Ana Sayfa Blog Sayfa 587

Arınç’ın seçimlerin ertelenmesi önerisine muhalefetten yanıt: Savaş mı var, zamanında yapılmalı

AKP Kurucular Kurulu üyesi Bülent Arınç, 22’nci Dönem TBMM Başkanı sıfatıyla yayınladığı açık mektupta, 6 Şubat depremlerinin yarattığı olumsuzluklar dolayısıyla genel seçimlerin bir yıl ertelenerek yerel seçimlerle birleştirilmesini istedi.

6 Şubat depremlerinde yaşanan büyük can kaybı ve yıkıma işaret eden Arınç,  “Vatandaşlarımız şu an seçim değil yaşam mücadelesi veriyor” dedi.

Seçimlerin ertelenmesi fikrine karşı çıkan siyasal partiler ve yorumculara seslenen Bülent Arınç, böyle bir dönemde acılarıyla yüzleşen vatandaşlarımıza karşı seçim propagandası mı yapacaksınız, oy mu isteyeceksiniz? Aday mı olacaksınız, miting mi yapacaksınız? Bunları hangi yüzle yapacaksınız?”diye sordu.

AKP’nin seçimleri 18 Haziran’dan sonra, altı ay ya da bir yıl ertelemek istediği parti kulislerinde sıkça konuşuluyor. Gazeteciler Mehmet Tezkan ve Fatih Altaylı AKP’de seçimlerin YSK eliyle bir yıl kadar ertelenmesinin ve yerel seçimlerle birleştirilmesinin planlandığını yazmıştı.

Kulis: Seçimler bir yıla kadar ertelenebilir

Ancak muhalefet partileri bu girişimlere karşı ve 18 Haziran’da hem Cumhurbaşkanı’nın hem de Meclis’in görev süresinin biteceğini hatırlatarak, seçim ertelemenin Anayasa’ya aykırı olduğunu söylüyor.

Kılıçdaroğlu: Acilen seçim takvimi belirlenmeli

Murat Yetkin‘e konuşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,  Arınç’ın dillendirdiği talebi, seçim iradesinden kaçma çabası olarak değerlendirdi.

Yapılması gerekenin ivedilikle seçin tarihinin belirlenmesi ve YSK’nın gerekli düzenlemeleri yapması olduğunu belirten Kılıçdaroğlu, Anayasa’nın çok açık olduğunu, ancak savaş halinde seçim ertelenebileceğini kaydetti:

“Savaş olmadığına göre seçim ertelenemez. Hiç kimse Anayasanın, yasaların dışında gerekçeler uydurarak kendisine özgü bir hukuk normu oluşturamaz. Anayasa var. “Türkiye hukuk devletidir” diyorsak yapılamaz.

Bülent Arınç’ın YSK’nın deprem bölgesinde sağlıklı çalışamayacağını iddiasına CHP lideri şu yanıtı verdi:

“Büyük bir deprem oldu, farkındayız. Göç hareketleri var, farkındayız. Ancak bugünkü teknolojik imkânlarla bu sorunlar kolaylıkla aşılabilir.
Bir kere herkesin bir T.C. numarası var. Yüksek Seçim Kurulunda herkesin kimlik bilgileri bulunuyor. Adres değişikliklerini de kolaylıkla saptamak mümkün. Seçim tarihi netleştiğinde YSK oturur çalışır, bütün bunları düzenler, seçmen listelerini oluşturur. 14 Mayıs’ta olacaksa üç ay, 18 Haziran’da, zamanında yapılacaksa dört aydan fazla zaman var. Bu süre içinde YSK görevini aksatmadan rahatlıkla yapabilir.”

İktidarın seçimden kaçmak için ertelemek istediğini söyleyen Kılıçdaroğlu, “Bunu YSK üzerinden hayata geçirmek yani kendi çıkarlarına göre bir defaya mahsus özel kararlar aldırmak istiyorlar.  Tekrar ediyorum; kimseye özgü hukuk normu oluşturulamaz. Yapılması gereken, ister erken seçim olarak 14 Mayıs, ister zamanında 18 Haziran olsun, ivedilikle seçim tarihinin belirlenmesidir. Seçimden kaçmanın hiç kimseye bir yararı yoktur. Ancak zararını tüm ülke çekecektir” diye konuştu.

Demirtaş: Açıkça siyasi darbe olur

Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) eski Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş da sosyal medya hesabından  “seçim erteleme” tartışmasına dair açıklama yaptı:

“Gelen bilgilere göre, herkes felakete yoğunlaşmışken bir grup hukukçuya, seçimlerin ertelenmesi için çalışma yapılması talimatı verilmiş. Bir kez daha, oldu bitti yaparak Anayasa’yı yok saymaya hazırlanıyorlar. Seçimler, Anayasa’nın 78. maddesine göre sadece TBMM’de ve resmen ilan edilmiş savaş hali kararıyla ertelenebilir. Bunun istisnası yoktur.

TBMM’yi yok sayıp seçimleri erteleme kararı almak, açıkça siyasi darbe olur. Anayasal suç olmasına rağmen seçimler bir kez ertelenirse bunun önü açılır ve kimse Yüksek Seçim Kuruluna bir daha seçim kararı aldıramaz. Deprem felakettir, diktatörlüğe geçiş için “Allah’ın lütfu” değildir. Halk buna izin vermez, nokta.”

İYİ Parti ve DEVA da karşı

Seçimlerin deprem nedeniyle ertelenmesine İYİ Parti ve DEVA Partisi‘nden de karşı çıkış geldi.

İYİ Parti lideri Meral Akşener geçen hafta sonu yaptığı açıklamada, seçimlerin 18 Haziran’da yapılması gerektiğini söylemiş, “14 Mayıs’ta yapılması zor görünüyor, zamanında 18 Haziran’da yapılır… Biz siyasiler de bu seçimin kesinlikle yapılmasını sağlamakla yükümlüyüz” demişti.

Arınç’ın açıklamalarının ardından İYİ Parti Sözcüsü Kürşad Zorlu konuyla ilgili açıklama yaptı.

Zorlu, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Öncelikli hedefimiz yaralarımızın hemen sarılmasıdır. İşte hem bu sürecin ve ülke sorunlarının etkin çözümü hem de Anayasamıza göre seçimlerin vaktinde gerçekleşmesi İYİ Partinin temel yaklaşımı olacaktır” dedi.

Zorlu’nun paylaşımı şu şekilde:

“Seçim tarihiyle ilgili bazı açıklamalar kamuoyuna yansımaktadır. Elbette öncelikli hedefimiz yaralarımızın hemen sarılmasıdır. İşte hem bu sürecin ve ülke sorunlarının etkin çözümü hem de Anayasamıza göre seçimlerin vaktinde gerçekleşmesi İYİ Partinin temel yaklaşımı olacaktır.”

