Ana Sayfa Blog Sayfa 579

Saros vandalizme kurban edilmesin: Fay hattı üzerine yüzer bombalar koymaktan vazgeçin

Saros Gönüllüleri ve Keşan Kent Konseyi, uzmanlarca uyarıların yapıldığı Marmara depremine dikkat çekerek Saros Körfezi‘nin korunması ve bilimsel değerlendirmeler ışığında acilen harekete geçilmesi amacıyla basın açıklaması gerçekleştirdi.

Turizm koruma ve geliştirme bölgesi ve özel çevre koruma alanı olan Saros’un kaderinin vandalizme kurban edilmemesi gerektiğini vurgulayan aktivistler şu ifadeleri kullandı:

“Henüz liman açılışı yapılmamışken, yaşanan depremden ders alınmasını, başta jeolojik açıdan olmak üzere projenin tümüyle yeniden gözden geçirilmesini, hızla yaklaşan Marmara depremi öncesinde fay hattı üzerine Trakya’nın kalbine yüzer bombalar koymaktan vazgeçilmesini talep ediyoruz…”

‣Saros Körfezi’ne ilk gemi girdi: Tehlikenin farkında mısınız? 

Basın açıklamasının tamamı şöyle:

“Beş yıllık mücadelemiz boyunca dava dosyalarımızda, itiraz dilekçelerimizde, basın açıklamalarımızda ve sosyal medya hesaplarımızda Saros Körfezi’nin tüm güzelliklerini, özelliklerini, farklılığını, çeşitliliğini tek tek anlattık, dile getirdik.

Bugüne kadar hep, Körfezin FSRU denilen Yüzer LNG Depolama ve Gazlaştırma Ünitesi limanı ve boru hattı projesi için uygun olmadığını ispatlamak adına sunduğumuz tüm verilerin, bilimsel ve hukuka dayalı olmasına özen gösterdik. Ama maalesef Saros’u katletmeye ant içmiş olanlar, bilimi ve hukuku hiçbir zaman öncelik sırasına almadıkları için çığlıklarımızı duymazdan geldiler.

Katar’ın gazını Avrupa’ya sevk etmek için Edirne’den Çanakkale’ye tüm bölgeyi ve insanlarını çevresel, bilimsel ve hukuksal adaletsizliğe maruz bıraktılar. Bu devasa ticari limanı Saros Denizi’ni katlederek, tarım arazilerimizi yok ederek acımasızca, fay hattı üzerine son hızla inşa ettiler.

Proje başlamadan BOTAŞ’ın açıklamalarında ve ÇED raporunda günde 28 milyon metreküp üretim yapılacak, günde bir gemi ya gelir ya gelmez diyorlardı. Proje bittiğinde geldiğimiz noktada ise daha geçen ay yapılan anlaşmalarla LNG taşımacılığında Saros’u enerji transfer bölgesi Trakya’yı hub alanı ilan ettiler. Umman’dan 10 yıl süreyle, yıllık 1,4 milyar metreküp, Bulgaristan ile 13 yıllık süreyle yıllık 1,5 milyar metreküp uzun yıllara yansıyacak uluslararası anlaşmalar yaptılar.

Bulgaristan Enerji Bakanı imzalanan anlaşmayı ‘tarihi bir belge‘ olarak nitelendirerek, Türkiye’ye kadar ulaşacak gaz miktarlarından bizler de yararlanabileceğiz diyerek mutluğunu ifade etti! Tehlikenin farkında mısınız dostlar? Kazanan başka ülkeler ama katledilen hep bizim denizimiz hep bizim doğamız!

Daha kaç felaket yaşamamız gerekiyor bu ağır bedelleri canımızla ödememek için? Hani bu FSRU limanı sadece Trakya ve Marmara bölgesinin gaz ihtiyacı için yapılmıştı? Hani bölge halkı için yüksek istihdam kaynağı olacaktı? Geçtiğimiz günlerde Yüreğimiz paramparça, kalbimiz depremdeki kayıplarımız ve yaralılarımız için atarken, arkamıza baktığımızda cennet körfezimizin sığ sularında zorla sürükleyerek ilerletilen bir gemi gördük…
Ama bir aksilik vardı, gemi bir türlü ilerleyemiyordu!

Çünkü hesap edemedikleri bir durum vardı! Saros’un her daim olan güçlü dip akıntıları nedeniyle, yaz boyu gemi geçişi için hazırladıkları geçiş güzergahı kumullarla kapanmıştı… Daha ilk günden Saros’a zarar vermeye başladılar! Gemi etrafında beş kılavuzla iple çekilerek zorla sürüklenirken dip kumullarını, dip florasını, balıkların yuvalarını yara- yıka parçalayıp ezerek ilerliyordu.

Aslında dev bir canavara benzeyen gemiye karşı Saros bile yol vermiyor direniş gösteriyordu…. Ve zamanlama yine sinsi ve yine manidar dostlar! Tıpkı pandemide biz davacı tarafın karantinada olduğu dönemde ‘siz evden çıkamazsınız, sakın gelmeyin biz kurumlardan görüş aldık’ diyerek ÇED raporunu olumlu yaptırdıkları gibi manidar.

