Ana Sayfa Blog Sayfa 981

Seçim kanunu teklifi Anayasa Komisyonu’ndan geçti: Teklif edilen daha da adaletsiz bir seçim

Adil Seçim İçin Seçim Güvenliği Platformu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) Anayasa Komisyonu tarafından kabul edilen AKP ve MHP‘nin hazırladığı seçim kanunu teklifine ilişkin açıklama yaptı.

Açıklamada, “Zaten demokratik olmayan, eşit ve adil koşulları sağlamayan mevcut seçim sisteminde yapılacak bu değişiklikler var olan sorunları artıracaktır” denildi.

Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 15 Mart tarihinde TBMM Başkanlığı’na sunulmuştu. Teklif, yüzde 10 olan seçim barajının yüzde 7’ye indirilmesini öngörürken, milletvekili seçimlerine dair de önemli değişiklikler getiriyor.

Teklif, muhalefet partilerinin vekilleri ve teklifi hazırlayan AKP-MHP komisyonu arasındaki gerginliklerle süren 17 saatlik mesainin ardından TBMM Anayasa Komisyonu’ndan geçti, şimdi TBMM Genel Kurulu‘nda görüşülecek.

Adil Seçim Platformu‘nun 2018 yılı raporunda yer alan Adil Seçim Matrisi ile önerilen kanun teklifini karşılaştırdıklarını açıklayan Platform, “O dönem tespit ettiğimiz 20 eşitsizlik alanında bir iyileştirme olmadığı gibi teklif, eşitsizlikleri daha da derinleştirmektedir. Teklif edilen hali ile demokratik bir seçimin gerçekleşmeyeceği, eşit siyasi mücadelelerin imkansız hale geleceği, kamu kaynaklarının kullanımında suistimalin artacağı ortadadır” açıklamasında bulundu.

‘Baraj indiriliyor ama yeni barajlar konuluyor’

Muhalefet tarafından tümüyle kaldırılması savunulan seçim barajını %7’ye düşüren teklife ilişkin Platform, şöyle dedi:

“Oy dağılımlarında ve milletvekilliği için oy hesaplamalarında tercih edilen sistem ile kimi illerde fiilen daha yüksek oranlı barajlar konulmuş olacak. Düzenleme ile uygulamada birinci partiye yarayan sistem inşa edilerek “il barajları” kurulmuş olacak, halkın iradesine ipotek konularak, verdiği oylar hesaplamalarla dağılıma dahil edilmeyecek. Böylece çok sayıda parti meclisten dışlanmış olacak.”

Teklif, seçmen listeleri oluşturulurken son bir yılın bilgilerinin esas alınmasını da içeriyor.

“Bu düzenlemeyle seçmenin seçim dönemi kayıtlı olması gereken sandığına gidememe durumu ortaya çıkacak ve böylece yurttaşların oy kullanma hakkı ihlal edilmiş olacaktır” denilen açıklamada şunlar belirtildi:

Mevsimlik işçiler, öğrenciler, iki adreste kalanlar, evsizler, sığınma evinde kalanlar, yıl içinde iş değişikliği nedeniyle adres değiştirenler başta olmak üzere hareket halindeki yurttaşların seçime katılımlarının zorlaşacak.

Böylece seçimler yoksullara kapanacak.

“Ayrıca geçen seçim dönemlerinde seçmen kütüklerinde ve adres sisteminde yaşanan suistimaller ve usulsüzlükler hatırlanırsa, bu düzenleme yasalaşırsa ne gibi sonuçlar yaşanacağını öngörmek zor değildir.”

‘Partilerin seçime katılmaları zorlaştırılıyor’

Yeni kanunla, ittifakın aldığı oy toplamı ülke barajını geçtiği takdirde, seçim çevrelerinde milletvekili hesabı ve dağılımı, ittifak içinde yer alan her bir partinin o seçim çevresinde almış olduğu oy sayısı dikkate alınarak yapılacak.

“Parti teşkilatları için getirilen yeni kurallarla siyasi partilerin seçime katılmaları zorlaştırılıyor” diyen Platform, İl ve İlçe Seçim Kurulları başkanları en kıdemli hakimlerden seçilirken kura sistemine geçilmesinin liyakati ortadan kaldırdığını da savundu.

Kanunun yürütülme yetkisi Cumhurbaşkanı’nda

Teklifle, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine paralel olarak Seçim Kanunu’ndaki “Başbakan” ibareleri kanundan çıkartılıyor. Yine “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine Uyum” gerekçesi ile kanunun yürütülmesi yetkisi Cumhurbaşkanı’na veriliyor.

Kamu kaynaklarının kullanılmasına dair seçim yasaklarının Cumhurbaşkanı’nı kapsamadığını ve bunun adaletsizliği derinleştirecek önemli bir düzenleme olduğunu söylenen açıklamada, “Geçen seçim dönemlerinde seçim yasakları çiğnenerek, sınırsızca ve fiilen kullanılan kamu kaynaklarına yasal kılıf oluşturuluyor” denildi.

