Ana Sayfa Blog Sayfa 793

İklim değişikliği bulaşıcı hastalıkların yüzde 58’ini ağırlaştırdı

Jenessa Duncombe‘nin Eos‘da yayımlanan bu haberi, Yeşil Gazete‘nin de parçası olduğu küresel gazetecilik ağı Covering Climate Now (CCNOW) işbirliğinin bir parçasıdır.

*

İklim değişikliğinin sonuçları okyanuslara ve atmosfere mahsus değil: İnsana bulaştığı bilinen hastalıklar, küresel ısınma yüzünden son yıllarda yükseldi.

Hawaii Üniversitesi’nden (UHM) bilim insanları, konu üzerine yayımlanmış 800’den fazla çalışmanın kapsamlı bir analizini yaparak bazı belgelenmiş durumlarda iklim değişikliğinin  bulaşıcı hastalıkları nyüzde 58’ini şiddetlendirdiğini, yüzde 16’sını ise hafiflettiğini tespit etti.

Bulguları bu ay Nature Climate Change dergisinde yayımlanan ve interaktif şekilde görselleştiren çalışma, küresel ısınmanın toplamda 160 hastalığı ağırlaştırdığını buldu.

Öte yandan, sıcaklık artışı bazı hastalıkları azalttı: Örneğin Kanada‘da kışların daha sıcak geçmesi, bir grup Kanadalı coğrafyacı ve sağlık uzmanı tarafından yürütülen bir araştırmaya göre 65 yaş üstü kişilerde daha az zatürre vakasına yol açtı.

İsveç Göteborg Üniversitesi‘nden kıyı hidroloğu ve çalışmanın parçası Tristan McKenzie, “Bu hepimiz için şok edici oldu” diyor: “İklim değişikliğinden etkilenen hastalıkların büyüklüğünü asla hayal edemedik.”

İklim değişikliğinin ağırlaştırdığı hastalıklar arasında kızamık, sıtma ve ishalli hastalıklar gibi en ölümcül hastalıklar yer alıyor.

Bilimsel literatür, iklim değişikliğinin belirli hastalıkları geliştirdiği gerçeğini uzun süredir destekliyordu; örneğin, bu yılın başlarında bakteri kaynaklı ishalin daha yağışlı ve daha sıcak koşullar yayıldıkça daha baskın hale gelebileceğini gösteren bir çalışma da yayımlandı.

Ancak McKenzie, “Bu, gerçekten kapsamlı bir şekilde tüm resmi bir araya getirmeye çalışan ilk makale” diyor.

Isınan hava, yağıştaki değişiklikler ve seller en fazla sayıda hastalığı kötüleştiren temel faktörler olarak belirlendi. Bu faktörleri, yangınlar, fırtınalar, deniz seviyesinin yükselmesi, okyanus iklim değişikliği, ısı dalgaları, kuraklık ve arazi örtüsündeki değişiklikler dahil olmak üzere iklim değişikliği ile ilişkili diğer tehlikeler izledi.

Literatür taraması geleceğe yönelik tahminleri hariç tutsa da, McKenzie en son sonuçları ihtiyatlı bir tahmin olarak görüyor.

“Birçok durumda, özellikle nadir hastalıklar için, salgınlaryetersiz belgelenecek. Dolayısıyla bu durumun, gelecekte ancak  daha da kötüleşebileceğini düşünüyorum.”

Nature‘da bu yılın başlarında yapılan başka bir modelleme çalışması, dünya çapında binlerce memelinin iklim değişikliği yüzünden coğrafi aralıklarını değiştiriyor olmasının, türler arasında geçen virüslerin sayısını önümüzdeki yıllarda artıracağını öne sürüyor.

Virginia Üniversitesi Tıp Fakültesi‘nden epidemiyolog ve demograf Josh Colston, bu en son çalışmanın “muazzam miktarda bilgi” yi sınıflandırdığını söylüyor: “Temelde tüm iklim etkilerine ve tüm bulaşıcı patojenlere tek bir makalede bakmak son derece iddialı.”

McKenzie, çalışmanın bulgularını “korkunç” olarak nitelendirse de, en önemli çözümleri de berraklaştırdığını düşünüyor:

“Sera gazı emisyonlarını agresif bir şekilde azaltmamız gerekiyor.”

Kolera bakterisi (Vibrio cholerae)

Bilimsel literatürdeki 77 binden fazla başlığı inceleyen araştırmacılar, sıcaklık arrtışnın bulaşıcı hastalıklar için önemli bir ağırlaştırıcı faktör olarak öne çıktığını buldu.

2014 yılında İskandinavya‘da bir sıcak su hastalığı olan kolera salgını, gözlemcileri en çok şaşırtan vaka oldu

Bu salgında ağırlaştırıcı faktör, o yaz Kuzey Kutup Dairesi‘nin 160 kilometre yakınına kadar gelen ve okyanusun yüzey sularını ısıtan olağandışı bir ısı dalgasıydı.

Isınan su ayrıca Vibrio bakterileri için bir üreme alanı sağladı ve insanlar bilmeden enfekte deniz suyuyla temas ettiğinde onlara kolera gibi bulaşıcı ve bazen ölümcül olan ishalli hastalıklar kaptı.

 

Naci İnci kıyımı: 16 akademisyen daha Boğaziçi Üniversitesi’nden uzaklaştırıldı

Üniversitelerin ders kayıt dönemlerine kısıtlı bir zaman kala gelen karar,  ders programlarında da sıkışıklık yaşanmasına yol açtı. Ders vermesi veto edilen isimler arasında, Prof. Dr. İzzettin Önder de yer alıyor. Önder, direniş süresince verilen açık derslere de katılmış ve aktif rol almıştı.

Ders vermesi veto edilen 16 akademisyen şöyle:

Tam zamanlı öğretim görevlisi Can Candan, emekli öğretim üyeleri Cevza Sevgen, Sumru Özsoy, Alpar Sevgen, Nükhet Sirman, Faruk Birtek, Yaman Barlas, Zeynep İlsen Önsan, yarı zamanlı öğretim üyeleri Eren Soyak, Çağatay Sönmez, Onur Güngör, Can Tunca, Banu Aykın Köylüer, Selahattin Yılmaz, İzzettin Önder, Mehmet Akıncı. 

Söz konusu akademisyenlerin dersleri, bölümlerin talepleri üzerine Fakülte Yönetim Kurulu’nda gündeme geldi. Listedeki öğretim üyelerinin/görevlilerinin dersleri kabul edildi, ancak rektörlükten onay çıkmadı. Listedeki hocalardan yarı zamanlı olarak ders verenlerin ders açmaları da veto edildi.

