2023 KAHRAMANMARAŞ DEPREMİEditörün SeçtikleriEkolojiManşetTürkiye

Deprem sonrası kimyasal sızıntı ihtimali: Bir ekolojik felaket yaşıyor olabiliriz

0

Merkez üssü Kahramanmaraş olan iki büyük deprem, bir hafta önce Türkiye’de sarılması güç yaralar açtı. On binlerce can kaybı, evsiz kalan milyonlarca depremzede, patlak vermeye başlayan salgın hastalıklar, milyonlarca liralık zarar ve devletten beklentilerin enkaz altında kalışı. Deprem sonrası Türkiye’yi bekleyen başka ikincil felaketler var mı?

Olabilir.

Birçok ilde ağır yıkım yaratan ve bazılarını da yerle bir eden muazzam boyutlu bu afet, hava ve su kaynakları üzerinde ciddi bir kirliliğe sebep olmuş durumda. Yeni bir çevresel sorun da afet de önlem alınmadığı takdirde kısa zamanda ciddi sorunlar doğuracak olan atık problemi ile baş gösteriyor. Depremin yaban hayatı üzerindeki etkileri henüz bilinmiyorken, bölgedeki madenler ve sanayi bölgelerinde depremin yol açmış olabileceği hasar, yaban hayatının da tehlikede olabileceğini akıllara getiriyor.

Çevre Mühendisi ve Çevre ve İklim Politikaları Kıdemli Danışmanı Deniz Gümüşel, depremin çevresel etkilerini Yeşil Gazete için değerlendirdi.

Hava kirliliği

Deprem sonrasında Hatay‘da bulunan İskenderun Limanında dört gün boyunca söndürülemeyen bir yangının yanı sıra bir doğalgaz hattında da yangın meydana geldiğini hatırlatan Gümüşel, “Yangın gibi ikincil afetler, atmosfere kimyasal madde sızıntısı ile birlikte afet bölgelerinde hava kirliliğinin en önemli nedenlerinden biri” diyor. 

Depremin, enkazlar nedeniyle çok fazla partikül madde yarattığını ve toz kirliliğine neden olduğunu açıklayan Gümüşel, aynı zamanda da binaların önemli bir kısmında yalıtım için kullanılan asbestten kaynaklanan ciddi bir kirlilik sıkıntısı olduğuna değiniyor. 

Partikül madde olarak asbest ve tozun insanlarda kansere neden olan maddeler olduğu biliniyor ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından da bu şekilde sınıflandırılıyor.

Gümüşel, enkazlardan havaya dağılan ve asbest içeren tozların enkazın başında yakınlarına ulaşmaya çalışan insanlar, arama kurtarma ekipleri ve enkaz kaldırma ekipleri için de ciddi bir sağlık sorunu oluşturduğunu ifade ederek özel maskeler kullanılması gerektiğinin altını çiziyor: “Enkazlar kısa sürede şehir içlerinden tamamen ve güvenli bir şekilde uzaklaştırılmazsa, sağlık riski taşımayı sürdürecek. Tozumasını engellemek gerekiyor.”

Su kaynakları

Asbest, sadece hava için değil, su kaynakları için de bir tehdit oluşturuyor. Aslında doğada da bulunan bir madde olan asbest, inşaatlarda kullanılabilir hale getirildiğinde son derece zararlı bir madde haline geliyor.

Gümüşel, depremin boyutuna göre yer altı suyu kaynaklarına da bazı kirliliklerin ulaşabileceğini kaydederek şunları söylüyor: “Asbest haricinde de pek çok kimyasal kirlilik riski var. O bölgede bulunan özellikle metalik madenlerin atık havuzlarının ciddi bir risk oluşturması da söz konusu. Örneğin o bölgede İliç’in siyanürlü atık havuzunun açıkta bulunması nedeniyle, bu tür tehlikeli atık bulunduran ve maden sahalarındaki havuzlar, bölgenin su kaynakları için ciddi bir risk yaratıyor.” 

“Deprem nedeniyle bölgedeki toprak katmanlarının birbirine karışması nedeniyle yer altı sularının kirlenmesi de söz konusu olabilir” diye uyaran Gümüşel, maden sahalarında yapılan kazı çalışmalarında çok ciddi asidik göletler veya bazik göletler oluşabildiğini, benzer bir durumun deprem nedeniyle de yaşanabileceğini aktarıyor: 

“Yeryüzüne çıkan farklı kimyasal maddelerin, örneğin kazı çalışmalarında sülfür veya kükürt içerikli katmanlara ulaşılıyorsa orada yağmur sularıyla birlikte sülfat kirliliğine yol açabiliyor. Eğer benzer şekilde deprem sırasındaki kırılmalarda yeryüzüne bu tür katmanların çıkması ya da bu katmanların yer altı suyuyla buluşması söz konusu olduysa buralarda da kirlenme bekleyebiliriz. Dolayısıyla yer altı sularında böyle bir risk var diyebiliriz.”