2020 yılında bir kanun teklifinin TBMM Başkanlığı’na sunulması ile kabul edilip Cumhurbaşkanlığı’na iletilmesinin ortalama 36,91 gün sürdüğünü hatırlatan Platform, “Burada yapılan tartışmaların kamuoyu tarafından bilinmesi, izlenmesi ve hatta müdahil olmasının yasama sürecini demokratikleştirdiğini, yokluğunun da otoriterliği beslediği açıktır” diyerek kanunun çok kısa bir süreye sıkıştırıldığını ifade etti.

“Yurttaşların beklentisi, demokratik, şeffaf, güvenli ve adaletli bir seçim ortamının sağlanması, halkın iradesinin sandığa eksiksiz yansımasıdır” denilen açıklamada, Adil Seçim İçin Seçim Güvenliği Platformu’nun kanuna ilişkin tüm süreçlerin takipçisi olacağı vurgulandı.

 

Şiddet gördüğü eşini öldüren dört çocuk annesine ‘meşru müdafaa’ kararı

Adana’da şiddet gördüğü eşi Osman Efeoğulları‘nı aralarında çıkan kavgada öldüren Öznur Gülten Efeoğulları’na, ‘eylemin meşru müdafaa şartları içinde geçekleşmesi’ nedeniyle ceza verilmedi. Efeoğulları, serbest bırakıldı.

​Olay, 19 Ekim 2021’de Kozan ilçesi Tufanpaşa Mahallesi‘nde meydana geldi. Akşam evde alkol kullanan Osman Efeoğulları ile eşi Öznur Gülten Efeoğulları arasında tartışma çıktı. Tartışma, kısa sürede kavgaya dönüştü. Kavga sırasında Osman Efeoğulları, eşini dövüp bıçakla saldırmaya çalıştı.

Arbede anında yere düşen ve bıçağı alan Öznur Gülten Efeoğulları, eşini bıçakladı. İhbar üzerine eve gelen sağlık ekipleri, Osman Efeoğulları’nı ambulansla Kozan Devlet Hastanesi’ne kaldırdı. Ameliyata alınan Osman Efeoğulları, yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Dört çocuk annesi Öznur Gülten Efeoğulları ise işlemlerinin ardından sevk edildiği mahkemece tutuklandı.

47 yıl boyunca eşinden şiddet gören Öznur Gülten Efeoğulları serbest bırakıldı

Hakkında ‘kasten öldürme’ suçundan dava açılan Öznur Gülten Efeoğulları, Kozan Ağır Ceza Mahkemesi‘nde bugün karar duruşmasına çıktı. Daha önceki ifadelerini tekrarlayan Efeoğulları, 47 yıl boyunca eşinden sürekli şiddet gördüğünü ve öldürme kastıyla hareket etmediğini söyledi.

Mahkeme heyeti, dört çocuğu ve kayınpederi Ziya Efeoğulları’nın şikayetçi olmadığı Öznur Gülten Efeoğulları’na ‘eylemin meşru müdafaa şartları içinde geçekleşmesi’ nedeniyle ceza verilmemesine karar verdi. Öznur Gülten Efeoğulları, tahliye edildi.

Boğaziçi akademisyenlerinden araştırma ofislerinin taşınmasına protesto: Araştırma ve bilime saygı!

Boğaziçi Üniversitesi‘nde Uygulama ve Araştırma Merkezleri’nden ikisi, gece güvenlik tarafından akademisyenlerin haberi olmadan, eşyalar tahrip edilerek taşındı.

Barış Eğitimi ve Araştırma Merkezi ve Sosyal Politikalar Forumu’nun kendilerine danışılmadan ve eşyalara zarar verir şekilde taşınmasına akademisyenler, Twitter’dan #AraştırmaveBilimeSayfgı etiketiyle paylaşım yaparak tepki gösterdiler. Paylaşımlarda kitap ve dosyaların çöp poşetleri ve kovalara doldurularak, yığılarak taşındığı aktarıldı.

Taşınma sırasında belgelere ve kitaplara hasar verildiğini belirten akademisyenler, “Onca yılın birikimini çöp tobalarında ziyan etmenize izin vermeyeceğiz” sözleriyle tepki gösterdi.

Taşınan merkezlerden Barış Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezi, 2007 yılından beri faaliyetlerine, işbirliği ve çalışmalarına devam ediyor.

HSK, stratejik planında sosyal medyanın yargı üstünde baskı kurmasını ‘tehdit’ olarak nitelendirdi

Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) 2022-2026 Stratejik Planı’nda “Medyanın yargı bağımsızlığı üzerinde giderek daha fazla baskı unsuru olarak kullanılması” ve “Yargının kamuoyunda gereğinden fazla gündem olması”, dış tehdit olarak ele alındı.

