Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

[2020’nin ardından] Covid-19’un gölgesinde ekonomi

0

Ekonomi açısından bakıldığında 2020 yılı da diğer yıllar gibi dopdolu geçti. Ama bence 2020’yi diğerlerinden ayıran en belirgin unsur, toplumların başta sağlık olmak üzere para ve maliye politikası, üretim, tüketim, turizm, eğitim, eğlence, iş hayatı gibi bütün alanlarını etkileyen ve hırpalayan Covid-19’un ekonomiler üzerinde yarattığı sarsıntı oldu.

Dolayısıyla, diğer detaylara girmeksizin ekonomiye Covid-19 ışığında odaklanmak istiyorum. Daha çok da bu salgının bir katalizör olarak ortaya serdiği sosyo-ekonomik olgular üzerinde duracağım. Covid-19 ve ekonomi konusunu iki boyutta ele alacağım. Bunlardan birincisi gelişmiş ülkeler boyutu. İkincisi de ülkemiz ekonomisine yönelik olan boyutu.

Gelişmiş ülkeler

Covid-19’un küresel sosyo-ekonomik sonuçlarından birisi, gelişmiş ve zengin ülkelerin çoğunun hem aldıkları salgın önlemleriyle ve salgına karşı vatandaşlarına sağladıkları “karşılıksız” büyük finansal desteklerle hem de aşı konusundaki öncü rolleri ve hızlarıyla dünya üzerindeki eşitsizliği bir anlamda daha da pekiştirmesi oldu. İtalya gibi kimi gelişmiş ülkeler sağlanan sağlık hizmetleri anlamında başlangıçta epey bocaladılar. Nüfuslarının yaşlı olması ve yoğun bakım yatak sayılarının yetersizliği bu bocalamanın başlıca nedeniydi. ABD ise Trump yönetiminin beceriksizliği ve yanlış politikalarıyla salgınla mücadelede epeyce zorlandı. Salgınla mücadelede bu ülkelerin bir kısmında hala çeşitli sorunlar yaşanmakla birlikte salgının ekonomik etkileri bakımından bu ülkelerin çoğu vatandaşlarına ve şirketlerine sağladıkları devasa mali ve parasal desteklerle sancının çok daha az hissedilmesini becerdiler.

Gelişmiş ülkelerde görülen başka bir olgu, sağlanan finansal desteklerin büyüklüğü sonucunda salgın öncesinde varolan negatif faiz trendinin daha da hızlanması ile reel ekonomi ile finansal piyasalar arasındaki bağın neredeyse tamamen kopması oldu. Faizler sıfır, hatta negatif olunca paralarını mevduatta veya düşük/negatif faizli tahvillerde tutmak istemeyenlerin yönelmesiyle başta hisse senetleri olmak üzere varlık fiyatlarında inanılmaz artışlar oldu.

Yani bir yanda reel ekonomi ve özellikle hizmetler sektörü çökmüşken diğer yanda belirli varlıklarda inanılmaz bir değer artışı oluştu. Aşağıdaki resim bu durumu çok güzel özetliyor: Bina (reel ekonomi) aslında çökmüş olduğu halde, Borsayı simgeleyen ön cephe oldukça iyi durumda görünüyor. Mesaj net: Vitrin sizi aldatmasın; binanın tamamına bakın!

Covid 19’un yarattığı diğer önemli sosyo-ekonomik etki işsizlik oldu. Salgının etkisiyle günümüz ekonomilerinin yüzde 70-80’ini oluşturan hizmetler sektöründeki çöküş gelişmiş ekonomilerin çoğunda işsizlik rakamlarını artırdı, dolayısıyla varolan gelir dengesizliğini daha da bozdu. Örneğin OECD ülkelerinde ortalama işsizlik oranı 2019’da yüzde 5.4 iken 2020 Eylül ayında yüzde 7.3’e yükseldi. Euro Bölgesi’nde aynı dönemde yüzde 7.6’dan 8.3’e çıktı. ABD’de ise 2019’da yüzde 3.7 iken salgının başlangıcında yüzde 15’e kadar çıkıp, Eylül 2020 itibarıyla yüzde 7.9 olarak gerçekleşti. ABD gibi “liberal” ekonomilerde işsiz kalan insanlar ancak oldukça yetersiz ve kısa süreli mali programlarla desteklenirken, AB ülkeleri ve Japonya gibi sosyal devlet normlarının gelişmiş olduğu ekonomilerde işsizlik sigortaları ve devasa mali destek paketleriyle işsizler ve iş yerlerini kapatmak durumunda kalan küçük işletme sahipleri büyük ölçüde gelirlerini koruma imkanına sahip oldular.

