Ana Sayfa Blog Sayfa 894

5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde orman yangınları için kırmızı alarm

Dünya Çevre Günü, 1972 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) Çevre Konferansı’ndan bu yana çevrenin korunması konusunda dünya çapında farkındalık yaratılması ve eylemde bulunulması amacıyla her yıl 5 Haziran’da kutlanıyor.

Türkiye’de toplam ormanlık alanın yüzde 60’ı birinci ve ikinci derece yangına hassas alanladan oluşuyor. EFFIS verilerine göre Türkiye’de geçen sene çıkan orman yangınlarında 206 bin hektardan fazla alan yandı, onlarca farklı türden binlerce hayvan hayatını kaybetti. Türkiye, 39 ülke arasında en çok orman alanı yanan ülke olarak birinci sırada.

Gezegenimizin akciğeri olan ormanlar, iklim krizi ile mücadelede karbon yutağı olarak büyük öneme sahip. Fakat iklim krizinin etkileri arttıkça orman yangınlarının süresi ve şiddeti de artıyor.

İlgili haber: Ormanlar neden yanıyor?

2021 yılı Avrupa, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da orman yangınlarının en yıkıcı olduğu yıl olarak kayıtlara geçti. Avrupa coğrafyasında, 39 ülkede orman yangınları çıktı, 1.113.464 hektar alan yandı.

Bilimsel raporlar yangınların ve etkilerinin küresel sıcaklıkların yükselmesiyle birlikte daha da artacağını söylüyor.

İlgili haber: İklim değişikliği, orman yangını riskini en az yüzde 30 artıyor
İlgili haber: Kolorado yangınının gösterdikleri: Artık yangın sezonu yok, ormanlar bütün yıl risk altında

Tedbirler ne olmalı?

Ormancılık politikası uzmanı Prof. Dr. Erdoğan Atmış, ilk tedbirin yangının çıkmasını önlemek olduğunu söylüyor, ancak bu tedbirlerin ne olduğu da sorgulanmalı.

İkinci amaç ise yangınları en erken şekilde tespit edip erken müdahale etmek.

Erken müdahale için karada ekiplerin ve araçların yeterli olması gerektiğine dikkat çeken Atmış, 2020 ve 2021’deki yangınlarda büyük alanların yanmasının nedeninin yeterli kaynak ayrılmaması olduğunu söylüyor.

Bir diğer neden ise orman içindeki yoğun faaliyetler:

“Ormanlarda maden sahaları, enerji sahaları, turizm sahaları vb. ormancılık dışı amaçlar için verilen izinler ormanları paramparça etti. 2B ile orman dışına çıkarılan alanlarda yeni siteler, yerleşimler kuruldu. Yine eskiden yangın riski olan yerlerde yaz aylarında odun üretimi yapılmazdı, artık yapılıyor. İnsanlarımız yazın ormanları rekreasyon için daha fazla kullanmaya başladı. Bunların hepsi ormanlardaki insan etkileşimini arttırdı. Bu da yangın riskini artırıyor. Havaların sıcak gittiği ve nem açığının arttığı temmuz ve ağustos aylarında bitkiler de kurumuş olduğu için yanıcı madde riski de artıyor.”

İlgili haber: Muğla Valiliği’nden yangın tedbirleri: 24 ormanlık alana giriş yasaklandı

Atmış, eğitilmiş orman işçisi ve araç gereçteki yetersizliklerin, yangının bir kere başladığında kolay ve hızlı yayılmasına neden olduğunu ifade ediyor:

“Ne yazık ki ormancılık örgütü uyguladığı yanlış ormancılık politikaları nedeniyle orman yangınlarıyla ciddi şekilde mücadele etme gücünü kaybetti. İşte bütün bunlar bu seneyi de, gelecek seneleri de ülkemiz adına yangın felaketlerinin yüksek olabileceği bir yer haline getiriyor.”

İlgili haber: Orman yangınlarıyla mücadele bütçesi 2.7 milyar TL düşürüldü
İlgili haber: Geçen yıl ‘hurda’ denilen THK’nin yangın söndürme uçakları bu yıl kullanılacak

Genç aktivistten imza kampanyası

Bu Çevre Günü’nde genç iklim aktivisti Baran Örnek, Change.org Türkiye’de başlattığı Orman Yangınları İçin Kırmızı Alarm kampanyasıyla orman yangını sezonunun başladığını ve ormanları korumak için acil eylem planlarının yapılması gerektiğine dikkat çekiyor.

Bu acil eylem planının talepleri ise imza kampanyasında şu şekilde sıralanıyor:

  • Orman yangınlarının hızlı kontrol altına alınabilmesi için Bakanlık tarafından yapılan hazırlık planları açıklansın.
  • Yangınların yoğunlaştığı bölgelere yeterli sayıda yangın gözetleme ve erken müdahale kuleleri inşa edilsin.
  • Yangın helikopterlerinin sayısı açıklansın. Yeterli sayıda helikopter derhal satın alınsın.
  • Şu sorulara cevap verilsin: Yangın işçilerinin sayısı artırıldı mı? Yangınlar için ne kadarlık bütçe ayrıldı?
  • Kaç yangın söndürme uçağı var? Bu uçakların bakım ve onarımı yapıldı mı? Bu uçakların kaçı kullanılıyor?
  • Yangınlar sırasında can kaybını azaltmak için tahliye planı hazırlandı mı?

İmza kampanyası başlatan Örnek, “5 Haziran Dünya Çevre Günü, oysa en büyük çevre zenginliğimiz olan ormanlarımızı yangınlarla kaybetmeye başladık bile. Önlemsizlik, yangınlardan daha büyük kayıplara yol açıyor” diyor:

“Geçen sene yok olan ağaçları, yitirdiğimiz canları, yükselen çığlıkları unutmadım. Pek çok canlının yuvası olan ormanlar barındırdığı biyoçeşitliliğin yanı sıra özellikle fosil yakıtların gün geçtikçe kirlettiği havamızı temizliyor, ciğerlerimizi oluşturuyor. Tedbirsizlik ise ciğerlerimizi feda etmek ile eş değer.”

Baran Örnek, iklim krizi ile mücadele için yetkililerden orman yangınlarına karşı gerekli önlemleri almalarını talep ediyor.

