Ana Sayfa Blog Sayfa 4765

İklim dehşeti – Derya Sazak

Sert bir kışın ardından güneş yüzünü gösterdi. Ancak sevinmeyelim. Kuzey Avrupa ve Türkiye bu yıl buz kesti. 30-40 yıldır görülmemiş kar yağdı. Kimi araştırmacılar bu durumun “küresel ısınma” iddialarını boşa çıkardığını savundular. Oysa “soğuma” ısınmanın bir sonucu olarak değerlendiriliyor. Bu da iklim dengesini bozarak sert doğa olayları yaşanmasına yol açıyor.
Japonya’da geçen yıl yaşanan deprem ve tsunaminin yol açtığı Fukuşima Nükleer Santralı’ndaki felaket küresel bir tehdide dönüşmüştü. Greenpeace Başkanı Kumi Naidoo İstanbul ziyaretinde “nükleer santral intihardır” mesajı verdi.
Sabancı Üniversitesi Uluslararası İklim ve Enerji Merkezi’nin düzenlediği toplantıda “iklim dehşeti” masaya yatırıldı. Cenevre’deki Uluslararası Enerji Ajansı Başekonomisti Dr. Fatih Birol, 2035’te 6 derecelik ısınmanın dünyayı yaşanmaz kılacağını anlattı.
2017’ye gelindiğinde 2 derecelik ısınma eşiği aşılıyor. Ve sürdürülebilir bir yaşam için karbon emisyonu kotasının yüzde 80’i doluyor.
İklim değişikliğiyle savaşımda ortak bir politika ve liderlik için ne kadar zamanımız var?
Dr. Fatih Birol’un sunumundan aktaralım:
‘’Nükleer enerji iklim değişikliği konusunda çözüm oluşturabilecek bir araçken Fukuşima sonrasında birçok ülkenin nükleer konusunda kaygıları arttı. Japonya, Fransa ve Almanya, nükleer enerjinin geleceğini tartışıyor.
‘Arap baharı’ da enerji sektörünü olumsuz etkiledi.
Petrol fiyatları artıyor.
2010’da karbon emisyonları rekor düzeye ulaştı. Bu tarihin en üst noktası. Ülkeleri yönetenler bir araya geldiklerinde sorunun farkında gözüküyorlar, enerji verimliliği üzerinde duruyorlar. Fakat enerji verimliliği her yıl yüzde 1 azalıyor. Bu da daha fazla kaynak tüketimidir.
Durum böyleyken özellikle Avrupa’nın enerji ihtiyacı her yıl daha da artıyor. İlk defa Avrupa’nın enerji faturası 500 milyar dolara ulaştı. Bu rakam Yunanistan’ın borcunu (375 milyar dolar) geçiyor.
Gelecekte enerji için asıl talep Hindistan, Çin ve Rusya’dan gelecek.
Dünyanın ısınmasının 2035’te 2 derece eşiğini aşmaması için ne kadar vaktimiz kaldı?
Enerji tüketim eğilimleri devam ederse 2035’te ısınma 6 dereceyi bulabilir.
Bu da felaket demek.
2 derece ısınma sürdürebilir ancak önümüzdeki 25 yıl içinde hiçbir şey üretmesek bile (ev, araba, yeni fabrikalar) şu andaki altyapıyla mevcut emisyon kotasının yüzde 80’ini zaten dolduruyoruz.
2017’ye geldiğimizde 2 derece ısınmayı karşılayacak emisyon kotası dolacak.
Ne yapacağız?’’
Durban zirvesinde ülkeler karbon kotalarını sınırlandırmayı sözde kabul ettiler. Pratikte sonuç değişmedi!
Sıcak bir yaza hazırlanalım.

 

Derya Sazak – Milliyet

Yalancı baharların yorgunluğu – Leyla İpekçi

Bir kar tanesinde saklı bahar… Geliyor usul usul. Kar gitmese de, o geliyor.

 

Mevsimlerin geçişine hiçbirimiz hükmedemiyoruz, sıfırdan bir mevsim imal edemiyoruz. Ne ki bazen polenler de tozuyor kar ile birlikte. Ne güzel diyoruz. Bahar karları, ne güzel…

Ama bu coşku baharda çiçeğe kesmiş tohumların alev alev yanışını izlemekten ibaret değil. Bizler burada daima iki ateş arasındayız. Biliyoruz.