DEVA Partisi Sözcüsü İdris Şahin, Anayasa’nın 78’inci maddesine göre Meclis’in sadece savaş durumunda seçimi bir yıl erteleyebileceğine dikkat çekerek, “YSK’nın seçim tarihlerini değiştirme yetkisi olduğunu kabul etmek, YSK’nın Anayasa’dan, kanunlardan ve yasama organı TBMM’den üstün olduğu anlamına gelir” dedi. Şahin, seçimin yasalara göre 18 Haziran’da yapılmasını uygun gördüklerini belirtti.

Hasarlı binalardaki hayvanlar yeni teknoloji ile kurtarılabilir: Sadece birkaç gün daha!

Kahramanmaraş merkezli, 10 ilde yıkıcı etkiler yaratan depremlerde binlerce bina şiddetli sarsıntılar nedeniyle yıkılırken, on binlerce bina da orta veya ağır hasarlı hale geldi.

Bölgede devam eden artçı sarsıntıların hasarlı binaların yıkılma riskini artırdığından bu binalara girilmemesi önem taşıyor. Ancak deprem anında kurtarılamayan birçok evcil hayvan, hasarlı binalarda mahsur kalmış durumda.

Üstelik henüz enkaz çalışmaları tamamlanmamışken, birçok ilde hasarlı binaların yıkımlarına içerisindeki mahsur kalmış canlar göz ardı edilerek başlandı.

Yıkım, yalnızca birkaç gün ertelensin

Savunma sanayii mühendisleri, hasarlı binalarda mahsur kalan hayvanların hiçbir insanı riske atmadan kurtarılabilmesi için bir teknolojik ürün geliştiriyor.

Türkiye Hayvanları Koruma Vakfı Başkanı Erman Paçalı, konuyla ilgili olarak ulaştığı savunma sanayii mühendislerinden bir ekibin yetkinliklerine göre gönüllerini ortaya koyarak mahsur kalan canlar için bu ürünü geliştirmeye çalıştığını kaydetti.

Birkaç gün içerisinde hazır olması beklenen teknoloji sayesinde hasarlı binalardaki birçok hayvanı kurtarma faaliyetinin eşzamanlı olarak insansız bir araçla, uzaktan kumanda ederek hızlıca yürütülebileceği bekleniyor.

Ancak Malatya, Adana, Osmaniye ve Elazığ illerinde hasarlı binaların yıkım çalışmalarına başlandı bile. Paçalı, Twitter üzerinden yaptığı paylaşımda, içerisinde mahsur kalan hayvanların bulunduğu binaların yıkımlarının yalnızca birkaç gün ertelenmesi için AFAD Deprem Dairesi, AFAD Başkanlığı, İletişim Başkanlığı ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu‘ya çağrıda bulundu.

Yapılması gereken tek şeyin içinde canlı hayvan bulunan binaların yıkımlarını sadece birkaç gün ertelemek veya yıkım işleminde bu binaların sırasını ötelemek olduğunu kaydeden Paçalı, şunları söyledi:

İçinde canlı hayvan bulunan binaları sadece birkaç gün daha yıkmayarak o canların hepsinin kurtarılmasını mümkün kılabilirsiniz! Bunun için hiçbir kurtarma görevlisini riske atmadan hem de!

Adana’da arama kurtarma çalışmaları tamamlandı

Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişci, Maraş depremlerinden etkilenen illerden Adana’da yapılan çalışmalarla ilgili dün (13 Şubat) bilgi verdi.

Sosyal medya hesabından bir açıklama yapan Kirişci, Maraş depremlerinden etkilenen illerden Adana’da arama-kurtarma çalışmalarının tamamlandığını, kentte enkazlardan 34 kişinin çıkarıldığını, 418 yurttaşın hayatını kaybettiğini söyledi.

Bakan Kirişci’nin sosyal medya mesajı şöyle:

“Adana’mızda arama kurtarma çalışmaları tamamlandı. Enkazlardan 34 vatandaşımızı çıkardık. 418 vatandaşımız ahirete irtihal etti. Rabb’im rahmetiyle muamele eylesin. Yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Tüm depremzede kardeşlerimiz için var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz.”

Depremin ekonomideki artçı sarsıntıları: İlk gözlemler

[email protected]

Yıllardır beklenen Kahramanmaraş depremi sonunda geldi ve ülkemizi derin bir acı ve öfke içerisinde bıraktı. Acı elbette can kayıplarının büyüklüğünden, öfke ise bu afete yeterince hazırlanmamış ve ilk müdahelede sınıfta kalmış olmamızdan kaynaklanıyor.

Depremde can kaybı bu yazının bitirildiği 13 Şubat 2023 akşam saatlerinde 31 bin civarındaydı ama enkaz kaldırıldıkça bunun çok daha artacağını hepimiz biliyoruz. 1999 depremini takip eden 24 senede bir arpa boyu yol alamamış olmamız utanılacak acı bir gerçek olarak ortada duruyor. Depreme hazırlık, riskli binaları kuvvetlendirme, yenilerinin depreme dayanıklı yapılması, afet hazırlıkları, insanların eğitilmesi gibi hayati alanlarda, birçok konuda olduğu gibi “mış gibi” yaparak geçirmişiz zamanı. Depremin acısı kadar bu gerçekliğin yarattığı derin hayal kırıklığı da suratımıza şamar gibi çarpıyor. Elbette burada en büyük sorumluluk devlete ve devleti kontrol eden iktidara düşüyor. Dilerim bu depremin sonuçları her cephede ama en çok devlet, kurumlar ve iktidar çerçevesinde yeterince tartışılır ve bir daha bize bu tür felaketler yaşatmayacak sonuçlara varılır.

Ekonomik krize ilave şok

Depremin yürek dağlayıcı insani ve sosyal boyutlarının toplumumuzu çok uzun süre derinden etkileyeceğine hiç şüphe yok. Hem kaybettiğimiz binlerce insanın yaratacağı derin boşluk hem de arkada kalan insanların yıllar boyu yaşayacakları travmalar meselenin insani ve sosyal boyutunu hep canlı tutacak.

Ülke ekonomisi bir yandan yanlış yönetimden kaynaklanan kendi krizini yaşarken diğer yandan salgın, Rusya-Ukrayna savaşı ve ABD/AB faizlerinin yükselişi gibi dışsal şoklara da maruz kalmıştı. Geçen yıl yazdığım yazılarda bu konuları ayrıntılı işlemiştim. Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye lehine olan bazı sonuçlar sayılmazsa, bu dışsal gelişmelerin hepsi de ekonomideki gidişatı genel anlamda olumsuz etkilemişti. Deprem, bunlara ilaveten ekonomi üzerinde ciddi sonuçlar doğuracak ilave bir şok olarak gündeme geldi. Hala krizde olan ve ciddi bir enflasyon ve yoksulluk sorunuyla başetmeye çalışan Türkiye artık depremin getireceği ilave sıkıntılarla da boğuşmak durumunda.

