Günün ManşetiKadınManşet

“Şiddet gören kadınların kazanımlarını hiçbir zaman ana akım medyada göremiyoruz”

0

Türkiye’de kadın hakları mücadelesinden bahsedildiğinde ilk akla gelen sivil toplum kuruluşlarından biri Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı.

Aile içinde uygulanan şiddete karşı mücadeleyi yaygınlaştırmak amacıyla 1990 yılında kurulan bağımsız sivil toplum örgütü, geçen 28 yılda kadınların şiddetle mücadelesinde toplumsal ve hukuki birçok kazanım elde etti.

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı gönüllülerinden avukat Mine Akarsu ile geçen zamanda katedilen mesafeyi, kadın hareketinin Türkiye’deki görünürlülüğünü, medyanın şiddet kavramına yaklaşımını ve “Karar Aldım” kampanyasını konuştuk.

***

“Kadınların 1987’de sokağa dökülmesiyle birlikte Türkiye’de feminist hareket çok ciddi bir görünürlük kazandı”

28 yıllık süreçte Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı nereden nereye geldi? Kadın hareketinde nasıl bir misyon üstlendi?

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın sürecini açıklarken Türkiye’deki feminist hareket ile bağdaştırmak çok önemli. 1987 yılında kadınlar dayağa karşı sokağa döküldü. Özellikle 1980 darbesinden sonra politik hareketlerin baskılandığı bir dönemde, Çankırı’da bir hakimin şiddet gördüğü iddiasıyla boşanma davası açan bir kadının boşanma davasını reddetmesi üzerine kadınlar sokağa döküldü. Toplumsal yapıya işaret eden “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” sözünü gerekçede kullanarak ve bunu bir hukuk mekanizması içerisinde vurgulayarak boşanma davasını reddetti.

Bunun üzerine kadınların sokağa dökülmesiyle birlikte Türkiye’de feminist hareket çok ciddi bir görünürlük kazandı. Ardından 1990 yılında Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı kuruldu. Kadınlarla Dayanışma Vakfı da (KADAV) bu dönemde Ankara’da kuruldu. Bununla birlikte Türkiye’deki kadın hareketi de aslında biraz daha örgütlenmeye doğru yol aldı. Bunu takip eden süreçte kadınlar Türk Ceza Kanunu’nda bir reform yapılmasını sağladılar. 2015’te çıkan yeni Türk Ceza Kanunu ile birlikte cinsel suçlar daha öncesinde topluma ve genel ahlâka karşı suçlar kapsamında değerlendirilirken, 2005 yılında çıkan TCK ile birlikte kişi bütünlüğüne karşı suçlar kapsamında değerlendirilmeye başlandı.

“Evliliğin reisi kocadır” ifadesi Medeni Kanun’dan çıkarıldı”

Kadına şiddetle mücadele kapsamında bugüne kadarki en ciddi kazanım ne oldu?

Türk Medeni Kanunu’nda çok büyük kazanımlar elde edildi. Kadınların desteğiyle yaptıkları imza kampanyalarıyla, eylemlerle, medeni kanundaki eşit mal paylaşım rejimine geçildi. “Evliliğin reisi kocadır” ifadesi Medeni Kanun’dan çıkarıldı. Kadının dışarıda çalışması kocanın iznine bağlıdır gibi bir ifade vardı. Bu kanundan çıkarıldı. Ve bunları takiben 2012 yılına geldiğimizde bizim şu andaki en büyük kazanımlarımızdan biri olan 6284 sayılı yasa çıkarıldı. Bu da ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin korunması yasasıydı. Bu yasayla birlikte de kadınların şiddet gördüklerinde en yakın karakola, adliyeye giderek koruma kararı almalarının önü açıldı. Bu yasanın en büyük kazanımlarından biri de öncelikle kadın hareketinden insanların bir araya gelerek bunu dayatması oldu. “Kadının beyanı esastır”ın aksine “fail ispatlasın” diye her zaman söylediğimiz feminist beyanın da bir anlamda yasaya yansıması oldu. Koruma kararı alabilmek için delile ihtiyaç yoktur. İhlal edildiği durumda ancak zorlama hapsine gidilmesi gerekirse delil gerekir. Bu kadın hareketinin ciddi bir kazanımıydı.