Biliyoruz, çünkü baharın vaat ettiği her müjde, mesela Nevruz kutlamalarından kin devşirmek isteyenlerin ateşini harlıyor bir kez daha. Hangi ateş bu?

Kardeşliğin, sevginin, aşkın yükselen alevlerinde hep birlikte yanacakken bu bahar bahçesinde… Yine öfkenin, kinin, savaşın, yıkımın ateşine odun taşıyoruz. Sevinemiyoruz. Sevemiyoruz. Aşk ateşiyle kin ateşi arasında kalakaldık, sevilemiyoruz da.

Baktığımız her şeyde bizi ayıran, çatıştıran dilin sesini duyuyor, onu çoğaltıyoruz. Hayır! Böyle gelmez bahar! İçinde ‘sevgili’nin olmadığı ateş bahçeleri sadece cehennem azabı veriyor bize.

Öyleyse duralım biraz. Ben durdum çoktan. Âh çekiyorum! Hiç ayırt etmeden herkesin gasp edilmiş hakları için çabalayanlar da âh çekiyor bugün, adaleti herkes için isteyenler… Çünkü galip gelen yalancı baharlar oldu hep.

Gözlerimiz kaydettikçe, kulaklarımız duydukça, bizler yazdık durmadan. Şahitlik ettik tarih için. Vicdanlar için. Yıllar geçti. Bizden önceki nesiller geçti, bizimle başka nesiller de geçti. Hep aynı kelime terkiplerini aşındırdık, tükettik. Ne olur yeter artık. Başka bir dil konuşalım. Usul usul öğrenelim onu birlikte. Bizi yeniden buluşturan, kavuşturan o dilde hakikati çoğaltalım biraz da.

Bu bizi harap eden, laçkalaştıran, çukurlarda boğan çatışmacı dili konuşmak bir yana, duyamıyorum da ne zamandır. Kulaklarım aşk ilahileri duymak istiyor artık. Sevenlerin zikriyle, sevilenlerin zikriyle mecazî aşkların gerisindeki ilahi güzelliği ‘işitmek’ istiyor. Bizi kan çanağına itmeye çalışan fitnecilerin psikolojik harp harekâtlarını kaydetmekten yoruldu zihnim. Gözlerim, baktığı her şeyde tecelli eden nurlu akisleri ‘keşfetmek’ istiyor artık.

Size de öyle gelmiyor mu bu bahar? Cehennemlerden bahsetmek… Çamur doldurduğumuz çukurları on yılların çözümsüzlüğünde paneller içre tartışmakla yetinmek. Kendi kusurlarımızı örterek hep başkalarının kusurunu mesele etmek. Kendimize sadece günahlarımızı hatırlatıp kandan, kinden, katliam acılarından kirli yarışmalar düzenlemek… İnsanlığımızı eksiltti, ruhumuzu köreltti.

Neye iman etmişsek onu imha etti, kaldırdı bizden güzelliğimizi. Kalbimizi taştan daha katı yaptı. Çirkinleştirdi dünyamızı… Bütün ömrümüzce Rabbimiz bizimleydi evet ama biz kiminleydik? Sözümüzü, emanetimizi, vücudumuzu, vaktimizi, kâinatımızı nasıl taşıdık? Hangi adlarla? Ne adına?

Ümitsizliğe teslim olduk, bu en kolayıydı sanki ama kötülük çoğaldı sadece. Yeise kapıldıkça günahkârlığımızı ‘evrensel’ addettik. Günahın kabuklarını pıtır pıtır döküp dağıtacağımıza, yüreğimiz yana yakıla pişman olup, bir daha yapmamacasına tövbe edeceğimize yeni suçlar işledik hevesle.

Bilemedik affedilmeyi, ümit etmedik rahmeti. Oysa rahmet, gazabı geçecektir. Bu en büyük umut idi. Unuttuk. Hiçbir günah Rahman’ın affediciliğinden üstün değildi. Gündemi suçların teşhiriyle oluşturduk. Haberciliği kötülüklerin afişe edilmesiyle örtüştürdük. Entelektüel olmayı günahlarımızı kürsülerde ciddiyetle tartışmaya indirgedik. Ateş bahçeyi yaktı hep.

Artık ateşin yakmadığı o bahçede, ateşe kesmiş çiçeklerle yanmak zamanı gelmedi mi, yüzümüzü güneşe verip? O aşk ile harlanmış ateş bahçesi ezeli ilmimizde, aslî tabiatımızda vardı, değil mi?

