Ana Sayfa Blog Sayfa 915

İYİ Partili Kıdık: Atatürk Havalimanı’ndaki korsan yıkıma ara verildi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) İYİ Partili meclis üyesi Ali Kıdık, Atatürk Havalimanı’ndaki yıkım faaliyetlerine ara verildiğini söyledi. 

Kıdık, Atatürk Havalimanı’nın atar topar yıkılmak istenmesinin asıl nedeninin İstanbul Havalimanı satış görüşmeleri olduğunu, Atatürk Havalimanı’nı İstanbul Havalimanı’nı satmak için feda ettikleri iddiasında bulunmuştu. 

Ali Kıdık Abu Dabi Havalimanı işleticisinin en ciddi alıcı olduğunu iddia etmişti. İddiaların ardından Atatürk Havalimanı’nın yıkılarak millet bahçesi yapılması kararına muhalif kanattan ve vatandaşlardan tepkiler gelmişti. 

Ali Kıdık, Atatürk Havalimanı hakkında yaptığı son paylaşımda “Atatürk Havalimanı’ndaki faaliyetlere ara verildi. Yıkımın herhangi bir resmi evraka dayanmadan başladığı ortaya çıktı. Resmi yazı gelene dek korsan yıkıma ara verildi” dedi. 

İBB’den Atatürk Havalimanı açıklaması

Öte yandan İBB tarafından Atatürk Havalimanı’na ilişkin dokuz maddelik bir açıklama yapıldı. İBB dokuz maddede Atatürk Havalimanı’na neden millet bahçesi yapılmaması gerektiği, korunması durumunda İstanbul Havalimanı ve Sabiha Gökçen Havalimanı’na destek olarak kullanılabileceği anlatıldı.

  1. Kentin gelişimini kuzeye yönlendiren ve Kanal İstanbul gibi İstanbul’un geleceğini tehdit eden projelere gerekçe ve destek oluşturan İstanbul Havalimanı mevcut haliyle dondurulmalı ve büyümesi engellenmelidir. Şehrimizin gelecekteki olası kapasite ihtiyaçlarının Atatürk Havalimanı ile karşılanması mümkündür.
  2. Atatürk Havalimanı’na da yeşil alanlara da ihtiyacımız var. Atatürk Havalimanı İstanbul’un destekleyici havalimanı olarak korunmalı, hem merkezi idarenin ve hem de yerel idarelerin kaynakları ve işbirliğiyle kentin kuzeyi ve çeşitli vadileri insanlarımızın hizmetine kazandırılmalıdır.
  3. Atatürk Havalimanı, İstanbul Havalimanı ve Sabiha Gökçen Havalimanı ile İstanbul sivil havacılık altyapısının önemli ve güçlü bir parçasıdır. İstanbul’un gelecekte ihtiyaç duyacağı havayolu ulaşım kapasitesinin karşılanmasında yaklaşık yüzde 28’lik bir pay alabilecektir.
  4. İstanbul Havalimanı mevcut 90 milyon/yıl yolcu kapasitesiyle 200 milyon yolcu/yıla göre planlanan alanının yalnızca yüzde 50’sini gerçekleştirmiş durumdadır. Diğer etapların gerçekleştirileceği alanda mevcutta doğal alanlar, orman alanları bulunmaktadır. Dolayısıyla ilk yapılması gereken İstanbul Havalimanı’nın genişleme etaplarının durdurulması ve iptal edilmesidir. Zaten projelendirilmiş olan Sabiha Gökçen Havalimanı genişleme etabı tamamlanmalı ve İstanbul’da toplamda 150 milyon yolcu/yıl kapasiteye ulaşılmalıdır.
  5. Atatürk Havalimanı, İstanbul Havalimanı ve Sabiha Gökçen Havalimanı doğru bir teknik planlamayla kurulacak uçuş koridorları ile beraber çalıştırılabilecektir. Birden fazla havalimanına sahip çok sayıdaki dünya kentleri bu konuda örnek alınmalıdır.
  6. İstanbul Havalimanı’na yapılacak yatırımların kalan miktarı yaklaşık beş milyar Euro, Atatürk Havalimanı’nın mevcut yaklaşık değerinin ise yaklaşık dört milyar Euro olduğunu düşünürsek, Atatürk Havalimanı’nın sivil havacılık kullanıma açılmasıyla yaklaşık dokuz milyar Euro’luk bir ekonomik değer israf edilmeyecek, bu bütçe ihtiyaç sahibi vatandaşlarımız lehine kullanılabilecektir. Ayrıca Atatürk Havalimanı çevresinde yıllara sari olarak inşa edilmiş olan otel ve ticari işletmelerin yılda yaklaşık 580 milyon Euro’luk kaybının önlenmesi mümkün olacaktır.
  7. Bu süreçte Atatürk Havalimanı’nın sahip olduğu erişilebilirlik kapasitesini daha da geliştirecek Atatürk Havalimanı – Halkalı bağlantısı gerçekleştirmek ve bu sayede üç havalimanını birbirine bağlanmak mümkün olabilecektir.
  8. Atatürk Havalimanı kapatılmadığı takdirde, 3. Havalimanı’nın bir yedek meydanı olarak kullanabilecektir. Kışın bazı günlerinde 3. Havalimanının bulunduğu Karadeniz sahil şeridi görüş mesafesinin sıfıra indiği yoğun bir sis tabakasıyla kaplandığında; Florya, Yeşilköy bölgesi açık olabilmektedir. Meteoroloji kayıtları incelendiğinde kış aylarının hangi günlerinde İstanbul’un kuzeyinin sisli, güneyinin açık olduğu tespit edilebilir. Böyle durumlarda 3’üncü havalimanına iniş zorluğu çeken uçaklar, uzaktaki yedek meydanlara gitme ihtiyacı duymadan, şehrin merkezindeki Atatürk Havalimanı’na yönlendirilebilecektir.
  9. Kapasite ihtiyacı doğana kadar geçecek süre içerisinde mevcut havalimanı yapıları esnek kullanımlarla kamunun kullanımına kolayca açılabilir niteliktedir. İhtiyaç oluştuğunda ise tekrardan terminal olarak dönüştürülmesi mümkün olacaktır.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

Kütahya’daki madencilik şirketi için işaretlenen ağaçlar: Dokuz bin ağaç kesilecek

Kütahya‘nın Simav ilçesinde bulunan Eğrigöz Dağı’nın eteklerindeki Örencik Köyü’nde dokuz bin ağacın işaretlendiği öne sürüldü. Köyede yaşayan Seyfi Akçakaya, ağaçların üzerindeki işaretleri göstererek, “Dava süreci devam ederken Zenit Madencilik, proje alanı içerisindeki yaklaşık dokuz bin ağacımıza işaretleme ve damga yapmıştır. Mahkeme süreçleri devam ederken yürütmenin (durdurulmasının) çıkmaması şirketin elini güçlendirmekte ve onu teşvik etmektedir. Ama biz mücadelemize devam edeceğiz, ağaçlarımızı kestirmeyeceğiz” dedi.

Anka Haber Ajansı’ndan Dilan Kutlu’nun aktardığına göre; Türk, İngiliz, Kanadalı, Katarlı ve Yunan ortaklı Zenit Madencilik’in, Türkiye’de iki önemli altın madeni projesi var. Bu projelerden biri Balıkesir’in Sındırgı ilçesine bağlı Kızıltepe’de, diğeri ise Kütahya’nın Simav ilçesine bağlı Örencik köyünde. Örencik köyünün dibine kurulmak istenen maden ocağının hedefinde, Simav ve Emet ilçelerinin sınırları içinde kalan iki bin 181 metre yüksekliğindeki Eğrigöz Dağı var.

Zenit Madencilik, Örencik köyünde açacağı madenden her yıl 850 kilogram altın çıkarmayı planlıyor. Madenin ruhsat alanı 21 bin 850 dönüm. İlk etapta 6 bin 680 dönümlük alanda çalışmalara başlanacağı, bu bölgede binlerce ağacın kesileceği, dinamit patlatılacağı ve siyanür kullanılacağı belirtiliyor.

Maden faaliyete geçerse ilk etapta yedi köy etkilenecek

Altını ayrıştırmak için siyanür kullanılacak altın madeni faaliyete geçerse ilk etapta Örencik, Ihlamur, Gılmanlar, Evciler, Avcılar, Kavaklı, Çobanlar köyleri etkilenecek.

İçinde karaçam, meşe, çınar, ardıç, kızılcık, çitlembik, kavak, murt, ıhlamur, kızılçam, çınar gibi ağaçların bulunduğu ormanlarla kaplı Eğrigöz Dağı, yöre halkının önemli geçim kaynağı. Eğrigöz Dağı, ayrıca bölgeden geçen Simav ve Emet çaylarını besliyor. Bu iki çay, Susurluk Ovası’nı ve Mustafa Kemal Paşa’nın bereketli ovalarını sulayarak Karacabey’den Marmara’ya dökülüyor. Yani Eğrigöz Dağı’nda açılacak bir siyanürlü madenin, sadece Simav’ı ve köylerini değil, Bursa’ya kadar yüzlerce köyle birlikte Susurluk ve Mustafa Kemalpaşa ovalarındaki tarım arazilerine de zarar vereceği öne sürülüyor.