HSK‘nın stratejik planı, kuruma yönelik PESTLE analiziyle oluşturuluyor. Buna göre kurumun 2022-2026 yılları arasında sahip olacağı politik, ekonomik, sosyal, teknolojik, çevresel ve yasal fırsat ve tehditler analiz edilerek stratejik bir çerçeve hazırlandı. Aynı şekilde GZFT analiziyle de kurumun güçlü ve zayıf yönleri, fırsatlar ve tehditleri belirlendi.

Kurum içi ciniyet dağılımı analize göre HSK personellerinin dörtte üçü erkek (yüzde 75,8) ve yalnızca dörtte biri kadın (yüzde 24,2) çalışanlardan oluşuyor.

HSK, planda, “Yazılı, görsel ve sosyal medyanın yargı bağımsızlığı üzerinde giderek daha fazla baskı unsuru olarak kullanılması”nı ‘tehdit’ sınıfına koyarken, diğer bazı tehditler de şöyle sıralandı:

  • Hakim ve savcı adaylık eğitiminden beklenen verimin alınamaması.
  • Yargının kamuoyunda gereğinden fazla gündem olması,
  • Medyada kurula yönelik asılsız ve yıpratıcı haberlerin olması
  • Yargıya olan güveni azaltıcı etkenlerin bulunması.
  • Farklı çıkar gruplarının Kurulun itibarını sarsmaya yönelik ulusal ve uluslararası eylemlerinin olması.

Yemeksepeti işçilerine ‘nankör’ diyen Nevzat Aydın hakkında suç duyurusu

Covid-19 pandemisi süresince en çok çalışan kişiler arasında yer alan kurye ve depo çalışanlarının düşük ücretlere isyanı devam ediyor. Düşük ücrete karşı dayanışma yoluna giden Yemeksepeti çalışanları, motokuryelere ‘nankördiyen, şirketin eski CEO’su olan Nevzat Aydın hakkında suç duyurusunda bulundu.

Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunan çalışanlar “Motokuryelere ‘nankör’ diyen Nevzat Aydın, asıl nankör olan sensin. Sırtımızdan milyonlar kazandın. Biz kazanacağız, patronlar kaybedecek” açıklamasında bulundular.

Nakliyat-İş Sendikası öncülüğünde Çağlayan Adliyesi‘ne gelen Yemeksepeti işçileri, adliye önünde ‘Nankör sensin Nevzat Aydın’ yazılı pankart açtı. Nevzat Aydın hakkında “iş ve çalışma hürriyetini tehdit”, “hakaret” ve “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik” gerekçeleriyle suç duyurularında bulunuldu.

Adliye önünde yapılan basın açıklamasında Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, Aydın’a şöyle seslendi:

“Sen binlerce motokuryeye ne iyilik yapmışsın? Motokuryeler seni sıfırdan piyasa değeri 6-7 milyar liralık bir şirket haline getirmiş. Sen kuryelere neyi reva görüyorsun. Açlık dayatıyorsun, sefalet ücreti olan asgari ücretle çalışmaya mahkum etmek istiyorsun.”

Suç duyurularının diğer illerde de devam edeceğini belirten Küçükosmanoğlu, “Bugün burada sembolik olarak başlattığımız suç duyurusu diğer illerde devam edecektir. Türk Ceza Kanunu’nun 117. ve 118. maddesine göre suç duyurusu yapılacaktır. Bir tarafta hakaret bir tarafta işten atma tehditi vardır” dedi.

https://twitter.com/yemeksepetis/status/1506547618977099776?s=21

 Ne olmuştu?

24 Ocak’ta Trendyol Express çalışanları, yüzde 11’lik zamma boyun eğmeyerek eylem başlatmıştı. Ardından kontak kapatan kuryeler, 3 günlük iş bırakma eylemiyle birlikte yüzde 38,8 zammı sağlamıştı. Sektörün diğer çalışanlarına örnek olan bu eylemliliğin sonrasında Yemeksepeti çalışanları eylem kararı aldı ve kontakları kapattı.

Yemeksepeti’nin eski patronu Nevzat Aydın’ın Mart başında direnişleri haftalardır süren Yemeksepeti işçilerine ithafen paylaştığı ‘ben olsam nankörleri işten atardım’ şeklindeki tweeti işçilerden ve sosyal medya kullanıcılarından tepki almıştı.

Sosyal medyada #NankörSensinNevzatAydın etiketi ile paylaşımlar yapılırken işçiler de tepkilerini duyurmuştu. Tweet sonrası Şişli’deki Yemeksepeti Genel Müdürlük binasının önünde toplanan işçiler, Aydın’ın sözlerini protesto etmişti.

Prof. Türkeş: Dünya Meteoroloji Günü’nü, iklim bilimini önceleyen kurumlarla anlamlandırabiliriz

Bugün 23 Mart Dünya Meteoroloji Günü.

Birleşmiş Milletler Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), “Havanın nasıl olacağına dair tahminler artık yeterli değil” diyor:

“Hazırlıklı olmak ve doğru zamanda, doğru yerde hareket edebilmek, hem şimdi hem de gelecekte birçok hayat kurtarabilir ve her yerdeki toplulukların geçim kaynaklarını koruyabilir.”

Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu üyesi ve Fizik Bölümü kısmi zamanlı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, iklim değişikliğinin etkilerinin tüm dünyada sıklaşması ve şiddetlenmesiyle, ulusal ve uluslararası meteoroloji kuruluşlarının önemini artırdığını belirtiyor:

“Son on yıllık dönemde, yani insanlık; kuraklıklar, seller, şiddetli hava olayları, sıcak hava dalgaları gibi iklim değişikliği kaynaklı afetleri yaşadıkça, meteoroloji ve hidrometeoroloji kuruluşlarının geçmişten farklı olarak sadece hava durumu tahminleri yapmakla sorumlu kuruluşlar olmadığı anlaşılmaya başlandı. Çünkü daha uzun sürelerde olacağı öngörülen iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini, daha şiddetli, ardışık ve daha geniş alanlarda yaşamaya başlayınca, bu kuruluşların geleneksel hava ve deniz tahmini yapmak dışındaki önemi ortaya çıktı.”

WMO tarafından bu yıl Dünya Meteoroloji Günü için belirlenen ana tema “Erken uyarı, erken eylem”: Dünyada her üç kişiden biri hala erken uyarı sistemleri tarafından yeterince kapsanmıyor.

Klimatoloji bilimi yönetime dahil edilmeli

Türkeş, meteoroloji kuruluşlarının ürettiği hidrometeorolojik ve klimatolojik bilgilerin, iklim değişikliği kaynaklı afet riskinin azaltılması için kritik öneme sahip olduğunu vurguluyor. Esas olan ise, erken uyarı üreten bu kuruluşların, bunları erken eyleme dönüştürecek diğer kurumlarla çalıştığı afet riskini azaltacak sistemler inşa edilmesi:

“Bugünün konusu bu: Erken uyarıların, AFAD gibi bakanlık kurumları üzerinden erken eyleme dönmesi. İklim değişikliği koşullarında meteoroloji kuruluşlarının sorumluluğu büyüyor. Düzenli gözlemlerin yanında, kuraklık gibi şiddetli iklim afetlerini kapsayan klimataloji bildirimleri önem kazandı.”

Kuruluşların bu sorumluluğu yönetebilmek için disiplinlerarası bir yapıya sahip olması gerektiğinin altını çizen Türkeş, şöyle diyor:

“Özellikle bizim de içinde bulunduğumuz gelişmekte olan ülkelerde, iklim bilimi son 30 yıldır göz ardı edildi.

Meteoroloji alanında mühendislik tabanlı istihdama öncelik verilip, coğrafya, fiziki coğrafya, klimatoloji-hidroklimatoloji ve kuraklık uzmanlıkarı geri planda kaldı. Oysa meteoroloji kuruluşlarının çok disiplinli, bu bilim alanlarını kapsayan altyapılar kurmaları gerekiyor.”

İklim bilimi uzmanlıklarının kurumlarda yer etmesinin önemine dair Türkeş, “Her afetten sonra bunu konuşuyoruz. Çok iyi biliyoruz ki erken uyarı ve erken eylemin, afet riskini azaltmak için yaşamsal önemi var. Kuruluşlarda buna karşılık gelen disiplinlerde, istihdama önem verilmeli” diyor.

“Türkiye’de de iklim bilimi, fiziki coğrafya, kuraklık bilimi, hidroklimatoloji uzmanlarının yeterli derecede kurumlara dahil olmadığını düşünüyorum. Türkiye’nin bu altyapıyı kurarak Meteoroloji Günü’nü anlamlandırmaya gereksinimi var” diye konuşan Prof. Türkeş, en az daire başkanlığı düzeyinde klimatoloji birimi kurulması gerektiğini ifade ediyor:

“Ülkelerin kesinlikle hidroklimatoloji ve klimatoloji bilgilerini erken uyarıya dönüştürmek için güçlü yatırım yapması; klimatolojik çalışmaların da en az geleneksel hava tahminleri kadar detaylı çalışılması gerekiyor.”

Küresel ısınmanın  önümüzdeki on yıllarda bu çalışmaların önemini artıracağını aktaran Türkeş, “İklim değişikliği kaynaklı afetlerde erken uyarı bağlantılı erken eylem, hasar ve kayıpların azaltılmasında çok önemli bir faktör. Buna göre uzmanlıklarla altyapılar kurulması ve yatırım yapılması öncelikli” ifadelerini kullanıyor. 

Kar ve yağmur olumlu etkilese de Türkiye’de kuraklık sürüyor

2019 sonbaharında başlayan ve 2021 şubat sonlarına kadar etkili olan kuraklığın etkisi, son yağışlarla biraz azaldı, ancak uzun vadeli kuraklık sürüyor. Türkeş bu durumu şöyle açıklıyor:

“Türkiye’nin büyük bölümünde bu sürede hidrolojik ve tarımsal kuraklık etkili olmuştu. 2021  sonrası Karadeniz, İstanbul, Kuzeybatı Anadolu‘da kuraklığın etkisi azalmış görülüyor. Ama Eylül ayından Mart ayına kadar 6 aylık yağışlara dayalı kuraklık endekslerini incelediğimizde hala Doğu ve Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu‘nun güneyi ve Doğu Akdeniz‘de uzun süreli kuraklıkların etkisi var.”