Depremlerden etkilenen şehirlerde, yer altında bulunan altyapı kayda değer oranda zarar görmüş durumda. Dolayısıyla ilk akla gelen şey atık su ve içme suyu altyapılarının zarar görmesiyle birlikte, atık suyun içme suyu borularına ulaşması.

Gümüşel, şebekelere sağlanan su sistemlerinde ciddi kirlilik tehlikesini bulunduğunun da altını çiziyor: “Şebeke sularında çok ciddi kontaminasyon olma ihtimali olduğu için bu suları kullanmak kesinlikle güvenli değil. Başka bir su kaynağı bulamayanların da bu suyu bir tülbent aracılığıyla süzdükten sonra mutlaka kaynatarak kullanmak gerekiyor.”

Atık bertarafı

Depremin etkili olduğu bölgelerde sekiz gündür elektriğin olmaması, halihazırda bölgede bulunan gıdaların büyük bir kısmının bozulmasıyla sonuçlandı. Bu durum, diğer illerden bölgeye yapılan yardımların çoğunlukla ambalajlı kuru gıda üzerine olması ile sonuçlandı. Şebeke sularının kullanılamaz durumda olması nedeniyle su tedariki de pet şişelerle yapılıyor. Yemek dağıtımı sağlanan merkezlerde ise hijyen koşulları nedeniyle strafor köpük, kağıt veya plastik tek kullanımlık yemek gereçleri kullanılıyor.

Bunların sonucunda hem organik atıklar hem de ambalaj atıkları şehirlerin sokaklarını doldurmaya başlamış durumda. Organik atıklar insan hayatını tehdit ederken, diğer atıklar da çevre için ciddi tehditler oluşturuyor.

Gümüşel de atık sorununa dikkat çekerek “Atık sorunu çok ciddi bir sorun. Yapılabilecek en mantıklı şey ambalaj atıkları ile organik atıkların ayrılması ve organik atıkların mümkün olduğunca alandan hızlı bir şekilde uzaklaştırılmasının sağlanması” diyor: “Bunun için insanların çadır kentler veya konteyner kentler gibi yeni yaşam alanlarında bunu sağlayan bir altyapı sisteminin oluşturulması gerekiyor.”

Atıkların insanlar için çok ciddi salgınlara yol açma potansiyeli olduğunu vurgulayan Gümüşel, şu bilgileri veriyor: 

Atık bertarafı sorunu eğer yeterli şekilde ele alınmazsa ya da yaşam alanlarından uzaklaştırılmazsa çok ciddi bir toprak kirliliğine ve ardından yer altı suyu kirliliğine yol açabilir. Yağmurlar bunu daha da hızlandıracaktır. Atıkların sularının sızması, yağmurlarla birlikte taşınarak istemediğimiz şekilde doğaya karışacaktır.

Yaban hayatında kimyasal kirlilik riski

Depremden etkilenen coğrafyanın genişliği nedeniyle ve kış koşullarının da etkisiyle henüz afetin kırsal kesimlerdeki doğa üzerindeki boyutu ve yaban hayatı üzerindeki etkileri tam olarak bilinemiyor.

Gümüşel, genellikle kırsal kesimlere inşa edilen ağır sanayi ve maden tesisleri ile şantiyelerin depremlerden etkilenmiş olmasının doğa ve yaban hayatı üzerinde etkilere yol açabileceğini dile getirerek, “Bizi en çok endişelendiren şey, bu bölgelerdeki ağır sanayinin, madenlerin, altyapı çalışmalarının, şantiyelerin vs. zarar görmüş olması ve buralardan kaynaklanabilecek kirliliğin gözlerden ırak kalması” diye konuşuyor. 

Başta Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) ilgili odaları olmak üzere bağımsız uzman ekiplerin bu tesisleri denetleyerek atık havuzlarını ve zararlı kimyasal maddeleri sakladıkları depoladıkları incelemeleri gerekiyor. Kimyasal maddelerin yoğun olduğu bu alanların depremden ne ölçüde etkilendiği, hasar durumları ve kimyasal kirliliğe yol açabilecek ikincil afet riskleri bağımsız uzmanlarca denetlenmeli. 

Gümüşel, “Aslında bu Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yapması gereken işlerden biri ama ülkemizin koşulları göz önünde bulundurulduğunda bunların bağımsız denetleme heyetleri tarafından denetlenmesinde çok daha büyük fayda görüyoruz. Kırsal kesime ve yaban hayatına dair en büyük risk, kırsal kesimlere daha yakın olan bu tesislerden kaynaklanıyor” diye konuşuyor: 

Önemli olan bütün bu sanayi tesislerinin ve altyapı tesislerinin şeffaflıkla takip ediliyor ve halkın bilgilendiriliyor olması. Büyük bir ekolojik felaket bunun arkasından geliyor olabilir ya da şu anda oluyor olabilir ve bizim bilgimiz olmadığı için önlem alamıyor olabiliriz. Bu büyük karmaşanın içerisinde ilgili kurumların bu konuya eğilmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz.

You may also like

Comments

Comments are closed.