Köşe Yazıları

Özerklik meselesi – 1

0

Önce ateşkesin PKK tarafindan Haziran’a kadar uzatılması, ardından Kandil’in Taksim’deki TAK saldırısını kınaması, bu arada devletin Öcalan ile görüşmesinin (Taraf’ta yayınlanan Neşe Düzel röportajlarının da gösterdiği gibi) iyice tabu olmaktan çıkması, artık Kürt sorununun çözümüne dair daha umutlu önerilerde bulunmayı mümkün hale getirdi. Tabii burası Türkiye, yarın ne olur bilinmez. Ama bir kez cin şişeden çıktı!

Bugün bitirilmeye çalışılan savaşın başlıca nedeni (devletin sorunu çıkmaza sokan ağır hak ihlalleri ve akılsız savaşçı politikaları saklı kalmak kaydıyla) Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde kendilerini yönetmek istemeleriydi. Bunun bağımsız devlet istemekten, kendi istediği kişiyi belediye başkanı yapma talebine kadar değişik biçimleri olabilir. Hepsine katılmayabilirsiniz, ama elde etmek için şiddet uygulamak hariç hepsi de meşru taleplerdir. Neticede işin temeli devletin Kürtlere yönelik olarak ağır bir ayrımcılık uygulaması ve bunun neden olduğu “Ankara’yla doku uyuşmazlığı”dır. Bu da tarihsel bir hal alan isyanlara neden olmuştur. Ama biz anadilden kültüre, barış sürecinden müzakereye kadar her şeyi konuşuyoruz da, bir idari sorun olan bu “kendi kendini yönetme” talebini yeterince somut olarak konuşamıyoruz.

Tabii Kürt siyasi hareketi hariç.

2007’de yayınlanan DTP kongresi kararından bu yana Kürt siyasi hareketi “demokratik özerklik” adını verdiği bir idari reform önerisini çözüm paketinin en başına koymuş durumda. Bence gayet sağduyulu bir yaklaşımla hazırlanmış, güzel bir öneri bu. En önemli artısı da özerklik önerilerinin etnik temele dayanmadığını ve bütün Türkiye için istediklerini açıkça vurgulamaları. Bu belgenin ciddiye alınması, tartışılması çok önemli.

Ama sadece bu metnin şerhleriyle yetinmek zorunda değiliz. Türkiye’nin ciddi bir idari reforma ihtiyaç duymasının tek nedeni de Kürt sorunu değil. Bu nedenle konuyu farklı içerimleriyle uzun boylu tatışmak ve aynı sağduyuya sahip önerilerle tartışmayı geliştirmek zorundayız.

Özerklik lafı neden alerji yaratıyor?

Türkiye’de özerkliğin lafını bile duymaktan hoşlanmayan çok geniş bir kesim var. Bu kesimin de birkaç gerekçesi var. Bunların en önemlisi, özerkliği bir bölgenin bağımsızlık kazanması, yani ülkeden kopması yolunda bir geçiş safhası olarak görmeleri. Özerk bölgesel yönetimlerin bağımsızlık talebi olan yerlerde de denenmesi bunun nedeni elbette… Ama bu bir zorunluluk olmadığı gibi, özerklik bir üniter devlet içinde bir bölgeye tanınan bir ayrıcalık olmak zorunda da değil. Hatta tam tersine bütün bir ülkenin özerk yerel yönetimlerden (ve bölgelerden) oluşması AB’nin kabul ettiği, bizim ise görmezden geldiğimiz yerinden yönetim ilkesinin uygulanmasından başka bir şey değil. Bu konuyu daha sonra açacağım.

Özerklik lafından hoşlanmayanların bir gerekçesi de özerk bölge ile federasyonu birbirine karıştırmaları. Federasyonun avantajlarından ve dezavantajlarından bahsedilebilir. Zaten Kürt hareketinde de federasyonu savunan bir kesim var, ama çoğunluğun fikri bu değil (mesela BDP’nin değil). Federasyon genellikle bir ülke kurulurken kabul edilen, tarihsel nedenlerle tercih edilen bir devlet biçimi. Daha çok birleşme sonucu kurulan devletler federasyon oluyor. Mesela Almanya, ya da ABD gibi. Bir federasyonun, üniter devletten daha demokratik olacağının da hiçbir garantisi yok. Mesela Rusya Federasyonu gibi.

Türkiye bir federasyoın olabilir miydi diye uzun boylu tartışılabilir. Türkiye gibi birleşerek değil parçalanarak kurulan bir cumhuriyet nasıl olup da federasyon olabilirdi, benim aklım pek almıyor. Yine de tarihe dair “eğer şöyle olsa belki böyle olurdu” egzersizleri her zaman yapılabilir. Ama bu tartışmanın bugüne pek bir faydası olduğunu sanmıyorum, çünkü federasyona dönüşmek zor bir iştir. Çok matah bir tercih olduğu da tartışılır.

Özerklik alerjisinin en önemli nedenine gelince… Bence özerklik alerjisi asıl olarak merkeziyetçi devlet geleneğine duyulan hayranlığa, otoriter yönetim sevdasına ve bugünlerde “tam bağımsızlıkçılık” olarak tezahür eden ulus devlet şovenizmine dayanan ideolojik bir tutum. Türkiye’de milliyetçi, muhafazakar ve ulusalcı kesimlerin, en ağdalı halini 1982 Anayasası’nın giriş bölümünde gördüğümüz milliyetçi, militarist, devletçi resmi ideolojiye bağlılıkları nedeniyle, yani sadece Kürt sorunu nedeniyle ve parçalanma korkusuyla değil, doğrudan ideolojik nedenle daha merkeziyetçi bir devlet biçimini tercih ettikleri için özerkliğe karşı çıktıkları aşikar.

Bizim ise işte tam da bu nedenlerle, Türkiye’yi demokratik bir ülke ve açık bir toplum haline getirmek için özerkliği savunmamız gerekiyor. Özerklik Türkiye’yi yönetilebilir kılacağı için, yerinden yönetimi hayata geçirmek için, doğrudan demokrasiyi mümkün kılmak için ve küçük olan güzel olduğu için özerklikten yana olmalıyız. Özerklik aynı zamanda Türkiye’nin en önemli politik sorunu olan Kürt sorununun çözümünde de kilit öneme sahipse, daha ne isteyelim?

Türkiye’de bölgesel özerkliğin sadece doğru bir talep değil, aynı zamanda sanıldığından kolay bir dönüşümün konusu olduğunu düşünüyorum. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve AB süreci işimizi kolaylaştırıyor. Mesele “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” diye özetlenecek kadar basit değil. Ama ülkeyi parçalanmaya götürecek kadar zorlu da değil. Nasılını sonraki yazılarda ele alacağım.

You may also like

Comments

Comments are closed.