İlgili haber: Küresel piyasalar da iklim değişikliği tehdidi altında, Türkiye’de en büyük risk, sıcak dalgaları

 

Feminist Politik Ekoloji Buluşmaları: Değişen bir iklimde bakım emeği

Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi ev sahipliğinde Feminist Politik Ekoloji Buluşmaları başlıklı webinar serisinin üçüncüsü “Değişen Bir İklimde Bakım: İklim Eylemlerinde Bakım İşini Merkeze Almak” başlıklı konuşma ile 30 Mayıs’ta gerçekleşti.

Mevcut dönemdeki çevre felaketleri karşısında feminist mücadelenin ekolojik mücadeleden bağımsız düşünülemeyeceği görüşüyle feminist kamusal alana katkı sunmayı amaçlayan bu serinin ilk etkinliğinde Berlin Humbolt Üniversitesi’nden Christine Bauhardt, “Yeşil Yeni Düzen, Küçülme ve Dayanışma Ekonomilerine Feminist Yaklaşımlar” adlı konuşmasını yapmıştı.

Serinin ikinci etkinliğinde ise Sussex Üniversitesi Gelişme Araştırmaları Enstitüsü (IDS) direktörü sosyal antropolog Melissa Leach,Feminist Politik Ekoloji ve Tarihsel Anlatılar: Sürdürülebilirlik ve Toplumsal Cinsiyet Adaleti Üzerine Çıkarımlar” başlıklı bir sunum yapmıştı.

30 Mayıs’ta çevrimiçi olarak gerçekleşen üçüncü etkinlikte ise İsveç Tarım Bilimleri Üniversitesi’nde Kırsal Kalkınma Profesörü olarak görev yapan Seema Arora-Jonsson ve Manchester Üniversitesi Çevre Politikası Bölümü’nden Sherilyn Macgregor konuk edildi.

Sherilyn MacGregor ve Seema Arora-Jonsson, yoksulluk ve adaletsizlik ile mücadele eden küresel bir kuruluş olan Oxfam için hazırladıkları iklim değişikliklerinin bakım işi üzerindeki etkileri hakkında yazdıkları “Değişen Bir İklimde Bakım: İklim Eylemlerinde Bakım İşini Merkeze Almak” başlıklı raporu katılımcılarla paylaştılar.

Temel vurgu noktası iklim eylemlerinde bakım çalışmalarını merkeze almak olan raporun ilk bölümünü Sherilyn MacGregor sundu. MacGregor, açılış konuşmasında bu alanda yapılan araştırmaların oldukça azlığından bahsetti. Kapitalist toplumların bakım krizleri karşısında ne kadar hazırlıksız olduklarını vurgulayarak çalışmalarında bakım emeğini iklim eylemlerinin merkezine koyduklarını aktardı ve iklim değişikliğine dair üretilen bakım eylemini göz ardı eden çözümlerin varolan eşitsizlikleri derinleştireceğinden bahsetti.

Çevresel bakım da bakım işine dahil

Raporda bakım işi doğrudan, dolaylı ve çevresel olarak üç boyutta tanımlanıyor: Beslemek, banyo yaptırmak gibi birebir etkileşimi içeren bakım eylemleri doğrudan bakım olarak tanımlanırken, alışveriş yapmak, yemek pişirmek gibi belli hizmetleri ve gereksinimleri karşılamaya yönelik bakım eylemleri dolaylı bakım olarak tanımlanıyor. Hayvanların bakımı ya da ormanlar, mahalleler gibi ortak alanların bakımı ise çevresel bakım olarak adlandırılıyor. Bakım emeği bu 3 bağlam çerçevesinde kavramsallaştırılmaya çalışılıyor.

Bakım emeğini görünür kılmak için 5R çerçevesi

Bakım krizine dair çözümlerin ise 5R çerçevesinde ele alınması öneriliyor. Bakım emeğinin koşullarını feminist bir bakış açısıyla iyileştirebilmek için önerilen 5R yaklaşımı ‘bakım işinin farkına varılması (recognize) ve tanınması, daha az talepkar hale getirilmesi (reduce), sosyal olarak yeniden dağıtılması (redistribute), bakım emekçilerinin temsil edilebilmesi (represent), bakım emeğinin hakkının verilmesi’ni (reward) kapsıyor.

Raporun ikinci kısmını sunan Seema Arora-Jonsson, iklim değişikliğinin etkileri ile bakım işlerinin miktarı, dağılımı ve koşulları arasındaki etkileşim noktalarına vurgu yaparak küresel iklim değişikliğinin negatif etkilerinin dünyanın her yerinde gün geçtikçe daha da ağır hissedildiğini ifade etti. Geçim kaynaklarını tehdit eden iklim değişikliği nedeniyle gittikçe daha çok insanın bakıma ihtiyaç duyacağını, bu ihtiyacın da daha fazla kız çocukları ve kadınlar tarafından karşılanacağını belirtti.

İklim değişikliği ile mücadele programlarının bakım emeğini göz ardı eden bir politika geliştirmelerinin, yeni eşitsizlikler yarattığını anlattı. Arora-Jonsson’a göre planlama-tasarım aşamalarına kadınları dahil etmeyen, bakım ilişkilerini ve iktidar ilişkilerini görmezden gelen adaptasyon programları kadınların omuzlarındaki yükü daha da ağırlaştırıyor. Kadın emeğine ihtiyaç duyulan bu programlar bu şekilde örgütlenince kadınlar tarafından yeterince sahiplenilmeyip zaman zaman başarısızlıkla sonuçlanabiliyorlar. Bir projenin etkili ve adil olabilmesi için yerel bağlamı içinde bakım emeği üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi gerekiyor.

Sunumların ardından konuşmacılar katılımcıların sorularını yanıtladı. Webinar İngilizce olarak Türkçe simultane tercüme ile gerçekleşti.

Raporun 18 sayfalık bir özet versiyonuna ve 129 sayfalık tüm rapora link üzerinden erişilebiliyor.