Maden sahası içerisinde tescilli mağara da bulunuyor

Ayrıca Örencik köyü yakınındaki tescilli İnçal Doğa Mağarası da maden sahası içinde yer alıyor. 10 milyon yıllık olduğu belirtilen, damla taşlarıyla dikkat çeken mağaralarda, milyonlarca yılda oluşan sarkıt ve dikitler bulunuyor.

Köylüler ve çevreciler, siyanürlü altın madenin bölgeye yıkım getireceğini ve köylerini terk etmek zorunda kalacaklarını belirterek madeni istemiyor.

Acele kamulaştırma

Avcılar ve Örencik köylüleri topraklarını satmayınca 28 Ekim 2021’de yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Örencik ve Avcılar köylerine ait topraklar için ‘acele kamulaştırma kararı’ çıkarıldı.

Dokuz bin ağacın kesilmek için işaretlendiği öne sürüldü

ÇED raporunda toplamda iki bin 560 ağaç keseceğini söyleyen şirketin, ÇED iptal ve kamulaştırma iptal davaları devam ederken siyanürlü maden tesisleri için en az dokuz bin ağacı kesmek üzere işaretlediği iddia edildi.

‘Biz mücadelemize devam edeceğiz’

Seyfi Akçakaya, köylerinde maden istemediklerini belirtti. İşaretlenen ağaçları gösteren Akçakaya, şunları söyledi:

“Dava süreci devam ederken Zenit Madencilik, proje alanı içerisindeki yaklaşık dokuz bin ağacımıza işaretleme ve damga yapmıştır. Orman ekipleriyle birlikte 10 Mayıs’ta yaklaşık olarak bin bin ağacı işaretlemiştir. Şirket, ÇED raporunda da iki bin 560 ağacı keseceğini bildirmiştir. Mahkeme süreçleri devam ederken yürütmenin (durdurulmamasının) çıkmaması şirketin elini güçlendirmekte ve onu teşvik etmektedir. Ama biz mücadelemize devam edeceğiz, ağaçlarımız kestirmeyeceğiz.”

‘Bu ağaçları kestirmek istemiyoruz’

Örencik köyünden Hasan Baysu ise şirketin bir haftadan beri kesilecek ağaçları damgaladığını belirterek, “10 bin metre ağaç olduğunu söylüyorlar. Bu 10 bin metre ağaç, 10 bin tane ağaç olabilir. Biz, malcılıkla (hayvancılık) geçiniyoruz, bu ağaçları kestirmek istemiyoruz” dedi.

’30 köyün içme suyunun çıktığı yer’

Murat Dağı Yok Olmasın Platformu Sözcüsü Funda Öz Akcura, maden şirketinin bu köye 2020’de girmeye çalıştığını ve o günden beri süreci takip ettiklerini belirterek şunları anlattı:

“Altın madenin açılmak istendiği bölge, yaklaşık 30 köyün içme ve sulama suyunun çıktığı yer. Susurluk su havzasını besleyen yeraltı sularının olduğu bölge. Bölge halkının ana geçim kaynağı hayvancılık ve ormancılık. Maden sahası orman. Burada maden açıldığı durumda hem meralar hem orman, olduğu gibi elden gidecek ve orada binlerce insanın hayatını etkileyecek. Maden sahasının içerisinde beş köy var. İlk elden topraklarını satanlar, tarımla uğraşamayan yaşlılar. Maden şirketi, köylülere, ‘Siz nasıl olsa tarımla uğraşmıyorsunuz, topraklarınız satmanız bir şey değiştirmeyecek, köyünüzde oturmaya devam edin’ demiş.

‘Üç beş kişi toprağını sattı diye suyumuzdan vazgeçmek zorunda mıyız?’

Orada üç beş kişi toprağını sattı diye biz suyumuzdan vazgeçmek zorunda mıyız? Muhtar da (Örencik Köyü Muhtarı) toprağını satanlardan birisi ama muhtarın ne yaptığı çok da bizi ilgilendirmiyor. 30’a yakın köy, Cumhurbaşkanlığı kamulaştırma kararı için dava açtı. ÇED dosyasının iptali içinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na dava açıldı.

‘Şiddet ÇED dosyasında bu bölgenin ormandan tamamen temizleneceğini söylemişti’

Ağaç işaretlenmesi doğrudur. Çünkü şirket, geçen yıl köylülere, buradaki ağaçların kesimi için ihale yapılacağını, ‘İhaleye siz girin. Dışarıdan birileri gelmesin’ demiştir. Köylüler ihaleye girmediler ve ağaç kesimini de yaptırmadılar. Ama bu yıl ağaçlar işaretlemiş. Şirket, Bakanlığa verdiği ÇED dosyasında da bu bölgenin ormandan tamamen temizleneceğini ve bunun için Orman Genel Müdürlüğü’nde (OGM) gerekli izinlerin alınacağını söylemişti. OGM de buna istinaden burada işaretleme yapıyor. ÇED iptali davası devam ederken OGM’nin gelip burada işaretleme yapması hukuksuz bir uygulamadır. Köylüyü yıldırma politikasıdır. Çünkü şirket, pandemi döneminde köyleri tek tek dolaşarak ‘İstediğiniz kadar direnin, bizim arkamızda devlet var’ dedi.”

Köy muhtarı: Ben de arazilerimi sattım

­Örencik Köyü Muhtarı Mustafa Baysarı ise  “5-10 kişi haricinde köylü şirketin yanında. Kamulaşma yapıldı. Araziler dönüm başına 13 bin 95 liradan satışa çıkarıldı. Ben de arazilerimi sattım, köyde yaşıyorum. Ağaç kesimi yok. Maden sahasının içerisindeki ağaçların kesimi yapılacak belki ama haberim yok” dedi.

Adana’daki çöp aldatmacası bitmiyor: Ne temizlendi ne de temizleme yetiyor

Geçtiğimiz aylarda bir Bloomberg muhabirinin haberiyle yeniden Türkiye‘nin gündemine oturan çöp yığınları, Adana‘nın Rüzgarlıtepe mevkiinde toprağı ve insan sağlığını tehdit etmeye devam ediyor.

Takip cihazı takılan çöplerin Adana’da biten yolculuğunu gösteren haber sonrasında vatandaşlar ayağa kalkmış, Bakanlık’tan çelişkili açıklamalar gelmişti.

Sanatçı Haluk Levent memleketi Adana’ya gitmiş, 18 geri dönüşüm tesisiyle görüşüp, ‘temizlenmesi’ için söz almıştı.

İlgili haber: Küçük Çin olma yolunda Türkiye: İthal çöp enkazını kim kaldıracak?

Haluk Levent, Adana Tabip Odası Başkanı Selahattin Menteş ve Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sedat Gündoğdu, şirketlerin Levent’e ‘kaldırdık’ dediği çöp yığınlarının akıbetini öğrenmek için bir ay sonra bölgedeki iki noktayı ziyaret etti.

Ve çöplerin büyük bölümünün hala olduğu gibi yerinde durduğunu tespit ettiler. 

Gündoğdu, ziyaretle ilgili izlenimlerini şöyle aktardı:

“İki noktaya bakmamız yeterli oldu. Çöpler olduğu gibi duruyor. Bir tanesinde üstünde buğdaygil tarlası var, çevre köylerden ekim yapılmış. Şirketlerin temizlediğini söylediği diğer nokta ise CHP Adana milletvekili Burhanettin Bulut‘un gündeme getirmesinin ardından belediye tarafından çöplerin kaldırıldığı yer.”

Temizlediği iddia edilen çöpleri Selahattin Menteş, kameralara gösterdi:

“Bilimsel anlamda değil ama kaba bir temizlik yapılmış. Burası muhtemelen Belediye tarafından kaldırılıp, bir sonraki muhtemel çöp alanına dökülmüş. Görüyorsunuz toprağın içinde hala elle bile dokunulmaması gereken çöpler duruyor. Bize söz verilen, temizledik denilen yerin temizliği bu. Almanın, satışı bile yapılmamış, etiketi üstünde poşetleri burada.”

Kazılan toprakların içinden çıkan tıbbi atıkları gösteren Menteş, “Hastanelerden özel poşetlerle toplanan tıbbi atıklar Karahan, Rüzgarlıtepe civarlarında atılmış şekilde duruyor. Bunları toprağa gömünce bertaraf edilmiş olmuyor” diyerek tepki gösterdi.

Mesele temizleme değil: Kimse ceza almadı

Adana’daki çöp yığınları, gündeme gelmesinden çok daha önce bilim insanları ve çevrecilerin radarındaydı.

Mikroplastik araştırmacıları, bölgede bu iki noktanın dahil olduğu toplam 30 nokta tespit etmişti. Zaman zaman çöplerin kaldırılıp yeniden boşaltıldığı bu alanların arasında sürekli ve çok miktarda döküm yapılan, yabancı ülkelere ait plastik çöplerin gömülü olduğu noktalar bulunuyordu. 

