COP28Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

COP 28 Notları– 4: Yenilgi mi, zafer mi?

0

İklim zirvelerini yakından izleyen COP bağımlılarının olaya her yıl yapılan bir tür Dünya Kupası gibi baktığı sır değil. COP’lara bütün ülkeler katılıyor, önden eleme turları yok. Ama mesela tıpkı dünya kupalarında olduğu gibi ülke grupları var. Maçlar ülkelerin aldığı puana değil ama emisyonlarına göre, bazen kıtalara bazen gelişmişlik seviyesine ya da siyasi eğilimlerine göre oluşturulan gruplar arasında yapılıyor. Açılış turlarında ısınan, liderlerin konuşmaları ya da yayımladıkları bildirilerle güzel birkaç gol atıp sükse yapan, sonra ilk birkaç maçı kazanarak zayıf rakipleri eleyen takımlar son günlerde yapılan yarı final ve finallerde çoğu zaman savunmaya çekilip gol yememeye çalışıyorlar. Final maçı da dünya kupalarında olduğu gibi genellikle uzatmalarda bitiyor.

Bu benzetmeyle varmak istediğim yer, en çok sorulan, iki haftanın sonunda kupayı kazananın kim olduğu sorusu. Peki aslında var mı böyle bir şey? Müzakereleri bu kadar heyecanla izledikten sonra genelde yaşadığımız “bu turnuvayı da kaybettik” hissi doğru mu? Düşündüğümüz gibi bütün kupaları fosil yakıt ülkeleri mi ülkelerine götürüyor? Peki ya bu turnuvanın hiçbir anlamı yok mu ya da katılıp durmak kendimizi kandırmaktan başka bir şey değil mi?

Tam yenilmedik, aldatmaca da değil

COP 28’de fosil yakıtların terk edilmesi kararı alınmadı ve gelişmiş ülkelerin iklim borçlarını kabul etmesi gibi hayati bir gelişme yaşanmadı. Bu konudaki beklentilerimiz ve taslak metinlere kritik ifadeler sokmak gibi ataklar güçlü ülkeler tarafından püskürtüldü. Sonuçta yine dağ fare doğurmuş gibi görünüyor. Ama bana sorarsanız COP28 de tıpkı öncekiler gibi net bir yenilgiyle bitmiş değil ve ortada kupaları boykot etmeye varacak bir aldatmaca da yok. Örneğin bazı radikal iklim bilimcilerin (Peter Kalmus gibi) COP’lardan bir şey beklemeyi fosil yakıt şirketlerini meşrulaştırmakla bir tuttuğu yorumlar akla ziyan. Bunu söyleyenlerin biraz daha uluslararası sistemin nasıl işlediğine ve Paris Anlaşması’na yakından bakması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü COP’ların iklim krizini tek başına durduracağını beklemek ne kadar hayalse buradan çıkan sonucun hiçbir anlamı olmadığını iddia etmek de o kadar yersiz.

İklim krizine çözüm bulmak için başlatılan bu zirvelerin sadece otuz küsur yıllık bir tarihi var. Dünya sistemindeki ekonomik ve siyasal dönüşümler o kadar hızlı olmuyor. İklim değişikliğiyle ilgili uluslararası bir rejim kurmak için ilk çalışmalar 1990’da başladı, 1992’de Sözleşme yapıldı ve iki yıl içinde yürürlüğe girdikten sonra da yıllık konferanslar başladı. Yapılan 28 konferansta bir arpa boyu yol alamadığımızı ve bu arada emisyonların durmadan arttığını söyleyenler aslında grafiklerdeki eğrileri çarpıtıyorlar. Çünkü emisyon eğrisini tek bir çizgi olarak değil, geçen 30 yıllık süreçte dünya ekonomisinin geçirdiği dönüşümü de gösteren çok katmanlı çizgilerle incelemek gerekiyor.