“Bildiğimiz klimatoloji değişiyor” diyen Türkeş, kısa süreli şiddetli yağış olasılığının her zamankinden fazla olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Yağış mevsiminde kuraklık, bahar sonu ve yaz başında ise şiddetli ve sağanak yağışlar, hatta hortumlar görülebiliyor.”

Bu sebeple kentsel sel riskinin arttığını ifade eden Murat Türkeş, kuraklık ve sel yönetiminin altyapısını kurmak konusunda belediye ve yerel yönetimlere de iş düştüğünün altını çiziyor. 

Karadeniz’den gelen soğuk havanın İstanbul çevresine kar ve yağmur bıraktığını, fakat kuraklığın bitmediğini belirtiyor:

“Kuraklık bitti diye rahata düşmemek gerekiyor. İstanbul barajları yeterli yağış alarak doldu, fakat hemen doğusu ve güneyi, kısmen Bursa yöresinde, uzun süreli ortalamalara göre aslında yağışlar mevsim normalleri civarında, hatta yer yer kuraklık seviyesinde. Önümüz bahar, günler uzayacak ve sıcaklık artacak. Türkiye’nin güneyi ve batısında nisandan sonra daha çok yerel sağanak oluşur ve  yaz kuraklığıyla buharlaşma  devreye girer.”

Türkeş, barajlarda biriken suyun doğru kullanılması gerektiğinin altını çiziyor: “İstanbul’da çok yoğun nüfus var, su kaynakları üstünde çok yoğun talep var. su kaynakları üstünde talep çok. Barajlarda biriken suyu kuraklık varmış gibi değerlendirmek ve talebi azaltacak, aşırı su kullanımının önüne geçecek önlemler alınması gerekiyor.”

Orman yangınlarına her zamankinden daha iyi hazırlanmalıyız

Akdeniz havzasında yer alan Türkiye, iklim değişikliğinin en fazla etkidiği alanlar arasında. Geçen yıl yaşanan orman yangınlarında iklim krizinin etkisi büyük. Türkeş, önümüzdeki yıl da çıkması muhtemel yangınlara her zamankinden daha iyi hazırlanmamız gerektiği uyarısı yapıyor:

“Akdeniz ikilminin egemen olduğu bölgelerde çıkabilecek yangınların 2021’de Manavgat- Muğla hattında olduğu gibi büyük ve şiddetli hale dönüşme riski artıyor. Akdeniz havzasında sıcak hava dalgaları daha şiddetli ve uzun olabiliyor. İklim değişikliği olmasa bile sıcak ve kuru olan Akdeniz’de tüm bunlar üst üste geldiğinde risk artıyor.”

Yangının çok karmaşık, çok sektörlü bir konu olduğunu ve geniş ele alınması gerektiğini belirten Murat Türkeş, ekokırım faaliyetleri ve arazi bozulmalarının riskleri arttırdığına da dikkat çekiyor:

“Doğal ekosistemin, ormanların bozulması, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri katlayarak artırıyor. İnsanın her yerde, ormanlarda kaçak yapılar kurması, imar barışı gibi uygulamalar, bozulmaları hızlandırıyor.”

“Geçen yıl yaşanan yangın bölgesine baktığımızda, yerleşim baskısı görüyoruz” diyen Türkeş, şunları ekliyor:

Orman içi ve çevresinde yanlış arazi kullanımını Manavgat yangınından sonra tüm Türkiye tartıştı. Burada bahsedilen köyler değil, plansız gelişen kentler, kaçak yapılar, orman içindeki köşkler, yazlıklar…Bunların hepsi ekosistemin, biyoçeşitliliğin, su kaynaklarının bozulmasına sebep olan ek sorunlar yaratıyor. Yanı sıra, yangın çıktığında her yerde ev ve yol olması denetimi zorlaştırıyor.”

Guterres: İklim afetlerine karşı erken uyarı sistemine beş yıl içinde dünyadaki herkes ulaşacak

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri António Guterres bugün açıkladığı yeni bir plan kapsamında,  önümüzdeki beş yıl içinde dünyadaki her insanın erken uyarı sistemleri kapsamında olacağını bildirdi.

İnsanları dünya çapında giderek yaygınlaşan aşırı hava olaylarına karşı uyarmak için düşünülen bu iddialı plana  Dünya Meteoroloji Örgütü (DMÖ) öncülük edecek.

DMÖ’nün afet istatistiklerine ilişkin raporuna göre , son 50 yılda hava, iklim veya suyla ilgili bir felaket günde ortalama 115 kişinin hayatına mal oldu. En son IPCC raporu da insanlığın yarısının zaten tehlike bölgesinde olduğunu  ortaya koyuyor.