Ekonomiyle ilgili konularda yazan birisi olarak, yazının başlığının çağrıştırdığı gibi bu devasa depremin ekonomik boyutları üzerinde durmak istiyorum. Kapsamlı bir ekonomik değerlendirme için henüz oldukça erken çünkü elimizde çok fazla veri yok. Bu nedenle fazla rakam vermeden ve 1999 deprem analizlerinden yararlanarak gözlemler yapmaya ve genel bazı sonuçlara ulaşmaya çalışacağım. Dolayısıyla, bu analize ihtiyatla yaklaşılmasını ve sadece depremin verdiği zarara ve önümüzdeki dönemde ülke ekonomisini nasıl etkileyebileceğine dair bir ön değerlendirme olarak okunmasını isterim.

Bölgenin önemi

Deprem bölgesi olarak tanımlanan 10 ilin 2022 sonu itibarıyla 13,4 milyon olan toplam nüfusunun 85,3 milyonluk ülke nüfusu içerisindeki payı yüzde 16 civarında. Diğer yandan, TÜİK verilerine göre 2021 cari fiyatlarıyla Türkiye’nin GSYH’sı 7,250 trilyon TL. Bunun 675 milyarlık bölümü (yüzde 9,3) deprem bölgesinde yaratılmış. Bu 10 il içerisinde yer alan ve nispeten depremden daha az hasarla çıkan Adana, Gaziantep, Şanlıurfa ve Diyarbakır’ın bölgenin en fazla geliri üreten illeri arasında olduğu görülüyor. Bölgenin toparlanma hızı açısından bu çok önemli.

Yine TÜİK verileri baz alındığında 2022 yıl sonu itibarıyla 254,2 milyar dolarlık ihracatımız içerisinde bu 10 şehrin payı 21,6 milyar dolar ile yüzde 8.5’e tekabül ediyor. Ama bölge illerinden sadece Gaziantep, Hatay, Adana ve Kahramanmaraş’ın payı yüzde 7,8. Dolayısıyla diğer 6 ilin ihracat içerisinde ciddi bir ağırlıkları bulunmuyor. Bu göstergeleri esas alarak bölgenin ekonomi içerisindeki ağırlığının kabaca yüzde 10 olduğunu kabul etmek çok yanlış olmayacak.

Ekonomik göstergelere ilişkin bazı varsayım ve tahminler

SERVET KAYBI: Önce depremin yarattığı ekonomik kaybın boyutlarını tespit etmeye çalışalım. Dünya Gazetesi’nden Kerim Ülker’e göre, “1999 yılındaki deprem, TÜSİAD’’a göre 17 milyar dolarlık bir zarara neden olmuştu. Devlet Planlama Teşkilatı bu rakamı 15-19 milyar dolar olarak belirlemiş, Dünya Bankası’na göre ise rakam 12-17 milyar dolar olarak ifade edilmişti.” Bakan Murat Kurum’a göre hasarlı 171 bin 882 binada toplam 1 milyon bağımsız bölüm incelenmiş. Bunlar içerisinde 24 bin 921 binada 120 bin 940 bağımsız bölümün yıkık ve ağır hasarlı olduğu, dolayısıyla kullanılamaz olduğu tespit edilmiş. 122 bin 279 yapıda bulunan 729 bin 435 bağımsız bölümün ise az hasarlı ya da hasarsız olduğu belirlenmiş.

Bu veriye göre kabaca 250 bin bağımsız bölümün yenileneceği ve bunların her birinin maliyetinin 100 bin dolar (100m2 x 1000$) olduğu düşünülürse toplam 25 milyar dolarlık bir mali kayıp ortaya çıkıyor. Az hasarlı binalar ile altyapıdaki kayıpların giderilmesi için yapılacak harcamaların ise 5 milyar dolara ulaşacağı varsayılabilir. Ticari ve sınai işletmelerde oluşan zararları ve bunların stoklarındaki kaybı da 2 milyar dolar varsayıp topladığımızda yaklaşık 32 milyar dolarlık bir servet kaybı ortaya çıkıyor. 2022 GSYH’nın 867 milyar dolar olduğu düşünülürse depremden kaynaklanan servet kaybı yaklaşık olarak GSYH’nın yüzde 3,7’sine denk düşüyor.

BÜYÜME/GSYH: Bölgenin depremden en fazla hasar gören üç ili Hatay, Kahramanmaraş ve Adıyaman oldu. Bu üç ilin 2023 boyunca 2021 seviyesinin yarısı kadar gelir üreteceği, diğer illerin ise ortalama yüzde 70 seviyesinde kalacağı varsayılırsa, bölgenin ülke GSYH’sına katkısı yüzde 6.0’ya düşecek, ceteris paribus, ülkenin GSYH’sı 3.3 puan azalmış olacaktır.

Buna karşın, deprem bölgesinde ulaşım, hastane, okul ve haberleşme gibi alanlarda yapılacak altyapı yatırımları ile yeni konut inşaatlarının ve bunların yaşanacak hale getirilmesinin getireceği ilave harcamalar bu illerdeki geliri daha da yükseltecektir. Diğer yandan, devlet tarafından yapılacak transfer harcamaları da bölgedeki gelir kaybını telafi edecek etkiler yapacaktır. Bütün bu artı ve eksi değerler dikkate alındığında depremin 2023 yılında ülke GSYH’sında yaklaşık yüzde 1.5-2.0 seviyesinde bir  azalmaya yol açacağını söylemek mümkün. 2023 için tahmin edilen yüzde 3’lük genel büyüme oranı tutturulursa yıl sonunda depremin negatif etkisine rağmen büyüme yüzde 0,5-1.0 seviyelerinde gerçekleşebilecektir.

İHRACAT: Yukarıda, bölgenin özellikle 4 ilinin ülke ihracatındaki payının yüzde 7.8 olduğunu belirtmiştim. En fazla zarar gören illerden Hatay ve Kahramanmaraş’taki tahribat bu illerin ihracat kapasitesini ciddi oranda azaltacaktır diye düşünüyorum. Gaziantep ve Adana gibi diğer iki ihracat merkezindeki ihracatcı işletmelerin durumunu kestirmek ise şu aşamada mümkün görünmemektedir.