Toprağın kokusuyla, çimlerin yeşiliyle doldurmak istiyorum gözlerimi. Kulağım seher vakti öten bülbülün aşk nâralarını özledi. Kalbim ısınmak istiyor, kurtulmak istiyor dikenlerinden. Yufka açsın biraz da ellerim, tohum atsın toprağa, kuzuları sevsin, merhamet etsin muhtaçlara. Açılsın artık bir erik ağacının çiçekleri gibi şu gündelik hayatımız. Sıradan ve güzel, olağan ve esinleyici olsun. Ve Niyazi Mısri tamamlasın gerisini:

“Sevdim seni hep varım, yağmadır alan alsın. Gördüm seni efkârım, yağmadır alan alsın. Aldın çü beni benden, geçtim bu can ü tenden. Aklım dahi her varım, yağmadır alan alsın.”

Yeniden diriliş gününde, hepimiz bu dünyada neyin mağlubu isek ve en fazla ne ile meşgul oluyorsak, onun icap ettiği biçimde geleceğiz hesap vermeye. Önceden kendimizi hesaba çekme vakti gelmedi mi daha, bu baharla birlikte?…

 

Leyla İpekçi – Zaman

 

[Son Dakika]: İspir’de HES inşaatında “Allah’tan” ölüm yok

EnerjiSA tarafından Çoruh Vadisi’nde inşaatı süren Arkun Hidroelektrik Santrali’nde (HES) devam eden dinamitleme nedeniyle civardaki evlerde ağır hasar oluştu.

İspir’in Çamlıkaya beldesi yakınlarındaki HES inşaatında bugün gerçekleştirilen dinamitleme sırasında fırlayan kaya parçaları yakınlardaki evlerin duvarlarını kırarak evlerin içine düştü. Evlerin duvarlarında büyük delikler açıldı, bazı dükkanların camları kırıldı, çevredeki viyadüklere de büyük taş parçaları düştü. Olaylarda şans eseri ölen ya da yaralanan olmadı.

Konuyla ilgili Yeşil Gazete’ye konuşan Murat Çimen şunları kaydetti: “Bugün öğlen saatlerinde büyük bir patlama sesiyle irkildik. Patlama sesinin ardından yakınlarımda çığlıklar ve bağrışmalar duydum. Bizim buralarda böyle durumlarda acil bir durum olduğunu belli etmek için havaya ateş açarız. Ben de havaya bir iki el ateş ettim. Sonrasında kaya parçalarının evimin duvarını delerek içeriye girdiğini öğrendim. Ardından jandarma geldi, neden ateş ettiğimi sorarak karakola çağırdı. Olanları anlattım, patlama nedeniyle evimin duvarlarında açılan büyük delikleri gösterdim. ‘Bu suç değil de benim havaya ateş etmem mi suç?’ dedim”

Olayın ardından inşaatta çalışan taşeron şirketin yetkililerinin de kendisini ziyaret ederek özür dilediğini belirten Çimen yetkilerinin kendisine “Allah’tan bir şey olmadı. Biz de taşeron şirketiz, ‘patlatma yap’ diyorlar yapıyoruz, çaresiziz. Yoksa işi alıp başka taşerona veriyorlar” dediklerini kaydetti.

Çimen’e göre söz konusu Arkun HES projesinin ÇED raporunda “Çevrede yerleşim birimi yoktur” yazıyor. Çimen, bölgenin aynı zamanda yaban hayatı koruma alanı olduğunu, ancak santral projesi başlayınca bu statüsünün iptal edildiğinin söylendiğini kaydediyor.

“Etrafında yerleşim birimi yoktur” diyen ÇED raporuyla çelişir biçimde, santralin yakınlarındaki 25 ev istimlak edildi. Çimen “Vadinin bu yanında 16, diğer yanında ise 8-9 ev var. Bize hane başına 30.000 TL vererek “Gidin başka yerde yaşayın” diyorlar. Böyle şey olur mu? Yönetmelik de elimizi kolumuzu bağlıyor, itiraz etme hakkımızı elimizden alıyor. EPDK ve HES’çi şirketlerin insafına bırakılıyoruz.” diyor.

Aynı bölgede bundan bir süre önce yaşanan “LİMAK baskını” olaylarında da 1000 kişi protesto amaçlı toplanmış, İspir kaymakamının “25-30 kişi bana ismini yazsın, onlarla konuşalım” demesinin ardından ismini yazan kişiler hakkında “mala zarar vermekten” dava açılmıştı. Davanın ilk celsesi 3 Nisan’da görülecek.

