Ana Sayfa Blog Sayfa 982

‘Sınıflarda kız ve erkek öğrenciler yan yana oturmasın’ bildirisi Meclis’e taşındı

Bursa Osmangazi’deki bir ortaokulun müdürünün, öğretmenlere okullarındaki kız ve erkek çocukların ayrı sıralara oturtulması talimatı vermesine ilişkin tepkiler sürüyor.

Bursa Osmangazi ilçesinin Mithatpaşa Ortaokulu Müdürü Haydar Akın’ın, 22 Mart 2022 tarihinde öğretmenlere okullarında 10-13 yaş arasındaki kız ve erkek çocukların ayrı sıralara oturtulması gerektiğini içeren resmi bildirisi sosyal medyada da gündem olmuştu.

Akın tarafından öğretmenlere yollanan resmi belgede, “Tüm sınıflardaki oturma düzeninin değiştirilmesi ve erkek öğrenciler ile erkek, kız öğrenciler ile kız öğrencilerin denk geleceği şekilde bir düzen oluşturulması gerekmektedir” denilmiş, müdür öğretmenlere attığı mesajında da, ““Kız ve erkek yan yana oturtulmuş bazı sınıfları görüyorum. Sınıf öğretmenlerimizin sınıflarda kesinlikle erkekleri erkeklerle, kızları kızlarla oturtulması konusunda hassas davranmanızı özellikle rica ediyorum. Bu durumda olan sınıf öğretmenlerimizin en kısa zamanda gerekli değişiklikleri yapmalarını önemle rica ederim” ifadelerini kullanmıştı.

Müdür Haydar Akın’ın bugün MEB tarafından müdürlük görevinden alındığı, memurluk yapma hakkının ise geçerli olduğu açıklandı.

HDP Batman milletvekili Ayşe Acar Başaran, Millî Eğitim Bakanı Mahmut Özer‘in yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi. Yapılanın Anayasa’daki eşitlik ve lailik ilkesine aykırı olduğunu belirten Ayşe Acar Başaran, “10-13 yaş arası öğrencilerin bir arada oturmasının ne gibi bir sakıncası olabileceği düşünülmektedir? Söz konusu okulda öğrencilere yönelik başka ayrımcı yaklaşımların olup olmadığının soruşturulması amacıyla Bakanlığınız tarafından bir teftiş gerçekleştirilmiş midir?” diye sordu.

Başaran, eğitimcilern öğrencilerin birbirini tanımasını, cinsiyet kimliklerinin ayrıştırılmadan topluma adapte olmasını sağlamakla görevli olduklarını da hatırlattı.

Osmangazi Kaymakamlığı‘ndan da yapılan açıklamada, “Ortaokulda yaşanan hususlarla ilgili inceleme soruşturma başlatılmış olup, konu hakkında çalışmalar tüm boyutlarıyla kapsamlı bir şekilde ve hassasiyetle yürütülmektedir” denilmişti.

Konu ile ilgili Eğitim-SEN üyeleri ve CHP Bursa İl Örgütü okul önünde toplanarak tepkilerini dile getirmiş, adliyeye giderek okul müdürü hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardı.

Zerobuild Summit’22 başladı: Yılda 10 milyar dolar, havayı ısıtmak için boşa harcanıyor

Avrupa Birliği’nde geçen yıl zorunlu hale getirilen ‘Sıfır Enerji Binalar’a dönüşümün Türkiye gündeminde yer bulması amacıyla düzenlenen ZeroBuild Summit’22 (Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Zirvesi) İstanbul’daki TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’nde başladı.

“Değişim Burada Başlıyor” sloganıyla düzenlenen ve  26 Mart tarihine kadar sürecek Zirve’de gerçekleşecek 16 oturumda 100’e yakın yerli ve yabancı uzman konuşmacı yer alacak.

Hyve Group tarafından düzenlenen 44. Yapı Fuarı-TurkeyBuild İstanbul ev sahipliğinde gerçekleşen Zirve’nin açılış oturumunda; ZeroBuild Summit’22 Direktörü Dr. Gamze Karanfil, ZeroBuild Institute İcra Direktörü Doç Dr. Ümit Ünver, Dünya Gazetesi Yayın Kurulu Başkanı Dr. Şeref Oğuz ve Yaşar Üniversitesi Enerji Sistemleri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Arif Hepbaşlı yer aldı.

İlk oturumda konuşan Dr. Karanfil, sera gazı emisyonlarının yüzde 25’inden sorumlu Türkiye’de binalarda yılda yaklaşık 18 milyar dolarlık enerjinin kullanıldığını belirtti. Karanfil, “2021 yılında toplam 50 milyar 691,7 milyon dolar enerji ithal ettik. Bunun yaklaşık yüzde 35’ini binalarda kullanıyoruz. Ülkemizdeki binaların yüzde 80’inin enerji verimliliğinin düşük olduğunu da dikkate aldığımızda yaklaşık 10 milyar dolarlık enerjinin boşa harcandığını söylemek yanlış olmaz” dedi.

Karanfil, binaların sadece ekonomik etkilerine değil, çevresel etkilerine de dikkat çektiği konuşmasında binaların toplam sera gazı emisyonlarının yüzde
25’inden sorumlu olduğunu ifade etti. Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı imzalaması ve 2053 Net Sıfır hedefini açıklamasının ardından bu hedefe giden yol haritalarının hazırlıklarının başladığını hatırlatan Dr. Gamze Karanfil, bu çalışmaları da şöyle özetledi:

“Geçen ay yayınlanan NSEB Yönetmeliği ile Sıfır Enerji Binalara ilişkin ilk adım da atılmış oldu. Yönetmeliğe göre 1 Ocak 2023 – 1 Ocak 2025 tarihleri arasında yapı inşaat alanı 5 bin metrekare üzerinde olan binalarda yüzde 5 yenilenebilir enerji kullanma zorunluluğu getirildi. Bundan sonrasında yönetmelikte yapılacak değişiklikler ve güncellemelerin Net Sıfır hedefi için bir zemin oluşturacağı kanaatindeyiz. Bu düzenlemelere ek olarak, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, ülkemizin en çok ihtiyaç duyduğu çalışmalardan biri olan İklim Kanunu’na zemin oluşturacak çalışmaların da hızla tamamlanacağını ve yine aynı hedeflerle ülkenin daha temiz bir dünya için teminat olarak gösterdiği eylemleri içeren 2030 Ulusal Katkı Beyanı’nı da bu yıl bitmeden güncelleyeceklerini açıkladı.”

‘Zaman az, gidilecek yolumuz uzun’

Tüm bu çalışmaların son derece olumlu gelişmeler olduğunu söyleyen Dr. Gamze Karanfil, “Ancak zamanımız az, gidilecek yolumuz uzun” dedi. Dr. Karanfil, bu nedenle çalışmaların hızlandırılması gerektiğini vurgulayarak şunları söyledi:

“Enerji verimliliğinin artırılması, fosil yakıt kullanımının minimuma indirilmesi ve aynı anda yenilenebilir enerji kaynaklarına odaklanılması tüm dünyanın ana gündemine oturmuş durumda. Bizler de dünyada birçok başarılı örneği bulunan ve aynı zamanda pek çok ülkenin eylem planlarında yer alan Sıfır Enerji Binaları; ülke gündemine taşımak, konunun önemine dikkat çekmek, politika yapıcılardan üretici ve uygulayıcılara, akademiden son tüketiciye kadar uzanan tüm paydaşları konuya dahil edebilmek için çalışmaya devam edeceğiz”

‘Topyekun bir hareket başlamadan başarı mümkün değil’

Açılış oturumunda konuşan ZeroBuild Institute İcra Direktörü Doç Dr. Ümit Ünver de dünyada yoğun ve bilinçsiz enerji kullanımı nedeniyle dünyanın S.O.S sinyalleri verdiğini dile getirdi. Ünver, bu nedenle eski alışkanlıkların ve estetik kaygıların, kuralların hatta kanunların bir kenara bırakılarak Sıfır Enerji Binalara doğru bir dönüşüm yaşandığını söyledi.