Kaldı ki fabrikalardaki hasar çok fazla olmasa bile insan kaynakları kapasitesindeki ciddi kayıplar, enerji, ulaşım ve liman altyapısındaki sorunlar ihracatta hissedilir bir azalışa yol açacaktır. Bu azalmanın bölge çapında yüzde 25 olacağını varsayarsak ihracatta yaklaşık 5,5 milyar dolarlık bir kayıp ortaya çıkacak ve bölgenin ihracat kapasitesi 15-16 milyar dolar seviyelerine düşebilecektir.

Yukarıda yaptığım varsayımları sizler de kendinize göre değiştirip kendi tahminlerinizi yapabilirsiniz.

TÜRKONFED tahmini

Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) da depremin ekonomik etkileri konusunda hızlı bir şekilde kısa bir rapor yayınladı. Bu raporun, 1999 depremi verilerini esas alarak açıkladığı 2023 depremine ilişkin zarar tahminlerini aşağıdaki tabloda bulacaksınız. Tabloya bakıldığında, servet zararı olarak ifade edilen 84 milyar dolarlık tutarın büyük kısmının (71 milyar dolar) konut zararından oluştuğu görülüyor.

TÜRKONFED, Bakan Kurum’un açıkladığı 1 milyon adet konutun hepsinin yeniden yapılması gerektiğini ve her biri için 70 bin dolar maliyet varsayarak bu rakama ulaşmış görünüyor. Ben yukarıda, Bakan Kurum’un beyanını esas alarak 250 bin konut için ve konut başına 100 bin dolar üzerinden zarar hesabı yapmıştım. Bekleneceği üzere, yıkılan ve yeniden yapılması gereken konut sayısı, bu depremin ekonomik maliyetinin en önemli kalemini oluşturacak.

Genel değerlendirme

Depremin bir servet kaybı yarattığı ve bunun yeni konut, işyeri ve altyapı yatırımları ile yerine konması gerektiği açık. Bu gerçek önümüzdeki 3-5 yılda yaklaşık 30-35 milyar dolarlık bir ek harcama yapılması gereğini ortaya koyuyor. Bu ilave harcamanın iki boyutu var. İlki, bu paranın nereden bulunacağı, ikincisi enflasyon üzerinde yaratacağı etki. Devlet bütçesinin durumu artan vergi gelirleri nedeniyle çok kötü değil. Ayrıca kamu borçlanmasının göreli düşüklüğü nedeniyle Türkiye diğer ülkelere göre daha iyi durumda. Dolayısıyla bu harcamaların bir kısmı bütçeden ve ilave borçlanmayla karşılanabilir.

Ayrıca, Dünya Bankası ve EBRD gibi uzun vadeli altyapı kredileri veren uluslararası kurumlardan sağlanacak kaynaklar da bu yatırımlarda kullanılabilir. Nitekim Dünya Bankası depremden hemen sonra 1.78 milyar dolarlık bir kredi açacağını duyurdu. İkinci boyut olan enflasyon cephesinde ise deprem nedeniyle yapılacak ilave harcamaların enflasyonu artırıcı bir etki yaratması beklenmelidir. Ancak bu etkinin ne zaman ve hangi boyutta olacağını bu noktada kestirmek kolay değildir.

Depremin ilk aşamada yukarıda ayrıntılı açıkladığım gibi büyümede ve ihracatta bir düşüşe, kamu harcamalarının başlamasıyla da enflasyonda bir artışa yol açması büyük bir olasılık. İhracattaki düşüş cari dengeyi de olumsuz etkileyecektir. Ayrıca, deprem nedeniyle turizm gelirlerinde bir düşüş olması da beklenmelidir. Her ne kadar deprem bölgesi yabancı turistlerin yoğun ziyaret ettiği bir bölge değilse de, bu boyutta deprem geçirmiş bir ülkeye gelecek turist sayısı düşecektir. Ama bu etkilerin boyutlarının nispeten sınırlı kalmasını bekliyorum. Deprem bölgesinde hayatın normalleşmeye başlamasıyla birlikte (muhtemelen 1-2 yıllık bir süreçte) üretimde ve ihracatta artışlar başlayacak, turizm üzerindeki olumsuz etki ortadan kalkacaktır. Normal koşullarda bütün bu gelişmelerin ekonomiyi genel anlamda olumlu etkilemesi beklenmelidir.

Depremin, bu yazıda özetlemeye çalıştığım ekonomik etkileri bir şekilde telafi edilecek, yok olan maddi varlıklar yerine konacaktır. Ancak, yaşanan büyük can kaybı ve bunun doğurduğu insani kriz ve travmalar çok uzun bir süre yüreğimizi sızlatmaya devam edecek. Dilerim bu sefer bunun ötesine geçer ve tekrarını önleyecek adımları da atarız. Her zaman olduğu gibi, ateş düştüğü yeri yakıyor!

Deprem sonrası kimyasal sızıntı ihtimali: Bir ekolojik felaket yaşıyor olabiliriz

Merkez üssü Kahramanmaraş olan iki büyük deprem, bir hafta önce Türkiye’de sarılması güç yaralar açtı. On binlerce can kaybı, evsiz kalan milyonlarca depremzede, patlak vermeye başlayan salgın hastalıklar, milyonlarca liralık zarar ve devletten beklentilerin enkaz altında kalışı. Deprem sonrası Türkiye’yi bekleyen başka ikincil felaketler var mı?

Olabilir.

Birçok ilde ağır yıkım yaratan ve bazılarını da yerle bir eden muazzam boyutlu bu afet, hava ve su kaynakları üzerinde ciddi bir kirliliğe sebep olmuş durumda. Yeni bir çevresel sorun da afet de önlem alınmadığı takdirde kısa zamanda ciddi sorunlar doğuracak olan atık problemi ile baş gösteriyor. Depremin yaban hayatı üzerindeki etkileri henüz bilinmiyorken, bölgedeki madenler ve sanayi bölgelerinde depremin yol açmış olabileceği hasar, yaban hayatının da tehlikede olabileceğini akıllara getiriyor.

Çevre Mühendisi ve Çevre ve İklim Politikaları Kıdemli Danışmanı Deniz Gümüşel, depremin çevresel etkilerini Yeşil Gazete için değerlendirdi.

Hava kirliliği

Deprem sonrasında Hatay‘da bulunan İskenderun Limanında dört gün boyunca söndürülemeyen bir yangının yanı sıra bir doğalgaz hattında da yangın meydana geldiğini hatırlatan Gümüşel, “Yangın gibi ikincil afetler, atmosfere kimyasal madde sızıntısı ile birlikte afet bölgelerinde hava kirliliğinin en önemli nedenlerinden biri” diyor. 

Depremin, enkazlar nedeniyle çok fazla partikül madde yarattığını ve toz kirliliğine neden olduğunu açıklayan Gümüşel, aynı zamanda da binaların önemli bir kısmında yalıtım için kullanılan asbestten kaynaklanan ciddi bir kirlilik sıkıntısı olduğuna değiniyor. 