38 binden fazla canımız gitmiş, ülke yangın yeri, sonsuz yas içindeyiz! Can pazarında yaşayan vatandaşlarımız için yardım seferberliğindeyken, belli ki bir aceleleri var. Anlaşılan Katar’a verilen sözlerin zamanı gelmiş!
Hiçbir hassas dönemde fırsatı kaçırmıyorlar… Ve maalesef daha önce defalarca ihlal edildiği gibi yine projenin Anayasası sayılan ÇED raporunu da ihlal ediyorlar. Şimdi sayacaklarım daha bizim tespit ettiklerimiz, edemediğimiz daha neler var bilmiyoruz:

  1. İskeleyi 270 metre dediler, ihalede 320 metreye çıkardılar!
  2. Boru çapını 1 metreden 90 cm indirdiler.
  3. Proje alanını 52,3 hektar alan dediler ihtiyaç oldukça peyder pey büyüttüler, şu anki işgal alanını hesap bile edemiyoruz.
  4. Deniz dibi atmosferinin oksijen kaynağı deniz çayırlarını, 860 metre uzaklığa taşıyarak dikilen alana ‘yüzde 100 uyum sağlamıştır’ dediler ve izleme raporlarını üç aylık aralıklarla sunacaklardı ya, hiç sunmadılar. Şu anda güya dünyada ilk defa denenen yöntemle proje bittikten sonra yerine dikilecekti ama maalesef  yaşıyorlar mı öldüler mi bizler de akıbetlerini bilmiyoruz!
    BOTAŞ, bir de üstüne üstlük bu akıbeti bilinmeyen çayırların taşınmasından uluslararası Yeşil Elma Ödülleri’nde altın ödül kazanmış! Hani taşınan çayırlar nerede? Öyleyse Proje bittiğine göre artık verilen sözü yerine getirme zamanı! 6 bin metre kare alandan taşınan çayırların deniz dibine indirip yerine geri dikmelerini bekliyoruz…
  5. Projenin bulunduğu bölgedeki çevresel unsurlara azami hassasiyet gösterildiğini, 1 milyon lavanta fidanı, 100 bin zeytin fidanı, binlerce çam fidanı ve badem ağaçları, toprakla buluşturdu diyorlar. Hani nerede siz böyle bir fidanlık görebiliyor musunuz? O çayırların, bu yalanların, her yanlışınızın ve tüm ihlallerinizin takibinde olacağız …
  6. Anayasa ile korunan yanan orman alanı kullanımı kurallarına uymadılar, bunların içinden boru hattı geçirdiler
  7. En önemlisi ülkemizin taraf olduğu, Barselona, Bern, Paris anlaşmaları, bio çeşitlilik sözleşmeleri göz ardı ettiler hiçbirine uymadılar.

Biz artık bu ihlal edilen ÇED ve yalan yanlış verilen sözlerle bir yılda Saros’a kaç gemi gireceğini, kirlenmenin ne boyuta çıkacağını körfezin ve çevresinin akıbetini öngöremez olduk! Ayda, haftada veya günde kaç gemi için güvenlik önlemleri alınacağını, ne kadar temiz deniz hakkımızdan mağdur olacağımızı bilemez olduk. Oysaki; hatırlayınız! İlk davanın keşifi için gelen 10 bilim insanı projeyi hiçbir noktada bilimsel açıdan uygun bulmamışlardı.

İnşaat, çevre, orman, jeoloji, petrol, ziraat mühendisliği açısından, su bilimi, bitki bilimi açısından ve şehir planlamacılığı açısından uygun bulunmadığı anlatılan bilimsel raporlara istinaden ilk davamızı da kazanmıştık.

Tabi kazanmamız işlerine gelmeyince atadıkları bilim insanı sayısının çift sayı olmasından mütevellit davayı usulden bozdular ve bu günlere kadar sürüklendik. Peki şimdi, bunca yaşanan şeyden sonra ne değişti? Neler olacak? Neler yaşayacağız? Şimdi yaşadığımız son deprem felaketinden ötürü bu basın açıklamasını endişe ve korku içinde olan binlerce vatandaşımız adına yapıyoruz…

Beş yıl önce hazırlanan ÇED raporuna bakıldığında da proje alanı ve kara boru hattının bulunduğu alan ‘deprem tehlikesi yüksek olanlar‘ olarak sınıflandırılmıştı. Son yaşanan deprem ile de Kuzey Anadolu Fay hattının harekete geçtiğini söyleyen onlarca bilim insanı Trakya için felaket kapıda olduğunu, her an Marmara’da deprem olabileceğini söylüyorlar.

Yaşadığımız büyük ve yıkıcı bir deprem etkisiyle doğal olarak korkuyoruz…
Sözünde durmayan, sürekli işine geldiği gibi ÇED raporu ihlal edildiğinden hiçbir güven duymuyoruz. Yeni oluşan deprem hatlarına göre yer kabuğu değiştiyse, korkunç bir gerçek ortaya çıkmıştır.

Beş yıl önceki riske göre analiz edilen bölge ve yazılan ÇED raporu başta jeolojik açıdan olmak üzere daha önce incelenen tüm bilimlerden yeniden bilimsel araştırma yapılmasını talep ediyoruz! Ve bilim insanlarının raporlarında dediklerine göre;

  1. Deniz tabanının zemin profilinin balçık, kum tabakasının gevşek orta-sıkı olduğunu deprem etkisi altında sıvılaşma nedeniyle ani oturma olabilecektir.
  2. Liman dolgu alanı için kaçak taş ocağından alınan taşların yeterli sertliği, basıncı, erime, aşınma direnci hesaplanmamıştır.
  3. Aktif fay hattı üzerine yaptığınız limanının ve boru hattının olası bir depremde yatay ve düşey etkisi hesaplanmamıştır.
  4. Olası bir sızıntıda 10 km çapında bölgede yangın olma ihtimali var, yangın risk önlemleri alınmamıştır.
  5. Bir LNG gemisi patlarsa 55 atom bombası şiddetinde etkisi olduğunu söyleyen Türkiye Denizcilik Federasyonu’ndan görüş alınmamıştır.

Biliyoruz ki siz yine bizi de bilimi de dikkate almayacaksınız…. Ama biz susmayacağız, tarihe not düşüyoruz, hep söyledik yine söylüyoruz:
Bu projenin yer seçimi yanlıştır, hatalıdır! Turizm koruma ve geliştirme bölgesi, özel çevre koruma alanı olan Saros’un kaderi vandalizme kurban edilmemelidir… Doğa affetmez! Doğa ile inatlaşmanın bedelini bundan sonra bizler ödemek istemiyoruz.