VII. Hemzemin 7 Haziran’da DasDas’ta: Kırılma Noktası

Yedinci Hemzemin, 7 Haziran 2022, Salı günü, DasDas’ta düzenleniyor. Hemzemin’de alanında uzman konuşmacılar, sivil toplum kuruluşları, akademisyenler, sosyal faydaya el veren şirketler, medya mensupları ve iletişimciler bir araya geliyor.

“Daha iyi bir sosyal fayda iletişimi” hedefiyle yola çıkan Hemzemin, 2022’deki yedinci konferansında odağını pandemi sonrasında yükselen değişim taleplerine çeviriyor ve soruyor:

  • Pandemi ve iklim krizi ile el ele yürüyen eşitsizliklerin derinleşmesinde ve hak mücadelelerinde kırılma noktaları nerede?
  • Farklı alanlarda doğaya ve topluma fayda sağlayan örnekler hangi kırılma noktalarıyla rotalarını yeniledi?
  • Uluslararası krizlerle birlikte zorlaşan hak mücadelelerini yeni kırılma noktaları mı bekliyor?
  • Pandemi sonrası derinleşen ekonomik krizle birlikte yavaşlayan sürdürülebilir kalkınma hedeflerinde kırılma noktaları yaşandı mı?
  • Herkesin refahı, gezegenin sağlığı için neler kırılmalı, neler korunmalı, neler kurulmalı?
  • Eğitimden iklim krizine, toplumsal cinsiyet eşitliğinden çocuk haklarına, hayvan haklarından doğanın korunmasına, derin yoksulluktan göçe, kültürel mirası korumaktan insani güvenliğe kadar ortak meselelerimize kapsayıcı, yeni, sürdürülebilir çözümler getirmek mümkün mü?

Bu soruların ve daha fazlasının cevaplarını bulmak, alanın uzmanlarıyla birlikte düşünmek, tartışmak, yeni ilhamlar peşine düşmek ve farklı alanlardan gelen konuşmacıların deneyimlerinin dinlenebileceği yedinci Hemzemin’e katılım ücretsiz ve 150 katılımcıyla sınırlı.

Hemzemin’in programı şöyle:

7 Haziran 2022

  • 10.20: Açılış
  • 10.30: Rauf KösemenRetorikler Kırılırken! (Pandemi Sonrası Sosyal Fayda İletişiminin Retrospektifi)
  • 10.40: Bekir Ağırdır – Kırılanlar, Korunanlar ve Kurulanlar (Pandemi ve İklim Krizi Parantezinde Toplumsal Göstergeler)
  • 11.00: Hacer Foggo: Kimler Kırıldı, Kimler Yen İçinde Kaldı? (Salgın ve İklim Krizinin Gölgesinde Derin Yoksulluk)
  • 11.15: Meryem Aslan – İnsanlık: Dikkat Kırılır! (Ayrımcı Retorik Hayatımızı Nasıl Etkiliyor?)
  • 11.30:Cengiz Çiftçi: Dümeni Dijitale mi Kırmalı? (Dijital Katılımcılıktan Dijital Kamusallaşmaya)
  • 11.45:Ayşe Alan – Eğitimde Okulun Hegemonyası Kırılıyor mu? (Krizler Çağında Eğitim Ortamının Değişen Dinamikleri)
  • 12.00:Varol Yaşaroğlu – Kral Şakir’in Kırdığı Rekorlar (Çocuklar ve İklim İletişimi)
  • 12.15:Chris Dessent – Döngüyü Kırmak (Gezegeni Kurtarmak için 10 Yıl Projesi)

12.30: Ara

  • 13.30: Gürcan Öztürk – Dünya Covid-19’dan Kırılırken (Bir Fotoğrafçının Salgın Günlüğü)
  • 13.50: Zelal Ayman – Su Yolunda Kırılmayan Testiler (İstanbul Sözleşmesi ve Feminizmin Açtığı Yeni Mücadele Yolları)
  • 14.05: Ertan Karabıyık – Kırık Cam Üzerinde Yürümek (İnsan Hakları ve Çocuk İşçiliğinde Yeni Mücadele Yolları: Tedarikçilerinden Sorumlu Olmak)
  • 14.20: Stephane Petitjean & Nicolas Perdrix – Sorumluluktan Dönenin Kaşığı Kırılsın (Fransız Toplumunda Pozitif Değişimin Hızlandırıcısı KSS İletişimi)
  • 14.35:Berivan Eliş – Kıran Kırana Değil, Yan Yana Ekonomi (Sosyal Girişim Mevcut Ekonomik Modelde Bir Kırılma mı?)
  • 14.50: Christophe Koninckx – Kırımla Noktası 3+1

15.05: Ara

  • 15.20: Dr. Çiğdem Çörek Özdaş – Muhallebi Yerken Kırılan Dişler (Kentlerin Kırılganlıkları ve Sürdürülebilirliği Üzerine)
  • 15.35: Aynen Erkal – Suyu Getirenle, Testiyi Kıranı Ayırabilmek (Sürdürülebilir Bir İnşaat Sektörü Mümkün mü?)
  • 15.50: Michael Adler – Kabuğunu Kırmak: Yumurtanın Dışında Ne Var? (İklim Krizi İletişiminin Dünü, Bugünü ve Geleceği)
  • 16.05: Simonetta Lombardo – Tatlı Dil, İletişimin Buzunu Kırar mı? (İletişimi Eylemle Kurmanın Tarifi)
  • 16.20: Thanos Bellalidis – Kırık Kalpler Sokağından Son Çıkış (Sürdürülebilir Bir Dünya için Yeni Süper Güç: Mutluluk)
  • 16.35: Nuri Özbağdatlı – Tekerlek Kırılmadan Yolu Bulmak (İklim Krizinin Ortak Güvenliğimize Etkileri)

17.00: Kapanış

Hemzemin nedir?

İlk kez 26 Şubat 2015, Perşembe günü düzenlenen Hemzemin, sivil toplum kuruluşları, uzmanlar, akademisyenler ve iletişimcilerin katılımına açık olarak gerçekleştirildi. Konferansta yurt içi ve yurt dışından alanında öncü 20 konuşmacı vaka sunumları yaparak deneyimlerini paylaştı.

Hazırlık faaliyetleri ise STK ve sosyal fayda iletişimi alanında çalışan uzmanların oluşturduğu bir çalışma grubu tarafından yürütülüyor.