‘Kadrolaşma yapmak istiyorlar’

Cumhuriyet’e konuşan Endüstri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tınaz Ekim Aşıcı ders vermesi veto edilen hocaların ofislerinin de boşaltılması istendiğini söyledi:

“Rektörlük, eğer hocalar ofislerini boşaltmazsa biz boşaltırız dedi. Kısmi zamanlı hocaların da Fakülte Yönetim Kurulu tarafından onaylanan derslerinin açılmamasıyla tüm bölümlerin ders programlarında ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Bir yandan da artan bir hızla ve mesnetsiz bahanelerle hocalara disiplin soruşturmaları açıyorlar. Bir yandan korku salıp susturmaya çalışıyorlar, bir yandan da çok değerli hocalarımızı hem idari görevlerinden hem de fiziksel olarak üniversiteden uzaklaştırıyorlar. Bahaneler o kadar temelsiz ki hocalarımızın dava açarlarsa kazanacakları konusunda avukatlar hemfikir. Ancak maalesef uzun süren bu tür davaların yönetim için caydırıcı bir özelliği yok. Bu müdahaleler yan yana getirilince tartışmasız bir manzara ortaya çıkıyor. Boğaziçi Üniversitesi’ni hızla tahliye ediyorlar ve kendi artık tamamen hakim oldukları Üniversite Yönetim Kurulu ve Senato vasıtasıyla kendi kadrolarını yerleştiriyorlar. Bu yapılan her şeyden öte kamu zararıdır.”

Tepkiler

Veto kararı başta Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, öğrencileri ve mezunları ve siyasetçiler olmak üzere büyük tepkiyle karşılandı.

Ünal Zenginobuz için ortak açıklama

Bu arada Ekonomi Bölümü’nün seçilmiş başkanı Prof. Dr. Ünal Zenginobuz‘un görevden uzaklaştırılmasına karşı Ekonomi Bölümü öğretim üyeleri de ortak bir açıklama yaptı.

Öğretim üyeleri açıklamasında şunları kaydetti:

“Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümünün öğretim üyelerinin oylarıyla seçilmiş başkanı Prof. Dr. Ünal Zenginobuz hakkında ceza ve disiplin soruşturmaları açılması ve bu gerekçeyle 22.08.2022’den itibaren üç ay süre ile görevden uzaklaştırılması kararlarını yanlış buluyor ve esefle karşılıyoruz.

Üniversitede çeşitli idari görevleri yıllardır fedakarlık ve başarı ile yürütmüş hocamıza karşı açılmış olan soruşturma ile görevden uzaklaştırılmasına sebep gösterilen iddia mesnetsizdir.

Alınan kararın oluşturduğu zararı arttıran bir etmen, idari görevinin askıya alınmasının yanı sıra öğretim üyeliğinin de dondurularak tüm akademik ve eğitim faaliyetlerine engel olunmasıdır. Bu anlaşılması zor karar üniversite ve öğrencileri için telafisi mümkün olmayan kamu zararı bulunmaktadır.  Bu kararı kınıyor ve kabul etmiyoruz.

Boğaziçi Üniversitesi’ni ve Ekonomi Bölümü’nü, bulunduğu noktaya taşıyan değerler demokratik yönetim anlayışı, liyakate verilen önem ve kamuya hizmet bilincidir.

Bu değerler, Boğaziçi Üniversitesi’nin nesiller boyu alanında saygın pek çok akademisyenin, kamu ve sivil toplum çalışanının ve iş insanının okulu ve evi olmasını mümkün kılmış ülkemize katkı sağlamıştır. Bu değerleri aşındıracak ve üniversiteyi vasatlaştıracak şekilde Prof. Dr. Ünal Zenginobuz’a yapılan asılsız ithamla ve uygulanan adaletsiz yaptırım’. Ekonomi Bölümü öğretim üyeleri olarak hepimize karşı yapılmış sayıyoruz.

“Uluslararası düzeyde saygın akademik çalışmaları ile ekonomi bitimine, üstlendiği idari görevler ile Üniversitemizin kurumsallaşmasına katkılarda bulunmuş meslektaşımız Prof. Dr. Ünal Zenginobuz’un görevden uzaklaştırılmasına ilişkin bu yanlış kararın ivedilikle geri çekilerek verilen kamu zararının giderilmesini talep ediyoruz. “

Boğaziçi üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim üyeleri

Prof. Dr. Fikret Adaman, Doç. Dr. Güzin Gülsün Arıkan, Dr. öğr. üyesi Orhan Aygün, Dr. öğr. üyesi Selcen Çakır, Prof. Dr. Ceyhun Elgin, Doç. Dr. Burçay Erus, Prof. Dr. Mehmet Yiğit Gürdal, Doç. Dr. Ozan Hatipoğlu, Dr. Oğr. üyesi Ayşe Yeliz Kaçamak, Doç. Dr. K. Kıvanç Karaman, Prof. Dr. Murat Kırdar

Doç. Dr. Murat Koy, Doç. Dr. Tolga Umut Kuzubaş, Prof. Dr. Ayşe Mumcu, Prof. Dr. Gökhan Özertan, Prof. Dr. Begüm Özkaynak, Dr. öğr. üyesi Meltem Poyraz, Prof. Dr. Burak Saltoğlu, Doç. Dr. Orhan Torul, Doç. Dr. Levent Yıldıran, Doç. Dr. Murat Yılmaz, Dr. Ögr. üyesi Emekcan Yücel.

STK, meslek odaları ve sendikalardan Sao Paulo’ya dava: Aliağa dünyanın çöplüğü değil!

Zehir yüklü Nae Sao Paulo gemisinin Brezilya‘dan İzmir Aliağa‘ya söküm için getirilmesine yönelik dava açan örgütler ve vatandaşlar bugün İzmir Bölge Adliye Mahkemesi önünde toplandı.

Söküme izin veren Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali talebiyle dava dilekçesinin teslim edilmesinin ardından Adliye önünde basın açıklaması yapıldı.

Açıklamaya İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Başkanı Arzu Çerkezoğlu, Kamu Emekçileri Sendikası (KESK) eş genel başkanı Şükran Kablan, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Yön. Kurulu üyesi Nursel Şahin, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan, Gaziemir Belediye Başkanı Halil Arda, İzmir Barosu Başkanı Özkan Yücel, HDP İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay, Halkevleri, çevre örgütleri ve vatandaşlar katıldı.

“Bir belediye başkanının asli görevi şehrini korumaktır” diyen Tunç Soyer, gelenin bir gemi değil, “binlerce tonluk bir zehir, binlerce tonluk bir çöp” olduğunu söyledi: “Burada zehirli gemiye geçit yok. Bu vatan bizim.”

