hiw_06
Haber: Pınar Demircan
(Yeşil Gazete)