Sedat Gündoğdu, büyük soruna işaret ederek “Bu işin temizlik yapılarak çözülemeyeceğini en başta da söylemiştik. Mesele zaten temizlik değil, o bakanlığın ve belediyenin işi. Önemli olan bunları dökenlerin tespit edilip cezalandırılmasıydı” diyor ve ekliyor:

“Bu alanlar kirlendi ve buna dair hiçbir yaptırım gerçekleşmedi. Dökenler cezalandırılmadı, tespit de edilemedi. Sadece tesisler denetlendi, bazı tesislere, bu çöpler dışında tesislerin başka özelliklerinden dolayı cezalar kesildi. Ama kimin döktüğü konusunda henüz ortada bilgi yok, buna dair bir soruşturma da yürütülmediğini görüyoruz.”

Haluk Levent, ziyaretin ardından şirketlerin bir hafta daha süre istediğini açıkladı. Öte yandan, görüntülenen çöpler, bir hafta veya bir ayda temizlenecek büyüklükte değil.

Nasıl bertaraf edilmeli?

Öncelikle plastik çöp yığınlarının temizleme maliyeti, birkaç firmanın toplayarak karşılayabileceğinden çok daha yüksek.

Kontamine toprağın temizlenmesi milyon dolarlık titiz bir süreç gerektiriyor. Toprak zeminin titizlikle kaldırılması, götürülüp bertaraf edilmesi gerekiyor.

Gündoğdu, çöplerin  dozerle ve kamyonlarla kaldırılmasının ancak göstermelik olacağının altını çiziyor.

“Bu şekilde iş çözülmüş gibi bir hava yaratılmaya çalışılabilir. Fakat bu devam ettiği sürece, bir şekilde bir yerden patlayacak.

Bu atıkların kaldırlması için izlenmesi gereken bilimsel süreç, toprak katmanının kirliliğin en az olduğu katmana kadar inilerek analiz edilmesini, dikkatle kaldırılıp tehlikeli atık taşıma özellikli kapalı araçlarla taşınarak yüksek ısılı fırınlarda yakılmasını içeriyor. Fakat Gündoğdu, Türkiye’nin büyük maliyet gerektiren bu süreci gerçekleştirebilecek vizyon ve kapasitesi olmadığını belirtiyor.

Bekleyen çöpler, kanımızda dolaşıyor

Belki yıllarca yığınlar halinde beklemiş plastik çöplerin ekosisteme ve insan sağlığına zararları, geri döndürülemez boyutta. Çöplerin organik kirliliği, kalıcı bir şekilde ekosisteme nüfuz etti.

Tarımsal ürünlere bulaştı, o ürünlerle beslenen insanlara ve hayvanlara geçti. Bunların doğru yapılmayan dökülmesi, beklemesi taşınması, yakılması esnasında çok çeşitli zehirli gazlar ve partiküler maddeler özellikle polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH), poliklorlu bifeniller (PCB’ler) alev geciktiriciler, dioksinler atmosfere salındı ve uzak noktalara kadar taşındı.

İlgili haber: Greenpeace: Plastik atık ithalatının bıraktığı hasarın geri dönüşü yok

Kaldırma esnasında ağır iş makinelerinden çıkan toz hem çalışanları hem bölgede yaşayan insanları etkiledi.

Gündoğdu, bunların bu şartlar ve yöntemlerle bertarafının mümkün olmadığını ifade ederek “İş işten geçti” diyor:

“Besin zinciri ne kadar kompleksse, kirliliğin taşınması da o kadar kompleks olacak. Yedi neslimize sirayet edecek kimyasala maruz kalmış olduğumuzu söyleyebilirim. Bu durum, özellikle kanser vakalarının artmasına katkı sağlayabilir, yaban hayatını etkileyebilir. Kirlilik, tarımsal ürünlerle yayılacak, uzaklara taşınacak.”

Türkiye neden çöp ithal ediyor?

Plastik atık ithalatı devlete doğrudan kazanç getirmese de, geri dönüşüm tesisleri ülke içi üretilen çöp yerine, dövizle alım satım yaparak çok daha fazla kar ettiği için diğer ülkelerin çöpünü almayı tercih ediyor. Şirketlerin kar etmesinin ikinci sebebi ise devlet teşvikleri.

Çin’in çöp ithalatını yasakladığı ve Türkiye’nin atık ithalatında dünyanın ilk sıralarına yerleştiği 2018 itibariyle, ülke içinde faaliyet gösteren geri dönüşüm tesisi sayısında da artış yaşandı.

2021 yılında geri dönüşüm tesislerine 69 milyon liralık devlet teşviki yapıldı. Şirketler KDV’den muaf tutuluyor.

Şirketler, ithal edilen plastikleri ‘ham madde’ olarak da görüyor. Çünkü yurt dışında, özellikle Avrupa ülkelerindeki kalite standartlarına uymayan ürünler, iç pazarda yer bulabiliyor.

Şirketlerin yurtdışından gelen çöpü tercih etmesinin bir sebebi de ülke içi çöpü ayrıştırma masrafından kurtulması. Çünkü ithal çöpler, ayrıştırılmış şekilde alınıyor.

Sorunlar neler?

Kontrol imkansızlığı

Gündoğdu, yasal mevzuat olmasının konuyu legalize hale getirdiğini belirtiyor, ancak “legal” olanın hukuki olduğu anlamına gelmeyebileceğinin altını çiziyor.

Denetim mekanizmasının olduğunu fakat kapasitenin olmadığını söyleyen Gündoğdu, ithal çöplerin kimyasal analizinin, kalite tespitinin yapılması ve sıkı denetlenmesi gerektiğinin altını çizerek durumu şöyle anlatıyor:

“500 ila bir milyon tonluk bir miktardan bahsediliyor. Günde yaklaşık bin konteynır geldiğini düşünün, gümrükte bunları nasıl kontrol edeceksiniz? Konteynırları tek tek açıp, örnek alıp, kimyasal analize tabi tutup gerçekten kontamine mi, geri dönüştürülebilir mi diye kontrol etmek; içinde başka ne var, karıştırılmış mı analizini yapmak, her bir konteynır için yaklaşık haftalar sürecek bir süreç demek.”

Çin’in çöp ithalatını yasaklamasının başlıca sebeplerinden biri de bu imkansızlık.

Süreç şeffaf değil, standart yok

İthal edilen ambalaj atıklarının, belli kalitede olması, yüzde 99’unun geri dönüştürülebilir olması ve de en önemlisi kontamine olmamış olması gerekiyor.

Burada denetimin imkansızlığına, standart yokluğu da ekleniyor. Gelen çöplerin biriminin, alınan birim parayla orantılı olup olmadığı da, pek çok şey gibi belirsiz. Şirketlerin denetim sıklıklarına ve geri dönüşerek piyasaya sunulan atıkların kalite ve miktarına yönelik yeterli bilgi edinilemiyor, veri sunulmuyor.

Çöp mü ham madde mi?

Gündoğdu bu soruya, “Üretilen plastiğin yalnızca yüzde ikisi geri dönüşüyorsa, buna çöp deriz. Atık veya ham madde denmesi meseleyi bağlamından koparıyor” cevabını veriyor.

Şirketlerin ham madde isimlendirmesi, süreci yumuşatan, çöplerin çoğunluğunun ‘yeniden kazandırıldığını’ çağrıştıran bir kullanım. Oysa denetim ve kontrol eksikliği, bu çöplerin büyük çoğunluğunun geri dönüşmesini de engelliyor. Pek çok plastik, mevzuata aykırı şekilde yakılıyor; denizlere, toprağa atılıyor, gömülüyor.

Alınan çöp miktarına dair net bir veriye ulaşılamadığı gibi, bunların ne kadarının, ne koşullarda geri dönüştüğü, dönüşen ürünlerin kalitesi, şirketlerin yıllık fire oranı, bertaraf yöntemleri gibi konulara dair de yeterince bilgiye ulaşılamıyor.

Çöp kolonyalizmi

Çöp ithalatının gelişmiş bölgelerden daha az gelişmiş ülkelere doğru yapılıyor olması, ‘çöp kolonyalizmine’ işaret ediyor.

Gündoğdu bunu şöyle tanımlıyor:

“Gelişmiş ülkelerin, ekolojik ve ekonomik maliyetinden kaçındığı tehlike potansiyeli çok yüksek malzemeleri, çevre ve yönetim altyapıları yeterli olmayan, mekanizmaları işletmenin imkan dahilinde olmadığı ülkelere gönderip, bunların uygun olmayan yöntemlerle bertaraf edilmesi suretiyle alıcı ülkenin vatandaşlarının ve çevresinin sağlıkla bir yaşamını sürdürme hakkını gasp etme işi.”

Rüzgarlıtepe‘deki plastik çöp dağına ne olacağı sorusunun cevabı halen yok. Atıklar bölgede birikiyor, söz veren firmalar ortada yok, çöplerin nasıl temizleneceği ise halen meçhul.