Arzu Çerkezoğlu ve Erinç Sağkan da gemiye karşı mücadeleyi büyütme sözü verirken Emin Koramaz da yaşanan hukuksuz sürece değindi:

“Bakanlık raporları göz ardı ederek geminin gelmesine izin verdi, defalarca talep etmemize rağmen hiçbir raporu bizimle paylaşmıyor, yalnızca firmanın beyanına bakıyor.

Biz bu filmi defalarca izledik. Gemi hızla tersaneye götürülüp sökülüyor, mahkeme kararı bile beklenmiyor. Bu gemiden çıkan atıklar geri döndürülemez zararlar verecek. Bu ülkenin çöplük hale getirilmesine dair girişimlerden bıktık: Türkiye’nin atık çöplüğü olmasına izin vermeyeceğiz! O gemi mutlaka gidecek.”

İz Gazete’den Özgül Şengül’ün aktardığına göre bugün açılan davada kararın iptali için İzmir Büyükşehir Belediyesi, TMMOB, İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, EGEÇEP, ALÇEP ve yurttaşlar davacı oldu.

https://twitter.com/bernababaoglu/status/1562344190104768512?s=20&t=f2jq2TZpTzkuqqxfonlcMQ

 

20 yıldır bu ülkede iktidarın doğamızı talanına tanıklık ediyoruz

Şükran Kablan ise şunları söyledi:

“20 yıldır bu ülkede iktidarın doğamızı talanına tanıklık ediyoruz. Soluduğumuz havayı gasp etmesine tanıklık ediyoruz. Bunlara sahip çıkanların da karşısına cezalarla çıkıyorlar. İktidar, emek düşmanı politikaları, doğamızı da sermayeye peşkeş çekerek bize ülkeyi dar etmeye çalışıyor. Çöplüğe çeviriyorlar ülkeyi.  Bizim için tek bir tercih var. O gemi gidecek, o gemi her türlü gidecek. O gemi gidene kadar burada olmaya devam edeceğiz.”

Nursel Şahin ise bilim insanlarının uyarılarına rağmen geminin yolda olduğuna vurgu yaptı:

“Bir ölüm gemisi geliyor. Bir yıl önce uyarmamıza, Aliağa Platformu ile bu geminin Türkiye’de gerekli önlemler olmadan sökülmeyeceğini söylememize, bilim insanlarının uyarılarına rağmen ölüm gemisi Brezilya’dan yola çıktı. Geminin söküm işlerini alan şirket ihaleye girdiğinde zehirli atık envanterini bile yeterince incelememişti.

Bakan bizimle asbestin miktarını tartışıyor. 900 ton, 9 ton karşılaştırmalarına gerek yok. 9 gram asbeste bile karşıyız. Sonuna kadar mücadele edeceğiz.

Kuraklık, yapılara da hasar veriyor: Fransa’da 10,4 milyon ev zarar gördü

Fransa’daki Ekolojik Geçiş ve Bölgesel Uyum Bakanlığı verilerine göre, kuraklık ülkedeki evlerde ve yaşam alanlarında hasarlara yol açtı.

Kuraklık ve sıcak hava dalgasının evleri daha kırılgan hale getirmesi nedeniyle 10,4 milyon evde çatlaklar oluştu.

Fransızların çoğunun oluşan bu çatlaklar nedeniyle evlerinde endişe içinde yaşadığı, imkanı olanların bahçeli konutlara taşındığı, sigorta şirketlerinin ise bu durumu doğal afet kapsamına almaması nedeniyle ailelerin zor durumda kaldığı ifade ediliyor.

Kuraklığın ‘Doğal afet’ kapsamına alınması isteniyor

Mağdur Fransızlar, yetkililerin yeterince ilgi göstermemesi nedeniyle dernekler vasıtasıyla seslerini duyurmaya çalışıyor. Ülkede bir evin doğal afet sigortası kapsamına alınması ve prosedürlerin tamamlanması için ise en az 10 ay gerekiyor. Bu süre zarfında hasarlı evlerin tamirine ilişkin sorumluluk sadece ev sahiplerini bağlıyor.

Fransa’da 26 Temmuz 2022’de yayımlanan kararnameyle yalnız 20 belediye kuraklıktan etkilenen bölgeler arasına alınmıştı. Diğer bölgelerdeki hasarlı evlerin sahiplerinin durumunun ne olacağı ise henüz netlik kazanmış değil.

Evlerde oluşan çatlakların ana nedeni olarak kuraklık ve buna bağlı olarak nemini kaybeden kil tabakasının bozulması olarak gösteriliyor.

Sular ısınıyor, deniz kaplumbağaları Akdeniz’den Marmara’ya göçüyor

Akdeniz‘e özgü deniz kaplumbağaları, son yıllarda Marmara Denizi‘nde de görülmeye başladı. Uzmanlar, bu durumu deniz suyu sıcaklığının artmasına ve deniz kaplumbağalarının beslendiği canlıların Marmara Denizi‘nde çoğalmasına bağlıyor.

İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cem Dalyan, deniz kaplumbağalarının yanı sıra Akdeniz’e ait yengeç ve karides gibi türlerin artık Marmara’da da görülebildiğini söyledi:

“Deniz kaplumbağaları da her sene uğramaya başladı. Marmara, bu türlerin besin olarak tükettiği denizanaları açısından çok zengin. İklim değişikliğinin de etkisiyle her sene pek çok kaplumbağa kaydına rastlar olduk. İklim değişikliğinin dolaylı etkileri kümülatif bir etki yaratıyor ve bu sayede kaplumbağa gibi canlıların Marmara Denizi’ne girmesi kolaylaşıyor.”

Daha rahat besin buluyorlar

İklim değişikliğinin deniz kaplumbağaları üzerindeki etkilerine değinen Dalyan şunları kaydetti:

“Denizanalarının Marmara’da popülasyonunu yüksek kılan, beslendikleri plankton yapısı. İklim değişikliği nedeniyle Marmara Denizi’nde plankton ve bakterilerin sayısı daha fazla, geçen sene yaşadığımız müsilaj olayından da biliyoruz zaten. Bu yoğunluk nedeniyle denizanaları daha rahat beslenip daha rahat üreyebiliyorlar. Popülasyon yoğunluklarını artıran denizanaları da kaplumbağaları bu bölgeye çekiyor. Marmara, deniz suyunun ısınmasıyla birlikte kaplumbağaların alıştıkları sıcaklığa daha yakın bir su sıcaklığına sahip oluyor. Onların burada eskiye göre daha rahat etmelerini sağlıyor.”

Deniz suyu sıcaklıklarında 1,5-2 derecelik bir artıştan bahsedildiğini ancak ortalama artıştan çok yıl içindeki minimum ve maksimum değerlere bakılması gerektiğini vurgulayan Dalyan, “Çünkü bu değerler bir yapı ortaya koyuyor ve canlılar için bu yapı, ortalama sıcaklık derecesiyle anlatılamayacak kadar önemli” dedi.