Mor Çatı’nın rolünden bahsedersek hareket içerisinde hep aktifti. Aynı zamanda bir sığınağı da olduğundan gerek dayanışma merkezinin aldığı başvurulardan, gerek sığınakta kadınlarla yaptığı çalışmadan bir feminist politika oluşturup bunu deklare etmeye çalışan önemli bir örgüt. Çalışanları, gönüllüleri var. Zaman zaman sığınağı maddi sıkıntılar sebebiyle gecici olarak askıya alınsa da hep bir şekilde feminist örgütlenmeyi sürdürmüş, dayanışmaya devam etmiş ve politik sözünü ortaya koyabilmiş bir örgüt diyebiliriz.

“Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nin yükümlülüklerini yerine getirmekten çok uzakta”

Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi de bu süreçteki değerli kazanımlardan biri değil mi?

4 gün öncesinde Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın üyesi olduğu Viyana’daki İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili etkinliğindeydim.Türkiye kadın hareketinin en önemli kazanımlarından birinin 6284 sayılı kanun olduğunu söylemiştim. Bizim kanunumuz da İstanbul Sözleşmesi’ne göre düzenlenmişti. İlk defa bir uluslararası sözleşmede toplumsal cinsiyet kavramına vurgu yaparak kadın haklarının korunması, mağduriyetlerin önlenmesi, yasalarla ulusal ve uluslararası bazda her türlü önlemin alınmasına yönelik tüm ülkelere tavsiye niteliğinde olan bir sözleşme. Türkiye de bunu ilk imzacılarından biri olduğu için adı İstanbul Sözleşmesi’dir. Türkiye’nin ilk imzacısı olmakla övündüğü İstanbul Sözleşmesi’nin aslında uygulanmadığı, İstanbul Sözleşmesi İzleme Örgütü olan GREVIO’nun geçtiğimiz aylarda verdiği Türkiye raporundan çok açıkça gözüküyor.

Rapor sürecinden çok kısa bahsetmem gerekirse sözleşme hükümlerini yerel kanuna uyguladılar mı? diye GREVIO devlete bir rapor soruyor. Aynı zamanda yerel örgütlere de bir gölge rapor soruyor. Daha sonra bu raporları karşılaştırıyor ve ülke ziyareti yapıyor. Ülke ziyaretinde GREVIO heyeti hem devlet yetkilileriyle, hem sivil toplum örgütleriyle, hem de yargının uygulayıcısı olan hakimler ve savcılarla görüşüyor. Bu 2 rapordan mevcut durumu değerlendirip bir ülke raporu sunuyorlar. Ülke raporunda bizim gördüğümüz şey Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nin yükümlülüklerini yerine getirmekten çok uzakta kaldığı. Her ne kadar yasalarımız gerçekten sözleşmeye uygun düzenlense de uygulanma noktasında çok büyük sıkıntılar yaşanıyor.

“Şiddet gören kadınların kazanımlarını ya da mücadeledeki sorunlarını hiçbir zaman ana akım medyada göremiyoruz”

Medyada kadınların ve hareketin görünürlülüğünü nasıl değerlendiriyorsun?

Medyanın cinsiyetçi dilini bir kenara bırakırsak ana akım medyanın feminist hareket de dahil olmak üzere bir şekilde hükümetle sıkıntısı olan, insan haklarını, kadın haklarını savunan hiçbir örgüte yer vermediğini hepimiz biliyoruz. Bu sadece feminist bir hareketin sorunu değil. Şiddet de bir yandan medya diliyle daha da görünür kılınmış oluyor. Mesela medyada sesi yükselen, Boşanan Babalar Komisyonu’nu biz sürekli Boşanma Komisyonu’nun raporlarında, ana akım medyanın nafaka haberlerinde görürken, şiddet gören kadınların kazanımlarını ya da mücadeledeki sorunlarını hiçbir zaman ana akım medyada göremiyoruz. Bizim ana akım medyayla ilişkimiz sınırlı seviyede. Kürtaj meselesi çıkıyor, gelip bizden görüş alıyorlar. 6284 meselesi çıkıyor bizden görüş alıyorlar ama bizim istediğimiz böyle bir şey değil. Kadın meselesi sadece Cumhurbaşkanı bir beyan söyleyip gündemi değiştirdiğinde gündem yapılacak bir konu değil. Her zaman gündemde tutulması gereken bir mesele ki şu an bizim uygulamaya yönelik çok büyük sıkıntılarımız var.

“Alternatif medyadan seslerini daha çok çıkarmaya çalışmaları dışında başka bir beklentimiz yok”

Alternatif yayın organlarından beklentileriniz ne?