“Avrupa ve Amerika, Sıfır Enerji Binalara yönelik olarak kanun ve yönetmelikler çıkarmaya başladılar bile. Peki, kanun yapıcıların ve uygulayıcıların bu girişimleri tek başına yeterli mi?” diyen Ünver, şunlara dikkat çekti:

“Başka pek çok deneyim bize gösterdi ki toplum bilinçlenmeden, topyekûn bir hareket başlatılmadan, bireyler de tercihlerini Sıfır Enerji Binalara çevirmeden bu mücadelenin başarılı olması mümkün değil. Ne zaman ki insanlar kira veya satın almak için konut tercihlerini konvansiyonelden sıfır enerjiye çevirir, işte o zaman bu atılan adımlar sonuç vermeye başlar. Bu yüzden toplumun bilinçlendirilmesi hayati öneme haiz bir meseledir. Bu zirve, gelecek nesillere yaşayabilecekleri bir dünya bırakabilmek için mücadeleyi başlatacak bireyleri bilinçlendirmeyi ve harekete geçirmeyi amaçlıyor. Çünkü toplu olarak mücadele edilmezse, dünyadaki her bir birey bu mücadeleye katılmazsa, maalesef dünyamızda bugünden öngöremeyeceğimiz felaketler ve doğal afetlerle hayat yaşanamaz hale gelecek!”

Oturumda; Dünya Gazetesi Yayın Kurulu Başkanı Dr. Şeref Oğuz, “Güneş Topla Benim İçin” ve Yaşar Üniversitesi Enerji Sistemleri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Arif Hepbaşlı da “ZeroBuild Bize Neyi Kastediyor” başlıklı birer konuşma yaptı.

Pilot örnekler: Gaziantep ve Kolombiya

Zirve’nin ilk günü açılış programının ardından “Türkiye’nin Sıfır Enerji Binalar Yol Haritası”, “Çevresel ve Sürdürülebilir Finans”, “Sıfır Karbon Binalar Projesi” başlıklı oturumlar gerçekleşti. “Sıfır Karbon Binalar” oturumunda Türkiye’de bu alandaki iki pilot şehirden biri olan Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin yanı sıra Kolombiya’daki projenin temsilcisi de konuşmacı olarak yer alarak tecrübelerini katılımcılarla paylaştı.

“Türkiye’nin Sıfır Enerji Binalar Yol Haritası” başlıklı oturumda ise Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yetkilileri katılımcıları bilgilendirdi.

Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Zirvesi’nin ikinci günü olan 24 Mart Perşembe günü ise toplam dört oturum düzenlenencek. Bu oturumlar; “2053’e Kadar Karbon Nötr Şehirler Kurmanın Yolları”, “Türkiye’de Atık Isı Potansiyeli ve Atık Isı Kazanımı”, “Enerji Verimliliğinde Yeni ve Yenilikçi Yaklaşımlar”, “Yeşil Bina Sertifikasyon Sistemlerinin ZeroBuild’e Etkisi ve Katkısı” başlıklarında gerçekleştirilecek.

‘Yeşil Hidrojen’ konuşulacak

Zirve’nin üçüncü günü olan 25 Mart Cuma ise toplam beş oturum gerçekleşecek. İlk oturumun başlığı “Sıfır Enerji Binalara Ulaşmanın En Akılcı Yolu ‘Pasif Evler ve Pasif Eve Uygun Komponentler’” olurken uzmanlar, bu alanda Türkiye’deki uygulamalar ve gelişmeler hakkında katılımcıları bilgilendirecek, merak edilenlere yanıt verecek. “Alternatif Enerji Kaynakları” başlıklı oturumda ise son dönemde tüm dünyada merakla izlenen Yeşil Hidrojen konusu tüm yönleriyle ele alınacak.

Aynı gün ayrıca “Net Sıfır Karbon Binalar Taahhüdü”, “nSEB ve Isı Yalıtımı” ve “Enerjinin Etkin Kullanımı ve Yenilenebilir Enerji Arasında Sinerji” başlıklı oturumlar da gerçekleşecek.

Sıfır Enerji Bina ile Geleceği İnşa Et Deklarasyonu Zirve’nin son günü olan 26 Mart Cumartesi, “Enerji Etkin Tasarım ve Sürdürülebilir Mimari” ve “Yapılarda Karbon Emisyonlarının Azaltımında Malzeme Yönetimi” başlıklı oturumlarının ardından düzenlenecek kapanış oturumunda “Sıfır Enerji Bina ile Geleceği İnşa Et Deklarasyonu” imza töreni gerçekleştirilecek. Zirve’ye destek veren STK’ların temsilcilerinin yer alacağı bu oturumda, Şubat 2022’de imzaya açılan ve 12 maddeden oluşan deklarasyon hakkında bilgi verilecek. Deklarasyona imzaya verenler; yeni binaların 2030’a, tüm binaların ise 2053 yılına kadar Net Sıfır Enerji Bina olması için oluşturulacak stratejik plana katkıda bulunmayı benimsediklerini beyan etmişlerdi.

Yeni ürün ve teknolojiler tanıtılacak

Zirve kapsamında oturumların yanı sıra ZeroBuild Summit’22 Uluslararası Sergi Alanı’nda sıfır enerji binalara ait yeni ürün ve teknolojiler de sergilenecek. ZeroBuild Network Zone için ayrılan özel alanda kurulacak stantlarda ziyaretçiler, yapılarını daha verimli işletmek ve çevreye olan etkilerini minimuma indirebilmek için sunulan çözümleri inceleme fırsatı bulacak.

‘Hekimlerin Gözünden Hayattan Kareler’ fotoğraf yarışması ödülleri sahiplerini buldu

14 Mart Tıp Bayramı’nın önemine vurgu yapmak amacıyla Hekimler Arası İletişim ve Konsültasyon Platformu Medklik tarafından düzenlenen “Hekim Gözünden Hayattan Kareler” konulu fotoğraf yarışmasını kazanan hekimler açıklandı.

“Kapatıyoruz” isimli fotoğrafıyla Dr. Mehmet Erdal Kınacı birinci olurken; “Dede-Torun” isimli fotoğrafı ile Doç.Dr. Ali Rıza Akyüz ikinci seçildi.

Dt. Hakan Yıldırım‘ın “Doğanın Zerafeti” isimli fotoğrafı üçüncü oldu.

Yrd.Doç.Dr. Gizem Gizli‘nin “Dara ve Kadın” isimli fotoğrafı 4. olarak Medklik Özel Ödülü’nü aldı.

Yarışmaya pek çok branştan hekimler katıldı.

“Birecik Barajında Balıkçılar” isimli fotoğrafıyla Dr. Ahmet Doğan Yardı, “Balık Kartalı” isimli fotoğrafı ile Uzm.Öğr.Dr. Orhan Çiçek ve “Perşembe Yaylası” isimli fotoğrafı ile Op.Dr. Ömer Yağlıdere de mansiyon ödülüne layık görüldü.

Gazeteci Levent Gültekin’e saldıranlara indirim yapıldı, hükmün açıklanması geri bırakıldı

Gazeteci Levent Gültekin‘in darp edilmesine ilişkin iki sanığa “kasten yaralama” suçundan verilen 11 ay 20’şer gün hapis cezası hükmünün açıklanması geriye bırakıldı.

Bakırköy 47. Asliye Ceza Mahkemesi‘ndeki duruşmaya, tarafların avukatları katıldı. Sanıkların avukatı, beraat talebinde bulunurken, müşteki avukatı da sanıkların en üst sınırdan cezalandırılmasını istedi. Davayı karara bağlayan mahkeme, sanıklar Muhammed Emin Kılıç ve Ömer Doğru‘yu “kasten yaralama” suçundan ayrı ayrı 1 yıl hapis cezasına çarptırdı. Eylem nedeniyle müştekide hafif derecede kemik kırığı meydana geldiğini belirten mahkeme, cezayı 1 yıl 2’şer aya yükseltti.

Sosyal ilişkileri ve gelecekleri üzerindeki olası etkilerini dikkate alarak cezayı 11 ay 20’şer güne indiren mahkeme, ceza hükmünün açıklanmasını geriye bıraktı.

Ne olmuştu?

Gazeteci Levent Gültekin, 8 Mart 2021’de, Murat Sabuncu ile birlikte program yaptığı Halk Tv’nin Bakırköy’deki binasının önünde kalabalık bir grubun saldırısına uğramış ve darp edilmişti.

Güvenlik kamerası görüntülerini  TV yayınında paylaşan Gültekin, Necmettin Erbakan anmasına katılan liderleri eleştirdiği için sosyal medyadan da kendisine tepkiler geldiğini ve tehdit edildiğini açıklamıştı.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı‘nca hazırlanan iddianamede, sanıklar Muhammed Emin Kılıç ve Ömer Doğru’nun, ifadelerinde müştekiyle tartıştıkları belirtilerek, Doğru’nun müştekiye vurduğunu kabul ettiği kaydedilmişti.

İddianamede iştirak halinde bir anda saldırdıkları müştekiyi yaralayan 2 sanığın “nitelikli yaralama” suçundan 1,5 yıldan 4,5 yıla kadar hapisle cezalandırılması istenmişti.