’17 Mayıs’ı varoluşumuzun hedef gösterilmeye devam ettiği bir atmosferde kutluyoruz’

17 Mayıs Derneği’nin adını aldığı Uluslararası Homofobi, Bifobi, Transfobi ve İnterfobi Karşıtı Günü’nde LGBTİ+ ve kadın örgütlerinden kutlama mesajları paylaşıldı.

17 Mayıs Derneği tarafından yapılan açıklamadaNefretin, fobinin ve ayrımcılığın olmadığı; barışın, eşitliğin ve özgürlüğün hakim olduğu bir dünyayı hepimiz için istiyoruz!” denildi.

Bundan tam 32 yıl önce Dünya Sağlık Örgütü tarihsel bir hatadan dönerek eşcinselliği “hastalıklar listesi”nden çıkardı.

İlgili haber: Türkiye LGBTİ+ haklarında sondan ikinci oldu

‘LGBTİ+’lar patriyarkanın ayrımcı politikalarına karşı her alanda var olmakta ısrar ediyor’

LGBTİ+’ların varoluş mücadelesinde ısrarın simgesi olan 17 Mayıs Uluslararası Homofobi, Bifobi, Transfobi ve İnterfobi Karşıtı Günü kapsamında dernek tarafından yapılan kutlama açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

“Varoluşumuza dönük nefretin ve ayrımcılığın gerekçesi haline getirilen ‘hastalık’ söyleminin terk edildiği 1990’dan bu güne LGBTİ+’lar dünyanın her yerinde varoluşlarını kutlamaya devam ediyor. LGBTİ+’lar patriyarkanın ayrımcı politikalarına karşı yaşamın her alanında var olmakta ısrar ediyor.”

’17 Mayıs’ı varoluşumuzun hedef gösterilmeye devam ettiği bir atmosferde kutluyoruz’

“Bu yıl 17 Mayıs’ı varoluşumuzun hedef gösterilmeye devam ettiği bir atmosferde kutluyoruz” denilen dernek açıklamasında “LGBTİ+’lara dönük tüm nefret kampanyalarına inat varoluşumuzda ısrar ediyor ve 17 Mayıs’ı kutluyoruz. LGBTİ+’lara dönük nefretin karşısında herkesi LGBTİ+’larla yan yana olmaya davet ediyoruz” ifadeleri kullanıldı ve şunlar aktarıldı:

“Nefretin, fobinin ve ayrımcılığın olmadığı; barışın, eşitliğin ve özgürlüğün hakim olduğu bir dünyayı hepimiz için istiyoruz. LGBTİ+’ların özgürlüğü LGBTİ+ olmayanları da özgürleştirecek, biliyoruz.”

LGBTİ+’ları hedef gösteren nefret söylemi broşürleri hakkında suç duyurusu

Daha geçen hafta Eskişehir’de LGBTİ+’ları hedef gösteren, nefret söyleminde bulunan ve şiddete çağrı niteliğinde broşürlerin dağıtıldığı gündeme gelmişti. İsimsiz broşürlerde eşcinsellerin öldürülmesi yönünde ifadelere yer verildiğini bildiren LGBTİ+ aktivistler ve hak savunucusu avukatlar bugün suç duyurusunda bulundu.

Eskişehir’de LGBTİ+’ların öldürülmesi çağrısının yer aldığı, imzasız, “Livata olayının haramlığının ayet ve hadislerle açıklaması” broşürü hakkında suç duyurusunda bulunmak için bir araya gelen hak savunucuları Eskişehir Adliyesi önünde açıklama da yaptı.

‘Bu bir nefret suçu ve bu güruh bugün sokaklarda nefret saçmaya devam ediyor’

Kaos GL’nin haberine göre; suç duyurusunda bulunan LGBTİ+ aktivistleri adına açıklamayı Mati Solak okudu. Solak, 17 Mayıs Uluslararası Homofobi, bifobi, transfobi ve interfobi karşıtı günü hatırlatarak başladığı açıklamada, “Bilindiği üzere bu şehirde LGBTİ+’ların yakılarak katlinin vacip olduğu belirtilen bir broşür dağıtıldı. Bu bir nefret suçudur. Herhangi bir imzanın olmadığı bu broşürlerin gerici, cihatçı çeteler tarafından dağıtıldığını biliyoruz. LGBTİ+’ların yaşam hakkına dahi göz diken güruh bugün sokaklarda nefret saçmaya devam ediyor” dedi.

‘AKP iktidarı, Gezi’den bu yana kendinden olmayanları ortadan kaldırmaya ant içmiş’

Solak, “Biz bu nefreti 1915’ten, 6-7 Eylül pogromundan, Maraş’tan, Madımak’tan, Ülker Sokak’tan, Eryaman’dan, Altındağ’dan tanıyoruz. Siyasal anlamda her sıkıştığında azınlık gruplara şiddet oklarını çeviren AKP iktidarı, Gezi’den bu yana kendinden olmayanları tabiri caize bir bir ortadan kaldırmaya ant içmiş durumda” diyerek iktidarın nefreti körükleyen açıklama, yasak, tutuklama ve baskı mekanizmalarına dikkat çekti ve şöyle devam etti:

‘Hiç birimiz güvende değiliz’

“Pandeminin başından bu yana Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, bizleri hedef alan söylemleri bu topraklarda yüzyıllardır bir arada yaşayan toplulukları ayrıştırıyor. Her fırsatta kullanılan ‘LGBTİ üyeleri’ söylemiyle bizleri terörize ederek varoluşlarımızı kriminalize ediyor, buradan bir suç yaratmaya çalışıyor. Cihatçı çetelerle poz veren Vali Erol Ayyıldız’ın o çok övündüğü, Avrupa’nın en güvenli sekizinci şehri olarak seçilen Eskişehir’de hiç birimiz güvende değiliz.

‘LGBTİ+’ların başına gelen en ufak nefret saldırısının failleri ortada’

Bu şehrin sokaklarında yaşayan LGBTİ+’ların başına gelen en ufak nefret saldırısının failleri ortadadır. Bu saldırılara göz yuman devlettir. Katliam çağrılarıyla bir cinayet hazırlığında olanlar hakkında bugün suç duyurusunda bulunuyoruz. Faillerin ve onları koruyanların ceza alması elimizden geleni yapacağız.

İnsanlık tarihinin en başından beri buradayız, burada olmaya devam edeceğiz. Ne ilk ne de sonuz. LGBTİ+’lar olarak nefretsiz, şiddetsiz bir yaşamı sonuna kadar savunmaya devam edeceğiz. Gezi’yi savunuyoruz! Yaşamı savunuyoruz! Şiddetsizliği savunuyoruz! Bu davanın takipçisiyiz!”

Suç duyurusunda bulunan avukatlar adına Avukat Hasan Çayır konuştu. Çayır, “9 Mayıs Pazartesi günü Eskişehir’de Valilik tarafından 15 gün süreyle tüm açık hava etkinliklerinin yasaklanmasının ardından kentte egemen kılınmaya çalışılan baskı rejimi ve LGBTİ+’lara yönelik suçların soruşturmasında yürütülen cezasızlık politikalarının sonucu olarak geçtiğimiz günlerde üzerinde isim ve imza yer almayan, gerici ve nefret söylemleri içeren broşürler dağıtılmaya başlandı” dedi.

‘LGBTİ+’lar tacize, tecavüze maruz bırakılırken nefret söyleminde bulunan tarikatlara karşı önlem alınmıyor’

LGBTİ+’ların her gün yaşam alanlarında nefret söylemlerine, tacize, tecavüze maruz bırakılırken; yaşamlarını tehdit eden, yakmak ve öldürmek istediğini dile getiren tarikatlara karşı herhangi bir önlem alınmadığını hatırlatan Av. Çayır, “Söz konusu broşürler anayasanın eşitlik, ayrımcılık yasağı ve laiklik ilkelerine aykırı olmasının yanı sıra Türk Ceza Kanunu bakımından da ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunu’ da oluşturmaktadır” ifadelerini kullandı.

‘Gökkuşağı bayrağı taşıyanları kameralarla tespit eden kolluk, broşürlerin dağıtılmasına kayıtsız kalıyor’

Çayır, onur yürüyüşlerine polis saldırılarını da hatırlatarak şöyle devam etti:

“Onur yürüyüşüne katılanları, gökkuşağı bayrağı taşıyanları kameralarla tespit eden kolluk, şehrin birçok bölgesinde broşürlerin dağıtılmasına kayıtsız kalmaktadır. Üstelik onur yürüyüşüne katılmak, gökkuşağı bayrağı taşımak suç değilken nefret söylemleri ile LGBTİ+’ları hedef göstermek, katledilmeleri için çağrıda bulunmak suçtur.

Broşürlerdeki nefret söylemlerinin gerek ulusal, gerekse uluslararası mevzuata göre ifade özgürlüğü kapsamında olmadığı çok açıktır.