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı olarak temeli çok eskilere dayanan bir örgüt olduğumuzdan belki de ismimizin çok bilindiğinden dolayı şundan çok memnunuz. Kadına şiddetle mücadele sadece 25 Kasım’da, 8 Mart’ta gündeme gelmiyor. Zaman zaman bize alternatif medyadan çok fazla röportaj talepleri geliyor. Ya da biz bir konuyu gündemleştirmek istediğimizde, bunun bilgisini verdiğimizde çoğu zaman bize destek oluyorlar. Bu anlamda alternatif medyayla bir sıkıntımız yok. Bu ilginiz tabi ki bizim hoşumuza gidiyor ve meseleyi gündemde tutmak için gösterdiğiniz çabayı her zaman takdir ediyor ve içerisinde bulunmak istiyoruz. Alternatif medyadan seslerini daha çok çıkarmaya çalışmaları dışında başka bir beklentimiz yok. Bizim tarafımızda alternatif medyadaki yansımamızın şahsen iyi olduğunu düşünüyorum. Tabi tek sıkıntımız tüm medyanın sahip olduğu, alternatif medya ile ana akım medyanın gündeminin hiçbir zaman aynı olamaması. Bu sizin kendi başınıza çözebileceğiniz bir mesele değil ama sizden beklentimizi bence karşılıyorsunuz.

Şiddetin pek çok biçimi var: Fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel

Ülkemizde şiddetin tanımını yaparken insanların aklına ilk gelen şey fiziksel şiddet oluyor. Fakat şiddetin bir çok çeşidi var…

Bunu ben de çok önemsiyorum ve bu soruyu sormanı çok önemli buluyorum. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na ilk adım attığımda en başta öğrendiğim şeylerden biriydi. O zaman öğrenciydim ve küçüktüm. Feminist bir bakış açısı içimde vardı ama bunu ifade edemiyordum. Vakıfta ilk öğrendiğimiz şey şiddetin pek çok biçiminin olduğuydu. Fiziksel sadece görünen şiddet, psikolojik şiddet, ekonomik şiddet, cinsel şiddet var. Hatta belki flört şiddetini daha küçük yaşlarda kadınların ve kız çocuklarının gördüğü şiddete dahil ederek psikolojik şiddetin bir dalı olarak ifade etmek gerekir.

“Medya gruplarında şiddet meselesi söz konusu olduğunda yaralanmış bir kadın fotoğrafı görüyoruz”

Bu anlamda da medyada bir kadın kampanyası yapıldığında herhangi bir şekilde toplumsal cinsiyet meselesiyle ilgili bir fikri olmayan medyada biz hep fiziksel şiddetin izlerini görürüz. Hep yaralanmış bir kadın fotoğrafı görürüz. Biz bunu alternatif medyada çok görmüyoruz ama bazen şaşırtıcı şekilde düşüncesine önem verdiğimiz medya gruplarında şiddet meselesi söz konusu olduğunda bir yaralanmış kadın fotoğrafı ortaya çıkıyor. Feminist bakış açısıyla aslında kadına dayanışma kurmamızın sebebi kadını güçlendirmek, kendimiz güçlenmek, ve bunun sadece fiziksel şiddetten ibaret olmadığını vurgulamak. Çünkü şiddetin her zaman delili olmaz. Bağırmak, hakaret etmek, aşağılamak, para vermemek aynı zamanda şiddet tanımı içerisindedir.

“Fiziksel şiddet artık toplumun büyük bir kesiminde kabul edilmeyen bir şey”

Birkaç hafta önce Habertürk TV’de yayınlanan, kadına yönelik şiddet konulu “Nedir Ne Değildir” adlı programa konuk olan şarkıcı Tuğba Ekinci canlı yayında “Türk erkeği sevdiği kadına el kaldırır. Ben ilişkilerin tatlı-sert olmasından yanayım” sözleriyle kadına şiddeti normalleştiren açıklamalarda bulunmuş ve büyük tepki çekmişti. Bu sözlere yönelik herhangi bir hukuki süreç başlatıldı mı?

Sanıyorum başlatılmadı. Biz kadın hakları çalışan feministler olarak bir yandan insan hakları da çalışıyoruz. Şimdi bu meselenin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği tartışılır. Nefret suçu kapsamında değerlendirilen şeyler ifade özgürlüğünün istisnasını oluşturur. Bu kadına karşı şiddeti teşvik eden bir nefret suçu olarak değerlendirilir mi? Kişisel yargımda evet ama hukuki mekanizmalar önünde bunun ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceğini de bilmiyoruz. Bir adım atıldı mı bilmiyorum. Ama zaman zaman bazı insanlar daha medyatik olmak, ön plana çıkmak amaçlı bu tarz söylemlerde bulunuyorlar. Biz de hiçbir zaman cevap niteliğinde şeyler yapmıyoruz çünkü biliyoruz ki psikolojik şiddet her ne kadar şiddet olarak yeni yeni kabul edilmeye başlandıysa da Türkiye kadın hareketi şunu başardı. Fiziksel şiddet artık toplumun büyük bir kesiminde kabul edilmeyen bir şey. En son Sıla örneğinde gördük. O olayda ortaya çıkan toplumsal tepkiyi düşünün. Bu 20 yıl önce olsaydı bu şekilde karşılanmazdı diye düşünüyorum. Bir anlamda toplumun konuya dair farkındalık kazandığını söyleyebiliriz.