Ordu Büyükşehir Belediyesi’ne bir suç duyurusu daha

Ordu Çevre Derneği (ORÇEV), Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin (OBB) Rıhtım ile Melet Irmağı arasındaki deniz dolgusu ve kıyı düzenleme projesine açtığı davanın sonuçlandığını, Melet Irmağı ağzına yapılan balıkçı barınağı projesi hakkında da yürütmenin durdurulması kararı verilmesine rağmen belediyenin mahkeme kararına uymadığını ve bu nedenle ikinci kez suç duyurunda bulunduklarını duyurdu.

ORÇEV yönetim kurulu adına yapılan açıklamada, “Ordu Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan Melet Irmağı Balıkçı Barınağı için açtığımız dava sonucu, 2. Ordu İdare Mahkemesi 2021/986 Esas nolu kararı ile itiraz yolu kapalı olarak ‘Yürütmeyi Durdurma’ kararı verdiği halde 22 Mart 2022 Salı günü yerinde yaptığımız incelemede çalışmanın devam ettiğini tespit ettik” denildi. Ek olarak açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Ayrıca, Rıhtım ile Melet Irmağı arasındaki kıyı düzenleme projesi hakkında 1. Ordu İdare Mahkemesi 2019/456 kararla yürütmeyi durdurma ve dava sonucunda da çalışmanın iptali kararı vermesine rağmen Ordu Büyükşehir Belediyesi, OBB binası karşısındaki otoparkta Rusumat 4 gemi projesi ve büyük iskele yapım çalışmasını sürdürmektedir.”

Açıklamada ikinci kez suç duyusu yapıldığı vurgulanarak, “Mahkeme kararını OBB’ye bildirdik. Belediye Başkanı ve Daire Başkanlarıyla bir görüşme de yaptık. Bizlere mahkeme kararlara uyacaklarını ve çalışmaları durduracaklarını söylediler ancak sözünde durmuyorlar. Yerinde tespitlerimiz nedeniyle belgelerle ikinci kez suç duyurusu yaptık. Artık yeter, hukuk tanımaz yönetimden hesap sorulmalı” denildi.

Ne olmuştu?

ORÇEV, OBB 1. Ordu İdare Mahkemesi tarafından verilen yürütmeyi durdurma kararına rağmen kıyı dolgu ve düzenleme projesi çalışmasını durdurmaması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.

Ordu Çevre Derneği Yönetim Kurulu adına yapılan açıklamada, “Ordu Büyükşehir Belediyesi tarafından Melet Irmağı ağzına yapmak istediği balıkçı barınağının yerinin uygun olmadığı ve ekolojik sorunlara neden olacağı gerekçesiyle dava açtık. Mahkeme de iddialarımızı olumlu değerlendirerek ‘yürütmeyi durdurma’ kararı verdi. İdare Mahkemesi’nde duruşmalı mahkememiz de tamamlandı. Süreç, karar aşamasında. Buna karşın Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı basın açıklamasıyla balıkçı barınağının yapılacağı doğrultusunda bilgi veriyor. Mahkeme kararlarını önemsemiyor” denildi.

OBB kıyı dolgu ve düzenleme projesi çalışmasını durdurmaması üzerine ORÇEV Ordu Valiliğine ve İl Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlüğüne Şubat’ta dilekçe vermişti.

Türkiye’nin ilk iklim davası, Marmara Gölü’nün balıkçıları adına açıldı

Manisa’nın Gölmarmara ilçesine ismini veren Marmara Gölü, 2011’den 2021’e kadar geçen 10 yıllık süreçte, devlet kurumlarının hatalı su politikaları ve ataleti sonucunda, yüzey alanının yüzde 98,18’lik bir kısmını kaybetti ve neredeyse tamamen kurudu. Kamu idaresinin kurutulan göl sebebiyle balıkçı kooperatifinden kira bedeli talep etmesi ve kooperatife ödeme emri gönderilmesi sonrası iklim davası açıldı.

Yaşanan sorunu basit bir kira borcu olarak görmeyen Altıparmak Hukuk Bürosu, Marmara Gölü balıkçılarının avukatlığını “pro-bono” yani toplum yararına bir hukuk hizmeti olarak üstlendi. Altıparmak Hukuk Bürosu; Marmara Gölü’nün, Türkiye’nin BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nden ve Paris İklim Anlaşması’ndan kaynaklı taahhütlerine tamamen aykırı politikaları sonucunda kuruduğunun ve bu kurumadan kamu idarelerinin sorumlu olduğunun tespiti için, Manisa İdare Mahkemesi’nde Türkiye’nin ilk iklim davasını açtığını duyurdu.

‘İklim davaları iklim değişikliğine aykırı politikalara karşı stratejik öneme sahip’

Altıparmak Hukuk Bürosu tarafından yapılan açıklamada iklim davalarının, hükümetleri ve şirketleri iklim değişikliğiyle mücadeleye aykırı politikaları, kararları ve ataletleri nedeniyle sorumlu tutmak ve hesap vermelerini sağlamak üzere açılan, stratejik öneme sahip davalar olduğu belirtildi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Ekim 2021’de onaylanan Paris İklim Anlaşması’yla birlikte, iklim değişikliği ile mücadelede 2053 için sıfır karbon taahhüdünde bulunan Türkiye’nin, bu taahhütlerine uyabilmesi için sadece fosil tabanlı gazların atmosfere salımını sınırlaması yetmiyor. Aynı zamanda, karbon yutak alanları olarak kabul edilen ve küresel ısınmaya yol açan gazları tutan alanları korumak, bozulanları rehabilite etmek ve hatta sayılarını çoğaltmak zorunda.”

‘İklim değişikliğiyle mücadele taahhütlerine aykırı politikalar, Marmara Gölü’nde tahribata yol açtı’

Karbon yutak alanları olarak kabul edilen alanların başında sulak alanların geldiğinin hatırlatıldığı açıklamada “Marmara Gölü, 2017’de ulusal öneme haiz sulak alan ilan edilmiştir ve bu özelliği ile korunması gereken bir karbon yutak alanıdır. Ancak kamu idaresinin iklim değişikliği ile mücadele taahhütlerine aykırı politikaları, Marmara Gölü’nde tahribata yol açmış ve bir sulak alanı yok etmiştir” ifadeleri yer aldı.

‘Ortaya çıkan zararlardan idarenin sorumlu olduğunu ispatlayacağız’

Davacı balıkçı kooperatifinin avukatlarından Cem Altıparmak, açılan davaya ilişkin değerlendirmesinde “Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadeledeki sorumluluklarını görünür kılmak ve bu sorumluluklara aykırı davrandığını tespit ettirmek için, bu davayı bir iklim davası olarak açtık. Bu davada, devletin hatalı ve plansız su politikalarının gölün kurumasına yol açtığını, sorumluluğun tamamen idarede olduğunu ve bunun sonucunda ortaya çıkan zararlardan da idarenin sorumlu olduğunu ispatlayacağız” şeklinde konuştu.

‘İklim değişikliğiyle mücadelede etkin bir strateji olmadıkça iklim davalarının devamı gelecek’

İklim ve çevresel adalet açısından gerçek bir toplumsal ve yargısal dönüşümün, stratejik nitelikteki iklim davaları ve yargısal araçların etkin kullanımı ile sağlanabileceğini söyleyen Avukat Özlem Altıparmak ise, “Bu dava, iklim davası olarak bir ilk niteliğinde. Ancak Türkiye, iklim değişikliği ile mücadele için etkin bir strateji ve eylem planı oluşturup uygulamadığı sürece, bu iklim davalarının devamı mutlaka gelecektir” dedi.

Kömür sahaları güneş panelleriyle donatılırsa 6,9 milyon hanenin elektrik ihtiyacını karşılayabilir

Kömürün Ötesinde Avrupa (Europe Beyond Coal), Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe), Greenpeace Akdeniz, WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği, 350.org, Ekosfer ve Yuva Derneği‘  tarafından “Kömür Sahalarının Güneş Potansiyeli” raporu yayımlandı.

Solar3GW tarafından hazırlanan raporda, Türkiye’de açık madencilik yapılan kömür sahalarında hayata geçirilebilecek güneş enerjisi kurulu gücüne ve elektrik üretim potansiyeline dair bir ön analiz yapıldı.

Buna göre, kömür sahaları güneş panelleri ile donatılırsa 6,9 milyon hanenin yıllık elektrik ihtiyacı karşılanabilir.

Analizde, kömürlü termik santrallere bağlı çalışan açık madencilik sahalarının, hem kapladıkları alan itibariyle güneş santrali kurulumuna elverişli, hem de trafo merkezleri ve iletim hatlarına halihazırda bağlantılı oldukları için güneş enerjisi dönüşümünde maliyet avantajına sahip olduğu belirlendi.