‘Bu eylemler, LGBTİ+ varoluşları kriminalize ediyor’

Bu suç duyurusu yaptığımız günün önemini de vurgulamak isteriz. Bugün, 17 Mayıs Uluslararası Homofobi, Bifobi, İnterfobi ve Transfobi Karşıtı Gün olarak tüm dünyada kutlanmaktadır. Ne yazık ki Dünya Sağlık Örgütü tarafından 17 Mayıs 1990’da eşcinselliğin hastalık kategorisinden çıkardığı gün üzerinden geçen 32 yıla rağmen, hala aynı kültürel, geleneksel ve dini değerler; LGBTİ+’lara uygulanan zulme, ayrımcılığa, zorbalığa ve kötü muameleye gerekçe gösterilmektedir. Bu tür eylemler, LGBTİ+ varoluşları nefret söylemleri ve hedef göstermelerle kriminalize etmekte ve varlıklarını ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme gerekçesi olarak devletin resmi kurumları tarafından LGBTİ+’ların varoluşları öne sürülmüş olup LGBTİ+’lara uygulanan sistematik saldırıların şiddetinin artarak devamına zemin hazırlanmıştır. Avukatlar olarak LGBTİ+lara yapılan saldırılara sessiz kalmayacağız ve her yerde ‘İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!’ demeye devam edeceğiz.

Şiddet ve ölüm tehditleri içeren söz konusu broşürlerle ilgili Savcılık ivedi bir şekilde harekete geçmelidir. Yaptığımız suç duyurusu ile beraber bu hukuki sürecin bizzat takipçisi olacağız.”

Öte yandan LGBTİ+ ve kadın hakları örgütleri sosyal medya üzerinden LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemlerini kınayarak 17 Mayıs Uluslararası Homofobi, Bifobi, Transfobi ve İnterfobi Karşıtı Günü’nü kutladılar:

 

İskoçya Başbakanı’ndan adil geçiş uyarısı: İnsanların rızasını aramamak demokrasiyi tehlikeye atabilir

Birleşik Krallık’a bağlı dört ülkeden, özerk İskoçya‘nın Başbakanı Nicola Sturgeon, ABD’nin başkenti Washington DC‘ye yaptığı ziyarette, fosil yakıtlardan “adil bir geçiş” sağlamada yaşanabilecek başarısızlığın, otoriter liderlere kapı açabileceğini söyledi.

Popülizmin dünya çapında yükselişinin nedenlerinden birinin “insanların geride bırakıldığı duygusu” olduğuna inandığını belirten İskoç Başbakan, şu anda fosil yakıtlardan yararlanan bölgelerin ve toplulukların yenilenebilir kaynaklara geçiş projeksiyonlarında sürece dahil edilmesinin ve rıza göstermelerinin sağlanması gerektiğine vurgu yaptı.

Brookings Enstitüsü‘nde konuşan Sturgeon şunları kaydetti: 
“İnsanların geride bırakıldıklarını, hükümetleri tarafından görmezden gelindiklerini ve önemsenmediklerini hissetmelerinin kökenleri 1980’lerin ekonomik değişimlerine dayanıyor ve bu 2008’deki mali çöküşün etkileriyle birleşti.

AB, iklim hedefleriyle uyumlu sınır ötesi enerji projelerini destekleyecek

Avrupa Birliği (AB) Konseyi, üye ülkelerdeki enerji altyapılarını modernize etmeyi ve birbirine bağlamayı amaçlayan Trans-Avrupa Enerji Ağı (TEN-E) yönetmeliği güncellemesini kabul etti.

Yeni kurallara göre birlik gelecekte enerji alanında iklim ve Avrupa Yeşil Mutabakatı hedeflerine uyumlu ve ortak çıkar sağlayan sınır ötesi projeleri destekleyecek.

Buna göre;

  • Bütün enerji projelerine zorunlu sürdürülebilirlik kriterleri getirilecek.
  • Yeni doğal gaz ve petrol projelerine mali destek verilmeyecek.
  • AB, hedeflerine uygun enerji projelerinin izin ve yetkilendirme prosedürlerini basitleştirecek ve hızlandıracak.
  • Yenilenebilir kaynaklardan sağlanan enerjiye öncelik verilecek.
  • Yatırımlar enerji verimliliğini, rekabet gücünü ve arz güvenliğini artıran yeşil ve iklim dostu alanlara aktarılacak.
  • Hidrojen altyapısının geliştirilmesi, karbon yakalama ve depolamaya yönelik projelere finansman sağlanacak.

Söz konusu değişiklikler, AB Resmi Gazetesi‘nde yayımlandıktan sonra yürürlüğe girecek.

TEN-E çerçevesinde 2013 yılından beri pek çok ülkeyi kapsayan doğal gaz boru hattı gibi projeler, “ortak fayda” sağladığı gerekçesiyle AB mali desteği gibi imkanlardan faydalanıyordu.

Atatürk Havalimanı yıkımına tepkiler sürüyor: Siz bu milletin servetini yıkarken kime danıştınız?

CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun sosyal medyadan duyurduğu Atatürk Havalimanı’nın yıkım eylemine yüzlerce vatandaş katıldı.

İYİ Partililerin dünkü protestosunun ardından CHP’liler bugün Atatürk Havalimanı önünde yıkıma karşı eylem gerçekleştirdi. Saat 10.00’da başlaması planlanan eylem öncesi bölgede geniş güvenlik önlemleri alındı. 

CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu eylemde “Katarlı ve Suudi Arabistanlı, her kim alıyorsa fakirin tek bir kuruşunu cebine atmak üzere buraya teklif verenlerden CHP iktidarında hesap soracağız” ifadelerini kullanarak AKP iktidarına “Geldikleri gibi gidecekler!” dedi.

‘Kaos yaratmak istiyorsunuz ama nafile’

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da Atatürk Havalimanı’na ilişkin olarak açıklamada bulunarak “Siz bu milletin servetini yıkarken kime danıştınız? Seçilmiş belediye başkanına sormadınız, siyasetçilerine sormadınız, akademisyenine sormadınız, sivil toplumuna sormadınız. 16 milyona sormadınız. Kime sordunuz?” dedi ve ekledi:

“1912’de kurulan, Osmanlı’dan miras alınan, dünyanın ilk 10 havaalanından birini yıkıyorsunuz. İnsan babasının malını bile yıkacak olsa kardeşine, akrabasına, eşine, dostuna danışır.

Ortak akla başvurmadan, millete sormadan bunca büyük bir milli serveti tahrip eden akıl İstanbul’un kutsallarını da yıkar. Mehmet Akif’in dediği gibi ‘Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen, iki kazma iki kürek, iki de ırgat gerek. Ancak hadi gel yapalım şunu geri desen, bir Sinan, bir de Süleyman gerek.’ Covid-19’u bahane edip pistin üstüne hastane yaptınız, içi bomboş.

Atatürk Havalimanı’na özel yapılmış metro yatırımını, Marmaray’ı boşa çıkardınız. Şimdi havalimanını park yapacağım, diyorsunuz ama şehrin kuzeyinde tam 136 katı büyüklüğünde bir alanda doğayı, tarımı, ormanı katledip, imara açıyorsunuz.  Niyetinizi iyi biliyoruz. İki dozer bir ekskavatörle hayat pahalılığını, işsizliği, geçim derdini unutturmak, milleti tahrik etmek ve kaos yaratmak istiyorsunuz. Ama nafile! Ne kadar çabalarsanız çabalayın millet bu tahriklere gelmeyecek, hiçbirimiz bu tuzağa düşmeyeceğiz! Hala bir parça vatan, bir parça millet sevginiz, bir parça İstanbul aşkınız kaldıysa, durun! Kararı aziz millete bırakın”

Kurum: Bunların milletle işi olmadığı için bu projeleri anlayamazlar

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum ise saat 10.30’da Ankara’da gerçekleştirdiği açıklamada  “Devrimcilik diyorlar, Türkiye’nin en değerli yerlerini milletimize armağan ettik. Stadyumları taşıdık, burayı da milletimizin hizmetine açtık. Yürüme mesafesindeki alanları milletimize açtık. En önemli devrimcilik budur, halkçılık ise milletin gönlüne girmektir” dedi

“Atatürk Havalimanı üzerinden Atatürk istismarına sarılanları da, Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ün çizdiği muasır medeniyetler seviyesini anlamadığını görüyoruz” diyen Kurum, şu ifadeleri kullandı:

“Konut, ticaret imarına açılmaksızın milletimize açılacak. Fuarlarımız, müzelerimiz olacak. Kıraathanede ders çalışacaklar, spor alanlarında spor yapacaklar, eğitim alacaklar. Olası afet durumunda burası toplanma vazifesi görecek. Bunların milletle işi olmadığı için bu projeleri anlayamazlar. Milletimiz her zaman iş, proje, eser bekler.”

Kaftancıoğlu: Buraya teklif verenlerden CHP iktidarında hesap soracağız

Kurum açıklama gerçekleştirirken İstanbul’da CHP’liler havalimanının önünde eylemdeydi.  Canan Kaftancıoğlu ve CHP heyeti, 11.00’da iktidara Atatürk Havalimanı önünden seslendi.