Sıla’ya şiddet uyguladığı iddiasıyla gündeme gelen Ahmet Kural’ın işbirliği yaptığı Yapı Kredi Bankası olay ortaya çıkar çıkmaz reklam çalışmalarını durdurduğunu açıklamıştı.

Evet. Ekonomik bir yaptırım olmasını şahsen ben de çok önemsiyorum. Biz feminist bir bakış açısıyla düşündüğümüzde bazen ekonomik problemler, erkeğin başka güç kaynaklarından beslenmesi de bu şiddeti doğurabiliyor. Bu anlamda aslında tamamen kapitalist olan bir mekanizmanın da net bir şekilde şiddete karşı koyabilecek bir şekilde bu adamın ekonomik kaynaklarını bitirebilecek bir şeye adım atması çok önemli.

Mine Akarsu ve Merve Damcı

“Yasadan yararlanarak kadınların alabileceği tedbirleri herkese aktarmak istiyoruz”

“Karar Aldım” kampanyasını da anlatır mısın? Kadınlara hangi mesajları vermeye çalışıyorsunuz?

Aslında bizim yasalarımız çok iyi. Uygulamada problemimiz var. Bir kazanım olarak bu yasayı elde ettik ama nasıl uygulattırırız diye çok düşündük. 6 ay verilebilecek koruma kararının 3 ay verilmesini öne çıkarmaktansa 3 ay verilen koruma kararıyla dahi bir kadının yaşamını nasıl yeniden kurgulayabildiğini, nasıl güçlendiğini ortaya çıkarmaktı amacımız. Bu yüzden “Karar Aldım” kampanyasını yaptık. Şu anda da devam ediyor. Yasadan yararlanarak kadınların alabileceği tedbirleri öncelikle herkese aktarmak istiyoruz. Yasanın gerek kadınlar nezninde, gerek yargı uygulayıcıları nezninde ne kadar değerli olduğunu belirtmek istiyoruz. Kampanyada vurgulamak istediğimiz şey şu: Pek çok tedbir var. Bunlardan yararlanabilirsiniz. Bir yandan koruma kararının mecazi anlamına atıf yaparak karar aldım kelimesini kullanmak istedik. Belki meşhur feminist sloganla bitirebiliriz. “Dünya yerinden oynar kadınlar özgür olsa” diyoruz ya, kadınlar karar aldığında dünya gerçekten değişebiliyor.

Kendi dünyaları değişiyor, çocukları varsa çocuklarının dünyası değişiyor. Ailelerinin hayatları değişiyor. Kadın değişince toplum değişiyor. Bu feminist dayanışmanın da bize öğrettiği bir şey. Bir kadın güçlendiğinde onunla dayanışmaya çalışan ben de güçleniyorum. Bir kadının aldığı korunma kararıyla sığınağa yerleşmesi ya da kendine geçici maddi yardım bağlatması, çocuklarının geçici velayetini alması, tedbir nafakası bağlatması, bunlar hep kanunda sayılan önlemler ve biz kampanyada bunları vurgulamaya çalışıyoruz. Bunlar gerçekten kurtarıcı adımlar oluyor. Biz her zaman kadınların kendi kararlarını alması gerektiğini ve bunların uygulamaya geçmesi için de yasal mekanizmaları gerektiği gibi kullanma gayretinde olmalarını önemsiyoruz. Umuyoruz ki gelecekte de yasa uygulayıcıları gerçekten kanuna uygun kadın bakış açısına sahip bir uygulamayı yerleştirebilirler.

[25 Kasım’a doğru] Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadelede İstanbul Sözleşmesi’nin önemi

BM’den kadına yönelik şiddete karşı kampanya

Kadına şiddete dizi üzerinden yanıt: İtiş kakış şiddet olmuyor öyle mi?

Röportaj: Merve Damcı

Yeşil Gazete

You may also like

Comments

Comments are closed.