Özel Haber: Durukan Dudu

(Yeşil Gazete)

 

Obama: Petrol teşviklerini kesin

Cumartesi günü haftalık radyo demecini petrol konusuna ayıran ABD Başkanı Barak Obama, ABD kongresine petrol şirketlerine verilen teşviklerin kesilmesi için kuvvetli bir çağrı yaptı. Başkan, Beyaz Ev’deki ilk dört senesi dolarken, henüz yasamayı senede 4 milyar doları bulan bu vergi teşviklerini kesmeye ikna edebilmiş değil. Başkanlık seçimleri yaklaşırken Cumhuriyetçi adayların benzin fiyatlarına indirgenmiş eleştirilerinin basitliğine karşı petrol piyasasının karmaşıklığına dikkat çeken Obama, daha önce de bu sorunu petrol kuyusu kazarak çözemeyiz demiş, ancak diğer taraftan, olabileceğinden kısıtlı çapta da olsa, yerel petrol kaynaklarının geliştirilmesi yönünde adımlar atmaya devam etmişti.

Önümüzdeki hafta içinde ABD kongresi petrol teşviklerini kesme konusunda bir oylamaya gitmeden önce Obama, “kartlarını ya geçtiğimiz yüzyıldan kalma bir fosil yakıta yada Amerika’nın geleceğine oynayabilirler” dedi. Obama, 350.org’un ifadesini doğrudan alıntılayarak ‘her kongre üyesinin kayıt altında olacağını’ söyledi ve halkı onlara telefonlar ve e-postalarla baskıda bulunmaya çağırdı. Demecinde, bir ‘tüm şıklar’ stratejisi izlediklerini ifade eden Obama, petrol ve gaz kaynaklarını geliştirdikleri gibi, güneş ve rüzgar enerjilerini, biyo yakıtları ve yeni nesil araçlar geliştirdiklerini, bu sebeple çok sayıda Amerikalının işi olduğunu söyledi.

Diğer taraftan, Cumhuriyetçi Parti haftalık radyo demecinde Obama’yı benzin fiyatlarını düşürememek ve yeni petrol kaynaklarının önünde engel olmakla suçlarken, yaklaşan Amerikan başkanlık seçimleri için Cumhuriyetçi Parti aday adayları birbirlerini ne kadar muhafazakar ve ne kadar ekonomik

"Toplumsal muhafazakar" aday Rick Santorum
"Toplumsal muhafazakar" aday Rick Santorum

büyüme taraftarı olduklarını ispat ederek aşmaya çalışmaya devam etti. Aday adayları bu hafta da birbirleriyle adeta küresel ısınma konusunda ne kadar fütursuz oldukları üzerinden yarıştılar. Son olarak, “küresel ısınma yalanına hiçbir zaman inanmadığı”yla iftihar eden evangelist hristiyan sağ aday Rick Santorum, Pazartesi günü Meksika körfezi kıyısındaki Missisipi eyaletinde konuşurken, enerji yatırımlarını savundu ve “Karbondioksidin tehlikeleri mi?, yahu gidin bunu bir de bitkilere izah edin hele” cümlesini sarf etti. Kalkınma ve küresel ısınmanın ilişkisi üzerindeki cehaleti ve bıçkın popülizmiyle bazı önde gelen Türkiye siyasetçilerini aratmayan Santorum, daha önce Cumhuriyetçi rakiplerini de “insan kaynaklı iklim değişikliğinin uydurma bilimi”ne inanmakla idham etmiş ve Başkan Obama’nın enerji politikasını eleştirirken küresel ısınmanın “iklim bilimi değil siyaset bilimi” olduğu ifadesini sarf etmişti.