İklim krizi ile mücadele ve enerji bağımsızlığı için bir an önce elektrik üretiminden kömürü çıkararak yenilenebilir enerji payını artırması gereken Türkiye’nin önünde büyük bir fırsat var: Kömür sahaları.

Raporda, “Türkiye, net sıfır hedefine ulaşmak için 2030 yılına kadar kademeli kömürden çıkış planını bir an önce hazırlamalı; ekosistemi ve yerel halkın taleplerini önceliklendirerek kömür sahalarındaki güneş potansiyelini değerlendirmeli” denildi.

Toplam kurulu gücü 10.495 MW olan 22 kömürlü termik santrale kömür sağlayan açık maden ocağı hesaplamaya dahil edildi. Analizde şu sonuçlara varıldı:

  • 22 kömürlü termik santrale kömür sağlayan kömür sahalarına 13.189 MW kurulu gücünde güneş enerji santrali kurulabilir. Bu, Türkiye’nin şu anki güneş kurulu gücünün (7815 MW) yüzde 170 artması demek.
  • Bu kurulu güçten üretilecek 19.079 GWh elektrik, 6,9 milyon hanenin yıllık elektrik ihtiyacını karşılayabilir.
  • Yenilenebilir güneş enerjisi sayesinde yıllık 12,4 milyon ton CO2 emisyonunun önüne geçilebilir.

Türkiye taraf olduğu Paris Anlaşması’nın küresel sıcaklık artışlarını 1,5 derece ile sınırlama hedefine uygun olarak kömürden çıkış stratejisi oluşturmalı, mevcut kömürlü termik santraller için kapanma programı belirlenmeli.

Raporda güneş potansiyeli değerlendirilirken madencilikle bozulan arazilerin doğaya yeniden kazandırılmasının mümkün olup olmadığının tespit edilmesi ve yerel halkın kararlara katılımının sağlanması gerektiği uyarısı da yapıldı.

Yeşil enerjiye geçişte önemli bir fırsat

Europe Beyond Coal Kampanyacısı Duygu Kutluay, 1,5 derece hedefi için en hızlı ve önemli adımın kömürden çıkmak olduğunun altını çizerek, “Avrupa’da 23 ülke ya elektrik üretimlerinde kömürü çıkardı ya da kömürden çıkış kararıyla kendilerine bir yol haritası hazırladı. Bu süreçte kullanılmaz haldeki eski kömür sahalarının güneş santrallerine çevirildiği örneklere giderek daha fazla rastlıyoruz” dedi.

Raporun Türkiye’de de tekrar ekosistemlere kazandırılamayacak kömür sahalarının yenilenebilir enerjiye geçişte önemli bir fırsat yaratabileceğini ortaya koyduğunu belirten Kutluay, “Ülkemizin en büyük hazinesi doğal alanlarını enerji üretimine feda etmek yerine, kömür sahalarından uygun olanların kullanılabilmesi için gerekli planların yapılması gerekiyor” ifadelerini kullandı.

2030’a kadar kömürden çıkmak Türkiye için hayal değil

Kömürden elektrik üretiminin iklim, halk sağlığı ve ekonomik açıdan topluma ve doğaya ağır bedeller yüklediğini altını çizen WWF Türkiye İklim ve Enerji Programı Müdürü Tanyeli Behiç Sabuncu şunları söyledi:

“Türkiye’nin toplam sera gazı salımının dörtte birinin kömürden kaynaklanıyor.Küresel ölçekte yaşanan kriz de enerji güvenliğinin yenilenebilir kaynaklardan sağlanmasının ne kadar önemli olduğunu bize bir kez daha gösterdi. 2053’te net sıfır olma hedefimizde samimi isek kömürden çıkışı acilen planlamalıyız. Bu çerçevede güneş enerjisi büyük bir fırsat sunuyor ve bu rapor, bu fırsatı nasıl değerlendirebileceğimize dair ipuçlarını gösteriyor.”

Kömürden uzaklaşmanın halk sağlığında hızlı iyileşmeye katkı yapacağını ve yeni doğal alan tahribatlarının önüne geçileceğini belirten Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Proje Sorumlusu Onur Akgül de, “2030’a kadar kömürden çıkmak Türkiye için hayal değil” dedi.

 

Milyonlarca genç 25 Mart Küresel İklim Grevi’nde sokaklara çıkıyor

25 Mart Cuma günü tüm dünyada milyonlarca, Türkiye’de ise binlerce genç sokaklara dökülecek. Talepleri net: Karar vericilerin, dünya liderlerinin iklim krizine karşı mücadelede anlamlı ve somut adımlar atmaları, bunu da hemen ve “İklim Adaleti” çerçevesinde gerçekleştirmeleri. “Kar Değil İnsanlar” sloganıyla gerçekleştirilecek greve, Türkiye’nin pek çok şehrinden gençler, kendi yaşadıkları bölgelerde kitlesel eylemler düzenleyerek katılıyor.

‘Kâr değil insanlar’

Genç iklim aktivistleri, 25 Mart’ta karar vericiler ve dünya liderlerinden iklim tazminatının ve iklim adaletinin sağlanmasını talep ediyorlar. İklim krizinden en az etkilenecek gelişmiş kuzey ülkeleri karbon emisyonlarının %92’sinden sorumlu iken; iklim krizinden en çok etkilenecek Asya, Afrika, Latin Amerika ve Orta Doğu’nun toplamının, karbon emisyonlarının %8’inden sorumlu olduğunu belirten genç iklim aktivistleri, “Dünya genelinde çeşitli toplumlar ve sektörlerin yardımıyla beraber önemsenmeyen, güçleri ellerinden alınan insanların gücü olalım. Beraber, bir sistem bir yuva yaratalım ki ön planda bizler olalım” diyor.

Z Kuşağı: İklim Acil Durumu İlan Edilmeli

Altı gençlik ekibi, Türkiye’de de “İklim Acil Durumu” ilan edilmesi için bir imza kampanyası başlattı. İklim Grevi’nde dile getirecekleri taleplerini, “İklim Acil Durumu” başlığı altında topladılar. Bu talepler karbonsuz düzene geçişle ilgili bir eylem planı yapılmasını, merkezi yönetim ve yerel yönetimlerin gerekli düzenlemeleri yapmalarını içeriyor.

26 binden fazla imza topladıkları kampanyaya change.org/iklimacildurumu adresi üzerinden ulaşılabilir.

Dünyada 35 ülke, yerel, bölgesel yönetimler ile birlikte toplam 1 milyardan fazla insanın temsil edildiği 2012 farklı yönetim yapısı iklim acil durumu ilan etti. İklim acil durumu ilan eden ülkeler arasında; Arjantin, Kanada, Avustralya, Avrupa Birliği ülkeleri ayrı ayrı ve Avrupa Birliği bölgesel birlik olarak, ABD, Malta, Yeni Zelanda, Güney Kore, Japonya bulunuyor.

Türkiye 2030’a Kömürden Çıkmalı

İklim İçin Gençlik Türkiye ekibi, Türkiye’nin iklim krizi ile mücadele etmek için açıkladığı 2053 net sıfır karbon hedefine ulaşmak için acilen 2030 yılına kömürden çıkılacağının açıklanmasını talep eden bir imza kampanyası da  başlattı.

Kampanyaya buradan ulaşabilirsiniz

25 Mart Küresel İklim Grevi’nde de gençler, karar vericilerden, karbonsuz bir gelecek için “Kömürden Çıkış Eylem Planı” açıklanmasını talep edecekler.

Türkiye’deki İklim Grevi Programları

İzmir / 25 Mart 18.00 Alsancak Gar
Hatay / 25 Mart 17.00 Antakya Köprübaşı
Bursa / 25 Mart 14.00 Görükle Spor Parkı, Nilüfer (Nilüfer Gençlik Evi)
Tekirdağ / 25 Mart 17.30 Hasan Ali Yücel Meydanı, Süleymanpaşa
İstanbul / 25 Mart 17.00 Barbaros Meydanı, Beşiktaş

‘Temiz enerji 2025’e kadar AB’nin Rus enerjisine bağımlılığını yüzde 66 azaltabilir’

Ember, E3G, RAP ve Bellona‘dan ortak yayınlanan yeni analiz, Avrupa Birliği‘nin 2025’e kadar enerji güvenliğini artırmak için temiz enerji çözümlerini hızlandırma ve ölçeklendirme fırsatının altını çiziyor.

Analize göre; temiz enerji çözümleri, 2025’e kadar Rusya‘nın gaz ithalatının üçte ikisinin yerini alabilir. Buna göre; AB’nin iklim ve enerji politkalarını (Fit for 55) hayata geçirerek ve rüzgar ve güneşten yenilenebilir elektriğin üretimini, enerji verimliliği ve elektrifikasyonu hızlandırarak Rusya’nın gaz ithalatı yüzde 66 oranında azaltılabilir. Bu da 101 milyar metreküplük (bcm) bir azalmaya eşdeğer görülüyor. Analize göre; gerekli uygulama düzeyine ulaşmak için artık politikada acil bir hızlanma gerekiyor.