Dalyan, Marmara Denizi’nin deniz kaplumbağaları için kalıcı bir yaşam alanı olup olmayacağı hakkında ise şu değerlendirmede bulundu:

“Deniz kaplumbağalarının yumurtlama alanları genelde insana kapalı alanlar. Marmara Denizi’ndeki nüfus yoğunluğu düşünüldüğünde özellikle yumurtladıkları ve yavrularını gördüğümüz mayıs-temmuz dönemini göz önüne aldığımızda kendilerine pek büyüyecek alan bulabileceklerini, Güney Marmara’daki rastlantısal yuvalar haricinde bir yuvalama olacağını sanmıyorum. Ancak bundan sonraki senelerde beslenme için sürekli giriş çıkışların olacağını düşünüyorum.”

Ege Denizi etrafında yuvalamaya başladılar

Deniz kaplumbağaları üzerine 22 yıldır araştırmalar yürüten Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Suşehri Timur Karabal Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bektaş Sönmez de deniz kaplumbağalarının 12 yıldır Marmara Denizi’ne geldiklerine dair ellerinde kayıtlar bulunduğuna dikkati çekerek şunları anlattı:

“Deniz kaplumbağalarının yazlama, kışlama habitatları ve beslenme alanlarıyla ilgili çok az bilgimiz var. Marmara’da görülmeleri yeni değil, önceden de Marmara Denizi’ne giriyorlardı, İstanbul Boğazı’na kadar gidiyorlardı. İklim değişikliğine bağlı olarak deniz yüzey sıcaklığının artması sonucu özellikle denizanası, yengeç, kabuklular gibi türlerin sayısı artıyor. Deniz kaplumbağaları da bunlarla beslendikleri için buraya geliyor.”

Küresel iklim değişikliğinin deniz kaplumbağalarının yaşam alanlarını değiştirmelerine etkisi hakkında yorum yapabilmek için en son 50 yıllık veriye ihtiyaç olduğunu dile getiren Sönmez şöyle devam etti:

“Marmara Denizi’nde böyle bir veri yok. Rastgele yuvalamaların kayıtları var, 2021’de Çanakkale‘de, Ege Denizi tarafında, yarımadanın kıyısında caretta caretta yuvası tespit edildi. Aynı zamanda Çanakkale’nin en güneyinde Balıkesir sınırında bir kumsalda caretta caretta yuvası tespit edildi. Son dönemlerde Aydın Kuşadası‘nda da yuva kayıtları var. Artış var ama koloni oluşturup oluşturmadıklarını bilmiyoruz, 50-100 yıl sonra göreceğiz. Ama ipucu veriyor, Kuşadası’nda hiç yuva olmuyordu, son 10 yılda yuva sayısı 30’lara çıktı. Çanakkale’de olmuyordu, 2021 yılında bir tane yuva çıktı. Marmara ve Kuzey Ege’nin, yuvalama habitatları olmadığını çok iyi biliyoruz.”

Kayıt tutmak eğilimi belirleyecek

Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) Türkiye Denizler ve Yaban Hayatı Program Müdürü Ayşe Oruç ise deniz kaplumbağalarının Marmara Denizi’nde geçmişte nadir de olsa görüldüğünü, ancak sayıların artmasıyla kayıt tutmanın önemine dikkat çekti:

“Çanakkale Boğazı’nda, Enez kıyılarında geçmiş yıllarda tek tük ölü kaplumbağa kayıtları vardı. Çok alışık olduğumuz bir olay değil ama ilk de değil. Bir birey bazen yolunu değiştirebiliyor, farklı bir sebeple Marmara’ya çıkmış oluyor. Marmara Denizi’nde bizim yaptığımız araştırmalara göre son 15-20 yıldaki kayıtlarda 20’ye yakın birey vardı. Daha önce de olabilir ama öncesinde bir kayıt yok. Kayıtlar çok önemli. Vatandaşlar bir kıyıda ölü veya canlı gördüğünde ilgili kurumlara bunu haber verirlerse kayıt altına alma şansımız artıyor ve bu şekilde biz doğru veriye ulaşıp daha iyi değerlendirmeler yapabiliyoruz.”

Bütün denizler gibi Marmara Denizi’nin de ısındığına dikkati çeken Oruç, “Marmara, deniz kaplumbağaları için yuvalama alanı olmayabilir ama yaşam ve beslenme alanı olabilir. Bunların beslendikleri türlerin de izlenmesi gerekiyor” dedi.

[Kömür kokusunda kamp-3] Dönüş: Zonguldak’tan kalanlar…

ZONGULDAKİklim Adaleti Koalisyonu ve Yeşil Sol Parti‘den  üyelerin, çeşitli ekoloji derneklerinden aktivistlerin ve vatandaşların katıldığı beş günlük ekoloji kampı son buldu.

‣[Kömür kokusunda kamp-1] Çaycuma yolunda: Kirlilik turizmi
[Kömür kokusunda kamp-2] Zonguldak sokaklarında dolaşan hayalet: Kanser

Yaklaşık 70 kişinin katıldığı kamp boyunca ana gündem maddesi kömür ve termik santrallerin çevrede ve canlı yaşamında yapmış olduğu tahribattı.

Neredeyse her sokağında madene yıllarını vermiş emekçiler veya yakınlarıyla karşılaştığımız Zonguldak’a yaz döneminde gidilmiş olmasının da etkisiyle şehirde kara’msar bir hava söz konusu değil. Kına gecelerinden ve düğünlerden köçek sesleri geliyor. Sokaklardan yükselen kanser kelimesinin dışında her şey yolunda görülüyor.

Zonguldak Maden Müzesi – Fotoğraf: Cansu Acar

Madenin çok ötesindeki bahçelerde asılan çamaşırların dahi karardığı nam-ı diğer kömürün memleketinde, kampçılar iklim krizini, ağaç kıyımını, hava kirliliğini, kuraklığı, LGBTİ+ haklarını ve ekonomik krizi konuşuyor.

Her gün bir başka bölgedeki ekolojik tahribatlar kampçıların masalarında konuşulan konular arasında kendine yer buluyor. Her an bir yerlerde ekoloji mücadelesi verildiğine dair değerlendirmelerde bulunuluyor. Ancak kampçılarla yöre halkının en çok kesiştiği konu hayat pahalılığı.

Fener Mahallesi, Liman Tünelleri – Fotoğraf: Cansu Acar

Pazarda karşılaştığımız Zonguldaklı kadınlar, çocuklarının iş bulamayışını, hastalıklarını, seralarda yetiştirdikleri sebzelerin ne kadar zor şartlarda yetiştiğini ve kazançlarının yetmediğini söylüyor.