Partikül madde olarak asbest ve tozun insanlarda kansere neden olan maddeler olduğu biliniyor ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından da bu şekilde sınıflandırılıyor.

Gümüşel, enkazlardan havaya dağılan ve asbest içeren tozların enkazın başında yakınlarına ulaşmaya çalışan insanlar, arama kurtarma ekipleri ve enkaz kaldırma ekipleri için de ciddi bir sağlık sorunu oluşturduğunu ifade ederek özel maskeler kullanılması gerektiğinin altını çiziyor: “Enkazlar kısa sürede şehir içlerinden tamamen ve güvenli bir şekilde uzaklaştırılmazsa, sağlık riski taşımayı sürdürecek. Tozumasını engellemek gerekiyor.”

Su kaynakları

Asbest, sadece hava için değil, su kaynakları için de bir tehdit oluşturuyor. Aslında doğada da bulunan bir madde olan asbest, inşaatlarda kullanılabilir hale getirildiğinde son derece zararlı bir madde haline geliyor.

Gümüşel, depremin boyutuna göre yer altı suyu kaynaklarına da bazı kirliliklerin ulaşabileceğini kaydederek şunları söylüyor: “Asbest haricinde de pek çok kimyasal kirlilik riski var. O bölgede bulunan özellikle metalik madenlerin atık havuzlarının ciddi bir risk oluşturması da söz konusu. Örneğin o bölgede İliç’in siyanürlü atık havuzunun açıkta bulunması nedeniyle, bu tür tehlikeli atık bulunduran ve maden sahalarındaki havuzlar, bölgenin su kaynakları için ciddi bir risk yaratıyor.” 

“Deprem nedeniyle bölgedeki toprak katmanlarının birbirine karışması nedeniyle yer altı sularının kirlenmesi de söz konusu olabilir” diye uyaran Gümüşel, maden sahalarında yapılan kazı çalışmalarında çok ciddi asidik göletler veya bazik göletler oluşabildiğini, benzer bir durumun deprem nedeniyle de yaşanabileceğini aktarıyor: 

“Yeryüzüne çıkan farklı kimyasal maddelerin, örneğin kazı çalışmalarında sülfür veya kükürt içerikli katmanlara ulaşılıyorsa orada yağmur sularıyla birlikte sülfat kirliliğine yol açabiliyor. Eğer benzer şekilde deprem sırasındaki kırılmalarda yeryüzüne bu tür katmanların çıkması ya da bu katmanların yer altı suyuyla buluşması söz konusu olduysa buralarda da kirlenme bekleyebiliriz. Dolayısıyla yer altı sularında böyle bir risk var diyebiliriz.”

Depremlerden etkilenen şehirlerde, yer altında bulunan altyapı kayda değer oranda zarar görmüş durumda. Dolayısıyla ilk akla gelen şey atık su ve içme suyu altyapılarının zarar görmesiyle birlikte, atık suyun içme suyu borularına ulaşması.

Gümüşel, şebekelere sağlanan su sistemlerinde ciddi kirlilik tehlikesini bulunduğunun da altını çiziyor: “Şebeke sularında çok ciddi kontaminasyon olma ihtimali olduğu için bu suları kullanmak kesinlikle güvenli değil. Başka bir su kaynağı bulamayanların da bu suyu bir tülbent aracılığıyla süzdükten sonra mutlaka kaynatarak kullanmak gerekiyor.”

Atık bertarafı

Depremin etkili olduğu bölgelerde sekiz gündür elektriğin olmaması, halihazırda bölgede bulunan gıdaların büyük bir kısmının bozulmasıyla sonuçlandı. Bu durum, diğer illerden bölgeye yapılan yardımların çoğunlukla ambalajlı kuru gıda üzerine olması ile sonuçlandı. Şebeke sularının kullanılamaz durumda olması nedeniyle su tedariki de pet şişelerle yapılıyor. Yemek dağıtımı sağlanan merkezlerde ise hijyen koşulları nedeniyle strafor köpük, kağıt veya plastik tek kullanımlık yemek gereçleri kullanılıyor.

Bunların sonucunda hem organik atıklar hem de ambalaj atıkları şehirlerin sokaklarını doldurmaya başlamış durumda. Organik atıklar insan hayatını tehdit ederken, diğer atıklar da çevre için ciddi tehditler oluşturuyor.

Gümüşel de atık sorununa dikkat çekerek “Atık sorunu çok ciddi bir sorun. Yapılabilecek en mantıklı şey ambalaj atıkları ile organik atıkların ayrılması ve organik atıkların mümkün olduğunca alandan hızlı bir şekilde uzaklaştırılmasının sağlanması” diyor: “Bunun için insanların çadır kentler veya konteyner kentler gibi yeni yaşam alanlarında bunu sağlayan bir altyapı sisteminin oluşturulması gerekiyor.”

Atıkların insanlar için çok ciddi salgınlara yol açma potansiyeli olduğunu vurgulayan Gümüşel, şu bilgileri veriyor: 

Atık bertarafı sorunu eğer yeterli şekilde ele alınmazsa ya da yaşam alanlarından uzaklaştırılmazsa çok ciddi bir toprak kirliliğine ve ardından yer altı suyu kirliliğine yol açabilir. Yağmurlar bunu daha da hızlandıracaktır. Atıkların sularının sızması, yağmurlarla birlikte taşınarak istemediğimiz şekilde doğaya karışacaktır.

Yaban hayatında kimyasal kirlilik riski

Depremden etkilenen coğrafyanın genişliği nedeniyle ve kış koşullarının da etkisiyle henüz afetin kırsal kesimlerdeki doğa üzerindeki boyutu ve yaban hayatı üzerindeki etkileri tam olarak bilinemiyor.

Gümüşel, genellikle kırsal kesimlere inşa edilen ağır sanayi ve maden tesisleri ile şantiyelerin depremlerden etkilenmiş olmasının doğa ve yaban hayatı üzerinde etkilere yol açabileceğini dile getirerek, “Bizi en çok endişelendiren şey, bu bölgelerdeki ağır sanayinin, madenlerin, altyapı çalışmalarının, şantiyelerin vs. zarar görmüş olması ve buralardan kaynaklanabilecek kirliliğin gözlerden ırak kalması” diye konuşuyor. 

Başta Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) ilgili odaları olmak üzere bağımsız uzman ekiplerin bu tesisleri denetleyerek atık havuzlarını ve zararlı kimyasal maddeleri sakladıkları depoladıkları incelemeleri gerekiyor. Kimyasal maddelerin yoğun olduğu bu alanların depremden ne ölçüde etkilendiği, hasar durumları ve kimyasal kirliliğe yol açabilecek ikincil afet riskleri bağımsız uzmanlarca denetlenmeli. 