Kaftancıoğlu yaptığı basın açıklamasında iktidarın İstanbul Havalimanı’nı Katarlı ve Suudi Arabistanlı işbirlikçilerine satmak istediğini söyleyerek “Atatürk’ün ismini taşıyan Atatürk Havalimanı’nı ne yaparlarsa yapsınlar, zaten gidecekler, Atatürk Havalimanı’na zarar verenlerden hesap soracağız. Bu işin arkasındaki siyasilerden hesap soracağız. Yasadışı ve hukuksuz bir şekilde buraya iş makinesi sokanlardan hesap soracağız. Katarlı ve Suudi Arabistanlı, her kim alıyorsa fakirin tek bir kuruşunu cebine atmak üzere buraya teklif verenlerden CHP iktidarında hesap soracağız” dedi.

Kaftancıoğlu İstanbul Havalimanı’nın Atatürk Havalimanı ile beraber çalıştırılmamasının nedeninin teknik olmadığını belirterek “İstanbul ve Atatürk havalimanlarının aynı anda çalışacak şekilde düzenlenebileceği biliniyor. İstanbul Havalimanının sadece yüzde 50’si inşa edilmiş durumda. İstanbul’daki havalimanlarının kapasitesine baktığınızda, Atatürk Havalimanı kapatıldığında yılda 65 milyon yolcu taşıyordu. Sabiha şu anda 35 bin yolcu taşıyor. İstanbul Havalimanının mevcut kapasitesi 90 milyon. Şu andaki halleri ile birlikte bu 3 havalimanının mevcut kapasitesi 220 milyon iken, yapımını tamamlamak için yüzde 50’yi tamamlamak için ekstradan 250 milyar Euro’luk yeni yatırımın gereksizliği ortada” ifadelerini kullandı.

‘Geldikleri gibi gidecekler’

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “İktidara geldiğimizde haksız-hukuksuz yere yapılmış bütün işletmeleri inceleyecek, denetleyeceğiz. Hak ettiklerinden bir kuruş daha fazla para yatırılmışsa hepsini alacağız” sözlerine işaret eden Kaftancıoğlu, iktidarın bunun korkusunu yasadığını ve bu nedenle bir an önce İstanbul Havalimanı’nı Katarlı, Suudi Arabistanlı işbirlikçilerine satmak istediğini söyledi. Kaftancıoğlu sözlerine şöyle devam etti:

“Ancak Katarlı ve Suudi Arabistanlı iş birlikçiler ticaretlerini düşünmezler mi? Elbette biz bu ülkeyi alırız, diyorlar. Ama bizim orayı alabilmemiz için o bölgede başka havalimanı olmamalı, Atatürk Havalimanı’nı kapatmalısınız, diyorlar. ‘Millet Bahçesi yapacağız’ adı altında Katar’a ve Suudi Arabistan’a peşkeş çekmek için İstanbul Havalimanını kapatıyorlar. Millet Bahçesi yapacağız, diyerek 84 milyonu kandırmayı deniyorlar.

Mustafa Kemal Atatürk, Milli Kurtuluş Mücadelesi’ni başlattığı günlerde, Gençliğe Hitabesi’nde ne demişti? ‘İktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet hatta hıyanet içinde bulunabilirler…’ Bugün olduğu gibi, biz de buradan diyoruz ki; asla umutsuz olmayacağız. Geldikleri gibi gidecekler! Geldikleri gibi gidecekler! Geldikleri gibi gidecekler!”

Çeşme Turizm Projesi’ne karşı miting: Ranta ve talana izin vermeyeceğiz!

İzmir Çeşme‘de hazineye ait 16 bin hektar üzerinde yapılmak istenen Çeşme Turizm Projesi‘ne karşı İzmir Cumhuriyet Meydanı’nda miting düzenlendi. Mitingde konuşan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer,  doğayı korumayan hiçbir turizm projesinin başarıya ulaşmadığını vurguladı; “Çeşme Projesi Çeşme’ye ait değildir” dedi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir Tabip Odası, İzmir Barosu, DİSK, KESK, EGEÇEP ve Türk İş‘in ortaklaşa düzenlediği mitinge yüzlerce kişinin yanı sıra, CHP Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ve çeşitli siyasi parti temsilcileri katıldı. İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri de mitinge destek verdi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hayata geçirilmek istenen ve Çeşme’nin Kanal İstanbul‘u olarak tanımlanan Çeşme Turizm Projesi, İzmir’in Urla ilçesine bağlı Zeytineli köyünden Çeşme’ye bağlı Alaçatı ve Ildır’a uzanan 16 bin hektarlık alanı kapsıyor. Alan içinde bulunan doğal sit alanları, zeytinlikler dâhil tarım ve mera alanlarının vasfı projeye göre değiştirildi. Açılan davalar doğrultusunda yapılan bilirkişi incelemesinde Danıştay 6. Dairesi, ‘kamu yararına’ uygun olmadığını açıklandı.

İlgili haber: https://yesilgazete.org/cesme-turizm-bolgesine-11-maddelik-itiraz/

İlgili haber: https://yesilgazete.org/cesme-turizm-projesine-bilirkisi-raporu-tahribati-geri-dondurulemez-boyutta-olacak/

‘Daha çok yıkıma ihtiyacımız yok’

Mitingde konuşan Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, İzmir’in bir dünya şehri olması için yapılması gereken tek şeyin İzmir’in kendi değerlerine inanmak olduğunu belirterek, “İzmir’e turist çekmek için; Çeşme’nin tepelerini kıyılarını parsellemeye yabancı sermayeye satmaya hiç gerek yok. Daha çok yıkıma hiç ihtiyacımız yok” dedi.

Doğayı korumayan hiçbir projenin başarıya ulaşamayacağının altını çizen Soyer, “Çeşme projesine neden karşı olduğumuzu tek bir cümle ile söylemek istiyorum. Çeşme Projesi Çeşme’ye ait değildir. Çeşmenin değerlerini anlamayan, onun değerlerini yok eden dışardan dayatılmış bir kurgudur” diye konuştu. Soyer, bölgede farklı tarihlerde ilan edilmiş 11 turizm bölgesi bulunduğunu hatırlattı ve bu alanların sadece üç tanesinin onaylı imar planı olduğunu söyledi. Çeşme’de bunca turizm alanı boşken bu projenin yepyeni bir bölgeyi imara açtığını söyleyen Soyer, şunları kaydetti:

‘Doğa kimsenin babasının çiftliği değil’

“Çeşme’nin su kaynakları zaten çok sınırlı. Ulaşım meselenin diğer bir ayağı. Çeşme’nin İzmir’le tek bir yol bağlantısı var. Yaz aylarında bu yol tıkanıyor. Böylesine bir projenin trafik için gerçekten bir çözümü de yok. Tasarlanan çalışma kağıt üzerinde güzel olabilir. Ama Çeşme Projesi İzmir’in kimyasına aykırıdır. İzmir Büyükşehir Belediyesi bu projeye karşı olan tüm hukuki süreçlere dahil oldu. Bundan sonra da yeni davalar açmaya devam edeceğiz. Doğa kimsenin babasının çiftliği değildir. Şunu herkes bilsin; İzmir’in madencilere verecek tek bir zeytin ağacı yoktur. İzmir’in ranta kurban edilecek tek bir metrekare kıyısı yoktur. Bergama’dan Seferihisar‘a Selçuk’tan Kiraz‘a Çeşme’ye kadar İzmir’in her karış toprağı korumamız altındadır. Bir belediye başkanının asli görevi görev yaptığı şehrin doğasını korumaktır. Son nefesime kadar bunu koruyacağım.”

İlgili haber: https://yesilgazete.org/cesmedeki-turizm-projesinin-toplumsal-yarardan-cok-zarari-var/

Öztunç: İzmir talana izin vermeyecek

Ardından söz alan CHP Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç ise İzmir halkının haklı mücadelesinin yanında olduklarını vurgulayarak şöyle konuştu: “Siz yarımadaya sahip çıkmak istiyorsunuz ama birileri haritacılık oynuyor. Tayyip Erdoğan almış eline cetveli kalemi haritayı çiziyor. Şurası bu ülkenin iş adamına burası Katarlıya diye çiziyor. İzmir buna izin vermeyecek. Bunlar hazineyi soydular, 128 milyar doları buharlaştırdılar. Mustafa Kemal Atatürk’ten bu güne ülkenin ne kadar değeri varsa hepsini sattılar peşkeş çektiler. Kıyıları, sahilleri, ormanları sattılar. Sıra Çeşme gibi turizm alanına geldi. Buna izin vermeyeceğiz. Sizinle dayanışma içerisinde olacağız” diye konuştu.

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Hamza Dağ‘a da seslenen Öztunç, “Ey Hamza Dağ, her konuda konuşuyorsun. İzmir ile ilgili en ufak bir konu olunca ağzını açmıyorsun. Çeşme projesi rant projesidir İstanbul’da kanal İstanbul İzmir’de Çeşme projesi rant projesidir. Eğer sende tırnak ucu kadar İzmir sevdası varsa bu projeye karşı durursun” dedi.