Örneğin ülkeler açısından bakıldığında her ne kadar 1990’dan bu yana küresel toplam karbon emisyonları yüzde 63 arttıysa ve artış sürüyorsa da en büyük tarihsel kirleticiler olan ABD, AB, İngiltere, Avustralya ve Japonya’nın toplam emisyonlarında 1990’a göre düşüş var. (AB ülkelerinde ve İngiltere’de hatırı sayılır, diğer ülkelerde çok daha az olmak üzere.) Bu ülkelerde bu süre içinde fosil gazdan kaynaklanan emisyonlar arttı, ancak kömürden ve petrolden kaynaklanan emisyonlar düştüğü için toplam emisyonlar geriliyor. Aynı ülkelerde kişi başı emisyonlar da düşmüş durumda. Ama 1990’dan bu yana Çin, Hindistan ve diğer kalabalık ve hızlı büyüyen ülkelerin bütün fosil yakıtlardan kaynaklanan emisyonları o kadar hızlı artmış durumda ki bu küresel emisyonların da artmaya devam etmesine neden oluyor. İşte bu farklılaşmada dünya ekonomisindeki dönüşüm ve teknolojik gelişmeler kadar uluslararası iklim rejiminin de (Sözleşme, Paris, müzakereler, COP’lar vb.) etkisi var.

Fosil yakıt atağı ve savunma hattı

Paris Anlaşması ülkeler arasındaki katı sorumluluk ayrımını kaldıracak yaratıcı bir çözüm buldu. Uluslararası iklim rejiminin yapısını değiştirerek her ülkenin kendi hedeflerini belirlediği ama hem şeffaflık, hesap verme, hedeflerin periyodik olarak güçlendirilmesi gibi mekanizmalarla hem de teşvikten/alkıştan, dışlamaya/ ayıplamaya varan yöntemlerle işletilen, neticede ülkelere “ne yaparsan yap” denmeyen aşağıdan yukarıya bir yapı kuruldu. İklim müzakereleri bir yandan da her yıl ülkeler arası çatışmaların, rekabetin ve iş birliğinin en önemli sahnesi haline geldi.

Oturulup bir çevre meselesi konuşuluyor gibi görünse de aslında savaş ve barış işlerinin, küresel ekonominin, ticaret savaşlarının ve en genel anlamıyla uluslararası ilişkilerin en canlı yaşandığı yer burası. Örneğin kimi ülkeler kendi çıkarlarına uygun mekanizmalar veya önerilerle öne çıkıp görüşmeleri sürüklüyorlar. Ya da iklim eylemini hızlandırmak isteyen ilerici ülkelerin ön açıcı girişimleriyle bazen tıkanan ve bir yere varmamaya başlayan müzakerelerde sıçramalar olmaya, önceden konuşulmayanlar konuşulmaya başlıyor.

İşte fosil yakıtlardan çıkış meselesi bunlardan biri. Pandemi arasından sonra 2021’de yapılan Glasgow İklim Zirvesi’nde ev sahibi İngiltere’nin kömürden çıkış atağı başlatması Brexit’in ardından sarsılan itibarını ilerici bir rol üstlenerek onarma girişimiydi. Kendisine bir zararı da yoktu çünkü zaten kömürden yıllar önce kurtulmuştu. Bu girişime kömürü hızla artıran Çin (gizliden) ve Hindistan (açıktan) engel oldu ama kömür bu sayede ilk kez bir COP kararına girdi. Ama bu girişimin ciddi bir çarpan etkisi de oldu. Aynı yıl önemli bir girişim ortaya çıktı: Danimarka ve Kosta Rika’nın (ikisinde de elektrik üretiminde fosil dışı temiz kaynakların payı rekor düzeydedir, Danimarka’da %84, Kosta Rika’da %98) öncülüğünde ortaya çıkan Petrol ve Gazın Ötesi Girişimi (BOGA). İki yıl önce doğan bu cesur girişim kömür yetmez, petrol ve gazı da tarihe gömelim diyordu. Bugün BOGA’nın üyeleri arasında Fransa, İsveç, İrlanda ve Portekiz ile birlikte bazı küçük ada devletleri var. Ayrıca İtalya, Finlandiya, Kolombiya, Şili, Yeni Zelanda ve Lüksemburg BOGA’yı destekleyenler arasında.