Gümüşel, “Aslında bu Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yapması gereken işlerden biri ama ülkemizin koşulları göz önünde bulundurulduğunda bunların bağımsız denetleme heyetleri tarafından denetlenmesinde çok daha büyük fayda görüyoruz. Kırsal kesime ve yaban hayatına dair en büyük risk, kırsal kesimlere daha yakın olan bu tesislerden kaynaklanıyor” diye konuşuyor: 

Önemli olan bütün bu sanayi tesislerinin ve altyapı tesislerinin şeffaflıkla takip ediliyor ve halkın bilgilendiriliyor olması. Büyük bir ekolojik felaket bunun arkasından geliyor olabilir ya da şu anda oluyor olabilir ve bizim bilgimiz olmadığı için önlem alamıyor olabiliriz. Bu büyük karmaşanın içerisinde ilgili kurumların bu konuya eğilmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz.

The Telegraph: Bu deprem Erdoğan’ı tahttan indirebilir

Birleşik Krallık basınının önemli medya organlarından The Telegraph gazetesi, Kahramanmaraş‘ta meydana gelen yıkıcı depremlerin siyasi boyutuna ilişkin “Erdoğan’ı tahttan indirebilir” iddiasında bulundu. Gazete, yaklaşan genel seçimlerin iptal edilebileceğini de öne sürdü.

Gazetenin yazarlarından Mark Almond 30 binden fazla insanın ölümüne sebep olan depremlerin siyasi boyutuna ilişkin bir yazı yayımladı. Türkiye‘nin jeopolitik konumu sebebiyle fay hattı üzerinde olduğunun belirtildiği yazıda, yaşanan felaketin ardından deprem bölgesinin kıyamet yerini andırdığını belirtti.

Gazete, muhalefetin, “Erdoğan’ın otokratik üslubu yardım çalışmalarını engelledi. Yandaşlarına ait olduğu iddia edilen firmaların kalitesiz inşaat projelerine izin verdi” suçlamalarını aktardı.

Muhalefetin iddiaları için “siyasi bir zehir” benzetmesi yapan Telegraph, “Türkiye’de herkes, 1999’daki son büyük depremin Erdoğan’ın 2002’deki seçim zaferinin yolunu nasıl açtığını hatırlıyor” ifadesini kullandı.

Seçimler iptal edilebilir

“Depremden sadece 24 saat önce, milliyetçi kartını oynamak Erdoğan’ı bir başkanlık dönemine daha taşıyacak gibi görünüyordu” ifadesi yer alan yazıda, “Laik hükümetin Erdoğan’ı İslamcı milliyetçi bir şiir okuduğu için belediye başkanlığından uzaklaştırması, mazlum olarak popülaritesini arttırdı” denildi.

Yazıda, Erdoğan’ın NATO‘daki müttefiklerine yönelik yaklaşımı için “çatal dilli” benzetmesinin ardından “Batı’nın yaptırımlarını delmek için Moskova ile işbirliği yaptı” yazıldı.

Telegraph gazetesine göre, depremin yarattığı tahribat ve yıkıma uğrayan bölgelerdeki kargaşa ve yağmanın ardından olağanüstü hal ilan edilmesi anlaşılabilir bir durum. Ancak Erdoğan’ın medyaya yönelik sansürü ve devletin “ağır elinin” kanun ve düzeni bozan herkesin üzerine ineceği tehdidi, seçimlerin iptal edilmesini ya da sonuçlarının değiştirilmesini sağlayabilir.

‘Kader planının içerisinde olan şeyler’

Kahramanmaraş’ta meydana gelen felaketin ardından depremzedeleri ziyaret eden Erdoğan’ın, “Bunlar kader planının içerisinde olan şeyler” ifadesi için Telegraph gazetesi şu ifadeleri kullandı:

Dindar bir Müslüman olan Erdoğan, felaketin sorumluluğunu hükümetinin gevşek standartlarından ziyade Tanrı’nın iradesine yükledi. Pek çok Türk, Erdoğan’ın seçim yenilgisini Tanrı tarafından onaylanmış olarak kabul edip etmeyeceğini merak ediyor.

Depremlerin yol açtığı yer hareketleri uzaydan haritalandırıldı

Türkiye ve Suriye’de 30 binden fazla kişinin ölümüne yol açan iki depremin yol açtığı fay hareketleri, Avrupa Birliği’nin Sentinel-1A uydusu tarafından tespit edildi.

Bu, dev enerjileri açığa çıkaran depremlerin yeri nasıl hareket ettirdiğini gösteren en detaylı harita oldu. Haritanın verileri, cuma gününün ilk saatlerinde Türkiye’nin 700 kilometre üzerinden geçen AB uydusu tarafından elde edildi.

Bilim insanlarının çalışmasının gelecek depremlerde insan hayatlarını kurtarmaya yardımcı olması hedefleniyor.

Yerin hareketi 5-6 metreye ulaştı

BBC‘nin aktardığına göre, bu uyduda iklim ve ışık şartlarından bağımsız olarak Dünya’nın zeminini ölçebilen aletler bulunuyor. Sentinel-1A, düzenli olarak buradaki fay hatlarının üzerinden uçarak zemindeki en ufak hareketleri tespit ediyor.

Uydudan, 6 Şubat depremlerinde zeminin eğildiği, kırıldığı ve bazı yerlerde yırtıldığı tespit edildi.

Harita, AB uydusunun paylaştığı verileri kullanan Birleşik Krallık Deprem, Volkan ve Tektonik Gözlem ve Modelleme Merkezi (COMET) tarafından hazırlandı.

Araştırmacıların kullandığı interferometre adlı teknik, depremin öncesiyle sonrasını kıyaslamaya olanak sağlıyor. Haritadaki kırmızı noktalar uydunun bir önceki uçuşuna göre uyduya yaklaşan yerleri, maviler ise uzaklaşan yerleri gösteriyor. Haritayla Doğu Anadolu Fay Hattı’nın etrafındaki zeminin nasıl yer değiştirdiğini gözler önüne seriliyor.

Pazartesi gecesi meydana gelen ve “sola atılımlı” olduğu açıklanan 7.7’lik ve 7.6’lık depremlerde hareket, yerin hareketi bazı yerlerde birkaç metreye ulaştı.

Sentinel haritası bilim insanlarının deprem bölgesinde tam anlamıyla neler olduğunu anlamasına yardımcı olacak ve bu bilgi bölgenin deprem modellemelerini daha gerçekçi bir hale getirecek. Türkiyeli yetkililere de açılan verilerin yeniden inşa çalışmalarına başlarken haritanın sağlayacağı risk tespitinden faydalanması umuluyor.

