Köşe Yazıları

Toplum inşasında ahlak çöktü, yapı paydos, dağılalım arkadaşlar – Menekşe Kızıldere

0

Günlerdir yoğun bir şekilde çocuk istismarı haberleri ile sarsılmaktayız. İnsanın kanını donduran dehşeti burada irdelemek arzusunda değilim fakat çökmekte olan ahlakın eşitlikle ve dahi toplumsal cinsiyet eşitliği ile nasıl da ilgili olduğunu bu vahşete karşı idamın konuşulduğu, pedofilinin iki yetişkinin kendi rızasıyla yaşadığı cinsel ilişki ile bir tutulduğu şu günlerde kafası karışıkların gözüne gözüne sokmak gerektiğini düşünmekteyim. Böyle konularda temel kavramlarla başlamakta fayda var. Bir toplumda eşitliğin olmadığı koşullarda, toplum olmaktan nasıl çıkıldığı ve ahlakın çöküşe doğru nasıl gittiğini toplumun içinden bireyler olarak düşünelim. Bu yazı bir uzman yazısı değil. Bu konuda bir hukukçu veya bir psikoloğun/psikiyatrın vereceği kritik bilgileri elbette veremem. Fakat tam da toplumun içinden bir birey olarak, eşitlik talep eden bir kadın olarak şahit olduklarımı ve gözlemlediklerimi aktarmayı arzu ediyorum ve bu tartışmayı toplumun içinde bireyler olarak bir de bu açıdan ele alın demek istiyorum.

Türk dil kurumuna göre istismar kelimesinin anlamı şu; “ İstismar etmek, bir kişinin ya da kişilerin iyi niyetini kötüye kullanarak yararlanmak, bir düşünceyi kötüye kullanarak zarar vermeyi hedeflemek, karşısındakinin kendi rızası olmadan ve iradesini dikkate almadan sömürmek gibi anlamları içerir.” İstismara uğrayanın rızası ve iradesi olmadığını TDK açık bir şekilde bildirmiş. İrade ortaya koyamamanın temelinde de güç ilişkisi yatmakta. Psikolojik ya da fiziksel üstünlüğü olanın daha zayıf olanı sömürmesi istismardır. İktidarı elde edenin gücünün yettiğini kendi çıkarları doğrultusunda ezmesi istismardır.

İstismar kavramı içine birçok eşitsizlik giriyor bu durumda. Irk, cinsiyet, sınıf eşitsizlikleri istismara sebep olabilir demek pek de yanlış sayılmaz. Politik olarak milliyetçi duygular kullanılarak çok uluslu bir ülkede bir halk ezilmeye çalışılıyorsa bu milliyetçi ve ulusalcı fikirlerin politik olarak istismarıdır. Dini duygular kullanılarak kadınlara haklarını sınırlayacak derecede baskı yapılıyorsa bu din istismarıdır. Cinsiyet, eşit hakların önünde bir koşul olarak görülüp bir cinsiyetten insanların hakları gasp ediliyorsa bu toplumsal değerlerin ve hak gaspına uğrayan bireylerin istismarıdır.

Fikirler, bireyler, din ve toplumsal değerler hem istismar öznesi olabilir hem de istismar aracı. Değişmeyen tek şey iktidarı olanın arzuları ve çıkarlarıdır. Buna İran’da erk iktidarlarını korumak için devletin kadınların din adı altında insan haklarının gasp etmesi de örnek verilebilir bir yetişkinin korunmaya muhtaç küçük bir çocuğu psikolojik, fiziksel veya cinsel olarak kendi arzuları için istismar etmesi de örnek verilebilir. İktidarını korumak sadece bir kişinin veya grubun çıkarı ve arzusu olabilirken, çocuğa yönelik yetişkinin rezil emelleri de tek kişinin çıkar ve arzusudur. İki durumda da istismara uğrayanın rızası ve iradesi yoktur. Aslında denklem çok zor değil. Ahlaki çöküş bir zincirleme reaksiyondur. Bir şeylere göz yumdukça hep daha da beteri olmaktadır. Nasıl ki bir çocuk istismarı vakasında çocuğun sesine kulak vermemek, görmezden gelmek istismarcıyı koruyorsa, toplumda da eşitsizliklere ses çıkarmamak ve bunun hesabını sormamak da eşitsizliği sağlayan iktidara (toplumu yönlendirme gücü bulunan herhangi bir odak) sınırsız güç tanımaktır.

Bu göz yumma hali neyi getirir sizce? İstismarın sistemleşmesini. Fail korundukça başvurulan kolluk kuvveti de, hukuk da, hastane de, okul da faili korumaya meyilli olur. Düzen eşitsizlik üzerine kurulduysa hele ki iktidarın erkeklerin doğal hakkı olduğu gibi zehirli bir fikirle yoğrulmuşsa toplumda tabiî ki gidilen her kapı, aileyi korumak, itibarı korumak hatta toplumu korumak adına failin erkekliğini canla başla korur.

Kocasından şiddet gören kadını aileyi korumak adına kendisini istismar eden kocasının yanına gönderen sistem tabiî ki çocuğu da aileyi ve itibarı (babanın, öğretmenin… ekseriyetle erkeğin)  korumak adına görmezden gelecek, ne bekliyorsunuz?