Guterres, 23 Mart Dünya Meteoroloji Günü‘nde yayınladığı video mesajıyla “Herkes için tahmin gücünü artırmalı ve harekete geçme kapasitelerini geliştirmeliyiz” dedi.

‘Uyuma ve dayanıklılığa yatırım yapılmalı’

Şu anda, iklim değişikliğinden en çok etkilenen az gelişmiş ülkeler başta olmak üzere dünya nüfusunun üçte biri hala erken uyarı sistemleri kapsamında değil. Afrika’nın 60’ı kapsama alanından yoksun.

Guterres, “Bu durum, özellikle iklim etkilerinin daha da kötüleşeceği bölgelerde kesin olarak kabul edilemez, İnsan kaynaklı iklim bozulmaları artık her bölgeye zarar veriyor. Küresel ısınmadaki her artış, aşırı hava olaylarının sıklığını ve yoğunluğunu daha da artıracak” diye konuştu.

BM Genel Sekreteri, uyuma ve dayanıklılığa eşit şekilde yatırım yapılması gerektiğini kaydetti.

Ancak iletişim altyapısı yeterli olmayan ya da tehdit altında olan veya telefon sahipliğinin düşük olduğu bölgelerde bu mesajlar veya e-mailler anlamlı olmayacağından radyo yayınları ya da bir köy yetkilisini görevlendirmek gibi çözümler düşünülüyor.

BM ayrıca, ilk etapta afetlerin belirlenmesine yönelik sistemlerin güçlendirilmesi ihtiyacını da belirledi. Böylece teknolojik gelişmelerle, karada ve denizde gerçek zamanlı atmosferik koşulları izlenebilecek ve bilgisayar modellerini kullanarak gelecekteki hava olayları etkili bir şekilde tahmin edilebilecek.

WMO, geçmişten de dersler çıkarılması gerektiğini belirtti: “2019’daki küresel adaptasyon raporuna göre, yaklaşan bir fırtına veya sıcak hava dalgası için sadece 24 saat uyarı verilmesi, meydana gelebilecek hasarı yüzde 30 oranında azaltabilir. Ve erken uyarı sistemleri on kat yatırım getirisi sağlar.”

1970 ile 2019 yılları arasında, uyarı sistemlerinin yaygınlaştırılması, daha gelişmiş hava tahminleri, ve proaktif ve koordineli afet yönetimi nedeniyle kaybedilen hayat sayısı neredeyse üç kat azaldı.

WMO Genel Sekreteri Prof Petteri Taalas ise şunları söyledi: “Yatırımların en yüksek getirilerinden birine, hava, su ve iklim erken uyarı hizmetleri ve ilgili gözlem altyapılarının iyileştirilmesiyle ulaşılıyor. Özellikle En Az Gelişmiş Ülkeler ve Gelişmekte Olan Küçük Ada Devletlerinde hizmetlerin ve ilgili altyapıların kalitesini iyileştirmek için önümüzdeki beş yıl içinde 1,5 milyar ABD Doları (1,4 milyar €) yatırım yapılması gerekiyor.”

 

Boğaziçi direnişinin 444. günü: Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz

Soğuk havaya rağmen bugün de toplanan Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, 303. kez rektörlük binasına sırt çevirdi. Naci İnci’nin rektör olarak atanmasının 209’uncu, öğretim görevlisi Can Candan‘ı görevden almasının 247’nci gününde de bir araya gelen  akademisyenler, direnişlerini 444 gündür devam ettiriyor.

Atanan rektör Melih Bulu‘nun görevden alınmasından sonra rektörlük görevine atanan Naci İnci’nin, hukuksuz şekilde Can Candan’ı görevden alması kararına yirmi bir gün önce mahkeme, yürütmeyi durdurma kararı vermişti.Naci İnci’nin ilgili kurullarının hiçbiri muhatap alınmadan, şeffaf olmayan bir şekilde Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasının iki yüz dokuzuncu gününe gelindi. 30 Temmuz günü gerçekleştirilen destek oylamasında akademisyenlerin yüzde 95 oranında rektör adaylığına karşı olduğu açıklanan İnci’nin rektör vekili iken Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümü tam zamanlı öğretim görevlisi Can Candan’ı görevden almasının iki yüz kırk yedinci günü oldu.

Matematik Bölümü tam zamanlı öğretim üyesi Mohan Ravichandran’ın hiçbir gerekçe gösterilmeden dönem ortasında görevden alınmasının ise yüz yirmi sekizinci gününde nöbet tutuldu.

Akademisyenler daha sonra #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz diyerek arkalarını 303. kez rektörlük binasına döndüler.

Akademisyenler nöbet boyunca ellerinde “Kabul Etmiyoruz” “Vazgeçmiyoruz”, “Özerk, Özgür, Demokratik Üniversite” yazan dövizler, üzerlerinde yazan Can Candan fotoğrafları taşıdılar.