Gelişmiş ülkelerde görülen bir başka olgu ise teknoloji şirketlerinin salgın döneminde ciddi bir performans göstererek geleneksel şirketlerle arasındaki farkı daha da açması oldu. Bunun en tipik örneği Tesla ve kurucusu Elon Musk oldu. 2021 başı itibarıyla Tesla’nın piyasa değeri 800 milyar doları geçerek dünyanın şu anki en büyük 9 otomobil firmasının (Volkswagen, Toyota, Nissan, Hyundai, GM, Ford, Honda, Fiat Chrysler ve Peugeot) piyasa değerlerinin toplamını geçti. Elon Musk ise şu an itibarıyla dünyanın en zengin insanı konumunda. Amazon, Google, Facebook, Microsoft ve Netflix gibi firmalar da bu dönemde değerlerini inanılmaz ölçülerde artırdılar. Bu değer artışlarının bir kısmı yukarıda bahsettiğim sıfır veya negatif faizlerden kaynaklanmakla birlikte, önemli bir kısmı da Covid-19’un yarattığı evden çalışma ve kısıtlı mobilitenin bu şirketlerin ürün ve hizmetlerine olan talebi ciddi şekilde artırması sonucunda ortaya çıktı.  

Türk ekonomisi

Türkiye açısından bakıldığında ise zaten bir ekonomik kriz içerisinde çaresizce yol alırken kapımızı çalan salgın ekonomik kriz koşullarını çok daha ağırlaştırdı. İhracat ve özellikle turizm gibi döviz getiren faaliyetlerde salgın nedeniyle ciddi düşüşlerin yaşanması, salgından dolayı uygulanan sokağa çıkma yasakları ve salgın öncesinden beri izlenen yanlış ekonomi politikalarının da etkisiyle ekonomi adeta uçurumun kenarına geldi.

Salgının Türk ekonomisi üzerindeki en can alıcı sonucu özellikle hizmetler sektörü işsizliğinde görülen yüksek artış ve buna karşın sağlanan desteklerin son derece yetersiz kalması oldu. Aşağıdaki tablo G-20 ülkelerinin sağladıkları Covid-19 desteklerinin GSYİH’ya oranını gösteriyor. Buna göre Türkiye yüzde 12.8 ile beşinci sırada. Türkiye’nin yeri oldukça yüksek ve gözlemlerimizle karşılaştırınca epey şaşırtıcı görünüyor. Ama durun, hemen heyecanlanmayın. Gelin bu oranın detayına bakalım.

Boğaziçi Üniversitesi tarafından yapılan hesaplamalara göre, Kasım 2020 sonu itibarıyla Türkiye mali destekler bakımından GSYİH’nın yüzde 3.9’u ile 130 ülke içerisinde 69. sırada. Bu kategorinin birincisi yüzde 42.2 ile Japonya. Parasal destek paketlerine bakıldığında ise GSYİH’nın yüzde 7.4’ü ile yine 130 ülke içinde 39. sıradayız. Bu listenin başında ise yüzde 64.6 ile İtalya var. Bu açıklayıcı veri, yapılan desteklerin yaklaşık ¾’ünün parasal, yani kredi desteği olduğunu gösteriyor. Bir başka anlatımla, karşılıksız mali destek değil, kredi ertelemeleri veya yeni kredi imkanları yoluyla (borç vererek) sağlanan destekler. Diğer yandan, salgın döneminde birçok işletmenin kredi desteğine rağmen ciro ve karlardaki ciddi düşüş nedeniyle iflas edeceğinden korkuluyor. Yüksek faiz oranları ve iflaslar nedeniyle kredilerin nasıl geri ödeneceği, ödenemezse bankacılık sektörü ve ekonomi üzerindeki etkilerinin ne olacağı soruları ise havada asılı kalıyor.

Daha önceki bir yazımda ele aldığım üzere  Türkiye bu durgunluk döneminde faiz artıran bir ekonomi konumuna düştü. Diğer ülkelerin durgunluğu aşmak için zaten düşük olan faizlerini daha da indirdiği bu kriz döneminde biz, önceden gelen hastalıklarımıza ve hatalarımıza çare olsun diye faizleri artırmak durumunda kaldık. Hem de ilk etapta yüzde 10.25’ten yüzde 15.00’e, sonra yüzde 17.00’ye çıkararak tam olarak yüzde 66 oranında bir artış yaptık. Bu faiz artışları, yıl sonuna doğru son iki senedir yanlış ekonomi politikalarının uygulayıcısı olan ekibin görevden uzaklaştırılması sonrasında yapıldı.