İlgili haber: https://yesilgazete.org/cesmede-kiyi-ve-ormanlar-turizm-projesine-dahil-edildi/

‘Projeyle bütün kıyılar, dağlar ovalar özel kişilere devredilebilecek’

Son olarak konuşan Çeşme Turzim projesi davası avukatlarından Ömer Turgut Erlat ise şunları söyledi:

“Bu projeyle Çeşme ilçesinde bütün kıyılar, dağlar, meralar özel kişilere devredilebilecek. Bu yatırımcıların idaresi dışında kimsenin buraya giremeyeceği anlamına geliyor. Yani İzmirliler doğal sit alanlarına, koylara, sahillere giremeyecek. Halkın alanı ellerinden alınarak özelleştirilecek. Buna engel olmak zorundayız. Bilirkişi raporu halkın lehine gelmişken 2 aydır bir karar verilmedi. Normalde böyle bir bilirkişi raporu gelir gelmez hemen yürütmeyi durdurma kararı çıkması lazım. Yargıyı derhal kanunlara uygun karar vermeye çağırıyoruz.”

12’inci Yeşil Ekonomi Konferansı: Zor zamanlarda adil dönüşümün bugünü ve geleceği

Yeşil Düşünce Derneği‘nin bu yıl Heinrich Böll Stiftung Derneği ortaklığıyla gerçekleştireceği 12’nci Yeşil Ekonomi Konferansı‘nda, zor zamanlar içerisinde adil dönüşüm çalışmalarının tutarlı bir şekilde ilerlemesinin mümkün olup olmadığını tartışılacak.

İlki 2009’da gerçekleştirilen ve iki yıllık pandemi arasının ardından 12’ncisi hibrit olarak yapılacak konferans, 10 Haziran Cuma Günü 13.00-17.00 saatleri arasında Cezayir Toplantı Salonu‘nda gerçekleşecek. 

Dünyadaki toplumsal, ekolojik, politik ve ekonomik pek çok felaketin; savaş ve salgınların küresel ölçekte hepimizi etkilediğine vurgu yapan Yeşil Düşünce Derneği, bu krizler çağında devletlerin yavaşlığı ve tıkanıklığı ile küresel iyileşmeyi de geciktirdiğini ve riske attığını belirtti.

Devletlerin, iklim krizini önlemeye ve bu krize karşı adapte olmaya yönelik uzun vadeli taahhütlerinin COVID-19 salgını, Rusya-Ukrayna arasındaki savaş gibi ani krizler karşısında ne kadar sağlıklı bir şekilde yürütebileceğini sorgulamanın önemine dikkat çeken Dernek, “Karar alıcıların günü kurtarma planları ile iklim krizini halen göz ardı ettiğini gözlemlenmektedir” dedi.

Konferans programı

İngilizce ve Türkçe simültane çeviri yapılacak konferansın programı şöyle:

1- Adil Dönüşüm Nasıl İlerliyor?

Moderatör: Prof. Dr. Begüm Özkaynak

13:00 – 13:05 Heinrich Böll Vakfı Türkiye Temsilciliği’nden
Açılış Konuşması

13:05 – 13:10 Yeşil Düşünce Derneği’nden Açılış Konuşması

13:10 – 13:35 Karbon Nötr olmaya doğru bir adil geçiş mi? Benzeri görülmemiş zamanlarda Almanya’nın yenilenebilir devrim
Lisa Badum, Parlamento Üyesi, Uluslararası İklim ve Enerji Politikası Komitesi Yeşiller Yönetim Kurulu Başkanı

13:35 – 13:55 Sosyal olarak adil bir enerji geçişin hızlanmasının sağlanması – Enerji Topluluklarının Rolü
Dimitris Tsekeris, İklim Adaleti & Enerji Kampanyacısı – Friends of Earth Europe / Avrupa / Avrupa Topluluk Gücü Koalisyonu Koordinatörü

13:55 – 14:20 Soru – Cevap

14:20 – 14:50 ARA 

2- Güncel Meselelerin Dönüşüme Etkisi

Moderatör: Doç. Dr. Ahmet Atıl Aşıcı

14:50 – 15:00 Açılış

15:00 – 15:25 Adil Dönüşüm Sürecinin Güncele Direnci: Ölçme ve Planlama Perspektifleri – Mustafa Eray Yücel, SEFiA & Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü

15:25 – 15:50  Enerjide Yeşil Dönüşüm: Olanaklar ve Olanaksızlıklar –
Aslı Esen, Enerji ve Sürdürülebilirlik Danışmanı, TEPAV

15:50 – 16:15 Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında adil dönüşüm ve Rusya-Ukrayna Savaşının etkileri – Doç. Dr. Çiğdem Nas, İKV Genel Sekreteri ve YTÜ Öğretim Üyesi

16:15 – 16:45  Soru – Cevap

16:45 – 17:00 Kapanış Konuşması

İngilizce ve Türkçe simültane çeviri de yapılacak konferansta yüz yüze katılım için 60 kişilik kontenjan bulunan konferansa katılım için başvuru formunu dolduranlarla 3 Haziran’da teyit için iletişime geçilecek.

AB’nin Rusya’ya karşı yeni enerji paketi: İklim değişikliğiyle mücadele edecek

Avrupa Komisyonu, yarın Avrupa Birliği’nin Rusya‘dan fosil yakıt ithalatını sonlandırmak amacıyla hazırladığı yeni acil durum müdahale paketini kamuoyuna sunacak. AB’nin gücünü yenilenebilirden almasını ifade eden “RePowerEU” paketiyle birliğin Rusya’dan doğalgaz ithalatı bu yılın sonuna kadar üçte iki oranında azaltılacak ve 2027’ye kadar sonlandırılacak.

Söz konusu paket, AB‘nin Rusya’dan ithal ettiği fosil yakıtlara bağımlılığını azaltma amacına hizmet etmenin yanı sıra, birliğin iklim değişikliğiyle mücadelesine ve diğer ülkelerden ithal edeceği fosil yakıtlara bağımlılığının önüne geçmesi kapsamında sağlam adımlar atmasına da olanak tanıyor.

Paketinin içermesi öngörülen temel unsurlar şöyle:

  • Yenilenebilir enerji artışının hızlandırılması: AB yenilenebilir enerji hedefinin artırılması, izin süreçlerinde yaşanan sorunlarının ele alınması ve yepyeni bir AB güneş enerjisi stratejisi oluşturulması…
  • Enerji verimliliğinin artırılması ve enerji talebinin düşürülmesi: AB’nin enerji verimliliği hedeflerini artırmayı ve doğal gaz ile petrole olan talebi azaltmak üzere vatandaşların çabalarına dayalı “AB Tasarruf Planı“nın hayata geçirilmesi…

Avrupa Komisyonu’nun önerisi, kamuoyuna sunulmasının ardından, 30-31 Mayıs tarihlerinde Avrupa devlet başkanlarının katılacağı Avrupa Konseyi özel oturumunda tartışılacak.

AB Yeşil Mutabakatı’nda belirlenen hedeflere ulaşmak üzere, AB’nin 2030’a kadar sera gazı emisyonlarını yüzde 55 azaltmasını öngören Fit for 55 politikalarına hizmet eden RePowerEU paketi, birliğin petrol, doğal gaz ve kömüre olan bağımlılığını sonlandırmak üzere hayata geçirdiği eylemlerin yenisini oluşturuyor.

AB, aynı zamanda, doğal gaz arzının çeşitlendirilmesi ve gelişmekte olan ülkelerin dekarbonizasyonuna destek vermeyi amaçlayan Uluslararası Enerji Stratejisi’ni yayınlamaya hazırlanıyor. Bu strateji hazırlanırken birliğin, enerji sistemini yeni doğal gaz altyapılarına bağımlı kılacak anlaşmalar yerine, yenilenebilir enerji ve yeşil hidrojen teknolojilerine dayalı iş birliklerini kolaylaştırmaya dikkat etmesi gerekiyor.

Enerji güvenliği ile dirençliliği artırmak ve AB’nin iklim hedefleri

Ukrayna’daki savaşın başlangıcından bu yana, birçok siyasetçi, enerji bağımsızlığı ihtiyacını, iklim eylemi ve AB Yeşil Mutabakatı’yla bağlantılı çözümlerle birlikte ele aldı. Enerji analistleri, bazı ülkelerin kömür tüketimini geçici olarak artırması ya da yeni LNG terminali altyapısına ihtiyaç duymayan alternatif doğal gaz kaynaklarını hayata geçiren çözümlerin kısa vadeli olduğuna yönelik görüşlerini değiştirmedi.

Uzun vadede enerji sisteminin fosil yakıt kaynaklarına zorunlu hale gelmesine karşı gelen AB liderlerinin arkasında önemli siyasi destek bulunuyor. Geçmişte AB politikalarına yön veren 11 resmi yetkilinin yanı sıra, iş dünyası da AB liderlerinin yanında yer alıyor. 100’ü aşkın şirket yöneticisi, AB’nin yeşil enerji dönüşümünü hızlandırmasını ve enerji güvenliğini güçlendirmesini içeren mektubun imzacısı oldu.