Hemzemin sivil toplum kuruluşları ve sosyal fayda sağlayan kurumsal proje yöneticilerini iletişim süreçlerini iyileştirmeye çağırıyor.

Fosil yakıt şirketleri sonucu biliyordu: İklim krizine katkı yargılanması gereken bir suçtur

Mark Hertsgaard‘ın yazdığı bu makale, Yeşil Gazete’nin de parçası olduğu Covering Climate Now (CCNow) ağı  ve partnerleri tarafından hazırlanan “fosil yakıt şirketlerinin  iklim krizine nasıl katkıda bulunduğunu ve Amerikan halkına nasıl yalan söylediğini” anlatmayı hedefleyen “İklim Suçları” işbirliği kapsamında oluşturulmuştur.

*

Bugün dünyadaki her insan bir suç mahallinde yaşıyor.

Bu suç onlarca yıldır devam ediyor. Etkilerini bu yaz Amerika‘nın batısında ortaya çıkan korkunç sıcakta ve orman yangınlarında görüyoruz: 2020’de yaşanan mega fırtınalara bilim insanlarının koyduğu isimler tükendi, deniz seviyelerinin küresel çapta en az altı metre yükseleceği tahmin ediliyor.

Tek umudumuz, çocuklarımızın bununla başa çıkmanın bir yolunu bulabilmeleri için bu amansız yükselişi yavaşlatmak.

Bu suç, dünya çapında sayısız insanı yerinden etti veya öldürdü, milyarlarca dolarlık ekonomik hasara neden oldu, hayati ekosistemleri ve vahşi yaşamı mahvetti.

Hızla yükselen denizlerin toprağın tuz seviyesini artırarak pirinç verimini düşürdüğü Bangladeş kıyılarındaki çiftçilerden, mahalleleri  şehirdeki müreffeh bölgelerden daha yüksek sıcaklıklardan muzdarip olan düşük gelirli sakinlere kadar, dünya çapında zaten marjinalleştirilmiş toplulukları orantısız bir şekilde etkiledi.

Bu suç her şeyden önce günümüz gençlerini tehdit ediyor ve medeniyetin bekasını sorgulatıyor. Ve yine de, bu yıkımdan sorumlu suçlular hala serbest. Suçlarını işlemeye ve hatta bundan para kazanmaya devam ediyorlar; çünkü suçları halkın çoğu tarafından bilinmiyor:

Bu suç, fosil yakıt endüstrisinin iklim değişikliği konusunda 40 yıldır yalan söylemesi.

Muhtemelen tarihteki en önemli kurumsal aldatmaca olan endüstrinin yalanları, bilim insanlaırnın şimdi tam teşekküllü bir iklim acil durumu olarak nitelediği tehlikeye karşı kamu bilincini ve alınabilecak eylemleri köreltti.

2020’de aday olan Joe Biden, petrol devlerini yalanlarından dolayı soruşturma çabalarını destekleyeceğini söyledi. Bu sözünü tutacak mı, göreceğiz.

Gazeteciler, suç mahalli kanıtlarını belgelemeye yıllarını adadı:

Los Angeles Times, Inside Climate News ve Columbia Journalism School2015’te ipuçlarını o zamanlar dünyanın en büyük petrol şirketi olan ExxonMobil‘e kadar takip ederek suçu açığa çıkardı.

Kayıtlar, 1970’lerin sonlarında, Exxon‘un kendi bilim insanlarının üst düzey yöneticilerine, insan faaliyeti sonucu küresel ısınmanın gerçek olduğu, potansiyel olarak bir felaket olduğu ve esas olarak fosil yakıtlardan kaynaklandığı konusunda brifing verdiğini gösterdi.

İklim aktivistleri ifşaları ele geçirdi ve #ExxonKnew ( Exxon Biliyordu) hashtag’ini başlattı.

Daha fazla araştırma, Chevron, Shell, BP ve diğer petrol devlerinin de  ürünlerinin Dünya’nın iklimini yaşanmaz hale getirme tehdidini bildiğini ortaya koydu. Kısacası, bu sadece Exxon’ın bildiği bir şey değildi: Hepsi biliyordu.

Ve hepsi bu konuda yalan söylemeyi seçti.

Fotoğraf: Jefferson Siegel / The New York Times

1990’lardan başlayarak, petrol şirketleri, fosil yakıtları yakmanın yarattığı tehlikeler konusunda basının, halkın ve politika yapıcıların kafasını karıştırmak için halkla ilişkiler kampanyalarına milyonlarca dolar harcadılar. Bir planlama belgesinde amaçlarının “küresel ısınmayı gerçek değil, teori olarak yeniden konumlandırmak” olduğu belirtildi.

Dost canlısı politikacılar şirketlerin yalanlarını yaydı. Haber kaynakları, özellikle ABD‘de, bu yalanları yuttu ve şüphelenmeyen bir halkın üstüne saldı.

Nihayetinde insanlık, değerli onyıllarını bu tehdidi etkisiz hale getirmek yerine küresel ısınmanın gerçek olup olmadığını tartışarak boşa harcadı. Yenilenebilir enerjiye geçişi başlatmak yerine fosil yakıt tüketimi arttı.

Şu anda gezegeni ısıtan toplam sera gazlarının yarısından fazlası 1990’dan sonra, yani Exxon ve diğer fosil yakıt devlerinin ne tür bir yıkıma yol açtıklarını gayet iyi öğrenmelerinden sonra salındı.

Yazar ve aktivist Bill McKibben şöyle yazdı:

“Exxon, iklim değişikliği konusundaki sözde tartışmayı 1980’lerde sona erdirebilirdi. NASA’dan Jim Hansen gibi bilim insanları , iklim değişikliği konusunda halkı ilk kez bilinçlendirdiğinde yani 1988’de, Exxon’un CEO’su Kongre’ye gidip kendi araştırmalarının da tam olarak aynı şeyi gösterdiğini söyleseydi ne olurdu, bir düşünün.”

Halka karşı Shell!

Amerikan halkının ‘cepleri’, büyük petrolün suçunu zaten biliyor olsa da, kurbanlarının büyük çoğunluğu neredeyse kesinlikle bilmiyor.

