Köşe Yazıları

Gazze ile Birlikte İsrail de Ölürken… (Bir Kişisel Değerlendirme)

0

Isa’nın 2000. doğum gününde, yani 2000 yılının Noel ayininde, Beytülhalim’de (Betlehem), İsa’nın Filistin topraklarındaki doğum yerindeydim. Ayine Arafat da, devlet başkanı sıfatıyla katılmıştı. İsa’nın doğduğu varsayılan mağaranın üzerine yapılan kilisenin papazı İsrail işgaline son çağrısı yapmıştı. O zaman hala umut vardı.

Yüksek lisans için, ikinci intifadının başlamasının hemen ardından gittiğim İsrail’de, Kudüs’te bir yıl yaşadım. Kudüs’ün batısındaydım, ama sık sık doğusuna da geçtim, Filistin topraklarına da… Her yerde canlı bombalar patlıyordu. Filistin halkı bulabildiği en çaresiz yöntemle direniyordu ve bu direniş yine de bir umut taşıyordu. İsrail halkının duyduğu korku ve ırkçı şiddetten başka çözüm tanımayan militarist ruh hali ise giderek tırmanıyordu. 2001 yılı başında soykırım suçlusu Ariel Şaron başbakan seçildiğinde, İsrail halkı adına duyduğum utancı hala unutamıyorum.
Hayatımın unutamadığım bir dönemini geçirdiğim, bir ülke olarak gerçekten çok sevdiğim İsrail, gözlerimin önünde batağa saplandı. Ben ayrılırken işgal yeniden başlamıştı. 1993’de açılan barış yolu sadece bir yıl içinde, Şaron’un şahsında simgeleşen bir şekilde ortadan kaldırıldı.

Bir buçuk yıl sonra, 2003’ün başında TTB adına Filistin’i ziyaret eden grup içerisindeydim. Filistin tamamen kuşatılmış durumdaydı. İşgal kalıcı hale gelmişti (1967 işgalinden değil, 2001’de başlayan yeniden fiili işgalden bahsediyorum). Arafat’ın karargahı yıkılmıştı, Gazze sokakları Hamas’ın eline geçmeye başlamıştı, utanç duvarı inşa halindeydi. İsrail devleti sadece iki-üç yıl içinde Filistin’in ve kendi halkının barış umutlarını tüketmiş, İsrail halkını hem tamamen militarize etmiş, hem de barış isteyenleri sindirmişti.

Son beş yıldır, sadece Filistin’in yok edilişine ve Gazze’nin ölümüne değil, İsrail’in de can çekişmesine üzülürken buluyorum kendimi. İşgalle kurulan, işgalle büyütülen bir ülke, korkunun hakimiyeti altındaki bir halk, soykırım mağduriyetinin üzerine kurulmuş faşist bir devlet. Yaşaması mucizeydi belki. Ama bir barış silkinişi yine de mümkündü. “Şalom” (yani barış) sadece dillerinde kalmış olmasaydı…

İsrail, Filistin topraklarında 1948’de başladığı etnik temizliği soykırım noktasına taşımaya kararlı olduğunu son üç gündür dünyaya ilan etmiş durumda. Uluslararası toplum denilen sahtekarlık, aynı Bosna’da olduğu gibi, soykırım amacına ulaşana kadar bekleyecek ve ardından İsrail tamam dediği anda, sözde müdahele edecektir. Tabii bu seferki müdahale ancak kınama düzeyinde kalacaktır. Ancak kınamanın gelmesi bile İsrail’e yeterli zaman tanındıktan sonra olabilir.

Yaklaşan büyük soykırımın İsrail devletinden sonraki ikinci büyük suçlusu Avrupa devletleri olacak. Gazze’de görüştüğümüz bir insan hakları aktivisti Arap ülkelerinden ve ABD’den hiçbir beklentisi olmadığını, anahtarın AB’nin elinde olduğunu söylemişti. Avrupa, bırakın ambargo uygulamayı, İsrail’e tanıdığı ticari ayrıcalıkları kesse, İsrail kıpırdayamaz hale gelir demişti.

Oysa kıpırdayamayacak durumda olan Avrupa ne yazık ki. Uygarlığın üzerinde yükseldiği kan ve ceset yığını daha da büyüyecek. Avrupa halkları ise devletlerinin neden bu soykırıma ses çıkarmadığını çok iyi bildikleri için susacak.
Filistin halkı yok ediliyor.

Eskiden sahip olmaya mecbur olduğumuzu düşündüğüm için koruduğum umudum tamamen tükendi artık. Bu trajedinin tek çözümü İsrail ve Filistin halklarının birlikte yaşamayı benimsemesiydi. Oysa sadece Filistin değil, şimdi İsrail de ölüyor. Beytülhalim’deki Noel ayininden tam sekiz yıl sonra, İsrail hem Filistin halkının, hem de kendisinin sonunu getirecek fitili ateşledi ne yazık ki. İsrail halkı hala o topraklarda onurlu bir şekilde yaşamaya devam etme hakkını savunabilecek mi?

Gazze ölüyor. İsrail de bundan böyle ancak yaşayan bir ölü olarak o topraklara tutunmaya çalışabilir.

You may also like

Comments

Comments are closed.