Henüz liman açılışı yapılmamışken, yaşanan depremden ders alınmasını, başta jeolojik açıdan olmak üzere projenin tümüyle yeniden gözden geçirilmesini, hızla yaklaşan Marmara depremi öncesinde fay hattı üzerine Trakya’nın kalbine yüzer bombalar koymaktan vazgeçilmesini talep ediyoruz…”

 

AFAD: Can kaybı 40 bin 643’e yükseldi

Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından yıkımın boyutu her geçen gün biraz daha artıyor. Depremler nedeniyle yaşanan can kayıplarının 40 bin 642’ye yükseldiği bildirildi.

AFAD Başkanı Yunus Sezer, depremde can kaybının 40 bin 642’ye yükseldiğini açıkladı. Arama kurtarma çalışmalarına ilişkin de konuşan Sezer şunları duyurdu:

  • 40 bin 642 vatandaşımız hayatını kaybetmiş durumda.
  • Arama kurtarma çalışmaları yarın akşam itibari ile büyük oranda sonlandırılmış olacak.
  • Hatay genelinde büyük bir yoğunlaşma var, 13 bine yakın arama kurtarma personelimiz orada görev yapıyor.

 

İTÜ’den Maraş depremi raporu: İmar affına son verilmeli

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) akademisyenleri, merkez üssü Maraş‘ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri olan depremlere ilişkin ön inceleme raporu hazırladı.

Depremlerin ardından inşaat mühendisliği, jeoloji mühendisliği, jeofizik mühendisliği, mimarlık alanından oluşan İTÜ’lü bilim insanları ekibi bölgede inceleme yaptı ve gözlemlerde bulundu.

İncelemeler sonucu hazırlanan raporda; yıkılan binaların enkaz haline gelmesinin nedenleri sıralandı.

13,5 milyon kişinin yaşadığı bölgenin deprem öncesi ve sonrası durumu değerlendirilen raporda, binaların enkaz haline gelmesinde birçok parametrenin etkin olduğu vurgulandı.

Neden yıkıldı?

Raporda, binaların enkaz haline gelmesiyle ilgili şu değerlendirmelere yer verildi:

  • Yıkılan binaların enkaz haline gelmesi hususunda birçok parametre etkin olmakla beraber binaların yaşı, temellerin oturduğu zeminlerin taşıma kapasitelerinin düşük olması, inşaatlarda kullanılan malzeme kalitesinin, kolonlar ve kirişlerin en kesit boyutlarının ve donatı miktarlarının yetersizliği, inşa edildiği yıllarda yürürlükte olan yönetmeliklere uygun olarak taşıyıcı sistem elemanlarının inşa edilmemiş olmaları, diğer yapım kusurları ile bitişik nizamda inşa edilen binaların kat seviyelerinin farklı olmaları gibi hususlar en belirgin yıkım nedenleri olarak görülmüştür.
  • HatayAntakya ve AdıyamanGölbaşı gibi bölgelerde zemin sıvılaşması etkisiyle binaların temel sistemi özelliklerine bağlı zemine batarak ya binanın tamamı yana yatarak ya da kısmen sıvılaşan zemine batarak eğik vaziyette göçtüğü de görülmüştür.
  • Bu depremler sonucunda, betonarme binalar gibi tüm yapıların yönetmeliklere uygun olarak zemin kapasiteleri yüksek olan bölgelerde projelerine azami ölçüde uygun olarak inşa edilen hastaneler ile bazı kamu binaları, böylesine şiddetli depremler sonucunda binalarda oluşabilecek yapısal hasarların çok sınırlı ölçülerde kalabileceğini bir defa daha göstermiştir.

Neler yapılmalı, nasıl yapılmalı?

Raporda, kentlerin yeniden inşa süreci ile ilgili yapılması gerekenler de sıralandı. Öneriler şunlar:

  • Bilimsel temele dayanmayan imar affı, imar barışı gibi mühendislik hizmeti almamış, sağlıksız ve güvensiz yapı stokunu yasallaştıran düzenlemelere son verilmeli, doğal eşikler yeniden yapılanma sürecinde esas alınmalı, yeni planlama sürecinde kültür varlıkları hariç bu alanlarda yapılaşmalara izin verilmemelidir.
  • 6 Şubat 2023 depremlerinde etkilenen bölgelerde kentin yeniden yapılanması sürecini de içerecek şekilde “afet sonrası iyileştirme ve kalkınma planı” hayata geçirilmeli, yeniden yapılanma süreci başlatılmalıdır.
  • Tek tip yapılar yerine depremden zarar gören illerin sosyal ve kültürel yapısının yansıması olan geleneksel kent dokusunun değerlerini referans alan çağdaş mimari tasarımlar önerilmelidir. Yeterli açık alan ve sosyal altyapı alanına sahip, evrensel tasarım normlarında, kültür varlıklarının ve tarihi dokunun depreme karşı dirençliliğini artırmayı hedefleyen, doğaya ve insana saygılı yerleşmeler olarak planlanmalı ve tasarlanmalıdır.
  • Kentsel dönüşüm/yenileme çalışmaları, mevzi, parçacıl ve mevcut kentsel dokudaki riskleri artıran “salt emsal artırımına dayalı kaynak yaratma” yaklaşımı terk edilmelidir. Kentsel dönüşüm projeleri, üst ölçekli planlar ile uyumlu olarak yürütülmeli ve alternatif finansman modelleri gözetilerek kurgulanmalıdır.
  • Kültür, toplumun devamlılığı, kimliğin anlamı ve ekonomik kalkınmada değeri ile, afet sonrası “daha iyi” yeniden yapılandırma sürecinde temel bir güç kabul edilmeli ve tüm toplumu kapsayıcı bir kentsel dönüşüm ve topluluk yönetişim modeli geliştirilmelidir. Yeniden inşa edilecek konutlarda, zemin koşulları vb. birçok farklı koşul dikkate alınarak tünel kalıp ile inşa edilen taşıyıcı sistemler, prefabrike betonarme konutlar ve modüler çelik sistemler birlikte değerlendirilmelidir.
  • Tünel kalıp sistemlerle çok katlı bloklardan oluşan toplu konut inşaatlarının hızla inşa edilebilmesi mümkündür. Ancak, öncellikle bloklar için belirli tip mimari projeler geliştirilmesi, temel ve bodrum katların konvansiyonel kalıplarla inşa edileceği ve bu sürecin de inşaat süresini uzatacağı, üst yapıların tünel kalıp sistemlerle hızla inşa edilebileceği de dikkate alındığı zaman temel derinliği ve bodrum kat sayısının sınırlandırılması veya hafriyat, bodrum kat çevre perde duvarlar vs. inşası belirli bir döngüyle üst kat inşaatlarını olumsuz etkilemeyecek şekilde iyi bir planlama ile yapılması önerilir.
  • Zemin kat ve normal katların her birinin iki gün/kat hızla inşa edilebileceği tahmin edilmektedir. Örneğin, zemin kat ve altı normal kat olmak üzere zemin kat seviyesinin üstünde toplam yedi katlı bir bloğun temel ve bodrum kat inşaat süreleri hariç olmak üzere yaklaşık 15 gün içerisinde inşa edilebileceği tahmin edilmektedir. Prefabrike betonarme, depremler sonrasında ortaya çıkan yoğun konut ihtiyacını karşılamak üzere dünyada yaygın olarak kullanılan bir yapım tekniğidir.
  • Tüm üretim süreci endüstriyel bir disiplinle fabrikalarda gerçekleştiğinden, kalite kontrol bakımından idealdir. Çok katlı prefabrike sistemler, tekrarlı çoklu projelerde konvansiyonel çözümlere göre daha ekonomik olmaktadır. Prefabrike betonarme sistemler, ülkemizde yaşanan önceki depremlerde uygun yapısal performans göstermişlerdir. Yeniden inşa edilecek yapıların bir bölümünde çelik malzemenin sağladığı üstünlükleri kullanmanın çok akılcı olacağı düşünülmektedir.
  • Kısa vadede planlanan az katlı müstakil ya da apartman türündeki konutlar için çelik sistemlerden yararlanılabilir. Bir ila iki kat arası binalarda soğukta şekil verilmiş hafif çelik elemanlı sistemler “aile evleri” olarak tasarlanabilir.
  • Mimari bakımdan düzgün bir şekilde tasarlanmış modüler çelik sistemler deprem güvenliği ile birlikte işlevsellik ve estetik koşulları da sağlayacağından yeniden yapılaşmada (konutlar ve sosyal binalar) rahatlıkla tercih edilebilir. Modüler tasarım hızlı ve kaliteli üretimi de sağlayacaktır. Türkiye’de bulunan gerek hafif çelik gerekse yapısal çelik ürünlerinin üreticileri modüler yapım konusunda oldukça deneyimlidirler.

Bakanlık, depremzede çocukların İHH’de olduğunu doğruladı

Maraş’ta dokuz saat arayla meydana gelen ve 11 ilde yıkıma yol açan iki büyük depremde ailesini kaybeden ve refakatsiz en az 20 çocuğun iktidara yakınlığıyla bilinen İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) tarafından bir eve yerleştirildiği ortaya çıktı.

TELE1’den Egehan Erkün’ün aktardığına göre, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yetkilisi, söz konusu ihbarın ardından bakanlık personellerinin polis ekipleriyle birlikte villaya gittiğini ve konutun Aynur Akdeniz isimli İHH yöneticisine ait olduğu bilgisine ulaştıklarını ifade etti.

Bakanlık kaynağı, Aynur Akdeniz ile 20 depremzede çocuk ve yedi annenin Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde geçmişte de iletişim halinde olduğunu söyledi.

Ayrıca bakanlık personellerinin, çocukları belli aralıklarla ziyaret ettikleri ve herhangi bir aykırılık tespit edilmediği öğrenildi.

Çocuklar mülteci

Bakanlık yetkilisi, villada kalan çocukların ve annelerinin Suriyeli mülteci statüsünde Türkiye’ye geldiklerini belirtti.

Yetkili konuyla ilgili şunları söyledi:

“Çocukları ve annelerini İstanbul’a getiren İHH gönüllüsü Aynur Akdeniz. Ancak ilişkileri Hatay, Kırıkhan’dan beri var. Bu çocuklar ve anneleri Kırıkhan’da zaten beraberler.

Çocukların babaları yok. Anneler ve çocukları var sadece. Depremden önce vefat etmiş veya yoklar. Burada kalan çocuklar Suriyeli mülteci. Bakanlık personelleri gidip gerekli denetimleri yaptı.

Hepsinin annesi orada. Herhangi bir aykırılık yok. Çocukların durumu iyi, sağlıkları ve beslenmeleri iyi. Bizim ekiplerimiz adresi biliyorlar. Ara ara gidiyorlar. Olur da şartları kötüleşirse biz devlet olarak koruma altına alırız.”

‘Çocukların takipçisiyiz’

Afet İçin Feminist Dayanışma da çocukların İHH’ye verilmesine tepki gösterdi:

“Deprem bölgesinden alınıp İHH’nın ‘ayarladığı’ evlere taşınan çocuklarla ilgili Bakanlığın yaptığı açıklama kabul edilemez. Depremzede çocukların yeri tarikat yurdu değil, ‘ailenin rızası vardı’ demek bir bahane değil.”

Ne olmuştu?