Analiz bulgularına göre yeni bir gaz ithalat altyapısı gerekli değil. Buna göre; arz güvenliğinin sağlanması ve Rusya’nın doğal gaz bağımlılığının azaltılması, LNG terminalleri gibi yeni AB gaz ithalat altyapısının inşasını gerektirmiyor. Mevcut varlıklar yoluyla ithal edilen 51 bcm alternatif kaynaklı gaz yeterli görülüyor.

Analizin diğer bulguları ise şöyle:

  • Kömürden elektrik üretiminin uzatılmasına gerek yok. Yukarıda bahsedilen önlemler, AB’nin kömürden elektrik üretimindeki düşüşü yavaşlatmadan fosil gaz talebinde gerekli azalmayı elde etmesini sağlayacak.
  • 24 ve 25 Mart’ta gerçekleşecek Avrupa Konseyi’nde AB Üye Devletleri, AB enerji sektörü üzerindeki yansımaları da dahil olmak üzere Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline Avrupa’nın tepkisini masaya yatıracaklar. Bu, Avrupa Komisyonu’nun önümüzdeki birkaç hafta içinde uygulamaya konacak olan Rus gaz tüketimini azaltmaya yönelik REPowerEU planının önerisini takip ediyor.
  • Avrupa Komisyonu geçtiğimiz günlerde Rusya’nın gaz ithalatını 2027’ye kadar sonlandırabileceğini duyurdu. Analiz, bunun 2025’e kadar ve daha az alternatif kaynaklı fosil gazla (51 bcm’ye karşı 60 bcm) başarılabileceğini gösteriyor.

‘Yenilenebilir enerji kaynakları Rus fosil gaz bağımlılığından kaçış yolu sunuyor’

Ember Kıdemli Enerji ve İklim Analisti Sarah Brown analize ilişkin olarak “Yerli yenilenebilir enerji kaynakları, Avrupa’nın Rus fosil gaz bağımlılığından bir kaçış yolu sunuyor” diyor. Brown şu ifadeleri kullanıyor:

“AB, 2025’e kadar, REPowerEU’nun yakın zamanda açıklanan 2027 hedefinden daha hızlı bir şekilde, Rusya’dan gaz ithalatından vazgeçebilir. Bunu, temiz enerji çözümlerini hızlı bir şekilde uygulayarak, kömürden çıkışı yavaşlatmadan veya bir fosil yakıt bağımlılığını bir başkasıyla değiştirmeden başarabilir. Hem mevcut Fit for 55 yenilenebilir hedefini gerçekleştirmek hem de rüzgar ve güneş enerjisi dağıtımının hızlandırılmasını sağlamak için acil eylem ve AB çapında büyük bir taahhüt gereklidir.”

“Avrupa’da gazın en büyük kullanımı binaları ısıtmak içindir” diyen RAP Avrupa Programı Direktörü Jan Rosenow iseYalıtım ve kombilerin yerine ısı pompalarının kullanımı, binalardaki gaz talebini azaltmanın anahtarıdır. Bu, binalar için daha katı enerji tasarrufu hedefleri ve daha iddialı minimum enerji performans standartları gerektirecektir. Kombileri kamu sübvansiyonlarıyla finanse edilmesinin durdurulması ve bu fonların ısı pompaları gibi temiz ısıtma teknolojilerine yönlendirilmesi gerekiyor. Yeni binalara kombilerin kurulmasına bir an önce son verilmelidir” diyor.

E3G Kıdemli Politika Danışmanı Raphael Hanoteaux de temiz enerjiye yatırım yapmanın ve enerji talebinin azaltılmasının AB için düşük riskli ve yüksek getirili bir strateji olduğunu belirtiyor ve ekliyor:

“Yeni gaz ithalat altyapısına ne ihtiyaç vardır ne de mevcut sorunları çözebilir. Tam aksine, hızla azalan bir piyasaya hizmet ederken gelecek için yükümlülükler ve maliyetler yaratıyor.”

Bellona Yenilenebilir Enerji Sistemleri Politika Danışmanı Marta Lovisolo ise AB’nin mevcut enerji krizlerinin üstesinden gelmesi için reçetenin, Yeşil Mutabakat’a yeniden taahhütte bulunduğuna değinerek “AB, yenilenebilir enerjiye büyük yatırımlar yaparak ve elektriği verimli kullanarak, aynı anda hem iklim hem de güvenlik tehditleriyle mücadele edebilir. AB’yi ABD ve Kanada gibi yerlerden gelen LNG pazarına dönüştürmek, hem fosil yakıt bağımlılığı hem de iklim hedefleri konusunda mevcut sorunları erteleyecek ve daha da kötüleştirecektir. Yenilenebilir kaynakları ikiye katlamak, uzun vadeli ve istikrarlı bir çözüm sağlayabilir” ifadelerini kullanıyor.

Güneş ve rüzgar cenneti Doğu Anadolu, yenilenebilir enerji için destek bekliyor

Dosya Haber: Şenol BALI

*

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla birlikte ortaya çıkan enerji krizi, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu Rus gazına ve petrolüne bağımlı hale gelmiş pek çok ülkeyi yeni alternatifler aramaya itti. Avrupa ülkeleri, yenilenebilir enerji ve nükleer enerji konusunda çalışmalarını artırırken, Türkiye’de ise kömür kullanımının arttığı raporlanıyor.

Bir yandan da fosil yakıt kullanımına bağlı iklim krizinin etkileri her geçen yıl etkisini artırmayı sürdürüyor.

Türkiye, dünyanın yüzünü çevirdiği yenilebilir enerji kaynakları konusunda ön alan ülkelerin pek çoğundan daha zengin bir potansiyele sahip olmasına karşılık, bu potansiyelini şimdilik etkin bir şekilde kullandığından söz etmek pek mümkün değil.

Birleşik Krallık’ta yapılan bir araştırmaya göre Almanya, en yüksek yenilenebilir enerji kullanım oranına sahip ülke olarak başı çekiyor, Türkiye ise sekizinci sırada yer alıyor. Son yıllarda birçok ülke gibi  Paris İklim Anlaşması’na imza atan Türkiye’de de yenilenebilir enerji kaynaklarına olan yatırımlar göreceli olarak artıyor. Ancak sektör henüz çok cılız ve potansiyelden doğru biçimde yararlanılmıyor.

Yenilenebilir kaynakların en zengin olduğu bölgelerden biri olan Doğu Anadolu Bölgesi’nde de durum farklı değil. Güneş ve rüzgar enerjisi bakımından ülke ortalamasının üzerinde bir potansiyeli bulunan bölgenin jeotermal kaynakları da ya keşfedilmemiş ya da atıl durumda. Yeşil Gazete’ye konuşan  çevre örgütlerinin temsilcileri,  iş insanları ve akademisyenler;  bölgenin bir yenilenebilir enerji cenneti olmasına rağmen ilgi ve yatırım eksikliğinden yakınıyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2021 yılında, 2019 yılı eylül ayı sonu itibarıyla Türkiye’nin enerji kaynaklarının dağılımını şu şekilde sıraladı:

“Yüzde 31,4’ü hidrolik enerji, yüzde 28,6’sı doğal gaz, yüzde 22,4’ü kömür, yüzde 8,1’i rüzgâr, yüzde 6,2’si güneş, yüzde 1,6’sı jeotermal ve yüzde 1,7’si diğer kaynaklar. Yenilenebilir enerji kaynakları arasında en yüksek payı 31 bin 280 megavatla hidroelektrik santralleri alıyor. Bunu 9 bin 543 megavatla rüzgar, 7 bin 70 megavatla güneş, 1595 megavatla jeotermal ve 945 megavatla biyokütle takip ediyor. Jeotermal potansiyeli ile de  dünyada yedinci Avrupa’da ilk sırada yer alıyor. İl bazlı bakıldığında ise ülke genelindeki  temiz enerji haritasında, İzmir rüzgar, Konya güneş, Aydın jeotermal, Şanlıurfa hidroelektrik ve İstanbul biyokütle kapasitesiyle lider şehirler olarak öne çıkıyor. Listede Doğu Anadolu Bölgesi’nden hiçbir ilin yer almaması ise bölgedeki potansiyelinin olmamasından değil  yenilenebilir enerji verimliliğini görünür kılacak yatırımların yetersizliğinden kaynaklanıyor.