Ayrıca ondan da önce, 2015’te iklim değişikliğine karşı en kırılgan küçük ada devletlerinin başını çektiği bir grup ülke fosil yakıtların sınırlandırılması anlaşması çağrısı yaptı. Kolombiya hükümetinin ve Avrupa Parlamentosu’nun da desteklediği bu çağrıyla tıpkı nükleer silahlarda olduğu gibi fosil yakıtların da yasaklanması veya sınırlanması için uluslararası bağlayıcılığı olan ayrı bir anlaşma isteniyor. Kömürden çıkış çağrısı ise daha uzun süredir yapılıyor ve bugün ABD bile bu çağrıyı imzalamış durumda. Bunların hiçbiri COP süreçleri olmasaydı başarılamazdı.

Tabii fosil yakıtları inatla COP sürecinin dışına itmeye çalışan ülkeleri de unutmamak gerek. Başta Suudi Arabistan olmak üzere OPEC üyesi ülkeler (ağırlıklı olarak Körfez ülkeleri), diğer fosil yakıt üreticileri ve ekonomisi ağırlıklı olarak fosil yakıtlara dayalı olmaya devam eden hızlı büyüyen gelişmekte olan ülkeler bu ilerlemeyi durdurmak için büyük çaba sarf etti. Bu ülkeler sonuçta “fosil yakıt dilini” bulandırmayı başardılarsa da COP 28 boyunca savunmaya çekilmiş olmaları az şey değildi. Fosilciler karbon yakalama ve depolamayı (CCS) ve (doğal gazdan üretilen hidrojeni kastederek) düşük karbonlu hidrojeni çözümler arasına dahil ederek önemli bir kazanım da elde ettiler. Ama yine de krizin kaynağını savunmaya devam eden ülkeler olarak damgalanmaları az şey değil. Bundan sonra hem fosil yakıtlarla ilgili ifadelere karşı çıkanlar hem de yanındaymış gibi görünüp fosil yakıt yatırımlarını artırmaya devam edenler çok daha keskin okların hedefi olacaklar.

28. madde bir kaldıraç olabilir

Yenilenebilir enerjiyle ilgili de temel bir yanılgı var. Yenilenebilir enerjinin giderek yaygınlaşmasının piyasa şartlarına, teknolojinin gelişmesine ve maliyetlerin düşmesine bağlı olduğu düşünülüyor. Sektör de kendi pazar payını artırmak için bu söylemi kullanıyor. Oysa yenilenebilir enerjinin fosil yakıtlarla rekabet edebilecek hale gelmesi önce nükleer enerjiye karşı muhalefet, ardından hava kirliliği ve iklim kaygılarıyla “alternatif” enerji kaynakları arayışının artması ve bazı hükümetlerin (başta Almanya) oldukça erken bir dönemde ve yenilenebilir enerji daha epey pahalıyken verdiği teşvikler, araştırma ve geliştirme çalışmaları sayesinde oldu. Çin’in hava kirliliği ve iklim kaygılarının ekonomik büyümenin yönünü bu tarafa döndürmesinde etkili olduğunu da unutmamak gerek.

Uluslararası iklim mücadelesi ve Paris Anlaşması’nı getiren iklim rejimi bu süreçlerin bir parçası. COP’ların yarattığı hayal kırıklığı bu uzun dönemde gerçekleşen başarıyı (kısmi bir başarı da olsa) gölgelememeli. Örneğin Paris Anlaşması kapsamında belirtilen taahhütler yüzyıl sonunda beklenen ısınma düzeyini 4-4,5 derecelerden 2,5-3 derecelere indirdi. 3 derece, hatta 2 derece küresel ısınma çok yüksek ve insan uygarlığının ve pek çok canlı türünün tolere etmesi pek mümkün değil. Ama yine de küçümsediğimiz bu 30 senelik süreç savaşların ve eşitsizliklerin arttığı dünyada yine de az da olsa bir işe yaradı. En azından konuyu belli çevreler için bile olsa gündemde tuttu. Üstelik küreselleşme çağının serbest ticaret dogmasına aykırı iki önemli politika seti olan AB’nin yeşil düzeni ve ABD’nin Enflasyonla Mücadele Yasası Paris Anlaşması’nın doğrudan sonucu. Aynı şekilde Çin’in büyük yeşil teknoloji atılımı da bu sürecin içinden çıktı.