Deprem nedeniyle birçok çocuğun ailesini kaybettiği veya çocukların kaybolduğu iddia ediliyor. Depremin ilk günlerinden bu yana bazı depremzede çocuklara devlet tarafından sahip çıkılmadığı ileri sürülüyor.

Bu iddialara ilişkin daha öne açıklama yapan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, “Deprem bölgesinde şu ana kadar ailelerine ulaşılamayan refakatsiz çocuklar konusunda tek yetkili kurum bakanlığımızdır” demişti.

Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği, deprem bölgesindeki refakatsiz çocukların tarikatlar tarafından kaçırıldığı, kendilerini aileleri olarak tanıtan kişilere veya organ mafyalarına teslim edildiğine dair iddialar üzerine suç duyusunda bulundu.

Çağdaş Hukukçular Derneği de depremzede ve kimsesiz olabileceği düşünülen çocukların tarikatlarla ilişkili olabilecek bir derneğe teslim edildiği yönünde ciddi şüpheler içeren bir ihbar aldıklarını duyurmuştu.

Yeni ikincil felaketler kapıda…

Depremin üzerinden on günden fazla geçti. Büyük felaketin ilk üç günü yeterli uzman arama kurtarma ekiplerini ve malzemelerini bölgeye gönderemediğimiz için enkaz altından çıkaramadığımız canların acısına, ikinci hafta itibarıyla yeni acılar eklenmeye başladı. Enkazların kaldırılmaya başlanması ile kayıplarımızın sayısı hızla artmaya başladı ve bu satırların yazıldığı sırada 40 binleri de aştı.

Tüm uyarılara rağmen ikinci haftanın başında bölge bulaşıcı hastalıklar açısından çok riskli hale geldi. Deprem bölgesinde ilk günden itibaren sürekli olarak gözlem yapan Türk Tabipleri Birliği (TTB) gözlemcilerine göre bölgede uyuz, bitlenme vakaları her geçen gün artan sayıda görülmeye başlandı.

Ayrıca özellikle çocuklar arasında zatürre vakaları da artmaya başladı. Henüz su ve gıda kaynaklı bulaşıcı hastalıklar ortaya çıkmadı ama onlarda her an görülebilir. Çünkü depremin üzerinden on günden fazla geçmiş olmasına rağmen bölgede çok az yerleşime su verilebildi. Ancak su verilebilen merkezlerde de su çamurlu akıyor ve yeterli düzeyde klorlanamamış. Bu nedenle kullanılamıyor. Hala bölgede yeterli sayıda seyyar tuvalet ve seyyar duş yok. Bölgedeki kanalizasyon ve atık su arıtma sistemlerinin durumu da bilinmiyor. Bu sistemler kaynaklı sızıntılar yeraltı ve yerüstü su kaynakları açısından tehdit oluşturuyor. Bu durum her an yeni bulaşıcı hastalıklar için risk yaratıyor.

hatay, ikincil felaketler, atık,
Fotoğraf: DHA

Deprem bölgesindeki hemen hemen tüm yerleşimlerde evsel atık dağları oluşmuş durumda. Tabii atık miktarını artmasına hatalı yardım politikaları da neden oldu. Yanlış zamanda gönderilen ve hatalı seçilmiş yardım malzemeleri de bölgedeki atık sorununu ağırlaştırdı. Depremlerde ilk üç gün içinde bölgeye su, soğuk sandviç, iklim koşullarına göre termal nitelikli iç çamaşırı ve çorap, battaniye, bebek maması, bebek bezi, kadın pedi, el feneri, şarj cihazı gibi malzemeler gönderilmesi gerekirken tüm ülkeden panik halinde bir anda çeşitli sınıf giysi malzemeleri bölgeye yığıldı. Oysa ilk günlerde depremzedeler, yardım gönüllüleri ile yakınlarının kurtarılması için enkaz başında olduğundan ve bu malzemeleri depolayacak personel ve alt yapı olmadığından hemen hemen hepsi bir anda çöpe dönüştü.

Şimdi evsel atıkların bir an önce bertaraf edilmesi gerekiyor. Çünkü zaman geçtikçe bu atıklarda kokuşma başlayacak, kemirgenler üreyecek, başıboş hayvanlar bu atıkların başına toplanacak. Bu durum başta şüpheli ısırıklar olmak üzere yeni bulaşıcı hastalıklar sorununa yol açacak.

Çok sayıda yerleşim yerinde hala elektrik yok ve buna bağlı olarak soğuk zinciri oluşturarak güvenli gıda nakli konusunda sıkıntılar sürüyor. Ayrıca elektriğin olmaması yeni yeni kurulmaya başlanan çadır kentlerde güvenlik sorunları yarattığı gibi özellikle gece gereksinim duyulan ısınma sorununun da çözümünü zorlaştırıyor. Elektrikli ısıtıcılar kullanılamadığı için çadırlar odun ve kömürle ısıtılmaya çalışılıyor. Bu durum özellikle çadır yangınları riskini artırırken, TTB adına bölgede gözlem yapan uzmanların gözlemlerine göre yanlış baca uygulamaları ve meteorolojik koşullar nedeniyle de karbon monoksit zehirlenme vakaları da yaşanmaya başladı.

Fotoğraf: Mehmet Ali Özcan – Anadolu Ajansı 

TTB adına bölgede gözlem yapan uzmanların gözlemlediği diğer bir deprem bölgesinin ikinci hafta sorunları içinde hava kirliliği ve asbest kirliliği yer alıyor. Zaten deprem öncesi bölgedeki kömürlü termik santraller ve ısınma amaçlı olarak çok yoğun fosil yakıtların kullanılması nedeniyle yaşanan hava kirliliği deprem sonrası da artarak devam ediyor. Bunun üzerine enkaz kaldırma çalışmalarının gerekli önlemler alınmadan başlaması ile artan tozluluk da eklendi. Bu durum özellikle asbest açısından sağlık risklerini de artırdı.