Nasıl yapabildiler?! Büyük petrolün yalan söyleme sicili, büyük ölçüde çoğu haber kuruluşu bunları iklim değişikliğiyle ilgili haberlerine dahil etmediği için, iklim değişikliği hakkındaki kamuoyu anlatısının hiçbir zaman bir parçası olmadı.

2015’teki ilk Exxon Knew ifşaları, onları yayınlayan noktaların çok ötesine geçemedi. İnternet çağında bile çoğu insan için birincil haber kaynağı olmaya devam eden televizyon, ifşaları tamamen görmezden geldi. İş dünyası basınında ve bağımsız medyada, özellikle yıllar sonra New York eyaleti ve diğer yerel yönetimlerin petrol şirketlerine tazminat davası açmaya başladığı birkaç hikaye vardı.

Ancak medya bir bütün olarak büyük petrolün iklim yalanlarının gerçekleştiğini unutmuş görünüyor.

Bu yanlışları düzeltmenin zamanı çoktan geçti. Bugüne kadar, petrol şirketleri, onlardan sorumlu yöneticiler, istihdam ettikleri propagandacılar ve finanse ettikleri politikacılar, büyük ölçüde suçlanmaktan kurtuldular, sadece çok azı, bazen  mali bazen idari cezalar ile bu muazzam zarar için bedel ödemek zorunda kaldı.

İnsanlık, petrol devlerinin iklim yalanlarına kaptırdığı 40 yılı geri alamaz.

Zengin ve fakir ülkelerin eşit şekilde yenilenebilir enerji ve diğer iklim dostu uygulamalar lehine fosil yakıtları bırakması artık aciliyetin ötesinde. Aynı derecede önemli olan, toplumlarımızı, onlarca yıllık gecikmemiz nedeniyle artık önlenemeyecek olan korkunç iklim etkilerine karşı güçlendirmemiz gerekiyor.

Bunların çoğunun parasal maliyeti var. Dünya hükümetleri şu andan itibaren, kimin bunu ne kadar ödediği konusunda kasım ayında yapılacak BM İklim Zirvesi‘ne kadar tartışacak.

Büyük petrolün yalanlarını iklim anlatısının göbeğine geri getirmek, Joe Biden’ın üzerinde durması gereken bilmeceye bir cevap sunacaktır: Petrol devleri biliyordu, cezalandırılmamalı mıydı?

Devrim niteliğinde: ABD’de üç boyutlu yazıcı ile insan hücresinden kulak nakli yapıldı

Meksika‘da 20 yaşında bir kadın, 3D yazıcı teknolojisiyle başarılı bir kulak nakli geçiren ilk kişi oldu.

Sağ kulağının küçük ve şekilsiz olmasına neden olan ve işitmeyi de etkileyebilen nadir bir doğum kusuru olan mikrotia ile dünyaya geldi.  

Ameliyatı yapan San Antonio‘da pediatrik kulak rekonstrüktif cerrahı Dr. Arturo Bonillamikrotia kulak kalıntısından yarım gram kıkırdak çıkarılarak sağlıklı sol kulağının 3D taramasını yaparak New York’ta bulunan 3DBio Therapeutics‘e gönderdi.

Tesis, kıkırdak oluşumundan sorumlu hücreler olan kondrositleri doku örneğinden izole ettive özel bir besin karışımında büyüterek onları milyarlarca hücreye dönüştürdü.

On dakika sürdü

Bunlar, bir şırınga ile özel bir 3D biyo-yazıcıya yerleştirildi ve hastanın sağlıklı kulağının kopyası olan küçük, dikdörtgen bir şekle dönüştürüldü. Bu yazıcı işlemi ise on dakikadan kısa sürdü.

Basılan kulak şekli daha sonra soğuk zincir ile Dr. Bonilla’ya geri gönderildi ve kulak, hastanın çene çizgisinin hemen yukarısına derinin altına implant edildi. İmplantın etrafındaki deri gerildikten sonra kulak şekli tamamen oluştu.

Dr Bonilla, “Bu çok heyecan verici. Her şey planlandığı gibi giderse bu, bu işemin yapılma biçiminde devrim yaratacaktır” dedi.

20 yaşındaki genç, “Gençken görünüşüne biraz daha önem veriyorsun. Bazı insanlar düşüncesizce şeyler söyledi ve bu beni rahatsız etmeye başladı” dedi ve ergenlik çağında saçlarını uzun ve açık kullanarak kulağını kapatmaya çalıştığını söyledi: “Sanırım şimdi özgüvenim artacak.”

 

Dezenformasyon yasasında geri adım sinyali

Geçen hafta “Sosyal medya yasası” olarak bilinen Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun teklifi AKP ve MHP milletvekillerinin ortak imzası ile TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Kanun teklifinin komisyon görüşmeleri başladı. Muhalefetin yoğun itirazlarıyla geçen görüşmede teklif değişikliklerle tali komisyondan geçti. Teklif sahipleri tartışmalı maddeler için uzlaşı arayışına girişti. Dijital Mecralar Komisyonu’ndaki görüşmeler 14 saatten uzun sürdü.

İlgili haber: Sosyal medya yasası Meclis’te: Üç yıla kadar hapis cezası geliyor

Gazeteci ve basın örgütleri teklifin kendi görüşlerini içermediğini belirterek sansürü ağırlaştıracağını vurguluyorlar. İktidar ise düzenlemenin ‘ifade özgürlüğünün güvence altına alacağını’ savunuyor.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, 1 Haziran’da teklife ilişkin yaptığı konuşmada “Şunu açık bir şekilde ifade edelim, bu düzenlemeden ancak dezenformasyon yapanlar rahatsız olur” demişti.

AKP’den hapis cezasıyla ilgili yorum: Daha iyisin yapmak için çalışabiliriz

Komisyona Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası, Çağdaş Gazeteciler Derneği, İzmir Gazeteciler Cemiyeti, parlamento, ekonomi ve foto muhabirleri dernekleri temsilcileri de katıldı.

