Kanal İstanbulKöşe YazılarıManşetYazarlar

İhtiyatlılık ilkesi ve Kanal İstanbul

0

Rekor düzeyde artan işsizlik, dar gelirlileri çıldırtan asgari ücret, ardı ardına batan şirketler, büyüyemeyen ekonomi gibi sorunlardan boğulan iktidar, 2011 yılından beri gündemi bir şekilde işgal eden çılgın Kanal İstanbul projesini yeniden ısıtarak önümüze koydu.

Konunun uzmanlarının ve bilim insanlarının yıllardır yaptıkları açıklamalarla Kanal İstanbul projesinin ekonomik, hukuki, sosyal ve ekolojik yıkımlara yol açacağı ayan beyan ortada iken alelacele yazdırılan ve bilimselliği son derece kuşkulu bir ÇED raporu toplumun geniş kesimlerinin itirazına neden oldu.

Sadece finansal ve hukuki engeller nedeniyle bile gerçekleşmesinin bir hayalden öteye geçmesi pek mümkün görünmeyen Kanal İstanbul projesi esas olarak getireceği ekolojik yıkım nedeniyle tartışılıyor.

Yok edilecek ormanların, meraların ve tarımsal alanların, su kaynaklarının sonucunda İstanbulluları nasıl bir geleceğin beklediği konusunda uzmanların yaptığı uyarılar kapkara bir tablo çiziyor.

Yapılacak kanal sonucunda Karadeniz ve Marmara Denizi’nin ekolojik dengesinin bozulacağı yolunda yapılan bilimsel saptamalar ise sadece İstanbul’da yaşayanları değil, çok daha geniş bir coğrafyanın tüm canlı yaşamını ölümcül bir tehdidin beklediğini işaret ediyor. Üstelik bu tehdit geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayan bir felaket anlamına geliyor.

Konunun uzmanları ve bilim insanlarının bu korkunç ihtimal üzerinde  tartışıp ne sonuca varacaklarını beklemeden,  proje sahiplerine ve tüm ilgili taraflara, İhtiyatlılık İlkesi’ni hatırlatmalı ve doğa hakları savunucuları olarak bu ilke doğrultusunda hareket etmelerini talep etmeliyiz

İhtiyatlılık İlkesi nedir?

Özellikle çevre hukuku gündemine 1970’lerden itibaren giren İhtiyatlılık İlkesi, olası bir risk durumunda nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini gösterir. İnsan ve çevre sağlığına yönelik geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayacak bir risk ihtimali bulunması durumunda, risk olmadığına dair emin olunana kadar bu doğrultuda hareket edilmemesini, adımlar atılmamasını önerir.

İhtiyatlılık İlkesi kavramını (Precautionary principle/ Vorsorgeprinzip) çevre ve insan sağlığını ilgilendiren konularda ilk kez Alman hukukunda 1970’li yıllarda görüyoruz. Bu tarihten itibaren bir çok uluslararası metinde karşımıza çıkıyor: 1980’lerde Ozon tabakasının korunmasına ilişkin Viyana Konvansiyonu’nda, 1987 2.Kuzey Denizi’nin Korunması Bakanlar Deklarasyonu’nda, 1992 Rio Deklarasyonu’nda, AB’nin temellerinden olan Maasricht Anlaşması’nda ve başta UNESCO, BM Çevre Ajansı (UNEP) olmak üzere bir çok uluslararası kurumun insan ve çevre sağlığını ilgilendiren metinlerinde İhtiyatlılık İlkesi önemli yer tutar.

Bütün bu uluslararası anlaşmalarda ve metinlerde “bilimsel olarak risk olmadığı tüm açıklığıyla kanıtlanmamış hallerde” İhtiyatlılık İlkesine göre hareket edilmesi gereği vurgulanır.

Ekolojik Anayasa Girişimi tarafından 2 Ocak 2012’de TBMM Anayasa Komisyonu’na sunulan yeni anayasa için öneri paketinde de İhtiyatlılık İlkesi hatırlatılır:

“Devlet, tüm faaliyetlerde doğal varlıkların kendilerini yenileyebileceği şekilde kullanılmasını sağlamak için İhtiyatlılık İlkesi çerçevesinde gerekli önlemleri alır.”

Kanal İstanbul ve İhtiyatlılık İlkesi

İhtiyatlılık İlkesi çerçevesinde kamu yararı ve doğa hakları öncelikli olarak görülerek olası risk durumunda geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayan zararın ortaya çıkmayacağına dair ispat beklemeliyiz.

Uzmanların ve bilim insanlarının kamuoyu ile paylaştıkları görüşler ve uyarılar Kanal İstanbul projesinin gerçekleşmesi halinde ciddi hukuki, ekonomik, sosyal, depremsel ve ekolojik zararların oluşacağını ortaya koymaktadır. Bu uyarıları dikkate almak zorundayız.

İhtiyatlılık İlkesi gereğince, projeyi savunanlardan güvenirliliği şüphe yaratan, taraflı ve uydurma ÇED raporları ısmarlamak yerine açık bir bilimsellikle, özellikle ekolojik zararın oluşmayacağına dair kanıtlar sunmalarını bekliyoruz.

Uyarıların herhangi birinin gerçekleşmesi halinde geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayan felaketlerle karşı karşıya kalabileceğiz. Bu durumdan sadece bugünkü İstanbul halkı değil, hem gelecek kuşaklar hem de balığıyla, ormanıyla, suyuyla, havasıyla Karadeniz ve Marmara bölgesinde tüm canlılar zarar görecek, ekolojik denge bilinmeyen bir şekilde bozulacaktır.

Zaten görünen odur ki ihtiyatlılık gösterip iktidar bu projeden vaz geçerse sükseden başka kaybedecek bir şeyi de olmayacaktır.

Aslında basiretli tüccarlardan bile her durumda fayda/maliyet analizi yapmaları, olası her tür risk durumunda elde edilecek fayda ve ortaya çıkması muhtemel zarar dengesini gözetmeleri beklenir. Devleti şirket gibi yönetme iddiasıyla yola çıkanlardan çılgın projeler değil, en azından basiretli bir tüccar gibi davranmalarını beklemek herhalde hakkımızdır.

You may also like

Comments

Comments are closed.