Daha önce de diğer Cumhuriyetçi  aday adaylarından kuvvetli ekonomik büyüme söylemini ön plana çıkaran sözde ‘ılımlı’ aday Mitt Romney ‘arabaların üstüne yel değirmeni mi dikeceğiz yani’ diye sorarken diğer muhafazakar aday Newt Gingrich de yeni enerji kaynakları geliştirmek yerine daha fazla petrol kuyusu kazmayı savunmak üzere yazın eline bir kavanoz yosun alanın benzin istasyonuna gidip müşterilere benzin mi yosun mu tercih edeceklerini sormasını tavsiye etmişti. Gingrich federal Çevre Koruma Ajansı EPA’i kaldırıp yerine bir Çevre Çözümleri Ajansı kurmayı teklif etmesiyle de tanınıyor. Başkan Obama’nın fosil yakıtlardan yeterince hızlı vaz geçmeyen ve nükleeri dışlamayan enerji politikası, ve uluslararası iklim müzakerelerindeki tek taraflı tavrı küresel ısınmayı durdurmak için sürdürülebilir bir enerji politikası isteyeleri tatmin etmekten çok uzak. Ancak, Keystone XL boru hattını reddetmesi ve petrol sanayiine teşviklerin önüne geçme çağrısı ve de toplum kesimlerinin tepkilerini dinler siyaset tarzı, ekolojik kaygıları olan çoğu seçmen için Obama’yı Cumhuriyetçi rakiplerine nazaran tercih edilir aday yapıyor.

 

(NPR, Huffington Post, Beyaz Ev resmi sitesi, colbertnation)

İnsani Gelişme Endeksi ve Çanakkale – Oral Kaya

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) geçen hafta  Cuma günü Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sevim Buluç Oditoryumunda 2011 İnsani Gelişme Raporu’nun tanıtımını yaptı. UNDP, Çanakkale’de birçok insanın aşina olduğu, tanıdığı en bilinir uluslar arası kurumlardan birisidir. Uzun zamandır uygulanan Yerel Gündem 21 programının ülkemizdeki sorumlusu olan bu kurum, özellikle Çanakkale Ticaret Borsası ile ortak olarak yürütülen “Yüzü Gülen Operatörler” projesi ile de akıllarda kalmış idi.

Birleşmiş Milletler Türkiye koordinatörü ve UNDP Türkiye temsilcisi Shahid Najam tarafından gerçekleştirilen sunum, 1990 yılından bu yana hazırlanan raporların tanınırlığının arttırılabilmesi için gerçekleşen bir seri toplantının Çanakkale ayağı idi. Küresel çapta deneyimlere dayalı analiz çalışmaları olarak hazırlanan raporların her yıl temel bir ana başlığı olmakta. 1992 yılından bu yana da Birleşmiş Milletlerin ülke ofislerinin desteği ve çalışmaları ile Ulusal İnsani Gelişme Raporu hazırlanmakta. 2011 yılı için hazırlanan rapor “Sürdürülebilirlik ve Eşitlik” başlığını taşıyor. Herkes için daha iyi bir gelecek hedefi ile hazırlanan raporun temel bölümlerinden çok genel bir özet vermek istiyorum.

21. yüzyılda  gelişmenin karşısındaki engellerin aşılmasıyla ilgili olarak süre giden küresel diyaloga önemli katkılar sunmak için hazırlanmış ilgili rapor. Eşitlikle ilgili temel konuların, diğer bir deyişle hakkaniyet ve sosyal adaletin yanı sıra daha kaliteli bir yaşama erişimin sürdürülebilirlikle nasıl yakından ilişkili olduğunu da gözler önüne seriyor. Raporun bence en can alıcı cümlesi şöyle yazılmış: “Bu raporda güçlü bir şekilde ortaya konulduğu gibi, sürdürülebilirlik sadece veya öncelikli olarak çevresel bir konu olmanın ötesinde, temelde nasıl bir hayat yaşamayı tercih ettiğimizle, yaptığımız her şeyin bugün hayatta olan 7 milyar insan ve gelecek yüzyıllarda yaşayacak olan milyarlarca başka insan için belirli sonuçlar doğuracağının bilincinde olmamızla ilgilidir.”

Bunun için de çevresel sürdürülebilirlik ve eşitlik arasındaki ilişkiyi iyi kavramak ve buna uygun davranmak gerekiyor. Hatırlayacaksınız, her zaman çeşitli araştırmalarda, ülkemizin bulunduğu yer gösterilir. Bu duruma bakarak bazen seviniriz, bazen de “ne kadar gerideyiz, bak x ülkesi bile bizden ne kadar ilerde” diyerek hayıflanırız. Gelişmişlik endeksinde de ülke olarak 92. sıradayız. Baktığınız yere göre değişen bu durum aslında bizi orta düzeylerde bir yerde bırakmaktadır. Ekonomi olarak en gelişmiş 20 ülke arasında olmaktan dolayı duyduğumuz gurur tabii ki çok önemlidir. Bu bizim küresel olarak ne kadar güçlü bir ekonomik ortak olduğumuz göstermektedir. Fakat gelişmişlik endeksinde aynı oranlarda yukarda olamamamız düşündürücüdür.