BBC’ye konuşan COMET Direktörü Prof. Tim Wright, haritanın depremin inanılmaz gücünü daha iyi anlamamızı sağladığını söylüyor:

300 km’lik hat kırıldı

“Haber kanalları genellikle depremin ‘merkez üssü’nü tek bir noktaymış, sanki bir noktaya bomba atılmış gibi gösterir. Fakat gerçekte depremler uzun faylar boyunca yerin kaymasıyla oluşur. Kırılan fay ne kadar büyükse sarsıntı da o kadar büyük olur.Bu depremlerde bazı yerlerde toprak 5-6 metre civarında hareket etti.İlk deprem 300 kilometre uzunluğunda bir hatta toprağın hareket etmesine yol açtı, ikinci depremde ise bu 140 kilometre oldu.

“Bu uzunlukları daha iyi anlamanız için örnek vereyim, Londra-Paris arası veya İstanbul-Ankara arası yaklaşık 345 kilometredir. En büyük zarar faya en yakın noktalarda olsa da fayların uzunluğu bunu çok büyük bir alana yayıyor.”

Uzaydan radar interferometre ile ölçüm yapma tekniği 1990’larda geliştirildi ve son yıllarda son derece güçlü bir araç haline geldi. Bugün bir uydunun bir noktanın üzerinden geçmesinden saatler sonra, veriler uzmanların bilgisayarlarında analize hazır bir hale gelebiliyor.

Prof. Wright “2020’lerin sonuna doğru bu tür analizleri en büyük depremlerden sonra bile bir gün içinde yapmak mümkün olacak. Şu anki süre, arama ve kurtarma faaliyetlerinde kritik süre olarak gösterilen 72 saati aşıyor maalesef. Ama teknoloji geliştikçe bu veriler arama kurtarma çalışmalarında da kullanılabilecek” dedi.

Hatay’da ‘yağma’ iddiasıyla gözaltında ölüm

Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından Hatay’da hırsızlık ve yağma girişimine karıştığı iddia edilen 27 yaşındaki Ahmet Güreşçi gözaltında hayatını kaybetti. Güreşçi’nin vücudunda işkence izleri tespit edildi.

Hatay’da Büyükburç Mahallesindeki evlerinden 11 Şubat’ta hırsızlık şüphesiyle gözaltına alınan iki kardeşten Ahmet Güreşçi hayatını kaybetti, Sabri Güreşçi’de işkence izleri tespit edildi. İşkence ve öldürmeyle ilgili olarak aile ifade verdi ve şikayetçi oldu. Sabri Güreşçi de ifadesinde tüm detayları anlattı kendisine şiddet uygulayan beş jandarmayı da teşhis ederek şikayetçi oldu.

Ölü muayene tutanağına göre, Ahmet Güreşçi’nin vücudunun birçok bölgesinde yaralanmalar var, beyinde kanama ve burnunda kırık tespit edildi. Kesin ölüm nedeni otopsi raporuyla anlaşılacak.

Güreşçi’nin avukatları: Göz altına alındıklarında sağlık durumları iyiydi

Güreşçi’nin avukatlarından Av. Mehdi Zana Akkaya, Yeşil Gazete’ye yaptığı açıklamada 11 Şubat sabah 10.30’da Ahmet Güreşçi ve ağabeyi Sabri Güreşçi’nin haklarında açılan hırsızlık ve yağma soruşturmasıyla Altınözü’de bulunan evlerinde jandarma tarafından gözaltına alındığını ifade etti.

Akkaya, Sabri Güreşçi’nin beyanında hırsızlık veya yağma gibi bir niyetleri olmadan, marketler açıldıktan sonra insanların ihtiyaçlarını karşılayacak kadar yiyecek alabileceklerini düşünerek, sadece kendi ihtiyaçları kadar ürün aldıklarını belirttiğini aktardı.

Güreşçi kardeşlerin evlerinden jandarma tarafından çıkarıldıkları sırada aileleri, aile yakınları ve komşular tarafından görüldüğünü ve bu sırada sağlık durumlarının iyi olduğunun gözlemlendiğini kaydeden Akkaya, şunları söyledi:

Gündüz gözaltına alındıkları için tüm yakınları oraya gidiyor ve her ikisinin de gayet sağlıklı, daha öncesinde herhangi bir darp olayına maruz kalmadan, sağlıklı bir şekilde gözaltına alındığını söylüyorlar.

Baba İbrahim Güreşçi, aynı gün 19.30 saatlerinde çocuklarının durumunu sormak için jandarmaya gitti. Oradayken battaniye içerisinde birisinin arabaya bindirildiğini görmesinin ardından kendi oğlu olabileceğini düşünerek hastaneye kadar aracı takip etti. Hasta, müşahedeye almasından bir süre sonra vefat etti. Baba İbrahim Güreşçi, morga girerek vefat eden kişinin oğlu Ahmet Güreşçi olduğunu teşhis etti.

Gözaltında darp ve tecavüz girişimi

Avukat Erdoğan Akdoğdu ile birlikte Ahmet’in gözaltında bulunan ağabeyi Sabri ile görüşen Akkaya şunları aktardı:

“Görüşme yaptığımız esnada vücudunda darp ve cebir izleri görünür haldeydi. Aynı zamanda bedeninin başka yerlerinde de işkence izleri olduğunu tespit ettik. Sabri’nin burnu kırık, yüzünde bir sürü kesik var, ayağında ve ellerinde ezilme, şişlik ve yaralar var. Kendisinin beyanına göre haya bükme, jop ile tecavüz tehdidi ve tecavüz girişimi olduğunu kendisi iletti. Kendisinin sağlık durumunun bir tehlike haline gelmesinden sonra tedirgin olup onu Adana’ya hastaneye gönderdiklerini, sonra Ceyhan’a hastaneye gidip bir kısım tedavisinin yapılıp geri buraya getirildiğini aktardı.” 

Ahmet’in ölüm muayene tutanağı, onun da burnunun ve kaburgalarının kırık ve yüzlerinde izlerin olduğunu belirtiyor. Bu yaşadığı şeylerin hepsiyle, vefat etmesine neden olacak kadar kötü muameleye tabi tutulmuş.

Gözaltındaki kimliği belirsiz dört kişinin daha darp edildiği iddiası

Ahmet ve Sabri Güreşçi ile birlikte toplam altı kişinin gözaltına alındığını bildiren Akkaya, diğer dört kişinin kimlik bilgilerinin teyit edilemediğini belirtti.

Sabri ile görüşmeye gittiğimizde Sabri yalnız, diğer dört kişi ayrı yerlerde tutuluyordu. Biz onları görmedik, ama Sabri’nin beyanına göre onların da darp edildiğini, yüzlerinde cebir ve şiddet izlerinin olduğunu söyledi, bunu henüz teyit etmedik.