Asbest ucuz ve doğada çok bulunan iyi bir yalıtkan olduğundan her alanda olduğu gibi binalarda da yoğun olarak kullanılmış. DSÖ’ne bağlı Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC) asbesti insanlar için kesin kanserojen bir madde olarak sınıflaması ile birlikte 1990’lı yıllardan sonra bilindiği gibi birçok ülkede kullanımı yasaklandı.

Ülkemizde de kullanımı 2010 yılından bu yana yasak. Ancak yıkılan ve acele ile enkazı kaldırılan binaların 2010 yılından önce yapılanlarının tamamında asbest kullanılmış. Şimdi enkaz kaldırma sırasında asbest lifleri havaya karışıyor. Ortalama olarak 3 mikron boyunda ve 0.01 mikron eninde olan asbest lifleri yer çekimi ile çökmediği gibi, meteorolojik koşullar ile kilometrelerce uzağa taşınabiliyor. İnsanda asbestosis, akciğer kanseri ve akciğer zarı kanseri olan mezotelioma’ya neden olabiliyor ve bu lifler solunum ile kolayca alınabiliyor. Bu hastalıkların gelişme süresi ise 10 yıldan 30 yıla kadar uzayabiliyor. Korunmak için ise enkazların iyice sulandıktan sonra kaldırılması ve enkaz kaldırma işinde çalışan görevlilerin mutlaka FFP 3 gibi filtreli maskeler kullanması gerekiyor. Enkaz çevresindekilerin de filtreli maske kullanması; eğer sağlanamıyorsa çift kat cerrahi maske kullanması şart.

Ayrıca kaldırılan molozların da daha önceden belirlenmiş olması gereken, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının ve tarım alanlarının uzağında ve geçirgen olmayan bir zemine sahip bölgelere depolanması gerekiyor. Ancak bunun böyle olmadığı TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası’nın açıklamasından anlaşılıyor. Oda’nın yaptığı açıklamaya göre Kahramanmaraş’ta kaldırılan molozlar yeraltı ve yerüstü su kaynaklarını kirletecek şekilde Sır Barajı’nın su toplama havzası üzerine dökülüyor. Enkaz kaldırmada asbest kirliliğine karşı önlemler alınmazsa depremden 30 yıl sonra bu sefer asbestin neden olduğu sağlık sorunları ile yüzleşmemiz kaçınılmaz.

Nüfusumuzun yaklaşık yüzde 16’sının yaşadığı, tarımsal üretimimizin yüzde 12’nin yapıldığı bölgede tarım açısından bu yılın kaybedileceği kesin gibi…

Birçok tarımsal alet ve malzeme yaşanan depremde yok oldu. Köylerde tarımsal üretim için iş gücünün çok önemli bir kısmını kaybettik. Hayvancılık da büyük darbe aldı. Birçok büyükbaş ve küçükbaş hayvan telef olurken kalanlar için ise yem sıkıntısı baş gösterdi. Önümüzdeki aylarda tüm ülke olarak bunun olumsuz etkilerini de yaşayacağız. Zaten gıda enflasyonu açısından dünyada ilk on ülke arasında ülkemizde bu üretim kaybının da gıda enflasyonunu artırması kaçınılmaz…

Büyük bir afet yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz. Üstelik hala koordine olabilmiş değiliz. Karşılaştığımız ve gelecekte karşılaşacağımız ikincil sorunlar ile mücadele edebilir, büyük yıkımın yaralarını sarabiliriz. Ancak tek bir şartla; bilimin yolundan giderek, yeni yerleşimleri aceleye getirmeden kurarak ve iyi koordine olarak…

Yıllar boyunca bu depremin yıkıcı sonuçları ve ikincil uzantıları ile mücadele edeceğiz; kayıplarımızı ve enkaz altından kurtaramadıklarımızı hiç unutmadan…

Soylu’dan itiraf gibi açıklama: ‘Burada çadır kurabilirsin, engellemiyorum’ dedim’

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, deprem bölgesine kimin yardım götürüp kimin götüremeyeceğine kendisinin karar verdiğini itiraf eder nitelikte açıklamalarda bulundu.  Soylu, Ahmet Hakan‘ın CNN Türk‘teki Tarafsız Bölge programında “Hazzetmediğim bir partinin belediyesine de ‘Burada çadır kurabilirsin’ dedim” dedi.

Süleyman Soylu, katıldığı programda “Kendimin hazzetmediği, terör örgütüyle ilişkilendirdiğim bir partinin belediyesine de ‘burada çadır kurabilirsin, engellemiyorum‘ dedim” ifadelerini kullandı. Soylu’nun aynı yayında “Bizim hazırlığımız İstanbul depremiydi. Fakat Kahramanmaraş hattı da bizim için önemli alanlardan bir tanesiydi” açıklamaları da tepki çekmişti.

Ancak depremin merkez üssü Maraş’ın Pazarcık ilçesinde bulunan Hasankoca Mahallesi Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği‘nde, toplanan yardımlara el konulmak istenmiş, HDP, emek ve meslek örgütlerinin koordinasyonunda çok sayıda yardımın organize edildiği dernek binasına jandarmalar eşliğinde kaymakam gelmişti. Yardımların sadece AFAD tarafından dağıtılacağını söylenerek derneğe kayyum atanmıştı.

Hatay: 296’ıncı saatte üç kişi sağ olarak kurtarıldı

Kahramanmaraş merkezli depremlerin yıkıma neden olduğu Hatay’da, Antakya ilçesinin Türkmenbaşı Caddesi‘ndeki Kanatlı Apartmanı enkazında ses ve ısı alınınca arama – kurtarma çalışması yoğunlaştırıldı.

DHA‘nın aktardığına göre, Kanatlı Apartmanı’nın enkazından biri çocuk 3 kişi depremin 296. saatinde kurtarıldı.