UNDP tarafından hazırlanan bu rapor ilerde meydana gelecek ve tüm dünyayı etkileyecek olan çevresel sorunlar ile çevresel felaketler karşısında gelişmişlik endeksinin çok yüksek olduğu ülkeler ile yüksek, orta ve düşük seviyedeki ülkelerin bu felaketlerden etkilenme oranlarını hesaplamış. Aradaki uçurumu eğer azaltamazsak, torunlarımızı bekleyen risk ve kayıplar çok yüksek oranlardadır.

İnsani Gelişme Endeksindeki ilk 5 ülke sırası ile Norveç, Avustralya, Hollanda, Amerika Birleşik Devletleri ve Yeni Zelanda. Bu ülkelerde yaşayan insanların çevre felaketlerinden ve çevresel sorunlardan göreceği zarar, gelişmişlik endeksinin alt sıralarında yer alan ülkelerin insanlarının göreceği zarardan daha az değildir. Yani İnsani Gelişme Endeksi düşük ülkelerin küresel iklim değişikliğine etkileri en az olmasına rağmen, yağışlardaki en büyük azalma ve ani yağış oranları en çok bu ülkelerde hissedilmiştir. Bunu da tarımsal üretim ve geçim kaynakları üzerinde çok büyük etkileri olmuştur.

Çanakkale’nin de bir tarım kenti olduğu gerçeğini unutmayalım. Kent nüfusunun çok büyük bir çoğunluğu tarım üretimi ile sağlanan gelirden pay almaktadır. Küresel düzeyde gerçekleşecek olan bu felaketler bizim kentimizi de vuracaktır (2008 yılındaki büyük kuraklık gibi). Tüm bu felaketlere karşı hazırlıklı olabilmek için ilk aşamada kendimizden başlamak üzere, tüm dünyada tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek için yola çıkmalıyız. Bize bir şey olmaz devirleri geçti.

 

 

Oral Kaya

“Protesto ediyoruz”

0

Önceki akşam basketbol takımı Kayseri Kaski’nin FIBA Kadınlar Eurocup Finali ilk maçında kendi sahasında Rus temsilcisi Dynamo Kursk’u 69-55 mağlup edip şampiyonluk yolunda çok önemli bir avantaj yakaladığı karşılaşmanın hiçbir ulusal televizyon kanalında canlı olarak yayınlanmaması üzerine basketbol siteleri ortak bir deklarasyon yayınlayarak bu durumu protesto ettiklerini beyan ettiler.

basketdergisi.com, basketfaul.com, kadinbasket.com, megabasket.net, pota6.com, salsabasket.net, turkbasket.com tarafından yayınlanan bildiri şu şekilde

“Dün gece Kayseri Kadir Has Spor Salonu’nda Türk kadın basketbol tarihi açısından oldukça önem taşıyan bir karşılaşma oynandı. FIBA Kadınlar Eurocup’ta final oynayan temsilcimiz Kayseri KASKİ, finalin ilk ayağında Rus ekibi Dynamo Kursk’u 69-55 mağlup ederek şampiyonluk yolunda bir adım daha attı. Ancak ne yazıktır ki tıpkı Botaş ile Kayseri KASKİ’nin bu kupada oynadıkları yarı final mücadelesini olduğu gibi bu karşılaşmayı da hiçbir ulusal televizyon kanalı yayınlamamış, bu önemli geceyi Türk halkıyla paylaşmamıştır. Adlarında spor ibaresi bulunan 10’a yakın televizyon kanalının yayın yaptığı ülkemizde bu durum ironi kelimesine verilebilecek en büyük örnektir. Bizlerin vergileriyle / elektrik faturalarımızdan alınan paylarla yayın yapan ve birincil vazifesi kamu hizmeti vermek olan devlet televizyonumuz TRT’nin biri spor kanalı olmak üzere birçok kanalı varken bu karşılaşmayı yok sayması izah edilebilir bir durum değildir. Avrupa 2.si apoletini omuzuna takalı daha1 yıl olmayan, 2012 Londra Olimpiyatları’nda ülkemizi temsil etmeye çok yakın olan bir milli takımımız varken ve 2014 yılında ülkemizde Dünya Kadınlar Basketbol Şampiyonası’na ev sahipliği yapacakken kadın basketboluna karşı uygulanan bu negatif ayrımcılığı anlamakta güçlük çekiyor ve biz aşağıda imzası bulunan basketbol siteleri olarak bu durumu protesto ediyoruz.”