Diken’in aktardığına göre; teklifin görüşmeleri tartışmalı geçerken, muhalefet değişiklik önergeleriyle teklif sahiplerine itirazlarını dile getirdi. Görüşmelerde teklif sahiplerinden AKP Milletvekili Ahmet Özdemir, dezenformasyona hapis cezası öngören maddelerde değişiklik yapılabileceğinin işaretini verdi. Özdemir, itirazlar üzerine “Bu konuda düzenleme yapmak konusunda ortak düşünüyorsak 29 ve 30’uncu maddenin daha iyisini yapmak için çalışabiliriz” dedi.

Teklifin en kritik maddesi olan ve dezenformasyon gerekçesiyle hapis cezası öngören 29’uncu madde için tüm muhalefet vekilleri değişiklik gerekliliğinin altını çizerek önergeler verdi. Madde bir saat süren tartışmaların ardından değiştirilmeden komisyondan geçti.

Teklifin görüşmelerine başlandığında, HDP ve CHP’li vekiller anayasaya aykırılık incelemesi için başvurdu. CHP Milletvekili İbrahim Kaboğlu’ysa Anayasa Mahkemesi’nin erişim engelleriyle ilgili pilot kararı gibi ilgili kararlarını hatırlattı. CHP ve HDP’nin anayasaya aykırılık teklifleri komisyondaki AKP ve MHP çoğunluğu tarafından reddedildi.

Aralıklarla tartışmaların çıktığı görüşmelerin sonunda teklifin 7, 8, 9, 11, 15, 21, 22, 23’üncü maddelerinde değişiklikler olacağı belirtildi.

Para cezası

Öte yandan teklifin 8’inci maddesindeki teslim ve muhafaza yükümlülüğüne uymayan haber siteleri için “300 milyon TL ile 1 milyar TL arası cezalandırılır” hükmünün yanlış yazıldığı ve eski yasadan kaldığı ortaya çıktı.

Tüm maddeler 14 saatlik görüşmeyle kabul edilirken, teklifin haftaya Adalet Komisyonu’nda görüşülmesi bekleniyor.

Türkiye’de kuraklık krizi büyüyecek: Bu yıl tarımsal verim azalacak, 2040’a kadar su stresi artacak

Akdeniz havzasında bulunan Türkiye‘yi bekleyen en önemli iklim tehditlerinden biri, kuraklık, aşırı sıcaklar ve su stresi.

Havaların ısınmasıyla Marmara Bölgesi‘nde İstanbul’a su sağlayan barajlardaki doluluk oranı son iki hafta içerisinde yüzde 83.43 seviyelerinden yüzde 79.05 seviyelerine düştü.

S&P Global’in 27 Nisan’da yayımladığı rapora göre Türkiye özellikle sıcak dalgalarının daha fazla etkisi altında olacak. Raporda Türkiye için verilen hazırlık puanı dört, Türkiye’nin tarım arazilerinin yüzde 83’ü ise su stresiyle karşı karşıya. Öte yandan nüfusun neredeyse tamamı (yüzde 96’sı) sıcak hava dalgalarından etkilenecek.

Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) Altıncı Değerlendirme Raporu’ a göre Türkiye, aşırı hava olaylarına karşı Avrupa’nın en kırılgan ülkesi. Raporda aşırı sıcaklıkların Türkiye’de can kaybına ve önemli ekonomik kayba neden olacağının altı çiziliyor.

Uzmanlar uyarıyor: Su kıtlığı ve gıda krizi kapıda, acilen önlem alınmalı.

Milli Kuraklık Merkezi kurulmalı

Türkiye geneli bu kış döneminde İstanbul dahil, Marmara Bölgesi’nin yoğun kar ve yağmur aldı. Fakat nisan ayı verileri kuraklık riskinin geçmediğini söylüyor.

Dün DHA‘ya konuşan Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Prof. Dr. Halim Orta, Türkiye’nin nisan ayından beri meteorolojik ve zirai kuraklık yaşadığını belirterek, “Alternatif senaryolar üretecek bir Milli Kuraklık Merkezi kurmamız lazım. Hatta bu kuraklık merkezlerinin tüm komşu ülkelerde kurulup birlikte çalışması, entegre olması ve bölgesel kıtasal anlamda çözüm alternatifleri üretmesi gerekir” diyor.

Orta  bu merkezin önemini yaklaşan gıda krizine değinerek anlatıyor:

“Şu anda 7,9 milyar olan dünya nüfusunun 2050’de 9 milyar olması bekleniyor. Tüm faktörleri bir araya koyduğunuzda nüfus artışı, halihazırda ürettiğimiz gıdayı da iki katına çıkarmamızı gerektirecek. Bunu hangi toprak ve hangi suyla yapacağız? Tarım alanlarını genişletmemiz mümkün değil, aksine daralıyor. Su kaynaklarının da kuraklığından bahsediyoruz.”

2040’a hazır mıyız?

2040 yılında Türkiye’nin içinde olduğu bölgede çok şiddetli bir kuraklık beklendiğine vurgu yapan Orta, bunun anlık gelip geçen bir kuraklık olmayacağını belirtiyor:

“Bugün itibarıyla yeraltı suyu kaynaklarını daha dikkatli kullanarak, onları rezerv olarak saklayarak, geliştirerek barajlar, göletler, su depolama yapıları yaparak kuraklığa dayanıklı bitki ve hayvan tür çeşitleri geliştirerek bunların o bölgeye, o ülkeye adaptasyonlarını sağlamak çok önemli.”

Orta’ya göre bunların sağlayacak Milli Kuraklık Merkezi ivedilikle kurulmalı  ve disiplinlerarası, bütün bilim alanlarındaki ehil insanları bir araya getirip onların özgür ortamda çalışmalarına ve çareler üretmelerine olanak sağlamalı.

Trakya’da rekolte yarı yarıya azalabilir

Yoğun ve aşırı su tüketen ağır sanayi faaliyetleri, salma sulama kullanılan tarımsal alanlar, çeltik tarlaları, diğer yandan nüfus artışı, madencilik ve ‘mega projeler’in baskısı gibi nedenlerle pek çok bölgede olduğu gibi, Trakya bölgesinde de yer altı sularının seviyesi 150 metreye kadar düştü.