AB üye devletlerinin üçte biri, Avrupa’nın enerji dönüşümünü hızlandırılması gerekliliğini dile getirdi.  Yenilenebilir enerji hedeflerinin artırılmasına ilişkin talepler Avrupa Parlamentosu‘nda karşılık buldu. Yeniden seçilen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Strasburg’da Avrupa Parlamentosu’na hitaben yaptığı konuşmasında, “Ukrayna’daki savaş ve Rus fosil yakıtlarına olan bağımlılığımızdan kurtulma arzumuz, iklim değişikliğiyle mücadele konusunda daha azimli adımlar atmamız anlamına geliyor” dedi.

Almanya, 2035’e kadar elektrik üretiminin yüzde 100’ünü yenilenebilir kaynaklardan karşılamayı hedeflediğini açıkladı. Bu hedef, ülkenin elektrik ihtiyacının tamamını yeşil elektrikten karşılamanın yanı sıra, rüzgâr ve güneş kurulu gücünü üç katına çıkarmak anlamına geliyor. Bu kapsamda karar vericiler, en az beş yasayı değiştirerek elektrik sisteminde kapsamlı revizyon yapacaklarını duyurdu. Bu hafta aynı zamanda İspanya’nın elektrik üretiminde rüzgâr santrallerinin ve fotovoltaik panellerin payı rekor seviyeye ulaştı ve yüzde 40’ı aştı.

Uluslararası Enerji Ajansı (International Energy Agency, IEA) rüzgâr ve güneşten elde edilen elektriğin, Avrupa Birliği’nin Rusya’dan ithal edilen doğal gaza olan bağımlılığını 2023’e kadar düşürme potansiyeli olduğunu dile getirdi.

Popov: Fosil yakıt planlarınlarında vazgeçilmesi anlamlı adımları içeriyor

Bulgaristan Eski Çevre Bakanı Julian Popov, “Rüzgâr, güneş ve diğer yenilenebilir kaynaklardan üretilen veya tasarruf edilen her bir kilovat saat, Avrupa’nın Rusya’dan ithal ettiği fosil yakıtlara olan bağımlılığını bir kilovat saat azaltıyor. RePowerEU paketi, birçoğu günümüz şartlarında piyasada rekabet edebilen, yüksek teknolojili istihdam yaratan ve Avrupalıların yaşam kalitesini iyileştiren yeni ve fosil yakıta dayalı olmayan enerji teknolojilerine güçlü politika desteği gibi birçok seçenek sunuyor. Paket, emisyonların ve fosil yakıt ithalatının azaltılması ile geçerliliğini yitirmiş fosil yakıtlara yönelik yeni altyapı planlarından vazgeçilmesi gibi ekonomi ve güvenlik açısından anlamlı adımları içeriyor’’ dedi.

Popov, “Avrupa Komisyonu’nun kozlarını doğru oynadığı durumda bu müdahale paketi, bugün karşı karşıya olduğumuz ve birbiriyle ilintili dört krizle başa çıkabilir. RePowerEU paketi, güvenlik, hayat pahalılığı, iklim krizi ve sağlık krizlerine çözüm sunmanın yanı sıra, Ukrayna’da devam eden savaşın finans kaynağını da kesecek” şeklinde konuştu.

Enel’in CEO’su Francesco Starace, dünyada yenilenebilir kaynaklardan temiz enerji üretimi alanında özel şirket olan Enel, AB’nin sürdürülebilir geleceğinin anahtarının, elektrifikasyonun hızlandırılması ve fosil yakıtlara bağımlılığın azaltılması olduğunu vurguladı. Starace şunları söyledi:

“Avrupa Birliği’nin karbondan arındırılmış enerji sistemine ulaşmak amacıyla enerji dönüşümünü hızlandırma taahhüdünü destekliyoruz. Bu nedenle iddialı bir RePowerEU Planı, fosil yakıtları sonlandırmaya ve enerji güvenliğini sağlamaya çok katkı sunacaktır. Aynı zamanda, Avrupa ölçeğinde net sıfır emisyonlu ekonomiye en kısa zamanda ulaşmak için,  enerji talebinin sürdürülebilir bir şekilde elektrifikasyonunu hızlandıracaktır.”

‘AB ekonomisinin sürdürülebilirliği için enerji dönüşümünü hızlandırmamız gerekiyor’

Iberdrola Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Ignacio S. Galán, “AB ekonomisinin sürdürülebilir, güçlü ve adil olmasını garanti altına almak için enerji dönüşümünü hızlandırmamız gerekiyor. Çözüm açık, yenilenebilir enerjiyi destekleyerek, ‘Fit for 55’ politikasının uygulanmasını hızlandırmak. Bunun için gerekli olan teknolojilere ve toplumsal mutabakata sahibiz ve şirketler olarak üzerimize düşeni yapmaya hazırız” diyor.

ABD Deniz Kuvvetleri eski enerji, altyapı kurulumu ve çevre bölümü müsteşar yardımcısı Amiral Dennis McGinn, “Avrupa Komisyonu’nun RePowerEU önerisi kapsamında öne sürdüğü, yenilenebilir enerji, depolama ve enerji verimliliğini hızla artırmaya dayanan ABD-Avrupa ittifakı, barış ve enerji güvenliğini sağlamanın en etkin yolu olmasının yanı sıra iklimimizi istikrara kavuşturmanın da tek yolu. Küresel ölçekte rüzgâr, güneş ve depolama teknolojilerine yönelim, ülkeleri istikrarsız ve tehlikeli fosil yakıt bağımlılığından kurtarıyor” şeklinde konuşuyor.

Ember’in Kıdemli Enerji ve İklim Analisti Sarah Brown, “Ukrayna savaşı, AB Yeşil Mutabakatı’nın hızla artan enerji fiyatlarına çözüm olduğunu her zamankinden daha net şekilde ortaya koydu. Ülkelerin fosil yakıt bağımlılıklarını sonlandırmaları ve yenilenebilir kaynaklara dayalı enerji dönüşümünü acilen gerçekleştirilmeleri gerekiyor. Almanya, 2035 yılına kadar, elektriğinin yüzde 100’ünü yenilenebilir kaynaklardan karşılayacak iddialı bir hedef belirledi. Hollanda ise 2030 yılına kadar elektrik üretiminde fosil yakıtların payının neredeyse tamamını başka kaynaklardan ikame edecek” diyor.

Brown, “Tüketicileri korumanın ve riskleri azaltmanın en etkin yolu, daha ucuz, daha temiz ve yerli olan yenilenebilir enerji kaynaklarının kurulumunu hızlandırarak fosil yakıt tüketimini azaltmaktır” şeklinde konuşuyor.

‘RePowerEU önerisi, Rusya’ya enerji bağımlılığını azaltmaya yönelik ilk adım’

Almanya Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü (DIW Berlin) Enerji, Ulaşım ve Çeçvre Bölümüm Başkanı, Ekonomist Claudia Kemfert ise AB’nin enerji dönüşümüne ilişkin olarak şu ifadeleri kullanıyor:

“RePowerEU önerisi, Rusya’ya enerji bağımlılığını azaltmaya yönelik ilk adımdır. Avrupa, yüksek enerji tasarrufu düzenlemeleriyle birlikte yenilenebilir enerjilerin geliştirilmesi için zorunlu hedefleri acilen yükseltmeli. Çatılarda güneş paneli zorunlu hale getirilmelidir. Yenilenebilir enerji projeleri için maksimum onay süresi bir ila iki yılı geçmemelidir. Ayrıca, talep edilen projelerin, özellikle yeniden enerjilendirme projelerinin hemen onaylanmasıyla hızlı artış için özel bir güçlendirici programa ihtiyaç vardır. Ayrıca, güneş enerjisi üretimi Avrupa’ya geri dönmelidir. Bu nedenle yenilenebilir enerjiler projeleri ortak çıkar çerçevesinde daha fazla teşvik edilmelidir” diyor.

Oxford Üniversitesi Ekonomik Toparlanma Projesi Baş Araştırmacısı ve Proje Yöneticisi Brian O’ Callaghan da 2022’de temiz yatırımın, çevreyi korumaktan daha geniş bir anlam ifade ettiğini belirterek “Temiz yatırım, ailenin banka hesaplarına katkı sağlamak, kamu bütçesini korumak ve küresel güvenliği sağlamakla ilgili” ifadelerini kullanıyor.

O’ Callaghan, “Bugün, elektrikli araç üretimini hızlandırmak için güvenilir ve adil malzeme tedarikini sağlama zamanı. Bugün, sanayi, denizcilik ve havacılık sektörlerinin karbondan arındırılması için büyük adımlar atarak piyasa sinyalleri gönderme zamanı. Gecikmeyi göze alamayız, boşa geçen her ay, önümüzdeki yıllarda bize ek riskler getiriyor” diyor.