Bir yandan da eskiden madende çalışan ve artık sebze meyve satmaya başlayan Kemal Özkan‘dan kendisinin de lokomotif sürücüsü olarak madencilerin anayol dedikleri kısımda kömür vagonlarını çektiğini ancak yerin altında çalışmadığı için kömür çıkarma süreçlerinden çok etkilenmediğini öğreniyoruz. Özkan yerin altında çalışanların hayatını şöyle anlatıyor:

“Her türlü havasını teneffüs ederler. O insanlar tedavi olmazsa yaşama şansları yok. O insanlardan nadir, kendine bakabilenler ayakta kaldı, kendine bakamayanlar maalesef bu dünyadan göçtü gitti. Ciğerler gitti, böbrekler gitti.”

Zonguldak Maden Müzesi – Fotoğraf: Cansu Acar

Zonguldak Maden Müzesi’ndeki kömüre övgüler yağdıran tanıtım videosundan ise şu sözler duyuluyor: 

“Çocuğunu babasız bırakan işçi, ülkesini kömürsüz bırakmadı. İçinden üç il, üç üniversiteyi işte böyle çıkardı.”  

Kampta cinsiyet ve LGBTİ+ üzerine…

Kampta kömürün çevre ve dolayısıyla canlı sağlığına etkilerinin yanı sıra kadın ve LGBTİ+ mücadelesine yoğun bir şekilde değinildi. 

LGBTİ+ toplantısından – Fotoğraf: Cansu Acar

Yeşil Sol Parti temsilci ve üyeleri LGBTİ+ hak ve toplumsal cinsiyet normları üzerinde değerlendirmelerde bulunurken bu alanda Türkiye’de daha çok farkındalık olması için öncelikle dil üzerinde değişiklikler yapılması gerektiğine işaret etti. 

Bazı üyeler ise cinsiyetsiz tuvaletler gibi çözümlerin ayrıştırıcı normlara karşı bir nebze olsun yardımcı olabileceğine değindi.  Ayrıca cinsel kimlik ve bunlara toplumun yüklediği anlamlar üzerine de konuşuldu.

Fener Mahallesi’nden Zonguldak’a dönüşte yollarda taş ocakları ve yollar için çalışmalar yapılıyor. Fotoğraf: Cansu AcarKamp alanında onlarca köpek ve yavruları dolanıyor. Kampçılarla birlikte kalkıp onlardan biraz erken uyuyorlar.

Geceleri ise Zonguldak Çevre Koruma Derneği‘nden tiyatro sanatçısı, müzisyen ve yazar Fahri Bozbaş’ın düzenlediği eğlenceler sürerken, masaların konusu, memleket meseleleri…

Kanser düşüncesiyle Zonguldak’tan dönüş…

Amasra’ya doğru dönüş yolculuk başlıyor. Sokaklarında çoğunlukla Zonguldaklı ve Ankaralı yurttaşlara rastlayacağınız Amasra sokaklarında her şey biraz daha sakin görünüyor. Dönüşte ise kampçıları Prof. Dr. Haluk Levent’in ‘Ekonomik Kriz: Enflasyon ve Hayat Pahalılığı’ başlıklı sunumu karşılıyor. 

Amasra’da denizden sonra gelen rahatlamanın ardından ekonomik krizle karşı karşıya kalmanın vermiş olduğu bir şok var. Sonrasında her biri bir gerçekliğe işaret eden rakamlara kulak kesiliyor kampçılar. Kampta son gece…

Ereğli – Fotoğraf: Cansu Acar

Zonguldak’tan İstanbul’a bir kanser düşüncesiyle geri dönüyoruz. Bir de aklımızda 12,5 yaşındaki Elif’in, 11 yaşındaki Esma’nın ve 6 yaşındaki Miran’ın Fahri Bozbaş’la birlikte söylediği dillere pelesenk olan eve dönüş şarkısı var: 

“Parkta yeşil ağaçlar, 

Çadırda serili matlar

Misafir olduk toplandık 

Dostluk, eğlence için…”

 

Çin’de kuraklık ağırlaşıyor: Gıda krizi kapıda, bir deniz memelisinin nesli tükendi

Çin’in 70 günü aşan sıcak dalgasıyla mücadelesi sürüyor. 1961’den bu yana ülkenin yaşadığı en güçlü sıcak dalgası, 2013’teki 61 günlük önceki rekoru da kırdı.

Çin’in güneyindeki şehir ve köylerde sıcaklıklar 40 santigrat dereceyi aşıyor. Sıcak dalgası ve rekor düzeyde düşük yağış, Çin’in en uzun nehri olan Yangtze boyunca benzeri görülmemiş bir kuraklığa neden oldu.

Çin Ulusal Meteoroloji Merkezi, art arda 12 gün süren “kırmızı alarmların” ardından bugün ulusal sıcaklık uyarısını “turuncu”ya düşürdü, ancak sıcaklıkların Chongqing, Sichuan ve Yangtze havzasının diğer bölgelerinde hala 40 dereceyi aşması bekleniyor.

Resmi tahminciler Sichuan’daki bir meteoroloji istasyonunun bugün kaydettiği 43.9 derece ile eyaletteki en yüksek sıcaklık rekorunun kırıldığını söyledi.

Çin ‘fırına’ döndü: Rekor sıcak dalgasının ortasında önlemler sıkılaştırılıyor

Ulusal Meteoroloji Merkezi‘nin 12-17 Ağustos tarihleri ​​arasında art arda altı gün boyunca en yüksek ‘yüksek sıcaklık alarmını’ vermesiyle sıcaklıklar geçen hafta zirve yaptı.

Göller ve nehrin kollar kuraklık nedeniyle çekildi, nehirlerin yatakları gün yüzüne çıktı.

Sichuan eyaletinde orman yangınları çıktı, ülkenin güneybatısındaki Chongqing eyaleti sıcaklardan en kötü etkilenen yerlerden oldu. 

Bölgede dağlık alanda dört gün süren yangının ardından hem su hem de elektrik kesildi. Reuters’un konuştuğu sakinlerden biri, “İnsanların telefonlarını şarj etmek için 10 kilometreden daha uzaktaki bir güç merkezine gitmesi gerektiğini” söyledi.

Bugün Çin’in Twitter benzeri Weibo uygulamasında, Chongqing ve Sichuan’daki sakinlerin zorunlu COVID-19 testleri için sıra beklerken aşırı sıcaktan fenalaştığı ve hatta bazılarının bayıldığı görüntüler paylaşıldı.

Hunan eyaletindeki Dongting Gölü ve Yangtze tarafından beslenen diğer göller, önemli ölçüde küçüldü. Bu bölgeler, tarım için bu su kaynaklarına bağımlı.

Yangtze nehri havzasındaki yetkililer iklim değişikliğinin enerji, mahsul ve hayvancılık üzerindeki zararını sınırlamak için çabalıyor.