En kirli havaya sahip  kentler Doğu Anadolu’da

Temiz Hava Hakkı Platformu’nun (THHP), geçtiğimiz aylarda  yayımladığı  “Kara Rapor 2021: Hava Kirliliği ve Sağlık Etkileri” raporuna göre hava kirliliği  Ağrı, Muş ve Iğdır gibi illerde en yüksek seviyelerde. Isınmada kalitesiz kömürlerin kullanılması bu kirliliğin en başat nedeni olarak gösteriliyor. Yenilenebilir enerjinin özellikle ısınmada artmasıyla bu sorunun büyük ölçüde ortadan kalkacağını tahmin etmek zor değil. Yine TÜİK verilerine göre Türkiye’nin en yoksul ve en çok göç veren kentleri, bu bölgeden. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılacak yatırımların, ekonomi için de sürdürülebilir birer kaynak olacağı belirtiliyor.

2020 yılı için  Türkiye’de PM10 yıllık ortalamasına göre Türkiye’nin havası en kirli kentler; Ağrı, Muş ve Iğdır.

Güneş ışınlarının en fazla geldiği üçüncü bölge

Türkiye çapında güneş ışınlarının en fazla geldiği bölge Güneydoğu Anadolu Bölgesi. Güneş ışınlarının geliş açısı ve güneşli gün sayısı bakımından Akdeniz Bölgesi’nden sonra üçüncü sırada yer alan Doğu Anadolu’yu İç Anadolu ve Ege takip ediyor. 

Şimdilik ülkenin yenilenebilir enerji üretimine  önemli bir katkısı olmayan Doğu Anadolu Bölgesi, güneş , rüzgar ve Jeotermal enerji kaynakları için önemli bir rezerve sahip. Türkiye’nin Yıllık Güneş Enerjisi Potansiyeli Haritası’na göre bölgenin yıl içindeki  toplam güneş enerjisi 1460 kWh/m2, güneşleme süresi ise 2993 saat/yıl. Bölge, ülke genelinde  güneş ışınlarının en fazla geldiği üçüncü bölge olarak tespit edildi. Başı çeken kent ise Van.

Akfen Holding’in Edremit ilçesinde 600 bin metrekarelik alana kurduğu GES’in kapasitesi 37 megavat.

Van, güneş enerjisinden elektrik üretilebilecek 28 il arasında ikinci sırada yer alıyor. 3068,74 saat ile güneşleme süresi bakımından Türkiye ortalamasının çok üstüne yer alan kent, bu potansiyelinden ise yeterince yararlanamıyor.

10 yıl öncesine kadar güneş enerji santralinin  olmadığı Van’da son yıllarda az da olsa bir hareketlenme yaşanmaya başladı. Devlet teşviklerin de etkisiyle Edremit ve Tuşba ilçelerinde küçük ölçekli tesisler kuruldu. Kentte, yaklaşık 55 milyon dolarlık yatırımla kurulumu tamamlanan 20 megavatlık santral projesiyle elektrik üretimine ise başlandı. Ancak 365 günün 300 gününü açık ve güneşli geçiren kent için bu, önemsiz bir enerji kaynağı anlamına geliyor.

Bitlis Belediyesi, 2020 yılında, 30 dönümlük alanda kurduğu güneş enerjisinden elektrik üretiyor. Fotoğraf: AA

Bölgede Van dışındaki  diğer illerde de durum parlak değil.  Iğdır, Ağrı, Elazığ  ve kısmen Erzurum ve Bitlis’te birkaç küçük santral kurulu durumda, yenileri için de teşvik ve kredi desteği alan il ve ilçe belediyeleri eliyle girişimler yapılmaya çalışılıyor.

Rüzgar var, toplayan yok 

Doğu Anadolu Bölgesi güneş enerjisinde olduğu gibi rüzgar enerjisi konusunda da oldukça avantajlı konumda. Iğdır hariç bölgenin önemli bölümü 1500 rakımın üzerinde. Bu da önemli bir rüzgar enerjisi potansiyeli anlamına geliyor. Yine yüzey şekilleri ve tünel etkisi gibi rüzgar enerjisini açığa çıkaracak olan parametrelerin neredeyse tamamı, uygun bir ortam sunuyor.

Bölgenin ortalama rüzgar gücü yoğunluğu 13.19 W/m2 ve ortalama rüzgar hızı 2.12  m/s olarak hesaplanmış. Ancak bu kaynaktan da yararlanma potansiyeli etkin ve yaygın olarak kullanılmıyor.

Türkiye’nin en yüksek rakımdaki RES’i 2021 yılında Van’ın Gevaş ilçesinde kuruldu.

Rüzgar enerjisi potansiyeli açısından, bölgede en önemli kent olan ilk rüzgar santralı 2019 yılında, Malatya‘nın Arapgir ilçesinde kuruldu. 10 MWe kurulu güçten oluşması planlanan santrale,  ilerleyen zamanlarda iki adet rüzgar türbini daha eklenmesi hedefleniyor. Van’ın Gevaş ilçesi, Ağrı Dağı’nın çevresi  ile Bitlis’in Rahva bölgesinde de yeni tesisler kurulmaya başlandı. Gevaş’ta yaklaşık 2 bin 900 rakımda kurulan tesisin 53,2 megavatlık RES ile 50 bin hanenin elektrik ihtiyacı karşılanması amaçlanıyor. Uzmanlara göre söz konusu potansiyelin, kırsal kesimlere kurulacak RES sistemleri sayesinde yöre halkı için de önemli ekonomik yarar sağlaması mümkün.

Jeotermal enerji: Potansiyel olsa da denetimli üretim şart

Bölgenin jeotermal enerji kapasitesi de, diğer  yenilebilir enerji kaynakları gibi oldukça güçlü.

Jeotermal enerji,  yerkürenin içinden yeryüzüne kadar ulaşan çatlak ve kırıklardan yüzeye çıkan su, gaz ve buhardan faydalanılarak elde edilen bir yenilenebilir enerji kaynağı. Özel olarak açılan sondaj kuyularından çıkışı sağlanan su, buhar ve gazdan oluşan jeotermal akışkanlar, büyük derinliklerden yeryüzüne ulaşırken içerdiği gazların ve sıcaklığının etkisiyle kayaçlarla etkileşime giriyor ve birçok kimyasalı bünyesine alarak yeryüzüne ulaştırıyor. Türkiye, jeotermal enerji kaynakları bakımından zengin bir ülke; yaklaşık 1500MW’lık kurulu güç kapasitesi ile dünyada dördüncü konumda.

Maden Tetkik Arama Enstitüsü tarafından yapılan araştırmalara göre de Türkiye’deki  jeotermal enerji potansiyeli 31 500 MWth dolayında olup bu enerji potansiyeli 3 800 ton/saat sıvı yakıtın yakılmasına eşdeğer.

Ağrı/ Diyadin’deki jeotermal kaynakları. Fotoğraf: Serkan Yalçın

Jeotermal enerji fosil yakıtlara alternatif olarak doğaya zarar vermeyen, temiz ve yenilenebilir bir enerji kaynağı olarak kabul edilmekle birlikte, üretim sonucunda ortaya çıkan kimyasalların doğaya ve insana zarar vermemesi için, jeotermal akışkanlardan enerji elde edildikten sonra su, toprak veya hava ile etkileşime girmeden mutlaka yer altına geri “enjekte edilmesi” gerekiyor. Bu re-enjeksiyon (geri basma) uygulanmadığı takdirde insana ve doğaya çok ciddi zararlar verebilmesi mümkün.  Özellikle de tarımsal alanlar ve su kaynakları yakınındaki jeotermal enerji santrallerinde ortaya çıkan ve yüksek kimyasal madde içeren sıvı ve gaz atıkların re-enjeksiyon yapılmadan doğrudan toprağa, yer altı sularına ve nehre salınması Ege bölgesinde olduğu gibi, önemli sorunlar yaratabiliyor.

Re-enjeksiyonun yapılması rezervuar basıncını korumak ve böylece kaynağın yenilenebilirliğini sürdürmek için de gerekli. Bu nedenle de re-enjeksiyon yapılmasını zorunlu kılacak düzenlemeler yapılmadan ve  etkin izleme ve denetim politikası oluşturulmadan jeotermal enerji tesislerinin kuruluşlarını yaygınlaştırmanın yarardan çok zarar getirmesi ihtimalini göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Bölgede ise tespit çalışmaları bile yapılmış değil. Tendürek, Nemrut ve Süphan gibi aktif volkanik dağların olduğu bölgede, sadece Ağrı’nın Diyadin ilçesinde  jeotermal ısı enerjisi tesisi bulunuyor ve küçük çapta elde edilen bu enerji  ısıtmada kullanılıyor. Van’ın Erciş ve Çaldıran ilçeleri ile bölgedeki diğer jeotermal kaynaklar için atıl durumda. Kars ve Erzurum’dakiler de aynı şekilde.