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri 303. nöbetlerinin ardından haftanın her son iş gününde olduğu gibi haftalık açıklamalarını okudular.

Çeşme Turizm Bölgesi’ne 11 maddelik itiraz

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un, 2020’nin ilk aylarında gündeme getirdiği Çeşme Turizm Projesi hazırlıkları sürerken Çeşme Çevre Platformu’ndan itirazlar gelmeye devam ediyor.

Platform tarafından söz konusu projeye ilişkin olarak 11 maddelik bir itiraz yapıldı. İtirazlar “Çeşme Turizm Bölgesi ile kurulacak Cumhuriyet” ifadeleriyle yapıldı:

    1. Çeşme Turizm Bölgesi 12 bin 17 Hektar (120 milyon m2) alanı kaplıyor. Turizm bölgesi dışında bundan ayrı 11 adet Turizm Merkezi de bulunuyor. Hepsinin toplam alanı 18 bin Hektarı geçiyor. Çeşme Yarımadası’nın büyüklüğü ile yaklaşık 30 bin Hektar. Yani yarımadanın yarısından çoğu Turizm Bölgesi.
    2. Turizm Bölgesi’ndeki tescilli orman alanı 5 bin 250 Hektar (52 milyon 500 bin m2) Bu miktara 11 adet turizm merkezindeki orman alanları dahil değil. Yani 12 bin hektarlık turizm merkezinin 5 bin hektarı tescilli orman. Orman alanlarının yaklaşık 20 milyon m2’si Zeytineli bölgesindeki ormanlık alanlar. Turizm Bölgesi’nin 20 milyon m2’si deniz yüzeyi, bildiğimiz deniz yani, Turizm Bölgesi’nin 42 km’si kıyı. Bu miktara 11 adet turizm merkezi dahil değil.
    3. Turizm Bölgesi’ndeki 42 km kıyının tamamı yerli ve yabanacı yatırımcıya irtifak hakkı tesis edilerek devredilecek. Bu kıyılardan tahsis sahibi dışında hiçbir yurttaş yararlanamayacak. Oysa anayasaya göre kıyılar devletin hüküm ve tasarrufundadır.
    4. 20 milyon m2 deniz alanına ve içindeki adalara hiç kimse giremeyecek. Çünkü deniz yüzeyleri ve adalar tahsisi alanın özel mülkiyetinde olacaktır.
    5. 52 milyon m2 orman alanı tahsis sahibinin özel mülkiyeti gibi olacak kapatılarak hiç kimse alınmayacak. Orman alanları kesilip 12 adet golf sahası yapılacak.
    6. Turizm Bölgesi’nin altı milyon m2’si mera alanıdır. Anayasaya göre meralar tarım ve hayancılık amacı dışında kullanılamaz ve köylere tahsis edilir. Ancak 6 milyon m2 mera alanı tahsis sahibinin özel mülkü olacak; hiç kimse meralardan yararlanamayacak.
    7. Turizm Bölgesi‘nin bir milyon m2 zeytinlik ve nitelikli tarım alanıdır. Bu alanlarda tahsis alana devredilecek.
    8. Turizm Bölgesi’nin 3 milyon m2 kısmı doğal sit alanıdır. ( Nitelikli Koruma ve Sürdürülebilir koruma alanı)
    9. Alaçatı Gölobası mevkii çok özel bir bölge olup Türkiye Natura 2000 habitatları arasında korunması öncelikli alanlar arasındadır. Ancak bu bölge golf sahası yapılacak alanlar arasında yer alıyor.
    10. Çeşme yarımadasının üçte ikisi Turizm Bölgesi ve ilave olarak 11 adet turizm merkezidir. Turizm Tahsis Kanunu gereğince Cumhurbaşkanı kararı ile bu bölgenin tamamında yani yarımadanın üçte ikisinde bir yabancı lehine bir tür özel mülkiyet hakkı tanınacaktır. Onun arazine (yani yarımadanın üçte ikisi alana, ormanlarına, kıyılarına, meralarına, adalarına ve denizlerine) hiç kimse giremeyecek ve yararlanamayacak.
    11. Bir tür ‘Turizm Bölgesi Cumhuriyeti’nde kendi dünyasını kuracak. Çeşme’nin yerli esnafın ve tüccarının para kazanma beklentisi boşuna. Aksine kendi elindeki değeri de kaybedecek.

Ne olmuştu?

İzmir’in Kanal İstanbul’u olarak bilinen Çeşme Turizm Projesi’ne karşı açılan davanın bilirkişi keşfi 27 Ekim 2021’de gerçekleşmişti. Yarımada’dan uzak durun platformuyla, meslek örgütlerinin yaptığı çağrılar sonucu çok sayıda İzmirli ve Çeşmeli keşfi yakından izlemişti.

Çeşme Çevre Platformu bölgenin Doğal SİT derecelerinin, yapılaşmaya elverişli hale getirmek için düşürülmesi kararının iptali için de İzmir 2. İdare Mahkemesi’nde, 27 Aralık 2021 de dava açmıştı.