Devlet medyası, Chongqing’in tarım bürosunun, ısı nedeniyle “ciddi zorluklarla” karşı karşıya kalan 5 binden fazla büyük ölçekli domuz çiftliğinde canlı hayvanları korumak için acil önlemler aldığını söyledi.

Çin’de iklim değişikliğinin tarıma etkisi üzerine çalışan Hong Kong Şehir Üniversitesi‘nde profesör Lin Zhong, ekinlere verilen zararın ve su kıtlığının, “gıda ile ilgili diğer sektörlere yayılabileceğini bunun da önemli bir fiyat artışına veya en ciddi durumda bir gıda krizine neden olabileceğini” söyledi.

Dünyanın en büyük sera gazı yayıcısı olan Çin, karbondioksiti 2030’dan önce zirveye çıkarmayı ve 2060’a kadar “karbon nötr” olmayı taahhüt ediyor, aynı zamanda yenilenebilir enerji gelişiminde hızla ilerliyor.

Ancak kuraklık, hidroelektrik üretimini sekteye uğrattı ve  kömürle çalışan elektirk santrallerine yönelime sebep oldu. Anhui eyaletindeki santrallerin üretimi normal yıllara kıyasla yüzde 12 artırıldı.

Greenpeace Pekin iklim danışmanı Li Shuo, elektrik kesintilerinin “daha fazla kömür santrali inşa etmek için kolayca bir argüman olarak kullanılabileceği” konusunda uyarıda bulundu ve dünya genelinde aşırılıklarla dolu bir yaz yşandığına ve daha fazla önlem alınması gerektiğine vurgu yaptı.

İklim önlemleri siyasetten ayrı değil

ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin bu ay  Tayvan’a yaptığı ziyaretin ardından, Çin’in iklim değişikliğiyle mücadelesi için uluslararası işbirliği beklentileri azaldı.

Bu ziyarete karşılık Çin, ABD ile iklim görüşmelerini iptal ederek daha yeşil politikaların yönlendirilmesine yardımcı olan önemli bir kanalı sona erdirmiş oldu.

Çin, iklimin, daha geniş diplomatik sorunlardan ayrılamayacağını söyledi.

ABD, pazarını ‘insan hakları ihlalleriyle potansiyel olarak kirlenmiş’ ürünlerden korumak amacıyla Sincan’dan güneş enerjisi ithalatını  yasaklamıştı. Çin, bölgede suistimallerin gerçekleştiğini reddediyor.Dışişleri bakanlığı geçen hafta ABD‘ye, Sincan bölgesinden gelen güneş enerjisi ürünlerinin boykotuna son vermesi ve gelişmekte olan ülkelerin uyum sağlamasına yardımcı olmak için fon sağlaması gerektiğini söyledi.

Sidney Teknoloji Üniversitesi‘nde küresel iklim politikası üzerine çalışan profesör Mark Beeson, “Son yaşananlar da odağı iklime çevirmezse, ne çevirebilir anlamak zor” yorumunu yaptı.

Çin, dünyanın başka bölgelerinde yaşanan ortalamadan daha yüksek sıcaklık artışlarına ve şiddetli sıcak dalgalarına maruz kalıyor. Önümüzdeki yıllarda bu tür aşırı hava olaylarının giderek çoğalması bekleniyor. Bu nedenle de iklim değişikliğine uyum çalışmaları ülke yöneticileri için daha da önem kazanıyor.

Dugongların nesli işlevsel olarak tükendi

Yüzlerce yıldır Çin’in güney sularında yaşayan deniz ineği cinsinden bir deniz memelisi olan dugonglar üzerine bugün yayımlanan yeni bir araştırma, ülkede türün işlevsel olarak neslinin tükendiğini söyledi.

Çalışma, Güney Çin Denizi‘nin kıyı bölgesi boyunca dört Çin ilindeki 66 balıkçı topluluğuyla görüşmeler yapan bir uluslararası bilim insanları ekibi tarafından yapıldı.

Araştırmacılar, dugongların Çin’de hala var olabileceğine dair herhangi bir kanıtı memnuniyetle karşılayacaklarını belirtti ancak türün bölgesel statüsünün Kritik Olarak Tehlike Altında (Muhtemelen Tükenmiş) olarak değişirilmesi gerektiğini belirtti.

Londra Zooloji Derneği (ZSL) ve Çin Bilimler Akademisi tarafından yapılan araştırmalar, balıkçılık, gemi trafiği ve insan kaynaklı habitat kaybının Çin sularındaki dugong barınağı sayısını 1970’lerden itibaren hızla azalttığına işaret ediyor.

Dugonglar, Doğu Afrika’dan Vanuatu’ya kadar kıyı sularında ve Japonya’ya kadar kuzeyde yaşıyor ve Uluslararası Doğa Koruma Birliği tarafından savunmasız olarak listeleniyor.

Çalışmanın ortak yazarlarından ZSL Zooloji Enstitüsü’nden Profesör Samuel Turvey, Çin’de dugongların muhtemelen yok olmuş olmasının yıkıcı bir kayıp olduğunu söyledi:

“Onların yok olması sadece ekosistem işlevi üzerinde zincirleme bir etkiye sahip değil, aynı zamanda bir uyandırma alarmı: Etkili koruma eylemleri geliştirilmeden önce yok olmaların meydana gelebileceğini söyleyen bir hatırlatma çağrısı.”

 

 

 

BM’den İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararına bildirim: Devletin kadın ve kız çocuklarını koruma kararlılığı zayıflıyor

Birleşmiş Milletler (BM) uzmanları İstanbul Sözleşmesi’ne dair yayımladığı ortak görüşte Türkiye’ye, İstanbul Sözleşmesi’ne dönme ve Danıştay’a da bu yolu açma çağrısı yaptı.

Metin kadınların ve kız çocuklarının hakları için çalışan dünyadaki ve Birleşmiş Milletler’deki en önemli üç kurumun uzman temsilcilerinin imzasını taşıyor:

• BM Kadınlara ve Kız Çocuklarına Yönelik Şiddet, Sebepleri ve Sonuçları Özel Raportörü Reem Alsalem
• BM Kadınlara ve Kız Çocuklarına Yönelik Ayrımcılık Çalışma Grubu Başkanı-Raportörü Melissa Upreti
• BM Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi (CEDAW Komitesi) Başkanı Gladys Acosta Vargas

20 Ağustos 2022 tarihli metinde, “Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinin, ülkenin kadınları ve kız çocukları da dahil olmak üzere herkes için eşitlik ve ayrımcılık yapılmamasını sağlamaya yönelik kazanımları geriye döndürerek Devlet ve toplum olarak kadınlara ve kız çocuklarına yönelik ayrımcılık ve şiddete yönelik mücadelesindeki kararlılığını zayıflatmasından derin endişe ediyoruz” denilerek şu ifadelere yer verildi:

Hükümetin tavrı kasten yanlış yorumlamalara neden oluyor

Türkiye Hükümeti’nin İstanbul Sözleşmesi ile ilgili artan dezenformasyon kampanyalarını önlemek için erken müdahalede bulunmamasını ve daha sonra Sözleşme’nin Türkiye ulusal mevzuatı üzerindeki etkisini yeterince açıklamak için hiçbir çaba gösterilmemiş olmasını esefle karşılıyoruz.”