1999 yılında kurulan tesisle Ağrı’nın Diyadin ilçesinin merkezine taşınan 70 derecelik sıcak suyla 600’ün üzerinde konutun ısınma ihtiyacı karşılanıyor. İlçede tarıma dayalı ihtisas sera organize sanayi bölgesi de bu kaynaktan yararlanıyor.

75 C derece sıcaklıkta doğal çıkış yapan jeotermal sahaların ve doğal oluşum krater havuzlarının olduğu Diyadin gibi Bitlis ve Van’ın kuzey ilçelerinde jeotermal kaynaklar kısmi de olsa sera ısıtmasında kullanılıyor.

Bu bölgelerde jeotermal enerjiyle işletilen sera sayısında artış gözlemlense de bu enerji kaynağının organik tarım, ürün kurutma, bölgesel ısı ihtiyaçlarının karşılanması gibi amaçlarının neredeyse hiçbirinin aktif olarak değerlendirilmediği söylenebilir. Denetimlerin ve kullanıldıktan sonra ortaya çıkan atık suyun, nereye zerk edildiği ise soru işareti.

 Prof. Dr. Meral: Yatırım ivmesi artırılmalı

Yenilebilir enerji kaynaklarının Doğu Anadolu’daki potansiyelini değerlendiren Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nden Prof. Dr. Mehmet Emin Meral, şunları anlatıyor:

“Bölgenin güneş, rüzgâr ve jeotermal gibi kaynaklarında önemli bir potansiyele sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar, elektrik üretiminden, mekaniksel enerji gereksinimine ve ısıtma/ısınma ihtiyaçlarının giderilmesinden gıda/madde üretimine kadar geniş yelpazede kullanılmaya müsait kaynaklar. Tam anlamıyla keşfedilmemişler demek pek doğru olmaz, bu hususta gerek akademik çevreler, gerekse devletin ilgili kurumları çalışmalar yaptı. Ancak bu potansiyellerin hayata geçirilmesi konusunda eksikliklerden bahsedilebilir. Dünyanın, enerji konusunda değişmekte olan öncelikleri göz önüne alındığında artık yenilenebilir enerji kaynaklarının çok daha fazla gündemde olması gerekiyor.”

Bölgede kurulan bazı tesislerden örnekler veren Meral, yatırımlar konusunda başlayan ivmenin artırılarak sürdürülmesi gerektiğine dikkat çekiyor:

“Bazı yatırımların birkaç yıldır kullanımda olduğunu, bazılarının yakın zamanda devreye alındığını veya bazılarının da yakın zamanda faaliyete geçeceğini biliyoruz. Yöremizde, güneş panellerinden elektrik üretimi yani Güneş Enerji Santralleri (GES) şu ana dek daha çok kamunun önayak olmasıyla birkaç yerde hayata geçirildi. Arısu’ daki 24 MW’ lık, Engil’deki 9.95 MW’lık, YYU Kampüs’teki 0.35 MW’ lık, Çatak Belediyesi’nce kurulan 0.15 MW’ lık GES’ ler halihazırda devrede. Kısa süre önce Gevaş ilçesinde 53,2 MW kapasiteye sahip 14 Rüzgar Türbinli enerji santral (RES) kuruldu.  Çaldıran’da jeotermal kaynaklar seracılık için kullanılmakta olup kamunun girişimiyle turizm amaçlı bir tesisin inşasına başlandığını ve ısıtmaya yönelik projenin de bulunduğunu öğrendik.”

Türkiye’nin jeotermal kaynaklar haritası incelendiğinde Doğu Anadolu’nun en kuzeydoğusundan Van yöresine kadar inen düşey hattın, yüksek sıcaklıklarda jeotermal potansiyele sahip olduğunu belirten Meral,  Van özelinde ise başta Çaldıran olmak üzere doğu kesimlerin önemli jeortermal ısı potansiyeline sahip olduğunu anlatıyor.

Hava sıcaklığının sıfırın altında 46 dereceye kadar düştüğü bölgelerden Van’ın Çaldıran ilçesinde jeotermal enerji ile ısıtılan seralarda  tarımsal üretim yapılıyor. Fotoğraf: AA

‘Doğal gaz yaygınlaşınca, güneş panellerine ilgi azaldı’

Meral’in görüşüne göre, yatırımlar konusunda özel girişimler daha fazla rol almalı ve halk da konuyla ilgili bilgilendirilmeli. Doğal gazın yaygınlaşmasıyla hanelerin sıcak su üretimi için kullandığı güneş panellerinin her geçen gün azaldığına dikkat çeken Meral,  Türkiye’nin dışa bağımlı fosil  yakıt politikasının da değiştirilmesi gerektiği kanısında:

“Üretim ivmesinin sürdürülmesi adına  özel sektörün daha fazla harekete geçmesi ve halkın da yine yenilenebilir enerji üretimi ve kullanımı hususunda daha çok bilinçlenmesi gerekiyor. Van ve çevresinde, bu potansiyeli kullanma açısından geçmişe göre biraz geriye gittiğimiz bile söylenebilir. Daha önce birçok evin çatısında su ısıtmak için kullanılan güneş panelleri varken, doğal gazın yaygınlaşması ve daha konforlu bulunması nedeniyle birlikte birçok hane güneş enerjisinden vazgeçmeye başladı, var olan güneş kolektörleri bile atıl kaldı. Halbuki tam tersinin olması beklenirdi.”

Ancak Van’da özellikle doğal gaz fiyatlarındaki artış nedeniyle, Türkiye’nin tüm bölgelerinde olduğu gibi kömüre bir dönüş yaşanıyor. Van Büyükşehir Belediyesi de kış bastırmadan önce ücretsiz kömür dağıtımını artırdı. Bu artış, kentin havasını kirlettiği gibi, uzun vadeli planları da engelliyor.

Doğanın korunmasında ve maliyetlerin düşürülmesinde mutlak role sahip’

Mehmet Emin Meral, ithal enerji fiyatlarındaki artışa da değinerek, yenilenebilir enerjide bir üretim ivmesi yakalanması durumunda bunun hem maliyetlere hem de doğanın korunmasına mutlak fayda sağlayacağını da vurguluyor ve önerilerini sıralıyor:

“Bir  hanenin güneş panelli bağımsız bir sistem ile elektrik ihtiyacını giderdiğinde, maliyeti çıkarma süresi kullanılacak malzeme ve donanıma göre 7-8 yılı bulmaktadır. Ülkemizde bu tür bireysel sistemler için gereken donanımların yerli üretimine yönelik bir sinerji oluşturulabilirse, maliyet süreleri daha da azaltılabilir. Kamuya ait birçok park-bahçe-sokak aydınlatması mevcut. Gerekli maliyet-fayda analizleri yapılarak, akşam/gece saatlerinde aydınlatmada kullanmak üzere daha fazla güneş pilli tabanlı sistemlere geçilebilir. Yine Van Gölü çevresinde güçlü rüzgar potansiyeli bulunan yerlere RES’ ler kurulmaya devam edilebilir. Rüzgar potansiyeli, dolaylı enerji üretimi dışında doğrudan mekanik gereksinimler için daha çok kullanılmaya da başlanabilir. Jeotermal potansiyel; hem enerji üretimi, hem de ürün üretimi-ısınma-turistik amaçlı çok daha fazla kullanılabilir. ‘’

‘ Yatırımlar doğaya uyumlu olmalı, yeşil alan-mera-tarım alanları korunmalı’

Bütün bu yatırımların ise doğaya zarar vermeyen ve içinde bulunduğu habitata uygun biçimde inşa edilmesi gerekiyor:

“Kullanım alanlarını yaygınlaştırırken sadece yenilenebilir enerji değil, üretime yönelik-doğayla uyumlu olan enerji kavramına da dikkat etmeliyiz. Örneğin, güneş-rüzgar enerji bağlamında tesisleşmeyi yaygınlaştırırken yeşil alan-mera-tarım alanlarını korumayı ve Türkiye’nin tarımsal ve hayvancılığa yönelik gıda üretimine katkıda bulunmayı ihmal etmemeliyiz: Başka bir deyişle bu tesisler için yer seçerken verimli ve potansiyeli iyi olan ancak tarım-hayvancılık alanlarına zarar vermeyecek, daha atıl kalan yerleri seçmeliyiz. Enerji ne kadar önemliyse, kendi kendine yetebilen hatta ihraç edebilen üretimin ve tarım-hayvancılığın da o kadar önemli olduğunu biliyoruz. Ancak, tarım-hayvancılık alanlarıyla barışık şekilde ve jeotermal ile sera üretimi örneğinde olduğu gibi bu alanlara katkı sunacak şekilde enerji potansiyelimizi kullandığımızda, verimli bir şekilde temiz enerji tedarikini arttırırken aynı zamanda ülkemizin kendi kendine yetebilmesine katkıda bulunmuş oluruz.”