Nisan ayı kuraklık haritasına göre Marmara’nın önemli bir bölümü, Zonguldak, Bartın gibi Karadeniz’in batısı ve Doğu Anadolu‘da Erzurum, Bayburt, Kars, Iğdır dışındaki alanların ‘simsiyah olduğunu söyleyen Orta, “Yani ciddi meteorolojik kuraklık etkisini gösterdi. Bu periyot çok önemli. Korktuğumuz ve öngördüğümüz oydu” açıklamasını yapıyor.

Nisan ve mayıs aylarının tahılların ve yağ bitkilerinin başı olan ayçiçeğinin “kaderini belirleyen periyot” olduğunu hatırlatan Orta şunlara dikkat çekiyor:

“Bence mayıs ayı verilerine de bakacak olursak Trakya da siyaha boyanacak. Çünkü, ciddi kuraklık yaşıyoruz, mayıs ayında da yeterli yağışı almadık. Son bir haftada Trakya’da yaşadığımız kuraklık, buğdayda dönüme 50 ila 100 kilogram arasında verim kaybını bence oluşturdu. Eğer bu süreç daha bir hafta daha giderse Trakya bölgesinde geçen seneki rekoltenin yarısına düşebiliriz demek, çok abartılı olmaz.”

Prof. Dr. Orta, şubat ayında yaptığı açıklamada da, Trakya’daki ciddi nüfus artışına ve sanayinin su tüketine işaret etmiş, en hızlı biçimde yer üstü su kaynaklarını geliştirmeye yönelmek gerektiğini söylemişti:

“Orta Trakya diyebileceğimiz,  tehlikeli dörtgen diye bahsettiğimiz Çerkezköy, Çorlu, Lüleburgaz, Muratlı dörtgeni ciddi bir kuraklık yaşıyor. Buraya yüklenen sanayiyle bu bölgedeki sıcaklıklar geçmiş yıllarla kıyasladığımızda 1-1,5 santigrat derece daha yükseldi. Bu da yağışları etkiledi ve hem yer altı sularımızda hem de yer üstü su kaynaklarımızda önemli bir beslenme yok. Sadece tarımsal anlamda baktığımızda toprağın üst 30 ila 50 santimetrelik katmanında şu anda kışlık hububatın gelişmesini sağlayacak düzeyde bir nem var. Gerek Ganoslar gerek Istrancalar yeterli düzeyde yağış almadığı için maalesef yer altı su seviyesi tablolarında herhangi bir yükselme gözlemleyemiyoruz.

Trakya’yı etkisi altına alan bu duruma getirdiği öneriler ise şöyle olmuştu:

  • Sanayiyi frenleyerek bu sektörün suyun daha rantabl kullanmasını sağlanması,
  • Kullanılan içme ve kullanma suyunun yüzde 85-90’ını hala yer altı sularından sağlayan Trakya’da yerel yönetimlerin hızlı bir biçimde yer üstü su kaynaklarını geliştirmeye yönelmesi,
  • 1000’in üzerinde potansiyel gölet ve baraj yerine sahip Trakya bölgesinde, bir an önce su depolama yapılarak, göletleri ve barajları geliştirerek bunlardan sulama amaçlı, hayvan içme suyu amaçlı ve yerleşim yerlerinde içme ve kullanma suyu amaçlı yararlanılması.

Ülke genelinde tarımsal verim risk altında

Orta, Türkiye genelinde de kuraklığın, özellikle stratejik ürün olan buğdayı etkileyeceğini belirtiyor.

“Yüksek enflasyon nedeniyle üretici girdi fiyatlarının yükselmesiyle Türkiye’de bu yıl en az yüzde 20 rekolte azalmasını beklememiz lazım.”

Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş nedeniyle tüm dünyanın içine düştüğü ham yağ ve buğday krizine, kuraklık faktörünün de ekleneceğine vurgu yapan Orta’ya göre gerilim yatıştırılıp oradaki tahıl ve yağlı bitkilerin çıkışı sağlanamazsa eylül ayından sonra başta Karadeniz havzasında, Orta Doğu’da, hatta Avrupa’da ciddi gıda sıkıntıları bizi bekliyor.

Bir bölgenin Son 20-3 0 yıllık verilerinin altında yağış almaya başlaması meteorolojik kuraklık olarak adlandırılıyor. Bunun uzun sürmesi ise, bitki köklerinin  ihtiyacı olan suyun depolanamamaasına, bitkinin bu suyu alamamasına ve sonuçta beklenen miktarda ürün verememesine yol açıyor, yani zirai kuraklık başlıyor. 

Türkiye’nin bu noktada olduğunu belirten Orta şöyle diyor:

“Şu anda meteorolojik kuraklık var Trakya’da ve Türkiye’de. Türkiye’de çok daha yaygın bu saydığım bölgelerin dışında. Zirai kuraklık var. Bu, rekolteyi etkileyecek.”

Kış yağışlarıyla dolmuş olan barajlar, yer altı ve yer üstü rezervleri sayesinde ise henüz Türkiye’de hidrolojik anlamda kuraklık yaşanmıyor. 

 

Erdoğan seçti: YÖK’e beş yeni isim, üniversitelere rektör atamaları

Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) 18 üyesinden altısı görevden alınırken kurula beş yeni isim atandı. Aynı zamanda beş farklı üniversiteye de rektör ataması yapıldı. 

Resmi Gazete’de yayımlanan kararla YÖK’te Prof. Dr. Zeliha Koçak Tufan, H. Abdullah Kaya, Prof. Dr. Murat Tuncer, Prof. Dr. Mehmet Şişman, Prof. Dr. Hayati Develi ve Prof. Dr. Mustafa Çiçekler görevden alındı.

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kararıyla Prof. Dr. Cevahir Uzkurt, Prof. Dr. Halit Eyüp Özdemir, Prof. Dr. Ayşen Gürcan, Prof. Dr. Mürteza Bedir ve Prof. Dr. Halim Haldun Göktaş YÖK üyeliğine seçilen isimler oldu.

Erdoğan’ın yeni isimler atadığı tek kurum YÖK değil, aynı sayılı Resmi Gazete’de üniversitelere rektörler de atıldı. 