Yapılan çalışma sonucu 296’ncı saatte enkazdaki 1’i çocuk, 1’i kadın üç kişi kurtarıldı. Ambulanslara taşınan yaralılar, Antakya’daki sahra hastanesine götürüldü.

Hatay, yardımların ve arama kurtarma çalışmalarının en geç ulaştığı kentlerden biriydi. Vatandaşlar yalnız bırakıldıklarını söyleyerek üçüncü günde yoğunlaşan arama kurtarma çalışmalarına sevinir hale gelmişti. Bugün depremin 13’üncü günü ve üç kişi mucizevi bir şekilde kurtarıldı.

Her geçen gün ağırlaşan bilançoda umut olan kurtulma haberleri, arama kurtarmanın daha erken başlatılmış olması durumunda daha çok insanın enkazdan kurtarılabilmiş olması ihtimalini akıllara getirdi.

Hatay’dan ümit kesildi mi?

Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6’lık depremlerin en etkili olduğu illerin başında gelen Hatay’da, yıkılan binalarda 19.02.2023 (Pazar) tarihi itibariyle enkaz kaldırma çalışmasına başlanacak.

Hatay Valiliği tarafından yapılan açıklamada, ekli listede belirtilen adreslerde bina sakinlerinin istedikleri takdirde enkaz kaldırma çalışmalarına refakat edebilecekleri belirtildi.

Açıklamada, “Yapılan planlama çerçevesinde ilerleyen günlerde yapılacak enkaz kaldırma çalışmalarına ilişkin güncel adres listesi bilahare Valiliğimiz web sitesi üzerinden paylaşılacaktır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur” denildi.

AKP: Seçim ertelenmez, süreç aynen devam ediyor

Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK), seçim altyapısını sağlayıp sağlayamayacağının değerlendirildiği AKP’de, oy kullanma alanları, seçmen kütüklerinin güncellenmesi gibi teknik altyapının sağlanması halinde, seçimlerin yapılmasına engel bir durum olmayacağı, önümüzdeki süreçte gerekli teknik altyapının sağlanabileceği görüşü öne çıktı.

Depremlerin ardından, yıkıcı afet koşullarında seçimlerin nasıl yapılacağı tartışılıyor.

Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın, deprem nedeniyle seçimlerin ileri bir tarihe ertelenmesi önerisini gündeme getirmesi de tartışmayı alevlendirdi.

Muhalefet kanadında, Arınç’ın mensubu olduğu AKP’nin “niyetini” dile getirdiği yorumları da yapıldı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, depremden sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile Beştepe’deki görüşmesinde de deprem sonrası alınacak önlemler ve atılacak adımların yanısıra, yaklaşan seçimlerde nasıl yol izleneceği konusunu da ele aldıkları konuşuluyor. Ancak görüşme sonrasında herhangi bir resmi açıklama yapılmadı.

‘Süreç aynen devam ediyor’

Gözlerin çevrildiği AKP’de ise Yüksek Seçim Kurulu’nun deprem bölgesinde seçimi yapıp yapamayacağı ve hangi koşullarda yapabileceği konuları değerlendiriliyor.

Edinilen bilgiye göre, YSK’nın da görüşü alınarak yapılan değerlendirmelerde, teknik altyapının sağlanması halinde seçimlerin 14 Mayıs’a da yetişebileceği öngörüldü.

BBC Türkçe’ye bilgi veren AKP’li bir yetkili, şu anda seçim takviminde bir değişiklik öngörülmediğini belirterek şu bilgileri paylaştı:

Seçim ertelenmez, süreç aynen devam ediyor. Gerekli teknik altyapı hazırlanırsa 14 Mayıs’ta seçim olur. Partide, yetkili kurullarda bunlar değerlendiriliyor. Mesela, oy verme yerleri için teknik destek gerekiyor, konteyner gerekiyor. İlçe seçim kurullarının mühürlerinin basılması gibi teknik hazırlıklar yapılması gerekiyor. Bunlar yetiştirilir.

AKP kulislerinde, siyaseten de seçimin ertelenmesine sıcak bakılmıyor ve ileri bir tarihe atılması halinde, şartların daha da ağırlaşabileceği ve muhalefetin de “seçimden kaçtığı, sivil darbe” söylemleri ile yıpratma politikası izleyeceği değerlendiriliyor.

Seçimi erteleme kararı verip vermeme konusunda son sözü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın vereceğine dikkat çekilmesine karşın, “Parti kurullarında bir karar alınmadı ama 14 Mayıs ağırlıklı görünüyor. Yetişmez denirse de 18 Haziran’da yapılır” görüşü dile getiriliyor.

Prof. Dr. Ercan’dan Bakan Kurum’a ‘onurlu ayrılış’ çağrısı: Görevinizi yetkin bir bilimciye bırakınız

Türkiye‘nin 10 ilinde büyük yıkıma neden olan Kahramanmaraş merkezli depremlere ilişkin açıklama yapan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, “Cumhuriyet tarihimizin en büyük afet konutu seferberliğini başlatıp, bir yıl içerisinde tamamlayacağız” demişti.

Jeofizik Yüksek Mühendisi Prof. Dr. Ahmet Ercan‘dan Bakan Kurum’a bu sözleri üzerine bir çağrı geldi. Prof. Dr. Ercan, Twitter hesabı üzerinden Kurum’a seslendi.

‘Lütfen görevinizi başarıyla yapabilecek, yetkin bir bilimciye bırakın’

Ercan, şunları söyledi:

“Sayın Bakan Murat Kurum, bu bölgede büyük bir deprem olacağı uzun yıllardır bilinmektedir.  Deprem bölgesindeki olağanüstü yıkımın tek sorumlusu değilsiniz. 1950’den sonra yeralan neredeyse tüm yönetimlerdir. Ancak, siz 20 yıldır görevdesiniz.