Amerikalılar da artık nükleere karşı şüpheli

Perşembe günü ABD’nin batı kıyısında küçük çaplı bir nükleer olay raporları gelirken, açıklanan son kamuoyu yoklamasına göre Amerikan nüfusu arasında hakim kanı zaten nükleer enerjinin risklerinin faydalarından ağır bastığı yönünde.

Dün nükleer olay yaşanan San Onofre nükleer santrali
Dün nükleer olay yaşanan San Onofre nükleer santrali

Ülkenin köklü pazar araştırması şirketlerinden Harris Interactive tarafından Şubat ayında 2056 kişilik bir örneklem ile yapılan araştırmaya göre yakın tarihinde ilk defa Amerikan nüfusu arasında nükleer enerjinin risklerinin faydasısna ağır bastığını düşünenlerin oranı %41 ile faydasının risklerine ağır bastığını düşünenlerin oranından (%40) yüksek çıktı. Gençler (18-35 yaş gurubu) ve genç orta yaşlılar (36-47 yaş gurubu) arasında bu oran daha yüksekken, nükleerin fayfasının ağır bastığını yaşlılar düşünüyor. Yine, nükleerin faydalarının ağır bastığı düşüncesi Cumhuriyetçiler arasında bağımsızlar ve Demokratlara göre daha yaygın. Ayni araştırmanın bir parçası olarak Amerikalıların en güvendiği teknolojilerin sırasıyla güneş (%78) ve rüzgar (%77) olduğu anlaşıldı.  Pazar araştırma şirketinin sonuçlarına göre, Amerikalıların güvenli ve ucuz enerji talebi artarken, kanun koyucular ve bürokratların, eğer halkın güvenini istiyorlarsa, güvenlik ve şeffaflığa önem vermeleri gerekiyor.

Fukuşima kazası öncesinde ise kamuoyunda nükleerin risklerin farkındalığı daha düşük çıkıyordu (2009 sonuçları: %34’e karşı %44). Bir yandan batı tarzı endüstriel bir ekonomide yaşanan Fukuşima kazasının ortaya koyduğu riskler ABD’de de yankı uyandırırken, diğer yandan ekonomik krizin kaynağındaki şirket kapitalizmine karşı gelişen Occupy hareketi ABD’de büyük enerji şirketlerine dair de farkındalık yaratmaya devam ediyor. Son aylarda, ABD nükleer güvenlik kurumunun 30 yılı aşkın bir süredir ilk defa, Georgia eyaletindeki Vogtle nükleer santraline, nükleer reaktör inşa lisansı vermiş olması ülkede nükleer enerji tartışmalarını hararetlendirdi. ABD’deki bu kamuoyu değişikliği, Japonya ve Avrupa’nın yanı sıra Kuzey Amerika’da da artık insanların nükleerden vazgeçmek istediği sinyalini veriyor.

Perşembe günü yaşanan nükleer olayda, Ocak sonundan beri devre dışında tutulan San Onferno nükleer santralinde bir stres testi sırasında buhar jeneratörü borularından radyoaktif buhar sızıntısı tespit edilmesinin Amerika’da ulusal haberlere yansıtılıp yansıtılmayacağı ve bunun kamuoyuna tesirinin nasıl olacağı ise bilinmiyor.

 

(Yeşil Gazete, NIRS, sandiego6.com, bradenton.com/)

Bulgaristan’dan Akkuyu için örnek gelişme: Belene iptal edilebilir

Bulgaristan Romanya sınırı yakınlarında yapılması planlanan Belene nükleer santral projesinin iptal edilebileceğini açıkladı. Başbakan Boiko Borisov daha önce Rus devlet şirketi Atomstoyeskport tarafından yapılacağı açıklanan 2000 MW kapasiteli Belene nükleer santralının yapımından Batılı yatırımcılar ilgilenmediği takdirde vazgeçileceğini söyledi. Belene’de Akkuyu için teklif edilen ve henüz çalışır bir tesiste test edilmemiş VVER 1200 reaktörlerinin alt modeli VVER 1000’lerin bir varyantı olan AES 92 tasarımı kullanılacaktı.

Belene projesinin finansmanı konusunda Rusya ile Bulgaristan hükümeti uzun müddettir ihtilaf halindeydi ve tahkime gitmek üzereydiler. Enerji projelerinin yavaş ilerliyor olması üzerine bugün, Bulgaristan’da enerji bakanı değiştmişti. Böylece, nükleer santral projesinin iptal edilebileceği açıklaması, eski müsteşar, yeni bakan Delyan Dobrev’un göreve gelmesiyle ilk icraatlarından biri oldu.