Erdoğan’ın kararıyla Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörlüğü’ne Prof. Dr. Erhan Özden, Türk-Alman Üniversitesi Rektörlüğü’ne Milli Eğitim Bakanlığı Yükseköğretim ve Yurt Dışı Eğitim Genel Müdürü Prof. Dr. Cemal Yıldız, İstanbul Gelişim Üniversitesi Rektörlüğü’ne Prof. Dr. Bahri Şahin, Ankara Bilim Üniversitesi Rektörlüğü’ne Prof. Dr. Yavuz Demir, Kocaeli Sağlık ve Teknoloji Üniversitesi Rektörlüğü’ne Prof. Dr. Muzaffer Elmas atandı.

Küresel ısınma uzaydan görülebiliyor: Alp Dağları beyazdan yeşile dönüyor

Yüksek çözünürlüklü uydu verileri incelenerek yapılan araştırmada son kırk yıllık iklim değişikliğinin, Apler‘deki kar örtüsünü ve bitki örtüsü verimliliğini nasıl etkilediği incelendi.

Çalışma sonucu, Avrupa Alpleri‘nin üzerindeki kar örtüsünün 1984’ten bu yana giderek azaldığını ve ağaç sınırının üzerindeki bitki örtüsü alanlarının son kırk yılda yüzde 77 arttığını gösterdi.

Yani küresel ısınmanın kar beyazı Alp Dağları‘nın giderek yeşil bitkilere bürünmesine sebep olan etkisi uzaydan görülebiliyor.

Araştırmacılar, bitki biyokütlesindeki artışı “kesinlikle büyük bir değişim” olarak nitelendiriyor. Science dergisinde yayınlanan makalenin baş yazarı ve Basel Üniversitesi‘nden Prof. Sabine Rumpf, “Değişimin ölçeği Alpler’de kesinlikle çok büyük” diyor.

Bitki örtüsünün aksine, ağaç sınırının üzerindeki kar örtüsü daha düşük orandadeğişti, buzullar ve 1.700 metrenin altındaki alanlar hariç, alanın neredeyse yüzde 10’unda kar örtüsü önemli ölçüde azaldı. Araştırmacılar bunun hala endişe verici bir eğilim olduğunu söyledi.

Dağlık alanlar küresel ortalamadan iki katı hızlı ısınıyor

Dağlar, artan kar erimesi ve değişen kar yağışı modelleri ile alçak rakımlardan daha dramatik bir ısınma yaşıyor. İklim değişikliği biyoçeşitlilik ve ekosistem hizmetlerinin en önemli noktaları olan dağlarda, Kuzey Kutbu‘nda olduğu gibi kar örtüsünü azaltabilir ve bitki örtüsü verimliliğini artırabilir.

Yükselen sıcaklıklar kar örtüsünü azaltıyor; artan yağışlar, bitkilerin yeni alanlara yayılmasını, daha yoğun ve daha uzun hale gelmesine sebep oluyor.

Yeşillenmesi iyi bir şey mi?

 Koşullar yeni bitkiler için elverişli hale geldikçe, bu alanlar daha düşük irtifalardan gelen daha yayılıcı bitkiler tarafından dolduruluyor. Rumpf’a göre, yüksek irtifalarda daha fazla bitki olması, zorlu koşullara iyi adapte olan ancak çok rekabetçi olmayan tipik Alp bitkileri için bir tehdit:

“Alplerin eşsiz biyolojik çeşitliliği bu nedenle önemli bir baskı altında.”

Alpler’in yeşillenmesi, karbon tutulmasını artıracağı için iyi olarak görülebilir.

Ancak araştırmacılar bunun, permafrost’un çözülmesine, albedo etkisini (yani yüzeyin yansıtıcılığını) azaltmasına, habitat ve su kaybına neden olacak oumsuz etkilerinin ağır basacağı görüşünde.

Kar ve bitki örtüsü arasındaki etkileşimin ise gelecekte muhtemelen daha da belirgin değişikliklere yol açacağı tahmin ediliyor.

 

Enflasyon rakamları açıklandı: TÜİK’e göre yüzde 73, ENAG’a göre yüzde 161

Bağımsız araştırmacı kuruluş Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG), Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) enflasyon verilerinden önce Mayıs enflasyonunu açıkladı. ENAG Mayıs’ta Tüketici Fiyat Endeksi’nin (E-TÜFE) yüzde 5,46 arttığını duyurdu. Son 12 aylık artış ise yüzde 160,76 oldu. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan yıllık enflasyon oranı ise yüzde 73,50 oldu. TÜİK Mayıs’ta Tüketici Fiyat Endeksi’nin (TÜFE) Mayıs’ya yüzde 2,98 arttığını duyurdu.

TÜİK

ENAG Nisan’da E-TÜFE’nin yüzde 8.68 arttığını bildirmiş, yıllık artışı ise yüzde 156.86 olarak açıklamıştı. ENAG Mart enflasyon rakamlarının ise yıllık bazda yüzde 142.63 oranında olduğunu duyurmuştu.

ENAG

En yüksek artış ulaştırmada

TÜİK verilerine göre; bir önceki yılın aynı ayına göre yıllık en yüksek artış  yüzde 107,62 ile ulaştırmada gerçekleşti. Sırasıyla ana gruplardaki en yüksek artış, yüzde 91,63 ile gıda ve alkolsüz içecekler, yüzde 82,08 ile ev eşyasında gerçekleşti.

Yıllık en düşük artış yüzde 19,81 ile haberleşme ana grubunda gerçekleşti. Bir önceki yılın aynı ayına göre artışın düşük olduğu diğer ana gruplar sırasıyla yüzde 27,48 ile eğitim, yüzde 29,80 ile giyim ve ayakkabı ve yüzde 37,74 ile sağlık oldu.  

Aylık en yüksek artış alkollü içkiler ve tütünde

Ana harcama grupları itibarıyla Mayıs 2022’de en az artış gösteren ana gruplar yüzde 0,41 ile eğitim, yüzde 1,49 ile haberleşme ve yüzde 1,61 ile sağlık oldu. Buna karşılık, Mayıs 2022’de artışın yüksek olduğu ana gruplar ise sırasıyla, yüzde 6,53 ile alkollü içkiler ve tütün, yüzde 6,15 ile eğlence ve kültür, yüzde 5,47 ile lokanta ve oteller oldu.