Turizm Kararı iptali için ise Platform tarafından açılan dava Danıştay 6. Dairesi’nde görülmüştü. Ekim 2021’de bilirkişi keşif raporu ise bekleniyor.

Kömür neden kötüdür?

Sivil toplum kuruluşları ve çevre aktivistleri, Türkiye’nin en geç 2035’e kadar kömürden çıkacağını açıklaması için çağrıda bulunuyor. Öte yandan Rusya‘nın Ukrayna‘yı işgali, enerji bağımsızlığı konusunu yeniden gündeme getirdi. Rus doğal gazına bağımlı olan Avrupa ülkeleri, bir yandan bu fosil yakıtı başka ülkelerden getirmenin yollarını ararken, diğer yandan da yerel kaynaklara yöneliyor.

Yatırımları yenilenebilir enerjiye yönlendirmek, orta vadede en iyi çözüm. Ancak kısa vadede, devreden çıkarılan kömürlü termik santralleri yeniden çalışır hale getirmeyi gündeme getirenler de az değil. Bu bölümde, kömüre yönelmenin neden iyi bir fikir olmadığını, çok temel bir soru üzerinden konuşacağız: Kömür, neden kötüdür?

Fosil yakıt sürdürülebilir değil

Kömür, bitkilerin, milyonlarca yıl zarfından basınca ve ısıya maruz kalması sonucu oluşmuş bir fosil yakıt. Kömürü yer altından çıkardığımız ve ardından ısıl değerini kullanarak elektrik ürettiğimiz süreç ise, üç büyük zararı nedeniyle, sürdürülebilir değil.

 

Her şeyden önce kömür, iklim krizinin birincil sebebi. İklim krizine neden olan sera gazı emisyonlarının neredeyse yarısı, kömür kullanımından kaynaklanıyor. Yeni yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye 2035 yılına kadar kömürden çıkmasını sağlayacak adımları atarsa, sera gazı emisyonlarını yüzde 82,8 azaltabilir.

Kömürün insan sağlığına da ciddi etkileri var. 1965 ile 2020 yılları arasında 16 ilimizde faaliyet gösteren kömürlü termik santrallerin kümülatif etkisini araştıran Sağlık ve Çevre Birliği (HEAL), bu santrallerin 200 bine yakın insanın erken ölümüne sebep olduğunu tespit etti. Söz konusu termik santrallerin sağlık masrafı, 4,8 trilyon TL olarak hesaplandı.

Üstelik kömürün, henüz yeraltından çıkarılması sürecinde dahi, çevreye birçok olumsuz etkisi var. Kömür madeni açılması için doğal alanlar tahrip ediliyor, kömürün yakılması sırasında açığa çıkan zehirli gazlar asit yağmurlarına sebep oluyor, kül depoları radyoaktivite yayıyor ve santraller, su kaynakları üzerine baskı oluşturuyor.

Yerli, milli ve ucuz da değil

Bütün bu olumsuzluklara katlanma nedeni olarak, kömürün yerli ve ucuz bir kaynak oluşu gösteriliyor. Ancak ithal kömürle çalışan termik santraller, 2005 yılından bu yana arttı. Şu an yerli kömüre dayalı kurulu güç 11,4 GW iken, ithal kömüre dayalı kurulu güç 9 GW seviyesine ulaşmış durumda. Örneğin 2020 yılında, kömürden elektrik üretiminin yüzde 59’u ithal kömürle gerçekleşti. İthal ettiğimiz kömürün yüzde 35’i ise yine Rusya’dan geliyor.

Öte yandan yenilenebilir enerji yatırımlarının ucuzlamasıyla birlikte, özellikle ithal kömürle çalışan santrallerin ekonomik olduğunu savunmak giderek zorlaşıyor. Ember Türkiye’nin Eylül 2021 tarihli araştırmasına göre, yeni bir rüzgar veya güneş enerjisi santrali kurarak elektrik üretmek, şu an faaliyette olan verimli bir ithal kömür santralinde elektrik üretmekten daha ekonomik.

Bu durum, 2026’da yürürlüğe girmesi beklenen AB’nin sınırda karbon düzenleme mekanizmasıyla birlikte tüm ülke için daha da netleşecek. Türkiye’nin sera gazı emisyonlarını sınırlandırmak için ciddi adımlar atmaması durumunda ihracatçıların AB’ye ödemek zorunda kalacağı yıllık vergi miktarı, TÜSİAD tarafından 1,8 milyar Euro olarak hesaplandı.

Videoda ayrıca, Türkiye’nin 2030’a kadar kömürden çıkacağını duyurması için imza kampanyası başlatan İklim için Gençlik Türkiye ekibinden de bir mesaj var. Genç iklim aktivistleri Hazal Kara ve Maya Özbayoğlu, Türkiye’nin neden kömürden çıkması gerektiğini düşündüklerini anlattı.