Hükümetin bu tavrı bazı grupların Sözleşme’nin amacını ve kapsamını Türkiye’nin sosyal ve ailevi değerleriyle bağdaşmadığı şeklinde kasten yanlış yorumlamalarına olanak tanıyor.

“Bu gruplar kasıtlı ve yanlış bir şekilde “toplumsal cinsiyet” ve “toplumsal
cinsiyete dayalı şiddet” terimlerine yorum getirmişlerdir. Sözleşme, kadınlara yönelik şiddetle ilgili diğer uluslararası anlaşmalarda ve insan hakları belgelerinde yer alan bu terimler için uluslararası kabul görmüş tanımları takip etmektedir.

Sözleşme herhangi bir cinsel yönelimi neşretmiyor

“İstanbul Sözleşmesi, 4’üncü maddesinde Sözleşme taraflarını, Sözleşme’yi toplumsal cinsiyet de dahil olmak üzere herhangi bir ayrım gözetmeksizin uygulamaya çağırmaktadır. Herhangi bir toplumsal cinsiyet ideolojisini veya cinsel yönelimi neşretmemekte veya savunmamaktadır.

Hiçbir nedenle ayrımcılık yapmama görevi, insan hakları hukukunun temel bir ilkesidir ve CEDAW dahil olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu birçok sözleşmede ve kendi Anayasasında yer almaktadır.

Kolluk kuvvetleri, şiddeti soruşturmamak için Sözleşme’den çekilmeye güveniyor

“Şiddete ilişkin meselelerin “ailenin korunması” kapsamında ele alınmaya devam edilmesi, kadınların ve çocukların, kendi aileleri içerisinde gerçekleşenler de dahil, bireyler olarak maruz kaldıkları şiddet risklerinin etkili bir şekilde tespit edilememesine neden olmaktadır.

kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet Özel Raportörü, Temmuz 2022’deki ziyaretinde, başta yakın partnerler olmak üzere şiddet faillerinin, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin kendilerini nasıl cesaretlendirdiğine ve artık suçlarından dolayı sorumlu tutulmayacaklarına inandıklarına dair birçok açıklama dinlemiştir.

Fotoğraf: Fatoş Sarıkaya / csgorselarsiv.org

Benzer şekilde, toplumsal cinsiyete dayalı önyargılara sahip kolluk kuvvetleri ve yargı mensupları, artık kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet eylemlerini veya şiddet tehditlerini soruşturmama ve kovuşturmama eğilimlerini meşrulaştırdığı için Sözleşme’den çekilmeye güvenmektedir.

Ayrıca, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin, bazı paydaşlar arasında, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanundaki (6284 sayılı Kanun) temel hükümlerin yasallığı ve uygulanabilirliği konusunda kafa karışıklığı yaratmış olabileceğine dair bildirimler de aldık.

6284 sayılı Kanun İstanbul Sözleşmesi’ne dayandığından, tüm hükümleri uygulanmadığı takdirde etkisi sınırlı olacaktır. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesiyle birleştiğinde, bu, toplumsal cinsiyete dayalı şiddette cezasızlığın endişe verici düzeylere yükselmesine yol açabilir.

Sözleşmeden çıkılması pek çok rnfişryi beraberinde getiriyor

“Devlet kaynaklarına göre, Türkiye’de 2010- 2020 yılları arasında en az 3.175 kadın cinayeti bildirilmiş ve 2021’de 300’den fazla kadın, çoğunlukla birlikte oldukları veya eskiden birlikte oldukları yakın partnerleri veya eşleri ya da aile üyeleri tarafından öldürülmüştür. Eksik bildirim yaygın olduğundan, gerçek rakamların çok daha yüksek olduğu tahmin edilmektedir.

Türkiye’de kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet, çoğalan, ciddi ve çok yönlü tezahürleriyle devam etmektedir. Bunun örnekleri;

  • Kadın ve erkeğin toplumdaki rollerine ilişkin yerleşik ataerkil kalıp yargılar;
  • Ev içi şiddet riski altında olan veya bu şiddete maruz bırakılan kadınlar ve kız çocukları için etkili önleme ve koruma tedbirlerinin olmaması;
  • Endişe verici nitelikteki zorla ve erken yaşta evlilikler;
  • Eksik bildirim yapılan ancak ciddi bir sorun olan cinsel sömürü ve istismar da dahil olmak üzere çok amaçlı kadın ve kız çocuğu ticareti;
  • Siyasetteki kadınlar, LGBTİ kadınlar ve hapishanelerdeki kadınlar gibi belirli azınlıklara mensup kadınların maruz bırakıldığı şiddet;
  • Kürtçe konuşan kadınlar, göçmen ve mülteci kadınlar dahil pek çok kadının hizmetlere ve desteğe erişimde karşılaştığı ciddi engeller.”
Fotoğraf: Yeni Demokrat Kadın

Bizi daha da endişelendiren, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin, Türkiye’nin CEDAW’ı uygulamasını ve Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi (Lanzarote Sözleşmesi) gibi kadınların ve kız çocuklarının korunmasını düzenleyen diğer temel anlaşmalara ve yükümlülüklere bağlılığını, Türk toplumuyla bağdaşmayan değerleri desteklediklerine dair aynı bahaneyle potansiyel olarak tehdit etmeye hizmet etmesidir.

Çekilme kararı diğer koruma yükümlülükleriyle tutarsız

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme, yalnızca kadınların insan haklarının korunmasının kapsamını daraltan geriye dönük bir girişim değil, aynı zamanda, Türkiye’nin CEDAW’a taraf olmasından kaynaklanan, kadınların ve kız çocuklarının en yüksek insan hakları standartlarını korumak için özen gösterme yükümlülüğü ile de tutarsızdır.

Kadın insan hakları savunucularının, kadın cinayetlerine ve “namus suçlarına” karşı, İstanbul Sözleşmesi lehine ve Sözleşme’den çekilme aleyhine savunuculuk yürütmek de dahil olmak üzere ifade ve meşru faaliyetlerde bulunma özgürlüklerinin güvence altına alınması gerekmektedir.