Akkaya, diğer dört kişinin de aynı soruşturma kapsamında gözaltına alındığını fakat onlar hakkında başka suçlamaların da olduğunun tahmin edildiğini ekledi.

Avukatlar da işkence ile tehdit edildi

Akkaya, Akdoğdu ile birlikte göz altındaki Sabri Güreşçi’ye ilişkin işlemleri takip etmek ve işkenceyi belgelemek üzere Altınözü Jandarma Karakolu‘nda yaptıkları görüşmeler sırasında tehdit edildiklerini kendilerine  “Sizin de başınıza aynı şey gelir” dendiğini aktardı.

Buna ek olarak Sabri Güreşçi ile yapılan görüşmeler sırasında Akdoğdu’nun işkenceye delil tespiti amaçlı fotoğraf çektiği iddiasıyla hakkında tutanak tutulduğunu belirtti.

Avukat Akkaya, bugün savcılık tarafından Sabri Güreşçi’nin işkence gördüğüne dair ifadesinin alınacağını ve durumunun bugün belli olacağını, Ahmet Güreşçi’nin cenazesinin ise bugün Güreşçi ailesi tarafından defnedileceğini ifade etti.

İstanbul protokolüne uygun hareket edilmedi mi?

Hakların Demokratik Partisi (HDP) Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, Hatay’da gözaltına alınan iki kardeşten Ahmet Güreşçi’nin hayatını kaybetmesine dair önerge verdi.

HDP milletvekili Gergerlioğlu, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan şu soruları yanıtlamasını istedi:

  • Ahmet Güreşçi ve Sabri Güreşçi kardeşlerin olduğu alana silahlar ateşlenerek girildiği iddiası doğru mudur?
  • Sabri Güreşçi gözaltına alınırken kardeşi Ahmet Güreşçi ’nin “Ne oluyor?” demesi üzerine “Senin adin ne?” sorusuna “Ahmet Güreşçi” cevabı üzerine arananlar listesinde olmadığı halde “Sen de gel” denilerek Ahmet Güreşçi’nin de götürüldüğü iddiası doğru mudur?
  • Köylülerin ifadesinde; Güreşçi kardeşlerin ve dört kişinin araca binerken sapasağlam oldukları ancak araca bindirilirken dipçiklerle darp edilmeye başlandığı iddiası doğru mudur? Bu iddia doğruysa konuyla ilgili açılmış bir soruşturma var mıdır?
  • Sabri Güreşçi’nin “kaburgasının kırık, yüzü gözü dağınık, elleri ayakları şiş, jandarma karakollarında kolunu kaldırmaya hali yok” olduğu iddiası doğru mudur?
  • Ahmet Güreşçi ve diğerlerine “Haya burma işkencesi yapıldığı, ıslatarak dövüldükleri, tecavüz tehdidinin olduğu” iddiası doğru mudur?
  • Ahmet Güreşçi’nin ilk otopsisinde “darba bağlı burnunun kırık, vücudunda morluklar ve beyninde kanama” tespit edildiği iddiası doğru mudur?
  • Konuyla ilgilenen avukatlara “Sonunuz da bunlar gibi olur” denilerek tehdit edildikleri iddiası doğru mudur?
  • Doktorlara götürülürken otopsi yapılırken kolluk güçlerinin özellikle doktorlara yağma yapmışlardı denilerek otopsi yapılırken tam İstanbul protokolüne uygun hareket edilmediği iddiası doğru mudur?
  • Deprem sonrasında OHAL ilan edilmesi sürecinde kolluk güçlerinin yaşadıkları travma sebebiyle gözaltında kötü muameleye sebep olacak uygulamaların yaşanmaması için Bakanlığınızın aldığı önlemler nelerdir?
  • Deprem sonrasında OHAL ilan edilmesi ile kolluk güçlerinin istedikleri gibi davranacakları ve onlardan kimsenin hesap sormayacağı şeklinde bir algı olduğu iddiası doğru mudur?
  • Konuyla ilgili açılmış bir soruşturma var mı? Açılmış bir soruşturma varsa akıbeti ne durumdadır?

Maraş’ta bin kişilik çadır kente 12 tuvalet: Bölgede mobil tuvalet ihtiyacı yükseliyor

Video haber: Metin YOKSU

*

Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından on il enkaz haline geldi. Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde meydana gelen 7.7 büyüklüğündeki depremin ardından aynı gün içerisinde Elbistan‘da meydana gelen 7.6 büyüklüğündeki deprem sonucunda şu ana kadar 31 bin 643 kişi öldü. Depremin bir hafta sonrasında Pazarcık‘ın merkezde bulunan ana caddesi dışındaki bölgeler aydınlatılamamış durumda.

Maraş Parkı‘nda kurulan bin kişilik çadır kente ise yalnızca 12 tuvalet yerleştirilmiş durumda. Deprem bölgelerinden yükselen ortak ihtiyaç mobil tuvalet olmaya devam ediyor. Kent stadyumunda da yine aynı şekilde çadır kent kurulmuş durumda. Çadır kentlerde sabah, öğle ve akşam yemeklerin dağıtıldığı görülüyor. Yeşil Gazete, deprem bölgesinden bildiriyor:

Bir müteahhit daha tutuklandı: İhmalim yok, mukadderat

KKTC’ın başkenti Lefkoşa’da gözaltına alınarak Adana’ya getirilen Hasan Alpargün’ün İl Emniyet Müdürlüğündeki işlemleri tamamlandı.

Alpargün, emniyetten çıkarılması sırasında gazetecilerin, inşa ettiği binalardan bazılarının yıkılmasıyla ilgili önceki sorularına “Mukadderat” cevabını verdiğinin hatırlatması üzerine, bu sözünü yineleyerek, “Benim ihmalim yok. Çok vicdan azabı çekiyorum. Adana’da hasarsız bina yok” dedi.

Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince adliyeye götürülen Alpargün, savcılıktaki sorgusunun ardından çıkarıldığı nöbetçi sulh ceza hakimliğince tutuklandı.

Teslim olmuştu

Adana’da inşa ettiği bazı binaların depremde yıkılması nedeniyle “Taksirle öldürme ve yaralamaya neden olmak” suçundan hakkında arama kararı çıkarılan Hasan Alpargün, Kuzey Kıbrıs’ta yapılan çalışmalar sonucu Lefkoşa Emniyet Müdürlüğüne teslim olmuştu.

990 bin dolar, 890 bin avro ve 500 bin Türk lirasını Türkiye’den transfer etmeye çalıştığı ve Lefkoşa Demirhan bölgesinden daire satın alma girişiminin olduğu öğrenilen Alpargün, gemiyle Mersin‘e getirilerek Adana Emniyet Müdürlüğü ekiplerine teslim edilmişti.