Kadınların aile içindeki döngüsel şiddetine seyirci kalıp bir de cinayetini aşk ve kıskançlık yalanı olarak manşetlere taşıyan sistemin 15 yaşından küçük yüzlerce kız çocuğunun hamile kalmasına, evlendirilmesine müsaade etmemesini beklemeyin. Nihayetinde fakir ailelerden gelen erkek çocuklarının da istismar edilmesine aynı sebeplerden göz yumulur. Üç yaşındaki çocuğun da istismar edilmesine göz yumulur. Hesap sorulmaz, ceza verilmez ve tıpkı şiddet gibi istismar da bir döngüye girer ve sistemleşir. İzninizle bunun adını toplumdaki duyarsızlık sistemi koyuyorum. Denklem açık; bir ırkı ezersiniz, kadınları ezersiniz ve çocukları bu zincire kurban edersiniz. Çünkü hep daha beteri olurken hep daha zayıf olana doğru iner bu zulüm. Bu yüzden ırkçılıkla başlayan eşitsizlikten rahatsız olmamama hali, cinsiyetçilikle devam edip duyarsızlıkla son bulabilir. Medya, hukuk, sağlık ve eğitim sistemi ve nihayetinde biz bireyler bu duyarsızlık sisteminin birer parçası oluveririz günün sonunda.

Bunun bir parçası olmayı arzu eder misiniz? Cevabınız hayırsa şu soruları da bir yanıtlayın derim; Kendimi kimlerden üstün ve ayrıcalıklı görüyorum? Bir birey olarak şahit olduğum hangi tür eşitsizlik veya zulüm beni rahatsız etmiyor veya sessiz kalmayı tercih ediyorum?

Burada ben de bir birey olma hakkından mütevellit için diğer bireylere senli benli samimi bir şekilde sormak istedim. Uzman olsam yapamazdım. Örneğin bir toplu taşıma aracında bir kadın şiddet gördü veya taciz edildi bunun karşısında ne hissediyorsun, ne yaparsın? Bir arkadaş ortamında arkadaşların Kürtçe konuştuğu için veya aksanı olduğu için biri ile alay ediyor ya da hatta şiddet uyguluyor tepkin ne olur? Tüm bunlar senin ve birçok insanın umurunda bile değilse birinci derecede çevrende veya iş yerinde bir çocuğun çizdiği bir resimden, anlattığı bir hikâyeden derdini anlaman pek olası değil. Duyarsızlık insanın algısını da felç eder. Eşitsizlik karşıtı olmanın ayrımı da olmaz. Zayıf olanı ve zulme uğrayanı dert ediyorsan bunun ırkını, cinsiyetini, sınıfını, yaşını seçmezsin. Bir noktada ayrım kaygın varsa başa döndün demektir. Bir şekilde bu sistemin bir parçası oluyorsun demektir. Olma!

Kime göre neye göre ahlak? Evrensel olan mı, din temellisi mi, genel ahlak mı… Nedir bu ahlak? Sezen Aksu’nun ‘Namus’ şarkısında her yerde aradığı ama bulamadığı şey mi bu? Çetrefilli bir konudur. Değme devrimciler bile ahlak kıskacından fikirleri ile kaçıp kurtulamazken biz sıradan bireyler için zor bir konu. Dünyada devrim yapacak görüşlerini ortaya atarken, ahlak ve toplum için çerçeveli görüşleri olan Hegel’in etkisinden kurtulamayan Karl Marx bile kaçamamış ben nasıl yanıtlayayım?

Georg Wilhelm Friedrich Hegel ve Karl Marx

TDK çok kısa şöyle tanımlıyor “Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları”. Bu durumda işin için toplum kavramı giriyor. Bu konu da karışık. Toplum ne? Bir devletin halkaları da toplum, bir kasabadaki küçük çevre de toplum, dünyadaki tüm Instagram ve Twitter kullanıcıları bile yer yer tek toplum olabiliyor. Toplumun ne olduğunu boş bırakarak, toplum olabilmeyi ele almak isterim. TDK’ya göre bir ahlak düzeni için önce toplum olmak gerek. Ahlakla sınandığımız şu günlerde toplum muyuz biz diye sormak geliyor içimden. Bir toplum olmak için olmazsa olmazların başında eşitlik gelmek de zira. Sağlıklı bir toplumun kalbinde toplumsal cinsiyet eşitliği var. Dikkat ederseniz. Bu melun çocuk istismarı haberlerinden önce kadına yönelik şiddet haberleri infial yaratacak derecede arttı. Birçok yerde çocuğun ve kadının istismarı iç içe. Sınıf ve ırk kavramaları da tuzu biberi olmaktadır. Göçmenlik veya yoksulluk gibi durumu daha da vahimleştiriyor.

Ne nedir ayrı bir konu fakat ben eşitlik talep eden bir kadın olarak bu zincirleme reaksiyonu görebiliyorum. Yalnız da değilim. Toplum inşa edilirken bir yerlerde bir hata yapılıyor galiba, ‘eşitlik’ eksik. Bu sebepledir ki ahlak çöküyor. Herkes tedbirini alsın.

 

Menekşe Kızıldere

Kadın mühendis/iklim aktivisti

You may also like

Comments

Comments are closed.