Bu süre içinde gerekli çalışmalar yapılsaydı, yitimler çok azalabilir, oradaki yapıların tümü de dönüştürülebilirdi. Kaldı ki, bugün bir yıl içinde tüm yapıların dikileceğini söylüyorsunuz. Peki, iş bu kadar çabuk oluyorsa, bunu neden önceden yapmadınız? Acımız çok büyük.

Kamuoyunun yaralı gönlünü bir nebze rahatlatmak için, sizden rica ediyorum, lütfen görevinizi başarıyla yapabilecek, yetkin bir bilimciye bırakınız. Bu çok onurlu bir ayrılış olacaktır. Bilginize sunarım.”

EŞİK: Diyanet’in evlat edinme açıklaması Medeni Yasa’ya aykırı, işlem başlatılmalı

Depremde ailesini kaybeden çocukların durumuna yönelik halen ciddi bir takip sistemi kurulamazken, sosyal medyada, “Depremzede çocuklara koruyucu aile” kampanyaları başlatıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı, ailelerin evlat edindikleri çocuklara, “Öz evlat gibi davranmasının” doğru olmadığını ve “Evlat edinenle evlatlık arasında evlenme engeli olmadığını” açıkladı.

Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), Diyanet’in “evlat edinenle evlatlık arasında evlenme engeli yok” yanıtına ilişkin yazılı açıklama yaptı.

‘Evlat edinme dendiğinde, Diyanet’in aklına gelen evlilik ve miras’

“Evlat edinme dendiğinde, Diyanet’in aklına gelen evlilik ve miras” başlığıyla yapılan açıklamada, Diyanet verdiği yanıtın Medeni Yasa‘ya aykırı ve Ceza Yasası‘na göre suç olduğunun altını çizen EŞİK, “Bu, Diyanet’in çocukların cinsel istismarının önünü açan ilk açıklaması değil” dedi.

‣ Diyanet’ten ‘depremzede evlatlık’ sorusuna yanıt: Evlat edinen, evlatlığıyla evlenebilir

EŞİK açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

Daha önce Diyanet Vakfı yayınlarında ‘evlilikte alt sınırın kızlarda dokuz, erkeklerde 12’ olarak belirtildiği ortaya çıkmıştı. altı yaşından itibaren yıllarca cinsel istismara maruz kalan H.G.K.’nın duruşmasının üzerinden daha bir ay bile geçmedi!  Diyanet’in, evlat edinilen çocuğun ‘evlat edinenin nesebine kaydedilmemesi’,  ‘mirasçı olmaması’ ve sadece ‘çocuğu olmayan ailelerin kimsesiz çocukları büyütmek üzere yanlarına almalarında bir sakınca görülmemekte’ ifadeleri de hukuka ve Medeni Kanun‘a aykırıdır.

Diyanet’in çocuk yaşta zorla evlendirmeleri teşvik eden ve çocukları her türlü istismara açık hale getiren bu açıklamalara derhal son vermesi çağrısının yapıldığı açıklamada,  açıklamaları yapan sorumlular hakkında işlem başlatılması gerektiği vurgulandı.

Ne olmuştu?

Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu‘nun fetva  sitesinde 10 ili yıkan depremlerin ardından “ihtiyaç duyulan konulara açıklık getirmek” amacıyla özel bir bölüm oluşturdu. Diyanet, burada “Deprem bölgesinden sıkça sorulan sorular” adı altında, “Koruyucu aile olmanın hükmü nedir?” sorusuna yanıt vermişti.

Din İşleri Yüksek Kurulu’nun sitesinde, “Depremzede çocuklar evlat edinilebilir mi?” sorusuna verilen yanıtta şu ifadeler kullanıldı:

“Dinimizde kimsesiz çocukların bakım ve gözetilmesi tavsiye edilmiş olmakla birlikte hukuki birtakım sonuçlar doğuran bir evlatlık müessesi kabul edilmiş değildir. Buna göre, evlat edinenle evlatlık arasındaki bu ilişki sebebiyle bir evlenme engeli doğmadığı gibi, evlatlığın kendi öz anne babasının yerine, evlat edinenlerin nesebine kaydedilmesi de caiz değildir.”

Ayrıca evlat edinilen çocukla, evlat edinenler arasında birbirlerine mirasçı olma hakkının da söz konusu olmadığını söyleyen Diyanet, soruya şu yanıtı verdi:

“Ancak evlat edinenler hayatta iken diledikleri kadar malı evlatlık olarak büyüttükleri çocuğa hibe edebilecekleri gibi, mallarının üçte birini vasiyet yoluyla da ona bırakabilirler. Bu itibarla, mahremiyet ile ilgili dini kayıt ve şartlara riayet etmek kaydıyla çocuğu olmayan ailelerin kimsesiz çocukları büyütmek üzere yanlarına almalarında bir sakınca görülmemektedir. Ancak bu davranış, evlat edinme olarak algılanmamalı ve aralarında mirasçılık cereyan etmemelidir.”

Yasalara göre, evlat edinilen çocuk ailenin kan bağı olan çocukları gibi mirastan eşit olarak yararlanıyor.

Diyanet’in açıklamalarına dair haber, özellikle sosyal medyada büyük tepki topladı. Haberden yaklaşık iki saat sonra, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun sitesindeki ilgili sayfa silindi. Depreme dair tüm soru ve yanıtların yer aldığı sayfadan da “Depremzede çocuklar evlat edinilebilir mi?” sorusu ve yanıtı çıkarıldı. İlgili ifadelerin kaldırılmasına ve silinmesine karşın Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından konuyla ilgili henüz bir açıklama yapılmadı.

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun internet sitesinde yayınlanan ve silinen sayfaların web arşivine kaydedilmiş hallerine buradan ve şuradan ulaşabilirsiniz.