Ayrıca BBDK ve TCMB tarafından getirilmiş çeşitli anlamsız kısıtlar ve kurallar da uygulamadan kaldırıldı. Bunlara ilaveten bir de “hukuk ve ekonomi reformu” yapılacak söylemi ortaya yayıldı. İki ayı geçti, hala ortada bir şey yok. Ciddi bir reform olması da zaten söz konusu değil.  Bütün bu gelişmelerin ışığında yaşanan güven bunalımı derinleşerek devam ettiğinden, ekonomide kısa-orta dönemde ciddi ve yapısal bir toparlanma beklenmiyor.

Hükümetin çeşitli akrobasi hareketleriyle işsizlik ve enflasyon oranlarını düşük göstermeye çalıştığı bu dönemde gerçek sorunların halının altına süpürülmesine devam edildi. İşsizliğin yüzde 25-30’larda olduğu bu dönemde bir takım formüllerin arkasına sığınılarak resmi işsizlik oranı yüzde 12.7 olarak ilan ediliyor. Diğer yandan, yüzde 35-40 aralığında seyreden enflasyon hiç kimsenin anlayamadığı şeffaflıktan uzak bir yöntemle yüzde 14.60 olarak açıklanıyor. İnsanların günlük olarak yaşadığı bir gerçeği istatistik ve rakamlarla ne kadar gizleyebilirsiniz?

Kıssadan hisse

Yaşadığımız salgın süreci, ekonomilerdeki sorunların bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmasına yol açtı. Gelişmiş ülkelerde teknoloji firmalarının bu dönemin koşulları nedeniyle atak yapması ve düşük faizler nedeniyle ortaya çıkan varlık değer artışları var olan gelir dağılımı bozukluğunu daha da derinleştirdi. Ayrıca, sosyal devlet sistemine sahip olmayan ABD gibi gelişmiş ülkelerde servis sektöründe artan işsizlik fakirleşmeyi hızlandırdığı gibi, gelir dağılımındaki bozulmaya da katkıda bulundu. ABD’nde gördüğümüz popülizm patlamasıyla bu sosyal politika altyapısının nasıl etkileştiği konusu, üzerinde ciddi bir şekilde düşünülmesi gereken bir olgu.

Türkiye’de ise zaten artmakta olan yoksullaşma, hizmet sektöründeki işsizliğin salgın nedeniyle fırlamasıyla daha da ivme kazandı. Buna tarımda yaşanan sorunlar eklenince yoksullaşma bütün ülke sathına yayıldı. Ekonomik sorunların derinliği salgınla mücadelenin kapsamını ve ciddiyetini de etkiledi. İmalat sanayiinde üretimin sürdürülebilmesi için salgınla mücadeleden ödün verilmek zorunda kalındı. Diğer yandan aşı konusunda hem oldukça geç kalındı, hem de dünyanın pek rağbet etmediği aşılara yönelmek gibi bir durumla karşılaşıldı. Covid-19 salgını, Türkiye’de özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin uygulanmaya başlamasıyla birlikte hızlanan yönetim bozukluğunu ve boşluğunu çok daha net bir şekilde ortaya serdi.

Küresel olarak bakıldığında, gerek salgın döneminde sağlanan ekonomik destek paketlerinin boyutlarıyla, gerekse aşı konusundaki öncü konumlarıyla (hem üretimde hem de dağıtım ve aşılama hızında) gelişmiş ülkelerin salgından daha hızlı ve daha iyi durumda çıkacağı aşikar. Bunun sonucunda dünyadaki zengin-fakir (ya da kuzey-güney) ayırımının daha da belirginleşeceği ve mesafenin açılmaya devam edeceği de net bir şekilde görülüyor.

Bütün dünyada gördüğümüz bir diğer olgu ise Covid-19 salgınının yaşam ve çalışma biçimleri üzerinde yarattığı doğrudan ve dolaylı etkiler oldu. Bunun sonucunda teknoloji firmalarının küresel ekonomideki ağırlıkları daha da artarken, yaşam ve çalışma mekan seçimleri, ulaşım tercihleri ve beslenme yöntemleri gibi birçok alanda geleceğimize damga vuracak köklü dönüşümler yaşıyoruz ve yaşamaya devam edeceğiz gibi görünüyor.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.