Köşe Yazıları

Mustafa Balbay’ın Kedileri..

0

Çocukluk dönemimde, henüz okula gitmezken evimize Hürriyet Gazetesi alınırdı, o yıllarda da daha sonraki yıllarda da her sabah  bir ve çoğu kez iki üç gazete alma alışkanlığımız hiç bırakılmadı. Hürriyetin arka sayfasındaki Güngörmüşler’i, Fatoşla Basri’yi, Dedektif Nik’i çok severdim, ama bir gün bir aile dostumuzun oğlu ziyaretimize geldi, bize ısrarla “Cumhuriyet” gazetesi almamızı önerdi. Gerekçelerini uzun uzun anlattı. “Üzüm salkımlı ev” başlıklı yazımdaki Ayşe teyzenin oğlu Erol Özmert’ti o genç. Çok güzel şeyler anlatıyordu. Konuşması ateşliydi.

O günden sonra “Cumhuriyet” gazetesi hep evimizde oldu. Önceleri biraz yadırgadım, sadece gazetenin ismi renkli geri kalan her yeri siyah beyazdı, sonra o yaşıma göre bana fazla ciddi gelen şeyler yazılıyordu, resimli çizgi romanları yoktu, Basri’nin insanın iştahını kabartan o çok katlı sandviçleri , etraflarında gezinen köpekleri, dedektif Nik’in soluk kesen maceraları yoktu bu gazetede.

Ama bir süre sonra ona çok alıştım, yazarlarını çok sevdim, babam her akşam özellikle de İlhan Selçuk’un yazılarını irdeler, bize uzun uzun  anlatırdı; Burhan Felek, sonraki yıllarda hain saldırıda can veren  Uğur Mumcu hep evimizin konukları oldu, sanki aileden birer kişiydiler. Mümtaz Soysal’ı severdim dürüst ödün vermez kişiliği, romantik ruhunun yazılarına aksedişi. Ama “Yazlıkların Kedileri” başlıklı bir yazısıyla evinde beslediği kedileriyle ilgili anlattıklarından  sonra daha çok sevmeye başladım. Ali Sirmen’in, Deniz Kavukçuoğlu’nun, yazılarını okumaktan zevk aldığım bütün bu yazarların bir de hayvan dostluğunu öğrendiğimde onlara olan sevgi ve saygım daha çok arttı.

Sonra bir gün bir baktım, sayın Mustafa Balbay bir yazı yazmış; uzunca süreli yurt dışı seyahatlerinden birisinde evinin balkon camı açık kalmış, oradan içeriye giren kedicik de yanlış hatırlamıyorsam tam üç yavrusuyla Balbay’ ın elbise dolabına yerleşmiş( kediler yerleşme amaçlı bir mekan seçtiklerinde oradaki insanları da seçer). Balbay da aklında hiç kedi edinmek filan yokken, o anneyi ve yavrularını çok sevmiş ve birlikte yaşamaya başlamışlar.

O günlerde Mel Gibson ve filmleri çok revaçtaymış, Balbay da yavruların isimlerini bu film sanatçısının adından esinlenerek vermiş: Mel ve diğerleri( aklımda yanlış kalmadıysa Gib ve Son) büyümüş balkonda oynaşmaya başlamış, karşı evdeki komşuları da onları hayranlıkla seyreder olmuş. Ve günün birisinde eve görücüler gelmiş yavrulara talip olmuşlar, Sayın Balbay uzunca süre evde olamadığından ve yavruların balkondan düşme riski bulunduğundan istemeye istemeye olsa da onları karşı komşularına vermiş.

Komşularıyla da ondan sonra dost olmuşlar, sahiplendirdiği kediciklerini de istediği sıklıkta görüp ziyaret etmiş. Ne güzel, mutlu başlayıp mutlu biten bir hikaye değil mi?

İşte ben Mustafa Balbay’ın bu yazısını okuduktan sonra onun duygusal, son derece kırılgan naif kişiliğini de keşfettim. Yazılarında ne kadar katı ödün vermez realist bir kişilik tablosu çizse de o gerçekte, benim gözümde  artık “Dinozor” özelliği taşıyan, nesli nerdeyse sıfırlanmış, ender kişiliğe sahip bir yazar- gazeteci.

Ankara’yı tanıyanlar, uzunca süre orada yaşayanlar iyi bilirler, Başkentin sonbaharı çok güzel olur. Mustafa Balbay’ın Ankara’sının portreleri çok güzeldir, çok güzel anlatır. Onun gözünde Ankara’da “sombahar” yaşanır. Ben biraz fazlaca romantik takıldığımdan, duygusallığın doruklarında fazlaca gezindiğimden, sevdiğim, sürekli takip ettiğim köşe yazarlarının da hep bu yönlerini arayıp bulmaya gayret ederim. Keşiflerimden sonra da müthiş keyiflenirim.

Eskişehir’de geçtiğimiz yıllarda kendisini bir panelde yakından tanıma fırsatım da oldu, çok sıcak samimi bir insan. Ona kendimi tanıttım, yazdığı yazısından kedilerini de bildiğimi anlattım, çok hoşuna gitti. O kısacık sohbetimiz sırasında da hakkındaki düşüncelerimde yanılmadığımı anlayıp, mutlu oldum.

Mustafa Balbay şimdi gözaltında! Nedendir, suçu nedir? Hukuk sistemi işliyor, yorum yapan çok. Bana fikir yürütmek uygun düşmez, ama şunu açık yüreklilikle itiraf etmeliyim ki ben böyle yazılarını uzun yıllarca  takip ettiğim, sayın “İlhan Selçuk” gibi gönül verdiğim yazarların karga tulumba içeri alınmalarını içime hiç ama hiç sindiremiyorum.

You may also like

Comments

Comments are closed.