Fotoğraf: sendika.org

Çekilme kararı parlamentoda alınmadı

İstanbul Sözleşmesi’ni onaylayanın TBMM olması nedeniyle, çekilmenin de yine parlamento kararıyla olması beklenirdi.

Bu, Türk demokrasisinin çözmesi gereken bir iç mesele olsa da, bu sorunların farkında olduğumuzu ve Sözleşme’den çekilme öncesinde sivil toplum ve diğer paydaşlarla daha geniş bir meclis tartışması veya istişaresinin yapılmamış olmasından üzüntü duyduğumuzu belirtmek isteriz.

Türkiye’nin gidişatı tersine çevirmesi ve tarihin doğru tarafında yer alması için çok geç değil.

Kadınlara ve Kız Çocuklarına Yönelik Şiddet Özel Raportörü’nün Türkiye ziyaretini tamamlarken belirttiği gibi:

Türkiye birçok yönden tarihinin önemli bir kavşağında.

Ya bilinçli ve kasıtlı olarak kadınların ve kız çocuklarının haklarının geliştirilmesinde elde edilen kazanımları korumayı seçebilir ya da bu önemli ilerlemede geri adım atıp kadınları ve kız çocuklarını geride bırakma riskini üstlenebilir.

EŞİK’ten teşekkür

Uzmanlar metnin sonunda, Danıştay’ı “Cumhurbaşkanı Kararını onaylayan ilk derece mahkemesi kararını bozmaya ve Türkiye’nin bir imzacı olarak İstanbul Sözleşmesi’ne bir an önce geri dönmesinin önünü açmaya” davet etti.

Ayrıca metnin, Danıştay’daki davalarda temyiz süreci yürüten taraflarca veya ilgili girişimlerde kullanılabilmesi için kamuoyu ile paylaşıldığı da belirtildi.

BM uzmanlarına “Küresel bir sorun olan kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri konusundaki yerel ve küresel ortak mücadeleye katkıları için teşekkür eden Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) da şu değerlendirmeyi yaptı:

“Birleşmiş Milletler’in ve dünyanın kadınların ve kız çocuklarının hakları için çalışan en önemli kurumlarının kaleme aldığı görüş; Türkiye’deki kadınlara, kız çocuklarına, LGBTİ+’lara, şiddetle mücadele eden kişilere ve örgütlere yönelik tutumu, yaşatılan ayrımcılığı ve şiddeti, cezasızlık politikasını ortaya koyuyor ve İstanbul Sözleşmesi’nden neden vazgeçilemeyeceğini de açıkça belirtiyor.

Bugün 11 ilde kuvvetli sağanak bekleniyor: AFAD ve AKOM’dan uyarı

Bugün başta Marmara Bölgesi olmak üzere pek çok il ve çevrelerinde kuvvetli ve gök gürültülü sağanak yağış bekleniyor.

Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı (AFAD) 11 il için yağış uyarısı yaptı.

Açıklamada, bugün Marmara’nın güney ve batısı ile Kuzey Ege’de görülecek sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışların,

  • Edirne, Tekirdağ, Yalova, Bilecik, İzmir, Manisa ve Kütahya‘da kuvvetli,
  • Çanakkale, Balıkesir, Bursa, Edirne‘nin güneyi ile Tekirdağ‘ın batısında yer yer çok kuvvetli olması beklendiği ifade edildi ve bu il valiliklerine ve vatandaşlarına uyarı yapıldı.

“Valiliklere meydana gelebilecek ani sel, su baskını, yıldırım, yerel dolu yağışı, kıyılarda hortum oluşma riski ve yağış anında kuvvetli rüzgar gibi olumsuzluklara karşı ilgili birimlerin uyarılması, iletişim kanallarının açık tutulması, ihtiyaç duyulabilecek araç, iş makinesi ve personel planlamasının hazır bulundurulması, teyakkuza geçilerek gerekli tedbirlerin alınması, müdahale planlamasının yapılması, müdahale birimlerinin hazır halde bekletilmesine yönelik gerekli bilgilendirmeler yapılmıştır.

Vatandaşlarımızın da sel, su baskını, yıldırım, yerel dolu yağışı, yağış anında kuvvetli rüzgar ve fırtına ile hortum gibi olumsuzluklara karşı dikkatli ve tedbirli olması gerektiğini önemle hatırlatıyoruz.”

İstanbul’da akşam başlayacak

İBB Afet Koordinasyon Merkezi (AKOM), yağmurun bu akşamdan itibaren İstanbul‘u da etkisi altına alacağını belirtti.

Açıklamaya göre, öğle saatlerinden itibaren Marmara Bölgesi genelinde etkili olacak serin ve yağışlı hava akşama doğru İstanbul’a gelecek.

İl genelinde yer yer kuvvetli, gök gürültülü sağanak yağmur geçişleri yaşanacağı belirtiliyor. Tahminlere göre  yağışlı hava Cuma akşam saatlerine kadar devam edecek.

İBB ve İSKİ ekiplerinin yollarda göllenme, kot seviyesinin altında kalan kesimlerde su baskını, derelerde taşkın riski oluşturabilecek yağışlara karşı alarm durumuna geçtiğii ve mazgalların kontrol edilerek temizlendiği açıkladı.

 

AYM, Abdullah Cömert’in ailesinin yaptığı başvuruyu reddetti: Aile tazminat almış, mağdur değil

3 Haziran 2013’te Hatay‘daki Gezi protestolarında zırhlı araçtan atılan gaz bombasıyla başından vurularak öldürülen Abdullah Cömert‘in davasında Anayasa Mahkemesi (AYM), sanık polise verilen cezanın indirilmesine karşı ailenin yaptığı başvuruyu reddetti. 

Sanık polis Ahmet Kuş’a ‘kastın aşılması suretiyle öldürme’ suçundan verilen 13 yıl dört ay hapis cezası Yargıtay tarafından bozularak altı yıl 10 ay 15 güne indirilmişti.

Bunun üzerine Cömert’in ailesi, etkin soruşturma yürütülmediği ve yaşam hakkının ihlal edildiğini söyleyerek Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu.

Bugün Resmi Gazete‘de ilan edilen karara göre mahkeme, ailenin mağduriyetinin ‘ölümün ardından tazminat almasıyla giderildiğine’ kanaat getirerek başvuru yapanın mağdur statüsünde olmadığına  yani kişi bakımından yetersizliğe karar vererek başvuruyu kabul etmedi.

Kararda, sanık Kuş’a taksirle öldürmek suçundan verilen 6 yıl 15 ay 10 gün hapis cezasının ‘caydırıcı olduğu ve suçun ağırlığına göre açıkça orantısız olmadığına‘ ve dava süresince ‘etkin soruşturma yürütüldüğüne’ kanaat getirildi.

Yargılama giderleri de ailenin üstüne bırakıldı.