Genel güneş enerji  potansiyeli görünümü ve aylık ortalama global radyasyon dağılımı. (GEPA)

Kalçık: Maliyeti düşük, demokratik ve çevreyi tahrip etmeyen enerji 

Bölgenin halihazırdaki potansiyeline ve bu potansiyelden faydalanma seviyesine ilişkin  konuşan Van Çevre Derneği (ÇEV-DER) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kalçık ise fosil yakıtları dünyanın temel sorunu olarak görüyor. Artan enerji fiyatlarına da değinen Kalçık şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Doğal gaz, petrol ve kömürle üretilen tüm enerji, doğamızı yok olmaya götürüyor. Son dönemlerde artan fiyatlar ise bu krizin bir başka boyutu. İnsanlar, bu enerji kaynaklarının dünyada ve ülkemizde pahalı oluşu ve fiyatların giderek yükselişi nedeniyle faturaları ödeyemez hale geldi. Doğamızı kirletmeyen, kimsenin satın alamayacağı ve hiç bitmeyecek kaynaklara neden yönelmediğimiz anlamak zor. Artık kurulum maliyetleri de fosil yakıtlara göre çok daha düşük.  Gelinen teknolojik seviyede artık bu alanda ihtiyaç fazlası enerjiyi de depolayabiliyoruz.”

Kalçık, yaşadığı Van’da büyük potansiyele rağmen kurulan tesis sayısının bir elin parmağını geçmemesini şöyle eleştiriyor:

“Bölgemiz gerçekten yenilenebilir enerji potansiyeli bakımından bir cennet. Van’a ‘Güneşin başkenti’ denir. Ancak tesis sayısı bir elin parmak sayısını geçmeyecek kadar az. Van Denizi de güneş enerjisi için önemli bir fırsat sunuyor. Yine dalga enerjisi de üretilebilir. Yerel yönetimlere bu konuda yapılabilecek çalışmalar için dernek olarak taslaklar sunduk, ama bir sonuç alamadık. 365 günün yaklaşık 300 gününde güneşin eksik olmadığı kent çevresinde, gecikmeden güneş tarlaları oluşturulmalı.”

Kalçık yenilebilir enerji tesislerinin özellikle tarım ve mera alanı olmayan yerlerde, kıraç alanlarda ve gölün üzerinde kurulması gerektiğine, sayısı az olmayan rüzgarın şiddetli olduğu vadiler ve boğazların ise rüzgar tirbünleri için kullanılabileceğine değiniyor.

‘Yatırımlar kamu eliyle yapılmalı’  

Yatırımların hızlıca yapılması ve çıkar ilişkilerine kurban etmemek adına kamu eliyle olması gerektiğini, böylece üretim ile tüketim arasında uçurum olmayacağını kaydeden Kalçık, bölgede çok sayıda bulunan HES uygulamasına ise soğuk bakıyor:

Malatya’daki Arapgir Rüzgar Enerjisi Santrali, üç türbiniyle 2011’de faaliyete geçti. RES,   49 yıllığına Ekşi Enerji Üretim Ltd. Şti’ye lisanslandı.

“HES’lerle çok düşük bir enerji üretimi için hem doğa katlediliyor hem de canlılar yok oluyor. Ve elde edilen sınırlı enerji çok yüksek rakamlarla vatandaşa satılıyor. Güneş ve rüzgar ile ise kimsenin zarar görmeyeceği  ve üretilen enerjiye ucuz erişimin olacağı bir süreç olacak. Geçtiğimiz yıl başta kuraklık olmak üzere büyük felaketler yaşadık. Bunları azaltmak veya iklim krizinin etkisini yumuşatmak için de bir an evvel harekete geçilmeli. Üstelik tüm dünya yenilebilir enerjiye hızlı bir geçiş yapıyorken bizim hala toplamda yüzde 8 kadar düşük bir oranla olmamız kabul edilemez. Bölgemizde ise bu oran çok daha düşük.”

Kalçık, bir çözüm önerisi olarak Paris İklim Anlaşması’na imza atan Türkiye’nin, yenilebilir enerjiye geçişi zorunlu bir takvime bağlaması gerektiğini söylüyor.

Doç. Dr Kemeç: Doğayı korumak isterken başka zararlar da vermemeli

Van Yüzüncü Yıl Üniversite’sinden Doç. Dr. Serkan Kemeç de, Türkiye ortalamasının üzerinde rüzgar ve güneş potansiyeli bulunan bölgede geçen yıl etkisini gösteren kuraklığın, güneş enerjisi potansiyelini arttırdığını dile getiriyor. Yaptıkları çalışmalara göre, güneşlenme süresi, bulutluluk oranı ve düşen yağış miktarındaki parametreler de bunu kanıtlıyor ona göre:

“Bölgenin potansiyeli düşünüldüğünde yapılan yatırımlar çok az. Yavaş yavaş da olsa Güneş Enerji Santrali sayısı artmaya başladı ancak hala çok yetersiz. Yine Gevaş, Bitlis ve Malatya gibi kentlerde rüzgar gülleri kurulmaya başlandı. Bu tarz çalışmaların yaygınlaşması ve tesisleşmenin artması lazım.”

Kemeç, iklim/enerji krizine ve çevre kirliliğine çözüm olarak görülen yenilebilir enerji tesislerinin kurulacağı yerlerin önemi de şöyle dikkat çekiyor:  Doğayı korumak isterken başka zararlar da vermemeli. Kuş göç yollarını etkilememeli mesela rüzgar gülleri. Veya güneş panelleri doğal sit alanlarını veya tarım alanlarını olumsuz etkilememeli. Hatta Güneş enerji santrallerinin yerleşim yerlerinin uzağında kurulması lazım. ‘’

Taşdemir: Doğu ile Batı arasındaki yatırım farkı kaldırılmalı

Ağrı Doğubeyazıt İşadamları Derneği Başkanı ve Doğu Anadolu Bölgesi Çevre Platformu üyesi Mehmet Nuri Taşdemir ise bir iş insanı olarak yatırımların dengeli dağıtılması gerektiğine dikkat çekiyor: “Ağrı, Van ve Iğdır’da tespit edilmiş ancak enerjiye dönüştürülmemiş onlarca sıcak su kaynağı var. Devletin teşvik etmesi lazım. Doğu ile Batı arasındaki yatırım farkı kaldırılmalı. Bakış açısı değişmeli.”

Aydın’ın Çine ilçesinde bulunan buhar elektrik enerji tesislerindeki  suyun yeryüzüne 40-45 derecede çıktığını, Ağrı çevresinde ise su sıcaklığının  78 derece dolaylarında olduğunu hatırlatan Taşdemir, bölgedeki jeotermal kaynaklara ilişkin şu bilgileri paylaşıyor:

“Henüz sönmemiş bir yanardağ olan Tendürek Dağı’nın yakınlarındaki bölgeler jotermal kaynakları açısından çok zengin. Yine yakınlarda Süphan Dağı var. Ağrı’nın Diyadin ilçesi, Iğdır’ın bazı bölgeleri ile Van’ın Erciş ve Çaldıran ilçeleri de büyük potansiyel taşıyor. 1998 yılında, Diyadin ilçesinde bulunan jeotermal kaynaklar 210 metreyi bulan sondajla çıkarılmaya başlandı. Şu anda ilçe merkezinin çoğu bu sıcak suyla ısınıyor. Kalan bölgelerde de bu yapılabilir. Sıcak suya, 400 metrelerde ulaşılırsa, buhar enerjisi bile elde edilebilir. Bu, elektrik üretimi için de yeterli bir bant olur. “

Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de jeotermal enerji alanında toplam kurulu kapasitesi 2.887 MWt. Bunun 1.005 MW’si kaplıcalar(yüzde 34,81)  805 MWt’si konut Isıtması (yüzde 27,88) 612 MWt’si sera ısıtması (yüzde 21,20)  420 MWt’si ortam (Otel, devre mülk vb.) ısıtması (yüzde 14,15),  43 MWt’si jeotermal ısı pompaları (yüzde 1,49) ve 2 MWT’si tarımsal kurutma (yüzde  0,07) için kullanıyor.

Jeotermal suları kullanılarak yapılan seracılığın bölgede gelişmeye başladığını, birçok yerde kurulan sera bölgelerinde jeotermal atık sularıyla sulaması yapılan seralarda domates ve canlı çiçekler yetiştirildiğini anlatan Taşdemir, otellerin ısıtılması ve sağlık turizmi için de yine jeotermal kaynakların kullanıldığını belirtiyor.