COP 28’in BAE Konsensüsü adı da verilen sonuç kararlarından en önemlisi olan Küresel Durum Değerlendirmesi’nin bize yenilgi gibi gelen 28. maddesinde yer alan fosil yakıtlarla ilgili madde bu uzun vadeli gelişme seti içinde bir ileri adım olarak okunabilir. Gerçi ilk taslaktan sonuncuya gelene kadar dil sulandırıldı ve fosil yakıtların belirsiz bir vadede uzaklaşmak gibi ülkelerin krizin aciliyetini anladığını göstermekten çok uzak bir ifade kullanıldı. Ancak bundan sonraki iki yıl boyunca bu sınırlı gelişme üzerine güçlü bir hareket kurmak için bize yeterli kaldıracı da kazandırmış oldu.

Stratejik düşünmek

Sonucun en olumsuz yanı ise nükleer enerjinin düşük karbonlu çözüm olarak metne girmesi oldu. Bunu ayrı bir yazıyla değerlendirmeyi planlıyorum. Türkiye’nin yılan hikayesine dönen iklim politikası başarısızlığı, hatta COP28’de neredeyse her şeyi başa saracak kadar yetersiz ve yanlış bir strateji izlemesi de ayrı bir yazıyı hak ediyor.

COP 28 notlarımı kapanıştan hemen sonra Dubai’den gönderdiğim Twitter mesajıyla bitireyim. Bu mesaj görüşlerimi özetlemenin yanı sıra iki haftalık heyecanlı sürecin ardından nasıl bir yenilgi ruh haline kapıldığımızı da (kaçınılmaz bu) gösteriyor.

“Dubai’de uzatmalar da bitti #COP28 kararları kabul edildi. Taslaklarda olan fosil yakıtların terk edilmesi de yerini yenilenebilir enerjinin alacağı da çıkarılmış. Zayıf bir fosil yakıtlardan uzaklaşma ifadesinin karara girmiş olması zafer sayılmaz. Bizi en aza razı ediyorlar. Üstelik en kirli ve en tehlikeli enerji olan nükleer çözümler arasında sayılıyor. Geçiş yakıtı ifadesiyle fosil gaza referans veriliyor. CCS’e defalarca vurgu var. Bunlar büyük skandal. Şimdi enerji dönüşümüne akmayan finansmanın bunlara gitmesinin önü açılacak. Finansman yetersizliği vurgulandığı halde artırılmasına ilişkin dişe dokunur bir ifade yok. Batı iklim borcunu kabul etmemekte direniyor ve gelişmekte olan ülkelerin ve petrol devletlerinin ayak sürümesini kolaylaştırıyor. Çin, Hindistan vb savunma yapmaktan oynamıyor. 1,5 derece hedefinden sonra 2021’de önce kömürün ve şimdi de bütün fosil yakıtların üstü kapalı da olsa sorunun kaynağı olarak COP kararına girmesi Paris Anlaşması’nı genişlettiği için olumlu. Bu gelişme küresel iklim hareketinin başarısı. Ama çok yavaş ve yetersiz. 2 derece geliyor.”

Bu görüşlerim değişmiş değil ama mücadelenin hız kesmemesi için biraz daha (pozitif değil ama) stratejik düşünmeye çalışmamız gerek. Sonuçta maçı kazanan biz olacağız.

 

More in COP28

You may also like

Comments

Comments are closed.