Avrupa Birliği ve ABD ülkenin Rusya’ya bağımlılığını artıracağı gerekçesiyle bu projeye soğuk bakıyorlardı. Geçen yılki Fukuşima nükleer kazasının ardından ülkedeki nükleer karşıtı hareketin baskısı da artmıştı.

Belene’yi yapacak firma Türkiye’de de hükümetin Akkuyu nükleer santralı için anlaştığı aynı Rus devlet şirketiydi. Rus devlet şirketi Rosatom ve onun uluslararası şirketi Atomstoyeskport ile bunlar için imalat yapan ZiO-Podolsk şirketi hakkında geçtiğimiz ay Rusya federal savcılığınca büyük bir soruşturma açılmış, Akkuyu’yu yürüten Atomstoyeskport’un Hindistan, Çin, Bulgaristanve İran’daki projelerinde standartları tutturmayan parçalar kullanıldığı, skandalın Rusya’daki tüm reaktörleri etkileyebilecek bir boyutta olduğu anlaşılmıştı. Belene’nin iptalinin bu gelişmelerin de sadece birkaç hafta ardından gelmesi dikkat çekici. Bulgaristan’ın kararı Akkuyu projesine de etki edebilir.

 

(Yeşil Gazete, Reuters, businessweek, Bellona)

 

Devlet Nevruz’u istediği zaman kutlatacak!

İstanbul’dan sonra Diyarbakır Valiliği de Nevruz’un Pazar günü kutlanmasını yasakladı. BDP yönetimi toplantı halinde.

Diyarbakır Valiliği, BDP’nin 18 Mart’ta yapmak istediği Nevruz kutlanmasına izin vermedi. BDP’ye bu konuda henüz resmi yazı ulaşmazken, BDP Eş Genel Başkanları ve milletvekilleri konuyla ilgili toplandı. BDP’lilerin basına kapalı toplantısı sürüyor.

Dersim’den Adalı Holding’e HES çığlığı

Dersim Dernekleri Federasyonu adına bugün bir açıklama yapan Munzuru Koruma Kurulu, Dersim Hozat’ta başlatılan yeni HES projesine karşı protesto çağrısında bulundu.

Kurul’dan alınan bilgiye göre BJK eski yöneticisi Serdar Adalı’nın sahip olduğu Adalı Holding, Dersim-Hozat’ta İnköy mevkine bir HES yapmayı planlıyor.

“Vadilerimizdeki baraj ve HES yağması ve saldırıları durmak bilmiyor. Dersimde bir yıkıcı proje daha hayata geçirilmeye çalışılıyor. Uzun zamandır vadilerimizde ( Pülümür- Munzur-Mercan ve Peri) Baraj ve HES projeleri ile yok edilmek isteniyor.” diyen Munzur Koruma Kurulu, bahis konusu olan proje için ÇED sürecinin başlatılmaya çalışıldığını belirtiyor.

Radyo Ovacık’ın haberine göre, Tunceli Valiliği yerel basın yayın organlarına gönderdiği yazıda; “Tunceli ili Hozat ilçesi Hozat Deresi üzerinde Adalı Holdinge bağlı Sürpriz Enerji Üretim Maddeleri, İnş. Taah. Tic. A.Ş tarafından İnköy Regülâtörü ve HES enerji santrali (12,56 MW) projesinin gerçekleştirilmesi planlanmaktadır” dedi. Söz konusu projeyle ilgili olarak hazırlanan ÇED başvuru dosyası (13.01.2012 tarihli yazı) Bakanlığımıza sunulmuş olup, projenin ÇED süreci başlatılmıştır denilmektedir.”

“Yaşam alanlarımızı yok edecek hiçbir faaliyetinize izin vermeyeceğiz.” diyen Dersimliler, tüm HES karşıtlarını 17 Mart Cumartes günü saat 15:00’de Mecidiyeköy-Astoria’nın önünde bekliyor. Buradan yola çıkacak olan grup Adalı Holding’e doğru yürüyeşe geçecek.

Munzur Koruma Kurulu’na [email protected] mail adresinden ya da 0 212 321 55 00 telefon numarasından ulaşabilirsiniz.

(Yeşil Gazete, Radyo Ovacık)